(Aşağıdaki yazı; Karagülle tarafından Mete Fridinin makalesine yapılan bir yorumdur. Düzeltmem için bana gönderilmişti. Düzeltip, kontrol için Tayibet hanıma gönderdim. Eklediği kısımları eklediği haliyle bırakarak aynen yayınlıyorum. Katkılaı ve emeği için üteşekkîrim H.K.)
(Yazıyı kendimce düzenledim, değiştirdiğim ve yorum yaptığım yerleri maviledim. T.E.)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
Ölü, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar), ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün küfre sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Ben’den korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim. Kim ’şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.(Maide-3)
Ayette geçen (وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ) cümlesi “yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç” şeklinde çevrilmektedir. Bu durumda hastalıklı olan vahşi bir hayvan tarafından ısırılıp, yenen ve yaralanan hayvanın ölmeden kesilip yenmesi caiz kabul edilmektedir. Oysa ayet tamamen farklı bir uygulamayı tanımlamaktadır.
Ayette geçen “illa mazekkeytüm cümlesi”, “henüz canlıyken yetişip kestikleriniz” olarak çevrilmektedir. Bu çok yanlış bir çeviridir. Çünkü ayette geçen zekkey-tüm kelimesinin kökü zkwdir. Burada tefil babından zekkey olarak kullanılmıştır. Zkw (ذكو ) kökü Kuran’da yalnızca bu ayette geçmektedir. Kelimenin Eski Arapça kaynaklardan araştırıldığında şu anlamlara geldiği anlaşılmaktadır: Tam sağlık durumuna erişmiş, çok dinç olmak, tam kurtulmuş, dinçliğine tam kavuşmuş gibi anlamlara gelmektedir. Kısacası dinç ve diri, gücü kuvveti yerinde, hiçbir sağlık sorunu olmayan demektir. Bu durumda meal aslında şöyle olmalıdır:
“Ölü, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına adanmış, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş ( kurtarıp tam sağlığına kavuşturduklarınız hariç), dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar), ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün küfre sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Ben’den korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim. Kim ’şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.[3]”
Karagülle:
Selam ve dualar
Kesilen Hayvanlar(MeteFiridin’in görüşü üzerine)
Zeki, devenin olgun yaşında olanına denir. Yaşlıya veya genç olanına zeki denmez. İnsanın olgunluk çağında gösterdiği zihni farka zekâdenmektedir. Ateşyaktığınız zaman önce sönüktür, ortalarda en keskin şekilde yanar, sonlara doğru da etkisini kaybeder. O en parlak olduğuzamanki ateşe zeki denir. Güneşin sabah akşam etkisi az olur. En etkili zamanı duha vaktidir. O şemsezekidenir. “Hayvanı tezkiye etmek” demek,“onu dinçleştirmek” demektir.
Ayette; tezkiye, sürüklenmiş, yuvarlanmış, vurulmuş, boğulmuş ve subu’un eklettiği zikredilmektedir. Bunların tezkiyesinden bahsedilmektedir. Sayılanlar, ölmemiş olan hayvanlar olduğu için ayrı ayrı sayılmıştır. Daha önce verdiğim manada, bunları ölmüş olarak düşünmüştüm. Yorumlamada zorlanmıştım. Çünkü meyte, bunlar ölmeden kesilen hayvanlar olarak ifade edilmektedir. O halde meyteden farklıdırlar. (Ayete göre الْمَيْتَةُolanlar,وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ durumları dışında ölenlerdir. Kırmızı cümle ile bunu mu demek istiyorsunuz?)
Soru yine bakî kalmaktadır. Bunlardan biri zikredilseydi, diğerleri onlara kıyas edilebilirdi. Neden beş örnek verilmiştir? Bu, bizim usulümüze aykırıdır. Öyleyse, bunların beşinde ortak illet olmayan bir durum olarak ele alınabilir.
a) Muhannaka(الْمُنْخَنِقَةُ); boğaza ip sarılıp, boğulmak üzere ikençözülmüş ve kesilmiş olan hayvandır. Burada illet, nefes alamamadan doğan ölümdür ki,kan zehirlenmesine sebebiyet vermektedir.
b) Mebkuza (الْمَوْقُوذَةُ); ölüme götürecek bir hastalıkla hasta olan hayvandır.
c) Mütereddiye (الْمُتَرَدِّيَةُ);reddud eden anlamındadır. “Ridde”, devenin memesinden doğumdan önce gelen süttür. Hayvanlar hamile kaldıklarında sütleri kesilir. Doğum yaklaşınca yeniden süt toplanmaya başlar. Bu doğumun yaklaştığını gösterir. Bu haldeki deveye “ridde” denmektedir. Eski hale dönmeye “riddet” denir. “Ricat”da “hal”, “riddet”de ise vasıf değişir.
Mütereddi yuvarlanmış, böylece(???)(‘bu şekilde ölmüş’ desek?) anlamındadır. Bir bir tarafını vurmakta, birdiğer tarafını vurmaktadır. Böylece etleri siyahlaşmış hayvan olmaktadır.Redye ise balyoz demektir. Anlam yakınlıkları vardır.
d) Natıha (النَّطِيحَةُ); birbirleri ile vuruşurken birinin yorgunluktan halsiz düşmesidir.
e) Yabani hayvanın yediğinde (مَا أَكَلَ السَّبُعُ) ise, yabani hayvandaki zararlı maddedir.
Yukarıda sayılanların herbirinin illeti farklıdır. Hasta olanın hastalıktan dolayı zehirlenen etidir. Mikropların saldığı salgılar sebebiyledir. Boğulandaki karbon dioksit zehirlemesidir. Bunların üzerinde biyoloji ve kimya ilimleri ileride fazla duracaktır. Farklı zararlı maddeler burada belirtilmiş olmaktadır.
Meyte: Ölmeden önce beden, ölümü durdurmak için zehirli salgılar salar. Bu, kana karışır. Kesilen hayvanda kan basıncı düşeceği için kılcal damarlara bu zehirli kan girmez. Kesilmemiş hayvanın eti, bu sebeple haramdır.
Kan: CO2’i taşımakta, ayrıca vücuttaki zehirleri de yüklenmektedir. Etin içinde bulunanın dışındaki kan haram kılınmıştır. Buradaki illet, kanın kedisinden ileri gelmektedir. Doğal zehirleri taşımaktadır.
Domuz Eti: Domuz ve daha yüksek canlıların etlerini sindirmeğe midemiz elverişli değildir. Onları sindirmek için saldığı salgılar mide ve bağırsakları tahrip etmektedir. Kan içinde de zehirli madde olarak girmektedir.
Allah’ın gayrisinde ihlal edilenler. Kesimin şer’i kurallarla yapılması gerekmektedir. Şer’i, kurallarla yapılmayanlarda zehirlenme olmaktadır. Bu dört haramın illeti biyolojiktir. Bunlar öldükten sonraki illetlerdir.
Son olarak iki haram daha vardır. Bunlardan biri nusb üzerinde zibh edilenlerdir. Bunların bedeni bir zararı yoktur. Bunların zararı sosyal zararlardır. Hayvanların Allah’tan başkası adına kurban edilmesi insanlarda yasaklanmıştır. Zarlarla taksim ile yan yana zikredilmiştir.
Sonraki beş haram ise, “tezkiye” ile helal hale gelmektedir. Bu sebeple bunlarla ayrılmış durumdadır.
Demek ki, haramlar üçe ayrılmaktadır.
Bedene zararlı olduğu için haram kılınanlar,
Sosyal yapıya zararlı oldukları için haram kılınanlar,
Bir de iyileştirmek şartı ile haramdan çıkanlar vardır.
İyileşmeden kesilmenin haramlığı meyte de zaten mevcut olduğu için; bu beş haramın ayrıca zikredilmesi gerekmezdi. Dolaysıyla iyileşmeden kesilenlerin haramlığına delaleti zahirdir.
Beş grubun ayrı ayrı sayılmış olmasının sebebi, “âm’dan tahsis edilene kıyasın caiz olmamasın”dan da ileri gelebilir. Bu husus usulcülerde tartışmalıdır.
Lahd kelimesinin Arapça manası bizim bugün kullandığımız manadadır. Ağaçlı olmayan yerlerde mezar kazınır, altına içeri girilir. Orada duvar örülür, buna lahit denmektedir. Ormanlık yerlerde ölü, ağaçlarla korunur ona lahit denir.
Araplarda ağaçtan lahit yapma usulü olmadığı için buna yabancı kelime kullanmaktadırlar. Navus diyorlar. Eski tip gömme de unutulduğu için Araplar lahit kelimesini indirgeme (reduction/redüksiyon) karşılığı kullanmaktadırlar.
Kelimenin aslı logustur.(Bilgim yok) Batı dillerinde“Hı” harfi olmadığı için g’ye dönüşmüştür. t ile s aynı mahreçli seslerdir. Bugünkü Arapçada da fizikteki indirgeme karşılığı kullanma demek, dilde tümden gelim veya tüme varımı ifade etmektedir.
Kuranda “ilhad” kelimesi altı yerde geçmektedir. İfal ve iftial bablarından geçmektedir. İlhad etmek demek, mantığı başkasının görüşlerini çürütmek için kullanmak anlamındadır. İltihad ise, mantığı kendisinin doğru yolu bulması için kullanması demektir. Buna göre Kurandaki ayeti manalandıralım.
وَلِلَّهِ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُوا الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَائِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (Araf-180 )
Hasen olan isimler onundur. Ona onlarla dua edin. İsimlerinde mantık yürütenleri bırak, tartışma; onlar amelettiklerinden dolayı cezalanacaklardır.
Burada anlatılan sıfatları üzerinde tartışmadır. Felsefe bunun üzerine oturur. “Allah kainatı sonra yaratmışsa, daha evvel mahluk değil mi idi?” şeklinde muhakeme öğretenler vardır. “Allah her şeyin hâliki ise bizim suçumuz nedir? Neden cehenneme gidiyoruz?” Buna benzer tartışmalara işaret ediyor ve onların bu düşünmelerinden dolayı değil de, kötü işler yaptıkları için cezalanacaklarına işaret ediyor. Bırak deyince; bunun için onlara çatma, öyle düşünsünler, yeter ki kötü işler yapmasınlar demektedir.
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُبِينٌ (Nahl-103)
Onların, ona bir beşer talim ediyor, diyeceklerini biliyoruz. Bu hususta mantıklarını yürüttükleri kimsenin lisanı a’cemîdir, bu ise mübin arabî lisandır.
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا (Kehf-27)
Rabbinin kitabından sana vahyolunanı tilavet et. Onun kelimelerini mübeddil yoktur. Ondan başka sorunu çözecek bir düşünce bulamazsın. İltihad etme demek, kedi sorunlarına çözüm aramadır.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ وَمَنْ يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (Hac-25)
Küfretmiş olan kimseler ve Allah’ın sebilinden ve mescid-i haramdan saddedenler ki, biz onu (mescid-i haramı) insanlara tahsis ettik ki orada akif olanla badi(bedevi) olan eşittir. Kim orada ilhad ve zulüm irade ederse, ona elim azaptan tattırırız.
Mekkenin herkese açık olması gerektiğini söylüyor. “Herkese açık olursa karışıklık olur, vizeye gerek var” diyenler zülm ve ilhad ediyor, diyor. İnsanları soymak için hac mafyası oluşturmak için böyle düşünüyorlar, diyor.
إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا أَفَمَنْ يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَمَّنْ يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (Fussilet-40)
Ayetlerimizde mantık yürütenler, düşünmeleri bizden hafî değildirler. Nara ilka edilen mi, yoksa kıyamet günü emin alarak gelen kimse mi daha hayırlıdır? Ne istiyorsanız onu yapın, Allah amel ettiklerinize basirdir. “Zülm ile ilhad demek”, yaptıkları kötülüklerin uydurma delillerle zülm olmadığını savunmadır.
قُلْ إِنِّي لَنْ يُجِيرَنِي مِنَ اللَّهِ أَحَدٌ وَلَنْ أَجِدَ مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا (Cin-22)
Söyle: Beni Allah’tan kimse icyar edemez. Ve ben onun dışında kendini kurtaracağım bir düşünceyi bulamam.
İlhad etmek, başkasına mantıkla bir şeyi ispat etme demektir. (Bu manayı nereden çıkardınız anlayamadım. İlhad saptırmak, idlal gibi manalar içeriyor. Anlayamadım????) İltihad ise başkasından kendine deliller aramandır. Yani, sen başkasını düzeltmekle değil, başkasının seni düzeltmesiyle meşgul olacaksın. Burada iltihad edilecek yalnız Allah’tır, denmektedir. Diğer ayette ise Kuran veya Allah’tır manaları çıkar. Farklılık asıl olduğu için,orada Kuran burada Allah mültehaddır.
- Bir şey hakkında konuşmak için onun ne olduğunu bilmek gerekir. Sayın Mete Firidin; bizim anayasa çalışmamız Kuran çalışmasıdır. Örnek olarak HSYK kanunu değiştirildi. Gaye adil yargı sistemini getirmektir. Bunun Kuran’a göre nasıl olduğunu araştırıyoruz. Mete Bey’in Kuran’a hizmetlerinin sonunda, küfür mahiyetinde olan bu tür birkaç sayılı iddiasından tevbe edeceklerini ümit ediyorum.
Hüseyin Kayahan'ın dip notu:
"Allah'ın gayrısına ihlal edilenler" ibaresini; Allah'a, yani topluluğa ihlal edilenlerden başkası demektir.
Bu da;
a) öncelikle, İnsan yiyeceği olmanın dışında isimlendirilenler demektir. Örneğin, "kuş yemi, balık yemi, hayvan yemi vb." gıdalar insanlar için helal değildir.
b) sonra da, Allah bir devlete, bir topluluğa delalet eder ki, bir topluluğun yiyeceği başka bir topluluğa helal olmayabilir. Bununla ilgili Hz. Peygamberin "Keler" hadisi en çarpıcı örnektir.
"Helal" demek", "yasak" demek değildir. Helallerin de, topluluk tarafından belirlenmesi gerekir. Her topluluğun helal sertifikası kendisine göredir.
Yorumun geçikmesinden dolayı ilgililerinden özür dilerim.
Saygılarımla.
H.Kayahan