ADİL DÜZEN 351
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 13. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَإِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ
يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ وَفِي ذَلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظِيمٌ(49)
وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمْ الْبَحْرَ فَأَنْجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنْتُمْ تَنظُرُونَ(50)
وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَى أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمْ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ(51)
ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(52)
وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ(53)
وَإِذْ نَجَّيْنَاكُمْ (Va EiÜ NacCaYNAvKuM) “Sizi necata erdirdiğimizde.”
Allah Hazreti Adem’i yarattı. O zayıf ve cahildi. Ona esmayı, dili, ilmi öğretti.
O gün bu gündür insan cehaletini ve zafiyetini gidermektedir. İnsan bugün Kâinat’ın derinliklerine ulaşmıştır. Oraları bilmektedir. Atomun içine girmiş, ölçmeler yapmaktadır. Birçok âletler ve maddeler üretmekte, göklere açılmaktadır. Bu gelişme Hazreti Nuh’a gelmiş şeriat düzenini kendi vâdisinde oluşturmuştur.
Hazreti Nuh’un kendi soyundan gelen Hazreti İbrahim uygarlığı dünyaya yayma ile görevlendirilmiştir. O zamanlar bugün olduğu gibi üniversiteler, kitaplar, ordular yoktu. Sadece aile eğitimi vardı. Peygamberler de, krallar da soyu takip ediyordu. Hazreti İbrahim büyük oğlu Hazreti İsmail’i Mekke’de bıraktı. Onun soyuna ileride gelecek olan Kur’an’ı ifade edecek Arapçayı oluşturma görevi verildi.
İkinci oğlu Hazreti İshak ve onun oğlu Hazreti Yakub’a ileride gelecek olan Kur’an’ı anlayabilmeleri için insanlığa bir örnek uygulamasını öğretmesi görevi verildi. İbranilerde oluşturulan bu uygarlık yine kendi soylarından olan Hazreti İsa’ya Tevrat uygarlığının Hıristiyanlık uygulaması görevi verilecektir. Doğuya giden Hazreti İbrahim’in hanımı Katura’dan doğma dört oğluna İbahimî esasları yayma görevi verildi.
Kur’an o sayede tüm insanlık tarafından kavranacak ve öğrenilecekti.
İşte, İsrail oğullarının bu görevi yapabilmeleri için o zamanın iki süper gücü ve uygarlığı olan Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarını öğretmek için Hazreti Yusuf Mısır’a götürülmüştü.
Orada başlangıçta sarayda istihdam edilen Hazreti Yusuf’un soyu sonraları köleleştirilmiş ve İbranilere eziyet etmeye başlamışlardı. Bu da Allah’ın takdiridir. İsrail oğulları bir kavim olarak ancak Mısır’dan sürülürlerse oluşabilirlerdi. Hazreti Musa sarayda büyüdü. Sonra suç işledi ve kaçtı. Doğuda Medyenlilerin yanında büyüdü. Sonra tekrar Mısır’a gelip İsrail oğullarını oradan çıkardı. Böylece İsrail oğulları Firavun’un zulmünden ve esaretten kurtulmuşlardı. Şimdi 21. yüzyılda Allah İsrail oğullarına bunu hatırlatmaktadır.
مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ (MiN Ali FiRAVNa) “Firavun’un âlinden.”
“Firavun” fer’den gelen bir kelimedir. Fer’ dal demektir. Firavunun soyundan demektir.
Nasıl “Osman oğulları” diyorsak, Mısır’da Firavun soyundan gelen hükümdarlara “Âli Firavun” denmektedir. Sonraları Firavun kral manâsına da gelmiştir.
Kent uygarlığı ilk olarak Mezopotamya’da Sümerler tarafından tesis edilmiştir. M.Ö. 3000 yıllarından önce Hazreti Nuh peygamber gelip şeriat düzenini kurmuştur. Bu uygarlık yerinden yönetimli site uygarlığıdır. Devlet siteler birliği hâlinde oluşmuş, ancak merkezî devlet oluşmamıştır. M.Ö. 2500 yıllarında Mısır’da merkezî uygarlık oluşmuştur. Mezopotamya liberal bir yönetime sahipti. Mısır ise merkezî ulusal devlete dayanan bir sosyal devletti. M.Ö. 1600 yıllarında Hazreti Yusuf Mısır’a götürülmüştü.
M.Ö. 1200’de yani 400 yıl sonra İsrail oğulları Mısır’dan çıkmışlardı.
M.Ö. 300’lere kadar 1000 sene Mısırlılar varolacaklar ve bu tarihlerde Büyük İskender tarafından ortadan kaldırılacaklardı. Hazreti İsa geldiği zaman Firavunların yerini Romalılar almıştı.
İsrail oğulları Mezopotamya’nın kültürüne Mısır kültürünü ekleyerek İbrahimî uygarlığı oluşturacaktır. Bu uygarlık ne Mezopotamya uygarlığına, ne de Mısır uygarlığına benziyordu. Site yönetimi vardı, ama kuvvetli merkezî yönetim de vardı. Merkezî yönetim dış savunmayı yapar, bir de halkın yapamayacağı işleri yapardı. Yani, ekonomi bakımından halkın yapabileceği işleri Mezopotamya usûlü ile halk yapardı. Halkın yapamayacağı işleri ise Mısır’da olduğu gibi devlet yapardı.
Günümüzde Mezopotamya düzeni kapitalizme, Mısır düzeni sosyalizme tekabül eder. İbrani yönetiminde ise Cumhuriyeti devletçilik sistemi ile karşılanır. Halkın yapabileceği işleri Halkçılık ilkesi ile halk yapar, halkın yapamayacağı işleri Devletçilik ilkesi ile devlet yapar. Bu da Kur’an’ın insanlığa öğrettiği düzendir. “Adil Düzen” budur. Sermaye tekeli yoktur. Devletin yaptığını da vakıflar yapar, dolayısıyla devlet tekeli de yoktur.
يَسُومُونَكُمْ (YaSUvMUvNaKUM) “Size sevmediyorlardı.”
“Sevm etmek” damgalamak demektir. Türkçede iftira etmek anlamına gelmektedir.
Onlara farklı muamele yapıyorlardı. Belki de Mısırlıların giydiği kıyafeti giymelerine müsade etmiyorlardı. Bugün biz nasıl askerlerin giydiği elbiseyi giyemezsek, polis kıyafeti ile dolaşamazsak, onlar da Mısırlı asilzadelere mahsus kıyafeti giyemezlerdi. Bu normaldır. Ama İsrail oğulları İsrailli olduklarına dair bir elbise giymek zorunda bırakılırsa, bu kötü olaydır.
Buradan şu anlaşılıyor ki, Mısır’daki İbraniler maddeten sıkıntıda değillerdi. Belki şimdi olduğu gibi zengindiler. Çünkü bir taraftan Mısırlılar gibi devlet işlerinde çalışıyor ve maaş alıyorlardı, diğer taraftan Mısırlıların yapamadığı çobanlığı yapıyor ve servet sahibi oluyorlardı. Maddi bakımdan da her halde işkencelere uğramıyorlardı. Ancak, bu zenginliklerden dolayı Mısırlıların nefretini kazanmışlardı. Mısırlılar onların çoğalmasını istemiyor, yeni doğan erkek çocuklarını kesiyorlar, kızlarını bırakıyorlardı. Yani, onları hor görüyorlardı. “Yesumuküm” deneceği yerde, “Yesumuneküm” denmiş olmasının hikmeti budur. Doğrudan buradaki u sesi mu sesine dönüşmüş olabilir. Tevil yapmadan su’ manâsı da verilebilir.
سُوءَ الْعَذَابِ (SUvEa ELGaÜAvBı) “Azabın sûu ile azab ediyorlardı.”
“El-Azabu es-Sû’” deneceği yerde, “Sûe’l-Azab” denmiştir. Kötü azab değil de, azabın kötüsü ile sevmediyorlardı. “Sev’et” Türklerin edep yerleri dedikleri yerlerdir. Görünmelerinden utanılacak uzuvlardır. Hırsızlık ve zina gibi suçların vasfıdır. Yani, size utanacağınız cezalar veriyor, sizi aşağılıyor ve utandırıyorlardı.
Tarih boyunca hep sınıflaşma olmuştur. Bu sınıflaşma iki şekilde olmuştur. Şerefli olma üstünlüğüdür. Bir makamı elde etme, ilimde bir rütbe kazanma, zengin olma veya halkın sevgisini kazanma üst sınıfı oluşturur. Bu hayırda yarıştır. Geçiş olmak şartı ile meşrudur. Hindistan’da geçiş olmadığı için makbul sayılmamaktadır. İngiltere’deki lordlar sınıfı da böyledir. Bir de, mesela bir hırsızın veya bir zaninin aşağı sayılması ve halkın altında görülmesidir. Kişilere böyle cezalar verilebilir ama bunun bir topluluğa veya bir sınıfa verilmesi eşrafça hiçbir zaman meşru sayılmamıştır.
Mısır’da İsrail oğullarına böyle bir muamele yapılmaktadır. Hindistan’daki parya, Yunanistan’daki köleler sınıfı böyle bir sınıftır. İslâmiyet’te asker sınıfı üst sınıftır ama herkes asker olabilmektedir.
يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ (YüÜabBiXUvNa EaBNAEaKuM) “Oğullarınızı zebhediyorlardı.”
Mısır uygarlığında İsrail oğullarının rolü vardı. Birçok işleri onlar yapabiliyordu. Tarımı Mısırlılar biliyordu, ama hayvancılığı bilmiyorlardı. Bu sebepledir ki Mısırlılar İsrail oğullarından vazgeçmek istemiyorlardı ama onların zenginliklerini de çekemiyorlardı. Bunun için geliştirdikleri sistem şu idi.
Doğacak erkekler kesilecek ve böylece erkeklerin nesli kurutulacak, kadınlar ise Mısırlılar tarafından istifade edilecek. Doğan çocuklar artık Mısırlılardan olacak, böylece melez bir ırk oluşacak, İsrail oğulları böylece asimile edilmiş olacaklardı.
Bu sistem sonraları Marks tarafından komünizmde uygulanacaktı. Çocuk doğar doğmaz kreşe alınacak, kreşte büyüyecek, anasını ve babasını bilemeyecek, akrabalarını bilemeyecek, ulusunu bilemeyecek, ana dilini bilemeyecek, böylece eşitlikçi bir insanlık ortaya çıkacaktı. Mısırlıların İsrail oğullarına uyguladıkları sistemi 20. yüzyılda İsrail oğulları insanlığa uygulayacak ve intikam almak isteyeceklerdi. Sovyet uygulaması bir Firavun uygulamasıdır. İsrail oğullarını Firavunlardan kurtardığı gibi, Allah Sovyet halkını da sosyalist yönetimden kurtarmıştır. Kıyas yoluyla bu kurtuluşu ve nimeti onların da hatırlamaları gerekir.
Burada İsrail oğullarına şu hatırlatılmaktadır ki; şimdi insanlığa uygulamakta olduğunuz bu ahlâksızlık ve aileyi yıkma siyasetinde başarılı olamayacaksınız. İnsanlık sizden kurtulacaktır. İnsanlığa faiz, zina, savaş, vize vesaire uygulamaları ile yaptığınız işkenceler son bulacaktır.
وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ (Va YaSTaXYuvNa NiSAEaKuM)
“Ve nisalarınızı istihya ediyorlardı.”
“İstihya” haydan gelen kelimelerdir. “Kadınlarınızı ihya ediyorlardı” demiyor, “istihya ediyorlardı” diyor. Diriltmeye çalışıyorlardı manâsı çıkabilir. Ancak buradaki manâsı utandırıyorlardı.
Bugün nasıl kadınları zinaya, fuhşa, utanmazlığa, iffetsizliğe itmek için bütün güçleri ile saldırıyorlarsa, o gün de onlara saldırıyorlardı. Erkekler öldürülüyor, kadınlar ise evlilik dışı ilişkilere zorlanıyor ve böylece kendi sulbünden gelen ama kendilerinin olmayan nesil yetiştiriyorlardı.
Belki bugün de İsrail oğulları aynı hayal peşindeler. Erkekleri verecekleri ilaçlarla kısırlaştıracaklar, sonra kadınlarla kendileri ilişki kuracak ve insanlık İsrailli olmayan ama İsraillilerden olma çocuklarla dolacaktır. Bunun bir ön uygulaması olarak, İsrailli olmak için İsrailli kadından doğma olmak gerekmektedir. Yani, diğerleri İsrailli olmayı iddia edemeyeceklerdir. Bugün aileye saldırmalarının hikmeti bu olabilir.
İşte Allah bunlara diyor ki; bakın size böyle yapıldı ama başaramadılar. Siz de şimdi insanlığa yapmak istiyorsunuz ama başaramayacaksınız. Bana hiç kimse bunlar kuruntudur diyemez. Niçin? Faizle sömürerek elde ettikleri servetlerini fuhşu terviç ve aile düşmanlığı için harcıyorlar. Tüm mevzuat ona göre hazırlanıyor, tüm medya bunun için ayaktadır. Başörtüsü kavgası bundan başka ne ile izah edilir?
وَفِي ذَلِكُمْ بَلَاءٌ (Va FIy ÜAvLiKuM BaLAvEun)
“Bunda size belâ vardı.”
“Bila” bilemekten gelen bir kelimedir. Demir keskin olsun diye törpülersin. Biraz azaltırsın ama sonra o keskinleşir, kılıç olur. Firavun’un bu yaptıkları da İsrail oğullarını keskin hâle getirmek içindi. Sonra ne oldu? O İsrail oğulları Mısır’dan çıktılar, kırk yıl çöllerde dolaştılar. Ama sonra Filistin’e gidip yerleştiler ve İbrani devletini kurdular. Tevrat uygarlığı ile önce Yunan ve Romalıları, sonra da tüm dünyayı uygarlaştırdılar. Bugün de o günkü keskinliği ile tüm dünyayı parmaklarında dolandırmakta, Firavun’un makamında oturmaktadırlar.
Allah bunları onlara hatırlatmakta, bugünkü mazlum insanlık da bilenmektedir. Onlar da kurtulacaklar ve daha büyük uygarlığı yani “Adil Düzen” uygarlığını kuracaklardır.
مِنْ رَبِّكُمْ (MiN RabBiKuM) “Rabbinizden gelen bir belâdır bu.”
Evet, bu belâ, bu bileme Rabb’inizden gelmiştir. Sizleri bir taraftan yetiştirmek, diğer taraftan Mısır’dan çıkarıp daha büyük imkânları sizlere bahşetmek için Firavun’u görevlendirmişti. Şeytan da böyle görev yüklenmişti. Firavun’un bu zulmü yapmasına Allah izin vermişti. Demek ki, eğer bize bir kötülük geliyorsa, Allah bizim için izin vermiştir. Bize daha iyi hayat için vermiştir. Yolunuzu değiştirin diyor.
Alman ve Japonların başına gelenler sayesinde bugün onlar dünyanın ileri ekonomi gücü hâline gelmiştir. Almanya’ya Müslümanlar akın etmiş ve orada İslâmî cemaatler oluşturmuştur. İslâm uygarlığı onların içine girmiştir. Bu demek değildir ki onlar Müslüman olacaklardır. Ama onlar Hıristiyanlığın aslına bu sayede döneceklerdir. Halk zamanla İslâmiyet’i öğrenecek, bu sayede kendi dinlerini de öğrenmiş olacaklardır.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarını İsrail oğulları fitneledi. Ama insanlık büyük gelişmeler kaydetti.
İnsanlık için Rab’lerinden büyük belâ oldu ama sonunda büyük rahmet olmuştur.
عَظِيمٌ(49) (GaJIyM) “Azim bela vardı.”
Gerçekten bir kavim için en büyük bela halkın esir alınması, erkeklerin kesilmesi, kadınların ise istifraş edilerek köle bir nesil yetiştirilmesidir. İnsanlık mantığı budur. Bir topluluğu istila edersiniz. Erkekleri toptan kesersiniz, kadınlarla galip devletin erkekleri ilişki kurar. Doğan çocukları köle olarak bırakırsınız. Bir köleler nüfusu ortaya çıkar. Onları istihdam ederek sınıflı bir topluluk oluşturur.
Bir kavim için bundan daha büyük bela olamaz.
İslâmiyet bu amaçlarla savaşı tamamen yasakladığı gibi; kadınların, erkek de olsa çocukların, yaşlıların, din adamlarının kesilmesini yasaklamıştır. Kölelerin birbirleriyle evlenmelerinden doğan çocuk köle olarak kabul edilmiş ama, ana veya babadan biri hür ise çocuk hür olmaktadır. Kölelerin tam kişiliği bulunmaktadır. Azad edilmek suretiyle hürriyete kavuşmaktadırlar. Hattâ mahkeme kararı ile hür olabilecek durumda ise hür edilecek mükatebe müessesesi getirilmiştir.
***
وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمْ الْبَحْرَ (Va EıÜ FaRaQNAv BiKuM eLBAXRa) “Sizin için bahrı ferk etmiştik.”
İsrail oğullarının geçirdikleri devirleri “İz” kelimesi ile ayırarak anlatmaktadır. Burada Enceytu, Ferektu demeyip “Enceynâ” ve “Feraknâ” dendiğine göre, necatın da, denizin yarılmasının da doğal ve sosyal kanunlarla olduğuna işaret etmektedir. Yani, deniz doğal kanunları içinde yarılmıştır.
Şimdiki Süveyş Kanalı gel-git olaylarında denizin altında kalmakta ve çıkmakta idi. Ne var ki buradaki geliş birden olmaktadır. Akdeniz’de ve Kızıldeniz’de kabarma olduktan sonra serbest kalmakla ortada yükselen deniz çökmeye başlayıp dalga oluşturmaktadır. Bu dalgalar harekete başladığı zaman kanal yeri karalar içindedir. Tsunamide olduğu gibi buraya doğru hareket etmektedir. Allah öyle vahyediyor ki, kanal karada iken İsrail oğulları geçiyor. Onları kovalayan Firavun ordusu da öyle hareket ediyor ki, tam kanalın olduğu yere geldiği zaman dalgalar buraya ulaşmış oluyor ve ordu boğuluyor.
İşte buradaki mucize yahut yardım bu saatlere ayarlanmış olmasıdır. Nitekim sonra dalgalar çekilince Firavun’un bedeni görünmüş ve alınarak Mısır’a götürülmüş ve mumyalanmıştır. Mumyası hâlâ bulunmaktadır. Kur’an, âlemlere ibret olsun diye bedenini kurtaracağız dedik diyor. Bu hükümdar Ramses II’dir.
فَأَنْجَيْنَاكُمْ (Fa EaNCaYNAvKuM) “Sizi inca ettik. Sizi necata erdirdik.”
“Necva” kapalı yer demek, gizli toplantılar yapmak demektir. “Necat” da tehlikelerden korunmuş yer demektir. “Necat” fiili, tehlikeden kurtulup emin yere gitmek demektir.
Denizlerde inme olunca karalar ortaya çıkmış, bu esnada gelen İsrail oğulları karadan geçmişler ve kurtulmuşlardı. Biraz geç gelselerdi arkadan Firavun orduları yetişip onları öldürecekti, biraz erken gelselerdi denizde Firavun’un yerine onlar boğulup gideceklerdi. İşte saniyelerle ilgili bu ayarlama Allah’ın takdiri ile olmuştur. Allah bunlara böyle ilham etmiş, onlara da öyle ilham etmiştir.
وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ (VaEaĞRaQNAv EAvLa FıRGaVNa) “Ve Firavun’un âlini gark ettik.”
“Âle” kelimesinde ihtilaf vardır. ‘Firavun’un ailesi midir?’ demektedirler. Oysa onları kovalayan yalnız Firavun’un ailesi değildir, hattâ ailesinden olanlar yoktu bile. Kovalayanlar onun ordusu idi. O halde aile deyince tüm devlet teşkilatıdır. Onun görevli kıldığı kimselerdir. Firavun da o ailenin içine dahildir.
Firavun ordusu burada boğuluyor. Kabaran dalgalar Akdeniz ve Kızıldeniz’den gelmiş, gel-gitten daha yüksek bir şekilde burasını kaplamış, Firavun’u ordusu ile birlikte boğmuştur.
Bu tür yardımlar ve helâkler şimdi de her zaman olmaktadır. Âli İsrail de böyle boğulacaktır demektir.
İsrail oğullarına bunlar hatırlatılmaktadır. Eğer Firavun İsrail oğullarını katılsaydı boğulmayacaktı. Nitekim İsrail Firavunların hükümdarlıkları daha bin sene devam etmiştir. Bugün de İsrail oğulları fitne fücurdan vazgeçip şeriat hükümlerine dönerlerse; faizden, zinadan, savaş kışkırtmacılığından, insanları ahlâksızlaştırmaktan vazgeçerlerse varlıklarını sürdürürler. Yoksa Amerika’daki sömürü sermayesi Yahudileri boğulup giderler, ama İsrail oğulları varlıklarını sürdürürler.
وَأَنْتُمْ تَنظُرُونَ(50) (Va ENTuM TaNJuRUvNa) “Ve siz nazar ediyordunuz.”
İsrail oğullaarı kimseye duyurmadan gece çıkmışlardı. Hayvanları ve eşyaları ile yolculuk yapıyorlardı. Çıkmadan önce Mısırlılardan ‘yortumuz var’ diye altın ve süs eşyalarını borç almış, onları kaçırmışlardı. Bunlar bıraktıkları taşınmazların karşılığı idi. Mısır yönetimi istese onlara dağıtabilirdi.
Demek ki bir gün Adil Düzenciler Türkiye’yi terk edip gidecek olurlarsa, mallarını ipotek ederek bankalardan kredi alıp kaçırabilirler. Bankalar da o evlere sahip olmuş olurlar. Uluslararası hukukta siyasi gerginlik olduğu zaman kişisel borçlar kamu borçlarına dönüşür. Nitekim İstiklâl Savaşı’ndan sonra Türkiye’de Türkiye’den giden muhacirlerin taşınmazları gelen muhacirlere bölüştürülmüştü.
İşte bu mal hırsı içinde İsrail oğulları kovalanıyordu. Ulaşsaydılar çiğ çiğ onları yiyeceklerdi. Can havliyle denizi geçtiler ama eğer Mısırlılar da geçseydiler o zaman bu kurtuluşun fazla bir önemi olmazı. Hattâ Mısırlılar boğulmasalardı biraz sonra denizler tekrar çekilecek, Mısır ordusu rahatlıkla geçecek ve onları yakalayacaktı. Ama deniz kapandı ve onlar boğuluyorlar, bunlar da seyrediyorlardı.
Zafer sonunda toplulukların bir haletiruhiyesi vardır. Bu savaştaki haletiruhiye gibi bir haldir. Onlar bu kurtuluş hâlini sefer almışlardı Şimdi yeni safha başlamıştır. Burada o safha anlatılmıyor. Hazreti Musa vahyi alacak ve ilk olarak Sina’da organize olmaya başlayacaklar. Çobanlıkla geçindikleri için şimdilik idare ediyorlardı, ama mevcut olan hayvanları kesip yaşıyorlardı. Buralarda yeteri kadar mera yoktu. Doğuya gidecekler ve orada Allah’ın bereketli kıldığı topraklarda yaşayacaklardı Bu ikinci dönem çıkışla anlatılmaktadır.
Tevrat’ta birinci bölüm ‘tekvin’ olarak, ikinci bölüm ise ‘huruç’ ile anlatılmaktadır.
***
وَإِذْ وَاعَدْنَا (Va EiÜ VAGaDNAv) “Vaatleştik. Sözleştik.”
Sözleştik, birbirimize randevu verdik. Mısır’dan çıkıştan sonra Sina Yarımadası’ndaki oluşları anlatmaktadır. Bir topluluğun varlığını düzenlemesi için önce kendi içyapısında teşkilatlanması gerekir. Burada bu olay olmuştur. Hazreti Peygamber’de de Mekke’den sonra Medine’de bir örgütlenme durumu vardır.
Örgütlenmenin başarılı olması için göç yani hicret şarttır. Her topluluğun kendine has örfü ve âdeti vardır. Kolay kolay bundan vazgeçemezler. Ancak bulundukları yerden ayrılınca artık o örf işe yaramaz olur. Halkta bir boşluk meydana gelir, ondan sonra yeni düzen kurulabilir.
İnsanlık 20. yüzyılda kendi tarihî geleneğini yıkmıştır. Yönetimde hanedanlıklardan diktatörlüğe, diktatörlükten sonra parti yönetimlerine geçmiştir. Bunlar eski gelenekleri yıkmıştır. “Adil Düzen” için bunlar hazırlık safhasıdır. Kapitalizm ve sosyalizm, siyasi ve mâli güçleri ile mevcut düzeni alt-üst etmişlerdir. Sosyalizmin görevi bu idi. Bir tarlayı ekmeden önce orasını çalıdan, çırpıdan, dikenlerden, yabancı otlardan temizlemek gerekir. Bu temizliği sosyalizm ve kapitalizm yapmaktadır.
Bunun gibi, İsrail oğulları da denizden geçince Mısır geleneklerinden kurtulmuşlardı. Boşlukta idiler. İşte Allah Hazreti Musa ile vaatleşti ve onunla özel proje hazırlandı.
مُوسَى (MUvSAy) “Musa ile”
“Musa” usve olan demektir. “Usve” örnek manâsında, yahut doktor anlamındadır. Berber, operatör demektir. Hazreti Musa insanlığa sosyal operasyon yapmıştır.
Kur’an nâzil olmadan önce meleklerden bir heyet oluşturulmuş ve Arapça olmayan Allah’ın kelamını Arapçaya çevirmişlerdi. Sonra Allah’ın onayı ile Hazreti Muhammed’e tebliğ edilmişti. Melekler yalnız Kur’an’ı Arapçalaştırmadılar, aynı zamanda Arapçayı da Kur’an’ı çevirtecekleri bir dil olarak geliştirdiler.
Bunun gibi, Hazreti Musa Cebrail ile beraber çalışarak Tevrat’ı oluşturmuşlardır.
İnsanın kromozomlarında meleklerle görüşebilecek, onların söylediklerini anlayabilecek, onları görebilecek genler vardır. Bunlar normal insanlarda körleştirilmiştir, çalışmaz durumdadır.
Bugün kromozomlar üzerinde böyle birçok köreltilmiş faal olmayan genler bulunmuştur. Mesela, üçüncü kromozomda Y’nin sahip olduğu genler vardır.
أَرْبَعِينَ لَيْلَةً (EaRBaGIyNa LayLaTan) “Kırk gece olarak vadelenmiştir.”
Önce bir aylık bir çalışma planlanmıştır. Sonra bu süre “kırk güne” çıkarılmıştır. Otuz gün yılın on ikide biridir. “Kırk” gün ise dokuzda biridir. “Gün” demiyor da “Leyle” diyor. Kırk gece orada kalınmıştır.
Gidiş-geliş hariç 39 gün mesai saatidir. Demek ki mesai saatlerinde gidiş sayılmakta, dönüş sayılmamaktadır. Güneş doğduktan sonra araba ile yola çıkılır. Zevalden sonra dönülür.
Burada bizim öğreneceğimiz şey, bir proje yaparken otuz ile kırk gün inzivaya çekilerek çalışmak, bu arada diğer işleri terk etmek gerekir. İnsan zihni başka işlerle meşgul iken yeni proje üretilemez.
Biz “Adil Düzen” eğitimi yapacaksak, otuz gün genel olarak “Adil Düzen”i öğrenmemiz gerekmektedir. Sonra da on gün yirmi beş kurumdan birini öğrenebiliriz. Mesela sağlık eğitimini yapabiliriz.
Demek ki kırk günlük bir inziva hayatı ile ancak bir bakanlıkla ilgili proje yapılabilir.
ثُمَّ اتَّخَذْتُمْ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ (ÇümMa itTaPaÜTuMu eLGıCla Min BaGDiHIy)
“Sonra onun arkasından icli ittihaz ettiniz.”
Burada “Sümme/sonra” kelimesini getirmektedir. Bir de “Min Ba’dihi” diyerek iki defa arka arkaya sonra kelimesini kullanmaktadır. Buradaki zamir kırk geceye gitmiş olabilir. Gece müennes olduğu için cemi müzekker olur. Yani, “kırk geceden sonara siz icli ittihaz ettiniz” denmiş olur. Yahut zamir ile vadeleşmekten sonra denmiş olur. Zamir vadeleşmedeki masdara gitmiş olabilir. “Ben Ahmet’i eve çağırdım ama o bunu iyi karşılamadı” dediğimiz zaman fiile işaret etmiş oluruz ve onu değerlendirmedi diyebiliriz.
Başka âyetlerden bu hususta daha çok bilgi edinebiliriz. Hazreti Musa Sina dağında iken, Hazreti Harun başkanlık yapıyordu. Samiri bir buzağı yaptı ve o ses çıkarıyordu. Hava ile doldurup sıkıştırırsan tulum gibi ses çıkarmaktadır. Samiri de burada bunu yapmıştır. Halkın bir teknolojisini kullanmış ve buzağı cesedine ses çıkartmıştı.
“Icl” buzağı demektir. İnsanlar tanrıyı bir resimle temsil etmişler, heykelle ifade etmişlerdir. Tarihte ilk yapılan ve tanrıyı temsil eden kadın heykelidir, buna ‘kıbele’ denmektedir. Kadın tanrı değil, kadın gibi insanlara merhametli tanrıyı ifade etmektedir. Rahman gibi bir addır ve şekilleşmiş ifadedir.
İnsanlar daha sonra bizzat ineği mabud yapma dalâletine gitmişlerdir. Hindistan’da hâlâ inek mukaddestir. Yahudilerde de böyle olmuştur. Daha sonra kurban olarak ineği kesmeyeceklerdir.
Allah Musa’ya kitap öğretirken, onlar da icl üzerinde duruyorlardı. Şeytanın işi daima bu olmuştur. Bir şeyi sabote etmek için onun karşısında halk için başka meşgale ortaya koyar.
“Icl” kelimesinin başka bir manâsı aceleciliktir. Tevrat’ın getireceği düzenin yanında acele ıslahat yapmaktır. Bir zamanlar Millî Görüşçü olan AK Partililerin “Adil Düzen”i bırakıp da aceleden faizli ve zinacı bir düzende AB’ye girmekle Türkiye’yi kurtaracaklarını sanmaları böyledir.
وَأَنْتُم ظَالِمُونَ(51) (Va EaNTuM JAvLiMUvNa) “Siz zalim iken.”
Icli edindikleri için zalim olmadılar. Zalim oldukları için icli edindiler.
Şeriat zalimlerin işlerine gelmez. Onlar şeriat dışında bir düzen olmasını isterler.
Bugün İsrail oğullarının dünyaya saldığı şeriat düşmanlığı buradan gelmektedir. Din düşmanlıkları buradan gelmektedir. Çünkü, eğer Tevrat ve Kur’an hükümleri uygulanacak olursa, o zaman onların yani kapitalistlerin ve sosyalistlerin dünyayı sömürmeleri ve ezmeler sona erecektir.
Bunun için insanları tanrıya değil de heykellere ve mezarlara taptırmaktadırlar.
Bugünkü zalimler de insanları ıcla yani çağdaş buzağılara taptırmaktadırlar.
Faizli sistem ıcldir. Ürettiğiniz malı hemen satmak zorundasınız, yoksa faizi gün gittikçe biner ve artık kârla satamazsınız. Zina da ıcldir. Şimdilik geçici olarak zevk alır, ama nikah gibi ileride semeresini alacağı ilişki kuramaz. Bugün insanlık zulüm içindedir. Bu zulmü yapanlar İsrail oğullarındandır.
Kur’an onlara hitap etmektedir. O zaman yaptıklarına benzer işleri şimdi insanlığa yapmaktadırlar. Zalim oldukları için yapmaktadırlar. Mesela insanlığa musallat ettikleri komünizmin felsefesi aileyi, mülkiyeti, ulusu ve dini inkâr eden zulüm felsefesidir.
***
ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ (ÇumMa GaFaVNa GaNKuM) “Sonra sizi afvettik.”
Mağfiret emek ile affetmek arasındaki fark nedir?
Mağfirette suçun cezasını çektirmemektir. Suç baki kalır ama cezası çektirilmez. Cezası affedilir. O suçu işlemiş ve cezasını çekmiş gibi olurlar. Çünkü mağfirette örtme vardır.
Oysa, afta dipten taraş etme, kesme sözkonusudur. O suç hiç işlenmemiş kabul edilir. Cezayı af değil de, suçu af vardır. Birinde sicilinde kayıtlı kalır, diğerinde ise sicilinden de silinir.
İsrail oğullarının o günkü ıcli ittihaz etme suçları affedilmiş ve o suçu işlememiş muamelesini görmüşlerdir. Bugün de İsrail oğulları 500 senedir ıcli ittihaz etmiş, hem kendilerini hem de insanları maddeye taptırmış, şer’î değerlere arşı savaş açmışlardır. Bugün işledikleri suç o gün işlediklerinden daha da büyüktür. Ama yine de Allah onlardan bunu affedecek ve insanlık içinde görevlerini kıyamete kadar sürdüreceklerdir.
مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ (MiN BaGDi ÜAvLiKa) “Bunun arkasından.”
Icli ittihaz etmiş olmalarının arkasından sizi affetmiştik. “Nim Ba’de et-Taam/ Yemeğin arkasında uyu” dersek, yemek yedikten sonra uyu demek olur. Burada taam zarftır. “Min Bag’de et-Taam” da zarftır.
“Min” teb’iz ve tayin içindir. Günü gelince affettik demektir.
“Sümme” de tehiri gösterir. Biz sizi günü gelince affettik anlamına gelir.
Icli ittihaz ettiklerinde hemen affetmedi ama tevbe ettikten sonra zamanı gelince affetti.
Bugünkü İsrail oğullarını da hemen affetmeyecek, tevbe edenler tevbe edecekler ve onlar affedilecek, tevbe etmeyenler ise Babil zulmü, Roma zulmü gibi zulme uğrayacaklardır. İsrail oğullarına Allah’ın bu tebliği ulaştıktan sonra kendilerine mühlet verilecek, tevbeleri istenecektir.
Nitekim, Kur’an’ın nâzil olduğu zamanda da Medine Yahudilerine bu tebliğden sonra zaman verilmiş, ama tevbe etmeyenler Medine’de kılıçtan geçirilmiş, kadın ve çocukları esir edilmiştir. Hayber fethinde öyle olmuştur. Sonra İspanya’dan sürülmeleri de öyle olmuştur.
Allah onlara doğrudan doğruya hitap edip tevbe etmelerini istemektedir.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(52) (LaGalLaKuM TaŞKuRUvNa)
“Şükredersiniz diye affettik.”
“Lealle” kelimesi bir beklentiyi ifade eder. “Li Teşkürûn” derseniz, şükretmeniz için affettik, yani şükretmenize imkan vermek için affettik demek olur. “Li Teşkürû” der, yani “Nun”u hazf ederseniz, şükrediniz diye affettik demiş olursunuz. Yani, şükür emrini yerine getiriniz diye affettik.
“Lealleküm Teşkürûn”u Türkçeye iki şekilde çevirebiliriz. Şükredesiniz diye affettik, şükrediniz diye affettik. Şükretmenizi istediğimiz için affettik, yahut zaten kendiniz şükredesiniz diye affettik demek olur.
Her iki manâsıyla bize verilen haber aftan sonra onların şükredecekleridir. Şükretmişler ki sonra arz-ı mev’uda ulaşmışlardır. Yahut arz-ı mev’uda ulaştıkları için şükretmişlerdir.
Bugünkü İsrail oğullarının hiç olmazsa bir kısmı afv olunacaklar Ve onlara şükredecekleri imkanları da verilecektir. Kur’an’da bildirildiğine göre; İsrail oğulları bugünkü dağınıklıktan kurtarılacak, mev’ud arzda bir araya getirileceklerdir. Kıyamete kadar varlıklarını sürdüreceklerdir.
İsrail oğullarının ilimde ileri olacakları Kur’an’da bildirilmiştir. Nitekim bugünkü büyük ilmî inkılâpta İsrail oğullarının büyük başarıları olmuştur.
Şunu tekrar edelim ki, şükür hamd gibi lisanî ve kalbî bir duygu değildir. Şükür amelîdir.
***
وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ (Va EiÜ EAvTaYNAv MUvSAv eLKiTAvBa)
“Hani Musa’ya Kitabı vermiştik.”
Burada “Kitab” marifedir. Hazreti Musa’ya verilen kitap Tevrat’tır. Bunun en büyük nimet olduğu daha yukarıda belirtilmiştir. Şimdi şu sorulabilir:
-Peki, Tevrat Kur’an’dan daha mı büyük nimettir ki öyle denmektedir.
Buna şöyle cevap verilir:
-Kur’an tüm insanlara nimettir. Orada tafdil yoktur. Oysa Tevrat İsrail oğullarına gönderilmiştir. İçinde nâsa hidayet vardır, ancak asıl hitap edilenler onlardır. O çağlarda bugün olduğu gibi ulaşım olmadığı için fiilen onlara has olmaktadır. Oysa Kur’an döneminde tüm insanlara ulaşıldığı için belli bir kavme has değildir.
وَالْفُرْقَانَ (Va eLFuRQAvNa) “Ve Furkan’ı”
Burada “Ve Âteynâ el-Furkane” denmemiş, “Âteynâ” kelimesi iade edilmemiştir. Dolayısıyla buradaki “Furkan” Tevrat’la verilen furkandır. Bu da Tevrat’a göre içtihattır.
Eski dinlerde kıyas yoktu ama içtihat vardı. İçtihat uygulamada alınan karardır. Mahkemeler furkandır. Çünkü onlar hakkı zulümden tefrik etmektedir. Bakara Sûresi’nde ise “Ve Enzelnâ el-Furkane” denmektedir. Orada Tevrat, İncil ve Kur’an’dan ayrı olarak inzâl ettik denmektedir. Bu üç kitaptan ayrı kitaptır. Furkan, Purkan, Burkan ve Buda kelimeleri ile ifade edilmiştir.
لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ(53) (LaGalLaKuM TaHTaDUvNa) “Hidayet edersiniz.”
Bundan önceki âyette “Lealleküm Teşkürûne” denmiştir. Burada da “Lealleküm Tehtedûne” denmiştir. “Şükretmek”, amel etmek; “Tehtedûn” de doğru amel etmek demektir.
Sadece amel yeterli değildir, yararlı amel yapmak gerekmektedir.
Böylece Allah İsrail oğullarına Kur’an’da yapmaları gerekeni hatırlatmaktadır.
Kur’an nâzil olduğu zaman vahiy vardı. Kur’an’ı uygulamada mü’minlerin İsrail oğullarına ihtiyacı yoktu. Oysa şimdi durum değişiktir. Artık melek gelmiyor, vahiy yok, aramızda peygamber yoktur. Dolayısıyla kendi gücümüzle III. bin yıl uygarlığını kurma durumundayız. Şimdi mü’minler onlarla dayanışma durumundadır. Onların da kitapları bugün uygulanacak durumda değildir. Kur’an’da onlara inen vahiyden yararlanmak zorundadırlar. Birbirimize dayanışarak bugünkü zulümatı defedeceğiz. Bizim önerimiz şudur.
Dünyada büyük dinler ve Yahudilik vardır. Bunların hepsi İbrahimî dinlerdir. Hak dinlerdir. III. bin yıl uygarlığını, yani “Adil Düzen”i bu beş din kuracaklardır. Bu dinler şu ilkelerle “Adil Düzen”e katkıda bulunacaklardır. Bu beş din mezheplere ayrılacak, bunlardan hak mezhepler yaşayacak, bâtıl mezhepler tarih olacaklardır. Din olarak ise beş din yaşamaya devam edecektir.
a) Bütün dinler kendi kitaplarını ve fıkıhlarını müsbet ilmin verilerine göre yorumlayacaklardır. Müsbet ilme aykırı bir anlayış olmayacaktır. Müsbet ilmin ulaşamadığı yerleri vahye dayalı olarak aydınlatacaklardır.
b) Bütün dinler birbirini hak olarak tanıyacak, hakkı kabul eden herkes hangi dinden olursa olsun mü’min olacak ve cennete gidecek, hakkı reddeden herkes hangi dinden olursa olsun kâfirdir ve cehenneme gidecektir. Dinler birbirlerini tekfir etmeyecektir.
c) Dinler sadece barış içinde dâvet edecek, asla zor kullanmayacaklardır. İlim, ekonomi ve siyasetle barış içinde ama tahakküm etmeden birlikte herkes kendine düşen hizmetleri yapacaklardır. Yasama ilmin, yürütme ekonominin, yönetme siyasetin, eğitim ise dinin olacaktır.
d) Bu beş din dayanışma içine girerek dünyanın sorunlarını çözecek ve III. bin yıl uygarlığını sunacaklardır. Tarihte bütün uygarlıklar dine dayalı olarak doğmuştur. III. bin uygarlığında da yol gösteren ve öğreten dinler olacaktır. Bu dinler birbirine dayanarak “Adil Düzen” olarak sorunlarını çözeceklerdir. Dinler kendilerini bu çözümleri ile gösterecektir.
Kur’an İsrail oğullarına hitap ederek buna dâvet etmektedir. Diğer dinlere de örnek vermektedir.
ADİL DÜZEN 352
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 14. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَاقَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمْ الْعِجْلَ فَتُوبُوا إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ(54) وَإِذْ قُلْتُمْ يَامُوسَى
لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتَّى نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمْ الصَّاعِقَةُ وَأَنْتُمْ تَنظُرُونَ(55) ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(56) وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمْ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُوا
مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِنْ كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ(57)
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ (VaEiÜ QAvLa MUVSAy LiQaVMiHi)
“Hani Musa kavmine kavletmişti.”
Bu sûrede İsrail oğullarının hikâyesine Mısır’dan ayrılma tarihinden başlatmaktadır. Denizi geçiyorlar. Sonra vahiy geliyor, ıcli ittihaz ediyorlar. Sonra affediliyorlar. Musa aleyhisselâm affedilmenin şartlarını anlatmaktadır. Kavmine söylüyor; o gün yaşayan kavmine söylüyor. Burada afv kelimesinden sonra kavminin yine de sağlam durmadıkları anlaşılıyor ki, Musa aleyhisselâm kavmine eskiden yaptıklarını hatırlatarak yeniden onları ikaz etmek durumunda oluyor.
Seçilmiş kavmin yaptıklarını görerek aramızda günah işleyenlere hoş bakmamız gerekmektedir. Biz kendi eksikliklerimizi görmez, başkalarının yaptıklarını büyütürüz. Oysa biz de onlar gibi günah işlemekteyiz ama farkında değiliz. Allah bizi böyle yarattı. Dolayısıyla niçin günah işliyoruz yerine, tevbeyi nasıl yaparız çabasında olmalıyız. Çünkü Allah bizi günah işleyelim ve tevbe edelim diye yaratmıştır. Kur’an bugünkü İsrail oğullarına o günü hatırlatarak; siz de 20-21. yüzyılların ıclini ittihaz ettiniz , tevbe edin diyor.
يَاقَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ (YAv QaVMı EinNaKuM JaLaMTuM EaNFuSaKUM)
“Ey kavmim, siz kendinize zulmettiniz.”
Hazret Musa aleyhisselâm kavmine hitap ederek; başkalarına zulmetmediniz, kendinize zulmettiniz diyor. Tarih boyunca İsrail oğulları hep kendilerine zulmetmiştir. Allah’ın kendilerine in’am ettiği Tevrat sayesinde bulundukları yerde hemen üstünlük sağlayıp sonra o halka iyilik edeceklerine, zulme başlarlar. Sonra başlarına olmaz felaketler gelir. Sürülüp ezilirler. Zulüm görürler.
Bugün de Allah onlara büyük nimetler vermiştir. İslâm uygarlığını Batı’ya taşıyarak her iki tarafa üstünlük sağladılar. Bugünkü uygarlık onların faaliyetleri ile ortaya çıkmıştır. Şimdi ise hem Hıristiyanlara, hem de Müslümanlara zulmediyorlar. İran ila Türkiye’yi kapıştıracaklar, sonra her ikisini ortadan kaldıracaklardır. Avrupa ile Çin’i kapıştıracaklar, sonunda kendileri hakim olacaklar. Ancak ne var ki kendilerine zulmedecekler, başaramayacaklardır. Her iki taraf bu fesadı anlayıp onları yemek isteyecek, yine Müslümanlar onları himaye edeceklerdir.
بِاتِّخَاذِكُمْ الْعِجْلَ (Bi itTiPaÜiKuMu eLGıCLa)
“Icli ittihaz etmekle kendinize zulmettiniz.”
Icli, putperestliği ve aceleciliği hayatınızın temeli hâline getirdiniz.
İnsanlar emeksiz kısa yoldan zafer kazanmayı ve zengin olmayı isterler. Büyücülük gibi, kumar gibi, faiz gibi yollara başvururlar. Bunları yapabilmek için Allah’tan başka büyü araçları ararlar. Putlar birer büyü arcıdır. Allah’ın koyduğu kurallar dışında basit yollardan sonuca varmak isterler. işte ıcl budur.
Musa aleyhisselâmın kavmi o zaman ıcli ittihaz ettiği gibi, bugün de İsrail oğulları ıcli ittihaz etmektedirler. Şeraitlerinde ve kitaplarında olmayan yollarla insanlığa hükmetmek ve onları ezmek istiyorlar. Oysa kendilerine zulmediyorlar. Bir gün ezilme ters teper ve dünyalarını da kaybederler.
فَتُوبُوا إِلَى بَارِئِكُمْ (Fa TUvBUv EiLAy BAvRiEiKuM) “Bariinize tevbe ediniz.”
“Bari’” ibra eden anlamındadır. “Beri olmak” demek, arınmak demektir. Davayı kazanmak demektir. Suçsuzluğunun belirtilmesi demektir. Sizi affetti, ibra etti. Artık bir daha böyle suçları işlemeyin. “Afv” kelimesini suçu işlememiş gibi yapmak diye yorumlamıştık. Kur’an burada bunun böyle olduğunu teyit etmektedir. Onları ibra ettiğini söylemektedir.
“Tevbe etmek” demek, geriye dönmektir. Doğru olana dönmek demektir. Barışmak demektir.
Onlar Allah’tan hicret edince, Allah da onlardan hicret etmiştir. Onlar özür diler de küsmekten vazgeçerlerse Allah yine onların dönüşlerini kabul edecektir. Bugün de faiz ve zina uygarlığına insanları zorlamaları nefislerine zulümdür. Onları ibra eden Allah’a dönmeleri gerekmektedir.
فَاقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ (FaQTuLUv EaNFuSaKuM) “Nefislerinizi katlediniz.”
İsrail oğulları insanlığı fitne içine sürüklemek için idam cezasını kaldırdılar. Budala Avrupalıları buldular, oynatıyorlar. İdam cezasını neden kaldırdılar? Gayeleri nedir? Böylece devletin temel dayanağı olan idam kalkınca devlet ortadan kalkar. Çünkü ölümden korkmayan insanlar gittikçe suç işler ve bunu kendilerine kazanç aracı yaparlar. Lüks otellere çevirttiği hapishaneler de dinlenme yeri olacaktır. Sermaye tetikçileri kullanacak ve istemedikleri kimseleri ortadan kaldıracaktır. Kendinse karşı çıkan tetikçileri de yine onlara yok ettirecektir. Böylece oluşturacağı terörle dünyayı emri altına alacak ve tek devlet hâlinde yönetmeye çalışacaktır. İşte bu amaçla idam cezasını kaldırmakta, cezaevlerinde eziyet yasaklanmaktadır.
Savaşı ve silahlanmayı meşru saymamaktadır. Bugün İran’a saldırmasının sebebi budur.
“Nefislerinizi öldürünüz” demek, içinizdeki suçluları öldürünüz demektir. Kısas hükümlerini uygulayın demektir. Açık ve net ifade ile; idam cezasına karşı çıkmayın demektir.
Bu âyetin manâsı ancak bugün ancak açık olarak anlaşılmaktadır.
ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ (ÜAvLiKuM PaYRun LaKuM GıNDa BAvRiEiKuM)
“Bariiniz indinde sizin için bu hayırdır.”
Sizi tebriye eden Allah’ın indinde aranızdaki suçlulara merhamet etmemelisiniz. İdam cezasını koymalısınız. Yoksa fitne dalgası o kadar büyür ki, sizin servetiniz size kalmaz. Her tarafı o sizin ürettiğiniz eşkıyalar yağmalamaya başlar, paralı olarak tuttuğunuz adamlar onlarla savaşamaz ve onları yenemez. Dolayısıyla bu tür gayrimeşru sisteme dayanan bir hakimiyet peşinde olmayınız. Çünkü kısasta hayat vardır. İdam cezasını getirmekle ölenlerin sayası onda bire düşmektedir. Getirmezseniz, siz öldürmezsiniz ama onlar sizi öldürürler. Çok daha fazlası can gününden önce ölür.
فَتَابَ عَلَيْكُمْ (Fa TAvBa GaLaYKuM) “Üzerinize tevbe etti.”
Sizinle barışıldı. Yani, siz onunla barışmak istediniz, o da sizinle barıştı. Dönüşünüzü kabul etti.
Allah Hazreti Adem’i yarattı. Günah işledi, tekrar düzene girildi. Bu dünya böyle bir dünyadır. Günah edilecek, tevbe edilecek ve tevbe kabul edilecektir. Gece olacak, gündüz olacak, yaz olacak, kış olacak ki insanlar yollarını bulsunlar, gidecekleri yerlere gitsinler. Şirk ettiler affetti, devam ettiler tevbelerini kabul etti.
إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ(54) ا (EınNaHUv HuVa elTavVABu elRaXIMU)
“Çünkü rahim olan tevvab O’dur.”
Allah İsrail oğullarının tevbelerini kabul etmiş ve onlarla barışmıştır. Ondan sonra onara vaat ettiği toprakları nasib etmiş ve İbrani uygarlığını kurdurmuştur. Nuh uygarlığı ilk uygarlıktır ama İbrani uygarlığı büyük uygarlıktır. Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman zamanında Ortadoğu’ya hakim olunmuştu. Akdeniz onların gemileri ile göl hâline gelmişti.
Demir sanatı onlar zamanında yaygınlaştı. Dokumacılıkta standartlar onların zamanında geldi. Anayasal bir devlet onlar zamanında tesis edildi. Ekonomide devletçilik onlar zamanında gelmiştir. Laikliğin kurucuları onlardır. Yunan uygarlığı onların etkisiyle oluştu. Hıristiyanlığın peygamberi Hazreti İsa onlardandır. İbrani uygarlığını dünyaya ulaştırmıştır.
Bugün de ekonomi bakımından dünyayı İsrail oğulları ellerinde tutuyorlar. Hıristiyanlık da en büyük güç olarak ortadadır. İslâm uygarlığını Batı’ya taşıyanlar onlardır. Bugünkü uygarlık onlar sayesinde oluşmuştur.
Demek ki Allah onların tevbelerini kabul etti, merhamet etti ve bugünkü seviyelere ulaştırdı.
***
وَإِذْ قُلْتُمْ يَامُوسَى (Va EiÜ QuLTuM YAv MUvSAy) “Hani, ‘Ey Musa’ demiştiniz.”
Allah insanları öyle yaratmıştır ki, kendilerine bir başkan edinirler. Herkes o başkana itaat eder, ama aynı zamanda birlik olup ona muhalefet ederler. Başkan artık onlardan biri değildir. Onların itaat ettikleri ama aynı zamanda fikren karşı çıktıkları biridir.
Hazreti Musa peygamber de hep böyle kendi kavmi ile didişmek zorunda kalmıştır. Hazreti Harun peygamber olduğu halde o da halkı ile bir olmuştur. Başkanla halk arasında bir denge oluşacaktır.
Burada İsrail oğullarına geçmişte olan olaylar şimdi anlatıldığından onlara bir ders verilmektedir.
İsrail oğullarının bugün hiç de iyi olmayan durumları vardır. Çok başlı durumdadırlar. Amerika’daki sermayedar Yahudiler başları belli olmayan bir grup oluşturuyor, tüm fitnenin kaynağı onlardır. İsrail’de bir devletleri vardır. Cumhurbaşkanları vardır, başbakanları vardır. Bir baş onlardır.
İsrail güya dini devlettir. Ama Filistin’deki baş hahamın adı bile okunmuyor, başka bir baş teşkil ediyor. İstanbul’da bir hahambaşı vardır, ABD ve İsrail dışındaki Yahudileri onlar temsil ediyorlar. Onlarda henüz denge oluşmamıştır. Aralarında Musa’nın temsilcisi ortaya çıkmamıştır.
Gelecekte Müslümanların koruması altında İsrail devleti oluşacaktır. Siyasi güç değil, dini güç orasını yönetecektir. Orası papalık gibi ama büyük bir topluluk olacaktır. Vatikan’ı nasıl İtalya koruyorsa, İsrail’i de Müslümanlar koruyacaktır. Dini yönetim olacaktır, böylece daha barışçı olacaklar, daha ilmî ve ekonomik bağımsızlığı içinde insanlığa hizmet edeceklerdir.
لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ (LaN NuEMiNa LaKa) “Sana inanacak değiliz.”
Hazreti Musa Mısır’da Firavun’la mücadele ediyordu. Mısırlılar bundan yararlanmıyorlardı, ama İsrail oğulları bu mücadele ile eğitiliyorlardı. Bu sayede göçe ikna edilmişlerdi. Hicret etmek üzere yola böyle çıktılar. Çıkışları dinî olduğu kadar da siyasî idi. Artık cephe kurulmuştu, orada kalamazlardı.
Bugün bizim için de durum budur. Milli Görüş ile ortaya çıkan cephe, Müslümanlarla Müslümanlar arasındaki cephedir. Başlangıçta Nurcular, Süleymancılar, Tarikatçılar karşı çıkmışlardır. Ama şimdi ister istemez AK Parti’nin yanında yer almışlardır. Zaman ilerledikçe ve karşı tarafın zulmü arttıkça Hareketçiler, Doğru Yolcular, Anaplılar bu cephede yerlerini alacaklardır. Buna zoraki iman diyoruz.
İsrail oğullarının durumu da bu idi. Hazreti Musa’ya zoraki inanmışlardı. Onun için her vesile ile ona karşı çıkıyorlardı. İnanacak değiliz diyorlardı. Yani, inanmamış olduklarını itiraf ediyorlardı. Bugün de “Adil Düzen”e karşı böyle bir direniş vardır. Bunları hep hoş karşılamalıyız.
حَتَّى نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً (XatTAy NaRa elLAHa CaHRaTan)
“Allah’ı cehraten görmedikçe inanacak değiliz, demişedir.”
Hazreti Musa peygambere “Allah’ı cehraten görmemiz gerekir” demişledir!
Allah neden açık olarak görülmemektedir? Oysa Allah cehraten görülmektedir. Mesela, karşınızda kardeşiniz var, arkadaşınız var, siz onu cehraten görüyor musunuz? Hayır; sadece ondan size gelen ışığı görüyorsunuz. O sebepledir ki gerçek olarak gördüğünüz arkadaşı filimde de aynı şekilde görüyorsunuz, ama orada kimse yoktur. Bizim bütün bilgilerimiz nedir? Sadece onlardan gelen ışık veya sesle biliyoruz. Kimse elektriğin ne olduğunu bilmez, ama ışık verdiği için, ısıttığı için, çarptığı için onun varlığını kabul ediyoruz. Maddeyi kimse göremez, sadece etkilerini görürüz. Buna göre Allah en çok görünendir. Çünkü kendi varlığımız bile O’nun varlığı olarak ortaya çıkmaktadır.
Allah’ı görebilmeleri nasıl mümkün olacaktır? Tanrı ancak tanrıyı görür. Bir ağacın hayvanı görmesi nasıl mümkün değilse, hayvan nasıl insan bilincine ulaşamıyorsa, insan da Allah’ın zatına ulaşamaz. İnsan insanla Allah’a ulaşmaktadır. Peygamberler de meleklerle Allah’a ulaşmaktadır.
Şimdi bize ne diyorlar? “Adil Düzen”i anlattığımızda; ‘Bir yerde var mı, görelim’ diyorlar. Gayba iman etmemektedirler. Gördüklerine inanıyorlar. Gelecek yılda olacaklar şimdi görülmüyor. Peki, şimdi görülmüyorsa vakti gelince olmayacak mı? Geçmişte olanlar şimdi görülmüyor, o halde onlar yok mu idi? Tepenin arkasını göremiyoruz, o halde o yok mu? Gözlerinizi kapattığınız zaman hiçbir şey göremiyorsunuz, görünenler yok mu oldular? Adil Düzen işletmeleri için de hep böyle söylüyorlar. Eğer insan görülmemişleri icad etmeseydi bugün bilgisayar olur mu idi? Küfrün bahanesidir. Onlar gördükleri zaman da inanmayacaklardır.
فَأَخَذَتْكُمْ الصَّاعِقَةُ (Fa EaPaÜaTKuMu elÖAGıQaTu) “Saika sizi ahzetti. Yıldırım sizi çarptı.”
Burada “Fa” harfi getirilmiştir. Bunu söylediğinizde hemen çarptı anlamına gelebilir. Yahut sebebiye olur; bu sebeple sizi yıldırım çarptı denmektedir.
Burada “yıldırım çarpması” hakiki olabildiği gibi, mecazi manâda da olabilir. Nitekim bundan sonra “Siz nazar etmekte idiniz.” deniyor.
Çarptıktan sonra bakma mümkün olmayacağına göre, buradaki çarpma yıkılış, çöküş çarpmasıdır. Buradaki saika mecazidir. Çünkü çarpılan göremez.
“Sizi ahzetti” deniyor. “Küm” denmeseydi, o zaman yıldırım düşer, onlar da bakmış olabilirlerdi. Bir topluluğa yıldırım çarparsa ne olur? Düzenleri bozulur. Kişiler sağ kalabilirler ama toplulukları paramparça olur. Bir arabanın parçaları dağılsa araba iş göremez olur. O araba ölmüştür. Toplulukta da fertler birbirinden kopunca, şeriatları ve yöneticileri kalmayınca o topluluğa yıldırım çarpmış olur.
وَأَنْتُمْ تَنظُرُونَ(55) (VaEaNTuM TaNJuRUvNa) “Siz nazar etmekte idiniz.”
Kendileri kişiler olarak yaşıyordular. Ama düzenleri bozulduğu için sıkıntı içinde idiler. İkinci Cihan savaşının sonunda imparatorluk dağılmıştı. Devletleri kalmamıştı. Herkes kendi dünyasında çabalıyordu. İşte o durum yıldırım çarpmasıdır. Halka bir şey olmayabilir. Ama toplulukları dağılmış olur. Halk o dağınıklık hâlini görürler. Dağılmayı da seyrederler.
“Adil Düzen”i görelim diyenlerin akıbeti de böyle olacaktır. Düzenleri yıkılıp perişan olacak ve onlar bu perişan hallerini seyredip duracaklardır.
***
ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ (ÇümMa BaGaÇNAvKuM) “Sonra sizi ba’settik.”
“Ba’setmek” diriltmek demektir. Bahsetmekten dönüşmüş kelimedir. Eşeleyip topraktan patatesi çıkarır gibi ölüyü çıkarmak anlamındadır. Aradan zaman geçmiştir. Halk sıkıntılarını duymuştur. Sonra yeniden topluluk düzeni geri gelmiştir. Kişiler topluluktan mahrum iken yine topluluk içine katılmışlardır. Meclise gönderilen milletvekillerine “Meb’us” denmektedir. Çünkü oraya girmiş ve şurada bulunmuş olmaktadırlar.
مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ (MiN BaGDi MaVTıKuM)
“Mevtinizden sonra sizi ba’settik.”
Buradaki mevt topluluğun dağılmasıdır. Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasıdır. İsrail oğulları da böyle dağılmışlardı. Allah’ın cehraten görmek isteyince O böyle göründü.
Allah’ı görmek demek, topluluğun yönetimini görmek demektir. Yönetim ise görülmez. Ama ne olur? Yönetim yok olunca o zaman devletin ne olduğu görülür. Allah’ı görmek de böyledir. Devlet olmazsa nasıl ki düzen bozulur ve yokluğunu hissedersek, eğer Allah elini eteğini kâinattan çekse neler olur? İşte o halde şimdi olanlar Allah’ın görüntüsüdür. Sonra Türkiye’de ne oldu, yeniden Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk. İsrail oğulları da tarihte böyle dağılmayı görmüşlerdir. Sonra onlar da yeniden toparlanmışlardır.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(56) (LaGalLAKuM TaŞKuRUvNa) “Şükredersiniz diye bunları yaptık.”
Bu hitap bugünkü İsrail oğullarınadır. Bakınız biz o zaman İsrail oğullarını yeniden dirilttik. Böylece İbrani Uygarlığı doğdu. Eğer biz bu diriltmeyi yapmasaydık, bugün siz varolmazdınız. Size in’âm etmeye o tarihte başladık, şimdi varsınız. Şükretmeniz gerekir. Şükretmelisiniz.
“Şükretmek” demek, karşılığını yerine getirmek demektir. Artık şeriat düzenine dönünüz, faizden vazgeçiniz, zinayı yaygınlaştırmaktan vazgeçiniz, savaşların fitnesi olmayınız. İslâm’a geliniz, barışa geliniz. Çünkü Allah indinde din barıştır. Gelin Adil Düzen çalışmalarına katılın. Zalim düzenden size hayır gelmez. Zalim olanlar kendilerine zulmetmiş olurlar. Mazlum halklar yok olmaz, zalim halklar yok olur.
Sovyet halkı yerindedir. Çöküp giden zulmedenler olmuştur.
500 yıldır insanlığa yaptığınız zulmün sonu gelsin de siz de kurtulun, insanlık da kurtulsun.
***
وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمْ الْغَمَامَ (Va JalLaLNAv GaLAYKuMu eLĞaMAMe)
“Onların üzerine gamamı tezlil ettik.”
Güneş denizleri ısıtır, su buharı yükselir. Sonra rüzgar onu sürükler, dağlara çarparak yağmur olur. Yağmur toz toprakla karşılaşmadığı sürece yağmur hâline dönüşür. Yani, su 100 derecede yağmura dönüşür ama toz zerreleri olmadıkça dönüşmez. Yahut elektrikî şarj olmadıkça dönüşmez. Yağmur duası bu şarjı yapar ve yağmur yağar.
Sina Çölü’ne gelen İsrail oğulları yağmursuz çölde ve sıcak bir durumda kalmışlardır. Ancak kendileri yerleşip de çadır kurduklarında oralardan çıkan soluma buharları ve elektrik kaçakları yukarıdan geçen bulutları etkilemiş ve gölge yapmıştır. Bugün de kentlere girdiğiniz zaman kentlerin üstüne çöken sis oranın sıcaklığını yükseltmekte, hava kirliliği de o yapmaktadır. Bunun için uygun yerde yerleşmeleri gerekir. Rüzgar yüksekten geçmelidir. Sis aşağıya doğru çekerek alıp götürmemelidir.
Allah Sina Çölü’nde böyle yerleri yaratmış ve İsrail oğullarına buralarda yerleşme hissini veya ilmini vermiştir. Böylece çölde uzun zaman kalabilme imkanını bulmuşlardır. Gündüzün güneşten korur, geceleri de soğuktan korur. Aslında bu olay çöldekiler tarafından bilinmektedir. Hazreti Muhammed aleyhisselâmı da bir bulut takip etmiştir.
وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُم الْمَنَّ وَالسَّلْوَى (Va EanZaLNAv GaLayKUMu elManNa Va elSaLVAv)
“Üzerinize menni ve selvayı indirdik.”
“İnzâl etmek” kondurmak demektir. Konağa “menzil” denmektedir.
“Menn ve Selva” kondurulmuştur.
“Menn” bazı bitkilerin yapraklarında oluşan tatlı bir sıvıdır. Bitkiler bu sıvıyı böcekler ziyaret etsin diye üretirler. Böylece tozlaşmaya yardım eder. Yahut tohumları taşısın diye kuş ve memeliler için salarlar. Bunların yerleşmesi ile gökte gölge oluşuyor. Gölgede bu bitkiler oluşmaya başlıyor. İsrail oğulları da bu bitkilerdeki tatlı sıvıları toplayıp kendilerine yiyecek yapıyorlardı
“Selva” da bir kuşur. Bıldırcın diye tercüme ediyorlar. Sina Yarımadası göçmen kuşların güzergahı üzerindedir. Asya ve Avrupa’dan gelen kuşlar Sina Yayrımadası’ndan geçerek Afrika’ya, hattâ güney kutbuna giderler, sonra da aynı güzergah üzerinden dönerler.
İşte kuşlar mennin bulunduğu çadırların olduğu yerden sürü ile geçmeye başlamışlardır. Böylece onların avlanması ile et elde etmiş ve geçinmeye başlamışlardır.
Sina Yarımadası’nın mümbit hâle getirmemiz için Allah’ın bu bildirdiklerinden yararlanabiliriz.
Yüksek yapılı binalar yaparsak, bu binalar dağların görevini görebilir. Yağmur yağmaya başlar. Bol güneşli bu yerlerde mennli bitkiler yetişir. Kuşlar buralardan geçerken konaklarlar. Onlar da balıklar gibi avlanarak geçinme sağlanabilir. Doğada denge vardır. Kuşlar belli sayıyı geçerlerse besin bulamazlar. Kuşları avlayan hayvanlar onların soyunu dengeli tutarlar. Biz kuşları avlayan canavarların yerine geçebiliriz. Sürü çoğaldığı zaman eğer canavar sürüsünü onlardan uzak tutarsak, biz onlardan zayıf onları ve yaşlıları avlayarak dengeye biz getirmiş oluruz. Nitekim şimdi koyunlarımızı kurtlardan uzak tutuyor ve dengeyi biz koruyoruz.
Çam balı da bir tür mennden elde edilmektedir.
Kuşların eti Kur’an’da cennet taamı olarak gösterilmektedir. Kur’an’ın bu bildirmesinden anlıyoruz ki, kuş gribi muafiyetli bir griptir. Eğer onlarla sık temasa başlarsak bağışıklık ortaya çıkar ve göçmen kuşlar bizim ana besin maddemiz olabilir. Çünkü ehlileştirilmemiş hayvanlar tüm vitaminleri taşırlar.
كُلُوا (KuLUv) “Eklediniz.”
“Ekl etmek” tüketmek anlamındadır. “Ekle” ağaçları kemiren kurttur.
Bir şeyi tüketmek ekldir. Elbiseyi giyip eskitmek de sonunda bir ekldir.
“Taam” ise besin maddelerini yemek ve doymak anlamına gelmektedir.
Burada İsrail oğullarına “eklediniz” denmektedir. Yani, kazancınız helalinden olsun demektir. Helal kazançtan harcayınız demektir. Yalnız yiyeceklerin değil, tüm ihtiyaçların helallerden karşılanması gerektiğini ifade etmektedir. Onlara bu ihtarı özel olarak yapmış olmasından onların helali ekletmedikleri anlaşılmaktadır.
Faizi meşrulaştıran İsrail oğulları haramın içine hem kendileri batmış, hem de insanlığı batırmışlardır. Sermaye terakümü için faizin zorunlu olduğunu ileri süren sermaye, bütün dinlerin ve felsefenin haram saydığı faizi meşrulaştırmışlardır.
Faizin tarifini yaparsak; bir toplulukta mal artmadan satın alma gücü artarsa o faizdir.
Diğer taraftan ekonomide de mal artmadan satın alma gücü artarsa enflasyon olur.
O halde enflasyon faizin makrosudur. Faiz de enflasyonun mikrosudur.
Enflasyon fiyat ve ücret anarşisini doğurur. Sonunda işsizlik ortaya çıkar. İşsizlik açlık demektir. Borçlanma zorunluluğu ortaya çıkar. Borç ödenemeyince borcu kapatmak için yolsuzluk olur. Yolsuzluk rüşveti doğurur. Rüşvet ise zamanla baskıya dönüşür. Çünkü halk rüşvet veremez hal alır. Halbuki görevliler hayatlarını rüşvetle sürdürür olurlar. Baskı isyana neden olur ve sonunda anarşiye gider ve topluluk ölür.
İşte, genel olarak tüketimin helalden yapılmasını istediği için “Taam edin” denmemiş de, “Ekledin” denmiştir.
مِنْ طَيِّبَاتِ (MİN OayYıBAvTı) “Tayyibattan.”
Rızkın tayyibinden eklediniz.
“Tayyib” demek, bozuk olmayan, habis olmayan demektir. Elma bize helaldir, ama onun çürümüşü helal değildir. Besin olarak normal vasıfta olanları yemek gerekmektedir. Olgunlaşmamış bir meyve yenmeyeceği gibi çürümüş meyve de yenmez. Süt ve yoğurt gibi besinlerin de bozuk olanları yenmez.
Diğer canlılar için tayyib olmak yeterlidir. Oysa insanlar için tayyib olarak bu yeterli değildir. Ayrıca helal kazanç olmalıdır. Başkasının mallarını yemeyeceksiniz.
Oysa bugün toplulukta helal mal kalmamıştır. Her türlü hile, kaçakçılık, vergisi ödenmemiş rüşvetli bir hayat hakim kılınmıştır. İlâhi olmayan düzenle her şey bugünkü hâle getirilmiştir.
İsrail oğullarına Allah diyor ki, artık tayyibatı ekledin. Tayyibat da ancak “Adil Düzen” ile elde edilebilir. Allah onlara, “Adil Düzen”in kurulması için çalışınız diyor.
مَا رَزَقْنَاكُمْ (MAv RaZAQNAvKuM) “Rızk ettiğimizin tayyibini eklediniz.”
Tayyib, habis karşılığı bir kelimedir. Allah canlılar âlemini birbirine muhtaç ve birbirini dengeleyecek şekilde yaratmıştır. Her canlı için bir rızık yapmıştır.
Mesela, arılar balözü veya meyve suyu ile geçinirler. Mideleri katı maddeleri sindirecek durumda değildir. İpek böceği yalnız dut yaprağı ile geçinir, armut yaprağını yiyemez. Her canlı başka canlının rızkıdır. Bitkiler dışında her canlı başka canlılardan geçimidir. Dolayısıyla her canlının rızkı vardır. Bitkilerin rızkı da ışıktır. Allah insanlar için de rızıklar yaratmıştır. İnsanın rızkı olarak şunları sıralayabiliriz.
a) İnsanın temel rızkı bazı meyvelerdir. Bu meyveler ağıza alındığı zaman armut gibi tatlı olmaktadır. Ama birçok meyve vardır ki insan için zehirdir. Cevizin yeşil kabuğu zehirdir. Meyvelerden az sayıdakiler insana besindir, rızıktır. İnsan için tayyibat onlardır.
b) Bazı bitkilerin yaprakları veya kökleri de insanın yiyeceğidir. Bunlar daha çok pişirilerek yenir. Lahana yaprağı yenir de meşe yaprağı yenmez.
c) Geviş getiren çifte parmaklı hayvanlar da insan için rızıktır. Diğer memeliler ise rızık değildir. Kuşlardan da bazıları rızıktır. Bunlar kesilerek ve pişirilerek yenmektedir.
d) Balıklar gibi bazı ilkel canlıların etleri de heladır. Kesmeye gerek yoktur.
İşte bunlar insan için tayyibdir. Çünkü insanların mideleri bunları sindirecek şekilde yaratılmıştır. Ama midenin sindiremediği maddeler ise habistir, tayyib değildir.
Bu durumda, yalnız yiyecek temininde değil de, her türlü ihtiyaçların giderilmesinde bu kriterlere riayet edilecektir. Bu arada tayyib olmayan maddeler vardır. Bunlar alerji yapan, kanser yapan organik ve inorganik maddelerdir, suni maddelerdir, hormonlu maddelerdir. Organik maddeler doğada yoktur, canlılar onları üretir. Genel olarak sadece sağa ışık kıran molekülleri kullanır. Bunları üretir. Sola ışık kıranları üretmez. İnsanlar üretse onu da kullanır. Böylece gittikçe canlıların kirliliği doğar, onlar da habistir, tayyib değildir.
Hormonlu bitkiler de aslında haramdır.
Bunları icad eden ve piyasaya sürenler hep İsrail oğulları olmuştur. Doğal olmayan besinlerin sağlıklı olmadığı artık tüm tıp âleminde bilinmekte ve bunları yemeyin denmektedir.
وَمَا ظَلَمُونَا (Va MAv JaLaMUvNAv) “Bize zulmetmediler.”
Biz Allah’ı cehraten görmedikçe iman etmeyeceğiz, dediler. Kime zulmettiler? Allah’a mı zulmettiler? Yahut O’nun genel kurallarını mı değiştirdiler? Hayır, Allah’a zulmetmediler, O’nun şeriatını ve düzenini değiştirmediler. Değiştirdiklerini sandılar, ama değiştirmediler.
İlâhi kanunlar bozulmaz, kader değişmez. Allah’ın çizdiği bir kader vardır, o değişmez.
Tarihte böyle kader yılları vardır. Hazreti Yusuf peygamber kuyuya konmuş, ama Mısır’da vezir olmuş. Hazreti Musa suya atılmış, ama Firavun sarayını ulaşmış. Hakir ve mazlum görülen İsrail oğulları bugün dünyaya zulmeder olmuşlardır. Yarın da onlar zulme uğrayacaklardır.
Kimse Allah’ın kanunlarını bozamaz. İslam şeriatında evrim olmuştur. Sünnetle Kur’an uygulanmış… Halifeler zamanında istişare ile Kur’an uygulanmış… Fıkıhçılar içtihatla Kur’an’ı uyguladılar… Kelamcılar felsefe ile Kur’an’ı uyguladılar… Tarikatçılar tasavvufla Kur’an’ı uyguladılar…
Bugün ve gelecekte ilimle Kur’an uygulanacaktır…
Yeryüzünde olanlar hep Allah’ın takdiri ile olmaktadır.
Avrupa’da doğan kapitalizm ve sosyalizm Allah’ın takdiri ile doğmuştur. Büyük sanayinin oluşması için sermaye terakümüne ihtiyaç vardı. Bunun için kapitalizm ve sosyalizmin oluşmasına Allah izin vermiştir. O dönem bitti. Artık gelişen dünyada sermaye terakümüne gerek yoktur. İnsanlığa Allah’ın lütfettiği kâğıt benzeri para sayesinde sermaye devletin elinde zaten vardır. Artık faizli düzene gerek kalmamıştır. Devlet kâğıt basıyor, para oluyor. Bunun ne diye faizi olacaktır? Olsa bile, bu devletin hakkıdır, çünkü o basıyor. Kimse Allah’ın düzenini bozamaz, O neyi takdir etmişse o olacaktır. Bizim yapacağımız iş Allah’ın neyi takdir ettiğini bilebilmek ve kaderdeki görevimizi yapabilmekten ibarettir.
وَلَكِنْ كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ(57) (Va LAvKin KAvNUv EaNFuSaHuM YaJLiMUvNa)
“Lâkin kendilerine zulmettiler.”
Allah içkiyi haram etmiştir. İçerseniz Allah’a zarar vermezsiniz, kendiniz zarar görürsünüz.
Allah’ı cehraten göremezsek inanacak değiliz diyenler kendi nefislerine zulmetmişlerdir. Bir şeyin emarelerini gördüğünüzde onun varlığına inanacaksınız. Varlığına dair alametleri değerlendirmezseniz, o varlığa bir zarar vermezsiniz. Mesela, ağustosta sıcaklar olacak dediğimizde, buna inanmadığımız zaman ağustosa bir zarar gelmez, ağustosun sıcağına inanmayan zarar görür. Allah’ı görmedikleri için inanmayanlar da Allah’a zarar vermezler, kendilerine zarar verirler.
İsrail oğulları şımarık bir kavim olmuşlardır. İsrail oğulları tarihlerini iyi okumalıdırlar. Ne zaman fitne çıkarmışlarsa halleri perişan olmuştur. Hele Müslümanlara karşı dikkatli olmalıdırlar. Biz hiçbir zaman onlara ihanet etmiş değiliz. Onlar henüz Hendek Savaşı’nda ihanete başladılar, günümüze kadar da ihanetleri hep sürmektedir. Lozan’da dinsizliği empoze edenler onlardı. Eğer Hıristiyanlar empoze etseydiler, Hıristiyanlığı empoze ederlerdi. Yahudilikten başka hiçbir din dinsizliği empoze etmez. Çünkü o dinler yeni cemaat kazanmak için uğraşırlar. Yahudiler ise İsrail oğullarından olmayanı Yahudi kabul etmezler.