KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-1107/ADİL DÜZEN DERSLERİ-922 / 13 Mart 2021
Kur’an Seminerleri ve DAVET… (11)
Bu yazı önceki 10 yazının devamı olup onlarla birlikte okunURSA DAHA İYİ ANLAŞILIR
Dinler mensup olanlara ortaya koydukları ilkeleri benimsettikten sonra artık onun üzerinde tartışmayı kaldırırlar, tartışmasız kabul edilmesi gereken ilkeler olacağına karar verirler ve Peygamberlerin getirdiği yeni ilkeleri yaşamaya başlarlar. Tartışmayı bırakırlar.
Hemen hepsi fahiş denilebilecek bir şekilde ilkeleri bozarlar.
Hindularda ve Budistlerde bozulma yeniden dünyaya gelme temel ilkesi içinde olur. Yani insanlar öldükleri zaman belli hayvanların bedenlerine girerek yeniden dünyaya gelirler. Kimi at olur, kimi kurt olur, kimi yılan olur. Bu ilkeye Hintliler öyle sahip çıkarlar ki bugün hala o din mensupları bu yanlış inanıştan kendilerini kurtaramazlar. Budistler de Hıristiyanların yaptığını yaparlar, Buda’yı tanrılaştırırlar. Bir peygamber mesabesinde olan Buda’yı o kadar ileri götürürler ki sanki Budizm’de Tanrı yokmuş gibi algılatırlar.
Yahudiler üstün ırk teorisine inanırlar, Yahudi olmayan insanları neredeyse insan bile kabul etmezler. Onlara göre diğer insanlar Yahudilere hizmet etsinler diye var edilmiş canlılardır. Adeta başka bir şey değildirler.
Hıristiyanlar ise Hazreti İsa’yı Tanrı’nın oğlu kabul ederler. Ona ibadet ederlerse Tanrı insanları bütün günahlarından affeder ve başka bir iyilik yapmalarına gerek kalmaksızın cennete giderler.
Müslümanlar böyle hataların kendilerinde olmadığını iddia ederler. Hâlbuki daha vahimini yaparlar. İçtihadı yasaklamak suretiyle şirkin kapısını kendilerine açarlar. İçtihadı yasaklamanın Allah’ı unutup hatta bir bakıma yok sayıp dünyayı Allah’ın değil de hükümdarların hüküm sürmelerine terk etmek demek olduğunu hala fark etmezler. Allah’ın yeni peygamber göndermeyeceği, Kur’an’ın ancak içtihat yolu ile her dönem anlaşılması gerektiği gerçeklerini unutarak kendi hayatlarından tamamen çıkarırlar. Kur’an’ı anlama yerine güzel okuma yarışmaları düzenlerler.
Büyük dinler dışında dünyada kendilerini güçlü sayan diğer insanlar ise Sermaye veya silah/devlet gücüyle halkları kendi güdümlerinde yönetip dururlar.
Bu saçma ve mantık dışı inanışlar ile anlayışlara bugün herkes itirazsız uyup durur. Silah zoruyla veya dolar yani Sermaye zoruyla iktidara getirilmiş olanlar layüsel istedikleri kanunları yapıp dünyayı keyiflerine göre yönetirler. Allah’a samimiyetle inanmış kimseler bile bu küfrün koyduğu ilkelerin dışına çıkamazlar. Mehmet Şevket Eygi, Hayrettin Karaman gibi samimi ve cihat yapan kimseler silahı ve Sermaye’yi yenerek hizmetlerini sürdürmüşlerse de bu batıl inanışları aşamamışlardır. Akevler’le ikisinin de yakınlıkları olduğu halde uzak durmayı tercih etmişlerdir. Karşı olmamışlar ama yanında da görünmek istememişlerdir.
Akevler; işte bu mantığı terk ederek yıkmış, gerek kooperatif uygulamalarında gerekse seminerlerinde Kur’an’ı yeni bir şekilde yorumlama yolunu tutmuştur. Ancak sanıldığı veya ileri sürüldüğü gibi bu yeni yol kendisinin icat ettiği bir yol olmamıştır, olmaz. İzlenen yol, Ulu’l-azm yani azimet sahibi peygamberlerden olan Nuh’un, İbrahim’in, Musa’nın, Davut ile Süleyman’ın ve İsa’nın yollarıdır; bütün bu yolları tasdik eden, bir araya getirerek Arapça nazil olan Kur’an ile uygulayan, böylece I. Kur’an Uygarlığını tesis eden Son Nebi Muhammed’in yoludur.
Mehmet Koru, Peygamber Musa’nın tartıştığı, halk arasında Hızır diye bilinen, ona göre kötü olan ama Allah’ın ona imkânlar verdiği kimse olarak kabul ettiği bir kişiyle olan kıssayı bu varsayıma göre yorumlar, bana katılmadığını söyler. Bunu söylemekle sanki bana muhalefet ettiğini ifade etmiş olur. Oysa biz Kur’an’ın herkes tarafından farklı bir şekilde kendi anlayışına göre yorumlamasını ama yorumuna göre de amel etmesini öneririz. Biz kendi yorumumuzu başkasına dayatmayız. Başkaları da kendi yorumlarını bizlere dayatamazlar.
Temel ilke şudur; herkes kendi içtihadına göre hareket eder ve bu şekilde hareket etmesini herkes başkasından da ister; “Benim içtihadıma göre değil, senin kendi içtihadına göre hareket et.” der. İşte, birinci uygarlığı kuranlar, Ebu Hanife ve İmam Malik bu seviyeye ulaşmış insanlardır. İlk olarak onlar ulaşmış olduklarından dolayı bizden ileridedirler.
Bugün hala Akevler içinde bile bu gerçek tam olarak anlaşılamaz. Bizler söyleriz, herkes işitir ama sonra bir bakarsınız herkes başkalarını kendi içtihadına uydurmaya çalışır.
İşte, Yenibosna Kur’an Seminerlerine katılıp sonra ayrılanlar da bunlardandır.
Hakk’a rücu etmelerine davet ederiz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: Reşat N. Erol, Süleyman Akdemir