Bu yazı Fehmi Koru’nun 05.03.2021 tarihli yazısına yorum olarak kaleme alınmıştır. Yazının linki aşağıda yer almaktadır.

https://fehmikoru.com/karsi-cepheyi-dagitayim-derken-iktidar-cephesinin-kendisi-bir-donum-noktasina-gelmis-gibi/

Yeryüzü güneşe biraz daha yaklaşsa sıcaklık yükselir ve sular buharlaşır, dünyada hayat olmaz. Yer güneşten biraz daha uzaklaşsa bu sefer denizler donar ve ırmaklar akmaz olur yine hayat olmaz. Hayat nerededir? Şimdi bulunulan yerde dengesini oluşturmasıdır. Yer güneş etrafında dönerken yıl içinde biraz uzaklaşır ve yaklaşır. Bu da yeryüzündeki rüzgârların ve su akıntılarının istenildiği şekilde olmasını sağlar. Eğer dünya elips değil de daire çizseydi bugünkü iklim düzeni yeryüzünde var olmazdı.

Toplulukta da bütün kurallar denge üzerine dayanır. İnsanların insan olarak yaşayabilmeleri için özgür olmaları gerekir. Toplulukların varlıklarını sürdürebilmeleri için bu özgürlüklerin sınırlandırılması gerekir. Şeriat veya yasalar bu sınırlamayı düzenler. 1924’de yapılan anayasa özgürlükleri daraltmış, devletin yapısını güçlendirmişti. 60 devrimi ile aksi yapıldı. Özgürlükler genişletildi, devlet güvencesi azaltıldı. Sonunda 2. askeri müdahale yapıldı, anayasa dengeli hale getirildi. Özgürlüklerle beraber devlet düzeninin de varlığı korunmak istendi. Bu 81 Anayasası sayesinde 40 senedir Türkiye’de askeri müdahaleye gerek kalmadan devlet yönetimi devam etmektedir. Elbette yapılan anayasada eksiklikler vardı ve sorunlar ortaya çıktı. Ancak bu sorunlar askeri müdahale olmadan çözülebildi.

Batılılar kendi ülkelerinde olmayan kuralları diğer devletlere özgürlük adına dayatırlar. Doların gücüyle, Avrupa Birliği’ne girmenin şartıyla devlet yapısını bozup özgürlük diye dolarlarla kışkırttığı kimseleri devlete saldırtarak Avrupa dışı devletlerin yapısını bozmak ve ekonomilerini çökertmek isterler. İşte Erdoğan’ın çözüm paketi de özgürlük paketi de bu planın devamıdır. Türkiye AB’ye girmeyi istememektedir. Avrupa da Türkiye’yi birliğe almak istememektedir ama her iki taraf ister görünmek zorundadır. Çünkü Türkiye şimdilik kendi başına varlığını sürdürecek duruma gelmemiştir. Avrupa da 2. Cihan Savaşı’nın etkisiyle henüz Türkiye olmadan varlığını sürdürememektedir. İşte uzun yıllardır AB’ye girme macerası bunun için sonuç vermiyor.

Türkiye her zaman başka ülkelerin etkisi altında reformlar yapmaktadır. Türkiye İslamiyet’i kabul ettiği zaman Arapların ve İranlıların anladığı İslamiyet’i benimsemiş dolayısıyla Şii-Sünni çatışması Türkiye’de had safhada devam etmiştir. Meşrutiyet ve Cumhuriyet inkılaplarından sonrada Türk inkılaplarına Batılılar musallat olmuştur. Hep onların dediklerini yapmaktadır. Onlar da tuzaklar içinde şartlar ortaya koymaktadırlar. Hatta bunun için dolarlar da vermektedirler.

Türkiye kendisi inkılap yapacaktır. İslamiyet’i kendisi anlayacak ve Arapların veya Perslerin İslam anlayışı içinde boğulup gitmeyecektir. Uygarlığı da sosyalizmin ve kapitalizmin tuzakları içinde değil kendisi oluşturacaktır. Bu hususta İslam âleminde çok düşünürler gelmiş ve Türkiye’nin İslam âleminin kendi uygarlığını kendisinin hazırlaması için çabalar göstermiştir. Ne var ki bu çabalar sadece teorik kalmış, fiiliyata geçmemiştir. Fiilen kendi anladığımız İslamiyet’i benimseyip kendi anladığımız uygarlığı kurma çabası 1967’de Akevler Kooperatifi’nde başlanmıştır. 1969’da Konya’da konan bağımsız adaylıkla Milli Görüş olarak gelişmiş sonrada ortak çalışma ile Adil Düzen olarak dünyaya duyurulmuştur. Başarısı büyük olmuştur. Bugünkü AK Parti o Adil Düzen’in sonucu olarak orada oturmaktadır. Bugünkü cemaat şirazesinden sapıp derin güçlerin güdümüne girmişse de onlar da Milli Görüş ve Adil Düzen sayesinde dünyada organize olabilmişlerdir. Sonuç olarak hem AK Parti hem de cemaat tövbe edip Akevler’e dönmedikçe ve Akevler’in hakemliğinde aralarındaki fitne ve fesadı sona erdirmedikçe söylenenlerin hepsi buza yazılmış olur ve başarı şansı olmaz. Biz bunu hep söylüyoruz ama kimseden öyle değil diye bir ses gelmiyor. Gözler körlenmiş, kulaklar tıkanmış, ağızlar kapanmış uçuruma doğru gitmeye devam ediyoruz. Duamız bir gün bu körlükler sona erer ve 3. binyıla geçme şerefi Türkiye’ye verilir.