Gavs Ve İkizler Burcu
Nedir bu gavs?
Gavs inancı Müslümanlığın yegâne kaynağı olan Kuran’da bulunmamaktadır. Hatta en büyük günah olan şirk sayılmaktadır.
Fakat tarihin bir döneminden sonra tasavvuf ehlinin sokuşturması ile İslam dininin içine girmiştir. Hatta öğle bir girmiştir ki Allah’tan yardım isteneceğine (dua) gavstan yardım istemek daha makbul olmuştur! Oysa Kuran’ı birazcık okuyan bile bunun en büyük günah olduğunu (şirk) hemen anlayabilir. Böyle bir inanca sahip insanın Müslüman olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü Müslüman demek Allah’a gönülden teslim olan demektir. Gavsa teslim olan ise olsa olsa putperestir.
Aslında gavs inancı nedir? Nereden İslam dinine şeytanca sokulmuştur? Üstelik bu şeytanlık yapılırken peygamberin şahsiyeti de kullanılmıştır. Kuran’ korunmuş olduğundan ona dokunamamışlardır. Bu durumda zehirlerini yutturmak için peygamber adına yalanlar uydurmuşlardır.
Bu soruların cevabını vermeden önce kısaca bazı alıntılarla gavs kavramının bu günkü anlamını ifade eden bazı bilgiler vermek istiyorum:
Gavs, tasavvufta büyük rütbelerden birisidir. Yardım eden. Evliya arasında kullara yardımla vazifelendirilen veli zat gavs inancıdır.
Gavs, Hz. Muhammed (sav) dar-ı bekaya irtihal edince, onu bu dünyada temsil eden de Allah ile irtibatları kavi büyük insanlardır.
Muhyiddin-i Arabi'ye göre gavs, medar kutbudur. İmam-ı Rabbani hazretlerine göre ise, medar kutbundan ayrı ve daha yüksek olup, ona yardım edicidir. Bu sebeble, medar kutbu birçok işlerinde ondan yardım bekler. Ebdal makamlarına getirilecek evliyayı seçmekte bunun rolü vardır.
Gavs-ı A’zam nedir?
Büyük gavs (yardımcı). Abdülkadir Geylani hazretlerinin lakabı.
Gavs-üs-Sakaleyn nedir?
İnsanlara ve cinlere yardım eden büyük veli Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin lakabı. Abdülkadir-i Geylani hazretleri, tasavvufta Gavs derecesine ulaşmıştır. İnsanlara ve cinlere yardım etmesi ve imdatlarına yetişmesi sebebiyle Gavs-üs-sakaleyn ve Gavs-ül-a’zam lakablarıyla meşhur olmuştur.
Hz. Muhammed (sav) dar-ı bekâya irtihal edince, onu bu dünyada temsil eden de Allah ile irtibatları kavi büyük insanlardır. Onlar, mazhariyetleri ve misyonlarıyla, bir bakıma yeryüzünde âdetâ Kâbe konumundadırlar. Ehl-i tahkikin beyanına göre, bazen onlar Kâbe’nin etrafında, bazen de Kâbe onların etrafında döner. İşte böylesi kişilere Allah’ın matmah-ı nazarı anlamında “Kutub” adı verilir. Bu kişiler bulundukları mekânda, her zaman mevcudiyetlerini hissettiren, şeytanların uykularını kaçıran, bir kısım insanların vehimlerini izale eden, toprağın kuvve-i inbatiyesi gibi kudsi bir güce sahiptirler. Yine bunlar, hep tazarru ve naz u niyaz makamında bulunmaktadırlar. Allah böylelerinin bakışları ile kâinata bakar, merhamet veya gadap eder.
Kutub makamının bir adım ötesinde “gavsiyet” makamı yer alır. Bu makamı ihraz edenlerin en büyük özelliği, tasarruflarının öldükten sonra da devam etmesidir. Her gavs bir kutuptur, fakat her kutub bir gavs değildir. Öyleleri de vardır ki, bu her iki makamı bünyesinde cemetme bahtiyarlığına ermiştir. Zannediyorum “kutbu’l-irşad” işte bu iki makamı birden ihraz etmiş ve halkı irşada me’zun insanlara verilen isim olsa gerek..
Bu açıdan kutbu’l-irşada; hakikat-ı Ahmediyeyi tamamıyla temsil eden, dolayısıyla da hakikat-ı Muhammediye’ye namzet olan insan nazarıyla da bakılabilir. O, bütün insanlığın iç âlemi itibarıyla, yani kalbi, ruhu, vicdanı, hissi ve letaif-i maneviyesiyle mercii sayılan bir “menhel-i azbi’l-mevrûd; cennet kevserleri ölçüsünde tatlı su kaynağıdır.” Ve insanlığı sahil-i selamete çıkaracak bir rahmet ve ışıktır. Bu yönüyle ona, yeryüzünde tevhid güneşi denir. Herkes kendi istidadı veya elindeki kovasının büyüklüğü/küçüklüğü ölçüsünde ondan istifade edebilir. Öyleyse kutbu’l-irşad, misyonu, konumu ve zâtı itibarıyla diğer velilerden en az üç kademe daha ileridedir.
Başkalarının onları tanımasına veya sair velilerden ayırt etmesine yardımcı olacak belirgin özellikleri yoktur. “İnsanlar arasında, insanlardan bir insan olarak bulunurlar.” Ne var ki, hassas ruhlar, liyakatli kişiler bunları hemen sezer ve âdetâ bir mıknatısa kapılmış gibi, onların cazibelerine kapılıverirler. Bu özellikleri itibarıyla de onlar, etraflarına sürekli nur neşrederler. Hakkı aramak için yollara dökülenler de bunların cazibe-i kudsiyesi içine girer ve o dairede bütün bütün erir giderler.
Bütün bu değerlendirmeler nazara alındığında; bu kudsî me’hazlara sırt dönmekten daha öte bir talihsizlik olamaz denilebilir. Bana göre, bu kaynaklara müracaat etmeden yollara dökülenler, niyetleri ne kadar da samimi olursa olsun, çöllerde tek başlarına, rehbersiz yolculuk yapan insanlar gibidirler. Hatta bu kişilerin şahsî ibadet ve taatleri ne kadar çok da olsa, bu feyiz kaynaklarından yararlanmadıkları için, ileride dünyevî başka câzibe noktalarının câzibelerinden kurtulamayıp, yollarda kalabilirler. Hatta ibadet ü taatı bu denli çok olmayanlar, yüzleri bu ışık kaynaklarına dönük oldukları için, kayma ihtimalleri onlara göre daha azdır.
Ayrıca, bu tür insanların daire-i kudsiyeleri içinde bulunma, onlar gibi olma noktasında insana aşk, şevk ve ümit verir. Zira bunlar ideal insan olup, her Müslümanın hedefi olabilecek makamlarda bulunmaktadırlar. Bir diğer ifadeyle bunlar, bizim gibi sıradan insanlar için birer gaye-i hayaldirler. Zaten bu dünyada gaye-i hayali olmayan kişilerin, dört ayaklı behaimden farkı da yoktur. “İki günü müsavi olan, aldanmıştır” beyan-ı Nebevisi, herhalde bu hakikata işaret etmektedir.
Hasılı, kutbu’l-irşad, kâinatın mânâ, mahiyet ve muhtevasını anlatan, yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın matmah-ı nazarı, kutb ve gavs makamının sahibi bir hakikat eridir (M.Fethullah Gülen).
Tasavvufta kâinatın yönetiminden sorumlu olduğuna inanılan velîler örgütünün başı. Kutub ve kutbu'l-aktâb (kutublar kutbu) da denir. Manevî makamı esas alındığında daha çok kutup ya da kutbu'l-aktâb denildiği halde, özellikle kendisinden yardım istenilmesi durumunda "yardım eden" anlamında gavs ya da gavsu'l-âzam (en büyük gavs) olarak anılır. Ancak gavs ve kutub kelimeleri mücerret olarak kullanıldığında gavsu'l-âzam ve kutbu'l-aktâb anlaşılır. Gavslık makamına ibâdet ve riyâzetin çokluğu ile ulaşılmaz; doğrudan doğruya ALLAH'ın bağışı neticesinde elde edilir.
Mutasavvıflara göre gavs ya da gavsu'l-âzam (eşanlamda kutub ve kutbu'l-aktâb) hakikat-i MUHAMMEDiye (MUHAMMEDî hakikat)'ın mazharıdır. Bütün kâinatın kalbi mesabesindedir. Değirmen taşının milin (kutb) çevresinde dönmesi gibi kâinat da gavsın çevresinde döner. Kâinat içindeki bütün varlıklar hayat ruhlarını gavstan alırlar. Cebrâil onun nefs-i nâtıkası (ruhu, konuşması); Mikâil kuvvei câzibesi (çekme gücü) ve Azrâil kuvve-i dâfiası (itme gücü) hükmündedir. Kâinatta dilediği gibi tasarruf eder. Tasarrufu ilmine; ilmi, ALLAH'ın ilmine tabidir. Zâhiriyle âlemin zâhirini, bâtınıyla âlemin bâtınını idare eder.
Bazı mutasavvıflar gavslık (gavsiyet, kutbiyet) makamını ikiye ayırırlar. Birinci makam: İrşâd, ikinci makam: Vücud makamını oluşturur. İrşâd makamı, nübüvvetin bâtınını; vücud makamı da son nebi Hz. MUHAMMED'in bâtınını temsil eder. İrşâd makamı birden çok gavs tarafından temsil edilebilir, dolayısıyla aynı anda birçok gavs bulunabilir. Fakat vücud makamı ancak tek gavs tarafından işgal edilebilir; bu nedenle her yüzyılda ancak bir vücud gavsi vardır. Bu tarifte vücud gavsı, gavsu'l-âzam demektir. Gavsu'l-âzam'a ayrıca Abdullah, Abdu'l-Câmi adları da verilir.
Gavs'ın ya da gavsu'l-âzam'ın başkanlık ettiği veliler örgütüne ricâlu'l-gayb (gayb adamları, gayb erenleri) denir. Bunlar, Kur'an'ın, "Yeri döşedik ve oraya sabit dağlar (revâsi) yerleştirdik" (Kaf, 50/7) ayetinde andığı "dağlar" mesâbesindedir. Ricâlullah, merdân-ı huda, merdân-ı gayb, hükûmet-i sûfiye gibi adlarla da anılan ricâlu'l-gayb örgütünde gavs'ın altında İmaman (iki İmam) bulunur. Sağdaki imama, İmam-ı yemîn, soldaki imama; İmam-ı yesâr denir. İmam-ı yemîn, gavs'ın hükümlerinin, imamı yesâr gavs'ın hakîkatinin mazharıdır. Gavs öldüğü zaman yerine İmam-ı yesâr geçer. Üçler de denilen gavs ile imaman'ın altında yeryüzünün dört yönünü yöneten evtâd-ı erbaa (dört direk) bulunur. Daha aşağıda ise nüceba (necibler, sekiz ya da kırk veli) ve nükebâ (nakibler, denetçiler, on ya da üçyüz veli) yeralır.
Başka bir tasnife göre, ricâlu'l-gayb toplam dörtbin velîden oluşur. Bunlar halktan gizlidirler (mektûm). Bunlar içinde ahyâr (hayırlılar) adı verilen üçyüz velî, ilk üst grubu oluşturur. Ahyâr, işlerin yapılmasına ya da yapılmamasına karar veren ehl-i hal ve'l-akd velîler, komutan velîlerdir. Bunların üstünde kırk velîden oluşan ve abdâl, büdelâ denilen velîler; bunların üstünde de ebrâr (iyiler) denilen yedi velî yer alır. Örgütün en üst mertebelerini de dört velîden oluşan evtâd (direkler); üç velîden oluşan nükebâ (denetçiler) ve gavs (ya da gavsu'l-âzam) işgal ederler. Ricâlu'l-gayb, yardımlaşarak kâinatı idare ederler.
Mutasavvıfların gavs ve ricâlu'l gayb hakkındaki inançlarının Kur'an ve sünnet ile temellendirilmesi mümkün değildir. Bu nedenle İslâm bilginleri, özellikle hukukçular gavs ve ricâl inancını reddetmişlerdir. İbn Haldun Mukaddime'sinde bu inancın tasavvufa, imamlara ulûhiyet atfeden aşırı Şiî fırkalardan İsmailiye'den geçtiğini belirtir. Aynı inanç Osmanlılar döneminde de tartışılmış, aleyhte fetvalara konu olmuştur. Sözgelimi Şeyhülislam Sa'dî, gavs ve ricâl inancının küfür olduğu yolunda fetva vermiştir (Ahmed ÖZALP).
Evet Kuranda gavs kelimesine benzeyen yalnız bir kelime vardır. Bu kelime gavas (غوص) kelimesidir. Enbiya suresi 82. Ayette “yegusune” fiili olarak Süleyman peygamberin emrinde çalışan şeytanların yaptığı işi ifade eder. İkinci olarak Sad suresi 37. Ayette yine şeytanların sıfatı olarak “gavvasin” geçer. Gavas kelimesinin anlamı Arapça lügatlerde dalgıçlık, kaşiflik tir. Ne hikmetse gavas kelimesi her iki durumda da şeytanların özelliğidir.
Arapça ve diğer semitik dillerde (İbranice, Aramca, Ge’ez ) ise gavas, el-gavazaa kelimesi bir Zodyak olan ikizler (gemini) burcunu ifade etmektedir.
Bu burcun eski Arap ve İran dilindeki adı da “el gavzaa” dır. İki gavs anlamındadır. İkizler burcun veya takımyıldızın en eski adlandırması Sümerler ve Asurlulara aittir. Sümer ve sonraki Babil kaynaklarında ikizler takımyıldızı Meshlamtaea and Lugalirra olarak adlandırılmıştır. Meshlamtaea ölüler dünyasından gelen demektir. Solda yerleşir. Lugalirra ise güçlü, muazzam kral demektir. Sağda yerleşir. Her ikisi birlikte küçük tanrılar olarak kabul edilmiştir. İnsanlara ölüler dünyasından gelerek yardım ettiğine, ölümleri esnasında da yardım ettiğine inanılmıştır. Kendileri ölse de tanrısal yardım özellikleri devam etmektedir.
İran ve Orta Asya merkezli, aslında Yunan kökenli bir imparatorluk olan Selevkos imparatorluğu döneminde büyük önem kazanmıştır. Buradan bütün Orta Asya’ya da yayılmıştır. Yunan putperest dinine de Mezopotamya dan geçmiştir. İkizler burcu ve takımyıldızının Latincedeki ismi ikiz anlamındaki gemini dir. Bu ikiz kardeşlerin Eski Yunan mitolojisindeki isimleri Castor ve Pollux dur. Sembolü dır. Castor üstün kişi, Pollux çok tatlı demektir. Bu mitolojiye göre Pollux Zeusun oğludur. Castor ise ölümlü bir insandır. İkisi birlikte insanların yardımına koşar. Fakat Castor ölünce, Pollux babası Zeusa söyler ve ikisini birleştirir. Böylece ikisi de cennette yaşarlar. İkizler takımyıldızı olurlar. İnsanların yardımına koşmaya devam ederler. Kriz durumlarında onlardan yardım istenir ve saygı duyulur.
Anladığınız gibi gavs kavramı putperestliğin hiçte bilmediği bir kavram değildir. Daha önceki bir makalede Abdulkadir Geylani’nin hermetik yani putperest zümrüt tabletlerini tasavvuf fikri altında İslam dünyasına yutturmaya çalıştığını yazmıştım. Bu pislikte yine bu yaratığın necisliğidir.
Enam 64:
قُلِ اللَّهُ يُنَجِّيكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ أَنْتُمْ تُشْرِكُونَ (64)
De ki Allah kurtarır sizi ondan ve her sıkıntıdan, sonra da siz yine müşriklik edersiniz[64].
Bütün putperest pisliklerden Allah’a sığınırım.
Doğrusunu Allah bilir.