Hukukun değişmez kuralı vardır. Kim görevli ise yetkili odur. Yetkisiz bir görevli görevini yapamaz. Hemen arkasından değişmez ikinci kural gelmektedir. Yetkili kim ise sorumlu da odur. Yetkisiz kimseyi sorumlu tutamadığımız gibi sorumsuz kimseye de yetki veremeyiz. Sorumlu olan aynı zamanda hak sahibidir. Görevini yapmazsa cezalandırılır. Görevini yaparsa mükâfatlandırılır.
Parlamenter sistemde görevler seçilmişlere verilir. Yetkililer de onlardır. Dolayısıyla sorumluluk onlara aittir. Sonunda görevi yapmanın onuru da onlara aittir. Onlar bürokratları görevlendirirler. Gerektiğinde görevden alırlar, cezalandırırlar. Ama kendileri sorumluluktan kurtulamazlar. Cezai sorumlulukları olmasa bile siyasi sorumlulukları vardır.
Siyasi sorumluluk demek görevden alınmalar demektir. Görevli olmak birtakım haklara sahip olmak demektir. O haklardan mahrumiyet de ceza mahiyetindedir. Ne var ki bu siyasi sorumluluktur.
Mustafa Kemal kuvvetler birliğini esas almıştır. Merkezi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni yapmıştır. Tek parti tek bürokrasi sistemi ile devleti güçlendirmek istemiştir.
İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra Yalta’da dünya ikiye ayrılmış, Türkiye demokratik yönetim tarafında kalmıştır. Demokraside çoklu sistem vardır, kuvvetler birliği değil kuvvetler ayrılığı vardır. Anayasamızda yasama, yürütme ve yargı ayrı ayrı kuvvet kabul edilmiş ama yine kuvvetler birliği işletilmiştir. Siyasi partiler meclisi oluştururlar, cumhurbaşkanını meclis seçer. Hükümeti cumhurbaşkanı oluşturur. Hükümet meclisin denetimindedir. Meclis izin vermedikçe yargı denetleyemez. Yargıyı yönetim oluşturur.
Bir anormallik vardır. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Burası tamam da, bazı kurumlar millî iradenin dışındadır.
1- Başta ordu böyledir. Ordu bir kurumdur. Okulları ile kendisi kendi kendisini oluşturur. Yüksek Askeri Şura’da kararlar kendileri tarafından alınır. Yargı denetimi dışındadır. Böyle olmak zorundadır. Dolayısıyla Meclis’in hâkimiyeti sıfırlanmaktadır.
Biz buna çare olarak:
a) Halka üstlerini seçme yetkisini veriyoruz. Dolayısıyla astı bulamayan üste bir yetki vermiyoruz. Bu da seçmedir. Yani hukuk düzenini seçilmişler kurarlar, askeri düzeni de başka seçilmişler kurar.
b) Askerler ile siviller birbirinden ayrılmıştır. Biri diğerinin emrinde değildir. Asker menşeli başkan dengeyi kurar. Taraflar hakemlerden oluşmuş yargıya gidebilirler.
2- Odalar birliği ve barolar da seçilmemiş bir örgüttür. Kendi kendilerini seçmektedirler. Millî hâkimiyetin dışında bir güçtür.
Bunun çözümünü meslekî dayanışma ortaklıkları içinde çözüyoruz. Herkes bir dayanışma ortaklığına katılmak zorundadır. Bu da demokratik bir çözümdür. Böyle tekli odaların kamu yetkilerini kullanmaları söz konusu değildir.
3- Üniversiteler de meclisin ve yönetimin dışındadır. Bu durum da hakimiyeti milliyeye aykırıdır.
Bunun çözümü de şöyledir. ine herkes öğrenci kabul ediliyor ve üniversitesini, öğretmenini kendisi seçiyor. Demokratik bir oluşma meydana geliyor.
4- Önemli bir konu da yargıdır. Yargı üstünlüğü devlet için şarttır. Ne var ki seçilmemişlerin üstünlüğü nasıl olacaktır? Atananın atayandan üstün olması çelişki değil midir?
Bu sistem kökünden değişmelidir. Önce hakemler hakemliği üniversiteden öğrenecekler ve hukukçu olacaklardır. Sonra din adamları onları ahlâk terbiyesinden geçirecek, âdil olacaklar. Bunlar teminatlı ehliyet vereceklerdir. Bilgisizlik veya ihmalden dolayı yapacakları hataları bu dayanışma ortaklıkları tazmin edeceklerdir. Taraflar bunlardan birerlerini hakem seçecekler. Hakemler de başhakem seçecek. İşte bu hakemlerin verdiği karar kesindir ve üstündür.
Siz bu sistemi getirmediğiniz takdirde ne yaparsanız yapın adaleti tesis edemezsiniz.
Bu sistemde en az zararlı olan tüm yetkilerin Adalet Bakanı’na verilmesidir, Merkez Bankası’nın Maliye Bakanı’nın emrine verilmesidir. Hiç olmazsa onlar seçimle denetlenmektedir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92