Kur’an da bir kez geçen Harut ve Marut adlı iki kişinin kimler olabileceği konusunda bir tahminde bulunmak istiyorum; çünkü daha önce bu kişilere ait belirli bir bilgi yoktur. Arkeolojinin ve tarih bilgisinin son yüzyılda yetersiz de olsa önceki devirler göre çok ilerlemesi bu yorum yapmayı gerekli kılmıştır.
Bakara suresi 102. Ayet meali :"Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. And olsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!
Ayet hakkında yorum yapmadan önce Elmalının bu ayet hakkındaki mealini bilmek gerekir.
“Bakara suresi 102.ayet Elmalılı Hamdi tefsiri:- Süleyman'ın mülkü, yani Süleyman Peygamber'in hükümet ve devleti aleyhine Şeytanların takip ettiği şeytanlıklara ve Şeytanların okuyageldikleri efsun ve efsanelere uydular ve onun arkasına düştüler.
"Tilv, tilâvet" iki mânâya gelir. Birisi takip etmek, izlemek, bir şeyin arkasına düşmek ki, önceki "tâli" tabirleri bu mânâyadır. Diğeri, satır satır okumak demektir ki, bunun içinde bir önceki mânâ da vardır. Burada ikisi ile de tefsir edilmiştir. Önceki mânâ daha kapsamlı olduğundan ve ikincisine de uygun düşeceğinden daha fazla tercihe şayandır.
Bu şeytanlar nasıl şeytanlardı ve takip ettikleri şeyler nelerdi? Bunlar hem cin şeytanı ve kötü ruhlar denilen gizli şeytanlara, hem de insan şeytanlarına şamildir. Zira gizli şeytanların eserleri de insan şeytanları üzerinde meydana gelir ve zahirdeki insan şeytanları, o kötü ruhlardan aldıkları, onlardan öğrendikleri şeytanlıklarla işlerini çevirirler. Tefsircilerden birçoğunun rivayetlerine göre: Süleyman (a.s.)ın mülkünde fitne zuhur edip, hükümetini yitirdiği zaman, insan ve cin şeytanları pek azıtmış, dinsizlik çok ileri gitmişti. Fitneyi çıkaran ve daha sonra Süleyman (a.s.)'a mağlup düşen ve onun emrine girip, hükmüne tabi olan bu şeytanlar "Sad Sûresi"nde, "bennâ', ğavvâs ve âherîn" (Sad, 38/37-38) namiyle üç ayrı sınıf olarak gösterilmiştir. (Anılan âyetlerin tefsirine bkz.) Demek ki, bunlar içinde birtakım desiseci sanatkarlar da vardı. İşte vahiy kaynağından uzak olan bu şeytanlar, meydana gelen ve gelecek olan olaylar hakkında kulak hırsızlığı ile birtakım bilgiler edinirler ve bu bilgilerin her birine yüzlerce yalan ve pislik karıştırarak gizli gizli yaymaya çalışırlardı. Bu işlere alet etmek için kahinleri seçerler ve onlara çeşitli telkinlerde bulunurlardı. Bu cinlerin bazı haberleri doğru çıktıkça kahinler bunlara güvenir, ancak onlar bunun yanında binlerce yalan dolan da yayarlardı. Derken bu kahinler, bu bilgileri kaleme aldılar, bu konularda kitaplar yazdılar. Cin çağırma, sihir yoluyla gönül çelme hakkında türlü türlü sihir ve efsun (büyü) kitapları meydana getirdiler. Bu arada geçmiş ve gelecek olaylar hakkında habere benzer efsaneler, masallar, yalanlar ve dolanlar yaydılar. Tarih olayları ve gerçekleri tahrif olunarak, halkın duygu ve düşüncelerini yanlış yollara sevk edecek hurafeler yayınlanır ve bunlar arasına bazı bilimsel gerçekler ve hikmetli sözler karıştırılarak, konular çok kötü bir şekilde istismar edilirdi. Bu suretle cinler gaybı biliyor diye birtakım kanaatlar genellik kazanmıştı. Bu şeytanların yalan ve dolanları yüzünden fitne çıkmıştı. Hz. Süleyman'ın hükümdarlığı ve devleti bir müddet elinden çıkmıştı. Nihayet Allah'ın izni ve yardımıyla Süleyman Aleyhisselâm bunlara galip geldi ve üstünlük sağladı, hepsini hükmü altına alıp, tam anlamıyla kendisine bağlı olarak birtakım hizmetlerde kullandı ve o zaman bütün bu kitapları toplatarak tahtının altında bir mahzene kapattı. Hz. Süleyman'ın vefatından bir müddet sonra hakikati bilen âlimler de kalmayınca şeytanlardan insan suretinde birisi çıkıp "Ey insanlar! Bilmiş olunuz ki, Süleyman b. Davut, bir peygamber değil de bir sihirbaz idi, cinleri, şeytanları, rüzgarları hep sihirle büyüler ve kullanırdı. O neye erdi ise hep sihir bilgisi sayesinde erdi. İnanmazsanız, sakladığı kitaplarını bulur, anlarsınız." dedi, o kitapların saklı olduğu yeri gösterdi. Orayı açtılar, gerçekten de birçok kitap çıkardılar. O kitaplar sihir ve efsane kitapları idi. Bunun üzerine "Süleyman sihirbaz imiş, hükümetini sihir ile idare edermiş." diye yalan ve iftiralar yayılmaya başladı.
Diğer bazı müfessirlerin rivayetine göre, bu kitaplar Hz. Süleyman'ın vefatından sonra hazırlanıp oraya konmuş, birçoğunun üzerine Asaf b. Berhiya'nın ismi yazılmış ve onun eseriymiş gibi sahte imzalar atılmış, hile ve desise ile çoğaltılıp yayınlanmış "Süleyman'ın hükümranlığı aleyhine şeytanların uydurup ortaya sürdükleri şeylerin ardına düştüler." âyeti bütün bu şeytanlıklara işaret etmektedir. Zaten Mısır'dan beri İsrailoğulları arasında sihir ve hokkabazlık bilinirdi. Fakat durum bu sefer bambaşka bir renk almıştı: Bir taraftan siyasî ve ictimaî entrikalarla Süleyman (a.s.)'ın devleti aleyhine işletilmiş, diğer taraftan onun dünyayı hükmü altına alışı, bu sihir ilmi sayesinde gerçekleşmiştir diyerek, yine onun namına iftira edilerek sihir teşvik edilmeye çalışılmıştır. O derece ki, daha sonra gelen İsrailoğulları, ona bir peygamber değil de çok iyi sihirbaz olan bir hükümdar gözüyle bakarlarmış. Bundan dolayıdır ki, İsrailoğulları özellikle devletlerini kaybettikten sonra, diğer milletler arasında gizli yollarla bu çeşit yayınları teşvik ve terviç etmekten ve hüner şeklinde sihirbazlıkla meşgul olmaktan geri kalmıyorlardı. Ne zaman ki, Tevrat'ın haber verdiği şekilde bekledikleri son peygamber Hz. Muhammed gelip, Tevrat'ın aslındaki bilgi ve ilkeleri söz konusu etti, o zaman dönüp kendisiyle mücadeleye tutuştular. "Nübüvvet yoluyla buna itiraz edemeyiz, bununla başa çıkamayız, biz ne yapsak Cebrail kendisine haber veriyor." dediler ve Cebrail'e düşman oldular. Tevrat'ı da büsbütün arkalarına atarak sihir ve iftira yoluna saptılar, bu şeytancıl eserlere uymak suretiyle, "Süleyman, Muhammed'in dediği gibi bir peygamber değildi, sihirbaz bir hükümdardı, fakat yaptığı sihirleri mucize gibi gösterirdi." diye ona iftiralar ettiler. Buna göre Hz. Süleyman'ın -haşâ- kâfir olması lazım geliyordu. Çünkü sihrin bu derecesinin küfür olduğunda şüphe yoktur. Halbuki Süleyman kâfir değildi, fakat önce ve sonra ona sihirbaz diyen o şeytanlar kâfir oldular, ki insanlara sihir öğretiyor, sihir tâlim ederek yoldan çıkarıyorlardı. Âyetin bu kısmı, sihir öğretmenin küfür olduğunu göstermektedir.
Sihir nedir? Esas lügat anlamıyla sihir, her ne olursa olsun, sebebi gizli olan ince şey demektir. Nitekim fecir vaktinin başlangıcına da ufuk çizgisinin inceliğinden dolayı "sîn"in fethi ile "sehar" denilir. Bu anlamda, yani sebebi gizli olan ince şeyleri bilmek ve tanımak anlamında sihrin küfür olmayacağı açıktır. Ancak dinî geleneklerdeki anlamıyla sihir sadece bu demek değildir. Sebebi gizli olmakla beraber, gerçeğin aksine tahayyül olunan yıldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey demektir. Halk dilinde de bu anlamda kullanılır; yani sihir denildiği zaman bu anlaşılır ve bu da çirkin bir şeydir. Çünkü bunda esrarengiz bir şekilde hakkı batıl, batılı hak; hakikati hayal, hayali hakikat diye göstermek vardır. Nitekim "İnsanların gözlerini sihirlediler." (A'râf, 7/116), "Sihirleri sayesinde ipleri ve sopaları onun hayalini büyüledi, çünkü onlar gerçekten yürüyor gibiydiler." (Tâhâ, 20/66) buyurulmaktadır. Bununla beraber özel olarak bazı övgüye değer şeyler ve gerçekler için iyi mânâda kullanıldığı da olur. Mesela; "Muhakkak ki, bazı güzel sözler sihirdir." hadis-i şerifinde dile geldiği gibi ki, buna "helal sihir" de denilir, üstelik caiz sayılır. Demek ki, esrarengiz, gizli sebep ile incelik, dış görünüşü itibariyle çekicilik ve bir de kötü maksat sihrin niteliğini belirler. Şu halde sihir, her şeyden önce kendi özünde bir harika değildir. Yani değişik şart ve sebeplere bağlı olarak alışılmışın tersine bizzat ilâhî iradeyle ortaya çıkan olaylardan değildir. Onun her halde teşebbüs olunacak bir özel sebebi vardır. Şu kadar ki, o sebep herkes için bilinmediğinden, olay bir harika gibi tahayyül olunmaktadır. Bunun içindir ki, sebebi herkes için bilinmeyen herhangi bir gerçek dahi, halkı aldatmak için kullanıldığı zaman bir anlamda sihir olur. Bu sebebin nazarî olarak açıklanabilir bir halde bulunması şart da değildir. Az çok taklit ile meydana getirilebilmesi de kafidir. Yaratılışta sebebi bilimsel olarak açıklanamayan alışılmış veya alışılmamış olağanüstü olaylar ve garip buluşlar ortaya koymak mutlak anlamıyla sihir olmaz. Fakat insanları aldatmak için bunlardan istifade etmeye kalkışıldığı ve bu suretle duygu ve düşüncelere etki edip dolandırıcılık yapılmaya çalışıldığı zaman bunlar da sihir özelliği kazanırlar. Bunun için imansızlık, ahlâksızlık ve aldatmak sihrin köküdür. Sihirbazlar ilimlerden, edebiyattan, felsefeden, teknolojiden, hatta tabiattaki garip ve acîp yaratılışlardan sû-i istimaller ve istismarlar yaparak yararlanmasını bilirler. Bu suretle gerçekleri gizlemek için yazılmış nice felsefeler, nice romanlar, nice tarih kılıklı hezeyanlar vardır. Vaktiyle hikmet ehli kimselerin "Sakın domuzların boynuna inci gerdanlıklar takmayın!" şeklindeki nasihatları, ilmî gerçekleri ve yüksek hakikatleri, bu gibilerin istismarından korumak içindi.”
Ayetin ana konusu Hz. Süleymanın mülkü yani hükümdarlığıdır. Ayette geçen Harut ve Marut nedir, kimlerdir? Ayette geçen “alâ el melekeyni” kelimesi melek değil güç sahibi yönetici anlamındadır. Çünkü bu iki melek insanları bir konuda bizzat uyarmaktadırlar. Oysa melekler insanları uyarmazlar. Melekler gelirse iş bitirilir. Yanı dünya sınavınız sona erdi demektir. Zaten İbn Abbas, Hasan-ı Basri, Ebü'l Esved ed- düelive Dahhakb kelimeyi "melikeyn" iki melik ,iki kral olarak okumuşlardır.
Sihir kelimesi büyü anlamı içerdiği gibi gizli ve kritik bilgi kullanımını da içerir.
Babil şehri Sümerlerin kurdukları şehirlere verdikleri isimdir. Özellikle Eridu şehri ilk Babil ismini alan şehirdir. Yani babil kelimesi aslında Sümer kelimesinin kutsal kitaplardaki karşılığıdır.
Harut ve Marut’un kim olduğunu anlamak için tarihi kaynaklara ve Arapça’nın atası sayılan Akkadça ya bakmak gerekir. Akkadça da Haru : büyük konteyner, Heru: kazmak, kazıcı, boşaltmak. Hirutu: hendek. Huratu: kök boya anlamlarına gelmektedir. Marutu: hayvan şişmanlatma, evlatlık anlamlarına gelmektedir. Kısacası Harutu tarımsal çapalamayı, Marutu hayvan bakıcılığını anlatmaktadır. Sümercede “al” veya “ar” kazma, çapa anlamına gelmektedir.
Ayrıca bu ayeti anlamak için Sümer medeniyetinin geçmişini bilmek gerekir. Bilindiği kadarı ile dünyada ilk bilinçli tarımı ve hayvancılığı yapan ilk şehirleşmeyi başlatan, ilk şehir krallıklarını kuran Sümerlerdir. Medenileşmenin temelleri M.Ö 6000 lere kadar uzanmaktadır.
Sümer tarihinde çok önemli yer tutan iki kutsal kişi bu gelişmenin mimarlarıdır. İlk iki şehri Eridu ve Nippur’ kuranlardır. İlk şehir krallarıdır. Bu kişiler sonraki nesillerce tanrılaştırılmış ve haklarında birçok efsaneler uydurulmuştur. Hıristiyanların İsa’yı tanrının oğlu, Yahudilerin Üzeyir’i tanrının oğlu saymaları gibi Sümerler de Enki ve Enlil’i tanrının oğulları olarak saymışlardır. Bu isimler kesin değildir. Değişik okumalar da vardır.
Sümer mitolojisinde bir tanrı olan Enki daha sonraları Babil mitolojisinde Ea olarak karşımıza çıkmaktadır. Enki Eridu(marutu?) şehrinin kurucusu ve koruyucusudur. Toplulukların birbirinden etkilenmesi yoluyla Enki inancı Mezopotamya’ya da yayılmıştır. Suyun, bilgeliğin, sihrin, sanatkarların ve hayvancılığın tanrısıdır. “Enki” sözcüğünün anlamı tam olarak bilinmemekle birlikte, genel çevirisi “ Dünya’nın efendisidir.” Ayrıca Sümercede E-A “suyun evi” anlamına gelir. Bir tablette Enki’nin kamışlarından bahsedilir. Kamışlardan yapılmış hasırlarla ölüler taşındığından Enki ölüler dünyasınında tanrısıdır.
Enki’nin tapınağına E-abzu yani abzu tapınağı denir. Bu tapınak tabi ki Zigguratların içinde bulunur. Enki 2 kez dolanmış bir yılan ile sembolize edilir. Aynı caduceus gibi. Bilgelik ve bütün sihirlerin tanrısıdır, dünyayı onun yarattığına inanılır. Suyun tanrısı olduğundan aynı zamanda bereketi simgeler. Sümer hikayelerinde “Enki’nin kamışlarından” bahsedildiğini görürüz. Bunlar sudan çıkan normal sazlardır ve Sümerler için çok önemlidir; yapı materyali olarak veya hastaların ve ölülerin taşınmasından kullanılırlar. Enki’nin Sembolleri arasında keçi ve balık da bulunur. Bu iki canlı ilerde birleştirilerek “keçi Capricorn” olarak karşımıza çıkar. Balık adam gibi resim edilir.
Su(bereket ve döl) saçan Enki Balık adam kıyafetli Enki’nin rahipleri
Balık adam kıyafetli Enki
Enlil: En efendi, lil de fırtına demektir. Yani Enlil fırtınanın(hava) tanrısıdır. Sümer ve Mezapotamya’nın çeşitli bölgelerinde bulunmuş tabletlerde adı geçer. Sümer’de Enlil, diğer yerlerde Ellil olarak okunulduğu düşünülmektedir. Enlil, rüzgar’ın, nefesin tanrısıydı. Kazmayı icat eden kişidir. Kazma üzerine şiirler yazılmıştır. Kısacası tarımın efendisidir. Tapınağının ismi Enkur yani dağların evidir. Nippur şehrinin kurucusudur. Krallığın modeli olarak kabul edilir.
Harut ve Marut bilgisi Birçok milletin kültüründe bulunmaktadır. Harut ve marut kelimeleri Eski İran kültüründe Haurvatat ve Ameretat olarak geçmektedir. Haurvatat: tam mükemmelik. Ameretat : tam sağlıklı anlamını kazanmıştır. Haurvatat ın karşıtı susuzluk, ameretat ın karşıtı açlık olarak belirlenmiştir.
Yahudi kültüründe ise Şemhazai ve Azael olarak geçmektedir. Düşmüş melekler olarak kabul edilmelerinin nedeni "arut" kelimesinin Akkad dilinde "lanetlenmiş" anlamına gelmesi olabilir.
Antik Ermeni kültüründe ise Hawrot ve Mawrot olarak geçmektedir. Suyun ve bitkilerin koruyucusu olan iki tanrıdır. Buna benzer bilgiler Orta Asya ve Hindistan kültürlerinde de bulunmaktadır. Afrika'da ki Mali ülkesinde yaşayan Dogon'ların inançları da Harut ve Marut kültürüne dayanmaktadır. Antik Mısır dininde ise Khenti-Amentiu “en uzak batı” anlamında ve ölüler dünyasını ifade etmektedir. Daha sonra bu kavram İsis ve Osiris kavramları içine dahil edilmiştir. Osiris ölüler dünyasının tanrısıdır. Kamış rengindedir. Yani yeşil renktedir. Bunun nedeni Eski Mısırlıların cenneti kamışlar ülkesi olarak bilmeleridir. İsis ise büyücülüğün tanrısıdır. Sarayı hayat suyunun kaynağıdır.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımızı özetlemek gerekirse: Şehirleşmenin ve şehir hayatının oluşması için tarımda çalışmayan insanları da besleyecek miktarda tarım ve hayvancılık ürünlerinin bol miktarda üretilmesi gerekir. Bununla beraber tarım ve hayvancılık yapanların da şehirlilere muhtaç olabilmesi için sanatın, tıbbın, sanayinin, tekstilin vs. şehirlerde üretilir olması gerekir. Böylece kompleks bir dünya hayatı var olabilir.
İnsanlar Sümerlerden önce de yer yer birtakım şehirler kurmuşlar fakat hiçbir zaman modern anlamda şehirciliğe ulaşamamışlardır. Fakat M.Ö 6000 lerde Allah Babil bölgesinde yaşayan iki kişiye yani Harut ve Marut’a ilham ederek medeniyetin (şehirleşme) gelişmesini başlatmıştır.
Bu ikisinden Harut’a gelişmiş tarım bilgilerini ve meteorolojik bilgileri ilham etmiş; bu sayede sulama kanalları yapılmıştır. Ayrıca toprağın işlenmesi ve ürünlerin depolanması öğrenilmiştir. Bol ürün ve saklama şartlarının gelişmesi yiyecek bolluğunu getirmiş, şehirlerde yaşayan insanları beslemek mümkün olmuştur. Nippur şehri kurulmuş ve ilk site devleti krallık oluşmuştur.
Marut’a ise Hayvancılık, sanatkarlık ve sihir(hayvan çiftleştirilmesi, yetiştirilmesi, tıbbi bilgiler ve büyücülük gibi sosyal ve kişisel etkileşim) ,su ürünleri kullanımı( kamışın kullanımı, balıkçılık ve diğer su ürünleri) hakkında bilgiler ilham edilmiştir. Eridu şehri kurularak uygulamaya geçilmiştir.
Daha sonra bu bilgi ve beceriler bütün Mezopotamya ve oradan Antik Mısıra nihayet bütün Eski Dünya’ya yayılmıştır. Amerika kıtalarında ve Avustralya kıtalarında ise şehirleşme tam anlamıyla oluşamamıştır. Medeniyet güdük kalmıştır.
Ayrıca bir şeye daha dikkat etmek gerekir!
Neden başka ayette değil de bu ayette, Süleyman mülkü konusunda Harut ve Marut’tan bahsedilmiştir. Çünkü Hz. Davut ve Hz. Süleyman’ın mülk yani hakimiyeti açısından Harut ve Marut arasında benzerlikler vardır. Bunla ilgili bir çok ayetler vardır. Kısaca özetlersek Davut, peygamber ve bir şehir kralıdır. Sad suresi 18-19. Ayet meali : (18-19) Kendisiyle birlikte tesbih etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Dâvût’un emrine verdik. Onların her biri Allah’a yönelmişlerdi. Enlil de dağların kralıdır. Davut’a demiri şekillendirme yeteneği Enlil’e Metal kazma ve çapa yapma bilgisi verilmiştir.
Hz. Süleyman da bir kraldır. Hayvanlar üzerinde hakimiyeti vardır. Kuşlarla ve karıncalarla konuşur. Güzel atları sever. Rüzgar’a hükmeder. Ayrıca, Enbiya süresi 82. Ayet meali : Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapt eden bizdik. Sebe suresi 12. Ayet meali : Süleyman’ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız.
Bu hükümranlığı sebebi ise Hz. Süleyman’ın şu duasıdır : Sad 35.ayet meali: Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.
Başka ayetlerde Sebe kraliçesinden bahsedilir. Sebe kraliçesi muhtemelen M.Ö 900 yıllarında yaşamış olan Antik Mısır kraliçelerinden biri olabilir. Çünkü Hz. Süleyman M.Ö. 900 yıllarında yaşamıştır. Neml 44 ayet meali: “Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleymanla beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum”
Sebe melikesi Harut ve Marut efsanesinden haberdar olan birisi olmalıdır. Antik Mısırlılar Harut ve Marut’u Osiris ve İsis şeklinde kendilerine adapte etmişlerdir. Çünkü Harut ve Marut’a verilenlerin Hz. Süleymana da verildiğini görünce onun gerçek bir İlahın gerçek bir peygamberi olduğunu anlamıştır. Süleyma’nın da Enki veya İsis gibi sudan sarayı, hayvanlara ve cinlere hükmetmesi, Dalgıçları, Enki gibi rüzgara ve metallere hükmetmesi ve krallığı vardır.
Bütün büyücülük efsane ve yöntemleri Sümerlerin atası olan Harut ve Marut döneminden kalmadır. Birtakım sihir ve büyücülük bilgileri İnsan ve cin şeytanları tarafından günümüze kadar ulaştırılmış ve insanlar ve cinler bu bilgilerle halen sınanmaya devam edilmektedir.
Felak suresi meal:De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”
Nas suresi meal :De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.” Amin.