ADİL DÜZEN 363
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 25. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَلَمَّا جَاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَمَّا جَاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِهِ فَلَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الْكَافِرِينَ(89)
بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِهِ أَنفُسَهُمْ أَنْ يَكْفُرُوا بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ بَغْيًا أَنْ يُنَزِّلَ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ فَبَاءُوا بِغَضَبٍ عَلَى غَضَبٍ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُهِينٌ(90)
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ أَنْبِيَاءَ اللَّهِ مِنْ قَبْلُ إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ(91)
وَلَمَّا جَاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ (Va LamMAv CAvEHuM KiTAB un MiN GıNDı eLLAHi)
“Onlara Allah’ın indinden bir kitap geldiğinde.”
Daha önce İsrail oğullarından bahsederek Hazreti Musa’ya Kitab verildiğini, sonra resullerle takfiye edildiğini ve Hazreti İsa’ya da beyyinât verdiğini ifade etmiş, bunu gaib sigası ile getirmişti.
Hemen arkasından Fa-i tafsiliye ile “Küllema Câeküm” denmiş, gaibden hitaba geçmişti.
Artık yalnız İsrail oğullarına değil de, bize yani mü’minlere ve İsrail oğullarına birlikte hitaba başlamıştır. Böylece mü’minler ile İsrail oğulları arasında diyalogu emretmiş bulunmaktadır.
Verilen görev ortaklaşa görevdir. Buna Hazreti İsa’yı da eklediğine göre, demek ki bu üç din birlikte hareket ederek yeryüzünde “Adil Düzen”i tesis etmeleri gerekir. İlahi emir budur.
İsrail oğulları ilim ve ekonomide “Adil Düzen”e katkıda bulunacaklar, Hıristiyanlar teknikte ve savaşlar ile katkıda bulunacaklar, mü’minler adil şeriat düzenini tesis edeceklerdir. “Adil Düzen” silah zoru ile gelmeyecektir. “Adil Düzen” adil olduğu için insanlık ister istemez onu kabul edecektir.
Burada Brahmanlardan ve Budistlerden bahsetmemektedir. Onlar da kıyas yolu ile bu kervana katılacaklardır. Hindulardan sınıflaşma yönünde yararlanacağız. İslamiyet’te doğuştan sınıflar yoktur. Ancak ilmî mertebeler vardır. Herkes yarışır, rütbe alan kamu ve genel hizmetlerde ona göre yerini alır. Bu da bir tür sınıflaşmadır. Kast sistemi kalkacak, onun yerine yarışmalı derece sistemi gelecektir. Budistlerden ise kişinin eğitilmesinde riyazet sistemini öğrenmiş olacağız.
İşte bu dinlerarası birliğe işaret etmek için “CÂEKÜM” denmemiş de, “CÂEHUM” denmiştir. Resuller için ise “CÂEKÜM” denmiştir. Çünkü resuller kendi zamanlarının ve kendi kavimlerinin resulleri idi. Oysa kitap her zamanın ve her devrin kitabıdır.
مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ (MuÖadDiQun LiMAv MaGaHuM)
“Beraberlerinde olanları musaddık olan bir kitab.”
İslâm uleması şöyle diyordu: Peygamberler silsile-i musaddikîn, filozoflar da silsile-i mükezzibîndir.
Peygamberlerin yolunda olanlar, geçmişte olanları kritik edip tekzib etmekle değil, geçmişte yapılan doğruları onaylamakla ve onların söylediklerini sürdürmekle meşguldürler. Tevrat’ı okuyun, İncil’i okuyun, Avestaları okuyun, Vedaları okuyun, hep aynı şeyleri bulacaksınız; kişileri topluluğa uyan iyi insan olarak yetiştirmek ve onlara “Adil Düzen”i öğretmek; barışı öğretmek, Hakkı öğretmek, şeriatı öğretmek...
Birbirlerini tasdik eder, tekzib etmezler. Şeriatlarında ve ibadetlerinde farklılıklar olsa bile, bu ayrılık değil, çevre ve çağa göre değişen şartlara uymak içindir.
Tevrat kurban üzerinde çok durmaktadır, çünkü Tevrat çoban topluluğuna inmiştir. Hıristiyanlıkta ise Kurban vecibesi kaldırılmıştır, çünkü İncil tarım topluluklarına gelmemiştir. Kur’an döneminde ise insanlık artık ticaret toplumuna geçmiş, hükümler buna göre değişmiştir. Ama temelde kitaplar aynı esasları getirmiştir.
İslâmiyet Hazreti Adem’den beri değişmemiştir. Kitaplar birbirini tekzib etmez, tasdik ederler.
Bunu sadece kitaplara hasretmemeliyiz. Kitapların açıklaması olan içtihat ve icmalar da böyledir. Mezhepler böyledir. Biz geçmişteki mezhepleri tekzib etmek için var değiliz. Hanefiler hata yapmış, Şafiiler hata yapmış, Zeydiler hata yapmış demiyoruz. Biz onları tasdik ediyoruz. Biz onların başlatıp geliştirdikleri şeriatı yüceltmek ve devam ettirmek için varız. Bunun gibi “Adil Düzen” için dünyada ve Türkiye’de yapılan çalışmaları da musaddıkız. Nurcular, Süleymancılar, tarikatlar, medreseler, Mehmet Âkifler, Seyit Kutuplar… Hepimiz silsile-i musaddikîniz. Hepimizin hataları vardır. Onların da hataları vardır. Allah hataları afv ve mağfiret edendir.
وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا (Va KAvNUv MıN QaBLu YaSTaFTiXUvNa GaLAy elLaÜIyNa KaFaRUv)
“Daha önce küfretmiş olanlar istiftah ediyorlardı.”
Dinler her zaman insanlara gelecekleri için ümit vermiştir. Kur’an da hep böyle yapmaktadır. Kur’an’da, “Kâfirler hoşlanmasa da Allah nûrunu tamamlayacaktır.” “Siz kâfirler mağlup olacaksınız.” denmiştir. Allah’ın dinine süluk edenler zaman zaman sıkıntıya girdiklerinde hemen Allah’ın bu vaatlerine sarılır, düşmanlarına ‘mağlup olacaksınız, biz galip geleceğiz’ diye haber verir ve onları korkutur, kendilerini de teselli ederlerdi.
Gerçekten Allah’ın dediği olur, biraz sonra bir peygamber gelir, bazen yeni kitap da getirir, İslâm tekrar parlar ve zafer kazanır. Ne var ki, bu hareket o devrin artık tebliği bırakıp da sömürü kuruluşu hâline gelen din adamlarından gelmez. Hareket Allah’ın görevlendirdiği beklenmedik topluluklardan ve kişilerden ortaya çıkar. İşte o zaman topluluk harekete karşı derhal cephe almaya başlar.
Bütün dinlerden Mesih ve Mehdi kavramı vardır. Ama, ne hikmetse gelenler hep tekzib edilmiştir. Yahudiler hâlâ Hazreti İsa’ya inanmıyorlar. Hıristiyanlar hâlâ Hazreti Muhammed’e inanmıyorlar. İncil’de ‘benden sonra biri gelecek’ diyor; onlar tekrar kendisi gelecek diye tevil ediyorlar; Kur’an ehline de inandırıyorlar. Herkes Mehdi gelecek diyor. Humeyni geliyor, mehdi olmuyor. Erbakan geliyor, mehdi olmuyor. Bediüzzaman geliyor, mehdi olmuyor. ‘Neden?’ dediğimizde, peygamberlerde olmayan vasıfları ona yüklüyorlar!
Nuh Peygamber kavmine gemi yaptı.
“Adil Düzen” sosyal gemidir; sosyal tufana karşı sosyal gemi. Nuh Peygamber yirmi senede gemiyi tamamladı. Bugünkü hesaplarla sosyal tufan yaklaşmıştır. Ne var ki biz hâlâ “Adil Düzen” gemisini tamamlayamadık. Nurcular ve tarikatlar “Adil Düzen”e dört elle sarılmaları gerekirken, CIA ile bir olup bizimle cidal etmektedirler. Biz İlâhiyatçıları ve İmam Hatip okullarını koruyup onlara yol açarken, onlar bize muhalif olan renksiz ve solcularla bir olup bizim aleyhimizde necva yapmaktadırlar. Oraları kendilerine arka bahçe yapan renksizler, yavuz hırsız ev sahibini bastırır anlamında oraların bizim arka bahçemiz olduğunu söylüyorlar!
Bunun böyle olduğu Kur’an’da haber veriliyor. Kader bu. Sünnetullah bu. Bu sebepledir ki bütün bu olanları biz son derece tabiî karşılıyor, bunları zaferimizin işareti olarak görüyoruz. Biz geçmişte yapılanları tasdik ediyoruz. Bu sebepledir ki bizim için III. Selim, II. Mahmut, Abdülhamit, Mustafa Kemal, Kenan Evren köşe taşlarıdır. Onların yaptıkları üzerinde biz “Adil Düzen”i kurmaya çalışıyoruz. Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Çiller de ekonomik hayatın yapıcıları olmuşlardır. Biz onlara karşı değiliz. Yaptıklarını yıkacak değiliz. Biz onları ne cennete ne cehenneme gönderiyoruz. Herkes kendi hesabını Allah’a verir. Ama yapılanlar yapılmıştır. Bizim görevimiz bu temeller üzerinde “Adil Düzen”i inşa etmektir. Onların hedefleri de bu idi.
Şimdi AK Parti var. Allah’a hamd ediyoruz. Onun yanlışlarını göstermemiz onlara karşı olmamızdan ileri gelmiyor. Hatalarını düzeltip varlıklarını korusunlar. Yıkılmalarını istesek biz de bugünkü basın gibi yapardık. ‘Aferin, iyi yapıyorsunuz, devam edin ki uçurumdan yuvarlanasınız!’ derdik. Onlar tuzaktaki yemin peşinde seve seve koşuyorlar! Ayak bağı olmak istiyoruz, fren oluyoruz; bize hasım oluyorlar! Ama biz onlara hasım değiliz.
فَلَمَّا جَاءَهُمْ مَا عَرَفُوا (Fa LamMAv CAvEaHuM MAv GaRaFUv) “Tarif ettikleri gelince.”
Buradaki “Fa” Fa-i takibiyedir. Yani, böyle yaparlarken onlara söyledikleri kitap gelmiştir. Gelen kitap onların tarif ettiği kitaptır. Sonra onun onların tarif ettiği kitap olduğunu anlamışlardır Nasıl siz bir adamı gördükten sonra, zaman geçer ama sonra onu gördüğünüzde tanırsanız, Allah’ın kitapları da böyledir. Üslupları birbirine benzer, aynı şeyleri anlatırlar. Bilirsiniz ve anlarsınız ki, bu kitap Allah’tan gelen kitaptır.
Onlar da, İsrail oğulları da gelen İncil’in, gelen Kur’an’ın aynı kitap olduğunu bilmektedirler, aynı kaynaktan geldiğini bilmektedirler. Çünkü onlar büyük uygarlıklar kurmuşlardır. Hepsinin kurduğu uygarlıklar birbirinin benzeridir. Bizim getirdiğimiz “Adil Düzen” de onların tarif ettiği İslâm düzenidir, şeriat düzenidir. Batılıların tarif ettiği demokratik düzendir, lâik düzendir. Biz yeni şeyler söylemiyoruz.
Biz AK Parti’nin programında yazdıklarından başka bir şey söylemiyoruz. Sadece, o programda ‘ne yapılacağı’ yazılı ama ‘nasıl yapılacağı’ yazılı değildir. Somut ifadeler yok, mekanizmalar yok!
“Adil Düzen” onların söylediklerinin nasıl yapılacağını anlatır, görünüp uygulanır somut mekanizmalar getirir. Aslında biz bildiklerini söylüyoruz. Ama onlar biz söyledik diye reddediyorlar. Oysa AB’liler söylese uça uça kabul edeceklerdir, çünkü onlar Hakka değil, kuvvete inanıyorlar. Kimin kuvvetli olduğunu yakında görecekler, serap peşinde koştuklarını anlayacaklar, faiz ve zina ile insanlığın devam etmeyeceğini bileceklerdir.
كَفَرُوا بِهِ (KaFaRUv BiHIy)
“Onu küfrettiler.”
İsrail oğulları İncil’in ve Kur’an’ın ilâhi kitaplar olduklarını bilmektedirler. Ama onu bile bile küfrediyorlar. Çünkü kendi saltanatları sona eriyor, seçilmiş kavim olmaları sona eriyor, sanıyorlar.
Oysa, Kur’an onları seçilmiş kavim olarak bize bildiriyor. Kur’an’da onlara doğrudan hitap ediyor. Onların kıyamete kadar varolacaklarını söylüyor. Bilmiyorsanız onlara sorunuz diyor.
Bugün dünyanın tüm servetinin yarısı onarındır. Bütün bunları harcasalar, kendileri lehine bu kadar büyük reklam yapan ve taraftar toplayan bir kitap yazdıramazlar. Hıristiyanlar zaten onların devamı, Müslümanlar da onların destekçisi. Bundan yararlanacaklarına; otel odalarında toplanıp İslâmiyet’i nasıl yok edeceklerini mekr ediyorlar/planlıyorlar. Oysa onlar da biliyorlar ki, Allah hayru’l-makirîndir/hayırlı planlayıcıdır.
فَلَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الْكَافِرِينَ(89) (Fa LaGNaTu elLAHi GaLAy eLKAvFiRIyNa)
“Allah’ın lâneti kâfirler içindir.”
Buradaki “Fa” tamim Fasıdır. “Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerinedir.” Genel kuraldır.
“LÂNET” demek, dışlamak demektir.
Bugün bizi dışlamışlardır. Mü’mini-kâfiri, müslimi-lâiki, dindarı-dinsizi, yerlisi-yabancısı bizi dışlamakta, bizi konuşturmamakta, bize kulak vermemektedir.
Biraz sonra Allah onları dışlayacaktır, toplum onları dışlayacaktır.
Biz ise bütün basın ve yayını, okul ve mabetleri onlara açacağız, ‘gelin konuşun’ diyeceğiz; ama onlar gelip konuşacak mecal bulamayacak, susacaklar ve bir daha sesleri çıkmayacaktır.
Zamanla başka kâfirler ortaya çıkacak ve onlar gevşemiş olan mü’minleri uyarma kabilinden canlanacaklardır. Onlar silsile-i mükezzibîn oldukları için bir daha birbirlerinin devamı olmayacaklardır.
Oysa biz silsile-i musaddikîn olduğumuz için bazen uykuya dalmış olabiliriz. Bazen karanlıklar içinde kalabiliriz. Ama uyandığımız zaman daha güçlü ve daha zinde olarak dün başladığımız işleri tamamlarız.
Evet, bugünün yöneticiler bizi dışlamıştır, sermaye sahipleri dışlamıştır; ama halk bizimle beraberdir.
Halkımız “Adil Düzen” hasretini çekmektedir.
Müjdeler olsun size, sabah yakındır…
Pek yakında sizlere “Adil Düzen” gelecek, zulümden ve ezilmekten kurtulacaksınız.
Bugün bile bile “Adil Düzen”i tekzib edenler, yarın keen lem yekün olacaklardır.
Nitekim İsrail oğulları için de aynı şey sözkonusudur. Hıristiyanlara yaptıkları zulümler karşısında mağlup olmuşlar ve bugün Hıristiyanlarla canciğer olup İslâmiyet’e saldırıyorlar. Yarın onların çocukları babalarının bu yaptıklarından utanacaklardır.
***
ِ بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِهِ أَنفُسَهُمْ (BiESaMav İşTaRaV BiHIy EaNFuSaHuM)
“Nefislerine iştira ettikleri ne beis oldu.”
Onun ilâhi kitap olduğunu bile bile, sadece kendi yerleri rahatsız olacaktır diye reddetmeleri ne kötü olmuştur. Millî Görüşçüler içinde de böyle bir güruh vardır. “Adil Düzen”in Hak olduğunu, tek kurtuluş çaresi olduğunu bildikleri halde, sırf kendileri o zaman ikinci durumda kalacakları için onu reddetmektedirler. Sıkılmadan bir de yalan uydurmaktadırlar: Efendim, Anaysa Mahkemesi “Adil Düzen”i yasakladı!..
Anayasa Mahkemesi yasama mercii değildir. Mahkemeler sadece bir olay hakkında karar verir. Gerekçesi başka olaylara ve başka partilere teşmil edilemez. Karar da yalnız o dava konusunu bağlar.
Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi kararlarında “Adil Düzen” kapatma sebebi değildir.
Mahkeme, “Adil Düzen”i istismar ettiler diyor. Oy aldılar ama sonra “Adil Düzen”i uygulamadılar diyor. Yoksa hiçbir hakim “Adil Düzen”e karşı olabilir mi, zulüm düzenini isteyebilir mi?
İşte, bu kardeşlerimiz kendilerine kötü şeyleri satın aldılar. “Adil Düzen”e karşı olan herkes, zalim düzeni istiyor demektir. Zalim düzeni isteyenler zulmü istihkak ederler.
Bizim söylediklerimizin adil olmadığını herkes iddia edebilir, daha adil olanı isteyebilir. Ama öyle yapmıyorlar, “Adil Düzen”in kendisine karşı çıkıyorlar ve kurtuluşu AB’nin zina ve faiz düzeninde arıyorlar.
أَنْ يَكْفُرُوا بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ (EaN YaKFuRUv BiMAv EaNZaLa elLAHu)
“Allah’ın inzâl ettiğine küfretmeleri.”
“EN” masdar menidir. ‘İşterav bihi elküfre’ demektir. ‘İşterav enfusehumu’l-küfre’, kendilerine küfrü satın aldılar. “BİHİ” zamiri “M”ya râcidir. Yahut, küfrü iştira nefislerine be’s oldu. Yani, ‘enfüsehüm’ hem ‘bi’se’nin mef’ulü olabilir, hem de ‘iştera’nın mef’ulü olabilir.
“EN” en-i tefsiriye olabilir. “Ma bihi” tefsir ediyor. Allah’ın inzâl ettiğine küfretmeleri kötü oldu. Satın aldıkları o şey ki, o Allah’ın inzâl ettiğine küfürdür, kötü oldu.
İster müsbet olsun, isterse vahye dayanan olsun, bütün ilimler Allah’ın inzâl ettiğidir. Sonunda her şeyi Allah’tan öğreniriz. Hatalar bizim eksik anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Hakkı biz O’ndan öğreniyor ve ona göre amel ediyoruz. Bundan dolayıdır ki “Billezî Enzelellahu” demiyor, “Bimâ Enzelellahu” diyor.
Bir şeyi ölçer de kesin bilgi edinirseniz, bu Allah’ın size indirdiğidir. O halde küfür yalnız gelen vahyi inkâr değildir. Bile bile bir doğruyu inkâr da küfürdür. Bir mü’min uçakla batıya gidip sonunda buraya gelse ve ondan sonra hâlâ ‘dünya düzdür’ dese kâfir olur. Çünkü müsbet ilimle sabit olan da Allah’ın inzâl ettiğidir. Çünkü akıl da nakil kadar müsbet delildir. Kesin verileri inkâr da küfürdür.
بَغْيًا (BaĞYen) “Bagyederek.”
Azarak, Allah’ın inzâl ettiklerine küfrettiler. Yani, küfredenlerin hâlini bildirmektedir.
Neden küfrettiler, neden “Adil Düzen”e karşı geldiler. Neden İncil’i ve Kur’an’ı reddettiler?
Bağy ederek, azarak küfrettiler.
“BAĞY” kelimesi boğadan gelen kelimedir.
Boğa nasıl azarak saldırırsa, onlar da böylece azarak küfrettiler ve saldırdılar.
أَنْ يُنَزِّلَ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ (EaN YuNazZiLa elLAHU MiN FaWLiHIy)
“Kendi fazlından Allah’ın tenzil etmesine bagyen.”
Burada “EN”den önce “Lİ” hazfedilmiştir diyebiliriz. Allah’ın tenzil etmesine bagyederek, Allah bunu niye böyle yaptı deyip kızarak reddetmek, Allah’la savaşa girişmektir.
İnsanların yapısında bu isyan vardır. Allah insanları eşit yaratmamıştır. Öyle olsaydı hepimiz 40 yaşında ve eşit yapıda olmalıydık. O zaman da bizim yapacağımız bir iş olmazdı. Birbirimize muhtaç olmaz, topluluk oluşmazdı. Böyle bir hayatın mânâsı ne olabilirdi ki?
İş burada da bitmezdi. Hayvanlar da insanlar gibi olmalıydı; domuzun, hattâ sineğin insandan farkı nedir ki, farklı yaratılmış olsun. Yine burada da iş bitmezdi. Eşya ile canlı arasındaki farklar da olmamalıydı.
O halde Allah’ın yaptıklarını kritik etmeye ne yetkimiz olabilir. Var eden O’dur, istediğini yapar.
Allah kimseye zulmetmez, ama Allah fazlından dilediğine verir, bu sayede farklı görevler tevcih eder.
Herkes elbette başkan olamaz. O zaman başkanlık olmaz. Başkanlığa ne gerek var diyebiliriz. Buna mâni bir şey de yoktur. İnsanlar kendi ocak ve bucaklarını kurar, orada başkansız da yaşayabilirler. “Adil Düzen”deki yerinden yönetim sistemi bunun için getirilmiştir. İnsanlar kendi istekleri ile başkanlık sistemine gidiyorlarsa, insanlara fazleden Allah onlara zulmetmemiştir. Aksine, onlara imkânlar sunduğu için rahmet etmiştir.
عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ (GaLAy MaN YaŞAEu MiN GiBADiHi)
“İbadinden meşieti olana fazlinden tenzil etmesine.”
Allah insanlar arasında birlik sağlasın diye onlara başkanlar atamaktadır. Hayvanların da böyle başkanları vardır. Topluluklar da sonunda iç sezileri ile aralarından birinin emrine girerler.
Bugün yeryüzünde tarikatlar oluşmuştur. Onların silahları yoktur, bombaları yoktur, paraları yoktur. Ama insanlar onlara tâbi olmuşlar, topluluklar oluşturmuşlardır. Sevgi ve saygıdan başka hiçbir güçleri olmayan bu insanlar için merkez olmuşlardır.
Allah her topluluğa peygamberler göndermiş ve onlara kitaplar indirmiştir. Böylece birlik sağlanmıştır.
Allah İsrail oğullarını da bunun için seçmiş, onların çevresinde tüm insanları birleştirmiştir.
Sonunda bir Resul seçmiş ve ona Kur’an’ı indirmiş, insanlığı bir tek kitap çevresinde birleştirmiştir. İçtihat ve icma müessesesi ile de o kitap tüm insanlarca uygulanabilir hâle gelmiştir. Kimseyi o kitaba uymaya zorlamamıştır. Onları ondan yararlanmaya çağırmıştır.
Kur’an’da İsrail oğulları örnek alınıp bu kadar uzun uzun anlatılmaktadır. Bu örnektir. Kur’an’ın bütün diğer kavimlere karşı tutumu böyle olacaktır. Onları dinlerinden vazgeçirmek için değil, tam tersine onların dinlerini musaddık olarak gelmiştir. Onlar ise ondan yararlanacaklarına ona cephe aldılar, tekzib ettiler, katlettiler!
Kendilerinden başka herkesi cehenneme gönderen mantık bunu yaptı.
Bugün de Müslümanlar dahil “Adil Düzen”e herkes cephe almıştır. Oysa Adil Düzenciler kendilerinden olanı tasdik eden bir anlayışı, Kur’an’ın anlaşılmasını ortaya koymaktadırlar.
فَبَاءُوا بِغَضَبٍ عَلَى غَضَبٍ (Fa BAEu BiĞaWaBin GaLAy ĞaWaBin)
“Gazab üzerinde gazaba bev’ettiler.”
Kitaplarını zamanla bozup onu tevil ederek uygulamada tahrif ettiklerinden dolayı onlara bir gazabı istihkak ettirdi. Kendilerinde olanı tasdik edici bir kitap gelip de onlara yeni imkânları sağlayanlara cephe almalarına karşılık başka bir gazaba uğradılar. İsrail oğulları seçilmiş kavimdi. Seçilmelerine ses çıkarmıyorlar ama, başka bir kavme kitap verildi diye onlara hasım oluyorlar!
İktidarda olanlar üstünlükler elde ettiler. Allah’a şükredip Allah’ın fazlından verdiği “Adil Düzen”le işbirliği yapacaklarına, onları tekzib etmektedirler. Bugün Millî Görüş gömleklerini çıkaranlar anayasa ekseriyetine sahiptirler. “Adil Düzen Çalışanları” ile işbirliği yapıp da ülkeyi Allah’ın şeriatına ulaştırsalar ne olur. Onlar zannediyorlar ki, biz hayali şeyler söylüyoruz. Onlar zannediyorlar ki, biz bir anda “Adil Düzen” uygulamasına gideceğiz. Tam tersine, biz AK Partilileri Millî Görüşçülerle, milliyetçilerle, sol anlayışta olanlarla, batı kapitalizmini benimseyenlerle uzlaştırmak ve anlaştırmak istiyoruz. Adım adım anlaştığımız adımları atacağız. Biz ne ABD’ye, ne AB’ye karşıyız. Biz İsrail oğullarına da karşı değiliz. Biz zulme ve adaletsizliğe karşıyız. Biz zalimleri yok etmek istemiyoruz, zalimlerin zulme son vermelerini istiyoruz.
Ne oluyor ki, canavarlardan kaçar gibi bizden kaçıyorsunuz? Biz size sadece Allah’ın söylediklerini aktarıyoruz. Hatalar bizim, doğrular O’nun. Siz bizden kaçmıyorsunuz, Allah’tan kaçıyorsunuz. Bu sebeple siz de İsrail oğulları gibi gazab üzerine gazaba uğrayacaksınız.
وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُهِينٌ(90) (VaLiLKAvFiRIyNa GaÜABun MüHİNun)
“Ve kâfirler için mühin azab vardır.”
İsrail oğulları içinde öyleleri var ki, bunları yaparken ne yaptıklarının farkında değildirler. Kâfir olmaktan ziyade gafil durumdadırlar. Onlar için gazab üzerine gazab vardır.
Ama diğer taraftan onlar içinde kâfir olanlar vardır. Bile bile bunları yapmaktadırlar. Onlar için ayrıca mihnetli azab vardır. Bu dünyadaki azaptan gafiller de cezalanacaklardır, ama âhirette ise kâfirlere ayrıca mihnetli azab vardır. Bu dünyada onlara daha farklı azab da olabilir. Bu da gevşeme azabıdır.
Yani; bu direnmeye devam edecek, ama bir gün “Adil Düzen”e karşı gevşeyecek ve teslim olacaklar. Güvendikleri ABD, AB ve zalim sömürü sermayesinin gücü bir gün çökecek, havada kalacaklardır. Tevbe etmeye bile yüzleri olmayacaktır. AB’nin peşine koşanlar serap peşinde koştuklarını anlayacaklardır.
Avrupa ileride ikiye ayrılacaktır; “Adil Düzen”i kabul edenler, “Adil Düzen”i reddedenler. Avrupa’nın kaderini bu çatışma sağlayacaktır. “Adil Düzen”e karşı olan Avrupa yok olacak, onların peşinde koşanlar da onlarla beraber perişan olacaklardır.
İsrail oğulları da şimdi ABD ve AB’ye dayanarak dünyayı sömürmeye devam etmek istiyorlar. ABD ve AB silkinip onları sırtlarından atacaklardır. İsrail oğulları yine “Adil Düzen”i kabul eden Müslümanların desteği ile varlıklarını sürdürecek ve III. Bin Yıl Uygarlığında yerlerini alacaklardır.
***
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ (Va EiÜAv QIyLa LaHum EAvMıNUv BiMAv EaNZaLa elLAHu)
“Onlara ‘Allah’ın inzâl ettiğine iman ediniz’ diye kavl edildiğinde.”
Buradaki “ONLAR” İsrail oğullarıdır. Hitap onlaradır. Arada hitaptan gaibe udul edilmektedir. Bununla beraber İsrail oğulları örnek bir kavim olarak anlatılmaktadır.
Bugünkü Müslümanlar da “Adil Düzen” davetine karşı aynı şekilde muhataptırlar.
Medeniyetler doğar, gelişir, yaşlanır ve ölürler. Eski medeniyetleri yeni kitap ile gelen yeni peygamberler kurmuşlardır. Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed [Allah’ın selâmı hepsinin üzerine olsun] medeniyetlerin kurucularıdır. Kur’an’dan sonra yeni peygamber gelmeyecek, yeni kitap inmeyecektir. Peygamberlerin yerini âlimler alacak, Kitap ise yine Kur’an olacaktır. Bunu ben söylemiyorum; Kur’an, “Biz onu ilimle tafsil ettik.” demektedir. Son Resul de çok açık olarak, “Benim ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir.” dediği gibi; “Âlimler enbiyanın vârisleridir.” demiştir.
İsrail oğulları, Hazreti Zekeriyya’dan sonra bize nebi gelmeyecektir diyorlar. Onlardan bir kısmı Hazreti İsa’yı da, Hazreti Muhammed’i de resul kabul ediyor ama, kendilerine değil. Bu anlayış hak anlayışa çok yakındır. “Allah’ın inzâl ettiğine iman ediniz.” diyor. Bir şeye iman başkadır, onunla amel etmek başkadır.
Uluslararası kurallarda tanıma vardır. Bir devleti tanırsınız, bu ona iman etmedir. Ama siz kendi devletinizin kanunlarını uygularsınız. Biz Tevrat ile birlikte diğer kitap ve peygamberlere iman ederiz ama, amellerimizi Kur’an’a göre yaparız. Biz diğer mezhepleri tanırız ama, kendi mezhebimize göre amel ederiz.
Bundan dolayıdır ki burada ‘amel ediniz’ denmiyor. ‘Amel ediniz’ olsaydı “İ’melû bimâ enzelellahu ileyküm” yani, “Size inzâl edilenlerle amel ediniz” olurdu. Yine bu sebepledir ki “Ellezî enzelellahu” denmiyor. Yani, burada kastedilen bir kitap mesela Kur’an değildir.
O halde burada kastedilen nedir, Allah’ın inzâl ettiği nedir?
a) Herkes içtihat yaptığı zaman Allah ona Hakkı ilham eder ve o ona inzâl edilmiştir. Hattâ içtihatta hata yapmış olabiliriz ama; Allah bize o içtihada göre amel etmemizi emretmektedir, isabete göre değil. İşte bu Allah’ın insanlara inzâlidir. Herkes kendisine inzâl edilene göre amel edecektir. Ama başkalarının içtihadına da saygı gösterecek, başkalarının da kendi içtihatlarına göre amel etmelerini isteyecektir ki, o da onların imanıdır. Yani, herkesin kendi içtihadını kendisi için başkalarının tanıması ona imandır.
b) İki veya daha fazla kimse uzlaşarak aralarında sözleşme yaparlarsa, bu sözleşme Allah ile yapılmış sözleşmedir. O sözleşmelere taraflar uymakla mükelleftirler. Artık her biri kendi içtihadına göre değil, yaptığı sözleşmeye göre amel edecektir. İçtihatlarına dayanarak uzlaşma yapmışlarsa, bu da Allah’ın onlara inzâlidir. Kendi sözleşmelerimize uyacağız ve ona göre amel edeceğiz. Ama başkalarının sözleşmelerine de saygı göstereceğiz, onları tanıyacağız. Bütün sözleşmeler bizim için şeriat olacaktır. İşte bu da Allah’ın inzâl ettiklerine iman etmektir.
c) Bir ekol oluşur, onlar çalışarak toplu sözleşme hazırlarlar, bir şir’a oluştururlar. Özel hukukta mezhepler, kamu hukukunda bucaklar oluşur. Onların artık kendilerine göre mevzuatları vardır, şir’aları vardır. İnsan bu topluluklara katılınca bunların yaptığı sözleşmeleri kabul etmiş olur. Örf veya maruf oluşur. Herkes kendi şir’asına göre amel eder. Bu Allah’ın o topluluğa vahyidir. Başka toplulukların şir’alarına saygı göstermek, onları tanımak da Allah’ın tüm inzâl ettiklerine imandır.
d) Nihayet, her devirde tüm insanların ittifak ettiği hususlar vardır. Âlimlerin icma ile ortaya koyduğu hususlar vardır. Bunlara beşerî icmalar diyoruz. Bunlar da Allah’ın inzâl ettikleridir. Kur’an’dan sonra Cebrail’in indirdiği vahiy yoktur. Ama icmalar Allah’ın vahyidir. İnsanlar içtihatlarını yaparken icmalara uymak zorundadırlar. İcmalar Kur’an gibi kati delildir. İcmalar aynı zamanda kati hükümlerdir. Kur’an’ın kati hükümleri mânâsında icmalarla oluşur. Molla Hüsrev bunun için katilik ancak kati nass ve icmanın birleşmesi ile oluşur diyor.
İşte, Allah’ın İsrail oğullarına, dolayısıyla tüm insanlara hitabı budur: İçtihat ve ittifaklara yani icmalara iman etmek ve herkes için kendi hukukunu tanımaktır. Bunlar icmalara aykırı olmamalıdır.
Demokrasi ve lâiklik ancak bu âyetin emirlerine uyulmakla sağlanır.
Ben bu âyete bu mânâları verirken asla kendi nefsimle söylemiyorum. Âyette “İttebiû” demiyor, “Ünzile ileyküm” demiyor. Oysa, başka yerde “İttebiû mâ ünzile ileyküm” deniyor. Sonra, “Ellezî” demiyor, “Mâ ünzile” diyor. Tamamen Arapça ve Fıkıh Usûlü kurallarına göre mânâ veriyorum. Hatam varsa gösterin.
Kur’an bunu mü’minlere öğretmiştir. Ve yarım bin yıldır Müslümanlar bunları uyguladılar. Avrupa’ya da serbest sözleşme ilkesi olarak geçti. Ama yine de onu bozdular ve ekseriyet sistemine çevirdiler.
قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا (QAvLUv NuEMiNu BiMAv EuNZiLa GaLaYNAv)
“Onlar ‘biz bize inzâl edilene iman ederiz’ derler.”
Yani, ne demek isterler?
‘Biz yalnız bizim içtihatlarımızı Allah’ın inzâl ettiğine inanırız. Sadece onu hak kabul ederiz. Herkesin bizim içtihatlarımıza uymalarını isteriz. Bizim görüşlerimizi insanlara dayatırız:’ derler!
Yine onlar, ‘Biz bizim yaptığımız sözleşmeleri tanırız, başkalarının da bizim yaptığımız sözleşmelere uymalarını isteriz.’ derler!
Ayrıca, ‘Biz kanunları yaparız ve ekseriyet aldatmacası içinde AB dayatması ile ekseriyeti sağlarız, ona herkesin uymasını isteriz!..’ derler!
Bir başörtüsü meselesini çözemeyen, Anayasa ekseriyeti ile karara bağlayamayan AK Parti; AB kanunlarını okumadan geçirmekte, ondan sonra da utanmadan ‘Ben kanun yaptım!’ demekte; ‘Ben bana dayatılan kanunları onayladım!’ dememektedir. ‘İrademle değil, dayatma ile onayladım!’ diyememektedir.
Buna da ‘ekseriyet sistemi’ ya da ‘millî irade’ diyorlar!
Mustafa Kemal çıkardığı bir kanunla ‘Ahkâm-ı şer’iyye lağvedilmiştir’ demiş, şeriat aldatmacasına son vermişti. Biz de çıkaracağımız bir kanunla ‘Ahkâm-ı kanuniye lağvedilmiştir’ diyeceğiz ve AK Parti’nin ve diğer partilerin dayatma ile çıkardıkları bütün kanunları lağvedecek ve yeniden gerçek demokrasiye yani halk demokrasisine geçeceğiz. Biz kişilerin içtihatlarına, serbest sözleşmelere, toplu sözleşmelere ve insanlık icmalarına yer vereceğiz. Dayatmalara ve aktarmalara bir daha geri gelmeyecek şekilde son vereceğiz. Ondan sonra artık kimsenin başkalarını kendi kanunlarına uydurma zorlaması yapma yetki olamayacaktır.
وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَاءَهُ (VaYaKFuRUvNa BiMAv VaRAEaHu)
“Onun verasında olanlarına küfrederler.”
Yani, kendilerinin kanunlarını ve kararlarını dünyaya dayatırlar. Kapitalizm ve sosyalizm budur.
Onlar merkezî kararlar alırlar, dünyada herkesin onlara uymasını isterler, ülke içinde zulüm yaparlar, ülke dışında savaşlara konu edinirler.
Oysa, herkes kendi içtihadı ve sözleşmeleri ile amel edecektir. Başkalarının içtihat ve sözleşmelerini meşru kabul edip tanıyacaktır. Çıkan ihtilafları ekseriyet sistemi ile değil, hakemlerden oluşan bağımsız yargı üstünlüğü ile çözeceklerdir. Ne kadar sade ve ne kadar etkin bir kural, değil mi? Ama anlayan var mı?..
وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْ (Va HuVa elXaqQu MuÖadDIQan LiMAv MaGAHuM)
“Oysa o beraberlerinde olanı musaddıktır.”
Biz herkese; kapitalistlere, sosyalistlere, faşistlere, komünistlere, herkese, istisnasız herkese; Hıristiyanlara, Yahudilere, Budistlere, Hindulara, Hanefilere, Şafiilere, Şiilere, Alevilere, herkese, istisnasız herkese diyoruz ki; sitenizi kurun, bucağınızı kurun ve orada istediğiniz gibi yaşayın.
Biz sizin sitenizin içinde yaptıklarınıza karışmayalım. Ama müsaade edin biz de kendi sitemizi kuralım, siz de bizim sitemizdeki yönetimimize ve işlerimize karışmayın. Biz şeriatınızı sizin için tanıyalım ve tasdik edelim, siz de bizim şeriatımızı tanıyın ve bizim için tasdik edin.
Ama hayır!
Onlar derler ki, ‘Biz akıllıyız, siz aptalsınız, biz ilericiyiz, siz gericisiniz! Siz bize uyacaksınız! Çünkü biz güçlüyüz!’ Bizi silah kullanmaya, isyan etmeye, anarşi çıkarmaya zorluyorlar... Ama boş yere uğraşıyorlar…
Merak etmeyin, biz bu meseleyi silahsız ve kansız halledeceğiz. Kan aksa bile biz akıtmayacağız, siz birbirinizi yiyeceksiniz. Burada başımdan geçen bir olayı nakletmek ve tarihe not düşmek isterim.
Kırgızistan’da idim. Agah Oktay Güner bakan olmuştu. Arkadaşlarımız aracılığı ile tanışmıştık. Ona bir mektup yazdım: “Bizim dünya ile bütünleşmemiz, bilhassa Orta Asya ve Çin Müslümanları ile diyalog kurabilmemiz için Türkiye’de ‘Konuk Vatandaşlık Kanunu’ çıkarınız. Türkiye’ye gelenlere Türkiye’de çalışma izni verelim. Türkiye’de oturabilsinler, çalışabilsinler. Sigorta yapmayalım. Kendilerine Türk Lirasını ödeyelim. Dolar vermeyelim. Böylece ülkemize hem çok ucuz işçi bulmuş ve ekonomimizi geliştirmiş, hem de buradaki aç insanları doyurmuş oluruz.” demiştim. İzmir’de milliyetçi mühendis arkadaşımız olan Orhan Çakmak’a gönderdim. O da o zaman milletvekili olan Sadi Somuncuoğlu’na vemiş , Sadi Bey bakana teklifimi götürmüş.
Bakan, ‘Bu iyi ama Karagülle’den olunca olmaz!’ demiş. İşte Kur’an bu zihniyeti anlatmaktadır.
قُلْ (QuL)
“Kavlet.”
Kur’an İsrail oğullarına doğrudan hitap etmiştir. Bundan önce,
“Bize ateş birkaç günden fazla dokunmaz dediler. Söyle, Allah’tan ahit mi ittihaz ettiniz?” demiştir.
Şimdi de, “Söyle, niçin daha önce nebileri katlettiniz?” demektedir.
Böylece o âyetten sonraki hitapların tamamı bizim aracılığımızla olmuş olabilir. Artık biz devreye girmekte ve onlarla tartışmaktayız. Allah’ın doğrudan tebliğini onlara ulaştırdıktan sonra onlar bizim muhatabımız olmaktadırlar. Onlar kendilerine inzâl olunana iman ettiklerini söylerler. Kendi kanunlarına göre amel ettikleri gibi kendi kanunlarından başkasını tanımazlar.
Oysa bugün Kur’an’ın getirdiği hükümler bütün dünyada yaygınlaşmıştır. Her mahkeme kişilerin kendi kanunlarını nazarı itibara almaktadır. Devlet mahkemeleri de serbest sözleşmeleri güven altına almaktadır.
فَلِمَ تَقْتُلُونَ أَنْبِيَاءَ اللَّهِ مِنْ قَبْلُ (Fa LİMa TaQTuLUvNa eLEaNBiYAvEu MiN QaBLu)
“Öyleyse neden min kabl Allah’ın nebilerini katlettiniz?”
Onlar kendilerine indirilene de iman etmiyorlar. Kendi aralarında kavga vardır, birbirlerini öldürmektedirler. Ekseriyet sistemi kumara benzer. Önce ekseriyet olup azınlığı yok ederler... Sonra ikiye bölünürler, ekseriyet azınlığı yok eder... Sonra onlar da bölünür ve böylece sonunda yönetim tamamen bir diktatörün emrine girer.
Buradaki katli bugün siyasi katil olarak anlarız. İktidar olanlar hep siyasi katle geçmektedirler. Bugünkü AK Parti böyle siyasi maktullerden oluşmuştur. Kendi partilerinden dışlananlar bir parti oluşturmuşlardır.
إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ(91) (EiN KuNTuM MuEMıNIyNa)
“Mü’min iseniz niye katlettiniz?”
Bu âyette insanlığın tarih boyunca âlimlere yaptığı zulümler anlatılmaktadır.
Sokrat’ın zehir içirilerek öldürülmesi, Ebu Hanife’nin döve döve şehit edilmesi, âlimlerin cumhuriyet döneminde zulümlere çarptırılması bunları ifade etmektedir. Faşizmin, sosyalizmin ve diğer izmlerin dünyada kıydığı insan sayısı ile Mehmet Akif’in ‘Medeniyet dediğin tek dişi kalkmış canavar’ tâbiri ne kadar örtüşüyor.
Biz bu uygulamalara girmeyeceğiz. Adil Düzenciler tüm insanları “Adil Düzen”e çağırır. “Adil Düzen” tüm insanlar için adaleti esas gören bir düzendir. Kimseye ayrıcalık ve üstünlük tanımayan düzendir.
Bu âyetler bize “Adil Düzen”i insanlığa nasıl sunmamız gerektiğini anlatmaktadır.
Kur’an nâzil olduğu zaman muhataplar İsrail oğulları olmuştur. Bugün de muhatabımız onlardır. Çünkü dünyadaki tüm fesadın yegâne kaynağı onlardır. Ama uygarlığın temsilcisi de onlardır. Avrupa Uygarlığı, İslâm ile Hıristiyanlığın sentezinden oluşan bir uygarlıktır. Bu sentezi İsrail oğulları yapmıştır. Dolayısıyla şimdi onlar hâkimdir. Gelecekte III. Bin Yıl Uygarlığı’nın sentezini Türkler yapacak, söz onların olacaktır.
ADİL DÜZEN 364
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 26. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَلَقَدْ جَاءَكُمْ مُوسَى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمْ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ(92)
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمْ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُوا قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُوا فِي قُلُوبِهِمْ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ(93)
وَلَقَدْ جَاءَكُمْ مُوسَى بِالْبَيِّنَاتِ (Va LaQaD CAvEaKuM MUvSAy Bi eLBayYiNAvTi)
“Size Musa beyyinât ile ciet etmiştir.”
Hazreti Musa beyyineleri getirmiştir.
“BEYN” arazideki yarıktır. Bir ifadenin kapalılığını kaldırıp onu açıklamadır. Hukuk dilinde ise ‘beyyine’ şahitlerin şehadetidir. “BEYYİNE” ispat demektir. Bir iddiayı ispat etmek demektir.
“BEYYİNÂT” dişi kurallı çoğuldur. Bu da sistematik ispat demektir.
Mesela, Kâinatın ömrünü hesaplarken bir yoldan gider ispat edersen o beyyine olur. Mesela, Kâinat ışık hızına yakın hızla genişliyor. Sıfırdan başlasa ve genişlemeye devam etmiş olsa, Kâinatın ömrü bugünkü çapın ışık hızına bölünmesiyle bulunur. Bu beyyinedir.
Ama Kâinatın çapı daha başka metotlarla da hesaplanabilir.
a) Bugünkü çapını ışık hızına bölersek Kâinatın çapı ortaya çıkar.
b) Güneş’teki hidrojen helyuma dönüşmektedir. Helyumun hidrojene olan oranını bir yıl içinde oluşan helyuma bölersek Güneş’in yaşı ortaya çıkar. Bunu da Kâinatın yaşı ile bir sayabiliriz.
c) Kâinatın entropisi büyümektedir. Yani, sıcak cisimler soğumaktadır, yahut galaksi sürtünme sebebiyle birbirine yaklaşmaktadır. Bu yaklaşmanın hızının yardımı ile Kâinatın bugünkü durumu bize ömrünü hesaplamada yardım eder.
d) Nihayet, yeryüzünde bulunan taşlarda parçalanan atomlar vardır ve bu kurşuna dönüşmektedir. Kurşunun yüzdesi taşın ömrünü bize bildirir. Bu sayede Kâinatın ondan daha yaşlı olduğunu hesaplarız.
İşte bu dört beyyineyi bir araya getirdiğimizde birbirini tasdik ediyorsa, bunların tümüne beyyinât diyoruz.
Hazreti Musa’ya da sadece bir beyyine verilmemiş, değişik beyyineler verilmiştir.
Önce Mısır’da dokuz beyyine ile Firavun’un karşısına çıkmıştır.
1) Değneği yere koydu, değnek yılan oldu.
2) Elini koynuna koydu, beyaz olarak çıkardı.
3) Çekirgelerin istila edeceğini bildirdi, çekirgeler istila ettiler.
4) Kurbağaların istila edeceğini bildirdi, onlar de istila etti.
5) Çıkacak kavgada kan akacağını bildirdi, kan aktı.
6) Ortalığı pireler saracak demiş ve sarmıştır.
7) Sel basacak demiş,ortalığı sel basmıştır.
8) Kıtlık olacak demiş, kıtlık olmuştur.
9) Kuraklık olacak demiş ve olmuştur.
Bunlar Firavun’a âyetlerdir. Ondan sonra İsrail oğullarına ‘Haydi Mısır’dan çıkalım’ denmiş, onlar da çıkmışlar, kendileri denizi geçmişler, Firavun ise gözlerinin önünde boğulmuştur.
Hazreti Musa yetmiş kişi ile dağa çıkmış ve onlara Tevrat’ı öğretmiştir. Tevrat zaten başlı başına bir beyyinât idi. Hazreti Musa onlara beyyinât getirmemiştir, Hazreti Musa onları beyyinât içinde yaşatmıştır.
“LAKAD” kelimesi etkilerin hâlâ devam ettiğini gösteriyor. Yani, “SİZE” derken, bugünkü İsrail oğullarına da diyor ki; Musa size beyyinât ile gelmiştir, Tevrat’la gelmiştir demek olur.
Tevrat’ın beyyinât olması da birçok yönleri iledir. İlk geldiği zaman zaten beyyine olduğu için İsrail oğulları kabul etmişlerdir. Ama Tevrat sayesinde İbrani uygarlığı kurulmuştur, bu beyyinedir. Hazret İsa gelmiş ve Tevrat’ı tasdik etmiştir, bu beyyinedir. Kur’an gelmiş ve Tevrat’ı tasdik etmiş, bu da beyyinedir.
Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed kendiliğinden bir din getirseydiler, ilk yapacakları iş Tevrat’ı inkâr ve İsrail oğulları düşmanlığı olması gerekirdi. Çünkü Hazret İsa’ya zulüm yapanlar Romalılar değil, Yahudi hahamları olmuştur. Medine’de de en büyük direnme ve ihanet Medine Yahudilerinden gelmiştir.
Bugün de III. Bin Yıla giderken, kendileri Tevrat’ı inkâr eder görünmüş ve onu esatir ilân etmişler ama, arkeoloji ilmi geliştikçe, tarih gün yüzüne çıktıkça, Tevrat’ın anlattıkları hep birer birer gerçek olmaya başlamıştır. Bu en büyük mucize değil midir? Bir kitabın doğru bilgileri içermesi onun için mucize değil midir? Tevrat’ta vaat edilen ve Kur’an’ca teyit edilen topraklara sahip olmaları bir beyyine değil midir?
ثُمَّ اتَّخَذْتُمْ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ (ÇümMa itTaPaÜTuMu elGıCLa MiN BaGDiHIy)
“Sonra onun arkasından ıcli ittihaz ettiniz.”
Bundan önce de iki yerde yine bu “ICL” konusuna temas edilmiştir. İsrail oğullarının ıcli ittihazı birkaç anlamı ile yorumlanır, hepsi doğrudur. Kur’an’daki âyetler matematik formülleri gibidir. Nereye uygularsanız orada doğru sonuç verir. Bir örnek verelim. 3*5=15 eder. Bu birçok yerde uygulanabilir.
a) Bakkaldan 3 liradan 5 kilo patates aldım, 15 lira ödemem gerekir.
b) 3 tane 5 liralığım var, bütün param 15 liradır.
c) 3 m. genişliğinde, 5 m. uzunluğunda bir odada yaşıyorum; yaşadığım odanın alanı 15 metrekaredir.
d) 5 tonluk 3 kamyona kömür yükledim, İstanbul’a getiriyorum. Toplam 15 ton getiriyorum.
Görüyorsunuz ki matematiğe ait bir hesap değişik yerlerde değişik mânâları taşır. Dilin özelliği budur.
Kur’an’ın söylediği bir cümle değişik yerlerde değişik mânâları içerir. Hepsi yerinde doğrudur.
Burada ittihaz edilen ıclin de değişik manâları vardır.
a) İlk insanlar daha yazının icad edilmediği dönemlerde Allah’ı bir varlığın heykeli ile temsil ederlerdi. En çok yaygın olan şekil anne heykeli olmuştur. Ama çobanlık döneminde Allah’ı inek resmi ile temsil ettiler. İsrail oğulları da çoban bir topluluk oldukları için Allah’ı inekle temsil etmişlerdir. Zamanla Allah’ı temsil eden heykeller tanrılaştırıldı ve onlara ibadet edilmeye başlandı. Bugün biz girsek ve camideki levhalara ibadet etsek, onlarda kutsiyet görsek, aynen onun gibi olur. Mustafa Kemal’in kendisini yani eserlerini bırakıp da resim ve heykellerini Kemalleştirmek bunun gibidir. İşte İsrail oğulları da diğer putperest kavimler gibi ineklere tapmaya başlamışlar, Allah’ın yerine ineği Allah yapmışlardır. Bugün de öyle yapılmaktadır. Ölünün mezarına, heykeline, resmine saygı duruşu yapılmaktadır! Dalâlette olan her zaman dalâlettedir, okuma ve uygarlık fayda vermez.
b) Samiri bir inek heykelini yapmış ve onlar ona ibadet etmeye başlamışlardır. Bugünkü insanlar da heykellere ve resimlere tapmaktadırlar. Zalim sömürü sermayesi insanları gerçek mabuda inanıp ibadet etmekten müsbet ilim teranesi ile vazgeçiremeyince, bu sefer resim ve heykellere saygı duruşunu, mezarlara ziyareti getirerek insanları hak yoldan saptırmaktadır. Bugünün Samirileri ABD’deki 200 kadar sömürü sermayesi sahipleridir. İsrail oğullarının hahamları da onların putuna inanmaktadırlar. Kur’an bunlara işte bundan vazgeçmelerini söylemektedir. Bu ikinci çeşit ıcl edinmedir.
c) Üçüncü çeşit ıcl edinme ise aceleciliktir, hemen kazanıp işi bitirmedir. Uzun vadeli ve ileride elde edilecek bir yatırım yerine; şimdi acele hareket edeyim, kazanayım, sonra oturayım anlayışı. İnsanların acele acele koşuşmaları ıcli ittihaz etme demektir.
d) Dördüncü ıcl ise işçilik sistemidir, faiz sistemidir. Ekonominin aceleye yani peşin ödemeye dayanmasıdır. Böylece para bir ıcl olmakta ve insanlar ona tapmaktadırlar. Herkes her gün sabahtan akşama kadar üç-beş kuruşun peşinde koşmakta, her şeyi para ile ölçmektedir.
Aslında ıcli ittihaz eden İsrail oğulları değildir, tüm insanlardır. Ancak bu virüsü insanlara aşılayanlar onlar oldukları için örnek olarak onlar anlatılmaktadır. Diğer insanlar kendilerini masum görmesinler.
Kur’an’ın bir usûlü de daima bir örnek üzerinden anlatmasıdır. Genellikle bir şeye tek misal verir, iki örnek ortaya koymaz. Yalnız domuzdan bahseder, yalnız şaraptan bahseder, diğer benzerleri onlara kıyas edilecektir. Kavim olarak da İsrail oğullarını örnek almış ve o örnek üzerinden kavimleri anlatmaktadır.
وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ(92) (Va EaNTuM JAvLiMUvNa) “Siz zalim olarak ıcli ittihaz ettiniz.”
Yani, insanlar ıcli ittihaz ederken, bilgilerinin yanlış olmasından veya farkında olmadan ittihaz etmiyorlar; onun tanrı olmadığını bile bile, sırf zulüm yapmak için ittihaz ediyorlar.
Bu nasıl mümkün olmaktadır? Önce buradaki “ICL” kelimesi marifedir. O halde gelişigüzel bir ıcla değil, doğrudan bilinen ve marife olan bir ıcli ittihaz ediyorlar. Bunu halka zulüm yapmak için yapıyorlar.
Bugünkü ıcl nedir? Bugünkü ıcl materyalistlerin maddesidir, doğadır, tabiattır. Kâinatı var edene değil de, var edilene ibadet etmek ıcla ibadettir. Kâinat beş boyut üzerinde uzanan dört boyutlu varlıktır. Onu var eden kimsenin sünnetleri ittihaz edilecektir. İnsan O’nun halifesi olarak Kâinatı emrine alacaktır. Oysa, materyalistler doğa kanunlarını insanın üstüne çıkarıyor ve insanları doğa kanunlarının emrine veriyorlar.
Bunu niye yapıyorlar? O doğa kanunlarına kendileri hükmedecek ve insanları kendi hizmetlerine alacaklar. İşte bu ıcli ittihazdır. Görünen doğa kanunlarına ‘ıcl’ diyebiliriz.
Samiri ıcli altından yapmıştı. Halkın elde edemeyeceği ve yapamayacağı heykelleri yapıp halkı onlara zorla taptırmak, bugünün ıclidir. Kapitalizmin imkanları, şaşaası, serveti, gücü ıcldir. İnsanları maddeye taptırmaktadırlar. Herkes sabahtan akşama kadar maddî imkânların peşinde koşmaktadır. Eşya insanları esir etmiştir. Eşya hastalığı eşyaya köleliğe dönüşmüştür. Çünkü her eşya insanı kendisine esir eder; bakım ister, temizlik ister, masrafı vardır. Onlardan yararlanmak yerine, onlara hizmet etme şeklinde geçiyor insanların ömrü. Moda ve lüks yarışı bundan başka nedir? ‘Bu artık eskidi, bunu atalım, yenisini alalım, onun için gecemizi gündüzümüzü harcayıp onlara para yetiştirelim!..’ Oysa, eşya ondan istifade etmemiz için yaratılmıştır.
Bunu niçin yapıyorlar? İnsanlara zulmedelim diye yapıyorlar. İnsanlar modaların ve modellerin peşinde koşarken, İsrail oğullarının tekel zulüm sermayesinin peşinde koştuklarının farkında değildirler. İsraf haram edildiği halde, israf onların sosyal emelleri oluyor. Erkekler evlenemiyor, kızlar kocaya gidemiyor, çünkü mabutları olan ıcli ellerine geçiremediler, israf edecek imkanları yok!..
Ondan sonra harfi tarifle yapılan ıcl işçilik sistemidir. Ortaklık sistemi ve serbest meslek olarak çalışıp kazanma yerine, gidip çalışıp gündelik alma, ‘Ay sonunda elime geçen parayı bileyim!’ demek, insanların iliklerine o kadar işlemiştir ki; ‘Ortak ol, müteşebbis ol, gelecekte kazan.’ Dediğinizde, kimseyi bulamıyorsunuz.
Bunun anlamı nedir? Halkın ıcla tapmasından yararlanarak, sömürü sermayesi tüm ekonomik gücü ele geçirmiş ve bu sayede insanları ezmektedir. İşçilik sistemi sayesinde tüm insanlığı kendisine köle yapmıştır. Ne var ki, bu kölelik sonunda kendisini ezmiş ve o zalim sömürü sermayenin iki çenesinden biri olan sosyalizm koparılmıştır. Şimdi tek çenesi olan kapitalizm ile dişlerindeki zehrini akıtarak insanları uyuşturabilmektedir.
Sonunda icat ettiği karşılıksız para yani DOLAR ve TL birer ıcldir. Gerçek para olan altın ve gümüş, eskimez ve bozulmaz bir paradır. Karşılığı her zaman var olacaktır. Oysa karşılıksız kağıt para ıclde tarif edilmiş bir varlıktır. İnsanlar ona tapmakta, onun peşinde koşmakta, o da zulmün kaynağı olmaktadır.
İşte, ıcli ittihaz etmelerinin sebebi sadece zulüm yapmak içindir. Elbette burada Samiri’nin de günahı vardır. Ama Harun’un da sakalı çekilecek kadar suçlu olduğunu bilmemiz gerekir.
Bugün “Adil Düzen”in dışında kalanlar bu gerçeği görmüyor, tefrika olmasın diye onlar da ıcla tapıyorlar. Avrupa Birliği macerasının peşinde koşanlar, çağımız ıclinin peşinde koşuyorlar…
Bir gün Adil Düzen Çalışanları Harun’un sakalına yapışacak ve ‘Bu yaptığınız nedir?’ diyeceklerdir. Bir gün bunların hepsi yakılıp külleri suya atılacaktır. Allah elbette Harun’un tevbesini kabul edecektir.
Allah ormanları bizim için yaratmış, onları yaşatalım ve yararlanalım diye emrimize vermiştir.
Oysa, şimdiki orman kanunları bizi ormanların emrine vermiştir. Yangın olduğu zaman biz koşuyoruz. Bizim servetimiz, imkanlarımız, zamanımız harcanıyor ve ormanlarımızı yaşatıyoruz. Ama sonra o ormana girip nefes almak, temiz hava almak, orada sakız toplamak bile yasaklanıyor! Bizi ormanın esiri yapıyorlar, ama ondan yararlandırmıyorlar. İşte bu da ıcla tapmanın bir sonucudur. Esas olan doğayı tahrip etmeden ondan yararlanmaktır. Doğa bunun için vardır. Yoksa ondan yararlanmayacaksak, o zaman o doğa neye yarayacaktır? Evet, ormanımızı yaşatacağız ama, ondan yaralanmak için yaşatacağız. Yoksa, gelecekte buraları işgal etmeyi planlayanlara saklı tutmak için yasaklayıcı kanunlarla bunları yapmayacağız.
Bir de bakmışsınız ki; efendim, orası ‘TARİHÎ SİT ALANI’ imiş! Eskilerin yıkılmış duvarlarını koruyacağız diye bizim ev yapmamıza mâni oluyorlar! Bu ne biçim bir mantıktır? Tarihî bilgileri koruma ayrı şeydir, onlardan yararlanmama ayrı şeydir. İstanbul’daki kimi sokakları dolaşın, çürümekte ve yıkılmakta olan evler görürsünüz; mal sahiplerine dokundurtmuyorlar! Sonra, İsrail soyundan bir zengin orayı alır, rüşvet verir, kılıfına uydurur, orasını villa yapıp satar veya oturur! Bütün bunlar hep insanların ıcla taptırmanın sonucudur.
Nasıl kurtulacağız? Niye ıcla tapıyoruz? Neden paraya tapıyoruz? Çünkü biz her şeyimizi para ile bölüşüyoruz. Oysa, elbette para ile bölüşeceğimiz şeyler olacaktır, para olacaktır, ama para sadece verdiğimiz bir değer karşılığı aldığımız belge olacaktır. O belge ile kollektif ürünleri paylaşmalıyız. Sosyal değerler, mesela ilim, mesela sanat para ile alınıp satılmayacaktır. Altyapıdan para ile yararlanılmayacaktır. Su ve elektrik gibi günlük harcanan mallar para ile satılmayacak, nüfus başına veya üretim başına parasız verilecektir.
“Adil Düzen” geldiği zaman artık bugün yeryüzüne hâkim olan dört ıcl de ortadan kalkacaktır. Bu dört ıclin, bu dört sanemin/putun nasıl kalkacağını “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı okuyarak düşünürseniz, bulursunuz. “Adil Düzen” demek, bu dört şeriki idam etmek demektir. Doğa, moda, işçilik ve para putlarını tanrı olmaktan indirip insanlığa hizmet veren varlıklar hâline getirmemiz gerekmektedir.
Kuranda “ICL” kelimesi 10 defa geçmektedir. Bunun ikisi Hazreti İbrahim aleyhisselâmın kıssasında nekire olarak geçer. Hazreti Musa aleyhisselâmın kıssasında ise 8 defa geçer. İkisi nekiredir ve orada “Iclen Ceseden Lehu Huvar” (A’râf, 7/148; Tâhâ, 20/88) denmektedir. 6 yerde ise marife olarak geçer.
Şimdi şu soru sorulur. Birini nekire olarak getirir, sonra diğerleri marife olursa, marifeler o nekire ile gösterileni işaret eder. İki nekire eğer tekrar değilse, ayrı ayrı ıcli ifade eder. Bunlardan birini Samiri yapmıştır. Kavim Samiri’nin ilk yaptığından başka bir ıcl daha ittihaz etmiş olmalıdır. Marifeler de bunlardan birini kastetmiş olabilir. Yahut marife olanlar bunlardan başkalarını da kastetmiş olabilir.
Bir diğer önemli husus, İsrail oğullarının Samiri tarafından yapılan ıcli ittihaz etmelerinden 8 yerde bahsetmesinin bir önemi olmalıdır. Kur’an bugün bize hitap etmeyen, bizimle ilgisi olmayan kıssaları anlatmaz. O kıssanın kıyamete kadar bir etkisi vardır ki anlatmaktadır. Ayrıca “ICL” kelimesi üzerinde ısrar etmektedir. Oysa Samiri nihayet bir inek heykeli yapmıştır. “Icl” yerine “Bakar” diyebilirdi. “Acele “kelimesi ile bir ilişkisi vardır. “Onlar acili severler, âhireti de arkalarına atarlar.” âyeti ile de bizim verdiğimiz mânâ teyit edilmektedir.
***
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ (Va EiÜ EPaÜNAv MiÇaQaKuM) “Hani biz misakınızı almıştık.”
“MİSAK” vesikadan gelen bir kelimedir. Çuvalları doldurduktan sonra yüklemek için bağlarlar, ona “VESK” denir. Misak, sözleşmedir; daha doğrusu sözdür. Allah insanlardan misak almaktadır.
Allah kimilerinden galiz misak almaktadır. Galiz misaktan dönülmez.
Birine söz verirsiniz. Belli zaman sonra o sözü feshedebilirsiniz. Ama bazı sözler ve akitler vardır ki, feshedilemez. Biat böyledir, nikah böyledir, hakemlik böyledir, yemin de böyledir. Bunlar on tane kadardır.
Biat, nikah, talak, itak, yemin, kısasta afv, tahkim, zihar, îlâ. Misak-ı galiz biat içindedir.
Bir kimse 15 yaşına geldiğinde ya nöbetli ya da bedelli olabilir. Nöbetli olursa bir daha rücu edemez.
İsrail oğullarından alınan misak da bu idi. Burada galiz kelimesi kullanılmamaktadır. İsrail oğullarından önce galiz olmayan misak alınmıştı. Mekke devrinde Müslümanlardan da böyle misak alınmıştır.
Şimdi Adil Düzencilerden de böyle misak alınmıştır. Güçleri yetmediği zaman rücu edebilirler. Ama Adil Düzen Partisi kurulup iktidar olunduğunda, önce bedelli ve nöbetli ayrımı yapan kanun çıkarılacaktır. Türk vatandaşları isterlerse bedelli olacaklar, isterlerse nöbetli olacaklardır. Bedel miktarı öyle ayarlanacaktır ki, halkın yarısı bedelli yarısı da nöbetli olsun. Bedelliler her yıl savunma bedelini verirler ve bedeni hizmet yapmazlar. Nöbetliler askerlik hizmeti yapar, savaşta da savaşa katılırlar. Seçme ve seçilme hakları bunlara aittir. Bedelliler ancak kendi illerinde ve bucaklarında siyasi haklara sahip olurlar. Ülke merkezinde ve bölge merkezlerinde siyasi haklara sahip olmazlar. O tarihte nöbetli olmayı kabul eden artık bedelli olamaz.
İsrail oğulları baştan nöbetli olmayı kabul etmişlerdir. İsrail oğlu olmak, nöbetli olmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak kavmini değiştiren nöbetlilik yükümlülüğünden çıkmış olabilir.
وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمْ الطُّورَ (Va RaFAGNAv FaVQWaKuMu eoOUvRa) “Tur’u fevkinize refettik.”
“TUR” dağ olarak anlaşılmaktadır. Dağı fevkinize kaldırdık. Yani, sizi dağın eteğinde yerleştirdik. Vahiy için Allah Hazreti Musa’yı ve seçkinleri Tur’a kaldırmış ve orada Tevrat’ı öğretmiştir.
Önce 30 gün için çağırmış, sonra 10 gün daha uzatılmıştır.
Sessiz sakin bir yerde, çevreden tecrit edilmiş bir yerde sadece Tevrat öğrenmekle vakit geçirmişleridir.
Bizim de ‘Anayasa Çalışmaları’ yapmak için önce 30 günlük, sonra 10 günlük bir çalışma yapmamız gerekmektedir. Yüksek yerde oksijen bolluğu vardır. Kentin gürültüsü yoktur. Bugün bizim de böyle ilmî çalışmalar yapmamız gerekecektir. Değişik siyasi partilerin aldıkları oylara göre gönderecekleri ilim adamları “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI”nı uzlaşarak yeniden yazacaklardır. Kur’an’dan sonra Cebrail gelmeyecektir. Çağımızın vahyi istişare ve icmadır. Böylece 40 günde hazırlayacağımız ANAYASA ile halkın huzuruna çıkmalıyız. Halk bize oy verirse, Meclis’e girersek, ANAYASA TEKLİFİ olarak bu kollektif hazırlanmış Anayasa’yı Meclis’e önereceğiz. Meclis’te bunun için Anayasa Komisyonu’nda alt komisyon oluşturulacak ve yine partilerin aldıkları oyları nisbetinde ilim adamları tarafından 40 günde yeniden hazırlanacaktır. Komisyondan geçecek, Genel Kurul onaylayacak. Halk oylamasına da sunarız. “Adil Düzen”de ekseriyet kararı yoktur, ekseriyet kararı yeterli değildir, ama ekseriyet aranabilir. Böylece yeni anayasa kimsenin itiraz etmeyeceği şekilde kabul edilmiş olur.
İşte, Allah o zaman bizimle o ANAYASA çerçevesinde misak almış olur.
“Tur’u fevkinize yükseltmiştim”in başka bir mânâsı; bilgisayarları, interneti, internet sitelerini fevkinize çıkarmıştık demek olur. İnternet sitesi, havuza herkesin katkıda bulunabilmesi için bir araçtır.
İstişareler internet siteleri ile yapılabilir. Anayasa maddeleri internet sitelerinde tartışılmaya başlanır. Önce ikişer ikişer tartışılır. Bunlar internette yazılı hâle gelmiş olur. İsteyen istediği yerleri dolaşıp neleri tartıştıklarını takip eder. Tartışanlar ya anlaşır ve aralarından birini üst siteye yükseltirler, ya da anlaşamaz, isteyen diğer sitelerden birine katılabilir. Üst sitelerde artık başkan seçilen tartışır. Arkadaşı ile istişare eder. Sonra onun üstündeki siteye yükseltilir. Böylece son on kişi kendi anayasalarını hazırlarlar. Sitelerde yayınlarlar. Bunlar istişare ederek değişik anayasaları sıralamaya tâbi tutarlar. Telifte birinci olanla, sıralama yapmada birinci olan, kendilerine bir baş hakem seçerler ve ortak bir metin hazırlarlar. Bu metin Meclis’te oylanır, halkın ekseriyetine sunulur. Meclis’in üçte ikisi ‘evet’, halkın da yarısı ‘evet’ derse, ANAYASA kesinleşmiş olur.
Burada bu âyetten şunu anlıyoruz ki; fevkinize interneti, bilgisayarı çıkardık demek, orada elde edilecek sonuçlar bizim üstümüzde ve bizi bağlayan mahiyettedir demektir. “Adil Düzen Anayasası”nda internetin üstünlüğü işlenmemiştir. Onun teknolojisi henüz tam bilinir değildir. İleride bu eksiği gidereceksiniz.
خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ (PuÜUv MAv EaTaYNAvKuM Bi QuvVaTin)
“Size îtâ ettiğimizi kuvvetle ahzedin.”
Kuvvetle nasıl ahzedilecektir? Sosyal oluşların hiçbirisi kuvvete dayanmaz. Bütün kararların ve seçimlerin hepsi halkın kendi iradesi ve isteği ile yapılır. Anaysa da böyle hazırlanır. Tevrat da böyle kabul ettirilmiştir. Ancak bir defa demokratik yoldan halkın rızası ile kabul edilen anayasa veya yasa artık güç ile korunacak, onu destekleyen silahlı güç bulundurulacaktır. Hiç şüphesiz ülkedeki bu güç ordudur. Ordu, demokratik yoldan oluşan anayasanın koruyucusu olarak varolacaktır. Yani, buradaki emir ordu kurun demektir.
İslâm orduları şöyle oluşur:
Her ülkenin bağımsız ordusu vardır. İnsanlığın ortak ordusu yoktur. Siyasi dayanışma ortaklıkları orduları oluştururlar. İnsanlar kendi bölgesi olmayan bölgelerde orduya katılabilirler. Bir bölgenin askerleri başka bölgelerden oluşur. Ordunun personeli böylece ülkenin o bölgeden olmayan nöbetlilerinden oluşur. Herkes kendi ordusunu, hattâ ordu içinde komutanını da kendisi seçer. Demokratik yoldan ordu oluşmuş olur. Ordu komutan adaylarını devlet başkanları orgenerallerden atar. Her bir ordu kendi bölgesini düşman saldırısından korur. Ayrıca illerde o ilin il nöbetlilerinden oluşan bir jandarma teşkilatı kurulur. Onlar da ilçelerde teşkilatlanırlar ve oranın iç güvenliğini sağlarlar. Bucaklar kendi yasalarını kendileri hazırlarlar. Benzer çalışmaları yaparlar. İlçelerde Genel Hizmet teşkilatı ve kamu görevlileri vardır. Yasalara uymayanlar hakemler tarafından mahkum edilirler. Hakemlerin kararlarına uymayanlar, ilçe jandarma teşkilatı tarafından yola getirilirler. İnsanlık içinde hakem kararlarına uymayan topluluklar ordular tarafından yok edilirler.
İşte, Allah burada ‘kuvvetle bunu tutun’ demesiyle, İsrail oğullarına devlet kurmaları emredilmiş bulunmaktadır. “Ellezî Âteynâkum” değil “MÂ ÂTEYNÂKUM” dendiğine göre; bugün yukarıda anlattığımız şekilde “Adil Düzen”e göre çıkarılacak kanunlarla kuvvetli devleti kurun anlamına gelir.
Adil Düzenciler güçlü millî devletlerin oluşmasını isterler. Onun için Kafkasların birleşip tek devlet olmaları taraftarıdırlar. Balkanların birleşip tek devlet olmalarına taraftadırlar. Irak ve Suriye birleşmelidir. Yemenliler, Suudi Arabistan, Ürdün birleşmeli ve güçlü devlet olmalıdırlar. İsrail oğullarının da aynı şekilde güçlü devlet olmalarını istemektedirler. Adil Düzenciler şöyle bir çözüm bulmaktadırlar.
a) İsrail oğullarına Tevrat’ta vaadedilen ve Kur’an’da teyit edilen toprakları kendilerine verilmelidir. O topraklarda hükümranlık İsrail oğullarına ait olmalıdır.
b) İsrail devletinin hudutları içinde Yahudi olmayan bucaklar da kurulabilir, hattâ iller de kurulabilir. Bunlar iç işlerinde bağımsız olur ama dış işlerinde İsrail devleti içinde yer alırlar. Nöbetli değil, bedelli olurlar.
c) İsrail toprakları içinde yaşayan Filistinlilere Sina’da bir devlet kurdurulur. İsrail topraklarında yaşamak istemeyenler oraya taşınırlar. Dünyada hicret eden Müslümanlar da orada yerleştirilir.
d) İsrail devleti barış içinde yaşamalıdır. İslâm ülkeleri ve Hıristiyanlar topraklarını güvenceye almalıdır. Önemli olan, nüfuslarını 30 milyonun üstüne çıkarmalıdırlar.
وَاسْمَعُوا (Va iSMaGUv) “Sem’edin.”
Tevrat’ı anlayın, “Adil Düzen”i anlayın, Kur’an’da size gelen vahyi değerlendirin.
20. yüzyılda gelişen ilmî buluşlar insanlığı yeni anlayışa götürmüştür.
a) Bugün anlaşılmıştır ki, peygamberleri Allah göndermiştir. Gerek doğuda gelen peygamberler, gerekse Orta Doğu’da gelen peygamberler, belli bir projenin uygulamasıdır. Her din kendisine verilen görevi yapmıştır. Büyük dört din ve Yahudilik Hak dindir, ilâhi kaynaklıdır. Hepsi birbirini tamamlamaktadır.
b) Bütün dinler ve kitaplar, Kâinatı var eden Allah’ın gönderdikleridir. Onlarda müsbet ilme aykırı bir şey yoktur. Bugün müsbet ilimle çatışır konular varsa, bunlar kitapların kendilerinde değil, insanların anlayışlında görülmektedir. Yorumları müsbet ilme göre düzeltilmelidir.
c) İlâhi kitaplar birbirlerini tasdik ve itmam eder, dolayısıyla aralarında dayanışma içine girip küfrü ve şirki sindireceklerdir. III. Bin Yıl Uygarlığı İslâmî uygarlık olacaktır.
d) Tarihte insanlığı girdiği zulümattan ancak ilâhi kitaplar çıkarmıştır. Zulme karşı bundan sonra gerçekleştirilecek aydınlanma da ancak ilâhi kitapların müsbet ilimle yorumlanması ile mümkün olur. İlimler bize nasıl yapacağımızı gösterir, ama ne yapacağımızı göstermez, gösteremez. Ne yapmamız gerektiğini ancak ilâhi kitaplar bize öğretir. Tarihte hep öğretmiş ve başarıya ulaşmıştır.
İşte burada “İSMEÛ” emri ile yukarıdaki ilmî sonuçlara kulak verin denmektedir. Elimizdeki aklî ve naklî ilimler bizim ayaklarımız olacak, onlarla yürüyeceğiz. İsrail oğulları tarih boyunca buna dâvet edilmiş, bundan sonra da dâvet edilmektedirler. Kıyas yoluyla tüm kavimler de dâvet edilmektedir.
قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا (QaLUv SaMIGNAv Va GaÖaYNAv) “Sem’ettik ve isyan ettik dediler.”
Gerçek olan şudur ki, İsrail oğulları Hazreti İsa’nın ve Hazreti Muhammed’in de resul ve nebi olduklarını bilmektedirler. Ama Allah’ın takdirine direnmekte ve ‘söylenenleri anladık ama biz buna uymayacağız’ dediler. Şeytan nasıl bile bile hakkı gizlemiş ve küfretmişse, İsrail oğulları da öyle yapmışlardır.
Tüm insanlar da öyle yapmaktadırlar. Avrupa Birliği’ne koşanlar da bu gerçekleri bilmekte ve Allah’a isyan etmektedirler. Allah’a isyan ne demektir? Doğal ve sosyal kanunlara kulak vermemek, karşı çıkmak böyle olmaktadır. Çok evlilik konusunda Adil Düzenliler bile böyle yapmaktadırlar. Onlara izah ettiğiniz zaman; ‘Anladık ama, her şey bitti de iş ona mı geldi?’ diyorlar. İsrail oğulları böyle yapınca, demek onların da böyle yapmaları doğaldır. İsrail oğulları isyan etmişler ama yok olmamışlardır. Hâlâ varlar, bundan sonra da varolacaklardır. Adil Düzen Çalışanlarının böyle mantıksız iddiaları da bizi ümitsizliğe sürüklememelidir.
وَأُشْرِبُوا فِي قُلُوبِهِمْ الْعِجْلَ (Va EuŞriBUv FIy QuLKUvBiHiM elGıCla)
“Onların kalblerine ıcl işrab edildi.”
Onların kalblerine ıcl işrab edildi. Onlara hitaptan gaybe dönülmüştür; Allah bize bildirmektedir.
Onların kalblerine ıcl işrab edildi deniyor. Demek ki, burada geçen ıcl, Samiri’nin ıcli değildir. Çünkü bugünkü İsrail oğulları Samiri’nin ıclini işrab etmemişlerdir. O halde onlara işrab edilen aceleciliktir.
İşçilik sistemi, karşılıksız para, zina ve faiz işrab edilmiştir. Tekel sömürücü zalim sermaye dünyayı sömürmek, çalıştırmak, köle etmek için insanlığı bile bile dalâlete götürmektedir.
Marx’ın öğretilerini uyguluyorlar. Tabii, Marx onlara öğretmedi, Marx’a onlar söylettiler.
a) Marx’a göre, yeryüzündeki kötülüğün kaynağı ailedir, evliliktir. Doğan çocuklar kreşe alınmalı, kimse anne-babasını ve akrabalarını tanımamalıdır. Bu şekilde insanların yaşamalarına imkan sağlanmalı; o zaman düşmanlık olmaz, haset olmaz, savaş olmaz. Solcular ‘biz savaşa karşıyız’ derken, ‘aileye karşıyız’ diyorlar; bilinçli olanları böyle diyor.
b) Yine Marx’a göre kötülüğün kaynağı ulusçuluktur, devlettir. İnsanlar anne babalarını tanımakla kalmıyor, akrabalıklar oluşuyor, gruplanmalar meydana geliyor, bu devletlere kadar yükseliyor. Önce ulus ortadan kalkmalıdır. Bu da karma kreşler sayesinde mümkün olacaktır. Önce devleti çok büyütmemiz ve onu zalim hâle getirmemiz gerekir. İnsanlar devletten nefret eder ve bir gün onu yıkarlar, komünizm gelir ve insanlık kurtulur. Kötülüğün kaynağı ulusçuluktur.
c) Marx’a göre kötülüğün temel kaynağı dindir. Din insanlara bâtıl inançları aşılamakta, herkese farklı peygamber ve Tanrı tanıtılmakta, Tanrı uğrunda savaşlar olmaktadır. Müsbet ilmin verileri ile dinin bâtıl olduğu insanlara anlatılmalı ve din afyonundan insanlık kurtarılmalıdır.
d) Marx asıl darbeyi mülkiyete vurmaktadır. Senin-benim malım var, çocuklarımıza miras olarak geçmekte, bu sebeple insanların bir kısmı diğerleri tarafından sömürülmektedir. O halde kamu mülkiyeti dışında mülkiyet olmamalıdır.
İsrail oğulları 20. yüzyılın başına işte bu felsefe ile girdiler. Hedefleri neydi?
a) Aileler çocukları kendi istedikleri gibi yetiştirmekte, sonunda sermaye bu kimselere hakim olamamaktadır. Aile ortadan kalkarsa, bir taraftan insanları kendisi istediği eğitime tâbi tutacak ve kendisine iyi işçi yetiştirecektir; diğer taraftan bir kadının bir çocuk üzerinde zamanını harcaması israftır, kreşlerde on çocuğa bir kadın bakar, diğer dokuz kadın işçi olup fabrikalarında sermayeye hizmet eder. İsrail oğulları dışındaki insanlar nasılsa sadece onlara hizmet için yaratılmış mahluklardır.
b) Devlet ortadan kalkacak, millî ordular olmayacak, onun yerine gizli istihbarat örgütleri ve mafya teşkilatı olacak. İdam cezaları kalkacak. Hapishaneleri lüks otellere dönüştürecek. Dünyayı polis jandarmayla, mahkeme ve görevlilerle değil, doğrudan tetikçilerle yönetecektir. Kendilerini dinlemeyenler paralı katillerle ortadan kaldırılacak. Para da yalnız kendisinde bulunacağı için sermaye dünyayı elini kana bulaştırmadan yönetecek.
c) İnsanlar bir şeye inanmak zorundadır. Eğer dinsizlik yerleştirilirse ondan sonra sermaye tanrı hâline gelir, insanlar para gibi sermaye araçlarına tapmaya başlar, paranın her şeyi yapacağına inanır, paranın peşinde koşarlar. Para da sermayenin elinde olacağı için insanları yalnız silah zoru ile değil, çıkar yoluyla da esir etmiş olur. Maaşlarını verir, eğlence yerlerinde o paraları kumar, içki, fuhuş ve eğlence aracılığı ile geri alır. Böylece insanlık yönetilmiş ve sömürülmüş olur.
d) Kimsenin elinde hiçbir mülk bulunmaz, mülkler tamamen kendilerinin olur. Halk karın tokluğuna çalışır ve yaşar. Şimdilik ücret verilir, sonra o ücrete karşılık kendi ürettikleri mallar yine kendilerine ama patronlarca istenen fiyattan satılır. Tekel sermaye dünyayı yönetir. Bu hedefe ulaşmak için zengin ülkelerde faizli sermaye yarışı içinde orta ve küçük sermayeler ortadan kaldırılır, büyük sermayeler arasında karteller kurulur. Böylece buralarda hedefe daha kolay ulaşılır. Geri ülkelerde ise nasyonal veya enternasyonal sosyalizm icad edilir. Devletlerine, topraklar ve diğer fabrikalar gasbettirilir. Halkın elinde mal-mülk yapılmaz, her şey devletin yapılır. Sonra da ‘özelleştirme’ furyası ile bunların hepsi büyük sermayeye intikal eder. Önce Uzanlar ve Doğan grupları gibilere el altından dolar verilir, varlıklar bir yerde toplanır, sonra onlardan devralınır; ya uslu uslu teslim ederler, ya da Uzanlar’da olduğu gibi perişan edilirler.
İşte, İsrail oğullarından tekel sermaye sahiplerinin yapmakta oldukları budur. Bütün bunlar “ıcl” ile ifade edilir. Bunların beyinlerine ıcl işrab edilmiştir. İnsanlığın “Adil Düzen”e girmesi için bozulmuş olan aile, bozulmuş olan devlet, bozulmuş olan din, bozulmuş olan mülkiyet düzeltilmelidir. Önce kötüler ortadan kalkmalıdır ki iyiler gelsin. İşte bütün bunlar Allah’ın takdiri ile olmaktadır. “Adil Düzen”e hazırlıktır.
İslâm ailesi ortaya çıkacaktır.
a) Serbest cinsi ilişki, akrabalarla cinsi ilişkiler yasaklanacak. Her kadına koca bulunacak. Aile içinde işbölümü olacak. Karı veya koca görevini yapmazsa o kamu tarafından desteklenecektir. Aileler aşiretler hâlinde örgütlenerek birlikte yaşayacaklardır. Aileler çocuklarını başka ailelere düşman olarak yetiştirmeyecekler, ahlâksız yetiştirmeyeceklerdir.
b) Kamu örgütlenmesinde ocak birlikte yaşamanın, bucak birlikte çalışmanın, il birlikte iç güvenliği sağlamanın, ülke birlikte dışa karşı savunmayı gerçekleştirmenin, insanlık uygarlıkların evriminde cehaletle birlikte savaşmanın örgütleri olacaktır. Merkezî yönetimler taşra halkının temsilcilerinden oluşacak, taşraya hâkim değil hâdim olacaklardır. Devlet bir ağacın gövdesi, iller ağacın dalları, bucaklar ağacın yapraklarıdır. Erkekler yapraklardır, üretim yaparlar. Aşiretler çiçeklerdir. Oradaki kadınlar çocukları üretirler. Çocuklar insanlığın meyveleridir. Devleti erkekler oluştururlar, ama kadınlar ve çocuklar için oluştururlar. Erkekler kadınlara hâkim değil, kayyumdurlar.
c) Dinler serbest rekabet içinde kişileri eğitip yetiştirirler. Onlar ekonomik faaliyet yapar ve kamuyu oluştururlar. Dinler inşaat malzemesi üreten fabrikalar gibidir. Devlet ve işletmeler ise bu malzemeyi kullanarak inşaat yapan kuruluşlardır. Fabrikaları işleten kurumlardır. Malzeme üreten nasıl inşaatçı ile karşılaşmaz, serbest piyasa onları buluşturup anlaştırırsa; dinler de devletlerle karşılaşmaz, sadece insan pazarında onlar buluşurlar. İşte lâiklik budur. Bir taraftan bir dinin diğer dinlere hâkim olması önlenir, diğer taraftan dinler siyasete ve ekonomiye hâkim olmazlar, siyaset ve ekonomi de dinlere baskı yapamaz.
d) Özel mülkiyet vardır. Özel mülkiyette serbest rekabet vardır. Devletin görevi tekel oluşturmayı önlemedir. Halkın serbest rekabet içinde yapamayacağı işleri kamunun vakıflarına yaptırmadır. Bu sistem Hazreti Davut aleyhisselâm tarafından insanlığa öğretilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti de bunları halkçılık ve devletçilik ilkesi içinde formüle etmiştir.
İşte bugüne kadar tekel sermayenin yaptıkları “Adil Düzen”e hazırlıktır. Allah’ın iradesi ile olmuştur. Onun için “ÜŞRİBÛ” denmektedir. “Icl” kelimesinin ne denli şümullü mânâsının olduğunu bunlarla daha kolay anlarız.
بِكُفْرِهِمْ (Bi KüFRiHiM) “Onların küfürleri sebebiyle ıcl onlara işrab edilmiştir.”
Allah şeytanı insanları iğva etmesi için görevlendirdi. Ama şeytan bu görevi kendi arzusu ile almıştır. Dolayısıyla onu suçlu olmaktan kurtaramaz. Bu İslâmiyet’in en zor anlaşılan bir hususudur. Yapılan şeyler Allah’ın takdiri ile olmaktadır, ancak yapanlar kendi iradeleri ile o görevi yüklenmekte, dolayısıyla tecziye edilmektedirler. Onlara küfürleri sebebiyle ıcl işrab edilmiştir. Yani, Allah onlara zulmetmemiştir, onlar kendileri küfretmekle nefislerine zulmettiler. Ama Allah onların şerrini hayra çevirecek, şerler Adil Düzenciler için hayr olacaktır. Onun için diyoruz ki; geçmişte olan her şey hayırdır, çünkü Allah onu hayra çevirir.
Adil Düzen Çalışanları bütün olayları bilmelidirler; neler oluyor bilmelidirler. Ama şunu da bilmelidirler ki, Allah izin vermedikçe hiçbir şey olmaz, yaprak bile kıpırdamaz.
قُلْ (Qul) “Kavlet.”
Kur’an artık doğrudan hitabı kaldırmış, yerine “KUL/Söyle” ifadeleri ile mü’minleri, mü’minlerin resullerini devreye sokmaktadır. Bize “KUL/Söyle” emri verilmektedir. Biz de bu açıklamaları yapmakla görevimizi yerine getiriyoruz. Sizlere düşen, onlarla karşılaştığınız zaman bunları anlatmaktır.
بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ (BiESa MAv YaEMuRuKuM BiHIy EIyMANUKuM)
“İmanınız ne kötü şeyler emretmektedir.”
Gelin bu kötü niyetinizden vazgeçin. Allah insanları aile, devlet, din ve mülkiyete dayalı yaşayacak şekilde yaratmıştır. Siz onu değiştiremezsiniz. İnsanlar doğal ve sosyal kanunları değiştiremezler, ancak onları kullanarak yararlanırlar. Taştan hiç kimse düşme kabiliyetini kaldıramaz. Rüzgardan da uygun şartlarda kaldırma kabiliyetini elinden alamaz. Biz bunları dengeleyerek emniyet içinde uçağa biniyoruz.
Sosyal kanunlar da böyledir. Kimse insanlardan mülkiyet melekesini yok edemez.
İşte Marksizm bunun için ütopiktir. Çünkü sosyal kanunları değiştirmek istiyor. Kur’an onun için ütopik değildir. Çünkü savaşa evet diyor, köleliğe evet diyor, çok evliliğe evet diyor, kadın-erkek arasındaki işbölümüne evet diyor. Doğanın ve sosyal kanunların değişmesi gibi hayaller peşinde insanları koşturmuyor. Savaşı meşru sayıyor ama savaşı hakkın ikamesi için meşru yapıyor. Yağma savaşlarını gayrimeşru yapıyor. Ama savaş meşru sebeplerle yapılıyorsa ganimeti de meşru yapıyor.
إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ(93) (EiN KuNTuM MüEMiNIyNa)
“Mü’min iseniz size imanınız ne kötü şeyler emrediyor.”
İsrail oğulları en kötü imtihanı Filistin’de vermektedirler. Adil bir düzen kurmalıdırlar.
Osmanlılar Anadolu’ya geldikleri zaman halkıyla hiçbir sorunları olmamıştır. Hıristiyanlarla 900 sene barış içinde yaşadılar. O ülke halkları daha sonra düşmanlarla işbirliği yaptıklarından çekildiler. Oraların halklarında kötü nam bırakmadılar. Osmanlıları taklit eden Ruslar da, İngilizler de gittikleri yerlerde halkın sevgisini kazanarak döndüler. ABD bunu yapamıyor, Sovyetler bunu yapamadı. İsrail oğulları da Filistin’de bunu yapamadı.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” aynı zamanda Tevrat anayasasıdır. Benimseyin ve bu kötülüklerden vazgeçin deme görevini Allah bize vermiştir. Sizleri “Adil Düzen”i tesis etmek için işbirliğine dâvet ediyoruz.