BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
Süleyman Karagülle
3717 Okunma
bakara 229-232

 

 

ADİL DÜZEN 410

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 72. Hafta  

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَإمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ أَنْ تَأْخُذُوا مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا إِلَّا أَنْ يَخَافَا أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فِيمَا افْتَدَتْ بِهِ تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَعْتَدُوهَا وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ(229) فَإِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتَّى تَنكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ فَإِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَنْ يَتَرَاجَعَا إِنْ ظَنَّا أَنْ يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ(230)

 

الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ (ElOaLAQu MarRATavNı)  “Talak iki merredir.”

Bundan önceki âyette boşananların üç ay bekleyeceklerini bildirmiştir. Burada üç ay dolmadan önce koca isterse geri dönebilir hükmü getirilmiştir. Şimdi de arada bir atıf harfi getirilmeden “talak iki defadır” deniyor. Eğer “Ve” harfi getirilseydi, yukarıdaki talak ile bu iki talak farklı olurdu. Sonra bu talaklar o talaklara benzemezdi ama şimdi “talak iki merredir” demekle yukarıdaki talak bunun içinde olduğu gibi her iki talakın, hattâ üç talakın aynı olduğunu belirtmiş olur.

Burada “Ettalakâ İsnân” denseydi iki talak birden olabilirdi. “Kerratani” bile demiyor “merratani” diyor; yani bir talak yapılacak, sonra ikinci talak yapılacaktır. Bir talak geçecek, ikinci talak gelecek demektir.

Fıkıhçılar üç talakın bir defa olacağını söylemektedirler. Bu hususta ittifak etmiş gibidirler. Ama Kur’an çok açık ifade ile buna karşıdır. Talaktan sonra nikah kalmamıştır ki ikinci talak olsun. Bu sebepledir ki Kur’an “geri dönerlerse” diyor; yani nikah olmuş ama sonra kocaların diğer erkeklerden önceliği var diyor. Talak olduğuna göre boşanmış şey bir daha nasıl boşanacaktır. O devrin yanlış anlayışı fıkıhlara girmiştir. Buna ait bir hadis de yoktur.

فَإمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ (Fa EiMSAKun Bi MaGRUvFın)  “Maruf bir şekilde imsak vardır.”

Burada evlilik açıklanmaktadır. Buradaki “Fa” takip fası değildir, tafsil fasıdır. Ya “maruf” şekilde yaşayacaksınız, ya da boşanacaksınız. Zulüm yapmak, eziyet etmek yoktur. Burada “maruf” nekire gelmiştir. O halde maruf olan tek değildir. Evlenecekler sözleşme yapacaklar, onlar için o maruf olacaktır. Sonra aile defterleri olacak, orada yazacaklar. O yazdıkları ailenin kurallarını oluşturacaktır. Sonra hakemler karar verecek, onlar da aile defterine geçecek, böylece bunlar maruf olacaktır.

Kadın veya erkek tek başına karar alır ve kendi sahalarını istedikleri gibi yönetirler, ama karar alacaklar ve eş ile çocuklar bu kararı bileceklerdir. Değişirse bunu da bileceklerdir. Maruf olması gerekir. Yazılmazsa nasıl maruf olacaktır?

Kur’an bizim istidlallerimizi hep teyit etmektedir, hep birbirini beyan etmektedir. Kadın ailede kalacak, eş olarak kalacak yahut ayrılacaktır. Tarafların eşit şahsiyetleri vardır. Ne erkek kadına ne de kadın erkeğe hükmetmeyecektir. Anlaşmalara göre, hakem kararlarına göre yaşayacaklar. Böyle bir hayat cennet değil midir?

أَوْ تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ (EaV TaSRIyXun Bı EıXSANın)  “Veya ihsan ile tasrih vardır.”

İmsak edecektir, yani aile içinde yer alacaktır. Bu maruf üzere olacaktır. Şeriatın emirlerine göre olacaktır, anlaşmalara göre olacaktır, hakem kararlarına göre olacaktır. Ama anlaşma olmazsa “ihsan ile” serbest bırakılacaktır. Mihirleri verilecek, onlara haksızlık ve zulüm yapılmayacaktır.

İHSAN” iyilik demektir, güzellik demektir, anlaşarak demektir, hakkını fazlasıyla vererek demektir. Allah erkeği kazanacak ve karısı için harcayacak şekilde yaratmıştır.

Güneş doğmadan doğu taraf ısınır, batıdaki soğuk rüzgar doğuya doğru esmeye başlar. Buna “sarah” denir. Bu esnada hayvanlar salıverilir, otlamaya giderler. Öğleden sonra ise güneş batıdadır. Batı ısınmış, doğu soğumuştur. Rüzgar doğudan batıya doğru eser. Buna da “revah” denmektedir. Gece uykusundan uyanmış, bitkiler faaliyete geçmiş, arılara ve böceklere koku salmışlardır. Oysa sabah rüzgarında böyle bir koku yoktur. Bu sebepledir ki akşamleyin doğudan batıya esen rüzgara “revah” denmektedir. “Rih” rüzgar ve koku demektir. “Reyhan” koku veren bitkidir. “SERAHA” demek, bağlı olanı çözmek, serbest bırakmak demektir. İmsak etmenin karşılığıdır. Kadın evine bağlıdır. Artık kendisine başka eş aramamaktadır. Çocuklarına bakmaktadır.

Boşadığınız zaman iplerini çözmüş oluyorsunuz. Bu bağlılık nedeniyle kendileri mihri hak ederler. Mihri kocası vermezse âkilesi vermelidir. Böylece kadınlar evlenmeyi tercih etmelidirler. “İhsan ile tasrih yapılacaktır.” Onları dırar (zarar) olarak imsak etmemelisiniz.

وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ (Va LAv YaXılLu LaKuM)  “Size halal olmaz.”

Halal olmak” çözülmek demektir. Sirkeye noktalı “H” ile “halel” denmektedir. Suda çözülmüştür. Yediğimiz yemekleri eğer sindirebiliyorsak ona “halal” diyoruz; ama sindiremiyorsak ona da “haram” diyoruz. Toplulukta bizim almamız doğru olmayan mallara “haram”, alıp kullanabildiğimiz mallara da “halal” diyoruz.

Verilen mihirlerin veya yapılan harcamaların sonradan geri alınması helal olmaz.

Tekrar aile hayatını hatırlayalım. Kadın ve erkek bir anlaşma yapıyor, birlikte yaşama ve ortak çocuk yapma anlaşmasını yapıyor. Kadın çocuk doğuracak ve büyütecek, ev işlerini yapacaktır. Erkek nafaka temin edecek ve savunmayı yapacaktır. Kadın başka erkeklerle birleşme yapmayacaktır. Buna karşılık bir tazminat alacaktır. Erkekler evleniyorlarsa bunları vermek zorundadırlar. Kadınların günlük ihtiyaçlarını çocukları olmasa da erkek karşılar. Bunlar nelerdir? Bunlar dört çeşittir.

a)      Yeme ve içme malzemesini erkek temin eder. Kadın pişirir, sofrayı kurar, birlikte yerler. Koca hangi malzemeyi getirirse kadın onunla iktifa edecektir. Erkek de kadın ne yemek yaparsa onunla iktifa edecektir. Bu sebepledir ki zaruret olmadıkça erkek evin dışında yemek yiyemez. Yalnız erkeklerin davet edildiği toplantılara izin almadan gidemez. Ama kadın gidebilir. Şart olarak evde yemeğini hazırlamış olacaktır. Erkek de eve orada yiyeceği kadar malzeme getirmiş olmak şartı ile gidebilir.

b)      İkincisi giyimdir. Erkek hangi kalitede elbise giyerse, karısına da o kalitede elbise giydirmek durumundadır. Evlenmeden önceki elbiseler için bir şey denmez. Ama yeniden diktirdiği elbiseye muadil elbiseyi kadına da diktirmek durumundadır. Mihri ile birlikte kadına elbiseler de alınır. Bu pazarlığa tabidir. Sonra bunları geri alamaz.

c)       Kalınan ev de böyledir. Mobilya dahil eşlere eşit sukna (evde kalma, evden istifade etme) sağlanmalıdır. Kalitesi aynı olmalıdır. Büyüklüğü ise çocuklara göre değişebilir. İlâ veya boşanma olduğunda, kadın iddeti içinde o evde oturmaktadır. Ölüm hâlinde bir yıl çıkarılmaz.

d)      Dördüncü giderler ise su, elektrik, gaz, telefon gibi giderlerdir. Yine erkekler bunlardan ne derece yararlanıyorlarsa kadınlar da yararlanırlar. İş gezilerine “seyr” denir, ama turistik gezilere “seyahat” denir. Turistik gezileri erkek kendi başına yapamaz, eşine yaptırmak durumundadır. Hacca herkes kendi parası ile gider ama umreye kendisi gidiyorsa eşini de götürmek durumundadır yahut izin almalıdır.

İşte bu harcamalardan hiçbirisini geri isteyemez.

أَنْ تَأْخُذُوا (EaN TaEPuÜUv)  “Ahzetmeniz.”

Verilenler geri istenemez, harcananlar talep edilemez. Yapılmış harcamalar, verilmiş mallar onun olacaktır. Erkeklerin görevi budur. Kadın nuşuz ederse yani kocası ile yatmazsa o zaman bu masrafları geri isteyemez. Ama boşama hakkı vardır. Sadece mihri geri isteyebilir. Masrafları da yapmayabilir.

مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئً (MimMAv EaTaYTuMUvHunNa ŞaYEan)  

“Onlara ita ettiğinizden hiç bir şeyi.”

Onlara verdiğinizden hiç bir şeyi geri almayınız.

Allah erkekleri çalışıp üretecek güçte yaratmıştır. Kadınlar da üreticidirler ancak bunu erkekler kadar yapamamaktadırlar. Erkekler çatışmacı savaşçıdırlar, kadınlar da; ancak bunu erkekler kadar yapamamaktadırlar.

Buna karşılık kadınlara bunların çok üstünde bir meziyet verilmiştir. Kadınlar insan üretmektedirler.

İnsan çocuğu kadar neyi sevebilir? İnsan her şeyi çocukları için ister ve yapar. Dolayısıyla onların zenginliği başka bir şeyle kıyas edilemez. Zorluğu da savaştan beterdir. Erkeklere de bu alanda görev vermiştir; onlara hizmet etmek ve onları desteklemek.

Canlılarda başka bir özellik daha vardır. Eşleşirken erkekler yarışırlar, yarışı kazanan döller. Bu da ayıklama kanunudur, yani güçlü ve sağlam hangisi ise onun nesli yaşasın. İnsanlar arasındaki yarış kazanmadır. Çalışıp üretmedir. Hangisi bunda kabiliyetli ise onun evlenip çoğalmaya hakkı vardır.

İşte, erkeklere verilen bu nafaka yükü sadece geçimin sağlanması için değildir. Aynı zamanda erkekler arasındaki yarıştır. Kadını boşayabilmeniz için ona verdiklerinizi geri almayacaksınız. Burada verilen malları geri alma haram edilmiştir. Geri almayınız demek suretiyle topluluğa emretmektedir.

Demek ki koca eğer bunu kendisi başaramıyorsa, topluluk dayanışma içinde bunu yapacaktır.

Bu dayanışma nasıl sağlanacaktır? Akrabalık ilkeleri içinde sağlanacak veya dayanışma ortaklıkları içinde sağlanacaktır. Bizim bu müesseseleri tesis etmemiz gerekir. Her bucak kendine göre bu sorunları çözer.

إِلَّا أَنْ يَخَافَا (EilLAv EaN YaPAFAy)  “İkisinin havf etmesi dışında.”

Demek ki, erkek evlendiği zaman harcar, kadına mihir verir. Geçinemedikleri zaman erkek karısını boşayabilir. Evlenme hak olduğu gibi boşanma da haktır. Kadınlar mihirlerini alarak ayrılıp giderler.

Burada bir istisna getirmiştir, o da kadının kusurlu olması hâlidir. Koca kadının kusuru nisbetinde verdiği mallardan bir kısmını geri alabilir. Bu bir kısmı tesbit edecek olanlar hakemlerdir. Kur’an’ın başka âyetlerinde tarafların birer hakem seçmeleri emredilmiştir. İşte onlar ne kadarını geri iade edeceğine karar verirler. Şüphesiz bu miktar mihirden fazla olamaz. Bu takdirde talak yerine hul’ olmaktadır. Talak, bütün mihri vererek boşamaktır. Buna mukabil hul’ ise mihrin bir kısmını geri alarak vermemişse vermeyerek boşamadır. Boşama hususunda karar verme yetkisi taraflarındır.

Burada “ikisi havf ederse” deniyor. Demek ki hul’ hakkında karar verme yetkisi iki tarafa aittir. İkisi de söz sahibidir. İşte buradaki zamirin tesniye olmasından anlıyoruz ki; talak erkek tarafından vaki olduğu gibi kadın tarafından da vaki olur. Şimdi burada usulden yeni bir kaide geliştiriyoruz.

Kur’an’da eğer bir hak erkeğe verilmişse kendiliğinden benzer hak kadına da verilmiştir. Aksini iddia eden delil getirmek durumundadır. Yani, ‘kadınların boşama yetkileri yoktur’ diyen delil getirmek durumundadır. Bu mefhumu muhalefetle olmaz. Yani, burada ‘erkekler boşarlar’ hükmünden ‘kadınlar boşayamazlar’ denemez; aksine, kıyasla kadınlar da boşar anlamı çıkar. Kıyas mefhumu muhalefete tercih edilir.

أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ (EnLAv YuQIyMAv XuDUvDa elLAHı)  

“Allah’ın hudutlarını ikame edemeyeceklerinden korkarlarsa.”

Burada çok önemli bir ifade geçmektedir. Karı-koca arasında çizilmiş hudutlar Allah’ın hudutlarıdır. Evlilik kamu hukukundan mıdır, yoksa özel hukuktan mıdır? Alışverişten farklı olarak evlilik karı-kocalık kamu hukukunu içermektedir. Bundan dolayıdır ki özel hukukta aranmayan şartlar burada aranmaktadır.

a)      Önce zina yasağı konmuştur. Kadın bir dönemde iki erkekle buluşamaz, yani serbest ilişki yasaklanmıştır. Bunun dışında gizli ilişkiler yasaklanmış, akrabalarla olan ilişkiler yasaklanmıştır. Nikahı feshetme yetkisi kaldırılmıştır. Boşama fesih değildir. Demek ki burada kamu yasakları konmuştur.

b)      Evlilik için mihir şartı getirilmiştir. Erkek kadına borçlanmaktadır. Nikahta hiç zikretmeseler de erkek kadına borçlanmaktadır. Hattâ borçlu olmayalım diye anlaşsalar bile yine borçlanmaktadır. Bu nedir? Taraflara takdir hakkı anlaşsalar da tanınmamaktadır. Demek ki bu kamu hukukundandır.

c)       Evliliğin kamu hukukundan olmasından dolaydır ki, kocanın karısının zinasını affetme yetkisi yoktur. Zina suçu kişilere karşı değil, topluluğa karşı işlenmiş sayılır ve cezası uygulanır. Oysa adam öldürürseniz onu kardeşleri affedebilmektedirler.

d)      Evlilik geri dönülmez hükümleri içerir. Ne nikah ne de talak geri alınamamaktadır. Evlilikte rıza şartı aranmamaktadır. Zorla kandırılarak da olsa, nikah yapılmışsa yapılmıştır. Bundan sonra boşanma olur. Talak sayılarına girer. Doğan çocuk nesebi sahih çocuktur. Mihir tahakkuk eder. Yani irade beyanı yeterlidir, rıza şartı yoktur. Bir kimseye evet dedirtmeden zorla cinsi ilişki yapılırsa zina olur. Kadın bunu zorla işlediği için cezadan kurtulur, ama erkek cezalandırılır. Ama kadını tehdit ederek evet dedirtirseniz, bu tehdit mülci (zorlama) değilse o nikah sahihtir. Erkeğe tehdit cezası verirsiniz ama zina cezasını veremezsiniz. Bu da gösteriyor ki, nikah kamu hukukundandır. Biat yani seçme de böyledir. Allah’ın hudutlarını ikame edemeyeceklerse, o zaman onlara boşanma farz olur. Kavgalı, didişmeli, zararlı, sürüncemeli evlilik kamu hukukunu ihlal olduğu için meşru değildir. Kadın da erkek gibi boşanma hakkına sahiptir. Çünkü burada eşitlik içinde korkarlarsa deniyor.

Şu durumlar olmaktadır.

a)      Erkek bütün mihri vererek karısını boşayabilir.

b)      Kıyas yoluyla kadın bütün mihri iade ederek boşanabilir. Almamışsa vazgeçerek boşanabilir. Burada sorun mihrin dışındakiler üzerindedir. Erkek tantanalı düğün yapmış, evlilik olmuş, ondan sonra kadın ‘ben seni beğenmedim’ diyor ve gidiyor. Mihri iade edebilir, ama masrafları geri getirmez. Bu durumda ne olacaktır? İşte o zaman yine devreye hakemler girecektir. O masraflardan varsa onlar iade edilecek ama harcanmış gitmişse o masraflar talep edilemez. Bu sebepledir ki evlilik masraflarını erkekler istedikleri kadar kısabilirler. Fazlasını isteyen kadın kusurludur. Erkek yapmaz ve mihir vermeden de boşayabilir.

c)       Erkek karısını kusurlu görerek karısının mihirden bir kısmını veya tamamını geri alarak karısını boşayabilir. Bu hususta takdir hakemlere aittir.

d)      Kıyas yoluyla kadın da mihrin bir kısmını veya tamamını iade ederek boşanabilir. Buralardaki takdir hep hakemlere aittir.

فَإِنْ خِفْتُمْ (Fa EiN PıFTuM)  “Havf ederseniz.”

İşte hul’de hakemler devreye giriyor, karı-koca havf ederse diyor. Burada ise “siz havf ederseniz” diyor. Demek ki, ilk yapacakları şey oturup görüşme, konuşma ve anlaşmadır, evliliğe devam etmedir. Ama taraflardan biri diğerinden bekleneni vermeyince, o zaman hakemlere giderler demektir. Bu sefer hakemler devreye girer. Onlar korkarlarsa demektir.

Fa” harfi anlaşmazlığın nasıl çözüleceğini anlatmaktadır. Anlaşmazlık hakemler yoluyla çözülecektir. Başka sûrelerde bu çok daha açık şekilde gösterilmiştir.

   أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ (EalLav YuQIyMAy XuDUvDa elLAHı)  

“Allah’ın hudutlarını ikame edemeyeceklerinden korkarsanız.”

Burada “Allah’ın hudutlarını ikame edemeyeceklerinden” sözünü iade etmiştir; “onları” dememiştir. Bunun sebebi şudur ki, karı-kocanın kendi aralarında çizdikleri hududun dışında hadler vardır. Bu da yine kamu hukukunu teyit eder. Demek ki, karı-koca arasında aile defterinde yazdıkları hudutlar da Allah’ın hudutlarıdır, ama bir de bucak yönetiminin istişare ile tesbit ettikleri de Allah’ın hudutlarıdır.

  فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا (Fa LAv CuNaXa GaLaYHıMav)  “Onların üzerinde cunah da yoktur.”

Gerekli iftidayı yapmak gerekmektedir. “Cunah yoktur” ifadesi, onu yana atma yoktur, ilgilenmek gerekir, yapılması gerekir demektir. Allah’ın hududunu ikame edemiyorlarsa birbirlerinden ayrılacaklardır. Aralarında suçlu olan cezalanmalıdır. Kadın haksız ise kayıpları olmalıdır. Haksızlık erkekte ise erkeğin de kaybı olmalıdır. Kadının kusuru nisbetinde mihrinden vazgeçmesi onun için kefaret olacaktır. Buna karşılık kusurlu olan erkek verdiğinden vazgeçmek zorundadır. Böylece o da kefaretini vermiş olur.

فِيمَا افْتَدَتْ بِهِ (FIy Mav iFTaDaT BiHIy)  “İftida ettiklerinde cunah yoktur.”

İftida” ne demektir? Fidye vermek demektir. Kur’an’a göre oruç tutmayanlar fidye verirler.

Burada da Allah’ın hudutlarını sağlayamayacak olanlar fedada bulunmak zorundadır deniyor, yani ne kadar kusurları varsa o nisbette mihir üzerinde tenzilat yapmak veya yapmamak şeklinde bir fedakârlık olacaktır. Hakemler burada karar verirken kusuru değerlendireceklerdir. Bu yolla gerekeni eşlere vereceklerdir. Karı-koca arasında psikolojik gerginlik olmaktadır. Karı-koca tartışınca birbirlerini darıltırlar. Bu sebepledir ki tarafların hakemleri bu sorunları çözmelidirler. Tarafları dinleyip sonunda kimin hakkı ne ise o yapılmalıdır.

تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ (TiLKa XuDUvDu elLAHı)  “Bunlar Allah’ın hudutlarıdır.”  

Usul yani muhakeme sistemi de Allah’ın hudutları içindedir. Şeriat nasıl oluşacaktır?

a)       Herkes kendi şeriatını kendisi tesbit edecek; Allah’ın halifesi olarak içtihat yapılacak ve ona uyulacak.

b)       Sözleşmeler yapılacak; bunlar da Allah’ın hudutlarıdır, onlara uyulacak.

c)       Ortak vekil seçilecek; istişare kararları Allah’ın hudutlarıdır.

d)       Bundan sonra hakemlerin muhakeme usullerini tesbit etmesi ve yorumlar yapması da Allah’ın hudutlarındandır. Kur’an muhakeme usulleri üzerinde mezhep içtihatlarını kabul etmiştir. Şahitler kendi koyacakları usullerle soruşturma yaparlar, kendi kesin kanaatlerine göre tesbitler yaparlar, tahkikler yaparlar. Hakemler bunu yeterli görmekte veya görmemektedir. Kendi takdirleri ile yaparlar. Hakemlerin ifadeleri ve yorumları da kendi usulleri ile olacaktır. İşte, hakemlerin ve şahitlerin soruşturma ve muhakeme esnasında koydukları ve geliştirdikleri kurallar da Allah’ın hudutlarındandır.

Kuralsız bir düzen olmaz. Düzende her şey kuralla çözülmez. İnsanların takdirleri de önemli rol oynar. Bu sebepledir ki tayin edilmiş hakemlerle adalet ikame edilemez. Adalet ancak hakemler ve serbest soruşturma müesseseleri ile ikame edilebilir.

Bugünkü Batı düzeni hep aşırı gitmektedir. Her şeyi kanunlarla tesbit edip, insanlara içtihat ve takdir yetkisini bırakmamakta veya herkesi kendi istediği gibi yaşama serbestisi içinde bırakmaktadır.

Kur’an insanın takdirleri ile kuralları arasında denge kurmaktadır. Hepsi Allah’ın hudutları içine alınmaktadır. Karar verildikten sonra o karar artık uygulanır. Her meşru karar Allah’ın hudutlarının tesbitidir. Hakem kararları da Allah’ın hudutları içine girmiştir.

فَلَا تَعْتَدُوهَا (Fa LAv TaGTaDUvHav)  “Onu advetmeyiniz.”

UDVE” vadinin yakasıdır. Her kimse bir merkezdedir. Onun çevresinde imkânlar vardır, yerler vardır. Buna “mamelek” denir. Kişinin bedeni vardır, mameleki vardır. Mamelek bedeninin çevresindedir. İşte, mamelekte sınırlar çizilmiştir. O kişinin vadisidir. Orada hareket etme gücüne sahiptir. Onu aşmamak gerekir.

1924 Anayasamızda şöyle yazılı idi: “Herkesin hak ve hürriyetlerinin sınırı başkalarının hak ve hürriyetlerinin sınırıdır.” İşte Allah’ın hudutları bunlardır. Hak ve hürriyetlerin sınırları Allah’ın sınırlarıdır. Orada bu hakların kanunlarla belirleneceği yazılıdır. Bu Batı mantığıdır, uygulanamaz bir iddiadır. Bunun içindir ki bu güzel hüküm 1961 ve sonraki anayasalarda kalkmıştır. Oysa Kur’an’a göre bu sınırları hakemler tesbit ederler. Herkes hakemlerin bu kararlarına uymak zorundadır. Hakem kararları kesindir. Ölümüne de olsa ona uyulur. İdam kararlarına itaat edilir. Haksızlık olmuşsa cennette bu telafi edilir. Sınırları tesbit edip onu korumak topluluğa ait bir görev olduğu için burada emir çoğul olarak gelmiştir.

وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ (Va Man YaTaGadDa XuDuvDa elLAHı)  “Allah’ın hudutlarını kim taaddi ederse.”

Bu talak âyetinde üç defa “hududullah” ifadesi geçti. Zamirle değil de izharla ifade etti. Demek ki Allah’ın hudutlarını tayinde üç çeşit kural vardır. Acaba bunlar nelerdir?

1) Bunlardan birincisi içtihat, sözleşme, istişare ile belirlenen kuralların tesbit ettiği kurallardır. Bunlar yazılı hâle gelir ve kurallar şeklinde ifade edilir.

2) Sonra, uygulama yapılırken yapılan içtihatlar vardır. Bunlar uygulama içtihatlarıdır. Herkes uygulama yaparken kendisi içtihat eder ve o yazılı olan kuralları yorumlar. Buna “amelî içtihat” diyoruz.

3) Bir üçüncü içtihat da, hakemlerin verdiği kararlardır. Hakemin birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer; onlar da baş hakemi seçerler. Böylece onların verdiği karar da Allah’ın hudutlarındandır.

Allah’ın hudutlarını belirleyen ilmî içtihat, amelî içtihat ve kazaî içtihat ayrı ayrı olduğu için zamirle iade etmedi, her birini ayrı ayrı zikretti. Burada zikredilen Allah’ın hudutları hakemlerin kararlarıdır. O kararları aşan herkes zalimdir.

فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ (Fa EuLAEıKa HuMu elJAvLıMUvNa)  “Onlar zalimlerdir.”

Buradaki “Fa” hükmün tamimi içindir. Yani Allah’ın hudutlarını kim ne zaman nerede aşarsa onlar zalimdir. Hududu aşanları kurallı erkek çoğul yapmıştır. Bunlardan anlıyoruz ki, toplulukta “zalimler” arasında hakem kararlarına karşı direnen örgüt oluşmaktadır.

Bugün bir rüşvet mafyası oluşmuştur. Bunların yaptıkları işler nelerdir? Sistematik çalışmadır.

a) Rüşvet mafyası oluşmuştur. Bu bir şebekedir. Önce, onlar pahalı avukatlar tutmakta ve haksız kararlar elde etmeyi sağlamaktadırlar. Davaları rüşvet mafyası kazandığı için kimse öbür avukatlara gitmemektedir. Böylece rüşvet mafyası davaları kazanmayı sağlamaktadır. b) Avukatlarla elde ettiği üstünlüğü ile başarıya ulaşamayan rüşvet mafyası bu sefer rüşvet mekanizmasını faaliyete geçirmektedir. Dosyaları değiştirme, kaybetme, bulamamadan tutunuz da, savcı ve hakime rüşvet götürerek istediklerini yaptırmaktadırlar. c) Rüşvetle bu işi yapamayınca, bu sefer iftira kampanyasına girişmektedir. Ailesine veya yakınlarına suç işletmekte, ondan sonra onları büyüterek şantaja girişmektedir. Hattâ bu suçu bizzat görevliye işletip dosyalamakta, sonra gerektiğinde şantaj olarak kullanmaktadır. d) Bunu da başaramayan mafya, bu sefer silahlı tehditlere girişmekte ve dediğini yapmayanlara zor kullanmaktadır. Görevli ise kendisini savunmaktan aciz olduğu için ister istemez zalim mafyaya uymak zorunda kalmaktadır.

Bu örgüt yalnız Türkiye’de kurulmuş bir örgüt değildir. Uluslararası rüşvet mafyasıdır. Kuruluşunu tekel sermayeye dayandırmaktadır. Bütün hedefi, ülkede hukuksuzluğu oluşturmak ve insanlar arasında kavgayı sürdürerek onları sömürmektir. Bu sermaye aileyi yıkmayı, devletleri yıkmayı, mülkiyeti ortadan kaldırmayı ve dini çökertmeyi hedeflemektedir.

İşte bu kimselere işaret ederek, bu teşkilata işaret ederek “onlar zalimlerdir” diyor. Bunu da erkek kurallı çoğulla ifade ederek yapmaktadır.

***

فَإِنْ طَلَّقَهَا (Fa EiN OalLAqAHAv)  “Eğer onu tatlik ederse.”

Yukarıda “mutallakalar” denmiş, onlardan bir şey almanız uygun olmaz deniyor.

Burada ise tatlik eden de tatlik edilen de tektir, müfrettir. Buradan anlıyoruz ki, herkes kendi karısını kendisi boşayacaktır, her kadın kendi kocasından kendisi boşanacaktır. Karar verme yetkisi kişiye aittir. Hakemler tarafların ikisinin rızası olmadıkça evliliğin devamına karar almazlar, evliler arasında ayrıldıklarında ne hakları olduğuna karar verirler. Kişiler geçmişle ilgili karar alırlar, gelecek hakkında yönetim kararlarını almazlar. Bu sebepledir ki kadın devamlı nafaka talep edemez. Ancak tazminat olarak birden isteyebilir. Bu husus yalnız karı koca arasında konan kurallar değildir. Ortaklar arasında da benzer kurallar vardır.

Kur’an ortaklık hukukunu aile örneği ile anlatmaktadır. Ortaklardan biri diğerinden ayrılmak istediği zaman, ben sizi ayırmıyorum diye mahkeme karar alamaz, sadece ayrılanların haklarını tesbit edebilmektedir.

Buradaki “Fa” tertibin fasıdır. Eğer üçüncü talak olmuşsa yani iki talakın arkasında üçüncü talak olmuşsa, talaklar arasında “Fa” harfi getirilmiştir. Bu da gösteriyor ki, talak sadece bir tasarruf değildir. Birinci mutalaka, ikinci mutalaka, üçüncü mutalaka vardır. Birinci mutalakanın bu hâli ikincisi ile biter. İkincinin bu hâli üçüncüsü ile biter. Üçüncü talaktan sonra o kadın ona haram olmuş olur, artık onunla evlenemez.

Burada şu sorulabilir; mahremi olur mu, yani onunla seyahat edebilir, halvette kalabilir mi? Helal olmamakla harem olmak ayrı ayrı şeylerdir. Bir yabancı ile evli olan kadın haremdir ama haram değildir. Her harem olan haramdır ama harem olmayanlar helal değildir.

  فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ (Fa LAv TaXılLu LaHUv MiN BaGDu)  “Bundan sonra artık ona helal olmaz.”

Yani, üçüncü talaktan sonra artık onunla evlenmek, dördüncü nikah yapmak caiz olmaz.

Bu yasak neden konmuştur?

Kur’an evlenmeyi çok kolaylaştırmıştır. “Evlendik” deyip sözleşme yapanlar evlenmiş olurlar. Boşanmak da bu derece kolaydır. Diğer taraftan zina haram kılınmıştır. Bu kolaylığın zinaya dönüşmemesi için karı koca arasında boşanma korkusu olmalıdır. Koca karısını sık sık tehdit edip ‘seni boşayacağım’ diyemez, her gün onu korkutamaz. Karısı da kocasının onu kolayca boşayabileceğini bildiği için böyle tehditlere maruz kalmamak için dikkatli olur. Boşanma tartışma konusu olmaz. Boşanma bu sebeple kolaylaştırılmıştır.

Şimdi, bunun sonucu olarak, tedbiren üç talaktan fazlasını yapmayı da imkansız hâle getirmiştir.

İnsanların karşılaştıkları en zor sorun evlilik sorunudur. Kişiler arasında yakın ilişkiler doğmakta, ortak çocuklar yetişmektedir. Ortak yavruları yalnız anne babalarının çocukları değil, iki ailenin ortak yavrularıdır. Bu sayede iki aile arasında ortaklık doğmuştur. Bu ortaklığı ortadan kaldırmak da mümkün değildir. Bu sayede geniş sosyal olaylar olmaktadır.

حَتَّى تَنكِحَ (XatTAy TaNKıXa)  “Nikâhlamadıkça.”

Allah insanları öyle yaratmıştır ki, evli iken kızgın olsalar ve kavga etseler de, birbirlerini unutamazlar, tekrar eski eşlerine dönmek isterler. Hele kadın büyük bir ıstırapla eski eşini arar. İşte bu sebeple kocaya bir ceza vermektedir. Kendi eşini başkasına eş yapmakta ve ondan sonra ona helal kılınmaktadır. Kadın da eski kocasının kıymetini öğrendikten sonra geri dönecektir.

زَوْجًا غَيْرَهُ (ZaVCan ĞaYRaHu)  “Başka bir zevc ile nikâhlanıncaya kadar.”

Burada, ‘başka koca onu nikâhlayıncaya kadar’ demiş; ‘başka kocayı o kadın nikâhlayıncaya kadar’ demiyor. Yani, nikâhın erkekle kadın arasında eşit bir anlaşma olduğunu bildirmiş olmaktadır. Böylece beliğ bir ifade ile uygarlık kurallarını ortaya koymaktadır. Kur’an burada daha başka bir belagatı da göstermektedir. O da sadece nikâhın yetmediği, duhulün de yani erkekle kadının birleşmesinin gerektiğini de ifade etmektedir.

ZEVC” evli olana denir. Nişanlı olan zevc değildir. Başka bir koca ile evleninceye kadar demekle duhulün şart olduğunu da ifade etmektedir. Demek ki tekrar geri dönebilmesine zina yeterli olmadığı gibi nikâh da yeterli değildir. Usulcüler bu noktayı görmemişlerdir.

فَإِنْ طَلَّقَهَا (Fa EıN OalLaQaHAv)  “Tatlik ederse.”

Gayr zevc onu talak ederse. Eski zevcinden başka bir zevc onu boşarsa. Ondan sonra eski kocasına dönebilir. Bu durumda sadece evlilikte değil, birçok yasak ve konularda daima tevbe kapısını açık bırakmak gerekir. Buradaki hikmet; bir müessesede ceza getirdiğimiz zaman, onu telafi etmeyi de her zaman hedeflememizdir. Buna bir örnek verelim.

Kur’an’a göre, dava açtığınız zaman, kaybetseniz de kazansanız da hiçbir ceza ödemezsiniz, mahkeme masraflarını da ödemezsiniz. Çünkü vergi zaten bu mahkeme masraflarını karşılamak için ödenmektedir. Ama bu durumda ne olur? Herkes durup dururken mahkemelere başvurup mahkemeleri işgal eder. Bunu önlemek için bir tedbir düşünmeliyiz. Para artıramadığımızda ne yapabiliriz? Mesela, bu davaları erteleyebiliriz. Mesela, diyelim ki, bir kimse dava açar da kaybederse, ceza olarak başka bir davayı iki ay içinde açamaz. Bu caydırıcılıktır. İkinci davayı da kaybederse, dört ay dava açamaz deyip uzatabiliriz. Bu da bir caydırıcılıktır. Yahut şöyle diyebiliriz; üst üste üç davayı kaybeden kişi bir daha dava açamaz deriz. Ama bu ağır bir cezadır, bu cezadan kurtulma yolu aranmalıdır. Öyle bir şey bulmalıyız ki dava açma hakkını kazansın. Talakı kıyas ederek düşünürsek, aleyhine açılan davalardan birini kazanırsa, o zaman dava açma hakkı doğabilir.

فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا (Fa LAv CuNaXa GaLayHıMAv)  “Onlar için cunah yoktur.”

Cunah yoktur” ifadesini tercümeye “günah yoktur, yapsanız da olur” şeklinde tercüme etmektedirler. Oysa, Safa ve Merve arasındaki say için bu ifade getirilmektedir. Oradaki sayın vacip olduğunda icma vardır. Dolayısıyla biz cunah yoktur, yani atma yoktur, savsaklama yoktur şeklinde anlıyoruz. Bunu “aleyhimâ” ile anlıyoruz. “Lehumâ” olsaydı, o zaman tercüme edildiği gibi anlardık.

Lehte yana koymak demek, istersen yaparsın, mahzuru yoktur demektir. Aleyhte yana koymak demek, onu yapmamak demektir. Böyle anladığımız zaman tekrar eski kocası ile evlenmesi farz demektir, vacip demektir. Bu niçin böyledir? Evlenen erkek ve kadın birbirlerinin olmuşlardır. Onların karşılıklı hakları doğmuştur. Asıl olan bir kadının ilk kocası ile hayatını sonuna kadar götürmesidir. Bu sebeple müracaat etmelerinde cunah yoktur demektir. Ama bunu şartla yapmaktadırlar.

أَنْ يَتَرَاجَعَا (EaN YaTaRAvCaGAy)  “Teracu’ etmelerinde bir cunah yoktur.”

Burada “En Yuracıa” değil de, “En Yeteracea” denmiş olması ile evlilik aile içinde olmaktadır demektir. Yani asıl olan kadının ailesi ile erkeğin ailesi arasında dostluk anlaşması demektir. Bu sebepledir ki, görücü usulü ile evlenmek ne kadar mahzurlu ise; ailelerinden izin almadan, asgari olarak onlara danışmadan evlenmek de o kadar mahzurludur.

Anne babaların vazifesi çocuklarını evlendirmektir. Bu yalnız anne-babaların değil, aynı zamanda akrabaların da görevidir. Hele bugün bu tür evlenmelerde yakınları ilgilenmezlerse, evlenen kadın kendisini yalnız hisseder, koca da bütün yükün kendi üzerine çöktüğünü görür, aile korku ve endişe içine düşer.

Teracu’ etmek” daha çok kişilerin birbirlerine müracaat etmeleri demektir. Evlenenler ailelerini ve yakınlarını arkalarına almalıdırlar, yakınları da onları desteklemelidirler. Büyük bir mahzur görmezlerse engellemeye kalkışmamalıdırlar.

Bugün aile müessesesini yaşatmamız için bu dayanışma ve yardımlaşmaya eskisinden daha çok ihtiyacımız vardır. Evli olanlar her zaman büyük sıkıntılarla ve tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktadır. Kadının kendisini güvencede bulabilmesi için gelin gittiği yerde kendisini himaye edecek bir dayanışma grubunu bulmalıdır. Kocasına bir şey olsa ortada kalmayacağını bilmelidir. Başka yerde “An Teşavurin” diyor.

Aile bağları insanlığın temel bağlarındandır. Anne baba gibi dede ve nineleri de toplulukta çocuktan veya sıkıntıya düşmekten sorumludurlar. Kur’an topluluklar dışında insanların karşılıklı hak ve vecibeleri içine akrabalığı ve komşuluğu da koymuştur.

إِنْ ظَنَّا (EiN JanNAv)  “Zannederlerse.”

“İlm etmek” bir şeyi kesin olarak bilmek demektir; icma ile sabit olan şey demektir. “Hesap etmek” ise görünürde kesin olmamakla beraber bazı ameliyelerle kesin bilgilere ulaşmak demektir.

Baştaki varsayımlarda tereddüt olabilir. Mesela 3 metre bez 4 liradan 12 lira eder. Burada 4 lira fiyat kesin olmayabilir, pazarlık payı vardır. 4 metre de tam ölçülmüş olmayabilir. Dolayısıyla 12 YTL borç vardır ama bu kesin değildir. Hesabın kesin olmamasından değil, girdilerin kesin olmamasından dolayı böyledir.

Bundan sonra “ZAN” gelmektedir. Zan, hesaptan daha çok hata ihtimali içindedir. Tahmin yaparken de hata etmiş olabilirsiniz. İşte burada istenen zan seviyesinde de olsa, eğer Allah’ın hudutlarını ikame edeceklerse, tekrar birbirleriyle evlenmeleri emredilmektedir.

Bundan sonra “şüphe” vardır. Eşitlik içindedir. Sonra da “şek” vardır. Doğru olmaması galiptir. Ondan sonra da “hata” vardır. Burada “ikisi zannedecekler”dir. Sonunda ikisi anlaşacak, ikisi buna karar verecektir.   

أَنْ يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ (EN YuQIyMAv XuDUvDalLAHı)  “Allah’ın hudutlarını ikame edeceklerini zannederlerse tekrar birbirlerine dönmelidirler.”

Burada dördüncü defa “Allah’ın hudutlarından” bahsetmektedir. İlk üçü bundan önceki âyette geçmiştir. Orada yaptığımız yorumda bir kişinin ilmî içtihadı, amelî içtihadı ve üçüncüsü ise kazaî içtihadı olarak almıştık. O içtihatların hepsi, hükme varıp uygulama içtihadı ile sabit olan hudutlar idi. Burada ise zannî içtihatlar vardır, yani tahminler vardır.

Bugün sokağa çıkacaksanız tahmin yaparsınız, ona göre şemsiye alırsınız veya almazsınız. İşte burada yaptığınız içtihat zannî içtihattır. Hayatımızdaki işleri genellikle hep bu tahminlere göre yaparız. Her insanın iyi tarafları vardır, her insanın kötü tarafları vardır. Ortaklık kurulduğu zaman iyi tarafları ile birbirlerine yaklaşmalı, kötü taraflarını ise ortaklığın dışında tutmalıdırlar. Böylece bir aile doğar. Bu aileden salih evlat ortaya çıkar. Evlat çıkmasa bile, ailelerin birliği yani bir dayanışma ve yardımlaşma ortaya çıkar. İşte, eğer Allah’ın hudutlarını ikame edeceklerse, birbirlerine müracaat etmeleri vacip olmaktadır.

Şimdi bu müracaattan hareket ederek, eğer bir kadın ile erkek tanışmış, evlenmelerine giden yol üzerinde Allah’ın hudutlarını ikame edeceklerine kanaat getirirlerse, bunların evlenmeleri kıyas yoluyla farz olur demektir. Başka kocaya gitmiş bir kadının dönmesi vacip ise, kocaya gitmemiş biri ile evlenmek evleviyetle vacip olur. Topluluklar Kur’an’ı okurlar, onun içindeki usule göre mânâlarına değil de, kendi hayat tarzlarına Kur’an’ı uydururlar. Kur’an’a uyacaklarına, Kur’an’ı kendilerine uydururlar. Bu usul normal zamanlarda işe yaramayabilir ama; kriz zamanlarında Kur’an’a baş vurmak gerekir, Kur’an’a uymakla kurtuluş mümkündür.

Bugün insanlık çok büyük tehlikededir. Bu tehlikenin başta geleni, uygar topluluklarda evlilik ve çocuk yapma azalmaktadır. Hıristiyan âleminde nüfus azalmaktadır. Bu korkunç bir çöküşün işaretidir. Bugünkü Avrupa ancak aldığı göçlerle nüfusundaki süratli düşüşü önlemektedir. Yoksa bir iki nesil sonra Avrupa harabelerinde dolaşılacaktır. Hıristiyan âlemini bu hâle getiren nedir? a) Evlenme ve boşanmaların zor olması. b) Tek evlilik. c) Zina serbestliği. d) Doğum kontrolünün meşruiyeti Avrupa’yı bu hâle düşürmüştür.

İşte Avrupa’yı çökerten virüsler ve mikroplar bunlardır. İnsanlık da buna doğru süratle gitmektedir. Bu da insanlığın intiharı demektir. Âhirete vardığımızda ilk hesap vereceğimiz sorular buradan gelecektir.

Bu nesil intihar edecek, ortadan kalkacak, yerine Adil Düzenci Kur’an nesli gelecektir. Bu Kâinatı Allah yarattı. Allah sömürü sermayesinin ifsadına elbette izin vermeyecek, bunların iki eli de kuruyacaktır.

وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ (Va TiLKa XuDuDulLAHı)  “Ve işte bunlar Allah’ın hudutlarıdır.”

Bu iki âyette beşinci olarak “bunlar Allah’ın hudutlarıdır” diyor. Bundan önceki âyetlerde istisnalar ve şart cezaları olarak getirilmiştir. Burada beşinci olarak “Ve” harfi ve “Tilke” denmiştir. “Ve” harfi ile getirildiğine göre bu beşinci ayrı hudutlardır. “Tilke” ile işaret edildiğine göre onlardan bahsetmektedir. Yani bu hudutlar ayrı değildir. Yukarıda sayılan dört tanedir ama burada başka yönden bakılmaktadır. Yukarıdakiler kişilerin içtihatlarına dayanarak oluşmakta idi. Kişi içtihat yapıyor, kendisi için kurallar koyuyordu; bu “ilmî içtihat” idi. Sonra o kuralları olaylara uyguluyordu, bu da “amelî içtihat” idi. Amelî içtihatta o anda ne yapılacağına karar veriliyordu. Sonra da hakemlere gidiliyor, hakemlerin içtihadı ile “kazaî içtihatlar” ortaya çıkıyordu. Bir de gelecek için tahminlerde bulunuluyordu; bu da “zannî içtihatlar”dır. Amelî içtihatta şimdi ne yapacağına karar verecektir. Zannî içtihatta ise gelecekte neler olacağına karar vermek demektir.

Bütün bu içtihatlar delillere dayanmalı, o delillerle içtihat yapılmalıdır. Delilleri Allah beyan etmiştir. O halde içtihadı sen yapıyorsun ama delillere dayanıyorsun. Deliller ise Allah tarafından beyan edilmiştir.

يُبَيِّنُهَا (YuBayYıNuHAv)  “Onları beyan etmektedir.”

Allah onları beyan etmektedir. O deliller nelerdir?

a)      Kitap. Bugün beş bilinen din vardır: Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık, Brahmanizm ve Budizm. Bunların kitapları vardır. Bunun dışında uluslar sözleşmeler yaparak kanunlar yapmaktadırlar. Bunların hepsi kitaptır. Ancak Allah Kur’an’ın içinde bu kitapların hepsini toplamıştır. Kitap dediğimiz zaman Kur’an’ı anlıyoruz. Diğerlerinden de yararlanılabilir.

Kitaptan başka, kitap benzeri bir delil daha vardır, o ada insan aklıdır. İnsan aklı da insanın kendisine delildir. Buna “istihsan” denir. Bu delil Hanefilerin delilidir.

b)      Sünnet. Bu da peygamberlerin uygulamalarıdır. Kur’an’da eski peygamberlerin yaptıkları anlatılmaktadır. Onlar da bizim için delildir. Ama asıl Kur’an’ın ilk uygulamasını yapan Hazreti Muhammed aleyhisselâmın uygulamaları tesbit edilmiştir. Hadisler olarak bize gelmiştir. Onlar bizim için delildir. Kur’an’ın uygulamalarıdır.

Eğer bir uygulama daha önce vardı, Kur’an o uygulamayı yasaklamamışsa, demek ki Kur’an o uygulamayı uygun bulmuştur. Bu da bizim için sünnet gibi delil teşkil eder. Buna “istishab” denir. Bu Şafiilerin delilidir.

c)       İcma ise bir toplulukta âlimlerin ayrı ayrı araştırmaları sonunda vardıkları ortak sonuçtur. Aralarında bir tanesi bile muhalefet etmiyorsa, o da bizim için delildir. İçtihat içtihatla değişir. Ama bir defa icma olduktan sonra, artık o ancak yeni icma ile değişebilir. İçtihatlar icmalara aykırı olamaz.

İnsanlığın icması dışında; kavimlerin, şa’blerin, kabilelerin ve aşiretlerin icmaları vardır. Bunlara “örf” demekteyiz; Kur’an da “maruf” diyor, “örf” diyor. Bu da delillerden biridir. Yerel icmadır. Bu Malikilerin delilidir.

d)      Kıyas benzetmedir. Kur’an’da her hüküm için bir örnek gösterilmiştir. Benzerlerini ona kıyas ederek hareket ederiz. Böylece Kur’an’da bulamayacağımız herhangi bir şey yoktur. Kur’an bunu kendisi emretmektedir. Dolayısıyla kıyasla sabit olanlar da Kur’an’da vardır.

Kıyasta bir örnek vardır, onun illeti vardır. O illet ile benzerlerini bulmaktayız. Ama illeti tesbit ederken hikmete gideriz. Yani öyle bir illet bulalım ki, sonuçta ona dayanarak yaptığımız iş bize faydalı olsun. İllet hükümden önce oluşan bir özelliktir. Hikmet ise hükmün sonucu yararıdır. Hikmeti illet olarak kullanamayız ama hikmete dayalı olarak illeti tesbit ederiz. Bu da Hambelilerin delilidir.

لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ(230) (Lı QaVMın YaGLaMUvNa)  “İlmeder kavim için beyan edilmiştir.”

Bu deliller konmuştur. Burada “kavim” nekire gelmiştir. Demek ki her kavmin kendi icmaları olacaktır, kendi delilleri olacaktır. “İman eden kavim” denmiyor, “bilen kavim” deniyor; o halde icma ehli âlimlerdir. Kavimlerde rasihler, şa’blerde fakihler, kabilelerde ehli zikr, aşiretlerde âmiller alimlerdir. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda Kur’an’a dayanılarak istihsanla bu tasnif yapılmıştır. Burada da “bilen kavim” diyerek bu husus teyit edilmektedir.

Kur’an bize talakı anlatmakta; bu arada da içtihat ve icmaları da öğretmektedir.

O halde Allah’ın hudutlarının tesbitini bir şema ile gösterebiliriz.

 

ADİL DÜZEN 411

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 73. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَإِذَا طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُوا وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ وَلَا تَتَّخِذُوا آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا أَنزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(231) وَإِذَا طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ذَلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكُمْ أَزْكَى لَكُمْ وَأَطْهَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ(232)

وَإِذَا طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ (Va EiÜAv OalLaQTuMUv elNıSAEa)  “Kadınlarınızı talak ettiğinizde.”

Burada anlaşılması zor birkaç nokta vardır.

1)      Buradaki “Ve” harfi nereye atıftır? Daha önce “Siz Allah’ın hudutlarını ikame edemeyeceklerinden havf ederseniz” yani karı-kocalığı yürütemeyeceklerinden korkarsanız denmiştir: Burada ona atıf kabul edebiliriz. Orada “korkarsanız”, burada da “talaka karar verirseniz” demek olur. Bunun anlamı şudur ki, boşanma kararını hakemler verecektir ama onların kararına dayanılarak verilecektir. Bu atıftaki müşkül odur ki, orada “İN” ile gelmişti, burada “İZA” ile gelmiştir; orada âyetin içinde gelmişti, burada âyetin başında gelmiştir. Cümle içindeki bir kelimeye âyetin başındaki “Ve” ile atfedildiğini usul olarak kabul edebiliriz. “Siz korkarsanız ve talaka karar verirseniz” demek olur. Peki, karı mı kocasını boşayacak, yoksa hakemler mi boşayacak? Burada verebileceğimiz cevap şudur: Koca bütün mihri vererek her zaman boşayabilir, bunun için mahkeme kararına gerek yoktur. Ama eğer boşanma kadın tarafından geliyorsa ve mihrin bir kısmı iade edilecekse, o zaman bu husustaki kararı hakemler verecektir demektir. Talak ile hul’ birlikte iç içe anlatılmaktadır.

2)      “İN” yerine “İZA” gelmiştir. Bu “İza Tallaktum” Kur’an’da üç yerde geçmektedir. İkincisi bu âyetten sonra gelen âyette geçiyor. Üçüncüsü ise Talak Suresi’nde geçmektedir. İddeti içinde boşayın denmektedir. Burada neden “İZA” gelmiştir? Karı koca geçinemeyeceklerse, siz de buna kani olmuşsanız, artık onları bir arada tutup zorlamanıza gerek yoktur. Boşama kararını alacaksınız. Devamına karar verecek olanlar hakemlerdir. Devamına karar veremiyor ve ayrılma kanaatine varmışlarsa hakemler boşamayacaklardır. Boşama kararını başkan verecektir; istişareden sonra verecektir. Talak Suresi’nde “Ey Nebi” diye hitap ettikten sonra, “Eğer siz  boşarsanız” diyor. Ayrı bir surede “Ev” harfi olmadan getirilmiş olduğundan, ayrı talak değil, bu talak anlatılmakta, bu talakın iddeti içinde olması gerektiği bildirilmektedir. Bu sebeple “İZA” gelmiştir. Korkarsanız hakemlere gidilsin ve hakemlerin kararından sonra siz talak edin denmektedir, hul’u siz yapın denmektedir. Bu da şunu ifade eder ki, hakemlerin kararları ancak onaylanırsa geçerlidir. Şöyle ki, eğer iki kişi arasında niza çıkarsa, taraflar ilçedeki hakemlerden birerlerini seçerler, onlar da baş hakemi seçerler ve bunlar bucağa gelip muhakeme ederler. Sonunda karar verdiler mi bu bucak başkanına gider, bucak başkanı istişare eder ve hakem kararlarını onaylar, yahut onaylamaz. Hakem kararlarını onaylarsa şura üyelerinden herhangi biri hakemlere gidebilir. Bucak başkanının onayını iptal ettirebilir. Tasdik edilmeyen karar yürürlüğe girmez. Ancak bucaktan hicret ederek bucak aleyhinde başka ilçede dava ikame edebilir. O zaman hakem kararlarının tasdiki sözkonusudur.

3)      “Siz talak ederseniz” deniyor, “Nisâ” kelimesi getirilerek herkes kendi karısını boşayacak veya boşamasına karar verecek ama yönetim onaylayacak demektir. Çoğul getirilmesinin sebebi, kararın kazai olmasından ileri gelmesidir. “Resulü hakem yapıp uymadıkça siz iman etmiş olmazsınız” âyeti bunu  ifade eder. Askeri şura kararlarının temyizi yoktur demektir. Burada çoğul kullanılmasının sebebi, konunun yargı ve yargı icra konusu olduğunu ifade eder.

4)      Burada yine bir müşkül vardır. O da bundan sonra “ecelehunne” denmektedir; “acaluhunne” olması gerekir. Çünkü her kadının kendi eceli vardır. Oysa burada bir tek ecel sözkonusudur. Bunun çözümü de, yargı boşamaları birlikte yapılmakta, boşanan kadınların birlikte müddetlerini bekleme durumu ortaya çıkmaktadır. Böyle anladığımızda talakta karı koca bir evde yaşayarak beklerler. Oysa hul’a karar verildi mi, karı koca artık bir evde yaşamazlar. Bunun için bunların misafir olacakları yer olacaktır. Bu belki il içinde olacaktır. Hul’ ile boşanmış kadınlar buraya alınarak bekletilecektir. Çünkü artık onlar için rıc’î talak yoktur. Bunun için aynı dönemde boşamalar yapılacak ve kadınlar bir eceli dolduracaklardır. Bu neye benzer? Askere alınırken ne yapılır? Tertip alınır. Bir tertipte olanlar birlikte hizmet müddetlerini doldururlar, burada da boşanmış kadınlar evlerini birlikte doldururlar.

فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ (FaBaLaĞNa EaCaLaHunNa)  “Ecellerine baliğ olduklarında.”

Buradaki “Fa” da “İza”nın cevabı olan “Fa” değildir. “İza”nın cevabı “İmsak edin, tasrih edin”dir. Buradaki “Fa” “Ve” anlamındadır. “Fa” getirilmesinin sebebi, kararın hemen verilmesidir; yani iddet içinde karar verilecek, karar müddetinde olması ile yürürlüğe girecektir. Hakemlerin verdikleri kararlar üç ay gözetilecek, bu esnada karı koca ayrı iken kadın boşanmışların evinde tertibini doldururken başkana yetki veriliyor. Hakem kararları onaylanıyor veya reddediliyor. Yeniden birbirlerine dönebiliyor demektir. Yine nikah gerekmiyor, yine mihir gerekmiyor. Bu ara kusurlu tarafa mihirde bir tenzilata veya tezyidata karar verilebiliyor. Onu ödeyerek yeniden evliliğe dönülüyor demektir. “ECEL” kelimesinin tekil olması bunu ifade etmektedir. Boşanma meşru kılınmıştır, ancak en son çare olarak meşru kılınmıştır, çünkü;

a)      Kadın koca değiştirmek istemez, her kadın eski kocasına sadıktır.

b)      Boşanma yalnız karı koca arasında değil, iki aile arasında sorun yaratmaktadır.

c)       Boşanma çocuklar için yıkım olmaktadır.

d)      Bir topluluğun sağlıklı olup olmadığına karar verirken evli kadının tüm kadınlara oranına bakılır. Bir de boşanmış sayısının azlığıdır. Boşanmış kadınları evli olmayanlara iki misli katmak gerekir.

Sağlıklı aile yapısı = (Evlenmiş kadınlar - Boşanmış kadınlar) / (Evli kadınlar - evlenebilecek kadınlar)

Bu sebepledir ki boşanmalar kolaylaştırılmıştır. İnsanlar evlenmekten kaçmasınlar ama, zorlaştırılmış boşanmalar çok olmasın diye.

فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ (Fa EaMSiKUHunNa Bi MaGRuvFin)  “Onları maruf ile imsak edin.”

Burada görev topluluğa verilmiştir. Karı koca arasını bulun, gerekli desteği verin ve aile yaşasın. Gerekli desteğin verilmesi ne demektir? Sorun imkansızlıktan çıkmışsa onu giderin demektir.

İslâmiyet toplulukta eşi olmayanları evlendirmeyi emretmekte, evlendikten sonra da onları kendi başlarına bırakmamayı emretmektedir. Çünkü aile ortaklığı çocuk yetiştirme ortaklığıdır. Çocuk da 15 yaşına gelince topluluğun olmakta, topluluğun ferdi olmaktadır, topluluğun onu desteklemesi gerekmektedir.

MARUF” burada nekire gelmiştir. Demek ki her bucağın kendi evlilik kuralları olacak ve kurallar ile bucak kendi hayatını sürdürecektir. Tarihte Mezopotamya, İbrani, Roma ve İslâm’da maruf şeriat oluşmuştur.

III. bin yıl uygarlığında her bucağın kendi özel hukuku olacak, bucaklar kadar hukuk ekolleri olacaktır demektir. Kişi bu çokluk içinde kendi istediği bucağını seçecektir demektir.

أَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ (EaV SarRıXUvHunNa Bi MaGRUvFin)  “Yahut maruf ile tasrih ediniz.”

Burada da “MARUF” iade edilmiştir. Boşanmanın da kuralları olacak, her bucak kendi bucağının boşanma kurallarını koyacaktır demektir. Kur’an aile müessesesini anlatırken aynı zamanda ortak işletmeleri de anlatmaktadır. Bir bucakta bulunan işletmeler bir muhasebe tipine tâbi olacak, bunlar farklı olacaklardır. Herkesin hesabı kendi bucağının muhasebesinde tutulacaktır. Muhasebe ilçede tutulacak, ilçe muhasipleri tutacak, her bucağın kendi hesabı olacaktır. Kişi başka bucaktakilerle ilişki kurarken kendi muhasebesine de işlenecektir. Şimdi, nasıl bankanın bir şubesinde hesap açıyorsunuz ama istediğiniz şubeden alışveriş yapabiliyorsunuz; kişilerin hesapları da bu sistem içinde tutulacaktır.

وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا (Va LAv TuMSiKUvHunNa WıRARan)  

“Onları zararan imsak etmeyiniz.”

İddeti içinde onların bekletilmeleri normal görülmüştür. Çünkü nasılsa başka erkeklerle ilişki kuramayacaklardır. Onların mutazarrır olmamaları için nafakaları temin edilecektir. Boşanmışlar yurdunda kocasız yaşamanın ne olduğunu öğreneceklerdir. Çocukları da yanlarında olabilecektir. Ancak iddet bitince karar verilmiş olacaktır; ya eski kocalarına dönecekler, ya da boşanacaklardır.

لِتَعْتَدُوا (Li TaGTaDUv)  

“Adavet olsun diye orada zararına bekletilmeyecektir.”

Bu ifade ile anlaşılıyor ki, talak müddetindeki masraflar kocaya aittir. Kadın kusurlu olsa da nafakası evli kaldığı müddetçe kocasına aittir. İddeti beklerken de kadının nafakası yine kocasına aittir. Daha fazla orada tutulursa adavet olmuş olur. Kimle kim arasında adavet olur? Hem kocaya hem karıya adavet olur. Karı koca evlilik hukuku ne ise onu yerine getirmeleri gerekir. Getiremiyorlarsa ayrılmaları gerekir.

Batı hukukunda davalar sürmekte, ondan sonra da ayrılığa hükmedilebilmektedir. Böyle ayrı yaşamaya mahkum edilenler ancak üç ay bekletilebilir. Ondan sonra bu bekleme dırardır. Kocanın hâlâ nafaka vermesine devam etmesi dırardır. Kadının evlenmemesi de dırardır.

Tekrar hatırlayalım. Erkeklere îlâ hakkı verilmiştir ama bu ilâ hakkı yemin etmeden kadından uzak durma anlamındadır. Zihar ise yeminli îlâdır. Buradaki en önemli husus erkeğin bu esnada ne diğer eşlerle ne de köleleri ile ilişkide bulunmaması demektir. Burada şu sorulabilir: Cinsi ilişki dışında karısına kısmen yaklaşabilir mi? Maksat nefsi terbiye olduğu için bunların hepsinden uzak durması gerekmektedir. Bu kadın ile erkek arasında en çok uygulanan bir denge unsurudur.

Ondan sonra erkeğe boşama yetkisi veriliyor. Bu yetki üç defa kullanılıyor. İlk ikisinde eğer iddeti zamanında rücu ederse birinci talak olmuş ve tekrar evlilik başlamış olmaktadır. Yeniden nikaha gerek yoktur, yeni mihre gerek yoktur. Kadın kocasının bulunduğu yerde kalır. Eğer iddet dolmuşsa yeni nikah ve yeni mihir gerekir.

Bu arada aynı şekilde mahkeme kararı ile de boşanma olabilir. Bu takdirde erkek kusurlu ise mihrin tamamını ödeyip boşanabilir, kadın kusurlu ise mihrin bir kısmını veya tamamını geri isteyebilir. Ne var ki, bu boşamada kadın kocasının evinde değil, boşanmışlar yurduna alınarak iddetini tamamlar. Hakemler bu arada imsaka veya tasrihe karar verebilir. Müddetin dolması ile karar yürürlüğe girer.

Ortaklıklar için benzer hükümler vardır. Düşünme ve tasfiye müddetleri konur. Sonunda ayrılma veya uzlaşarak devam sağlanır. Ortağı izrar etmek için sürüncemede bırakmak da aynı derecede günahtır. İstenen maruf bir şekilde devam, maruf bir şekilde tasrihtir. Dırar yani karşılıklı zararlaşma yoktur. Haksızlık yapma da yoktur. İşletmeler içinde çıkan nizalar da karı koca nizaları gibi çözülecektir.

وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ (Va MaN YaFGaL ÜAvLıKa)  “Kim bunu yaparsa.”

“Düşmanlık içinde kim dıraren imsak ederse” denmiş oluyor.

Cezalarda gaye caydırıcılık içindir, intikam amacı ile değildir. Kadın suç işlemişse bile, işlemiş olduğunun suçu kadar cezası vardır. Erkek bir suç işlemişse bile, işlemiş olduğu kadar cezası vardır. Ondan fazlası verilemez. Kin, intikam ve düşmanlık amacıyla cezanın üstünde eziyet etmek haramdır. Bu sebepledir ki Batı ceza hukukunun hilafına İslâmiyet’te suç varsa cezası var, yoksa yoktur. Zinanın cezası yüz sopa ise hafifleştirici veya ağırlaştırıcı cezası yoktur. Bunun hakem tarafından takdir edilen bir şiddeti de yoktur.

فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ (FaQaD JaLaMa NaFSaUv)  “Nefsine zulmetmiş olur.”

Düşmanlık ve dırar, kendi nefsine zulümdür. Düşmanlık karşı tarafı yok etmeye çalışmaktır. Dolayısıyla o da sizi yok etmeye çalışır. Bunun sonucu iki taraf da zarar görür. İslâm demek barış düzeni demektir. Savaş barış için meşrudur. Düşmanlık ancak cephelerde saldıranlara karşı sözkonusudur. O da mağlup olup teslim oluncaya kadardır. Teslimden sonra artık onlarla düşmanlık değil dostluk sözkonusudur. En ağırı köleliktir. Orada da akrabalığın tesisi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Birlikte yaşadığımız insanlar arasında düşmanlık yoktur. Bilakis barış ve dostluk vardır.

Evlenme bir ortaklıktır. Ayrılma da meşrudur. Bununla beraber ciddiyeti de vardır. Dırar ise karşılıklı zarar verme demektir. Senin bir yararın yok ama kızdığın için karşı tarafa zarar verme demektir. Burada erkeklerin böyle bir şey yapmalarına izin verilmemektedir. Kadınlar çocuk yetiştirmek için vardır, erkekler de kadınlar için vardır. Evlenme ve boşanma sadece erkek ve kadın arasındaki ilişki değildir. Topluluğun sorumluluğu altındadır. Allah tabii kanunları vazetmiştir. Bunlarda anlaşılmayan şeyleri açıklamak üzere kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Bunlara uymayanlar kendilerine zulmetmiş, kendilerine haksızlık etmiş olurlar.

O halde ne yapmalıyız? Şeriat kurallarını öğrenmeliyiz. Şeriat kurallarını aramızda tartışmalıyız. Topluluk bunları öğrenmelidir. Herkes şeriata göre hareket edecektir. O zaman insanlar arasında saadet ve huzur olur. Şeriatı bize uydurmakla değil, bizim şeriata uymamızla bunlar sağlanır.

وَلَا تَتَّخِذُوا آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا (VaLAv TatTaPıÜUv EAvYAvTı elLAHı HuZuVan)  

“Allah’ın âyetlerini huzv ittihaz etmeyiniz.”

Hezv” kelimesi “Hezz” kelimesi ile akrabadır. “Hezz” sarsmak, titreştirmek demektir. İstihza etmek, alay etmek, ciddiye almamak demektir; yani onları dinleyip söylenenleri amele götürmemek demektir.

Buradaki “Allah’ın âyetleri” Allah’ın doğal kanunlarını ve Allah’ın şeriatını istihza etmek demektir. Karı koca arasındaki ilişkilerde şeriatın hükümlerine uyulacaktır.

Burada “Allah’ın âyetleri” derken, topluluğun kuralları demek de olmuş olur. İki kişi birbirleriyle anlaşma yaptıkları zaman bu anlaşmayı Allah’la yapmış olurlar. Ona riayet etmeleri gerekir. Ne var ki Allah bu sözleşmeleri sona erdirmede taraflara izin vermiştir. Ama eğer bir toplulukla sözleşme yapılmışsa o sözleşmeyi ortadan kaldıracak merci yoktur. Bütün cemaatin bu hususta muvafakati gerekmektedir. Bu da imkansız olduğu için Allah bunun için hicret kuralını koymuştur. Eğer bir toplulukta teessüs etmiş kurallara uymayacaksan o topluluktan ayrıl, içlerinde kalarak onları bazen tatbik etmek, bazen etmemek; bu Allah’ın âyetleri ile istihza etmektir. Sözleşmelerden oluşan topluluğun kurallarına bazen uyulur, bazen uyulmaz, kişi ve yere göre farklı uygulamalar yapılır şekle sokmayınız denmektedir. Kanunların metinlerine istedikleri zaman istedikleri mânâları vererek çarpıtanlar onlarla istihza etmiş olurlar.

وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ (VaÜKuRUv NıGMeTe elLAHı GaLaYKuM)

“Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini zikrediniz.”

Allah’ın âyetlerini ciddiye alınız, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayınız.

Sizin üzerinize” dendiği zaman kim kastedilmektedir?

İnsanlık kastedilmektedir. Çünkü Allah insanı diğer canlılardan farklı yaratmış ve en keremli varlık yapmıştır. İnsanın diğer canlılardan farkı nedir?

a)      Önce, insan diğer canlılarda olmayan melekelere ulaştırılmıştır. Diğer canlılarda fikir melekesi hiç yoktur. Fikir melekesi nedir? Hayvanlardaki beyin simetriktir ve fikir alanını içermez. Oysa insanda fikir melekesinin olduğu yer vardır. Orada hafıza vardır. Hafızaya dışarıdan gelen etkiler kodlanır, böylece beyinde yerleştirilir. Sonra onlar çağrılarak bilinç alanına getirilir. Hafızadaki bilgiler sayesinde beyinde bir kâinat oluşur. Bu kâinat dışarıdaki kâinatın analoğudur. Bu kâinat içinde biz işlemler yaparız. Vardığımız sonuçlara göre karar alırız. Aldığımız kararı uygularız. Sonucu duygularımızla hayatımızda kontrol ederiz. Bu meleke yalnız insana verilmiştir. Diğer canlılarda refleks hareketler vardır. Düşünme diye bir şey yoktur. Mesela, acıktınız, bir manavın önünden geçerken mis gibi kokan muz gördünüz. Siz hayvan iseniz hemen onu yemeye yeltenirsiniz. Eğer size karşı sopa kalkarsa veya bağırılırsa, siz yemekten vazgeçersiniz. Burada hem yemeye kalkışmanız hem de sopayı görünce çekinmeniz hislere dayanan bir harekettir. Bazı zamanlarda böyle yerlerde devamlı sopa kalkarsa, siz oradaki eşya ile sopa arasında ilişki kurar ve onu yapmazsınız. Burada da muhakeme yok, sadece o çevre ile sizin beyninizdeki sopa eşleşmiştir. Oysa, insan iseniz, o meyvenin emek mahsulü olduğunu, oraya getiren insanların bulunduğunu onu para ile alacağınızı, yemeye kalkışırsanız bunun size haram olduğunu, haramlığa aldırmazsanız sopa yiyeceğinizi bilirsiniz. Bunları bildiğiniz için o meyveyi alıp yemezsiniz. İşte bu fikirdir. Böylece insan düşünen varlık olmaktadır.

b)      İnsan bu düşünme sayesinde araçlar icat etmektedir. Bu araçlar sayesinde doğada güç kazanmaktadır. Bedenen en zayıf varlıklardan olduğu halde, teknoloji sayesinde onun karşısına çıkacak canlı bulunmamaktadır. Bu da Allah’ın en büyük nimeti olmaktadır.

c)       İnsan hafızaya sahiptir ama yetmemektedir. Sözlü ve yazılı bilgiler nesilden nesile intikal etmekte, gün geçtikçe bilgi ve teknoloji gelişip evrimleşmektedir. Oysa diğer canlılarda evrim olmamaktadır. Bir türde hiçbir ilerleme olmamaktadır. Bu Allah’ın nimetidir. İnsanlara hastır.

d)      Dördüncü nimet ise; diğer canlılar aynı kovanda sosyal yapı oluştururlar, sürüler veya koloniler hâlinde birlikte olurlar. Uzakta olan canlılar arasında bir iletişim kurulup birlik sağlanmaktadır. Oysa insanlar haberleşerek ve özel ulaşım araçlarını kullanıp yollar yaparak birbirlerinden uzak kimselerle ilişki kurabilmektedir. Bu sayede aşiret, kabile, şa’b, kavim, nâs olmak üzere iç içe topluluklar oluşmakta ve tüm insanlık bir ümmet olmaktadır. Bu da Allah’ın insanlara bir nimetidir.

Genel olarak böyle düşündüğümüz gibi; biz Türk milletine yaptığı nimetleri de sayabiliriz.

a)      Her şeyden evvel bizi Kur’an ehli yaptı ve biz bu sayede insanlığın en uygar topluluğu olduk. Bin sene insanlık bizim ulusun süper gücü altında yaşadı. Bu Allah’ın Türk milletine verdiği en büyük nimettir.

b)      Bize dünyanın merkezini, Anadolu ve Trakya’yı, Boğazları yurt olarak verdi. Gerek büyüklük, gerek iklim, gerek bitki ve hayvan örtüsü, gerekse yeraltı zenginlikleri ile eşi bulunmayan vatan verdi. Dünyadaki bütün insanlar Türkiye’yi bir ziyaret etsek diyorlar. Bu Allah’ın en büyük nimeti değil midir?

c)       Allah bunu bize İstiklâl Savaşı’nı kazandırarak ihsan etmiştir. İstiklâl Savaşı’nı kazanıp Anadolu’da bir İslâm Türk devletini kurmamız en büyük nimet değil midir?

d)      Allah’ın bize son nimeti ise; batı-doğu sentezi görevi ile III. bin yıl uygarlığını kurma görevi ile “Adil Düzen”i öğretmesidir. Bu da Allah’ın büyük nimeti değil midir?

Buradaki “siz” muhatabı İstanbul halkı demektir. O zaman size ne nimetler verdi, onları sayalım.

a)      Avrupa ile Asya yolunu Türkiye’den geçirmedi mi, bu sayede size tüm insanlığı muhtaç etmedi mi?

b)      Karadeniz’den Akdeniz’e geçen gemiler sizin ülkenizden geçmiyor mu, bunlardan siz yararlanmıyor musunuz?

c)       15 milyona yakın nüfusu Allah size ihsan etmedi mi, siz böylece dünyanın büyük şehirlerinden biri hâline gelmediniz mi ve siz bu sayede uygarlığın merkezi olmaya namzet olmadınız mı?

d)      Bundan önce gelip geçmiş en yakın iki büyük uygarlığın merkezi yapmadı mı? 1500 senedir burası uygarlığın merkezi olmuştur. Hâlen de uygarlığın tarihî merkezi olmaya devam etmektedir. Anadolu’yu saf Türk Müslüman yaptı. İstanbul hâlâ dünyadaki geçmiş uygarlıkların merkezi olmaya devam etmektedir.

İşte, bütün bunlar İstanbul halkına Allah’ın bahşettiği nimetleridir.

Şimdi de kendimizin yani Yenibosna’daki Adil Düzen Çalışmaları üzerindeki Allah’ın nimetlerini hatırlayalım ve Allah’a şükrederek sayalım:

a)       On seneden beri Adil Düzen Çalışmaları kesintisiz devam etmektedir. Her hafta on sahifelik Adil Düzen Çalışmasını yapıyoruz; yılda 500, on yılda 5000 sahife etmektedir. İnsanlık tarihine “Adil Düzen Projesi” olarak bunları bırakmak size yetmiyor mu?

b)       Ondan sonra “Adil Düzen Merkezi” oluşturmak için Yenibosna’da sizi toplamaya başlamadı mı? Birkaç aile orada oturmuyor musunuz? Diğerleri de er geç oraya gideceğiz demiyor mu?

c)       Giriştiğiniz teşebbüslerde maddi zenginlik elde etmediniz ama Muhasebe Programınız hazırlandı. Denemeler yapılmaktadır. Bahşayiş Köyü arazisine elektrik getirildi, kuyu açıldı, su çıkarıldı. Ahşap ev teknolojisi gelişti. Bunlar size Allah’ın nimeti değil midir?

d)       Allah mü’minlerin kalbini Yenibosna’ya çevirdi, kendileri gelmeseler bile maddi destekte bulunmuyorlar mı? İşte bunlar Allah’ın sizlere olan nimetleridir.

وَمَا أَنزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ الْكِتَابِ (VaMAv EuNZaLa GaLaYKuM MiNa eL KiTAvBı)  

“Kitaptan size ne inzâl etmişse onu zikrediniz.”

Dikkat edilsin, burada “Ellezî Ünzile” denmemiş, “Mâ Ünzile” denmiştir. O halde kastedilen Kur’an’ın kendisi değildir, ondan anlaşılan mânâdır, bizim bugün anladığımız mânâdır.

Buradaki “siz” yine dört kademedir.

a)      İnsanlığa Adil Düzene göre İnsanlık Anayasasını inzâl etti. Kitap hâline gelmiş ve internette yayınlanmıştır. İçindeki hatalar yazara aittir, ama içindeki doğrular Allah’ın Kur’an’da bize bildirdikleridir. İnsanlığa ulaştıralım diye bildirilmiştir. Bu çalışmalar Almanca, İngilizce, Fransızca, Arapça, Rusça ve Çince dillerine çevrilecektir. İnsanlığa inzâl tamamlanacaktır. Tercüme büroları vardır. Fon bulup o bürolara tercüme ettirmeli, bizim arkadaşlar kontrol edip düzelttikten sonra da internete girmeliyiz. Bu hususta tercümeleri kontrol edecek tercümanlar yetiştirmeğe başladık. Uğur Tanış Almanya’dan Türkiye’ye gelmiştir.

b)      Allah “Adil Düzen”i Türk milletine öğretmiştir. Türk milleti de bunu Türkiye’de uygulamak amacıyla tebliğ etmiştir. “Adil Düzen”in Türkiye’de duyurulmasını Allah sağlamadı mı? Şimdi Türkiye’de “Adil Düzen”i bilmeyen kaldı mı? Bu sizin için Allah’ın en büyük nimeti değil midir?

c)       Adil Düzen Çalışmaları İzmir’de başlamıştır ama, şimdi orada durmuş, İstanbul’da çalışılmaktadır. O halde İstanbullular için bu nimet değil midir? Millî Gazete’de Reşat Nuri Erol’un yazıları, Vakit Gazetesi’nde Ali Bülent’in çalışmaları, bu ayki Millî Çözüm dergisindeki yayınlar, Ankara’da ESAM dergisinde çıkan Adil Düzen makaleleri hep İstanbul’a Allah’ın Kitap’tan inzâl ettikleridir.

d)      Yenibosna’da artık her gün çalışılmaktadır. Akşam 21.30’dan 23.30’a kadar iki saat çalışmaktayız. Allah’ın bize inzâl ettiklerini telakki ediyoruz. Bunlar O’nun nimetleridir.

“Ünzile Aleykumu’l-Kitabe” demiyor, “Ünzile Aleykum Mine’l-Kitabi” diyor, yani tüm Kitap size inzâl olunmadı, ondan bir parça inzâl olundu demiş oluyor.

وَالْحِكْمَةِ (Va elXıKMaTı)  “Ve hikmetten de”

Ve hikmeti de inzâl etti, onu da zikredin.

a)      İnsanlığı âlim seviyesine hiçbir asra nasip olmayan seviyede ulaştırdı. Bunu da anlayın. Yani, bir taraftan naklî ilmileri tahsil ederken, diğer taraftan da aklî ilimleri tahsil edin diyor. Matematiği ve fiziği öğrenin diyor. O halde okullarda okunan ilimleri de öğrenmemiz gerekir. Üniversitede okuyanlar mastır ve doktora yapacaklara büyük hatırlatma; fen ilimlerini, resmi ilimleri Adil Düzen gözüyle okuyunuz. Her şeyi o gözle ve Allah’ın emri olduğu için öğreniniz, kopyacılıktan kaçınınız.

b)      Türkiye’ye ise burada büyük ihtar vardır. Siz harf inkılâbı yaparak Batı’nın ilimlerini Türkiye’ye aktarmadınız mı? Artık sizin göreviniz onları anlamak, anlayarak tartışmaktır; sadece ezberlemek değildir.

c)       İstanbul’daki hayır vakıflarına, yurtlara, kurslara Allah’ın emri vardır. Çocuklarınıza batıyı kavratın ama Kur’an’ın anlaşılması için kavratın, ona göre programlar ve çalışmalar yapınız.

d)       Yenibosna’daki Adil Düzen Çalışanları, artık matematik ve fen ilimlerini de öğrenin demektir. Ben yanlış mı söylüyorum? Allah “hikmeti zikredin” diyor, yahut “hikmetten inzâl ettiğini zikredin” diyor. Bu emir bize fen ilimlerini öğrenmemizi vacip kılmıyor mu? Emir vücup için değil mi?

يَعِظُكُمْ بِهِ (YaGıZuKuM BiHi)  “Size onu vazetmektedir.”

Yani inzâl ettiğini vazetmektedir, kitaptan ve hikmetten inzâl ettiğini vazetmektedir.

Bu âyet bize içtihadımızla amel etmemiz gerektiğini söylemektedir. Allah size Kitap ve hikmetten ne anlıyorsanız onunla amel etmenizi vazediyor diyor. Her topluluk kendisine ne nâzil oluyorsa onunla amel edecektir. Bu bize mahalli icmaları da öğretiyor.

Kur’an ne büyük kitaptır ki, III. bin yılın başına geldiğimizde, bin sene sonra sorunları çözecek düsturları bize öğretmektedir.

وَاتَّقُوا اللَّهَ (VatTaQUv elLAHa)  “Ve Allah’a ittika ediniz.”

Talak hükümleri, özellikle boşanma işleri hususunda içtihatlar yapın ve istişarî kararlar alın ama, “Allah’tan ittika ederek” alın, yani topluluğu yaşatacak kararlar alın demektir. Kur’an “ittika ediniz” dediği zaman, orada içtihat ve mahalli icmalar veya istişarî kararlar vardır demektir.

وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ(231)  (Va ıGLaMUv EanNa elLAHa BıKulLı ŞaYEin GaLIyMun)

“Allah’ın her şeye alim olduğunu biliniz.”

Buradaki “ilmediniz” ifadesi, icma ile öğreniniz anlamını taşır. Allah’ın her şeyi bilmesi imanın şartlarındandır. Allah küllü bilir, cüz’ü bilmez şeklindeki görüş küfürdür. Yunan filozoflarının görüşü, Allah küllü bilir, cüz’ü bilmez şeklindedir. Oysa Kur’an’ın ifadesine göre Allah küllü bilmektedir, zatı bilmektedir. Her zerrenin hareketini bilmektedir. Siz yazı tura attığınız zaman, yüzde elli civarında tura, yüzde elli civarında da yazı geldiğini bilirsiniz ama, 49’uncu atışınızın ne olacağımı bilemezsiniz. Oysa Allah 49’uncu atışın ne olacağını bilir, hem de sen atmadan önce bilir. Çünkü o senin için olasıdır ama O’nun için hesabidir.

Biliniz” kelimesi ile emretmiş olması; Allah küllü bilir, cüz’ü bilmez diyen kimseler ehli icma değildirler, onların içtihatları ile amel edilmez, onların muhalefetleri de icmayı bozmaz demektir.

Demek ki Kur’an’da nerede “biliniz” diyorsa, onun aksini iddia edenler ehli dalaldırlar, onların bizim içtihatlarımızda ve icmalarımızda yerleri yoktur.

ALÎM” kelimesi nekiredir. Kişiler ayrı ayrı her şeyi bilmezler, kendilerine gerekli olanların her şeyini bilmezler ama topluluk bilmelidir. 25 Genel Hizmet ile kayıtlara alınmalıdır, bilinmelidir. Bunun dışında ilimde işbölümü yapılarak her şeyin bilinmesine çalışılmalıdır. Bir taraftan ‘size ilimden çok az şey verildi’ dendiği halde, diğer taraftan ‘her şeyin Allah’ın dışında da bilineceğini’ söylemesi, ki nekire ile bunu söylemektedir; meleklerin, cinlerin, ruhların ve insanların bilmediği bir şeyin olmadığını ifade etmektedir. Çünkü kimsenin bilemeyeceği veya bilmediği şeyi Allah yaratmaz, yaratması abes olur. Bir işe yaramayan şey ne diye yaratılsın.

Boşanma ile ilgili kayıtların tutulması gerektiğini de böylece ifade etmiş oluyor. Her şeyin kayıt altına alınması gerektiğini bilmemiz gerekmektedir.

***

وَإِذَا طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ (Va EiÜAv OalLaQTuMu elNiSAEa Fa BaLaĞNa EaCaLaHunNa)  

“Nisayı tatlik edip ecellerine baliğ olduklarında.”

“Namaza kalktığınızda abdest alın” âyetindeki kalıp gelmektedir, yani ecele baliğ olmadan evvel kendi eşleriyle evlenmelerine mâni olmayınız; yani iddet zamanında eşlerine geri dönebilirler. Nasıl erkek için talakı ric’ varsa, aynı şekilde kadının kocasını boşamasında da ric’ vardır.

Burada bu tabir aynen tekrar edilmiştir. “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Bu yukarıdaki talak değildir. Bu ikinci talaktır. İkinci talaktan sonra da boşanmak isteyen kadınlar bundan vazgeçip geri dönebilirler demektir.

Şimdi âyetlerin anlamını daha açık anlama imkânını bulmuş oluyoruz. Talak erkek tarafından vuku bulmuş ise sorun yoktur. Mihri vererek karısından ayrılabilir. Bu durumda kadın kocasının yanında kalacaktır. Kocası iddeti içinde eşine dönerse talak olmuş olur. Koca bu hakkını iki defa kullanabilir. İddet dolmadan önce dönerse yeni nikah gerekmez ve yeniden mihir gerekmez. Ama iddetten sonra dönerse yeniden nikah yapmak ve yeniden mihir gerekir. Üç talaktan sonra ise artık başka kocaya gitmeden nikahı da yenileyemez.

Erkeğin boşaması böylece anlatılırken, Kur’an bir de kadının boşamayı talep etmesi hâlinde durum ne olacaktır meselesi üzerinde duruyor. Burada artık kadın kocasının yanında kalmamaktadır. Çünkü kocasına eziyet vermiş olacaktır. Koca onunla ilişki kurmak isteyecek, o da imtina edecektir. Kocasını tahrike hakkı yoktur. Bu takdirde hakemler devreye girer, kadın evinden ayrılır ve boşanmışların yurdunda kalır. Hakemler onlar arasındaki mihir ve nafaka işlerini tayin ederler. İşte bu esnada talakı ric’de olduğu gibi iki hul’da geri dönmeleri mümkündür. Onlara dönmemeleri için baskı yapılmaz. Üç defa bu tekrar ettiğinde artık birbirleriyle evlenemezler mi? Talak ikidir ama hul’ da iki midir? Burada epey işkal yani müşkil vardır.

Hanefiler hul’u talak sayarlar. Dolayısıyla toplarlar. Bunu da “İllâ En Yehafa”ya istinat ettirirler.

Kadın tarafından boşanmayı “İllâ” ile getirmiştir. İstisna olan istisna edilenin aynısıdır. Dolayısıyla kadının talebi ile yapılan boşanma da boşanmadır.

Biz ise bu hususta Hanefilerin bu istidlâlini doğru bulmakla beraber, boşanmayı boşamadan farklı tutabiliriz. Şöyle ki, boşanmada kadın evinden ayrılıyor, yurda gidiyor, kendisini zaten cezalandırıyor. Bu arada erkek diğer eşleri ile kalabiliyor. Artık gecelerin bölüşülmesi söz konusu değildir. Öyleyse tekrar eski eşlerine dönmelerinde bir mahzur görmemekteyiz. Dolayısıyla iddetlerini doldurup ayrılırlarsa, tekrar eski kocalarına döneceklerse, eski kocaları da onları kabul ediyorsa, yeniden nikah ve yeniden mihir ile caizdir. Bunları talak içinde saymasak da, hikmete mugayir olmaz. Burada istisnanın hükümleri üzerinde daha çok tartışma gerekmektedir. Bu sebeple kesin tercihim yoktur.

فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ (Fa LAv TaGWuLUvHUnNa)  “Onlara adletmeyiniz.”

“Adale” koldaki veya bacaktaki iş yapan kastır. “Adletmek” zor kullanmak, güç kullanmak demektir. Kur’an’da iki yerde geçer, ikisi de kadınlara zor kullanmayınız anlamındadır. Elini tutmak, kolunu tutmak anlamındadır. Bir şey yapmak istiyor ama siz yaptırmak istemiyorsunuz. Men etmeyle adletme arasında şu fark vardır. Kapıyı kapatırsınız, içeri giremez. Bu mendir. Siz sebep olarak mâni olmuş olursunuz. Oysa adlde yakasından tutarsınız, içeri girmesini engellersiniz. Bıraksanız girecektir. Yani illet mahiyetinde olan mendir.

أَنْ يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ (EaN YaNKıXNa EaZVACaHunNa)  

“Zevceleri ile nikahlamalarına mâni olmayınız.”

Burada “nikahlama” kullanılmıştır. Şöyle ki, boşanma kadın tarafından istenmiştir. Mihrin bir kısmı veya tamamı iade edilmiştir. Kocası haksız ise onun kadar kısmını almıştır. Tekrara döndüğü zaman yeniden nikâh yapılacak ve yeniden mihir verilecektir demektir. Kocası da kabul ediyorsa döner demektir. Talakı ric’de olduğu zaman kocasının tek taraflı vazgeçmesi demektir. Kadın haksızlık yapan kocasına karşı dava açar. Mihrini alır ve ayrılır. Ama tekrar onunla evlenebilir. Koca da haksızlığı kabul ediyorsa onu geri alabilir. Böylece haksızlık yapan koca cezalandırılmış olur.

إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ (EiÜAv TaRAWaV BaYNaHUM Bi eLMaGRUvFi)  

“Maruf şekilde aralarında razı olurlarsa nikahlanmalarına siz mâni olmayınız.”

Burada nikahta da rıza şartı getirilmiştir. Gerçi rıza olmadan da yapılan nikah nikahtır. Zina değildir, nafaka ve nesep hükümleri geçerlidir, ama rızanın aranması asıldır. Dolayısıyla zorlayanlar günahkârdırlar, yönetimdekiler bu zorlamaya mâni olmakla yükümlüdürler. “Adl” kelimesinin bir mânâsı da, siz mâni olanlara mâni olun anlamı çıkmaktadır. Oysa mende sadece siz mâni olmuyorsunuz. Maruf ile anlaşacaklardır.

El-Maruf” burada marife gelmiştir. O bucaktaki şir’aya göre eşlik hükümlerini kabul edeceklerdir.

ذَلِكَ يُوعَظُ بِهِ (ÜAvLıKa YUvGaZu BiHi)  “İşte bununla vazolunuyorsunuz.”

Yukarıda “vazolunanı zikredin, anlayın” denmektedir. Burada da “işte bununla vazolunuyorsunuz” deniyor. “VAAZA” kelimesi “YAKAZA” kelimesi ile akrabadır, uyanmak demektir; “vazetmek” uyandırmak demektir. Gaflet içinde olan, uykuya dalmış olan kimselere söyleyerek uyandırmak demektir. Toplulukta insanlar dalar ve boğulup giderler. Onların uyandırılmaları gerekmektedir.

Bugün insanlık cidden gaflet içindedir, uyku içindedir. Evlilik ve boşanma konusunda tarihin hiçbir döneminde bu kadar gaflet içinde olunmamıştır. Evlilik ve boşanma işleri sorun hâline gelmiştir.

a)       Cinsi ilişkiler serbest bırakılmış, evlenmeler ise zorlaştırılmıştır. Evlilik birtakım resmi formalitelere boğulmuş; bu yetmemiş gibi evlenme maddi bakımdan örfte o kadar zor hâle getirilmiştir. İnsanlar artık evlenememektedirler. İffetli kadınlar dahi evlenmek yerine kendileri kazanıp yaşamak istemektedirler!

b)       Kadınların çalışıp kazanmaları İslâmiyet’te teşri edilmiştir. Ancak bu onların erkeklerden ayrı kalmaları ve bağımsız yaşamaları şeklinde değil, daha çok aileleri ile birlikte olmaları için teşri edilmiştir.

c)       Boşanmalar zorlaştırılmış, resmi nikah yapmamış olanların cinsi ilişkileri düzenlenmemiştir.

d)       Karı-koca arasındaki saadet, karı-koca arasındaki kavgalara dönüşmüştür. Bu yalnız İslâmî olmayan ailelerde değil, mü’min ve muttaki ailelerde de böyle olmaktadır. Bugün dindar kimseler arasında da kavgalar sürüp gitmektedir. Boşanmalar ve ayrı yaşamalar başlamıştır. Evin içinde de çekişmeler bitmemektedir.

Huzurlu bir aile düzeninin doğması için İslâm ailesi hukukunu benimsemek gerekmektedir. Talak ve nikah âyetleri sık sık okunmalı ve üzerinde düşünülmelidir. Üzerinde araştırma yapmalıyız ama sonunda bucağımızın şeriatı hâlinde tesbit etmeliyiz. Şeriatın içinde ne varsa onu kabul etmeliyiz. Allah’ın vaazını dinlemeliyiz.

مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (MaN KAvNa YuEMıNu Bi elLAHı Va ELYaVMı eLEAvPıRı)  

“Allah’a ve âhiret gününe inanan böyle vazetmektedir.”

Eskiden her bucak halkının kendi aile töreleri vardı. Bunlar Kur’an’ın açık hükümlerini yarım olsa da kabullenmiş durumda idiler. Aile içi kavgalar aile içinde kalıyordu ve boşanmalar çok ender gerçekleşiyordu.

Şimdi bucaklar dağıldı, örf ve âdetler ortadan kalktı. Bucak örfünün yerini kentin modaları aldı. Evli olmayanlar arasındaki ilişkiler de kuralsızlaştı, evli olanlar arasındaki ilişkiler de kuralsızlaştı. Resmi organlar, okullar ve basın ‘kadın hakları’ deyip karı-kocaları karşı karşıya getirip savaştırmakta; ‘çocuk hakları’ deyip çocukları anne babalarına asi hâle getirmektedir.

İşte burada çökme meydana gelmiştir. İman edenlere Allah görev vermekte, onlara vazetmektedir; gelin aile müessesesini eski durumuna getirin. Bunu nasıl başaracağız?

Kur’an’la başaracağız, Adil Düzen Derslerine devamla başaracağız.

Kur’an’ın anlattıklarını sindiremeyenler burada görev alamazlar. Kur’an’ı siz okuyun, kendiniz düşünmeye başlayın. Allah sizlere ne vazediyormuş onu anlamaya ve yapmaya çalışınız. Bu dünya hayatı sona ermektedir. Kimse burada kalacak değildir. Unutmayın, Allah vardır ve âhiret vardır. Bu geçici hayatın gururu içinde boğulup gitmeyiniz, diyor Allah.

 ذَلِكُمْ أَزْكَى لَكُمْ (ÜAvLıKuM EaZKAv LaKuM)  “Sizin için bu ezkadır.”

Kur’an’da karşılaştırma yapalım diye birbirine yakın mânâsı olan kelimeleri birlikte kullanır. Böylece hem sınıflandırma yapar, hem de bizi tanımlar yapmamıza götürür.

“Zekât” bedenin kendi pisliklerini ve kirliliklerini vücudun dışına atmasıdır. Canlı kendi kendisini temizlemektedir. Ter, vücudun dışarıya attığı kirliliktir. Bütün canlılar vücutlarının içindeki kirlilikleri dışarıya atarlar. Ondan çıkanlar zekâttır. Kazançlarımızda haram mallar vardır, onları dışarıya çıkarırız, böylece kalan mallarımız temiz olur.

“Taharet” ise dışarıdan gelen kirlilikleri ve pislikleri daha çok su ile yıkayarak temizlemektir. “Tahur” kullanma suyu demektir. “Ğisl” yıkanma suyudur, “Şerab” içme suyudur.

Kur’an talak için hem “ezkâ” hem de “ethar”ı getirmektedir. Talak hükümlerinin bu şekilde olması ezkâ ve ethardır. Hem dıştan gelen fesadı, hem de içte oluşan fesadı bu müesseseler temizler.

Talakın dayandığı temeller nelerdir?

a)       Kadın evlenirken kendi geleceğini emniyete almak için bir boşanma tazminatını ortaya koyar. İsterse bunu peşin alır, isterse borçlandırır veya kısmen borçlandırır, kısmen peşin ister. Sonra eğer ölünceye kadar boşanma olmazsa o ona kalır. Yalnız bunu mirastan tenzil eder. Boşanma olursa onu kocasından alır.

b)       Kadın mâli külfet altında ezilmesin diye, kadın boşanırsa kocasına böyle bir tazminat ödemez, sadece aldığı mihri iade eder. Kazanılmış bir haktan vazgeçtiği için bu ona da ceza olur. Bu konu işçi ve işveren arasında da sözkonusu olabilir. İşçi işverenden baştan tazminat talep eder. Diyelim ki, on bin lira alır. Ondan sonra onun işçisi olur. Patronu işten çıkarırsa on bin lirası gider. Kendisi ayrılıp gidecek olursa on bin lirayı iade etmek durumunda olur. Bu arada patronu işkence eder, işçinin çıkıp gitmesine zorlayabilir. Aynı kötülüğü işçi de yapabilir. Bunu dengelemek için hakemlere gidilir. Kusurlu taraf fedakârlık yapmak zorunda kalır. Demek ki işveren ile işçiler her zaman işi terk etmektedirler. Ancak iş anlaşmalarına tazminatı tesbit ederek başlarlar.

c)       Boşanma tazminatının üst sınırı yoktur ama alt sınırı vardır. Bizim yaptığımız hesaplamalara göre bu kadın servetinin onda biri veya erkek servetinin yirmide biridir. İşveren-işçi arasında çıkarma tazminatı sözleşmeye göre tesbit edilir. Sözleşmede zikretmeseler, hattâ aksine karar verseler bile, asgari tazminat kanunidir, ortadan kalkmaz.

d)       Girme-çıkma olaylarında tekrarlar olmamalıdır. İki defa işçi çıkarabilirsiniz. İşçiye üç aylık bir müddet için maaşını yine vermek zorundasınız. Çünkü ancak o müddet içinde iş bulabilir. Bu çıkarma üçüncü defa oldu mu, artık o işçi o fabrikaya dönemez, anlaşma yapılamaz. Bu işçinin isteği ile çıkması hâlinde de dahildir.

Görülüyor ki iş anlaşmaları evlilik akitlerine benzemektedir, boşanmalar da işçi çıkarma hukukuna tâbidir. Üretimde işçilik değil ortaklık vardır, ama hizmette işçilik vardır.

وَأَطْهَرُ (EOHaRu)  “Ethardır.”

Sizin için ethardır” demektir. Çünkü atıflarda matufun aleyhin sıfatı matufa da gitmiş olur. Burada evlilik konularını işlerken tüm iş hayatını da anlatmaktadır. Bugün fıkhı böyle anlamak zorundayız.

وَاللَّهُ يَعْلَمُ (ValLAHu YaGLaMu)  “Allah biliyor.”

Burada “Allah bilecek, Allah biliyor” denmiştir. Yani evlilik ve boşanma devlet arşivlerine geçecek, eşler arasındaki sırlar dosyalara girecektir. Bunu kişiler bilmeyecektir.

Biz, Adil Düzen Anayasasında herkesin dosyası tutulacak, olaylar işlenecektir diyoruz. Ama onun izni olmadan hiçbir kimse onun dosyasına bakamayacaktır. Kayıtlara girilecek ama kayıtları ancak kendisi okuyabilecektir. Bugün bilgisayarda şifreleme suretiyle bu yapılabilmektedir. Bunu kıranlar vardır. Bunu yapan kimseler hırsızdır, kolu kesilmelidir.

وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ(232) (VaEaNTuM LAv TaGLaMUvNa)  “Ve siz bilemezken.”

Yani bu aile kayıtları sır kalacak, topluluk onu mahkeme kararı ile de olsa asla deşifre edemeyecektir. Mutlaka mahfuzdur. İnsan hakları dedikleri işte bunlardır.

 

 

 


BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
1-BAKARA SURESİ16/01/2006-12/01/2008
3488 Okunma
2-bakara11-20
2493 Okunma
3-bakara21-30
2623 Okunma
4-bakara30-37
2350 Okunma
5-bakara37-48
2611 Okunma
6-bakara 49-57
3213 Okunma
7-bakara 59-61
3207 Okunma
8-bakara 62-69
2587 Okunma
9-bakara 70-76
3625 Okunma
10-bakara 77-83
2851 Okunma
11-bakara 84-88
2392 Okunma
12-bakara 89-93
2514 Okunma
13-bakara 94-101
2714 Okunma
14-bakara 102-105
3591 Okunma
15-bakara 106-112
2766 Okunma
16-bakara 113-119
2846 Okunma
17-bakara 120-123
2732 Okunma
18-bakara 124-130
2410 Okunma
19-bakara 132-138
2280 Okunma
20-bakara 139-143
2199 Okunma
21-bakara 144-149
2681 Okunma
22-bakara 150-158
2573 Okunma
23-bakara 159-165
2177 Okunma
24-bakara 166-173
2598 Okunma
25-bakara 174-177
2695 Okunma
26-bakara 178-182
2432 Okunma
27-bakara 185-187
6488 Okunma
28-bakara 188-194
2562 Okunma
29-bakara 195-198
2936 Okunma
30-bakara 199-206
2469 Okunma
31-bakara 207-213
2877 Okunma
32-bakara 215-217
2306 Okunma
33-bakara 218-221
2808 Okunma
34-bakara 222-228
3114 Okunma
35-bakara 229-232
3717 Okunma
36-bakara 233-235
2385 Okunma
37-bakara 236-242
2593 Okunma
38-bakara 243-246
2717 Okunma
39-bakara 247-248
2966 Okunma
40-bakara 249-252
3267 Okunma
41-BAKARA 253-256
2802 Okunma
42-BAKARA 257-259
2655 Okunma
43-BAKARA 260-264
3222 Okunma
44-BAKARA 265-269
2392 Okunma
45-BAKARA 270-274
2732 Okunma
46-BAKARA 275-277
2438 Okunma
47-BAKARA 278-281
2468 Okunma
48-BAKARA 282 TEDAYÜN(BORÇLAŞMA)
2906 Okunma
49-BAKARA 283-284
2609 Okunma
50-BAKARA 285-286 (AMENER RASULÜ)
3830 Okunma

© 2024 - Akevler