Ümmi Peygamber
Ümmi kelimesinin ne anlamda olduğu hep tartışılmıştır. Kimisi ümmi kelimesinin bir kitaba dayalı eğitim görmemiş kişi olduğunu iddia etmiştir. Kimileri ise ümmi kelimesinin okuma- yazma bilmeyen anlamında olduğunu iddia etmiştir. Oysa Kuran’da bu açıkça bellidir.
Mesela :
Cuma suresi 2. Ayet:
هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (2)
O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın âyetlerini okuyan (?), onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler[2].
Bu ayette Mekke’deki Arap toplumu “ümmi” olarak nitelenmiştir. Oysa Bu toplumda az da olsa okuma yazma bilenler vardır. Fakat bu insanların bir kitaba göre sistematik bir eğitimi yoktur. Ayrıca ayette peygamberin kitabı öğrettiği yazmaktadır. Kitabı bilmeyen yani okuyamayan birisi başkalarına nasıl öğretebilir?
Ali İmran 75:
وَمِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ إِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ إِنْ تَأْمَنْهُ بِدِينَارٍ لَا يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ إِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَائِمًا ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْأُمِّيِّينَ سَبِيلٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ (75)
Kitap ehli arasında kantarla emanet bıraksan onu sana ödeyen ve bir lira emanet etsen, tepesine dikilmedikçe onu sana ödemeyen vardır. Bu, onların: «Kitapsızlara (Ümmilere) karşı üzerimize bir sorumluluk yoktur» demelerindendir. Onlar bile bile Allah’a karşı yalan söylemektedirler [75].
Burada ise ümmilere kitapsızlar denmektedir (Diyanet meali). Ümmiler burada Tevrat eğitimi ve dini eğitim almamış olan insanlardır.
Bakara 78:
وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلَّا أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ (78)
İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar [78].
Bu ayette de ümmiler için “kitap bilmeyenler” denmiştir.
Ali İmran 20:
فَإِنْ حَاجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلَّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُلْ لِلَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْا وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ (20)
Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, «Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim» de. Kendilerine Kitap verilenlere ve kitapsızlara: «Siz de İslam oldunuz mu?» de, şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür [20].
Burada da ümmilere ehli kitap dışında olduklarından “kitapsızlar” denmiştir.
Kısacası ümmi kelimesinin anlamı belli bir kitaba veya felsefi ekole göre sistematik eğitim ve öğretim görmemiş kişi demektir.
Fakat peygamberin okuma yazma bilmediğine veya bildiğine dair birçok rivayetler vardır. Ama asıl delil gösterilen Ankebut suresi 48 ayettir.
Ankebut suresi 48. Ayet:
وَمَا كُنْتَ تَتْلُو مِنْ قَبْلِهِ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ إِذًا لَارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ (48)
Ve mâ kunte tetlû min kablihî min kitâbin ve lâ tehuttuhu bi yemînike izen lertâbel mubtılûn(mubtılûne).
Bu ayet daima aşağıdaki gibi çevrilir ve buna göre peygamberin okuma – yazma bilmediği iddia edilir.
“Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi” [48].
Oysa Kuran’da yazma anlamında kullanılan kelime “ketebe” kelimesidir. Defalarca geçmektedir. Yine okuma anlamında kullanılan kelime ise “qure” kelimesidir. Yine defalarca geçmektedir. Fakat bu ayette bu kelimeler kullanılmamıştır.
Yaptığım semitik dil araştırmalarında tetlu ve tehuttu kelimelerinin verilen anlamlar dışında farklı anlamlara geldiğini saptadım.
Tetlu kelimsinin kökü تلو , TLW dur. Bu kökün içerdiği anlamlar: Takip etmek, arkasından gitmek, arkasından gelmek, sarılmak, yakın durmak. Yani bir şeyi izlemek, izlettirmek, bir kitaptan bir bilgi aktarmak anlamındadır. Buradan bir kitabı müfredat olarak okuyup izlemek, işlemek anlamı da çıkmaktadır. Ya da kitabı referans alarak konuşmak anlamları çıkmaktadır. Beklide “siz derste hangi kitapları okuyorsunuz?” sorusundan anlaşıldığı gibi “hangi kitapları müfredat yapıyorsunuz?” gibi bir okuma anlamı verilebilir.
Tehuttu kelimesinin kökü ise خطط, HTT dir. Bu kökün içerdiği anlam ise : araştırmak, takip etmek, kazımak, göstermek, işaret etmektir.
Bu durumda çeviri şöyle olmalıdır:
“Sen bu kitaptan önce bir kitap izlemiş, referans almış, onun arkasından gitmiş ve sağ elinle de onu işaret etmiş değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar çelişkiye düşerlerdi” [48].
Buradaki “ bi yeminike” kelimesi, kelime olarak “sağınla” anlamındadır. Genel olarak sağ el anlamı verilmektedir. Sağ elin işaret ettiği anlam ne olabilir? Benim bu konudaki düşüncem ise bunun anlamının İbranice “Yod” el, İngilizce “Torah pointer” denen ve Tevrat okurken kullanılan bir araçtır. Bu araç Tevrat’ın kutsal sayfalarına direkt el ile dokunmamak veya sayfaları yıpratmamak için kullanılır. Ayrıca Tevrat sağ yanda taşınır ve okurken kişinin ön sağına yerleştirilir. Okurken sol el aşağı indirilir. Sağ eldeki yod ile satırlar takip edilir.
Bu ayette özellikle “bundan önce” cümlesine dikkat etmek gerekir. Eğer “tetlu” kelimesine “okumak” anlamı vermekte ısrar edilirse, mefhumu muhalefet ile peygamberin “bundan sonra okuyabildiği” anlamı çıkmaktadır. Aslında buradan peygamberin daha önce hiçbir kitabı referans almadığı gerçeği ortaya çıkar. Bundan sonra da Kuranı referans alıp insanlara bu bilgiler göre öğretim yaptığı anlaşılmaktadır. Bunun en güzel örneği:
Cuma suresi 2. Ayettir:
“O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın âyetlerini referans alarak onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler”[2].
Ayetten Allahın ayetlerini müfredat olarak uyguladığı, onları temizlediği ve Kuran’ı ve hikmeti öğrettiği anlaşılmaktadır. Bu öğretme işi için okuma yazmayı bilmesi gerekir.
İlk inen surenin Alaka suresi olduğu bilindiğinde ve bu surenin ilk beş ayeti (Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı zigot’tan yarattı. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir ) düşünüldüğünde en azından peygamberlik geldikten sonra okuma ve yazmayı biliyor olmalıdır. Alaka suresinden benim sezdiğim sanki okuma-yazma peygamberlik verilme esnasında gerçekleşmeye başlamış gibidir. Yoksa ayetlerde geçen “ikra, kalemle öğreten, bilmediğini bildiren, büyük ikram sahibi gibi sözler Resulullah için geçerli olamazdı. Oysa Kuran’da hitabet önce Hz. Muhammed’edir.
Fakat Furkan suresi 5. Ayet:
وَقَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلَى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (5)
«Kuran öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırıp er - geç kendisine mal edilmektedir.» dediler [5].
Bu ayetteki “başkalarına yazdırıp” ifadesi ise kâfirlerin Hz. Muhammed’in önceden yazma bilmediğini bildiklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca bu ayette de ketebe fiili kullanılmıştır.
Sonuç olarak Resulullah’ın peygamberliği esnasında okuma bildiği açıktır. Fakat peygamberlik öncesinde okuma - yazma bilmediği de anlaşılmaktadır.
Doğrusunu Allah bilir.