Haber Türk’te Yiğit Bulut’un 4 Temmuz Pazartesi günkü “Sansürsüz” programını izledim. Önce konu hakkındaki görüşlerimi sizlere sunmak isterim. Konuşmacılar anlatırken doğru şeyler söylüyorlar, sansürsüz konuştuklarını iddia ediyorlardı; ne var ki olayları hep sansürlü anlatıyorlardı. Konuşmacıların açık yanlışlarını dört maddede özetleyeceğim.
*
1- Cumhuriyet yönetiminde Mustafa Kemal’in ilk 15 yılında uygulama yapıldı. Sonra kadrosu tasfiye edildi. Ondan sonra Cumhuriyet ilkelerinden sapıldı. Tamamen hatalı bir anlatıştır. Mustafa Kemal ve arkadaşları Türkiye devleti için ne yapılması gerektiğini biliyorlardı. Ne var ki o günkü iç ve dış şartlarda en iyisini yapıyorlardı. Mustafa Kemal’in en yakın destekçisi İsmet Paşa olmuştur, Mareşal Fevzi Çakmak olmuştur. Mustafa Kemal son senelerde İnönü’yü devre dışı bırakmış, Celal Bayar’la işleri yürütmeye başlamıştı. İkinci Cihan Savaşı’nın yaklaşması nedeniyle Mareşal farklı hareket etmiş ve Celal Bayar’ı değil İsmet İnönü’yü başa getirmiş, Kazım Karabekir’i de Meclis Başkanı yaparak, İstiklâl Savaşı kadrosu ile İkinci Cihan Savaşı dönemini yürütmüşledir. Yani, İstiklâl Savaşı Lozan’ı ve inkılapları yapan bilinçli asker kadro yönetime yeniden el koymuştur. Bu kadro İkici Cihan Savaşı’na Türkiye’yi sokmamış, sonunda da Batı bloğunda yer almış, Türkiye’ye demokrasiyi getirmiştir. Halk Demokrat Parti’yi iktidar ederek tekrar eski İnönü yerine Celal Bayar onun yerini almıştır. Adnan Menderes Celal Bayar’a karşı direnip Türkiye’yi yeniden Kemalizm çizgisine getirmeye başlayınca, sermaye Adnan Menderes’i, Hasan Polatkan’ı ve Fatin Rüştü Zorlu’yu astırarak İnönü kadrosunu tamamen tasfiye etmek istemiştir. Ne var ki askerler duruma el koydular ve İnönü çizgisinde yeni anayasa getirerek çok partili dönemi getirdiler. İnönü’nün isabetli kararlarıyla askeri yönetim gelmemiş, darbe müdahaleye dönüşmüştür. Mustafa Kemal hâlâ tanrı gibi kutsanarak sansürlü hareket edilmiştir. Mustafa Kemal Türkiye Devleti’nin kurucusudur. Devleti çok sağlam temeller üzerine oturtmuştur. Celal Bayar denemesi başarılı olmamıştır. Mustafa Kemal’in başlattığı ve istediği devlet modelini sonra yine onun yakın arkadaşları yürütmüşlerdir. Askerler müdahale ederek Cumhuriyeti dinsizleştirme ve ahlaksızlaştırma istikametine götürmekten alıkoymuşlar, Kenan Evren buna son noktayı koymuştur.
*
2- Sansür edilen başka bir husus da lâiklik hakkında olmuştur. Lozan anlaşmasında Türkiye’ye gizli maddeler kabul ettirilmiştir. Cumhuriyetin ilanı, saltanatın kaldırılması, ahkamı şer’iyenin lağvı, tarikatların kapanması, medreselerin kapanması. Ondan sonra Lozan’ı askıya almışlar, bunları yapmaya başlayınca imzalamışlardır. Bu hususu ben onlardan öğrendim. Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarken devleti bir İslâm devleti olarak kurmuştur.
- Önce İstiklâl Savaşı başlatılırken Türk milletinin karşısına saltanatı ve İslâmiyet’i kurtarma şeklinde ortaya çıkmıştır. Tüm açılışları dinî merasimlerle yapmıştır. Anadolu halkını da ikiye ayırmıştır; müslimler ve gayri müslimler. Müslimler cepheye koşmuşlar, gayri müslimlerin çoğu karşı cephede yer almışlardır. İstiklâl Savaşı bir Türk-Yunan değil, İslâm-Hıristiyanlık savaşı şeklinde geçmiştir.
- Lozan’da masaya oturulduğu zaman, Türk-Yunan değil, tüm dünya ve İslâm âlemini temsil eden Türkiye olarak oturmuştur. İslâm âleminden kimse oraya gelmemiştir. Oysa ABD ve Japonya bile bizim karşımızda yer almıştır. Tüm müzakereler İslâm ve Hıristiyanlık üzerine geçmiştir. Türkiye’ye gizli maddelerle İslâm âlemini dinsizleştirme görevi verilmiş, Mustafa Kemal de bunu sadece inkılap maddeleri ile kabul etmiştir.
- Mübadele maddesinde Yunan ve Türk değil, müslim ve gayri müslim esas alınmıştır. Selçuklulardan beri başlayan Anadolu’yu İslâmlaştırma hareketi Mustafa Kemal tarafından tamamlanmıştır. Yahudilerin de işine geldiği için inkılapları kabul eden Türkiye büyük adım atmıştır. Bugün Türkiye eğer % 99 Müslüman ise, bu Mustafa Kemal’in ve arkadaşlarının dünyaya oynadığı siyasi oyun sonucudur.
- Mustafa Kemal Türkiye’nin nüfusunu artırmayı hedeflemiş, her gelen müslimi sen Türksün diye kabul etmiştir. Türkiye böylece Türk ırkının bir memleketi değil, Türkiye’deki Müslümanların memleketi hâline gelmiştir. O halkların çoğu Türkçeyi Türkiye’de öğrendiler. Mustafa Kemal Türk ulusçuluğunu dört esasa dayandırmıştır: 1) Coğrafi birlik, Anadolulu olmak, Türk vatandaşı olmak, 2) Türkçe konuşmak, 3) Müslüman olmak, 4) ‘Ben Türküm’ demek. Bunu müslüman halkına zorla dedirtmiştir. Gayrimüslimleri zorlamamış, aksine Lozan’da onlara azınlık haklarını tanıyarak dışlamış, sadece vatandaşlık bakımından Türk demiştir.
- Mustafa Kemal bununla yetinmemiş, Türk halkını kendi diliyle İslâmiyet’e götürmek için en muteber ve samimi İslâm âlimlerine Türkçe’ye tercüme seferberliğini başlatmış ve Muhammed Yazır gibi dünya çapındaki âlimlere tefsirler yazdırmıştır. İstiklâl Marşımız hâlâ resmî marşımızdır. Anayasamızın değişmez maddeleri arasındadır: Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl… Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, benim yurdumun üstünde ebedi inlemeli... Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar... Bu mısralar hep marşımızdır. Kedisi de onuncu yıl nutkunda demiştir ki; “Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir.” Müsbet ilim meşalesi Kur’an’ın getirdiği meşaledir. O halde bu konular derin sansür içinde kalmıştır.
*
3- Demokrat Parti’de Menderes ekibi bertaraf edilmiş ve Türkiye’nin askerler tarafından dinsizliğe götürüleceği sanılmıştı. Ben Demokrat Partili olmadığım halde (Millet Partisi’ne oy vermiştim), beni kamu görevinden uzaklaştırdılar. Askerler bana görev verdiler, İzmir Hava Eğitim Komutanlığı’nda elektrik kontrol mühendisi olarak çalışmaya başladım. İzmir’de, İkinci Meclis’in Kilis Milletvekili Remzi Güres ve arkadaşları, Hasan Basri Çantay’ın Kur’an tercümesini toplanarak okuyorlardı. Ben de onlara katıldım. Remzi Güres şunu söylüyordu: CHP ile DP arasında fark yoktur... Bir ortaklıkta çalışarak İslâm düzenini hazırlamak, cumhurbaşkanı olmaktan önemlidir… diyordu. Bu arada Risale-i Nur şakirtlerinden Mustafa Birlik medresesine devam ediyor, onlara manevi destek veriyordum... Sonra Yaşar Tunagür İzmir’e görevli olarak geldi, Fethullah Gülen de geldi...
Bu arada iki üç sene birlikte çalıştıktan sonra Nur Evleri kuracaktık ama F. Gülen’e vakıf vaad ettiler ve bizden uzaklaştırdılar. Ben de usulde anlaşamadığım için Güres ekolünden ayrıldım ama dostluklarımız bozulmadı. Biz Abdullah Gül’ün dayıları Ahmet Tahir Satoğlu ve Nazif Satoğlu ile Akevler’i kurduk. Siyasette Erbakan’ı desteklemeye karar verdik. Erbakan’ın bağımsız adaylığını Akevler sağlamıştır.
Hâsılı, bugünkü Türkiye’nin bu duruma gelmesi İzmir’de planlanmıştır...
Fethullah, Erbakan, Satoğlu ile birlikte fikir birliği içinde çalışmaya başladık...
- Birinci prensibimiz şudur. İslâmiyet’te illegal çalışma yoktur. Ya mevcut olduğun düzene sadık olursun ya da o ülkeyi terk edersin. Böylece Müslümanların karanlık günlere ve mecralara sürüklenmesini önledik. Bu konuda Bediüzzaman da aynı İslâmî görüşte olduğu için F. Gülen’le ihtilafımız olmamıştı. Erbakan zaten bir profesördü.
- İkinci prensibimiz ise tarikatları serbest bırakacağız ama kendi işlerine karışmayacağız. Herkes kendi sahasında serbest olacak. Din ve fikir meselesine de karışmayacağız.
- En önemlisi, müsbet ilim bizim rehberimiz olacaktır. Kur’an’ı müsbet ilmin ışığında anlamaya çalışacağız. İhtilaflarımızda hakem müsbet ilim olacaktır.
- Gerek İslami gruplar gerekse diğer dinler arası ilişkilerde diyalog esas alınacak, kimse dışlanmayacak.
*
Önce bu ilim adamalarının Necmettin Erbakan’dan bahsetmemeleri derin sansürün sonucudur. Sadece Erbakan’ın cenazesi bile bunlara bir şeyler söylemeli idi.
Bunlar gerçek ilim adamı olsalardı, Akevler’in Milli görüş’te ve Gülen’deki etkisini tesbit eder, değerlendirmeleri ona göre yaparlardı.
Yapmadılar, çünkü derin sansürlüdürler.
Bugün “Adil Düzen”i temsil eden Akevler’dir. Yalnız Türkiye’nin değil dünyanın görüşü Millî Görüş değil midir?
Neden orada biz yer almıyoruz?
Neden Akevler’in bu husustaki fikirlerine yer verilmez?
*
4- Sansür edilen başka bir konu da, Osmanlı Devleti laik bir devletti. Hiçbir topluluğun dinine karışmazdı. Her topluluğun kendi mahkemeleri vardı, kendi şeriatlarına göre hükmederlerdi. Devletin görevi yargının verdiği kararları infazdır. Yoksa devletin kendisi ne kanun yapar, ne de muhakeme eder. Muhakemeyi her topluluk, her bucak kendisi yapar, kararları da kendi mahkemeleri verir. Devlet mahkeme karalarını infaz eder. Devlet mabetlere karışmadığı gibi medreselere de karışmaz. İsteyen istediğini okur veya okutur. Lâik devlet budur. Cumhuriyet bunun tam tersine devletin emrinde tek din ilkesine dayalı olarak gelişmiştir. Mübadelenin başlaması nedir? Cumhuriyet laikliği imzalamadı, bilakis dinsizliği imzaladı. Dinsizlik laiklik değildir.
Görülüyor ki, biz Adil Düzencilerin size söyleyeceklerimizi var.
Belki biz hatalıyız, belki yanlış biliyoruz.
Düzeltmeye hazırız.
Ama siz ne yapıyorsunuz, derin sansürü aşamadığınız için bizi konuşturmuyorsunuz.
Konuşmaya, tartışmaya, yanlışımız varsa düzeltmeye hazırız…
Siz de yanlışlarınızı düzeltmeye hazır mısınız?..
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92