Sayın Kılıçdaroğlu, Devlet Başkanımıza saldırmakta, ona hakaret etmeye devam etmekte, tarafsız olmalısın demektedir. Söyledikleri doğrudur. ‘Muhterem Başkanımız, Tarafsız olmalısınız’ deme hakkına sahip olabilir. Ama hakaret edemez.
Devlet Başkanına hakaret devlete hakaret kabul edilmiş, Anayasa ve kanunlarımızda cezalandırılmıştır. Devlet Başkanına her gün hakaret edenin susturulması yönetimin görevidir. Bu Erdoğan’ı korumak için değil devleti korumak içindir.
Kaldı ki Anayasamız Devlet Başkanına kurumlar arası dengeyi sağlama görevini vermiş ve bunu sağlamak için kendisine her türlü yasadışı hareket etme yetkisini vermiştir.
1970’lerde Tek Yol Dergisi’nde bir yazı yazmış, bu hususu hatırlatmış, Cumhurbaşkanı serkeşlik yapan Genelkurmay Başkanını vurabilir, sorumlu olmaz diye yazmıştım. Yazıhanemize iki albay gelmiş ve "Biz derginizi okuyoruz, bunu tekzip edin" demişlerdir. Biz de "Bugünkü Genelkurmay Başkanını kastetmedik" olarak tekzip ettik. Dergimiz çıkmaya ve ben yazmaya devam ettim. Ben bir şeyi söylerken Kur’an’a dayanarak söylerim ve 50 sene sonra da aynı şeyi söylerim.
Benim Turgut Özal’a saygım vardı ama cumhurbaşkanı olmasını istemedim. Abdullah Gül’ü sayar ve severim ama onun cumhurbaşkanı olmasını istemedim. Sivil bir kimse cumhurbaşkanlığı yapamaz. Bunu ben kendiliğimden söylemiyorum. Abdullah Gül seçilmeden önce ESAM’da verdiğim konferansta bunu delillerle açıkladım. Erdoğan’a oyumu verdim, çünkü başka yapacağım bir şey yoktu, Devlet Başkanı olacaktı. Ben Kılıçdaroğlu veya Bahçeli gibi karşı çıksaydım ve sonra o o makama oturduğu zaman ben Türkiye’den göç ederdim.
Cumhurbaşkanı dışında herkes Türkiye’de Anayasaya ve bütün kanunlara uymak zorundadır. Cumhurbaşkanı vatana ihanet edemez. Onun dışında ülke için gerekli gördüğü her türlü uygulamaları yapabilir. Hukuk devlet varsa vardır. Devletin olmadığı yerde hukuk olmaz. Devletin varlığı da başkanın iktidarı ile sağlanır. Ona saygılı olmak zorundayız. Diyelim ki bu anayasa maddesi hatalıdır. Değiştirmek için çalışırız ama değişinceye kadar ona uymak zorundayız.
Devlet Başkanı sorumlu değildir ama Devlet Başkanı doğrudan bir iş yapmaz. Yanında bir bakan bulundurur, ona yaptırır. Başkan sorumlu olmaz, bakan sorumlu olur. Eğer Başkan hatalı konuşmuşsa sorumlusu onu yayınlayan yetkililerdir. Savcıya ihbar edilir. O görevli veya o bakan sorumlu olur. Dolayısıyla Erdoğan’ın söylediklerinden Erdoğan değil de ona bu imkânları hazırlayanlar sorumlu olurlar.
Ne var ki bakanlar da ancak Meclis’in ekseriyetle güveni kaldırması halinde sorumlu olurlar. Bence bu husus yanlıştır. Bir bakan veya üst yetkili kanunlara aykırı hareket ettiği zaman siyasi parti başkanları grubu olan partiler doğrudan adil yargıya gidebilmelidir. Ama sorumlu yine devlet başkanı olmamalıdır.
Askerlikte merkezi yönetim olduğu için sadece ve sadece Genelkurmay Başkanı aleyhine dava açılabilmeli ve yalnız yüce divanda muhakeme edilmelidir. Bu da cumhurbaşkanı izin verirse yapılabilmelidir. Devlet Başkanı ve ordu eğer anlaşmışsa yapılacak bir şey yoktur. Kaderimize küsmeliyiz. İster katlanırız ister ülkemizi terk ederiz.
Bu şartlar altında Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin parti başkanlığında kalması şöyle dursun, Türk vatandaşlığından çıkarılması gerekir yahut kendilerinin gitmesi gerekir. Selahattin Demirtaş da maalesef aynı durumadır. Ordu bugün PKK ile savaşmaktadır. Ordumuz haksız olabilir ama ordumuzun yenilmesi demek devletimizin yıkılması demektir. Bir parti lideri çıkar da karşı cephede yer alırsa devlete kastetmiş demektir, artık onun bu ülkede barınma hakkı yoktur.
Türkiye’de AK Parti’den başka parti kalmamıştır. Bu da tehlikeli bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Başkanlık sistemi ülkeyi diktatörlüğe götürmez, tek parti götürür. Bu üç lider ülkelerini seviyorlarsa, halklarını seviyorlarsa, Türkiye’de demokrasinin kalmasını istiyorlarsa, hemen istifa etmeli ve ülkemizin diktatörlüğe gitmesine imkân vermemelidirler.