Biz diyoruz ki düzen içerisinde düzeni korumak için eline silah almayı ve savunma yapmayı kabul eden hangi dinden olursa olsun mümindir. Fiili olarak değil , bedelle savunmaya iştirak ederse müslimdir. Bunu kabullendirmede sıkıntı yaşıyoruz. Düzen açısından mümin, müslim, kafir, müşrik hususunu Kuran’dan nerden delillendirebileceğimizi ve bunların tanımlarını sizden talep ediyoruz.
Kuran’dan istinbat yapabilmek için usul ilmini bilmek gerekir. Kuran’ın denizler mürekkep olsa bitmeyecek kadar manaları taşımış olması bu icazdan dolayıdır. Bunları ancak elbab sahibi rasihler anlar diyor. Kuranda sizin yemeğiniz onlara helal onların yemekleri size helal diyor. Kızları size helal diyor. Sizin kızlarınız onlara helaldir demiyor. Şimdi Şafi’nin yaptığı gibi mefhumu muhalefet olarak anlarsak o zaman bizim kızlarımız onlara haram olur. Ebu Hanife’nin yaptığı gibi kıyası kabul ederseniz o zaman da bizim kızlarımız onlara helal olur. Bizim yaptığımız ise duruma göre hüküm vermedir. Eğer laik iseler yani dinde baskı yapmıyorlarsa müminler gibi olacaklarından bizim kızlarımız onlara helal olur. Eğer laik değil dini baskı yapıyorlarsa o zaman haram olur. Bunu Firavun’un karısının müminliğinden bahseden ayetten istidlal edebiliriz (Tahrim 11).
Kuran hem din (millet) hem de düzen (din) kitabıdır. Hem şeriat var hem tarikat var. Kelimelere iki mana vereceğiz. Salat dediğimiz zaman bir taraftan Allah’a huşu içinde kunut etme ve nefsini iman nuru ile doldurmadır. Bu tarikat manasıdır. Yalnız Kuran ehli için olandır. Diğer manası da askerlikte içtima gibi bir askeri eğitim ve siyasi müzakereler için bir araya gelmedir. Hadiste açıktır. Cebrail’in hadisinden başka Buhari ve Müslim de mezkur iman bahsinde meşhur hadis vardır. İslam nedir diye soruyorlar? “Müslimlerin onun elinden ve dilinden selamette olduğu kimselerdir” diyor. İman nedir diye soruyorlar. Bütün Nas’ın mallarını ve canlarını ona emanet ettiği kimselerdir diyor. Hadisler Kuran gibi lafzen yorumlanamaz. Müslim demek Kuran ehli demek değildir. Adem’den kıyamete kadar her kitap ehli müslimdir. Müminlerin Kuran ehli oldukları hususunda delil getirmek bize düşmez. İddia edenlere düşer. Bize ehli kitabın müslim olduğunu kabul etmek düşer. Kuranın daha önceki kitapları neshettiğini iddia edenlere usulcüler ittifakla cevap veriyorlar. Bizden öncekilerin şeriatı bizimde şeriatımızdır. Ancak tahrif edildikleri için bizim şeriatta zikredilmesi gerekir.
Birde bir Cebrail hadisi var. Malumunuzdur birisi geliyor ve diyor ki İslam’ın ve imanın şartları nedir? Peygamberimiz sorana cevaplatıyor ve İslam’ın şartları ile imanın şartlarını sayıyor o kişi. O kişinin Cebrail olduğunu söylüyor sonra. İşte bunu karşımıza çok çıkarıyorlar . İslam’ın şartları işte kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek ve imanın şartları da malumunuz 6 tane. Kuran’da da bu minvalde ayetler var. Bunlara dayanarak diyorlar ki imanın bu şartları var iken sen bu özelliklere sahip olmayan birine nasıl mümin dersin ve İslam’ın şartları bunlar iken bunları kabul etmeyen ve yapmayan birine de nasıl Müslüman dersin?
Cebrail’in anlattıkları hususlar İslam ve imanın tarikat manasıdır. Bizim üzerinde durduğumuz şeriat manasıdır. Tarikata göre hırsız günah işlemiştir. Hesabını ahirette verir. Ama şeriata göre kolunu kesmemiz için şahitlerle sabit olması gerekir. Sabit olmayanlara ceza veremeyiz. Tarikata göre sabit olmayan hırsızlıkta hırsızlıktır. Şeriata göre yalnız sabit olan hırsızlıktır. Kuran’ı veya Muhammed’i bile bile inkar eden kafirdir. Ama Kuran’ı ve Muhammed’i inkar etmiyor, ama kendi kitabına ve onun peygamberinin ibadetlerine bağlı, şeriatta Tevrat ve Kuran’a bağlı ise bunlar mümindir. Kuran şeriatı ile Tevrat şeriatı arasında esasta bir fark yoktur.
Yahudi ve Hıristiyanların bu iman ve İslam şartlarını kabul etmeden nasıl mümin ve müslim oldukları konusunu anlatmada sıkıntı yaşıyorum. Temel sıkıntı şurada. Tamam, mümin, müslim vs. ayrımı yapalım ama Kuran ehli sadece mümindir diğerleri zımmi yani klasik Osmanlıdaki yapılanmanın doğru olduğunu kabul ediyorlar. Bütün din mensupları özgürce yaşasın, hiç bir kısıtlama olmasın, bucak sistemine de tamam ama kamuda görev alma, işte silahlı savunma vs. hep kuran ehli müminlere aittir. (Zaten onlara göre başka mümin olmaz).
Yeryüzü insanlığındır. Ya Eyyühe-n Nas ile başlayan ayetlerde (bakara) yerde ne varsa sizin için cem’en var etti diyor. Kuran onlara da yaşama hakkı vermiştir. Onlara kendi kendilerini yönetmeyi emretmiştir. Onların devletleri kedilerine aittir. İslam devleti içindeki illerin yönetimi de onlara aittir. Onların İslam ili içindeki bucaklarının yönetimi de onlara aittir. İslam devletinin yönetiminde Kuran ehli olmayanlara yer verilip verilmeyeceği Kuran’da ifade edilmemiştir. O devletin anlayışına bırakılmıştır. Bize göre bütün peygamberleri ve kitapları kabul etmesi gerekir. Asgari olarak inkar etmemesi gerekir. Ama kendisi Hıristiyan veya Yahudi dininde yani inanışında kalır. Ama peygamberlerden bazılarının peygamber olduğunu bilerek inkar eden kafirdir. Kafir olanın cizyesi yoktur ki askerliği olsun.
Bir iki noktayı eksik bıraktım, tamamlayayım. Müslim ve müminin tanımları Kuran’da ve hadislerde yapılmıştır. Ebu Hanife bunlar birdir demiştir. Tamamen hatalıdır. Kuran açıkça yazıyor. Hadis açıkça yazıyor. O halde bize düşen bu farkı ortaya koymaktır. Ahirette durumları hakkında yine Kuran’da ikisi için hüsna vardır diyor. Ancak müminlerin dereceleri vardır. Kuran müslimler için bize dünyada da hasene, ahirette de hasene ver derler diyor. Müminler için ise Allah onların mallarını ve canlarını cennet karşılığı almıştır diyor. Dünyada bekledikleri bir şey yok. Biz müminle müslimi böyle ayırıyoruz. Bedel veren müslim, askerlik yapan mümin. Şeriata göre, dünyadaki uygulamasına göre başka daha iyi bir ayırım yapsınlar. Biz onu kabul ederiz. Sadece ahret tanımı ile yetinmek demek şeriatsız laik olmak demektir.
Kafir ve müşrikin ahiret hayatı ile ayrımına gelince, biri Kitaba ve peygambere inanıyor ama bazı hususlarda bile bile hakkı gizliyor. Mesela Kuran’ı kabul etmiyor. Müşrik ise Allah’a inansa bile çok ilahları anıyor. Bu ahiretteki ayrımlarıdır. Şeriattaki ayrımlarını biz şöyle yapıyoruz. Ne bedel veriyor ne de nöbetli oluyor. Ama yargı kararlarını kabul ediyor. Biz onlarla beraber yaşarız onlara saldırmayız. Ama müşrikler tecavüz etse biz onları korumayız. Biz buna müşrik diyoruz. Hakem kararlarını tanımayanlara müşrik diyoruz. Bu bizim ayrımımızdır. İsteyenler başla türlü tanım yapabilirler. Ama dünyada uygulamamız gerekir. Tanımlar usul hükümleridir. Bunlar davi değil defidir. Yani bir usulü kabul eden onu isbat etmekle mükellef değildir. Çünkü usulsüz kitap anlaşılmaz. Anlaşılmayan kitaptan deliller getirilmez. Onun için Kitabı varsayımlarla anlayacağız. Sonra uygulama ile denetleyeceğiz. Dolayısıyla bizim müşrik ve kafir tanımını beğenmeyenler, onu cerh eden deliller getirmelidirler. Yetmez kendileri daha iyi tanım getirmelidirler. İşte usulün bu temel kaidesi bilinmedikçe Kuran’dan hiçbir delil getiremeyiz.
Sonra biz kimseye kendi anlayışımızı kabul ettirmeye çalışmayız. Onlar da bizi kendilerine uydurmaya çalışmasınlar. Ama karşılıklı tartışalım. Biz onlara yardımcı olalım, bizde onlardan yardım alalım.
Allaha emanet olun.