BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
Süleyman Karagülle
2945 Okunma
bakara 247-248

 

ADİL DÜZEN 418

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 80. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللَّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوا أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنْ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللَّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ(247)

 

وَقَالَ   (Va QAvLa) “Ve kavletti.”

İsrail oğulları nebilerinden kendilerine savaşmak için bir melik başkomutan atamalarını isterler. Nebileri onlara “sonra savaşmazsınız” demiş, onlar da “neden savaşmayalım” demişler. Peygamber de bunun üzerine “size Talut’u melik tayin ettim” demiyor. Öyle olsaydı, “kâle”nin başına “ve” gelmezdi, sadece “kâle” denmiş olurdu. Karşılıklı konuşmalarda “ve” eklenmez. “Ve” gelirse aynı tarafın ilave sözler söylediği anlaşılır. Burada da öyledir, yani tartışmalar sürüp giderken bir ara savaş meşru hâle getirildi ve Talut’un melik olarak atandığını söyledi denmiş olmaktadır.

Benzer durumu Mekke’de de görüyoruz. Mekke Müslümanları ‘savaşalım, savaşalım’ diyorlar. Hicretten evvel buna müsade edilmemiştir. Hicretten sonra savaşa izin verildi ve savaşılması farz kılındı.

Bugünkü Türkiye’mizde de durum budur. Biz Adil Düzen Siteleri kurup örnek olarak insanlığa sunmadıkça, iktidara talip olamayız. Kendimiz “Adil Düzen”i öğrenmeliyiz. Binlere ulaşıp “Adil Düzen Sitesi”ni oluşturmalıyız. Adil Düzen sitelerinden yüz kadarını, yani her ilde bir “Adil Düzen Sitesi”ni kurmalıyız. İşte ondan sonra iktidara talip olabiliriz, yani millî mutabakat hükümetini kurabiliriz. Ondan sonra bize karşı çıkan olursa, iktidarımıza baş kaldıran olursa, işte o zaman kimsenin gözünün yaşına bakmayız.

لَهُمْ نَبِيُّهُمْ (LaHuM NaBıyYuHuM)  “Onlara nebileri dedi.”

Şartlar olgunlaşınca nebileri onlara melikin yani başkomutanın atandığını haber vermiştir.

Bugün Batı’da büyük sıkıntılar vardır. Sermayenin isteğine uyarak devletleri çökertmek için askerlerin elinden yönetim alınmış ve sivillere verilmiştir. Sermaye istediği zaman savaş çıkarıyor ve kanlar akıtıyor. Milyonlarca insan ölüyor. Sonra savaş bitiyor. Galip belli, mağlup belli. Ama masa üzerinde bu sefer savaşı körükleyen Yahudi sermaye patronları geliyor, mağlupları ortadan kaldırmıyor; kölelik yasaktır, toprakların alınması ve verilmesi yasaktır diyor. Savaşacaksın, öleceksin, ekonomin harap ve bitap hâle gelecek. Ondan sonra da o masa başına oturacak ve ahkam kesecek. İşte, Batı düzeni şimdi bu sömürü sermayesinin sömürme tezgahı düzeni olmuştur.

Kur’an ne diyor?

Kur’an diyor ki; önce meclis seçilmiş -ama ilim adamlarından seçilmiş- insanlardan oluşacak. Çünkü meclis yasama organıdır. Yasama ilme dayanır, ekseriyetin arzusuna değil. 1000’e yakın üyenin katıldığı mecliste olanlar, dayanışma ortaklıklarını kurarlar. Bunların sayısı yaklaşık on kadardır. İlmî dayanışma ortaklıkları kurarlar. İlmî dayanışma ortaklıklarının sorumluları ilmî şurayı oluşturur.

İşte bunlar kendilerine bir başkan seçer. Bu başkan meclisin başkanıdır. Ama Kur’an’a göre bu aynı zamanda devlet başkanıdır. Bunun bir veziri vardır; başveziri vardır, yani sadrazamı vardır, başbakanı vardır. Sivil yönetimin başıdır. Hükümet vezirlerden oluşur, vezirleri şura üyeleri atarlar.

Bu meclis başkanı -aynı zamanda devlet başkanı olan zat- başbakanın yanında bir de başkomutan atar. Bu da askerin başıdır. İşte bu atama yetkisi meclis başkanının yani aynı zamanda devlet başkanı olan zatın yetkisindedir. İsrail oğulları öyle görüyor.

Demek ki, bu âyetlerden öğrendiğimize göre, meclis başkanı aynı zamanda devlet başkanıdır. Çift başlılık yoktur. Çift başlılığı icat eden ve dünyayı fitne içinde boğmak isteyen Ebu Leheb teşkilatıdır, sömürü sermayesidir. İslâmiyet’in kabul ettiği temel prensip budur, iş bölümüdür, yani görevler farklıdır, her görevin bir görevlisi vardır. Görevli aynı zamanda yetkilidir, yani görev hakkında kararı daima kendisi alır, son söz onundur. Görevler arasında kesin sınırlar vardır. Dolayısıyla yetkiler arasında da kesin sınırlar vardır. Bir görev iki kişiye verilmez. Dolayısıyla görev tecezzi kabul etmez. Yetkiler sınırlı ama kesin olduğu gibi sorumluluk da sınırlı ve kesindir. Bir iş yapılmadığı zaman biz o işi kimin yapmadığını çok açık ve net olarak biliriz. Görevli görevden dolayı ücret istihkak eder, o da onun hakkıdır.

Halk nebilerinden melikin ba’sedilmesini istemiştir. Allah’a söyle bize melik ba’setsin dememişlerdir. Halk daima  din adamlarından talepte bulunur. Başkan yetkilileri atar. Bu cemaatte birliğin esasıdır. Başkanın her şeyi yapamayacağını bilir. Ama yine de her şeyin onun tarafından yapılmasını ister. En azından görevliyi onun tayin etmesini ister. Bu başkanlar nebiler olmuşlardır. Başlangıçta hanedanlık sistemi sürmüştür. Çünkü bunların yetişeceği aile dışında bir müessese mevcut değildir. Görevde esas olan ehliyettir. Çünkü görev bir hak değildir. Cumhurbaşkanlığı da hak değildir. Başkomutanlık da hak değildir. Başbakanlık da hak değildir.

Eğer bir şey soya dayanılarak daha iyi hallediliyorsa, soya dayalı olarak çözülür. Başka bir yol daha iyi ise, mesela ekseriyet seçimi ile oy kullanılır. Yetmiş milyon insan sıraya girip ben başkanlık yapacağım gibi hak iddia edemez. Seçme de bir hak değildir. Yani insanlar oy kullanırken kendilerinin hakkı olarak oy kullanmazlar, kendilerinin görevi olarak oy kullanırlar. Allah’ın halifesi olarak yaratıldıkları için O’nun adına oy kullanırlar. Topluluk adına oy kullanırken topluluğun çıkarlarını düşünerek oy kullanırlar. Yani ben oyumu verirken topluluk çıkarlarını düşünerek oy vermem gerekir. Kendi çıkarlarımı düşünerek oy versem görevimi yerine getirmemiş olurum.

إِنَّ اللَّهَ (EinNa elLAHa)  “Allah”

Karşı taraf yanlış biliyorsa, yanlışını düzelten cümleyi kullandığınızda başına “inne” getirirsiniz. Yani, siz yanlış düşünüyorsunuz, benim başkomutanı seçmem doğru değildir, “Allah” seçecektir, “Allah” atayacaktır. Onun için başına “inne” gelmiştir. Demek ki nebinin doğrudan başkan atama yetkisi yoktur. Bu yetki Allah adına topluluğa verilmiştir. Nebi sadece haber vericidir, yani kimin seçildiğini ilan eder.

Bugün de öyle değil midir?

Meclis başkanı kendisi atama yapmaz. Seçimi yaptırır ve seçimi kimin kazandığını bildirmiş olur. Buradaki “inne” bize bunu anlatmaktadır. Demek ki şura üyeleri talep etmektedirler. İstişare edecek yahut bir usulle seçim yapılacaktır. Yine topluluk seçecektir. Yani nebileri diyor ki, ben değil Allah ba’setmiştir.

Şimdi buradaki sorun ve soru nedir? Vahyin alındığı zamanlarda melek gelir, nebiye işte filan kimse başkomutan olsun der, nebiye bildirir, nebi halka filan baş komutandır diye insanlara duyururdu. Kur’an’dan sonra vahiy olmadığına göre Allah alimlere, meclis başkanlarına nasıl bildirecektir?

Kur’an bunu şöyle düzenlemiştir:

a)      Aşirette meclis aşiretin erginlerinden oluşur. Onların kararları Allah’ın kararı olmaktadır.

b)      Bucakta ilk ehliyetliler meclisi oluşturulur. İlk ehliyetlilerin kararları Allah’ın kararı olmuş olur.

c)       İl merkez bucağı o ildeki yüksek ehliyetlilerden oluşur. Onların merkez bucakları için aldığı kararlar Allah’ın yani topluluğun kararı olur.

d)      Devlet meclisi üstün ehliyetliler arasından seçilmiş üstün ehliyetlilerden oluşur. O bucağın merkez kararları devlet kararıdır, Allah’ın kararıdır.

Burada takip edilen yol şudur. Ancak alim olanlar seçilebilir. Alimlik imtihanla sabit olmaktadır. İmtihan daha önceki alimler tarafından talip olanlar içinden yapılmaktadır. Önce filan kişi milletvekili olur diye kişilere diploma verilmektedir. Kim vermektedir? Dayanışma ortaklıkları vermektedir. Sonra halk bunların arasından kendilerine temsilci seçmektedir. Meclis bunlardan oluşmaktadır. Seçerken bunlara oy kullanmaktadırlar. Onlar da temsil ettikleri kimselerin adlarına oy kullanmaktadırlar. Böylece meclisin kararı tüm ülkenin kararı hâline gelmektedir.

Buradan şunu öğreniyoruz. Başkomutan meclis tarafından seçilecektir. Bunu seçtirecek olan meclis başkanıdır. Seçilecek kimse ehliyetli olmalıdır. Ama ehliyetli olma demek başkomutan olma demek değildir. Başkomutanı meclis seçmelidir. İşte bu sebepledir ki Kur’an da “Allah” diyor.

Demek ki bugünkü seçim doğrudur. Meclisi başkanı atamıyor, meclis başkanı seçtiriyor. Burada yanlış olan bu seçimin ekseriyetle yapılmasıdır. İkincisi de atanmışın meclis başkanının üstüne getirilmesidir.

Burada yine sorunlarla karşılaşıyoruz. Devleti dışarıda kim temsil edecektir? Meclis başkanı mı, yoksa başkomutan mı? Dışişleri demek savaş işleri demektir. O halde savaş işlerini tedvir eden yetkili melik olduğuna göre, devleti dışarıda başkomutan olan melik temsil edecektir. İçeride kim temsil edecektir? İçeride de sadrazam olan başbakan temsil edecektir. Nasıl ailede baba çocuğu dışarıda temsil ediyor, annesi çocuğu içerde temsil ediyorsa; bugün olduğu gibi devleti de dışarıda başkomutan temsil edecek, içeride ise başbakan temsil edecektir.

Değişecek olan nedir?

Başbakan da başkomutan da meclis başkanının emrindedirler. Yasama organı en üst kuruluştur. Bugün de anayasamızda bu böyledir. İkincisi, bugün sözde genelkurmay başkanı başbakana bağlıdır. Böyle olmayacaktır. İki eşit seviyede kişidirler. Biri idareyi, diğeri de orduyu temsil eden iki kişidir. Bunların üstünde meclis başkanı vardır. O bunlar arasındaki dengeyi korur. Biz İstiklâl Savaşı’mızı bu usul ile kazandık.

قَدْ بَعَثَ (QaD BaGaÇa)  “Şimdi size ba’setmektedir.”

Kad” kelimesi fiili mazilere geldiği zaman hâli de içeren bir mazidir. Türkçede hâli ve geleceği içeren hâl kipi vardır. Arapçada hâli ve geçmişi içeren “kad”lı cümleler vardır. Yani burada nebiler, meclis başkanları seçimlerin sonucunu ilan etmektedir.

Seçimi nasıl yaptırmaktadır?

Seçilecek kimse yani devlet başkanı, başkomutan buna ehil olmalıdır. Bizim ülkemizde buna ehil olan kimseler ordu komutanlığı yapmış orgenerallerdir. Bunun neden böyle olduğu bundan sonra açıklanacaktır.

1)      İlmî dayanışma sorumluları milletvekillerine yardımcı olmak üzere cumhurbaşkanlığına askerlerden adaylar gösterirler. %5 oy için bir aday gösterilebilir. Bu adaylar ehliyete sahip değilseler, diğer parti başkanları hakemler nezdinde dava ikame ederek adaylığı iptal ettirebilirler.

2)      Milletvekilleri sıralama yaparlar ve birinci gelen kimse başkomutan olarak atanmış olur. Böylece görev başlar.

3)      Sonra başkomutan orgenerallerden ordu komutanları atar. Türkiye’de 12 ilde 12 ordu vardır. Bunlar birer emir atar. Halk bu emirlerden kendi bölgeleri dışında olan komutanlara biat eder. Onun birliğine katılır. Böylece %5 asker toplayabilen ordu komutanı olur. 12 ordu komutanına halkı bağlayan kimse başkomutan olmuş olur. Bu safhalardan her biri yargı denetimindedir.

İşte bu şekilde seçilen kimse Allah tarafından ba’sedilmiş olur. Artık bu kimse başkomutandır.

Bu görevden nasıl alınacaktır? Yargı kararı ile alınacaktır.

Yargı neye dayanarak kararlar alır?

1)      Komutanlarından biri mağlup olursa başkomutanlığı sona erer. Çünkü merkezi sorumluluk vardır. Bu esasa uyulduğu zaman saltanatın kaldırılması son derece normal bir olaydır. Madem ki mağlup olmuştur, başkomutanlığı yani devlet başkanlığı/melikliği son bulur.

2)      Melik görev sınırlarını aşar da kuvvete dayanıp sivil idareye müdahale ederse, onların işlerine karışırsa, hakemler kararı ile görevden alınır. Hakemler nezdinde davayı yine parti başkanları, ilmî dayanışma ortaklıkları sorumluları açarlar.

3)       Komutanları atamış ama komutanları halk tarafından kabul olunmamış, dolayısıyla ordularının teşkilini tamamlayamamış melikin melikliğine son verilir. Bunun için belli mühletlerin verilmesi gerekir.

4)      Yaş haddini dolduran komutan görevinden alınır. Ölüm veya ağır hastalık bunların içindedir. Yaş haddi 63’tür. Bu yaşa ermedikçe başkomutan değiştirilebilir mi?

Burada bir soru gelebilmektedir. Acaba bir başkomutan kaç seneliğine atanır? Kur’an’da en büyük iş akitleri sekiz sene olarak belirlenmiştir ama on sene de olabilir. 63 yaşına gelmese de, on seneden sonra emekliye ayrılması esasını kabul edebiliriz, yahut sekiz sene olarak kabul edebiliriz.

Bir de büyük hac günü deniyor. Bu da Cuma ile kurban bayramının aynı güne rastlaması yılıdır. Bu yedi senede bir olmaktadır. Kur’an’ın işareti ile büyük hac olması, devlet başkanının o zaman atanması anlamında alınabilir. Demek ki sınırlı görevlendirme usulünü kabul ederiz.

Demek ki meclis başkanı seçmeyecek, meclis başkanına seçtirecektir. Bu seçilen melik babasının melik olduğu kimse değildir. Soy seçilmemektedir, kendisi seçilmektedir. Kur’an geçmişteki bir olayı anlatmaktadır ama aynı zamanda şimdi bizim ne yapacağımızı bildirmektedir. Fıkıhçılara göre; bizden önceki şeriat bizim için de şeriattır. Ancak bizim dört delil içinde şeriat olduğu sabit olmalıdır.

Demek ki biz bu tefsirleri yaparken yeni usul icat etmiyoruz, icma ile sabit bulunan usulü uyguluyoruz.

لَكُمْ (LaKuM)  “Size komutan atamaktadır.”

Kimlere? Mele’ olanlara. Kimlerdir bunlar? Dayanışma ortaklıkları başkanlarıdır. Eğer bunlar asker olacaklarsa onun emrinde olacaklardır. Her mü’minin iki türlü hayatı vardır. Askeri hayatta kişi komutanına tabidir. Savaş dışında komutanını değiştirebilir ama seçtiği komutana uymak zorundadır. Herkes kendi ordusunu kendisi seçer ve onun emrine girer. Ordu komutanları da melikin emrindedirler. Böylece artık kişi olarak başkomutanın emrinde olmayan kimse yoktur. Başkomutanın emrine girmek istemeyen komutan ülkeyi terk eder. Burada “leküm” emri onların da komutanı olduğunu, artık onun emrinde olacaklarını bildirir.

Kimler mele’dirler veya mele’lerden olurlar?

Kur’an bu hususta açık hükümler koymamıştır. Bu husus topluluğa bırakılmıştır.

Türkiye’de olanlar ise iki grupta toplanırlar. Askerler, orgeneraller mele’dirler. Bu askeri meclis oluşturulmalıdır. Bunlar mele’ olacaktır. Bunlar başkomutanın emrinde olmalıdırlar. Askerlik çarkında eğitile eğitile bu duruma ulaşmışlardır. Sonunda halk onları komutan yapmıştır. Askeri meclisin içinde emekli ve muvazzaf orgeneraller yer alacaktır. İkincisi de, siyasi partiler ve onların milletvekilleridir. Mele’ bunlardır. Türkiye Cumhuriyeti geleneği bunlara dayanır.

Türkiye’de bunların dışında halkı temsil eden bir kuruluş yoktur. Odalar ve sendikalar halkı değil, kendilerini temsil ederler.

Adil Düzen Anayasası’nda ise dini ve mesleki dayanışmalar da yer almaktadır.

طَالُوتَ (OAvLUT)  “Talut’u”

Harut, Marut, Talut, Calut adları vardır.

Talut” kök olarak uzun anlamında “tul”dan gelmektedir. Uzun boylu demektir. Başkomutanlığın vasıflarından biri boylu poslu olmaktır. Böyle olursa düşmanlar onun heybetinden korkarlar. Ayrıca askerler de komutanlarının güçlü olmasından cesaret alırlar.

Talut” kişinin ismi de olabilir. Yahut iri boylu kocaman kimse anlamımda da olabilir. Harfi tarifsiz gelmiştir. O zaman nekre olup gayri munsarif olmuş olur.

Demek ki siyasi partiler devlet başkanı adaylarını gösterirken vücut yapısının heybetli olmasına da dikkat etmelidirler. İmamlık vasıflarını sayarken; a) En çok bilen olacak, b) En çok yaşlı olacak, c) En çok o işte deneyimli olacak, kıdemli olacak, d) En çok güçlü olacak.

Güçlü olma ne ile ölçülecektir? Kilosu ve ağırlığı uygun olma şartı ile en çok boylu olan başkanlığa layık olacak demektir. Şişmanlığı ölçmek için orta parmak bileğe sarılır. Değiyorsa, normal insan demektir. Boşluk kalıyorsa zayıftır. Değmiyorsa şişmandır.

مَلِكًا  (MaLıKan)  “Bir melik”

Melik” sıfatı müşebbehe bir kelimedir. Malik demektir. Meleke, kabiliyet demektir. Mülk kelimesi buradan geldiği gibi, melek kelimesi de buradan gelmektedir.

Nebiler bizzat komuta da ederler. Nebi var, resul var. Nebi-resul de vardır. Yalnız nebi vardır.

Nebiyi meclis başkanı, resulü devlet başkanı, meliki de başkomutan olarak adlandırmış oluyoruz.

Kur’an’da imam da geçmektedir. Beş vakit namaz kıldıran başkana imam denmektedir. Cuma imamı da imamdır. Melik ise devlet başkanıdır. Savaşma görevi ve izni ona verilmiştir. Savaşta iki cephe kurulur, karşılıklı vuruşurlar. İslâm düzeni barış düzenidir. Halkı zorla askere alıp savaştırmaz.

Melik” hâl olduğu için nekiredir ve mensubdur. Haller nekire olarak gelirler. Başka hâl onların türü sayılır. “Raeytü er-recüle el-hasene” dendiği zaman, hasen olan racülü/adamı görmüş olursun. Hasen burada sıfattır. Tavsifî olur, yani racül zaten güzeldir. Sadece vasfını da belirtmiş olur. Takyidî ise çirkin olan değil de hasen olan racülü görmüş olur. Yani hasen olmayan recüller de vardır demektir. “Raeytü er-racüle hasenen” dediği zaman ben racülü hasen olarak gördüm demektir. Bir adamın değişik hallerini ifade eder.

Bu sebepledir ki “melik” nekiredir ama “Talut” ise özel isim olduğu için marifedir.

Bu ifade şunu gösterir. Melikin muvakkat olması caizdir. Hâldir. Değişebilir demektir. Yani melik olan ölünceye kadar melik olacak demek değildir. Savaş için atanan melikin savaş bitince görevi sona erdiği gibi, vekil atama olduğu için geçici görevlendirme ve bitince onu görevden alma caizdir demektir. Böylece bugünkü belli zamanlar için atamaya Kur’an’da delil bulmuş oluyoruz. Meşruluğu ifade eder.

Meseleyi baştan ele alalım. Ben yetkimi temsilcime veriyorum, istediğim zaman ondan temsilciliğimi alıyorum. Temsilci olma şartı yani %5’ten az temsilci ile kaldığı zaman onu temsilci atayanları bir başkasına aktarma durumundadır. Bu hâli muhafaza ederse temsilciliği sona ermez. Şura üyeleri de başkanı sıralama usulü ile sonunda ittifakla seçmişlerdir. Ancak ittifak ederek başkanlığını düşürebilirler. Böyle yaparak yeni komutan atarsanız, eski komutanın komutanlığı fahri komutanlığa dönüşür. Protokolde yeni başkandan önce gelir. Ama yetkileri sadece yeni başkana üst olma durumundadır. Halk artık onu kendisine başkan olarak tanıyamaz.

قَالُوا (QAvLUv)  “Kavlettiler.”

Kendilerine melik ba’setmesini istediklerini nebiye söylüyorlar, sonra sonuçları beğenmiyorlar.

Bugün de öyle yapılmıyor mu?

‘Seçim yapalım, seçim yapalım’ derler; sonra istedikleri oyu alamayıp kendileri seçilemeyince de ‘seçimi yenileyelim’ demeye başlarlar. Çıkan sonuçlara karşı çıkarlar. Kendi koydukları kurallara kendileri uymazlar. Onlar için kural yoktur. Onlar için şeriat yoktur, onlar için kanun yoktur. Kanun onlar için kanuna uyan insanları istismar için kullandıkları bir araçtır. ‘Mü’minler nasılsa kurallara itaat ederler, kuralları Allah’ın emri kabul edip onun dışına çıkmazlar. İslâmî kuralları onlara öğretmezsek, bizim koyduğumuz kuraları Allah’ın emri kabul edip bize uyarlar, böylece onları sürü hâlinde idare ederiz! Biz ise kuralları öyle koyar ve öyle ayarlarız ki, bizim işimize gelsin. İşimize gelmezse, bir izah yolunu buluruz ve değiştiririz. O halde meclis ne güne duruyor, kanunları oradan geçirir ve istediğimiz şekilde yönetiriz!’ derler.

Önce seçim istiyorlar ama sonra istedikleri seçilmeyince bu sefer seçim hileli oldu deyip iptal ediyorlar. Çok sıkışırlarsa bir akılsızı destekleyip başa geçiriyor ve ona istediklerini yaptırıyorlar.

İnsanlık ne kadar büyük zulüm içindedir.

1924’e parti kapatıldı. 1933’te parti kapatıldı. 1938’de İsmet İnönü zorla cumhurbaşkanı yapıldı.

1960’ta müdahale edildi, 1971’de müdahale edildi, 1980’de müdahale edildi, 1997’de müdahale edildi, 2007’de müdahale edildi. Çünkü o yıllarda istemedikleri kimseler seçildi.

Seçim var ama; onlar kazanırlarsa seçim meşrudur, değilse o zaman o seçim hilelidir.

Medreseler kapatıldı. Tarikat yasaklandı. Hedef neydi? Halk şeriatı bilmesin. Ne yaptılar? Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkardılar. İşlerine gelenleri aynen bırakıyor, sonra Atatürk’e hakaret ediyorsunuz diyorlar! Size kanun değiştirtmiyorlar. Başörtüsü kanunu olmadığı halde, Anayasa Mahkemesi yasakladı diyorlar ve kimse değiştiremiyor! Ama Mustafa Kemal’in hakimiyet-i milliye kuralı hakimiyeti Avrupaiye oluyor!

Elimizde Kur’an olmasa önümüz karanlıklarla dolmuştur. Ama Kur’an önümüzü aydınlatıyor.

Bütün bu oyunlar berhava olmaktadır. “Adil Düzen” geliyor. İlâhi düzen geliyor, şeriat düzeni geliyor. Gerçek demokrasi geliyor, gerçek lâiklik geliyor, gerçek liberallik geliyor, gerçek sosyallik geliyor. Kâfirler istemese de geliyor. Onlar oyun oynuyor, Allah da oynuyor ve sonunda Allah hayırlısını yapıyor.

1900’lerde dine saldırdılar, içtihat doğdu.

1910’larda imparatorluğu yıktılar, Kuvva-yı milliye doğdu.

1920’lerde hilafeti kaldırdılar ama bu arada bütün Anadolu Müslümanlaştı.

1930’larda lâikliği anayasaya koydular, muasır medeniyetin üstüne çıkma hedeflendi.

1940’larda çok partili sistem geldi.      

1950’lerde Atatürk kanunu çıktı ama Türkiye’ye demokrasi geldi, ülkenin İslâm kalacağına karar verildi.

1960’larda Müslümanlar örgütleşti.

1970’lerde Müslümanlar hükümete ortak oldu.

1980’lerde Türk ordusu İslâmiyet’e sahip çıktı.

1990’larda Müslümanlar ekseriyeti ellerine aldılar ve iktidar oldular.

2000’lerde Müslümanlar anayasa ekseriyetini aldılar.

Demek ki bütün hileler kâr etmiyor.

Ufukta ne mi görünüyor?

Mağlup olacaksınız ve yaptıklarınızın karşılığında cehennemde haşr olunacaksınız.

Türkiye’de iş adamları ve siyasiler vardır, kendi geçici çıkarları için kanun çıkartırlar. Bazen çıkarttıkları kanun işlerine yaramaz, sonra kendileri karşı çıkarlar.

Yüzde on barajını Millî Görüşün iktidar olmaması için çıkardılar. Ama o barajda kendileri boğulunca şimdi bizzat kendileri barajı yüzde beşe indirelim diyorlar. Cumhurbaşkanını halk seçsin diyorlar, sonra kıyametler koparıyorlar. Gümrükler bir yükselir, bir düşer. Kotalar konur, sonra kalkar. Vergiler bir yükselir, bir düşer. İşte, önce talep, sonra olmadı yeniden talep. Bu yaptıkları inanmayanların temel kuralıdır.

Mü’minler Hazreti Nuh zamanından beri inandıkları kurallara hâlen inanıyor ve savunuyorlar. 5000 senedir değiştirmediler. Şimdi de sadece sanayi devrimine uyarlayacaklar, eskisini bozmayacaklar.

أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا (EanNAv YaKUvNU LeHu elMüLKü GaLaYNAv)  

“Bizim üzerimize onun mülkü nasıl olur?”

Komutan ba’set de savaşalım diyorlar. Yani aslında istedikleri nedir? Bizi komutan yap demek istiyorlar. Herkes komutan olmaya talip, herkes melik olmaya talip. Ama kendisi seçilmeyince bu sefer doğrusunu seçmedin diye itiraz ediyorlar. Onlar nebilerinden melik atamasını istiyorlar, nebi de Allah atadı diyor. Onlar Allah’ın atadığına itiraz ediyorlar.

İşte, bugünkü insanlığın hâli budur. Allah’a inanıyorlar ama Allah böyle deyince, nasıl böyle emir olur diye karşı çıkıyorlar. Allah eğer onların istediğini emrederse kabul ama Allah onların hoşlanmadığını emrederse ret cevabını veriyorlar. Bu yalnız inanmayanların hâli değildir.

Günümüzde maalesef Allah’a inandık diyen kimselerin hâli de budur. Gelin televizyonda halka fıkıh kitabını okuyalım, mezhepleri anlatalım diyoruz. Kabul etmiyor ve halkın kafası karışır diyorlar. Kendilerini Allah’tan daha akıllı görüp Allah’ın emrettiklerini gizlemeye çalışıyorlar. Bizim üzerimize O’nun mülkü vasıl olur diyorlar. Allah bunu bize gönderdi diyorlar ama onlar yaptıklarıyla Allah’ın yanlış yaptığını söylemiş oluyorlar.

Bununla beraber, ‘bizim işimize gelmiyor, biz olmalıyız’ demiyorlar. Kural koyuyorlar, esbabı mucibe ile itiraz ediyorlar. İnsanların buna hakları var mıdır? Bizim Allah niçin bunu yaptı demeye hakkımız var mıdır?

Nebi bunlara cevap verirken, ‘Allah böyle istiyor’ deyip o da gerekçesini izah etmeseydi, bizim buna hakkımız olmazdı. Ama Allah sormamızı, itiraz etmemizi istiyor. Bizimle tartışıyor. Niçin? Biz söylediklerini anlayalım, hikmetlerini ve illetlerini bilelim diyor.

Nitekim Hazreti İbrahim aleyhisselâm da ‘ölüleri nasıl diriltirsin’ diye sormuş, Allah da ona ‘inanmıyor musun’ demiş. Allah ‘inanmıyor musun’ deyince, ‘inanıyorum ama kalbimin tatmini için’ demiş. Allah, dört kuş al, onları sana alıştır, çağırdığın zaman sana gelsinler. Nasıl alıştırıyorsun? Yem veriyorsun, kırmızı bez gösteriyorsun. Kuşlar kırmızı bezi görünce yeme koşuyorlar. Bu hayvanları eğitmenin temel kuralıdır. Sonra kuşları uzaklara tepelere koyuyorsun. Hepsi ayrı tepede. Kırmızı bezi gösterince sana koşup geliyorlar.

İşte, ölüler de kıyamette aldıkları işaretle koşup geleceklerdir. Allah Hazreti İbrahim’e orada nasıl dirileceğini anlattığı gibi burada da İsrail’in meleine Talut’u niçin melik seçtiğini anlatmaktadır.

Böylece anlıyoruz ki, bizim de öğrenmek için itirazlar yapmaya, Kur’an’a bile itirazlar yapmaya hakkımız vardır. Nitekim burada okurken de yani seminer ânında aklımıza uymayanlara itiraz ediyoruz. Bu bize Allah’ın izin verdiği, hattâ emrettiği bir şey olmaktadır.

وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ (Va NaXNu EaXaqQu BieLMuLKı MiNHu)  

“Biz mülke ondan daha ehakkız.”

Burada önemli bir gerekçe ileri sürüyorlar. Birinin üst olabilmesi için ondan daha ehak olması gerekir. Burada imamlık için genel kural getiriliyor, kim daha lâyık ise o seçilecektir.

Şimdiki parti başkanları listeleri alıyor, kumar oynar gibi tanzim ediyor ve adayları sıraya koyuyorlar. Oysa, öyle bir mekanizma olmalıdır ki, kim ehak ise o listede yer almalıdır.

Bunu mele’ de kabul ediyor. İtirazları kurala değildir, sadece kurala göre kendilerinin daha ehak olduklarını ileri sürüyorlar. Herkesin itirazsız kabul ettiği bir kural vardır, o da ehak olan melik olmalıdır.

Aynı ilke devlet başkanı seçimi için de kullanılmalıdır.

R. T. Erdoğan tek seçici olarak A. Gül’ü cumhurbaşkanı adayı seçmiştir. Bu seçim şeriata aykırıdır. Meclis’in seçmesi gerekir. İkinci hata da, A. Gül cumhurbaşkanlığına ne ilmen ne de cismen daha ehak değildir. Ama Erdoğan onu seçti. İşte o zaman isyan oldu. Allah izin vermedi. Erdoğan’ın gerekçesini izah etmesi gerekirdi; “Ben adaylar arasından A. Gül’ü şu şu gerekçelerle seçtim” demelidir: “Madem ekseriyet sistemi var, madem ki meclisin kahir ekseriyeti bende var, ben onu temsil ediyorum. Ben seçiyorum. Kimseye danışmıyorum. Ben kendimi ehak görüyorum. Hakkımı A. Gül’e devrediyorum.”

Bu açıklama Batı mantığı içinde doğrudur. Ama şeriatta doğru değildir.

Bir defa, ekseriyet iktidarı yoktur; ikincisi, tek seçicilik yoktur; üçüncüsü, başkanlık hak değil görevdir, devredilemez; dördüncü olarak da, en ehak olduğunu gösteren bir cümlen bile yok.

Mesela, başkanlığa talip olanda ne kural aranacaktır? Kim daha lâyıktır?

Kur’an’a göre layık olmanın kurallarını sıralamamız lazımdır.

a) Bir görev verilirken kim o göreve daha lâyık ise onu görevlendireceksiniz. Ona en lâyık olan kimse o işi yapmayı bilen kimsedir. Pilot olmayana uçağı teslim edip ‘al da şunu uçur’ diyemezsiniz.

b) Bilmek yeterli değildir, bildiğini yapabilme gücüne de sahip olmalıdır. İnşaatı yapmayı bilmek başka, onu yapabilme gücüne sahip olmak başkadır. Görevi yapma imkanına kişi ne kadar sahip ise onu önce seçeceksiniz, onu tayin edeceksiniz. Burada seçeceklerden çok emrine gireceklerin durumu göz önünde bulundurulur.

c) Bunlarda eşit iseler, yaşlılık durumunu ele alırsınız, yaşlı olanı daha çok bilir kabul edersiniz. Bu varsayımdır. Ama başka ayıracınız yoktur.

d) Yaşça da eşitseler, boyuna bakarız, hangisi daha boylu ise o güçlü kabul edilir ve o seçilir.

İşte bu kriterlerden hepsi ekseriyet seçimindeki bir oydan daha makuldür.

وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنْ الْمَالِ (Va LaM YUvTa SaGaTan MiNa eLMAvLı)  

“Maldan ona bir seat verilmemiştir.”

İnsanlarda dört meleke vardır; fikir, his, irade, ünsiyet.

Fikir doğruyu yanlıştan ayırır, his iyiyi kötüden ayırır, irade yararlıyı zararlıdan ayırır, ünsiyet adaleti zulümden ayırır. İyinin kriterleri vardır; varlık yokluktan iyidir, birlik ayrılıktan iyidir, evrim durağanlıktan iyidir, iktisat israftan iyidir.

Bu özelliklere dayanarak sosyal müesseseler ortaya çıkmıştır.

Fikirlerin dille içtimaileşmiş şekli ilimdir.

Hislerin sanatla içtimaileşmiş şekli dindir.

İradenin teknikle içtimaileşmiş şekli ekonomidir.

Ünsiyetin hukukla içtimaileşmiş şekli yönetimdir.

İşte, insanlık tarihte bu şekilde evrim geçirmiştir.

a)      İlk dönemlerde insanları din yönetmiştir. Diğer müesseseler henüz doğmamıştı bile.

b)      Sonra siyasiler yönetim gücünü ele geçirmiş, yönetimi onlar yapmışlardır.

c)       Daha sonra siyasileri para gücü emirlerine almıştır. Bugün yönetimi sermaye yapmaktadır. Sömürü sermayesi dünyayı eline alıp yönetmek istemektedir.

d)      Bugün ilim de sermayenin emrindedir. Ama Kur’an’a göre, insanlığı sermayenin tahakkümünden kurtarmak için bir Talut beklenmektedir. Mehdi geleceğine dair bir işaret yoktur, ama bu âyet bize bir Talut’un geleceğini haber vermektedir. Nereden biliyoruz? Tebbet Sûresi’nden biliyoruz. Savaşlar dünyayı yöneten sömürü sermayesinin çökeceğini haber veriyor. Tebbet Sûresi’ne göre hem mafya hem de CIA yok olacaktır. Bunlara finans sağlayan Masonlar da yok olacaktır. Yani sermayenin hakimiyeti bitecektir. O halde bunu yapacak bir Talut gelecektir demektir. Bunu meclis atayacaktır. Bu bir devletin atadığı mı, yoksa Birleşmiş Milletler’in atadığı bir Talut mu olacaktır, şimdilik Kur’an’dan istidlâl edilmiş değildir.

Bugünkü dünyada yaygın kanaat kim zenginse onun adamının seçilmesi ehaktır. Parası olan milletvekili olacaktır. Bizim arkadaşlar bile paraları ile milletvekili olmayı hayal etmişlerdir.

Servet ancak devlet varsa oluşur. Çünkü devletin olmadığı yerde yağmacılık vardır. Parası olan devlet kuruyor demek, başkasının sağladığı imkanları kullanarak edindiği servetle ona karşı direniyor ve onu istismar ediyor demektir. Ayrıca, devlet dayanışmaya dayanır, oysa mal çekişmenin kaynağıdır.

قَالَ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ (QAvLa EinNA elLAvHa iSTaFAvHu GaLaYKuM)  

“Allah sizin üzerinize onu istıfa etmiştir.”

Topluluk sizin üzerinize onu seçmiştir. Önce başkanı Allah seçti demiyor. Burada Allah’ın halifesi olan topluluk seçti denmiş oluyor. Sonra da seçilen seçenlerin üstüne hakim oluyor, onlara emrediyor. Bu nasıl oluyor? Seçilen ortak güçle seçilmiştir. Onda artık topluluğu temsil gücü vardır. Oysa sonraki itaatte kişi tek başına itaat etmektedir. Seçerken Allah’ın halifesi olarak oy kullanmıştır, şimdi de itaat ederken Allah’ın kulu olarak hareket etmektedir. Seçerken bir kamu görevlisidir, itaat ederken de kamunun işçisidir.

Onu seçmiştir denmektedir. “İstıfa” saflaştırma demektir. Ayıklaya ayıklaya son olarak onu başa çıkarmıştır.

İşte burada istıfa etme mekanizmasını ortaya koymamız gerekir.

a)      Bir bucakta kişiler çıkar ve ilmî dayanışma ortaklığı kurarlar. Bucak halkının yirmide birini dayanışma ortaklığına üye yapan bucak şurasının üyesi olur ve orta ehliyeti iktisab eder.

b)      Bir ilde en az on, en çok yirmi ilmî ehliyetli kendilerine bir ilmî temsilci seçerler. Böylece il merkez bucağını oluştururlar ve bunlar yüksek ehliyetlidirler. En az on, en çok yirmi il ilmî temsilcisi birleşir ve devlet ilmî temsilcilerini seçerler. Bunlar devlet merkez bucağını oluştururlar ve bu Türkiye Büyük Millet Meclisi demektir. Bunlar akademik kariyer yapmış âlimler sayılır. Bunlar devlet merkezinde ona yakın dayanışma ortaklığını kurarlar. Bu dayanışma ortaklığı aynı zamanda üniversitedir. Sorumlusu rektördür. İlmî şura üyesidir. İşte, devlet başkanlığına adayı bu rektörler, ilmî dayanışma sorumluları, ilmî şura üyeleri aday gösterirler.

c)       Aday olabilmek için her şeyden önce bedelli değil nöbetli olmak gerekir. Sonra, Harp Akademisi’ni bitirmek gerekir, doktora yapmış olmak gerekir. Sonra ordulardan birine katılacaksın ve terfi ede ede korgeneralliğe kadar yükseleceksin. Sonra, yirmi ilmî şura üyeleri korgeneraller arasından sıralama usulü ile orgeneralleri seçeceklerdir. Yani, korgeneralliğe kadar kıtadaki terfilerle yükseleceksin, orgeneral olabilmek için meclis ilmî şurası tarafından sıralama usulü ile orgeneralliğe terfi edeceksin. İşte, ilmî şura üyeleri bunlardan birini devlet başkanlığına aday gösterir.

d)      Milletvekilleri adayları sıralar ve sıraların tersleri alınarak birinci gelen bulunur. Böylece o devlet başkanı seçilmiş olur. Tüm milletvekilleri her adaya oy verdikleri için ittifakla seçilmiş olur.

İşte, buraya kadar olan kısım devlet başkanının istıfası yani seçimidir. Ayıklanmış, ayıklanmış ve buraya kadar gelmiştir. Tüm ulus onu seçmiştir. Çünkü herkesin onun başkan olmasında katkısı vardır.

وَزَادَهُ بَسْطَةً (Va ZavDaHUv BaSOaTan)  

“Ve onu bestat olarak ziyade etti.”

Burada seçilmiş olmak için ehliyete sahip olması gerekir. Yani seçilmiş olmak yetmez. İlim ve cisim sahibi olmak da gerekir. İşte bu sebeple biz bir taraftan halkın oyu ile başkanı seçiyoruz, ama diğer taraftan adaylık için ehliyet arıyoruz.

Burada “bestaten” kelimesi kullanılmıştır Yaygın demektir. İki türlü ilim vardır. Biri ihtisas ilmidir, meslek okullarında öğretilir. İkincisinde ise her konuda bilgi sahibi olma vardır. Bugün bunlar liselerde okutulur. Burada âlim olması gerekir derken yalnız askerliği bilmesi demek değildir, genel kültür sahibi olması demektir. Yine güçlü olması demek sadece kendi birliğinde değil, tüm dünyada güçlü olmalıdır. İç ve dış güçler onun yanında yer almalıdır. Almayanlar ondan çekinmelidir. Bir Mustafa Kemal’in devlet başkanı olduğunu, Kenan Evren’in devlet başkanı olduğunu düşünün; bir de A. Necdet Sezer’i veya S. Demirel’i düşünün. İç ve dış güçlerin ona karşı takınacağı güvence ve davranışı tartın. İşte “bestaten” kelimesi ile genelliği ifade eder.

İlk üç sene sadece genel kültür eğitimi yapılır, okuma yazma öğretilir. Ondan sonraki beş sene de çocuk ilk öğrenime giderek genel kültür alır. Ama ayrıca meslek okullarına da devam ederek seçtiği bir meslekte ihtisas yapar. Bunlar zorunludur. Bundan sonra orta genel okullar gelir. Bunlar liselerdir. Beş seneliktir. Çocuk isterse bu liseye devam eder. Diğer taraftan meslek okullarından birine devam eder. Bu meslek okulu aynı zamanda bir fabrikadır. Ondan sonra yüksek okullar gelir.

Dünyada bu okullar oluşmamıştır. Meslek yüksek okulları vardır. İslâmiyet’te fakülteler vardır. Bunlar genel eğitim verirler. Bestaten tahsilini verirler. Doktora da böyledir. Kur’an’ın istediği devlet başkanlığı için meslek okulu değil, genel kültür veren okullardır. Onun için “bestaten” kelimesini kullanıyor.

Biz “Adil Düzen Anayasası”nda istihsan ile bunu yazdık ama şimdi burada nass ile istihsanımız teyit edilmektedir. Kur’an’ın devamlı okunması gerekir. Doğru varsayımlarınız teyit edilir, yanlışlar ise ayıklanır.

Burada önemli bir kural daha getirilmiştir. İmtihanlar şunu bilmesi gerekir şeklinde değildir. En çok bilen veya en çok güçlü olan başkan olur demektir. İmtihanlar bestateni belirtir. Bu sebepledir ki “ziyade” kelimesini kullanmıştır.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda buna yer verilmiştir. Her fazilet sahibine fazileti verilir denmektedir. Buna dayanarak yarışmalı imtihanı esas aldık. Burada bu âyet onu teyit ve tebyin etmektedir. Böylece Kur’an mübin bir kitap olduğunu göstermektedir.

فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ (FIy eLGılMı Va eLCiSMi)  

“İlimde ve cisimde”

Fi’l-ilmi ve’l-cimi” denmiş de, “fi’l-ilmi ve fi’l-cismi” denmemiştir. “Fi” harfi tekrar edilmemiştir. Çünkü her ikisini aynı kurumdan yani okuldan alacaktır. Kişi öğrenimini yaparken ya müslim olarak veya mü’min olarak yapar. Bu durum 15 yaşından sonra başlar. Liseden başlar. Müslimler bedel verirler. Askeri okullarda değil sivil okullarda okurlar. Oysa mü’minler bedel vermezler, askeri okullarda okurlar. Yani askeri liseyi bitirirler, yani askeri üniversitelere giderler, yani doktoralarını askeri akademilerde yaparlar. Hem ilimlerini hem beden eğitimlerini aynı okullarda yaparlar. Müslimler ise ayrı okul ve üniversitelerde yetişirler. İşte bu askeri okullarda tahsil yapıp doktora yapan kimselerden seçilecektir. Orgeneralliğe bunlardan yükselmiş olacaktır.

Bunları ben uydurup söylemiyorum.

El-ilmi ve’l-cismi” marife gelmiştir. Ve ikisi bir ziyade içinde bestaten bir ziyade içinde zikredilmiştir.

Bugün bunu yapan tek kurum ordudur. El-ilmi ve’l-cismi ordu demektir. Ziyade de en yüksek seviyeye ulaşmış demektir.

Bu âyete benim yaptığım yorumdan başka bir yorum getiren varsa dinleyelim.

Askeri liselerde, harp okullarında ve akademilerde bu genel kültür verilmektedir. Demek ki Adil Düzenin askeri kanadında büyük yenilikler yapmamıza gerek yoktur. Burada tekrar belirtmede yarar görüyorum.

a)      Türkiye’de on iki tane ordu kurulacaktır. Kara, deniz ve hava orduları statüde birleştirilecektir. Demek ki burada yapacağımız sadece sayıları artırma olabilir. Samsun’da, Bursa’da, İzmir’de ve Adana’da deniz orduları; İstanbul’da, Diyarbakır’da, Van’da ve Erzurum’da kara orduları; Eskişehir, Kayseri, Konya ve Afyon’da hava orduları, Ankara’da millî ordu oluşturulacaktır.

b)      Her ordunun askerleri kendi bölgesinden olmayan yerlerden geleceklerdir. Bunlar ordularını kendileri seçeceklerdir. Komutanları kendileri seçecek ve değiştirebileceklerdir.

c)       Orduya gönüllüler alınacak, yani mü’minler alınacak, isteyenler bedelli olabileceklerdir. Bedelli olanların siyasi seçme ve seçilme hakları olmayacaktır.

d)      Askerlik böyle iki yıl birden değil, yılda en az bir hafta, en çok bir ay eğitim yapılacaktır. Herkes kendi kıtasına katılacaktır. Her asker her zaman silahını taşıyabilecektir.

Askeri okullar askeri imtihanlar demektir. Halk eğitimini her yerde serbestçe yapar. Bu hususta okula gitmek, devam etmek yoktur. Buralarda müslimler ile mü’minler arasında fark yoktur. Kişi öğretmenini kendisi seçer ama öğretmenin maaşını devlet öder. Resmi program yoktur. Serbestlik vardır. Mü’min olanlar kıtalarına gidip orada imtihan verirler. Sınıflarını geçerlerse terfi etmiş olurlar. Müslimler için ise sivil imtihan yerleri vardır, oraya gidip imtihan verir ve oradan diploma alırlar. Bu husus genel okullar için de böyledir. Meslek okulları ise tamamen serbest olup teminatlı diplomayı verirler. Asker-sivil ayırımı yoktur.

وَاللَّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَنْ يَشَاءُ (VaelLAHu YüETİy MüLKaHUv MaN YaŞAvEu)  

“Allah mülkünü meşiet ettiğine verir.”

Allah mülkünü topluluğa devretmiştir. Topluluk istediğini seçer. Demek ki hakimiyet hilafeten ulusundur, ulus da kendi başkanını kendisi seçer. Sermaye sahiplerinin otel odalarında iktidarları indirip çıkarma yetkileri yoktur. Allah insanlara istediğini ilham eder ve seçimler ona göre sonuç verir.

Türkiye’de seçimler böyle yapıldı. R. Tayyip Erdoğan listede olmadığı halde AK Parti zafer kazandı. Sonra hilelerle onu başbakan yaptılar. Millet mülkünü dilediğine verdi. Şimdi vermezse onlar istediği için değil, o görevi yapamadığı için vermeyecektir. Refahyol için de durum tamamen aynıdır. Adil Düzeni askıya aldıkları için başlarına 28 Şubat gelmiştir. Âyet çok açıktır. Herkes bunları okuyup anlar seviyededir.

وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ(247) (Va elLAvHu VavSIGun GaLIyMun)  

“Allah vasi’dir, alîmdir.”

Burada nekre gelmiştir. Topluluk güçlüdür ve topluluk kimi seçeceğini bilir. Yeter ki seçim mekanizması adil olarak kurulsun. Kurulmasa da sonunda daima topluluk hakim olmaktadır.

 

ADİL DÜZEN 419

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 81. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَنْ يَأْتِيَكُمْ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَى وَآلُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لَكُمْ إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ (248)

 

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ (Va QAvLa LaHuM NaBiyYuHuM)  “Ve nebileri onlara kavletti.”

Bundan önceki âyette yine bu deyimle ve nebileri onlar kavletti diye başlamıştı. Onlar cevap vermişler, “Kâlû” denmişti. Sonra nebileri onlara cevap vermiş, melein özelliğini anlatmıştı. Şimdi “Ve kâle” denmeden “onun âyetinin mülkü” deyip devam edebilirdi. O zaman bundan önceki cevabın devamı ve izahı olurdu. “Hattâ ve inne âyete mülkihi” şeklinde de söylenebilir. Böyle yapmayıp “Ve nebileri onlara söyledi” diyerek bu açıklamanın nebiyi ba’setme ile ilgisi olduğunu ama melik olarak ba’sinden başka yine başka bir işlem olduğunu göstermektedir. Melik olarak ba’sedilmiş olması yeterli değildir. Nebinin melik olarak ba’settiğini belirtmesi yeterli değildir. Meclisin onu atadığını gösteren bir alametle gelmesi istenmektedir.

Meclisteki ilmî şûra üyeleri meclis başkanından meclise bir kral seçtirmesini istemiştir. O da onlardan birer aday göstermelerini talep etmiş ve milletvekilleri sıralama usulü ile bir başkan seçmişlerdir. Gösterilen adaylar orgenerallerdendir. Böylece Allah’ın halifesi olan meclis meliki atamıştır. Ama bu yeterli değildir. Allah’ın yani meclisin de üstünde olan halkın onu kabul etmesi gerekmektedir. Bu da halkın ona biat etmesiyle mümkündür, yani halk onun başkanlığını kabul edip biat edecektir. Halk ona nasıl biat edecektir? Bu âyette o anlatılmaktadır. Gerçekten halk onu melik olarak kabul etmiş midir, etmemiş midir? Halk bu melikin melikliğini reddedebilir. O takdirde meclis başka melik seçecektir. İşte bu sayede olaysız yeni melik seçilmiş olacaktır.

Tarihimizde padişahların seçimi kanlı olaylara sebep olmuş, Fatih bunu önlemek için sabi çocukların bile öldürülmesini kanunnamesine koymuştur. Cumhuriyet döneminde de askeri müdahaleler hep devlet başkanı seçimlerinde olmuştur. Bu sebepledir ki sadece meclisin devlet başkanı olarak seçmesi yeterli görülmemiş, halkın da kabullenmesi istenmiştir. Yine bunun içindir ki meclis devlet başkanının üstünde bir yetkili olarak hep bırakılmıştır. Mustafa Kemal meclise baskı yapmıştır ama tek parti şeklinde de olsa asla meclisi kapatmamıştır. İsmet İnönü’nün seçilmesinde de aynı şekilde meclise dokunulmamıştır. 1960 ve 1980’de meclis dağıtılmıştır ve hata edilmiştir. Bu yanlışların acıları hâlâ devam etmektedir. Oysa müdahale meclise dokunulmadan yapılmalı idi. Nitekim 1971, 1997 ve 2007’deki müdahaleler meclise dokunulmadan yapılmıştır.

Askeri müdahale ile meclisin yetkileri geçici olarak kısıtlanabilir ama hiçbir zaman meclise dokunulmamalıdır. Nasıl Osmanlı Hanedanı 600 sene hiç değişmemişse, meclis de asla kapanmamalıdır. Nitekim kapandığında sonra uydurma meclislere ihtiyaç duyulmuştur.

Seçimde de baskı yapılmamalıdır, hile yapılmamalıdır. Meclise baskı yaparsanız yapabilirsiniz.

Burada komutanlara da büyük ders vardır. Meclise dokunmamak millete dokunmamak demektir. Ama meclisin görevini ordunun yüklenmesi yine o meclisi koruması için olacağı için meşru görülebilir. Ama meclisi dağıtmak demek, milletin varlığına saldırmak demektir. Yeniden yapılacak seçimin bir yararı yoktur. Çünkü halk artık temsilcisini seçememektedir. Halk gücün istediklerini onaylamaktadır demektir ki, o zaman o meclis milletin meclisi olmayacaktır. Halk önce kendi istediklerini temsilci gönderebilmeli, buna müdahale edilmemelidir. Ama temsilcilere şöyle karar alın, böyle karar alın şeklinde bir baskının ordudan gelmesi normal karşılanmalıdır. Çünkü cephede savaşacak olan ordudur. Bu baskı da sadece dış siyasete ait olup ordu iç işlerine karışamaz.

O sebepledir ki nebilerinden melikin atanmasını isteyenler savaşmaları için istemektedirler.

Bir ülke yüze yakın illere ayrılırsa, her il kendi iç güvenliğini kendisi sağlarsa, sağlayamadığı zaman askeri yardımı alma hakkına sahip ise, o ülkede iç güvenlik olur. Devlet ise sadece dış güvenliği sağlamak ve iller arası irtibatı sağlamakla yükümlü olur. İllerin iç işlerine karışamaz. İller arası birliği sağlamak sivil yönetime, dışarıya karşı savaşmak da orduya verilirse, işte o ülkede artık huzursuzluk sözkonusu olabilir mi? Kur’an bize İsrail oğullarının hikâyesi ile bunu anlatmaktadır.

إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ (EinNa EaYaTa MuLKıHı)  “Onun mülkünün âyeti”

Yani onun melik olarak ba’sedildiğini gösteren delil olan âyet ne olacaktır? Halk ve herkes için kimin melik olarak atandığını gösteren delil ne olacaktır? İşte burada sözkonusu olan, meclisin seçiminin ötesinde melikliğini tasdik eden bir gücün ortaya çıkmasıdır. Bu nedir?

Parti başkanları orgenerallerden birini aday olarak gösterir. Milletvekilleri sıralama yapar, adlarını yazar ve meclis başkanına verirler. Meclis başkanı da bu sıralamayı hesaplayarak sıralama dosyasını ordu komutanlarına verir. Ordu komutanları demek, siyasi şûra sorumluları demektir. Eğer ordu komutanları meclisin bu sonucunu kabul ederlerse, taç giyme merasimini hazırlarlar ve halka ilan ederler. Böylece başkomutan seçilmiş olur. Başkomutanı meclis sıralamakta ama sonuçlarını askeri şûra ilan etmektedir. Askeri şûra kabullenmezse meclis başkanına iade ederek seçimin yeniden yapılmasını ister.

Askeri şûra toplantısı kapalı yapılmaktadır. İçerden çıkacak olan “evet” veya “hayır” şeklindeki tek sözdür. Kimin birinci olduğu da halk tarafından bilinmemektedir. Seçim eski adaylar üzerinden yapılmaz, yeni adaylar üzerinden yapılır. Bir ilmî şûra sorumlusu aynı adayı bir daha gösteremez. İlmî şûra sorumluları askeri şûra sorumlularıyla görüşerek askeri şûranın istemeyeceği birini aday göstermemeye çalışırlar. Seçim aynı usulle devam eder. Meclis ve askeri şûra arasında uzlaşma sağlanıncaya kadar bu devam eder.

Mülkünün âyeti ile gelecektir. Nedir bu âyet? Meclis onu seçmiş, ordu da onun melikliğini benimsemiş demektir. Ordu komutanları aynı zamanda halkın siyasi dayanışma sorumlularıdır. Yani kendi seçtikleri komutanlardır demektir. Çünkü askeri hizmeti yaparken herkes kendi bölgesinde olmayan komutanlardan birini kendisine komutan seçmelidir ve onun komutasında askerliğini yapmalıdır. Komutanının biat ettiği kimseye o da biat etmiştir. Böylece melik tüm ulusun biatını almış demektir. Bu şekilde seçilen bir başkan tam demokratik usulle seçilmiş demektir.

a)      Herkes her zaman asker olabilmektedir. Dolayısıyla herkes devlet başkanı olma şansına sahiptir.

b)     Herkes imtihanlara girerek ilmî ehliyet alabilmektedir. Doktora yapıp rasih durumuna çıkabilmektedir. Dolayısıyla herkes general olabilmektedir. Doktora yapmış her asker generaldir.

c)      Herkes kendi ordusunu seçebilmekte ve değiştirebilmektedir. Böylece kendisini beğendirerek korgeneral olabilmektedir demektir. Burada da herhangi bir ayrıcalık yoktur. Ordusunu değiştirebildiği için de antidemokratiklik yoktur. Hicret demokrasisi çalışmaktadır.

d)     Kendi komutanı onu orgeneralliğe aday gösterebilmektedir. Meclis de sıralama usulü ile onu orgeneralliğe yükseltebilmektedir. Cumhurbaşkanını seçmek ne kadar demokratik ise, orgeneralliğe yükselmek de o kadar demokratik olmaktadır.

e)      Sonra, her orgeneral devlet başkanlığına aday gösterilebilmekte ve demokratik yoldan seçilmektedir.

f)       Sonunda komutanlar onu ittifakla devlet başkanı yapmaktadır.

Burada antidemokratik olan bir tek nokta bulunmamaktadır.

Bu seçim usulüne benzer usulle papa seçilmektedir. Seçilmeden ilan edilmemektedir.

Hazreti Ömer de böyle yapmıştır. Altı kişilik şura oluşturmuş, seçmeden dışarı çıkan olursa başını kesin talimatını vermiştir. Kur’an da burada bize bunu öğretmektedir.

أَنْ يَأْتِيَكُمْ التَّابُوتُ (EaN YaETıYaKuMu eLtTAvBUvTu)  “Tabutun size gelmesidir.”

Tabut size gelecektir. Siz onunla kimin hükümdar olduğunu göreceksiniz. Meclisin kimi başkan seçtiği ilmî şûra üyelerine bildirilmektedir. Halka açıklanmamaktadır. İlmî şûra üyeleri adaylarının askeri şûra tarafından kabul edilmediğini öğrenmektedirler. Onu bir daha hiçbir ilmî şûra üyesi aday göstermemektedir. Şûra üyelerinin hepsi adaylarını değiştirdiği için hangi adayın kabul olunmadığı da halk tarafından bilinmemektedir. Halk ancak tahta geçme merasimi icra edildiği zaman başkomutanlarını öğrenmektedir.

Merasimde tabut geliyor. Tabut Kur’an’da iki defa geçiyor. Biri Musa Peygamberin Nil’e konduğu tabuttur. Diğeri de buradadır.

Tabut” sandık demektir. Bugün yalnız cenazelerin konduğu yere tabut demekteyiz. “Tabut” kelimesinin kökü “TVB” olabilir. Sondaki “T” ektir. Vezni “FaGLUT” olur. Kökü “TLV” olabilir. O zaman vezni “FAGUT” olur. “T” kök harflerden olur.  

Buna göre anlamları:

1-     Geri dönme anlamına gelen tevbe olabilir. Geri getiren anlamındadır. Eşya konur, sonra gerektiği zaman çıkarılır. Saklama sandığı, gerektiğinde çıkarma sandığı anlamına gelmiş olur.

2-     “TVT” “ÇBT”ye benzer. Çakılmış anlamına gelir ki, sandığın yapılış şeklini göstermiş olur.

3-     “TBV” “TBB” kökü ile akrabadır. Kurutulmuş mânâsına gelir ki, kuru ağaçtan yapılmış demek olur.

Hangi kökten alırsak alalım, mânâsı için kıymetli eşyanın içine konup saklandığı sandık demektir.

Bir devlet veya bucak kurulduğu zaman, kurucular o devleti temsil eden bazı şeyler bırakırlar.

Bunları şöyle sıralayabiliriz.

a)      Başkanların oturdukları tahtı bırakırlar. Bunlar kürsi ve arştır. Kürsi, yalnız hükümdarın oturduğu sandalyedir, özel koltuktur.  Arş ise yüksek alandır, sahnedir. Orada hükümdar oturduğu gibi onun erkânı da yani melei de oturur.  Bu umumiyetle saray içinde olur ve sarayda o makamı işgal eden kimse hükümdar olarak kalır.

b)     Devlet veya bucak başkanının bıraktığı başka bir şey de elbisedir. Bir başörtüsü yapılır ve o başörtüsü haleflere intikal eder. Kim tacı başına koyarsa o hükümdar olmuş olur. Başörtüsüne bir de kaftan elbisesi yani palto dikilir. Özel işaretleri taşıyan bu elbiseyi giyen hükümdar olur.

c)      Bırakılan başka bir şey de bayrak ve sancaktır. Sancağın dikildiği bina o hükümdarın oturduğu binadır. Hükümdar oradan ülkeyi yönetir. Her devletin kendine özgü sancağı vardır. O devletin hükümdarları onun dalgalandığı binada otururlar. Ayrıca kendi yönetiminde bulunan bütün yerlerde bayraklar asılır. O bayrakla o ülkenin hangi devlete ait olduğu bilinir.

d)     Her devlet kendisine özgü para basar ve paranın üzerinde devletin adı yazılır. Hangi devletin veya bucağın yönetiminde olduğu o para üzerindeki adla bilinir. Ayrıca her toplantıda toplantılar açılırken kimin himayesinde ise onun adının anılması gerekir. Bana göre ezan ve kamette küçük değişiklik yapmak gerekir. Dört defa tekbir getirildikten sonra iki defa Allah’ın tekliğine şehadet edilmektedir. Bundan sonra Hazreti Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şehadet edilmektedir. Bana göre önce Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna şehadet edilmeli, “Eşhedü Enne el-Kur’ane Kitabullah” denmelidir. Çünkü biz Kur’an’a inandıktan sonra resule inanıyoruz. Sonra Hazreti Muhammed’in Allah’ın resulü olduğu söylenecektir. Bundan sonra da bucak başkanının adı ile imamına denmesi gerekir. Eşhedü Enne İmamuna fulanun denmelidir. İki defa bu söylendikten sonra “Haydin felaha, haydin felaha” denmelidir. Böylece o bucağın kime ait olduğu açıkça bilinmelidir.  İlçe merkez bucaklarında il parası geçerli olmalıdır. Ezan ve kametlerde il başkanının adı okunmalıdır. Bölge merkez illerin bucaklarında ve ilçelerin merkez bucaklarında da devletin parası geçmelidir, devlet başkanının ezanda ve kamette adları geçmelidir. Orada kaza icra yetkisi kime aitse onun adı geçmelidir.

Hükümdara ait kürsüye veya arşa yeni seçilen imam oturtulur ve hükümdara ait taç ve kaftan yeni hükümdara giydirilir. Böylece herkese yeni melik ilan edilmiş olur. Bayrak ve sancak ise meclisi temsil eder. Sancak meclis binasına asılır. Devlet başkanlığının binası da onun içindedir.

فِيهِ سَكِينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ (FIyHı SaKIyNaTun MiN RabBıKuM)

“İçinde Rabbinizden sekinet vardır.”

O tabutun içinde bir sekinet vardır.

Tabut kelimesi marifedir. O halde bir sandık yapılacak, bucak, il veya devlet kurulduğu zaman sandık yapılacak ve sandık içine özel kıyafet konacaktır. O kıyafet her zaman değil, sadece resmi merasimlerde giyilecektir. Hükümdar olduğu zaman o kıyafetle halkın karşısına çıkacaktır.

O sandığın içinde Rabbinizden bir sekinet de vardır.

Acaba “sekinet” nedir?

Sekinet” burada nekre gelmiştir. Dolayısıyla bir tek sekinet yoktur, sekinetlerden biri vardır. “Sekinet” kelimesi sükûnet anlamındadır. Yani düzen anlamında olup, karışıklığın ve isyan hareketlerinin olmamasını gösteren bir alamet demektir.

“Sikkin” bıçak demektir. “Sekine” de kılıç anlamına gelir.

Hükümdarların özel kılıçları olur, onu haleflerine bırakırlar. Ne var ki bu kılıç marifeli değildir. Dolayısıyla kurucunun kullandığı kılıç değildir. Ordu komutanı başkan olduktan sonra kılıcını yani silahını tabuta koyar. Artık o kendisini kendisi korumaz. Askerine zorla itaat ettirmez. Askerler onu korurlar. Dolayısıyla o silahını taşımaz. Bunun anlamı şudur. Diğer orgeneraller onu korumayacaklarsa o kimse başkan olamaz. Onun için biz diyoruz ki, seçilen devlet başkanına ordu komutanları ittifakla itaat ederlerse o başkan olur. İttifakla başkanlığını kabul etmezlerse, o zaman onun başkanlığı onaylanmamış olur. Meclis başka birini başkan seçer.

Yukarıda açıklamadığımız bir hususu burada açıklayalım. Meclis başkanı dört şuranın da başkanıdır; ilmi şuranın başkanıdır, dini şuranın başkanıdır, mesleki şuranın başkandır, askeri şuranın başkanıdır. Bu genel kuraldır. Devlet başkanını seçtirdikten sonra elde ettikleri sonuçları ilmi şura sorumlularına arz eder. Onların reddetme hakları yoktur. Meclisin kararına uymak zorundadırlar. Meclis başkanı elde ettiği sonuçları askeri şuraya getirir. Askeri şurada ittifakla kabul etmeleri hususunda telkinde bulunur. Ama askeri şurada birisi muhalif olsa bile artık o cumhurbaşkanı seçilmemiş olur. Seçilirse silahını başkana teslim eder ve artık kendisini koruyan kimse silah değil, ona itaat eden komutanlardır. “Allah seni korur” âyeti buna delâlet ettiği gibi, bundan sonra Hazreti Muhammed aleyhisselâmın da korumalarını uzaklaştırdığını görürüz. Şuranın dışında başkanın özel koruması olmaz. Başkan artık kendisini korumakla değil, ulusunu korumakla meşgul olmalıdır. Bugün bunu sağlamak için ikinci veya üçüncü defa seçilmeleri usulü terk edilmiştir. Seçilen başkan 63 yaşına gelinceye kadar başkanlık yapar ama artık seçilme şansı yaş dolayısıyla kalmaz.

Burada işaret edilen başka bir şey vardır. Her ne suretle olursa olsun, bir kimse eğer bozulan iç güvenliği sağlamışsa o meliktir, yani başkomutandır. Bu usul Türkiye’de padişahlar zamanında uygulanmıştır. Herhangi bir suretle hanedandan biri tahtı ele geçirince halk ona itaat etmiştir. İstiklâl Savaşı’nda da Mustafa Kemal’e böyle itaat etmiştir. Sonra İsmet İnönü’ye de itirazsız itaat etmiştir. Seçimleri kazanan bütün partilere itaat edilmiştir. Cemal Gürsel askeri darbe yapmış, ona da itaat edilmiştir. Sonra Kenan Evren askeri müdahale yapmış, yine itaat edilmiştir. Arada Nihat Erim, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit hükümetleri de böyle darbeler sonunda gelmiştir. Ama halk hep itaat etmiştir. Çünkü bunlar güven sağlamışlardır.

O halde eğer seçilmiş biri olarak sekineti sağlamıyorsa o melik değildir demektir. Ona itaat caiz değildir. Bu şu sonuca varmaz mı? Biz itaat etmezsek o gücünü nereden sağlayacaktır? Biz melike itaat etmeyiz. Biz bizim biat ettiğimiz komutanımıza itaat ederiz. Sonunda askeri şura itaat ederse itaat etmiş oluruz, etmezse biz de itaat etmeyiz. Ancak bu ona karşı geliriz anlamında değildir. Eğer iç güvenliği sağlamışsa biat ederiz. Yoksa bekleriz. Bizim tâbi olduğumuz komutanımız başkana isyan ederse uymayız. Ama eğer onu güçlü kılmak istiyorsa, o zaman komutanımızın yanında oluruz. Herkesin komutanı terk edip başka komutana gitme yetkisi vardır. Biz de eğer başkanlığını kabul ediyorsak onu tutan komutanın birliğine katılırız. Tutmuyorsak, tutmayan komutanın birliğine katılırız. Ama karşı gelenle bir olup savaşmayız. Zorlarsa birliğinden ayrılırız. Demek ki güveni sağlayan kimseye karşı çıkmayız. Ona itaat ederiz. Güveni sağlayamamış ama savaşmakta ve iç çatışmada iseler, biz tarafsız oluruz. Kim kazanırsa, kim galip gelirse onun yanında oluruz. Zorla gelmiş başkomutanı uzaklaştırma işi askeri şuraya ve ilmi şuraya ait bir iştir. O günkü şartlara göre savaşsız çözmeliyiz. En büyük silahımız ülkeyi terk etmek, galibi kendi başına bırakmaktır. Göç ettiğimiz yerde de bizi rahat bırakmazlarsa, o zaman savaşıp ülkemizi yeniden fethederiz.

“Rabbinizden sekinet vardır” denmektedir. Rabbiniz, sizi yetiştiren demektir. Allah, topluluğu ifade etmektedir. Rabbiniz demek, sizi eğiten teşkilat demektir. Dört çeşit eğitim vardır. İlmî eğitim, ahlâkî eğitim, meslekî eğitim ve askerî eğitim. Askerî eğitim sekinet eğitimidir. Bu da biat sistemi ile gerçekleşmektedir. Askeri organizasyon askeri eğitim demektir.

İki kişi bir araya gelince biri başkan olur. Ayrı hareketlerde ve savunmada ona uyar. Askeri teşkilatın temeli de onlu sistemdir. Ancak sivil teşkilatta nüfus esastır. Çocuk ve kadınlar da dâhildir. Normal ailenin en azı 3, en çoğu 10 kişi kabul edilir. Ortalama olarak 10 aile bir aşireti oluşturur. Bu ilk sosyal kuruluştur. Ondan sonra kabile gelmektedir. Arada aileye tekabül eden semt vardır. 100 aşiret bir kabile oluşturur. Semtlerin yaklaşık sayısı ondur. Ondan sonra şa’b yani il gelir. O da 100 bucaktan yani kabileden oluşur. Arada ilçe vardır. Bir ilde yaklaşık 10 ilçe vardır. 100 il bir ülkedir. Bölgeler ülkenin aileleri şeklindedir. İnsanlık bir bütündür, yaklaşık olarak 100 ülkeden oluşmaktadır. Ona yakın kıta vardır. Burada sivil teşkilatlanma mevcuttur.

Askeri teşkilatlanma ise yalnız savaşçı erkeklerden oluşur. On kişilik birlik mangayı oluşturur. Üç tane üçerlik timi, bir de komutanları vardır. Buna onbaşı denmektedir. Tim aileye, manga aşirete benzemektedir. Sonra bölük gelir. Bölük on mangadan oluşur. Üçer manga birer takımı oluşturur. Merkez manga bölüğün karargâhıdır. Sonra alay gelir, on bölükten oluşur. Üçer bölük birer taburdur. Merkez bölük, onuncu bölük alayın karargâhıdır. Sonra tümen gelir. On alay bir tümeni oluşturur. Üç tümen bir tugaydır. Merkez alay tümenin karargâhıdır. Sonra ordu gelir. On tümen bir orduyu oluşturur ve üç tümen bir kolordudur. Merkez tümen ordunun karargâhıdır.

Sivilde onlu-yüzlü teşkilatlanma vardır. Askerlikte ise üçlü-onlu teşkilatlanma vardır.

Bu şekilde organize olmuş kimselerden oluşanlara “mü’minler” denmektedir. Silahı bunlar taşırlar ve güvenlik yani sekine de bunlar tarafından sağlanır.

“Rabbinizden sekinet vardır” demek, bu teşkilatlanma oluşmuştur ve bu teşkilat askerlere güvenlik ve savaş eğitimini vermektedir demektir. İnsanlar savaş eğitiminden çok, iç düzene ve örgütlenmeye eğitilmelidirler. Bedel verenler askere gitmezler ve silah taşımazlar. Oysa nöbetliler her yıl askeri birliklerine katılır ve nöbet tutarlar. İşte, seçilen başkan ordu komutanlarının desteğini almıştır. Bu desteğini gösteren alamet tabutun içinde mevcuttur. Bu işaret mevcut ordu komutanlarının katıldıklarına dair, ittifak ettiklerine dair belgedir, yazılı imzadır. Bu sandığın içinde iki belge mevcut olacaktır. Birincisi, milletvekillerinin verdikleri sıralama pusulası konacaktır. Bu saklanacaktır. Sonra da o günkü ordu komutanlarının bu melike biat ettiklerine dair yazılı belgedir. Burada meclis başkanının da imzası olacaktır.

Kur’an buna “sekinet” demektedir. Her devletin ayrı başkanı ve ayrı sekinesi olduğu için sekine nekiredir. Yahut her hükümdar için bu belgeler ayrı ayrı tanzim edildiği için sekine nekiredir.

وَبَقِيَّةٌ (Va BaQıyYaTun)  “Ve bakıyye vardır.”

Baka” geri kalan demektir, artık demektir.

Bir tastan su içersiniz, bir kısmı tasta kalır, o bakiyedir.

Bir devletin kuruluşu başkadır, kurulduktan sonra yönetimi başkadır. Bir bucak oluşurken bucak halkı kendilerine birer ilmi danışman seçerler, bu aynı zamanda ilmi danışmandır. Bir bucağın en az yirmide birinin ilmi danışmanı olan kimse dayanışma ortaklığı sorumlusudur, ortaklarının temsilcisidir. İlmî şûranın üyesidir. Kendisi artık orta ehliyetli olmuştur.

Burada birinin orta ehliyetli olması için bir yerden diploma alması gerekmektedir. Sonra bir ilde on orta ehliyetli birini kendilerine ilmi danışman seçmiş ise o da yüksek ehliyetlidir. İl merkez bucağını oluştururlar. İl dayanışma sorumlularıdır. İl meclisinde il halkını temsil ederler. Onu bir araya gelerek il dayanışma ortaklığını kurarlar. Bunlar başka bir yerden diploma almış değildirler. On il yüksek ehliyetlinin ortak ilmi danışmanı ülke meclisi üyesidir. Bu üstün ehliyete sahiptir. Bunlar da üniversite kurarlar. Üniversitelerin rektörleri birer temsilci âlimi Mekke’ye gönderir. Bunlar Mekke bucağının kurucularıdır. Bu ilk kuruluş böyledir.

İnsanlar sadece seçimle orta, yüksek, üstün ehliyete sahip olur ve bunlar ilk, orta ve yüksek okullar kurarlar. Bunlar akademik kariyer yaptırırlar. Bu ilk kurucular imtihana tâbi tutulup diploma almamışlardır.

Bundan sonra ortak imtihanlar yapılacak, imtihanlara grip kazananlar orta, yüksek ve üstün ehliyet alanlar olacaktır. Artık seçilebilmek için bu ehliyete sahip olmamız gerekir.

İşte bu bakiyedir. Hazreti Musa ve Hazreti Harun âllerinin bakiyesidir. Çünkü onlar kuruculardır. “Bakiye” kelimesi nekire getirilmiştir. Müfrettir. O halde Hazreti Musa ve Hazreti Harun’dan bakiye kalan aynı şeydir, ortak bakiye kalmıştır. Devleti kuranlar bir düzen getirirler, bir anayasa yaparlar. Ondan sonra gelenler o anayasaya göre hareket ederler. Yeni görevliler o anayasaya göre görev alırlar. Hazreti Musa’nın ve Hazreti Harun’un bıraktıkları kurallarla seçilmiştir melik. İşte sandıkta onların bıraktıkları kurallara göre seçtiğine dair belgeler ve eşyalar mevcuttur demektir.

Anayasamızın değişmez maddeleri vardır. Bu değişmez maddeleri koyanlar kuruculardır. 1924 anayasasında konan temel kurallardır. Peki, ondan sonra bir daha değişiklik olmayacak mıdır? O anayasa öyle mi devam edecektir? Devletin temel yapısı değişmez. Onu değiştirebilmeniz için onu yıkmanız gerekmektedir. Bir arpa tohumu ile yetişen bitki buğday yapılamaz. Asıl mesele o bakiye nedir? Yani baki olan, değişmeyen nedir? Onu tesbit etmektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuranlar neleri devletin temeli yapmışlardır?

Bizim tesbit ettiklerimiz nelerdir?

1)     Türkiye Misak-ı Milli ile çizilmiş hudutlar arasında yerleşmiş bir devlettir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi ile bu sınırların değiştirilmemesi hedeflenmiştir. Genişleme politikasından vazgeçilmiş, bölünmeye karşı da şiddetli tedbirler alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devam ettiği müddetçe kurulamaz. Böyle bir bölünme bu devletin yıkılmasıdır.

2)     Türkiye devletinin halkı Türklerden oluşmaktadır. Türk olmak için; a) Türkiyeli olmak veya Türkiye’ye göç etmek. Çift vatandaşlık kabul edilmemiştir. b) Türküm demek. Türk olmadığını iddia eden Türk vatandaşı olamaz. Türkiye’de oturabilir. c) Türkçeyi bilmek. Başka dil bilmemek değil, Türkçeyi bilmek devletin temel ilkesi kabul edilmiştir. Türkçeden başka resmi dil kabul edilemez. d) Din olarak da Müslüman olmaktır. Hıristiyanlar ve Yahudiler azınlıktırlar, vatandaşlık bakımından Türktürler, ama esas Türk halkı Müslüman halktır. Bunlar değiştirilemez. Türkiye’nin laik olması Müslüman olması anlamını taşımıyor, dini doğmaların üstünde müsbet ilmî verilere uyması anlamındadır.

3)     Türkiye devleti, hâkimiyet-i milliye, kuvva-yı milliye, vahdet-i kuvva ve müsbet ilim ilkeleri üzerinde oturtulmuştur. Türkiye Avrupa Birliği’ne giremez, Türkiye bir başka devletin himayesini kabul edemez, Türkiye federe devlet hâline getirilemez, Türkiye yönetimde laik anlayışı terk edemez.

4)     Türkiye milliyetçi ve inkılâpçıdır, Türkiye cumhuriyetçi ve lâiktir, Türkiye devletçi ve halkçıdır. Siz bu devleti yıkabilirsiniz ama bu ilkelerden vazgeçiremezsiniz.

İşte, demek ki her devletin kurucuları tarafından konmuş temel ilkeleri vardır. Buna bakiye denmektedir, yani değişmez temelleri demektir. Talut temel ilkeler ve kurallar içinde seçilmiştir. Türk devlet yapısında milletin yegâne mümessili meclistir. Çift başlılık yoktur. Cumhurbaşkanını meclis seçer, halk seçmez. Böyle bir kanun yarın askeri darbelerle değiştirilmek zorunda bırakır. Seçilecek kimse orgeneral olursa bu tehlike olmaz.

مِمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَى وَآلُ هَارُونَ (MinMAv TaRAKa ALu MUvSAv Va ALu HAvRUvNa)

“Âli Musa ve Âli Harun’un terk ettiğinden”

“Bakiyye” nekire ve tekildir. O halde bırakılan şey tektir. Her devletin kendisine hastır. Onun için nekire gelmiştir. Âli Musa’nın ve Âli Harun’un bıraktığıdır. “Mimmâ Tereke” kelimesi tekrar etmemiştir. Öyle ise terk edilen tektir. Yasalar, kurallar tektir. Herkes aynı kurallara göre hareket eder. Sözleşme serbestliği vardır. Çoklu hukuk vardır. Şeriat vardır. Ama kaza birdir. Yargı tektir. Hakem kararlarının infazı tektir. Bucak başkanına verilmiştir.

Burada “tereke” demek, Âli Harun ve Âli Musa tarafından konan kurallar demektir. Bu kurallar çoktur ve bu kurallar değişmektedir. Ama değişmeyen ve baki kalan kurallar da vardır. İşte seçme ve seçilme kuralları ona uyacaktır. Ekseriyet sistemi kabul edilmiştir. Bu değiştirilemez. Ama ekseriyet sistemi yanlış olduğu ve bunun zararlarını gidermek için getireceğimiz yeni sistemle cumhurbaşkanı seçilir, fakat en sonunda bu meclisin ekseriyetine de onaylatılır. Bu her zaman gerçekleşecek bir olaydır. Çünkü uzlaşarak seçilmiştir. Demokratik ve ilmî kurallarla seçilmiştir. Meclisin bunu reddetmesi düşünülemez. Reddetse bile, yeniden başkası demokratik ve ilmî usulle seçilir.

Burada önemli bir husus vardır. Âli Musa ve Âli Harun denmektedir. Hazreti Musa ve Hazreti Harun kardeştirler. Âllerinin de aynı olması gerekir. Ama böyle yapılmamış, ikiye ayrılmış, devlet yönetimi iki geleneğe bağlanmıştır. Acaba burada ayrılan nedir? Hazreti Musa’nın peygamberliği siyasidir. Şeriatı uygulamakla ilgilidir ve askeridir. Hazreti Harun peygamberin görevi daha çok dinîdir. Bu ayırımı biliyoruz.

Bugün için bu ayırımı nasıl yapacağız? Ordu ve hükümet olarak yapacağız. Bizim bugün ayıracağımız iki yönetim kolu bunlardır. Birini başkomutan temsil eder, bu genelkurmay başkanlığıdır. Diğerini de başbakan temsil eder, bu da vezir Harun’dur. Meclis başkanı ise nebinin yerine geçmektedir.

Burada “Âli” kelimeleri tekerrür etmiştir. “Âli” “vali” kelimesi ile akrabadır. Tevali eden yani sürdüren demektir. Hazreti Musa’nın ve Hazreti Harun’un görevlerini sürdüren, yani halef-selef olanlar demektir. Kurucu başkandan sonra gelenler, onların bıraktıkları yerden görevi alırlar ve sürdürürler. Devlette, ilde ve bucakta süreklilik esastır. Yani başkan değişmekle topluluğun şahsiyeti değişmez, bütün müktesebatı ile devletin kişiliği devam eder.

Buradan yine şunu öğreniyoruz ki, meclis dışında hükümetin ayrı kişiliği vardır, ordunun ayrı kişiliği vardır. Bu sebeple “Âli” kelimesi tekrar edilmiştir. Başkanlar da ayrıdır. Yani başbakan genelkurmaya, genelkurmay da başbakana bağlı değildir. İkisinin ayrı kişilikleri vardır. Gerek hükümetin oluşması, gerekse ordunun teşkilatlanması aynı yasa ile olmaktadır. Anayasa birdir ama kişilikleri ayrı ayrıdır.

Nebi var, Âli Musa var, Âli Harun var. Başbakan atanmasında da aynı merasim ifa edilir. Hükümdarın atanmasında da aynı merasim ifa edilir.

Burada bir şeyi aklımızdan çıkarmamalıyız. Burada anlatılan devlet seviyesinde bir teşkilatlanma vardır. Ama bu sonunda bir merkez bucağının teşkilatlanmasıdır. Melik İsrail oğullarına yani bir kavme seçilmektedir. Savaş amacı ile seçilmektedir. Buradan anlıyoruz ki, bu devlet başkanının seçimidir. Ancak kıyas yoluyla diğer başkanlar da bu şekilde seçilecektir.

Her bucağın ora halkından oluşan meclisleri vardır, şuraları vardır. Başkanları vardır, melikleri vardır, vezirleri vardır. Her bucak kendi başkanını kendisi seçer. Merkezden atama yoktur. Bucak yönetimlerinin görevi hukuk düzenlerini kurmaktır. Kamu hukukunu, ceza hukukunu kendi bucakları için kendilerinin oluşturmasıdır. Her bucağın kendi yaptığı kendisine has kamu hukuku vardır. Özel hukuk ise serbest sözleşmelerden oluşur ve mezheplere göre değişiktir. Kişi istediği hukuka uyar.

İllerde merkez bucaklar vardır. Bunlar il halkının ilmî temsilcileri tarafından oluşturulmuştur. Temsilci olmayanların bu bucak yönetiminde söz yetkileri yoktur. İllerin görevi iç güvenliği sağlamaktır. Jandarma teşkilatını bunlar oluşturur, hakemlerin kararlarına uymayanları bunlar tenkil eder. Burada cephe yoktur, kişi vardır, hakem kararlarına uymayan kişi vardır.

Ülkede, ülke ilmî meclis üyelerinin oluşturduğu merkez bucak vardır. Burada da merkez bucağın başkanı seçilmektedir. Bu başkan taşraya başkanlık yapamaz. Bunun içindir ki devlet başkanını halk seçmez, merkez bucağın üyeleri yani meclis seçer. İnsanlığın merkez bucağı da Mekke bucağıdır. Ülkenin görevi dış güvenliği sağlamadır, savunmadır. İnsanlık ise uygarlaşma görevini yüklenmiştir.

Burada İsrail oğullarına atanan bir kraldan bahsetmektedir. Ama bütün bucakların başkanlarının nasıl atanacağını anlatmaktadır. Bucak başkanı kazai infaz başkanıdır, yani hakemlerin verdikleri kararları bucak başkanları infaz ederler. Devlet başkanları bu infazlara karışmazlar. Nitekim bu uygulama bugün de böyledir.

تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ (TaXMiLuHuv eLMaLAEiKaTu)  

“Melekler onu hamlederler.”

Melaike” meleğin cemidir. Burada marife gelmiştir. “Melek” “melik” ile aynı köktendir. “Melik” hükümdar demektir. “Melek” de görevli demektir. Kamu görevlerini görmekle yükümlü olan kimseler melektirler. Allah’ın da kamu görevleri yapan melekleri vardır. Allah’ın melekleri Kâinatı tedvir etmektedirler. Allah’ın halifesi olan topluluğun melekleri de kamu görevlileridir. Hükümdarın hükümdarlığını belirleyen tabutu resmi görevliler taşırlar. Meclis başkanı askeri şuraya başkanlık yapar ve askeri şura meclisin sıralama usulü ile seçtiği başkanın başkanlığını onayladıktan sonra meclis başkanı tabutu hazırlar ve merasim kıtasına teslim eder. İşte o merasim kıtası tabutu taşıyarak halkın önüne gelirler ve orada başkan olarak seçilen kimsenin başkanlığını belirleyen belgeleri arz ederek teslim ederler. Askeri komuta onun emrine geçer.

Merasim kıtası silahlı kimselerdir. Meclis başkanının emrini beklerler. Başkan nereye işaret ederse onu yaparlar. Padişahların cellâtları gibidir. Kalk dediği zaman, kişi muhakemesiz kalkar. Bucak başkanına bu kadar büyük yetki verilmiştir. Yalnız diyeti hem de ağır diyeti ödemesi gerekir. Bu iş yapacak olanlar da tabutu taşıyan meleklerdir. Ölüm korkusunun bulunmadığı yerde düzen sağlanmaz.

Devlet başkanının emrinde bulunacak böyle bir time ihtiyaç vardır. İllerde ve bucaklarda olmasa da olur. Sonunda onları koruyan bir üst güç vardır. Ama devletin üstünde güç olmadığı için devletin gücünü gösteren bir kuruluşun mevcut olması gerekir. Allah insanları nasıl yaratmışsa öyle kabul etmek durumundayız. Biz insanı kendimiz istediğimiz gibi yapamayız. İnsanlık bugün şaşırmış bir şekilde yaşamaktadır. Herkes huzursuzdur. Çünkü şeriat yani hukuk düzeni yoktur.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لَكُمْ (EinNa FIy ÜaLıKa La EAYaTan LaKuM)  

“Sizin için burada bir âyet vardır.”

İşte, sizin için burada mülkünün âyeti dışında da bir âyet vardır. Başka bir belge vardır. Talut’un belli olması dışında bir âyet daha vardır.

“Âyet” burada nekre gelmiştir. Dolayısıyla yukarıdaki âyetten farklıdır. Buradaki “zâlike” tabuta gitmekte midir, yoksa onu meleklerin taşımasına mı gitmektedir? İşaret ismi olduğu için meleklerin taşımasına gitmiş olabilir. O takdirde meleklerin onu taşıması da âyettir. Tabutun muhtevası âyet olduğu gibi, tabutu resmi bir kıtanın taşıması da hükümdarın seçilmiş olduğunu ve Talut’un hükümdar olduğuna delâlet eder. Çünkü bu kıta başka birisi için tabutla bir yere çıkmaz. Resmi silahlı kıta krallığını onaylamıştır demektir. Sizin için bu bir âyettir.

Demek ki seçim bir merasimle kutlanacaktır. Böylece halk hükümdarın kim olduğunu öğrenecektir. Bu uygulama askeri düzen için gereklidir, sivil düzen için gerekli değildir. Savaş sadece devlet seviyesinde olduğundan dolayı bu merasimin il veya bucak seviyesinde yapılması da gerekmeyecektir. Hattâ insanlık merkezi olan Mekke’de böyle askeri bir merasim icra edilmez. Çünkü başka merkezlere savaşma yetkisi verilmemiştir. İnsanlığın güvenliğini tesis edenler de devletlerdir, ulusal devletlerdir. Kur’an’da bunu İsrail oğulları örneğinde anlatmasının sebebi budur.

إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ (248) (EiN KuNTuM MuEMıNIyNa)  

“Mü’min iseniz sizin için bunda âyet vardır.”

Bunun anlamı şudur ki, ordu bu sandığa ve askeri kıtaya bakarak itaat edecektir.

Burada şu soru sorulur: Bir kimse devlete isyan eden bir komutana itaat edecek midir?

Hayır.

Tabut kimin emrinde ise, merasim kıtası kimin için tabutu taşıyorsa ona itaat edilecektir. Zorla gasbetmiş olsa da yine ona itaat edilecektir. Fitnenin durması için ona itaat edilecektir. Gasbetmiş ise sonra o onun elinden kurtarılır. Ondan sonra ona itaatten vazgeçilir. Bayrak işi de böyledir. Hangi kaleye bayrak dikilmişse biz ona itaat ederiz. Bayrağı kurtarma işi ise sonraki iştir.

Burada istenen askeri şuranın iktidar işini kendi aralarında şura toplantısında kesin olarak halletmesidir. Savaşı meydana taşımamasıdır. Orada galip gelen itaate layıktır. Orada layık olduğunu göstermesi demek, muhafız alayının ona itaat etmesi demektir. Başka bir deyişle, ordu devlet başkanının kim olacağına karışmaz. Ordu komutanları ordularıyla devlet merkezine yürümezler. Devlet başkanını ve meclisi koruyan muhafız alayıdır. Muhafız alayının hâkim kadrosu da merasim bölüğüdür veya takımıdır. Onlar meclis başkanının emrindedir. Kimlere ne emrederse onu yaparlar. Meclis başkanının anormal bir hareket yapması hâlinde yargı yolu açıktır.  

Muhafız alayının oluşması da önem kazanmaktadır. Eğer muhafız alayı meclis başkanı tarafından oluşturulursa, sonunda onun diktatörlüğüne gidilmiş olur. Dolayısıyla dengenin sağlanması gerekir.

Meclis içinde meclis başkanı hâkim olsa bile, ülkede ordunun hâkimiyeti sözkonusu olduğu için ordu başkanlarını meclis başkanı değil de melik atayacağı için böyle bir dikta rejim teessüs etmez. Denge taşra ile merkez arasında kurulmuş olur. Merkezde muhafız alayı ile meclis başkanı hâkimdir. Taşrada ise melik ve ordu komutanları hâkimdir. Ordu komutanları halkın biatı ile oluşmuşlardır. Dolayısıyla sadece melike bağlı değildirler. Melik meclise saygılı olduğu müddetçe ona itaat ederler. Yoksa meclisi saymayan bir melike ordular itaat etmez.

 

 

 


BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
1-BAKARA SURESİ16/01/2006-12/01/2008
3456 Okunma
2-bakara11-20
2476 Okunma
3-bakara21-30
2607 Okunma
4-bakara30-37
2330 Okunma
5-bakara37-48
2594 Okunma
6-bakara 49-57
3195 Okunma
7-bakara 59-61
3193 Okunma
8-bakara 62-69
2562 Okunma
9-bakara 70-76
3602 Okunma
10-bakara 77-83
2834 Okunma
11-bakara 84-88
2375 Okunma
12-bakara 89-93
2498 Okunma
13-bakara 94-101
2699 Okunma
14-bakara 102-105
3574 Okunma
15-bakara 106-112
2745 Okunma
16-bakara 113-119
2825 Okunma
17-bakara 120-123
2714 Okunma
18-bakara 124-130
2395 Okunma
19-bakara 132-138
2264 Okunma
20-bakara 139-143
2182 Okunma
21-bakara 144-149
2665 Okunma
22-bakara 150-158
2558 Okunma
23-bakara 159-165
2161 Okunma
24-bakara 166-173
2577 Okunma
25-bakara 174-177
2673 Okunma
26-bakara 178-182
2411 Okunma
27-bakara 185-187
6471 Okunma
28-bakara 188-194
2546 Okunma
29-bakara 195-198
2921 Okunma
30-bakara 199-206
2451 Okunma
31-bakara 207-213
2858 Okunma
32-bakara 215-217
2288 Okunma
33-bakara 218-221
2784 Okunma
34-bakara 222-228
3097 Okunma
35-bakara 229-232
3691 Okunma
36-bakara 233-235
2368 Okunma
37-bakara 236-242
2574 Okunma
38-bakara 243-246
2698 Okunma
39-bakara 247-248
2945 Okunma
40-bakara 249-252
3245 Okunma
41-BAKARA 253-256
2781 Okunma
42-BAKARA 257-259
2628 Okunma
43-BAKARA 260-264
3196 Okunma
44-BAKARA 265-269
2373 Okunma
45-BAKARA 270-274
2717 Okunma
46-BAKARA 275-277
2423 Okunma
47-BAKARA 278-281
2452 Okunma
48-BAKARA 282 TEDAYÜN(BORÇLAŞMA)
2887 Okunma
49-BAKARA 283-284
2592 Okunma
50-BAKARA 285-286 (AMENER RASULÜ)
3807 Okunma

© 2024 - Akevler