ADİL DÜZEN 361
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 23. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنْتُمْ تَشْهَدُونَ(84) ثُمَّ أَنْتُمْ هَؤُلَاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْ تَتَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِنْ يَأْتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنْكُمْ إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ(85)
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ (Va EiÜ EaPaÜNAv MIYÇaQaKuM)
“Hani sizden misak ahzetmiştik.”
Bundan önce de İsrail oğullarından misak almıştır. Orada “Tur’u ref ettik ve sizden misak aldık, Kitab’ı kuvvetle ahzedin.” denmişti. Burada ise “Dimaınızı/kanlarınızı sefk etmeyin/akıtmayın”. denmektedir.
Mü’minlerden istenen, birincisi, kendilerine gönderilen Kitab’a sahip çıkmadır. Allah İsrail oğullarını bunun için seçmiş ve görevlendirmiştir. Tevrat’ı uygulayarak insanlığa güven tesis etmelerini istemiştir.
Âmene, güven altına alma demektir. Yani, yeryüzünün barışını sağlamak ve insanların güven içinde olmalarını temin etmektir. Çağının İbrani devleti bunu Akdeniz’de sağlamıştır.
Mü’minler de böyle seçilmiş kimselerdir. Ne var ki “mü’min” kendi kendisini seçer. Herkese, bütün insanlığa “mü’min” olma açıktır. Kur’an’la bu görev İsrail oğullarından alınmış, mü’minlere geçmiştir.
İsrail oğullarının ilimde ve ticaretteki hizmetleri devam edecektir.
Kitab’ı uygulayarak insanlıkta anarşi ve zorunlu tehcir son bulmalıdır. Başkalarına karşı uygulayacakları barış ve güven düzenini, mü’minlerin önce kendi ülkelerinde uygulamaları gerekir.
Kur’an bunun için iki esası ortaya koyuyor: 1. Kan akmayacak, 2. Zorunlu tehcir olmayacak.
لَا تَسْفِكُونَ دِمَاءَكُمْ “Demlerinizi sefk etmeyeceksiniz.”
Bir toplulukta öldürmelerin dışındaki zulmün telafisi vardır. Verilen zararlar mal ile giderilir. Ancak kan akıtmanın karşılığı yoktur. Burada “kan akıtma” derken, sadece öldürme kastedilmiyor.
Her türlü bedenî saldırı yasaklanıyor. Kan akmayacak, yani kişinin bedenine saldırılmayacak. Boğma ve yakma gibi saldırılar da kıyasen yasaklanmış oluyor. Bunun anlamı, ülke içinde iç güvenlik sağlanacaktır.
İsrail devletinin bulunduğu sahada kan akmaz. Aksa kısasla karşılanır.
Demek ki, kısas uygulamayan topluluklar, ülkelerinde kan akıtmaya izin vermemiş olacaklardır. Kısas bedenî saldırıları önleyen tek araçtır.
Zalim sermaye, insanlığı kana bulamak için kısası, yani idam cezasını kaldırmakla meşguldür. Onlar Allah’ın kendilerine emrettiklerinin dışına çıkmaktadırlar. Kanı akıtmamanın başka önleyici bir tedbiri de adil yargılama sistemidir. Eğer siz adil bir yargılama sistemini kuramazsanız orada iç güvenlik sağlanamaz.
Yine burada “kanı sefk etmeyin” demekle, kanı heder etmeyin, kısası uygulayın yahut diyeti ödeyin demektir. Yani, kanı boşa akıtmayın demektir. Bu da kısas veya diyetle gerçekleşmektedir.
İşte bugünkü insanlık kısası ve diyeti kaldırmış, cezayı kişinin kişide olan hakkı yerine, devletin vatandaşlara karşı hakkı olarak görmektedir. Bundan dolayıdır ki asıl davacı kamu kılınmıştır. Kamuya cinayetlere karşı af yetkisi verilmiştir. Oysa, Allah İsrail oğullarına kısası emrettiği gibi, afv yetkisi de ancak mağdur olanlara verilmiştir. Bugün zalim sermayenin insanlığa ne kadar büyük zulüm yaptığı çok açık olarak görülmektedir. Kendilerini Tevrat’ın müntesibi kabul edip İsrail devletini yaşatmak için dünyayı kana boyayan bu zalimlere Tevrat hatırlatılmakta ve zulmün mutlaka sonunun geleceği anlatılmaktadır.
Kur’an’ın bu âyetleri 1400 sene evvel Medine’deki Yahudilere değil, bugün ABD’de yerleşip karşılıksız para gücüyle dünyayı kana bulamakta olanlara hitap etmektedir.
Kur’an’ın mucizesi de burada açıkça görülüyor. Yeryüzünün güvenliği ve barışı ancak kısas ve diyet hükümleri ile sağlanabilir. Yoksa bugün yeryüzünde tesis edilmek istenen polis gücü ve merkezden atanmış hakimler yoluyla hiçbir zaman güvenlik ve barış sağlanamaz.
وَلَا تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُم (Va TuPRiCUvNa EaNFuSaKuM MiN DiYAvRıKuM)
“Ve nefislerinizi diyarlarınızdan ihraç etmeyiniz.”
Kanları akıtmama, insanların canlarını korumadır. “Diyarlardan ihraç etme” de, mallara saldırmadır.
Burada “DİYAR” çoğul olarak gelmiştir. “Dâr” “Devr” kelimesinden türetilmiştir. Etrafı çevrilmiş yer demektir. Buna “tahcir” denmektedir. Tarlalar çevrilerek özel mülkiyete dönüştürülür. Evler de duvarla çevrili özel mülktür. Burada özel mülkiyetin korunmasını istemektedir.
Kişinin odası, ailenin evi, aşiretin sitesi, bucakların beldeleri, illerin kentleri hep özel mülk içindedir. Yerinden yönetimde herkes kendi mülküne sahiptir. Merkez başkasının mülküne giremez, onları oradan çıkaramaz. Aşiret başkanlarının aşiretten, bucak başkanlarını bucaktan sürme yetkisi olmakla beraber, onların mal ve mülklerine el koyamaz, yerlerinin ve evlerinin değerini tam olarak vermelidir. Kişi ancak bucağından sürülebilir, il ve ülkeden sürülemez. Yani, il başkanının taşra bucaklarından sürme yetkisi yoktur. Devlet başkanının da kimseyi ülke dışına sürme yetkisi yoktur, sadece kendi bucak merkezinden sürebilir.
İsrail oğullarına emredilen, kişilerin bedenlerine ve mülklerine dokunmamadır. Yargı kararı ile yapılan uygulamalar istisnadır.
ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ (ÇumMa EaQRaRTuM) “Sonra ikrar ettiniz.”
Bir toplulukta Allah ile misak nasıl yapılacaktır? Sözleşmeler Allah’la misaktır, toplulukla misaktır. Toplulukların meclisleri vardır. Ocak ve bucaklarda doğrudan halk toplanır. İttifakla karar alabilir. Bu misaktır.
Bu her zaman mümkün değildir. Bunun yerine her bucağın şûraları vardır. Şûralar ittifakla karar alırlar. Bu karar misakın ahzidir. Bu misak ancak yine böyle ittifakla değişebilir. Böyle şûra kararı alındıktan sonra tüm üyelere arz edilir. İttifakla kabul ettiklerinde artık ikrar etmiş olurlar. Karar kesinleşir, icma hâline gelir. Karar şekillerinden şûranın aldığı kararlar ittifak, ama halkın ikrarı ile oluşan kararlar ise icma hâlini alır. Bu bucağın icmalarıdır. Ocakta bütün baliğlerin, bucakta bütün ilk ehliyetlilerin, ilde bütün orta ehliyetlilerin, ülkede bütün yüksek ehliyetlilerin, insanlıkta bütün üstün ehliyetlilerin ikrar ettikleri hususlar ocakta, bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta icma hâline gelmiş olur. Bunları artık şûra değiştiremez.
Anayasamızdaki değişmez maddeler bu tür maddelerdir. Ancak benzer şekilde icma ile değişebilir.
İşte buradaki “SÜMME” kelimesi bunu ifade etmektedir. Misakın ahzinden sonra, zaman geçtikten sonra ikrar yapılmaktadır. İnsanlara teemmül müddeti tanınır. Ramazan Bayramı’nda misak ahzedilir. İkrar ise Kurban Bayramı’na kadar tamamlanmalıdır. Ondan sonraki ikrarlar icmayı oluşturmaz. Yeniden yine herkes ikrara katılmak zorundadır. “Adil Düzen İnsanlık Anayasası”nda bunlar yer almıştır. Orada fıkıhçıların içtihatlarına dayanılarak konmuş hükümlerin Kur’an’da karşılığı vardır. Bu durum dört delilin birbirini tamamladığını, tasdik ettiğini, teyit ettiğini göstermektedir. Bu da bir mucizedir.
وَأَنْتُمْ تَشْهَدُونَ(84) (Va EaNTuM TaŞHaDUvNa)
“Ve siz şehadet ediyordunuz.”
“Birlikte ikrara şehadet ediyordunuz.” Ramazan Bayramı’nda alınan kararlar ikrara sunulur, kişiler ikrarlarını bildirmeye başlarlar. Kurban Bayramı’na kadar ikrar tamamlanır. Bucak başkanı ikrarın tamamlandığını beyan eder. Kurban Bayramı’nda icmanın hâsıl olduğu herkese duyurulur.
Bu kararın akdedilmemiş olduğunu, muhalif bulunduğunu birileri orada beyan ederlerse icma olmamış olur. O gün itiraz etmeyen, yıl içinde Ramazan Bayramı’na kadar hakemlere giderek kendisinin buna muvafakat etmediğini bildirebilir. Bu takdirde de hakemler kararı ile icma iptal edilir. Ama herkes muvafakatini verdikten sonra Kurban Bayramı’nda itiraz etmedi ise, yahut bayramdan sonra bir yıl içinde hakemlere gitmezse, o takdirde icma kesinleşmiş olur.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu husus yer almamıştır.
“Siz şahid idiniz” denmesiyle bu mekanizma burada beyan edilmiştir. Anayasaya eklenmelidir.
Burada bir hususa daha işaret etmemiz gerekir. Ceza hükümleri istişarî kararlarla alınamaz. Ceza hükümleri icmalarla tesbit edilir. Her bucağın kendisinin ceza mevzuatı vardır. İnsan hakları ile ilgili hükümler böyledir. Her bucakta kendi bucağı için insan haklarını kısıtlayan maddeler ancak icma ile konur. Suç ve cezalar da yine icma ile konabilir. Peki, bir kişi, iki kişi itiraz etse, icma yapılmamış mı olacaktır?
Buna karşı iki çözüm yolu çalışabilir.
1) Bir veya iki kişi gibi az kişilerin icmalara karşı olması hâlinde, onlar aleyhinde hakemlere gidilebilir. Hakemler bunların sadece inadına itiraz ettiğine karar verirlerse, onlardan içtihat ehliyeti alınmış olur. İcma mahkeme kararı ile tamamlanmış olur.
2) Diğer çözüm ise başkanın o kişileri nefyetmesi, bucaktan çıkarılmalarıdır. Bu takdirde icma tamamlanmış olmaz, ama ertesi Ramazan’da ilan edilir. Yeniden herkes ikrar verirse icma tamamlanmış olur.
Şimdi bizim takip ettiğimiz içtihat sistemini hatırlamaya çalışalım.
a) Tevrat’ı, Kur’an’ı, Hadisleri, Fıkhı, tabiî ve sosyal ilimleri okuyarak bir hükümler sistemini oluşturuyoruz. Bu varsayımlardır. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı böyle ortaya koyduk.
b) Ondan sonra Kur’an’ı bu sistemimizi göz önüne alarak baştan sonuna kadar yorumluyor, Kur’an’dan teyit aldığımızı benimsiyor, Kur’an’ın aksine hüküm koyduğu yerleri değiştiriyoruz. Böylece fıkhımıza son şeklini vermiş oluyoruz. Şimdi yaptığımız yorumlarla sistemimizi Kur’an’dan istidlâl edilmiş hükümlerle karşılaştırıyoruz.
c) Bundan sonra yapılacak iş bu hükümlerin uygulandığı bucağı kurmak olacaktır. Bunun için bir yer satın alınır. Parselasyon yapılarak ‘Bin Hanelik Site’ kurulur. Kimseye tapu verilmez. Tapu neden verilmez? Bu sayede gerektiğinde hakemler kurulu kararı ile kişi siteden çıkarılabilir. Böylece oluşan sitede sonuçlara bakılır. Bunlar nelerdir? a) Bucak nüfusunun yaş toplamı diğerlerinden daha ileride olur. b) Kişi başına buğday cinsinden gelir diğerlerinden üstün olacaktır. c) Kişi başına işlenen suç en aşağı durumda olur. d) Evli olanların sayısı evli olmayanlara oranının miktarı. İşte, “Adil Düzen”e göre kurulacak bucaklar arasında böyle yarışlara girilir. Sonunda birkaç “Adil Düzen” sistemi oluşur.
d) Bundan sonra uygulanarak oluşturulmuş “Adil Düzen” sistemlerinin tebliğine girişilecektir. Dil Siteleri ve Mala-Mal Market Siteleri oluşturularak insanlığa “Adil Düzen” tanıtılacak ve kendilerinden reform yapmaları istenecektir.
İşte böylece “Adil Düzen” barış içinde gelmiş olacaktır.
Peki, Adil Düzen Çalışanları zorluklarla karşılaşmayacaklar mıdır?
Elbette karşılaşacaklar, ama onlara düşen sabretmek, hatalarını düzeltmektir.
Allah zalimlerin hesabını kendisi görür. Adil Düzen Çalışanlarına onlarla savaşarak “Adil Düzen”i kabul ettirmeleri emredilmemiştir. Adil Düzen Çalışanları “Adil Düzen Devleti”ni kurduktan sonra saldıran olursa savunurlar. Hz. Muhammed aleyhisselâm savaşları Mekke’de değil, Medine civarında vermiş, savunma savaşları yapmıştır. Mekke’yi de barış içinde fethetmiş, başkanları Ebu Süfyan Mekke’yi teslim etmiştir.
***
ثُمَّ أَنْتُمْ (ÇümMe EaNTuM) “Sonra siz.”
Yani, Allah sizden misak aldıktan ve şehadet ederek ikrar ettikten sonra zaman geçmiş ve siz verdiğiniz sözde durmamıştınız. Bir topluluk sözleşme yaptı mı, o sözleşme ondan sonra gelen nesilleri de bağlar. İsrail oğullarından Tevrat nâzil olurken alınan sözler, kıyamete kadar bütün İsrail oğullarını da bağlar.
Sözlerin gelecek nesli bağlaması için belli şartlar vardır.
a) Birinci şart; usûlüne göre karar alınması gerekir. İstişarî karar mıdır, hakemler kararı mıdır, şûra kararları mıdır, meclis kararları mıdır; ocak, bucak, ülke veya insanlık kararları mıdır? Dayanışma ortaklıkları içtihatları mıdır? Bunların kendi usullerince alınmış olması gerekir. İlgilileri bağlar.
b) İkincisi; alınan bir karar hangi usulle alınıyorsa o usulle değişebilir. Hiçbir karar alan merci gelecek neslin karar alma yetkisini kısıtlayamaz. Bu sebepledir ki Anayasamızın değişmez maddelerinin şer’î bir hükmü yoktur. Ancak şu şart ileri sürülebilir, o Anayasa halkın % 92’sinin kararı ile anayasalaştı. Anayasa’nın değişmez maddelerini değiştirmek için halkoyuna sürülmesi ve % 93 ekseriyetin aranması gerekir gibi bir mantık doğru olur. Ama askerlerin diktası ile oluşan maddeler değişmez, ancak bir asker değiştirir gibi bir mantık meşru değildir.
c) Üçüncü şart; anlaşmalar aleni olmalıdır. İlgililerden gizlenen bir madde keen lem yekündür. Dolayısıyla derneklerin, cemiyetlerin, toplulukların temsilcilerinin gizli olarak yaptıkları anlaşmalar keen lem yekündür. Bu sebepledir ki Lozan’da verilen gizli sözler bizi bağlamaz; hukuken bağlamaz, ama siyaseten değerlendirilmesi gerekir.
d) Çok önemli başka bir husus da; karar yetkililer tarafından alınmalıdır. Yani, vekâlet devam ederken alınmalıdır. Hakim olmadan hakimin aldığı karar geçersiz olduğu gibi, görevi bıraktıktan sonra alınan karar da keen lem yekündür. Bundan dolayı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan olmadan önce verdiği sözlerin hiçbirinin hukuki değeri yoktur. Bu hususta kimse söz de veremez. Çünkü o günkü şartlara göre karar alma durumundadır. Yetkili olduğu zaman da gizli bir anlaşma yapmışsa o da geçersizdir. Ruslarla yapılan gaz anlaşmasının açıklanamaz hükmü geçersizdir yahut sözleşme tümden yapılmamış mahiyettedir.
Bunları burada neden anlatıyoruz?
“SÜMME”nin mânâsını vermek için anlatıyoruz.
Neslin değişmesi ile topluluğun sözleşmeleri değişmez. Atalarının aldığı kararlara uymak zorundadırlar. Hangi usulle karar alınmış ise o usulle değiştirebilirler. Topluluk başlangıçta soya dayanmaz ama topluluk soya dayanarak yaşar. ‘Türkiye Türklerindir’ derken, Türklerin çocuklarına kalacaktır demektir.
هَؤُلَاء “Hâülâi/Siniz”
“Ülâi” işaret zamiridir. “Zâ”nın çoğuludur. ‘Huve Raculün, o adamdır.’ ‘Huve er-Raculü, o, o adamdır’ anlamında söylenmesi fasih değildir. ‘Huve, huve er-Raculü’ denir, yani ikinci ‘hüve’ mânâsındadır. Ama burada huve huve tekrar olmaktadır. Bu takdirde haber zamiri yerine haber işareti konabilir. Fasih olur.
Buradaki “HÂÜLÂİ” bizdeki “siniz” demektir, işte siz böyle yapar oldunuz anlamındadır. Söz vermiş, sonra takrir etmiş iken, daha sonra verdiğiniz sözde durmayan bir kavim oldunuz.
تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ (TaQTuLUvNa EaNFuSAKuM) “Nefislerinizi katlediyorsunuz.”
Burada ‘Tesfikûne Dimaeküm’ denmemiş de, “Nefislerinizi katlediyorsunuz” denmiş. Çünkü sonu nefisleri katle varır. Kısasın ve diyetin olmadığı topluluğun sonu zulümdür, zulmün sonu da nefisleri katildir.
Sovyetler kırk milyon insanı, kendi insanını katletti. Güya yaşlılar gidince gençler artık suç işlemeyecekti. Oysa, gençler suç örgütleri kurarak suç işlediler. ABD şimdi İran’a saldırmaktadır. Afganistan’ı çözdü mü? Hayır! Irak’ı çözdü mü? Hayır! Saddam’ın suçu ne idi, hangi yüzle muhakeme ediyor? Saddam katliam yapmış. Sanki kendisi yapmıyor. Amerika kıtası katliam üzerinde oturmuyor mu?!.
İkinci Cihan Savaşı’nı zalim sermaye çıkarmış, böylece İsrail oğullarını İsrail’e hicrete zorlamış, birçok İsrail oğlu bundan dolayı sebepsiz katledilmiş, hem de kendileri tarafından katledilmiştir.
Burada ‘Kateltum’ demiyor da, “TAKTULÛNE” diyor. Yani, ‘şimdi katlediyorsunuz’ diyor.
Kur’an nâzil olduğu zaman böyle bir katliam sözkonusu değildir.
Muzari sigası aynı zamanda istikbal sigasıdır. Dolayısıyla ‘katledeceksiniz’ anlamı da verilebilir.
وَتُخْرِجُونَ فَرِيقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْ (Va TuPRiCUvNa FaEIyQan MiNKuM MiN DiYAvRiHiM)
“Ve sizden bir fırkayı diyarlarından ihraç ediyordunuz.”
‘Diyarınızdan çıkarıyorsunuz’ denmiyor, “diyarlarından çıkarıyordunuz” deniyor.
İsrail oğulları ülkelerinden sürülmüşlerdir. Birinci sürgün Babil’e yapılmış, ikinci sürgün ise Romalılar tarafından her tarafa yapılmıştır. Böylece İsrail oğulları dünyanın her tarafına yayılmışlardır. Bu sayede dünyada örgütlenmiş bulunmaktadırlar. Nereye giderseniz gidin, orada Yahudi topluluğu bulursunuz.
İkinci Cihan Savaşı’nda bunlar katledildiler. Böylece diyarlarından sürülmüşlerdir, çıkarılmışlardır.
İsrail devletini ancak böyle kurabilmişlerdir. Yahudiler ticaret yapmakta, kurdukları Mason teşkilatı ile de tüm dünyayı yönetmekte, refah ve saadet içinde yüzmekte iken, devlet kurmağa kalkıştılar.
Şimdi hâlâ kan akıtmaktadırlar. “Sizden bir fırkayı diyarlarından ihraç ediyordunuz.” ifadesi, ancak bugünkü Yahudi muhaceretini ifade etmektedir. Yahudiler İsrail oğullarından idi. Diyarları ise her fırkanın kendi bulundukları memleketleri idi. Hâlen de böyledir.
تَتَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ (TaTaJAvHaRUVNa GaLaYHiM)
“Onların aleyhine tezahur ediyordunuz.”
Zalim sermaye, tüm sermayeyi tekeline almak için ABD’de New York’ta bulunan İsrail oğullarından başkasını dünyada rahatsız etmiş ve böylece diğer Yahudilerin zenginleşmelerine karşı oyun oynamıştır. Bunları İsrail’e hicrete zorlamış, orada da Filistinlilerle sürekli savaş hâlinde tutarak orada da gelişmelerini önlemiştir.
Zalim sermaye, belki de en büyük zulmü İsrail oğullarına yapmıştır. Bu hususta diğer ülkelerle dayanışma içine girmişlerdir. Yirminci yüzyılın diktatörlerini hep zalim sermaye finanse etmiştir. Mao’yu da o sermaye finanse etmiştir. Hitler’i yetiştiren de odur. Benzer desteği Türkiye’ye de yapmıştır. 6-7 Eylül olayları da yine aynı amaçla onlar tarafından tertiplenmiştir. Gayeleri dünya Yahudilerini İsrail’de toplayıp orada finanse ederek, onların da dünyada zenginleşmelerini önlemektir.
بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ (Bİ eLEiÇMi VaeLGuDVANi)
“İsm ve udvanla aleyhlerine muzaheret ediyorsunuz veya edeceksiniz.”
İstanbul Yahudilerini düşünelim. Sayıları belki binde birler civarında, ama Türk sermayesinin yüzde seksenini ellerinde tutmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası onlara çalışıyor. Türkiye’yi dışarıdan kumanda ile idare ediyorlardı. Otel odalarında hükümetler kurar, hükümetler indirirlerdi.
Bu durumları Osmanlılar zamanında da böyle idi. Osmanlıları borçlandırdılar, ekonomisini çökerttiler ve devleti yıktılar. İstanbul Yahudileri dünyada en etkin iken, etkisiz hâle getirdiler. Bu “İSM” idi. Yani, bunda düşmanlık yok ama işlenen suç nedeniyle kendi ekonomileri de çökme durumuna girdi.
Yine faizi meşrulaştırınca dünyada neler oldu? Önce piyasalardan para çekildi, yerine altın para girdi. Sonra faizleri ödemek için bugünkü faiz parasını icat ettiler. 100 katrilyon dolar piyasada ise, bunun % 5 faizinin ödenebilmesi için her yıl % 5 fazla dolar basmak gerekmektedir. Böylece faiz enflasyonu, enflasyon faizi körüklemekte ve dünya ekonomisi dengesini kaybetmiş bulunmaktadır. Birçok devletlerin paraları batmakta, birçok devlet dolar borcu içinde boğulmaktadır. Bu “İSM”dir.
“UDVAN” ise düşmanlıktır. Zalim sermayenin Yahudilere yaptığı zulüm bundan ibaret kalmamaktadır. Dünyada savaşları ve terörü alevlendirmekte, bundan yalnız diğer halk değil, İsrail oğulları da paylarını almaktadır. En çok huzursuzluğun olduğu ülke İsrail devletinin olduğu yerdir. Bu haliyle mesut ve refah içindeki İsrail devletini kurmak mümkün değildir.
Irak işgal edildi, Afganistan işgal edildi… Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan güya yola getirildi… Şimdi İran’la mücadele devam ediyor... Irak ile yirmi yıldan fazladır meşgul olunmaktadır... Dünyada yüz kadar devlet var; demek ki bu projenin tamamlanması için 2000 yıla ihtiyaç vardır!.. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu zalimlerin ham hayaller peşinde koştukları bellidir. Kaldı ki, ne İran, ne de Türkiye Irak değildir. Çin, Hindistan, Rusya, Avrupa Birliği hiç değildir. Demek ki, azgın zalim sermaye kendisini ateşe atmaktadır. Yedi milyar insana bir şey olmaz, ama 7 milyon Yahudi bu maceraya dayanamaz.
ABD güya dünyaya adaleti dağıtmaktadır. ABD eğer Hak uğruna jandarmalık istiyorsa, önce kendi ülkesinde, sonra yeryüzünde hakemlerden oluşan tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın hakemlerden oluşan yargı sistemini kursun. Onların aldığı kararların jandarmalığını yapsın. Faizi terk etsin, gümrük ve vize sistemlerini kaldırsın. Adil düzeni önce kendi ülkesinde kursun, ondan sonra dünyaya nizamat vermeye kalkışsın.
وَإِنْ يَأْتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ (Va EiN YaETUvKuM EuSAvRAy TuFADUvHuM)
“Size esirler gelirse onları feda ediyordunuz.”
Savaşta ülkelerinden kaçan, savaşmak istemeyen esirleri, mültecileri iade ediyordunuz.
Zalim sermaye her iki tarafı destekleyerek savaştırmaya başlar. İkisini birbirine kışkırtır, ikisine de silahı ve cephaneyi sağlar. Savaş devam eder. Böylece onların ekonomik güçleri tükenir. Nüfusları kırılır. Sonra onları çalıştırarak tekrar canlandırır, tekrar savaştırır. Türkiye’de on senede bir yapılan askeri müdahaleler bu çatıştırma sonucu doğmuştur. Esirler de anlaşmalarla iade edilerek savaş sürdürülür. İkinci Cihan Savaşı’nda Türkiye’ye iltica eden Orta Asyalı Türk esirler iade edilmiş ve hudutta kurşuna dizilmişlerdir. Yani, savaşmak istemeyenler zorla savaştırılmaktadır. İslâm’da insanlar isterse cizye verip savaşmayabilmektedirler. Oysa zalim sermaye kuralları içinde herkes zorla askere götürülmekte ve zorla savaş sürdürülmektedir. İslâmiyet’te savaşmak istemeyenleri savaşa zorlamak Kur’an’da yasaklandığı halde, ABD tüm dünyaya savaş ilan etmiş; ‘Ya bizdensin, ya karşıdan!’ demiştir. Kendi kulelerini kendileri yıkmış, bunu bahane ederek tüm dünyayı ateşe sokmak istemişlerdir. Ne var ki ateş tüm dünyayı sarmamış, birkaç yeri yakmakla kalmıştır. Çin ve Rusya, Fransa ve Almanya hâlâ bu oyunların oyuncağı olmaya devam ediyorlar. Zalim sermayenin taşeronu olmaktan tüm dünya ve Hıristiyanlar çıkacaklardır. Zalim sermayenin ortaya koyduğu kural bundan da ibaret değildir.
Zalim sermaye savaşları sürdürmek için ne saçmalıkları aptal insanlığa kabul ettirmiştir. İnsanları hayvan saymalarında fazla haksız da değildirler. Savaşta zafer kazandığın zaman esir almayacaksın! Onları serbest bırakacaksın. Çünkü kölelik yasak! Niçin? Savaş devam etsin diye. Adam öldüreni idam ettirmiyor ki devamlı anarşi olsun. Aynı şekilde savaş esirlerini almak da yasak! Bununla yetinmiyor. Ganimet de yok!
Peki, niçin savaşacağız? Sermayenin hatırı için. Onun hakimiyeti ve zulmü için. Böylece esirleri feda etmek demek, köleliliği kaldırmak demektir. Kur’an bunların bu saçmalıkları yapacaklarını bize bildirmektedir.
“Adil Düzen” gelince idam cezaları gelecek, hattâ kısas arada işlenen suçlar için de uygulanacaktır. Kısas doğal haktır, kanuni hak değildir. Savaşın sonucunda da esirler köleleştirilecek ve sonra ıslah olduklarında hürriyetlerine kavuşturulacaklardır. İsrailliler bağımsız bir topluluk olarak Filistin’de yerleştirilecektir. Oradaki Filistinliler Sina Yarımadası’nda veya başka bir yerde yerleştirileceklerdir. Ama bunları mü’minler yapacaktır. Bütün bunlar ülkelerde savaş çıkararak değil, İsrail’de hayatın normal seviyeye çıkması ile sağlanacaktır. Dünya açık pazar olacağından, kıta merkezlerinde bütün insanlar mülk edineceğinden, Yahudilerin hem İsrail’de yüksek seviyede hayatları olacak, hem de dünyanın kıta merkezlerinde mülkleri olacaktır. Mü’minlerin güvencesinde insanlığa barış içinde ilimde ve faizsiz ticarette hizmetleri devam edecektir.
Demek ki, bu sistem mültecilerin iadesini ve harp esirlerinin köleleştirilmesinin yasaklanmasını ifade etmektedir. Kur’an bugünkü İsrail oğullarına hitap etmekte, onların bugünkü yaptıklarını anlatmaktadır.
وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ (Va HuVa MuXarRaMun GaLaYKuM İPRACuHuM)
“Oysa o size haram idi, onları ihraç etmek.”
Haram olan nedir? Esirlerin feda edilmesi haram kılınmıştır. Yani, onları eski yurtlarına iade etmek de haram kılınmıştır. Burada haram kılınanlar, insanları yurtlarından ihraç da kastedilmiş olabilir. Yani, Berlin Yahudilerini zorla İsrail devletine ihraç size haram kılındığı halde siz bunu yaptınız. Yahut, mültecileri geri iade etmek size haram kılındığı halde, siz iade ettiniz. Yahut, esirleri gelişigüzel salıvermek haram kılındığı halde, siz köleliği yasaklayarak feda ettiniz.
Kölelik neden kaldırıldı? Bu hususu mü’minlerin iyi bilmeleri gerekir.
Tarım döneminde büyük çiftlikler ancak kölelik müessesesi ile yaşayabilirdi. Amerika’ya göç eden Avrupalılar Amerikan yerli halkını soykırımından geçirdiler. Elde ettikleri büyük toprakları işlemek için Afrika’dan savaş dışı yakaladıkları kimseleri Amerika’ya köle olarak sattılar. Böylece Amerika’da büyük tarım çiftlikleri oluştu. Zalim sermaye büyüyüp tekelleşmeye başlayınca büyük sermaye doğdu. Ne var ki, sermaye işçi bulamadı. Kendisine ucuz işçi temin etmek için köleliği kuzeylilere yasaklamak istediler. Çünkü tarım güneyde gelişmişti. Güneylilerin köleleri işçi olarak kuzeyliler tarafından gasp edilmek istendi. Savaş çıktı. Zalim sermaye kuzeylileri destekledi. Çünkü kuzeydeki sanayi tesisleri onlarındı.
Demek ki, köleliğin yasaklanması sömürü sermayesinin kendisine işçi bulabilmesi, yani tüm insanları köleleştirmesi demektir. Zalimlerin zulüm araçlarıdır.
“Adil Düzen”le önce işçilik sistemi son bulacaktır. Artık sömürü sermayesi insanları köleleştiremeyecektir. Savaşlar azalacaktır. Savaş esirleri çok az olacaktır. Onların da çoğu azat edilecektir. Savaş dışı kölelik zaten olmayacaktır. Nasıl bugün Avrupa’da işçileri disipline etmek için küçük bir işsizlik sürekli sürdürülüyorsa, kölelik de tek tük olarak kıyamete kadar sürüp gidecektir. Nasıl çok evliliği kaldırırsanız, muta evliliklerini yasaklarsanız, yerini genelevler alırsa; bunun gibi köleliği kaldırırsanız, yerini tüm insanlığın işçi olarak köleleştirilmesi doğar. Kimse Allah’ın düzenini değiştiremez.
Kur’an İsrail oğullarını muhatap alarak III. Bin Yıl sorunlarını dile getirmektedir. Kur’an bunlara bu kadar önem vermektedir. Çünkü III. Bin Yıl sorunlarını hep bunlar üretmektedirler. Batı uygarlığının mimarları onlardır. Batı uygarlığı kuvvet uygarlığıdır. Kaderin gereği böyle olması gerekmektedir.
Adil Düzen Çalışanları çok rahat olmalıdırlar. Çünkü Kur’an sayesinde önlerini görebilmektedirler. Adil Düzenciler hep İsrail oğullarının işledikleri fiiller ile cihat yapmak zorunda kalacaklardır. Hıristiyanlarla işbirliği yaparak bu bela III. Bin Yıl Uygarlığının sırtından çözülecektir.
أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ (Ea Fa TuEMiNUvNa Bi BaGWı eLKıTAvBı)
“Yoksa Kitab’ın bazısına mı iman ediyorsunuz?”
Kitap yazılan bir yazı değildir. Kitap bir projedir, bir sistemdir. Baştan sonuna kadar ne yapılacağı belirtilmiştir. Eksikler sistem içinde içtihatlarla tamamlanacaktır. Sistem değişmez. Her kitabın bir sistemi vardır. Kitaplar varsayımları içerir. Sistem varsayımlara oturur. Bu sebepledir ki her topluluk kendi kitapları ile amel etmek zorundadır. O sebepledir ki tercüme kanunlarla ülke idare edilemez.
Fıkıhçılar hukuk mühendisliği yaparak sistemi oluşturmaktadır. Sömürü sermayesi kendisinden başka kimsenin sistemi oluşturmaması için, kendileri dışında düşünen insanları ‘sosyal mühendislik’ diyerek aşağı görmektedir. Oysa, mühendislik yapmaksızın nasıl bir makine icad edilemezse, fıkıhçı olmadan da bir topluluk oluşturulamaz. Kapitalizm kendi içinde tutarlıdır. Zalim sistemdir ama tutarlıdır ve varlığını sürdürmektedir. Sosyalizm de kendi içinde tutarlıdır. O da başarılıdır. Karma ekonomiler bu sebeple başarısızdır. Sömürü sermayesi dünyayı sömürebilmek için karma ekonomisini dayatmaktadır.
Kitab’ın bazısı ile amel etmek caiz değildir. Fıkıhta da mezheplerin karması ile amel etmek caiz değildir. Kur’an bu âyetlerle karma uygulamaları caiz görmemektedir.
Şöyle bir sorun ile karşı karşıya kalıyoruz.
Madem ki sistemde karma uygulama yapılamıyor. Birden de sistem değişemeyeceğine göre, inkılâbı nasıl yapacağız? İşte tarihte inkılâpları hep bu sebeple yalnız peygamberler başarmışlardır.
Şimdi AK Parti uygulamasına bakalım.
AK Parti diyor ki; ‘Biz programımıza faizsizliği koymadık, dolayısıyla böyle bir uygulamamız sözkonusu değildir!’ Programa koymadıklarını yapmıyorlar, koyduklarını da yapamıyorlar. Çözüm nedir?
İşte yürürlükte olan düzende belediye başkanı olanlar, yahut bakan olanlar ne yapmalıdırlar?
a) Önce, cari sisteme hiç dokunmadan, olduğu gibi sürmesine devam edeceklerdir. Bu bozuk düzendeki yolsuzluk bile bir düzendir. Rüşvet olmazsa, Türkiye yaşamaz. Vergi kaçırılmazsa, tüm işletmeler iflas eder. Dolayısıyla cari düzene dokunulmamalıdır.
b) Yetkililer ilmî heyetler oluşturup “Adil Düzen”in bütün detayları ile projesini hazırlamalıdır. Teorik olarak tartışılmalı, eksiklikler giderilmelidir. Hedefimiz belirlenmelidir.
c) Ondan sonra asıl zorlu taraf başlayacak, ‘geçiş dönemi planlaması’ yapılacaktır. Bugün mevcut olan faizli bankalar devam edecektir. Ancak devlet kendi borç ve alacaklarına faiz uygulamayacak, sıfırlayacaktır. Sadece devlet borç ve alacakları altına kote edilecektir. ‘Faizsiz bankalar’ işletme senetlerini kasadaki stoklarına göre değerlendirip kârsız olarak işletmeler adına alıp satacaklardır. Banka işletmenin cirosundan mesela yüzde bir alacaktır. Bu şekilde anlaşma yapan bankalara Merkez Bankası ‘faizsiz kredi’ verecektir. Merkez Bankası bankaların aldığı cirodan işletme paylarına ortak olabilir. İşte, bir taraftan ‘mevcut düzen’e dokunmuyorsun, ama diğer taraftan ‘faizsiz sistem’in de çalışmasına imkan veriyorsun. Bu uygulama karma ekonomi demek değildir, bu uygulama geçiş uygulamasıdır. İki çeşit kredileşme, faizli ve faizsiz kredileşme birbirine rakip olarak çalışmalıdır. Bir gün faizsiz müessese faizli müesseseyi yenerse, “Adil Düzen”e kendiliğinden geçilmiş olur.
d) Makroda faizsiz müesseselere geçme denemeleri yapılacaktır. Başarı ihtimali çok azdır. Mevcut düzen buna izin vermeyebilir. Bunun yanında faizsiz bucakların tesisi için devlet ‘faizsiz kredi’ verir. Müteşebbisler “Adil Düzen”e göre proje hazırlarlar. İlgililer bunun yasalarını hazırlarlar. Devlet önce bu projeyi onaylar. Bunlar arazi alırlar, devlet bedelini öder. Malzeme alırlar, devlet bedelini öder. İşçi çalıştırırlar, devlet ücretini öder. Bin hanelik bir “Adil Düzen Bucağı” oluşturulur. Meskenlerin inşası için 100 bin YTL verilir. 100 milyon YTL meskenler için açılır. 100 milyon YTL de işyerleri için açılır. Böylece “Adil Düzen”e göre site tamamlanmış olur. Buraya göç etmeyi düşünenler bütün mal varlıklarını sitede satın alırlar. Orada onlara yer verilir. İşyerine ortak eder, borçlu kalanlar çalışarak borçlarını öderler. Kurucular beş sene içinde borçlarını itfa ederlerse başarıya ulaşmış olurlar. Burada siteye 200 milyon YTL kredi verilerek beş yıl içinde 400 milyon YTL olarak da istenebilir. Bu faiz değildir. Bir şartla ki, ödeyemediği kısma devlet el koyar. Böylece “Adil Düzen” bucaklarda uygulanır. Sonra bucaklar yenilenir. Bizim iktidarda olan partilerden istediğimiz hemen “Adil Düzen”e geçmeleri değildir. “Adil Düzen”i hedeflemesini istiyoruz. Faizli kredi müessesesinin yanında, ‘faizsiz ortaklık’ şeklindeki ‘kredi kurumuna’ da yer verilmesini istiyoruz.
وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ (VaTaKFuRUvNa Bi BaGWın) “Bazısına küfür mü ediyorsunuz?”
Burada dikkat edilecek husus, bazısını yapıyor, bazısını yapmıyor musunuz denmiyor.
“Bazısına inanıyor, bazısını küfür mü ediyorsunuz?” deniyor. O halde, geçiş döneminde cahiliye dönemi uygulamalarını yapabiliriz. Bu yasaklanmıyor. Yasaklama uygulamanın tedriciliğine değil, ona inanıp inanmama üzerinedir.
AK Partililere iktidarlarının ilk günlerinde öneride bulunduk; ‘gelin faizsiz müesseseleri çalıştırmaya başlayalım’ dedik. Bize cevap olarak; ‘birden olmaz’ dediler. Buna bizim de elbette bir diyeceğimiz yoktur. Ama ‘birden olmaz’ diyorlar, ondan sonra da birden olmayacağı için hiç başlamıyorlar; yani, hiç olmaz demek istiyorlar! İşte bazısını küfür budur. Amelde inhiraf olabilir ama sistemde inhiraf olmaz, sistem de tedrici olarak gelir.
فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنْكُمْ (Fa MAv CaZAEu MaN YaFGaLu ÜAvLiKa MiNKuM)
“Sizden bunu kim yaparsa onun cezası dünya hayatında hızydır.
Âhirtette de azabın eşeddine reddolunacaklardır.”
Buradaki çok önemli husus “Sizden” denmektedir. Herkes için söylenmektedir. İsrail oğullarına söylemektedir.
AK Parti de, DYP veya ANAP gibi lâik bir parti olarak ortaya çıksaydı, onun cezası farklı olacaktı. Ama Millî Görüş olarak ortaya çıkıp iktidar olunca gömlek değiştirmek, işte onların cezası bu dünya hayatında hizydir. Âhirette de eşedd azaba uğrayacaklardır. CHP zalim düzende başarılı olabilir, ama AK Parti’nin başarılı olması mümkün değildir. Diyebilirsiniz ki, o zaman münafık idiler. İktidar olmaları için Millî Görüşçü görünmüş olabilirler. O zaman başarı şansları olabilir! Ama, hayır, çünkü münafıklar için de aynı şey sözkonusudur.
AK Parti önce Adil Düzencilerle, Akevler’le temasını sağlasın, onlarla istişare etsin. Ondan sonra yine kendi aklıyla hareket etsin. Her şeye rağmen başarı ihtimali yoktur. “Adil Düzen”i kabul etmez ama ömrü uzar. Firavun Hazreti Musa ile görüştüğü için yirmi sene daha krallık yapmıştır. Ama kulaklarını Allah’ın emirlerini aktaranlara tıkar, onlarla görüşmemekte ısrar ederse, akıbetini çok yakın zamanda beklesin. Allah’tan korkup Allah’a iltica edeceğine, ABD’den korkup AB’ye iltica yanlıştır. Demokrat Parti de böyle yaptı; CHP’den korktu, ateistlere sığındı. Akıbeti bilinmektedir. İşte buradaki “Minküm/Sizden” sözü seçilmişleredir. İsrail oğullarınadır. Mü’minleredir, Adil Düzencileredir. Diğer halk ve Müslimler böyle cezaya müstahak olmayacaklardır.
إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Yalnız dünya hayatında onlara hızy vardır.”
“Hızy”de rezalet vardır, perişanlık vardır. Yine dikkat edelim ki, onlara helâk vardır denmiyor, dünyada onlara rezalet vardır. Gerçekten de DYP’lilerin başına böyle hizy gelmiştir. “Adil Düzen” düşmanlığı yapan Tansu Çiller’in başına böyle hizy gelmiştir. “Adil Düzen”i terk eden Saadetçilerin başına böyle hizy gelmiştir. AK Parti de böyle bir hizyi beklesin. Adil Düzencilerin böyle yerlerde gözleri olmadığı için onlar daima onurlarını korudular, koruyacaklardır da...
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ (VaYavMa eLQıYAMaTi YuRadDUvNa EiLAv EaŞadDİ eLGaÜABı) “Ve kıyamet yevminde de eşedd azaba reddolunacaklardır.”
Kitab’ın bazısına inananların bu dünyada kısmen başarıya ulaşacakları sanılır. Oysa, yarım yumurtadan yarım civciv çıkmadığı gibi, Kitab’ın yarısından da yarım düzen çıkmaz. Âhirette de bunlara yarım olmasa da, dörtte bir sevap yazılacağı düşünülebilir. Aksine, bunlar eşeddi azaba uğrayacaklardır.
CHP’ye niçin düzeni uygulamadın diye sormayacaktır, ama AK Partililere soracaktır. Ve onları müşriklerden daha aşağı yerlere bırakacaktır. Bunları ben söylemiyorum. Adil Düzenci olup veya görünüp de ondan sonra bırakanlara Kur’an söylemektedir. Tabii Kitab’ın bazısına inanıp bazısını inkâr edince iş kolaydır. Bu âyeti de inkâr edersin, olay biter!..
وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ(85) (Va MAv elLAHu Bi GAFiLin GamMAv TaGMaLUvNa)
“Allah amel ettiklerinizden gafil değildir.”
Cezalar birçok zamanlar gecikmeli gelir. Allah imkan verir, belki düzelecekler diye zaman verir.
Beşyüz yıldır bir taraftan uygarlığa hizmet ederken, diğer taraftan sömürü sermayesi birçok cinayetler işlemiş, insanlığı ateşe ve ıztıraba sürüklemiştir. Tevbe etsinler. Allah günahlarını afvetsin diye hâlâ onlara mühlet vermektedir.
Her şey O’nun kaderi içinde yürümektedir.
Sermaye Türkiye’de de Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’daki denemelere girişebilir. Ama Türkiye kolay yutulan lokmalardan değildir. Sonra sermeyenin gücü 2000’inci yıldan sonra azalmaya, hiç olmazsa duraklamaya başlamıştır. Beşyüz sene sonra bu sermayenin artık etkisi tamamen yok olacaktır. Yaşamaları için “Adil Düzen”i kabul etmek zorundadırlar.
ADİL DÜZEN 362
***
BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 24. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوْا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالْآخِرَةِ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ(86)
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوَى أَنفُسُكُمْ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقًا كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقًا تَقْتُلُونَ(87)
وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَلْ لَعَنَهُمْ اللَّهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَلِيلًا مَا يُؤْمِنُونَ(88)
أُوْلَئِكَ (EuLAvEiKa) “İşte onlar.”
Burada işaret edilen kimseler, nefislerini katleden, bir fırkayı diyarlarından çıkaran kimseler olur.
İşaret sıfatı işaret zamirine dönüşür ve mübteda olur. Bundan sonra gelen ifade de haber olur. O zaman “İşte onlar âhiret hayatını satarak dünya hayatını satın almış olan kimselerdir.” şeklinde tercüme ederiz.
İşaret sıfatı olarak kalabilir. O zaman sıla ile beraber mübteda olur, haberi ise ‘tahfif olunmaz’ cümlesi olur. O zaman tercümesi “İşte bu dünyada âhiret hayatını satıp dünya hayatını satın alan kimselerden azapları hafifletilmez.” şeklinde olur.
O zaman “Fe” harfi tamim için olur. Böyle kim yaparsa yapsın azabı tahfif edilmez anlamı çıkar.
الَّذِينَ اشْتَرَوْا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالْآخِرَةِ (elLaÜIyNa İŞTaRaVu elHaYAaTe Bi elEaPıRaTi)
“İşte onlar âhiretle dünya hayatını satın almışlardır.”
“ŞİR” satmaktır. “Bey’” de satmaktır. Satın alma ise “İştira” ve “İbtia” kelimeleriyle ifade edilir.
“ŞİR” bir şeyi kazanmak için satın alıp kâr amacıyla satmaktır. “Bey’” ise bir şey sana lazım olmadığı için satmaktır. “İbtia” da sana lazım olduğu için satın almaktır.
Ticari alış ve satış “ŞİR”, üretim ve tüketim mallarının satışı “Bey’”dir.
Ticaret mallarında zekât vardır. Bey’ mallarında zekât yoktur. Ticaret malları kimin elinde ise o mâliktir, onun zimmetindedir. Bey’ malları ise kime kayıtlı ise onundur. “Bi” harfi semen üzerine dahil olur.
“ÂHİRET” kelimesi burada para olarak kullanılmıştır. Mebi’ olan mal ise dünya hayatıdır.
Üretici malı üretir, onu satar, karşılığında kendisine gerekli olan malı satın alır. Burada kişi sadece kendi geçimini düşünmektedir. Oysa tüccar böyle değildir. Tüccar malı satmak için alır ve kazanmak için satar. Gayesi ticarettir, ihtiyaçlarını giderme değildir.
Nefisleri katleden ve yurtlarından tehcir edenler bunu ihtiyaçlarını gidermek için değil, servet sahibi olup dünyayı sömürmek ve dünyaya hükmetmek için yapmaktadırlar. İlerisini değil, bugünü düşünmektedirler.
Servet sahibi olmak ve zengin olmak bir şartla sevaptır. Bu şartla olunca ilim yapmak kadar büyük ibadettir. Fakirin hakkını zekât olarak kamuya vereceksiniz. Onlar da müstahaklara teslim edeceklerdir.
O halde sermaye sahibi ne yapar?
a) İşsizlere iş bulmuş olur. Serbest rekabet içinde işçi köleleşmeden emeğini istihkak eder.
b) İnsanların ihtiyacı olan mallar ancak sermaye terakümü yani sermaye birikimi sayesinde üretilmiş olur. Tüccar, insanların ekonomik ilişkilerini düzenleyen bir hizmetkârdır.
c) Tüccar, kamunun imkânlarını kullandığı için kira payını öder, böylece kamuya gelir sağlar. Bu sayede topluluk oluşur. Çalışmayanlar da kira paylarını almış olur.
d) Yukarıdaki hizmetler devlet tarafından da yapılır, ancak orada tekel oluşacağı için serbest piyasa oluşmaz, ücret ve fiyat dengesi kurulmaz. Oysa ‘rakip tüccarlar’ sayesinde fiyatlar asgariye iner, ücretler azamiye çıkar. Böyle yapan kimseler insanlığa hizmet etmiş olur ve kendi geleceklerini de saadete erdirirler.
Oysa tekel oluşturanlar bu amaçla ticaret yapmazlar. Yapmayınca, ne niyetle yaparlar?
a) Tekel oluşturup başkalarının kendilerine rakip olmasını önlemek için ticaret yaparlar.
b) İstediklerine iş verip istediklerine vermeyerek işsizlik korkusuyla insanlara hükmetmek için yaparlar.
c) Dünyayı kendi mülkleri hâline getirip istediklerini yaşatmak, istediklerini açlıkla ölüme terk etmek.
d) Malları en ucuza alıp en pahalı satarak en çok kâr etmek için ticaret yaparlar.
İşte bunlar âhireti satarak dünyayı satın alan kimselerdir.
Dünya hayatı demek yakın hayat demektir, gelip geçici hayat demektir. Âhiret hayatı son hayat demek, ebedi hayat demektir. Kâinat on milyar yıldan beri vardır, on milyar yıl sonra da yok olacaktır. Peki, bu Kâinatın böyle bir devreye çıkıp sonra yok olmasının anlamı nedir? Böyle düşündüğümüzde abesle iştigal olmuş olur.
Oysa bu dünya âhiret hayatına hazırlık olarak var edilmiştir. Daha ileri, daha güzel hayata ulaşmak için burası bir basamaktır. Ölüm, yok olmak için değil, tam aksine daha yüce bir hayat için vardır.
Bugünkü sömürü zalim sermayesi bunu idrak etmeli, sermayesini tekele götüren faizli sistem içinde değil, “Adil Düzen”i tesis eden zekâtlı sistem ile çalıştırmaya başlamalıdır. Biz de artık onların sömürüsü olmaktan kendimizi kurtarmalıyız, bu da ancak “Adil Düzen”e göre bir hayata geçmekle mümkündür.
فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ الْعَذَابُ (FA LAv YuPafFaFu GaNHuMu eLGaÜABu)
“Onlardan azap tahfif olunmaz.”
Bunlar sürekli azab içindedirler. Yaptıkları zulmü bilmektedirler. Kendilerini ayakta tutabilmek için zulmü sürdürmek zorunda hissediyorlar. Bu durumlarda onların sıkıntılarını kimse gideremeyecektir.
Onların korkuları nelerdir?
a) En büyük korkuları dünyanın para politikasını değiştirmesidir. Nüfusu ve ekonomisi büyük devletler, ‘biz mallarımızı kendi paramızla satarız, dolar veya euro ile satmayız’ dedikleri anda dolar tepetaklak gider ve sermayenin sömürüsü biter. Bunu yapmaları da çok kolaydır. Devletler ikili olarak paralarını merkez bankalarına yatırarak takas yaparlar. Mesela, İran bizden bir şey almak isterse Tahran Merkez Bankası YTL verip riyal alır, onlar da onunla istedikleri malı alırlar. Türkler İran’dan bir şey almak isterlerse YTL’yi verirler ve merkez bankasından riyal alıp onunla İran’dan mal ithal ederler. Bunların kurları stoklarıyla belirlenir.
İşte zalim sömürü sermayesinin sonu budur. Bunu bilmektedirler, dolayısıyla uykuları kaçıyor.
b) CIA uzantısı olarak dünyada kurulan millî istihbarat örgütleri artık kendileri hakim duruma gelmişlerdir. Sermayeyi tanımadıkları takdirde sermaye saltanatı sona erer. Bunun belirtileri de ortaya çıkmıştır.
CIA bile artık sermayenin tam emrinde değildir.
Türkiye’deki MİT de artık ordunun emrindedir, sermayenin emrinde değildir.
c) Dünyayı dize getirmek için mafya örgütlenmesini yapmıştır. Bununla ülke yönetimlerini deviriyordu.
Bu uygulama da bugün iki şekilde işe yaramaz hâle gelmiştir. Ülkeler teröre karşı tedbir alıyorlar ve terör etkin olamıyor. Yeraltı örgütleri de eski güçlerini kaybetmiş ve deşifre olmuştur. Varlıklarını sürdürmek için ülke yönetimleri ile anlaşma durumundadırlar.
d) Nihayet, İsrail oğulları ne zaman böyle güçlü olmuş ve azmışlarsa, o ülkelerdeki iktidarlar aldıkları bir gecelik kararlarla onları ülkelerinden dağıtmışlar, sürmüşlerdir.
ABD yönetimi bir gece alacağı kararla o ikiyüz sömürü sermayesi sahibi kişilerin mallarına el koyabilir ve onları değişik ülkelere sürebilir. Saltanatları o gece biter. Bunu Papalık organize edebilir. Çünkü papalığı bu hâle düşürenler onlardır. İşte bu korkular içinde gecelemektedirler.
Bu halleri ile yani öldürme ve tehcir yoluyla bunu çözemezler demektir. Tek kurtuluşları “Adil Düzen”e göre dünya ticaretine dönmektir. Faizli düzeni terk edip tekelleşmekten vazgeçmeleri gerekir. Ekonomiyi, sermayeyi siyasete, ilme ve dine hakim kılmamaları gerekir. Tarihte dinler hiçbir zaman mağlup olmamıştır.
وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ(86) (Va LAv HuM YuNÖasRUNa)
“Ve onlara yardım olunmayacaktır.”
Bugün dünya onların sermaye baskısı karşısında korku içinde onların emrindedir.
Bunun sebepleri şunlardır.
a) Bugünkü uygarlık onların eseridir. Biz daha o uygarlığı anlamış bile değiliz. Otobüse biniyoruz, bilgisayarı kullanıyoruz ama onun ne olduğundan haberimiz yoktur. En acemi olduğumuz iş de paradır. Boyalı kâğıt parçasının uşağı oluyoruz.
b) Şimdiye kadar bu seviyede ulaşım araçları, haberleşme araçları yoktu. Çeyrek yüzyıldır insanlık bunlardan yararlanma imkanını buldu. Bir asra gerek kalmadan insanlık bu ulaşım ve haberleşmeden yararlanarak yeni uygarlığı, geleceğin uygarlığını öğrenecektir.
c) Şimdi dünyanın okulları ve üniversiteleri Batı sermaye uygarlığının söylediklerini anlamadan ezberleyip durmaktadır. Bununla beraber münferit halde dünyanın her yerinde bugünkü müsbet ilimler üzerinde çalışılıyor. Henüz ekolleşemediler, bildiklerini birbirlerine aktaramadılar. Ama artık vakıflar, dernekler ve diğer sivil toplum kuruluşları bunlara el atmak üzeredir. Devletlerin baskıları ile ilim yapılamamaktadır. Tevhid-i tedrisat ilme karşı bir set olarak durmaktadır. Ama bu güç de yitmek ve halkın önü açılmak üzeredir.
d) En önemlisi, artık ‘halk ekonomisi’ gelişmektedir. Mal senetleri ve işletme senetleri ile mala-mal marketleri kurulmaktadır. Devletler değil ama ülkelerdeki halklar ekonomik bağımsızlıklarını ilan etmektedirler. Bir gün sermaye ile halk arasında çıkacak arbedede sermaye kaçacak delik bile bulamaz. İşte o gün kimse bu sömürü sermayesine yardımcı olmayacaktır. Kur’an onlara bu haberi baştan vermektedir.
O halde onlardan ne istiyoruz?
1) Savaş ve terörü finanse etmekten vazgeçmelidirler. İnsanları birbirlerine düşürerek denge kurma yerine, insanları barıştırarak ilimde ve ticarette öncü olarak insanlık arasında denge kurmalıdırlar. İsrail devletinde “Adil Düzen”i kurarak, hayat seviyesini yükselterek Yahudilerin oraya gelmelerini sağlamalıdırlar. Diğer ülkelerde Yahudilere zulmettirerek İsrail’in nüfusunu çoğaltma bir anlam taşımaz.
2) İsrail devletine maddi ve silah desteği yerine, onlara güven ve istikrar vermelidirler. Silah yerine ticari sermayeyi sağlayarak yeryüzünün barış ve saadeti için çalışmalıdırlar. Bu nasıl sağlanır?
İsrail önce silahsızlanmalıdır. Filistinliler de silahsızlanmalıdırlar. İsrail’e Tevrat’ta mev’ud olan Filistin verilmelidir. Onlar da Hazreti İbrahim’e vadedilen Nil-Dicle arası iddialarından vazgeçmelidirler.
İsrail devleti açık pazar olmalı, yani gümrükler kalkmalı, dünya ile ticaret yapmalıdırlar. Böylece hem onlar saadete erer, hem de insanlığa hizmet ederek onları saadete erdirirler.
İşte onlar için kurtuluş ancak bugüne kadar yaptıklarına tevbe ve yukarıda dediklerimizi yapmaktır.
***
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ (Va LaQaD EAvTaYNAv MUvSAy eLKiTAvBa)
“Biz Musa’ya kitabı verdik.”
“LAKAD” kelimesi ile o Kitab’ın hâlâ İsrail oğullarının ellerinde olduğunu, okuduklarını ve ondan yararlandıklarını ifade etmektedir. Tevrat’ı değil de “KİTAB’I” demekle Tevrat’ın bir kitap olduğunu ifade etmektedir. Çünkü o bir sistemi içermektedir. İnsanlığın elimizde bulunan en eski kapsamlı bir kitabıdır.
Kur’an tüm insanlığa gönderilen bir kitaptır. Onu insanların anlayabilmesi için önce Tevrat gönderilmiş ve uygulanmıştır. Sonra şeriat Hazreti Muhammed aleyhisselâma uygulatılmıştır. Biz Kur’an’ı anlayabilmemiz için iki kaynağa başvururuz, biri Tevrat, diğeri de Sünnet. Günümüzün ilimleri ile onların ışığında anlar ve içtihadımızı yaparız.
وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ (Va QaFaYNAv MıN BaGDiHi Bi elRuSuLi)
“Arkasından resulleri takfiye ettik.”
“TAKFİYE” kafa kelimesinden yapılmış bir kelimedir. Öne düşmek, önder olmak demektir.
“Onu takfiye ettik” denmiyor, sadece “TAKFİYE ETTİK” diyor. Kimi takfiye ettiler?
Hazreti Muhammed’i takfiye ettiler, Hazreti İsa’yı takfiye ettiler.
Burada bahsedilen peygamberler, Hz. Davut, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriya gibi diğer İsrail oğullarının resulleridir. Onlar Tevrat’ı uyguladılar. Kur’an’ın anlaşılmasına öncülük ettiler. Kitabı Mukaddesler okunduğu zaman görülür ki, zamanla hep Kur’an’a doğru atılmış adımlardır. İnsanların Kur’an’ı anlayabilmeleri için ön uygulamalar yaptırılmıştır. Bu Kitap’tan sonra olmuş, yani, Tevrat uygulanarak ön tatbikat yapılmıştır.
Mühendislikte önce bir proje yapılır; Tevrat budur. Atölyede bir örnek üretilir; İbrani uygarlığı budur. Sonra o uygulama göz önüne alınarak projeye son şekli verilir; Kur’an budur. Sonra yine örnek bir üretim yapılır; Sünnet budur. Sonra da seri imalata geçilir; insanlar son örneğe bakarlar, ölçüleri projeden alarak seri üretim yaparlar. Kitaplar da sünnetullah üzere gelmiştir. Bize üretim usûlünü de öğretmektedir.
وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ (VaEAvTaYNAv GIySa ıBNa MaRYaMa eL BayYıNAvTı)
“Ve Meryem oğlu İsa’ya beyyinâtı îtâ ettik.”
Hazreti İsa babasız doğmuştur. Bir baba onu eğitmemiştir. Hazreti İsa’yı Hazreti Meryem yetiştirmiştir. Hazreti İsa daha çocuk iken olgun zekâya mâlik idi. Beyni erken oluşmuştu. Daha beşikte iken akıllıca konuşuyordu. Bugünkü ilimle bilinmektedir ki, tek kromozomlu canlılar da oluşmaktadır. Arıların erkekleri böyledir. Erkek olmak için ya XY kromozomu olması gerekir, ya da çift değil de tek kromozom olması gerekir.
Ancak bu erkek evlense erkek çocuğu olmaz. Hazreti İsa’nın da böyle bir çocuğu yoktur.
Tek kromozomlu olma belki de erken olgunlaşmayı gerektirir.
Hazreti İsa’nın ayrılmaz hocası olduğu için Hazreti İsa Anası Hazreti Meryem ile birlikte anılır.
“Ona beyyinâtı verdik” diyor, Kitab’ı verdik demiyor. Çünkü İncil hükümler içermiyor, Tevrat’ın hükümlerini açıklıyor. İncil bir şeriat kitabı değildir. O sebeple burada ona “Kitab’ı” değil de, “beyyinâtı verdik” diyor. “BEYYİNÂT” delil demek, mucize demektir. Hazreti İsa’ya ayrıca daha inandırıcı mucizeler verilmiştir.
Doğumu mucize yapılmış ve insanlığın tarihlenmesi onun doğum gününe rastlatılmıştır.
Hıristiyanlık 2000 yıldır insanlığa İbrahimî dini anlatmakla hizmet veriyor.
Tevrat’ı Yahudiler uyguladılar ama Tevrat’ı tüm insanlığa ulaştıranlar Hıristiyanlar olmuştur.
“MERYEM” “Râme” kelimesinden mef’al vezni üzeredir. Anlamın, meramın mekânı demektir. Hıristiyanlığın oluşmasında Hazreti İsa kadar Hazreti Meryem’in de etkisi vardır. Hıristiyanlar onu da aynı derecede takdis etmektedirler.
أَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ (Va EyYeDNAvHu Bi RUvXi eLQuDuSi)
“Ve onu kudusun ruhu ile teyid ettik.”
“KUDUS” halkın toplandığı yerdir. Orada topluluk bir araya gelir ve kitlelerin ruhu oluşur. Ruhların birbirleriyle etkileşimi sonunda oluşan bu ortak ruh ile insan bağımsızlığını kaybeder.
İnsan beyni aynı bilgisayar ve telsizler gibi çalışır. Yan yana gelen iki insan normal olarak konuşmasa bile, beyinlerinden çıkan sinyallerle etkileşir ve bilinç altında anlaşma olur. Tarikatlar buna dayanırlar. Bir araya gelirler, ya susarlar ve hiçbir şey konuşmazlar veya bir mânâsını düşünmeden bazı kelimelerin virdini yaparlar, tespih çekerler. Türkçede buna ‘zikir’ denmektedir. Tesbih insan beynindeki elektrikî devreleri titreştirir ve devrelerin düzgün hâle gelmesini sağlar. Sonra elektromanyetik dalga yayarlar. Yahut ışık üstü dalgalarla haberleşirler. Yavaş yavaş aralarında duygu birliği doğar.
İnsan bulunduğu kentte de bu dalgaların etkisi altındadır. Evine kapanıp kimse ile görüşmese bile, o çevrenin ortak ruhunun etkisi altındadır. Buna “kudusun ruhu”, yani “topluluğun ruhu” denmektedir. Sosyoloji ve psikoloji ilmi ilerledikçe bu kudusun ruhu yani topluluğun ruhu kolay anlaşılmaktadır. Beş vakit namazı birlikte kılanlar arasında böyle bir topluluk ruhu doğmaktadır. Moda ve sloganlar hep topluluk ruhunun eseridir.
Hazreti Musa resullerle yani uygulamacılarla takfiye edilmiş, Hazreti İsa’ya ise topluluğun ruhu verilmiştir. Bir bakarsınız ki topluluk onu lider yapar. Büyük bir güruh oluşur. Bediüzzaman öyle kudusun ruhu ile desteklenmiştir. Erbakan böyle kudusun ruhu ile desteklenmiştir. İnsanlar onu kendilerine lider kabul ederler. Bunu çalışarak elde edemezsiniz, Allah size nasip eder. AK Parti’nin iktidar olması da böyledir.
Hazreti İsa aleyhisselâm insanlık için saygıdeğer biri olmuştur. O topluluk ruhu sayesinde bugün iki milyar insandan fazlası onun arkasından gitmektedir. Bugün Kur’an’ın yeryüzündeki etkisi de böyledir. Dost düşman hepsi Kur’an’a doğrudan cephe alamamaktadır. Herkes onu tevil ederek, tahrif ederek kendisine âlet yapmakta ama kimse doğrudan cephe alamamaktadır. Sinsi yollarla onu tahrif etmeye çalışmaktadırlar.
a) Arapça olan Kur’an’ın yerine tercümelerini ikame etmeye çalışmaktadırlar. Kur’an’ın Arapça metnini içermeyen tercümelerini almak, satmak, okumak ve dağıtmak bu fitnenin aracısı olmaktır. Haramdır.
b) Kur’an’ı nüzul sırasına göre veya konulara göre basmaktadırlar. Böylece zamanla Kur’an’ı paramparça hâle getirmeye çalışıyorlar. Konulara göre tefsiri yazılabilir, ama konulara göre meal yazılamaz. Kimse bunları almamalı, okumamalı, satmamalı, hattâ bulundurmamalıdır.
c) Klasik Kur’an Arapçası yerine, bugünkü Arap âleminde konuşulan sokak Arapçası üzerindedirler. Kur’an’ı heva ve hevesleriyle, bugünkü sokak Arapçası ile yorumlayarak gerçek maksadından uzaklaştırıyorlar.
أَفَكُلَّمَا جَاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوَى أَنفُسُكُمْ
“Size nefislerinizin heva etmediği ile bir resul her geldiğinde şöyle yapmadınız mı?”
İnsanlar her yeni düzene bakarlar, hoşlarına giden ve gitmeyen şeyleri bulurlar. Kimileri hoşlarına gitmeyen şeylere dayanarak yeni sistemi reddederler. Mesela, Doğru Yol Partisi “Adil Düzen”i reddetmiş, ama hoşlarına gidenleri de almış ve kendisine program yapmaya kalkışmıştı. Bugünkü AK Parti de böyle yapıyor, “Adil Düzen”i reddediyor, Millî Görüşü reddediyor ama orada öğrendiklerini parça parça uygulamaya çalışıyor.
Bir kısım insanlar da bunun aksini yaparlar. Hoşlarına giden şeyleri alır ve benimserler. Sonra da hoşlarına gitmeyenleri ondan ayıklarlar. Tarih boyunca hep böyle olmuştur. Peygamberler hakkı getirmişler, insanlar önce onlara karşı çıkmışlar, ama sonra benimseyip onların getirdiklerini tahrif etmişlerdir. Hıristiyanlığı önce tahrif etmişler, sonra da muharref Hıristiyanlığa uymayanlara zulüm yapmışlardır.
Bugün “Adil Düzen”e cephe alan Müslümanlar vardır. İşlerine geleni alırlar, işlerine gelmeyeni reddederler. Bunun üzerine Allah onların bu yanlış hareketlerini düzeltmek üzere resuller gönderir. Ama her gelişinde onları tekzip ederler veya katlederler. Bu da bir kuraldır, sünnetullahtır. Topluluk bir şeyi benimser, kendi anladığı gibi benimser, heva ve hevesine göre benimser. Sonra da onunla ölür, onu değiştiremezsiniz.
Reşat Nuri Erol, Saadet Partisi’nden Ümraniye Taşdelen beldesinde belediye başkanlığı adaylığını koydu.
Gayemiz “Adil Düzen”i tebliğ etmekti. Orada ANAP’lı bir belediye başkanı var, diğer parti yönetimleri ile işbirliği hâlindedir. Saadet Partisi’nin yönetimine de onlar hakimdi. Ben Reşat Nuri Erol’a destek olmak için orada bulundum, AK Parti ile Saadet Partisi oylarını birleştirme planını hazırladım. Orada sakallı biri vardı, ANAP için faaliyette idi. Derhal bana karşı cephe aldı ve dedi ki; ‘Adil Düzen demek, gece kalkar teheccüd namazı kılarsın, zikredersin, tespih çekersin demektir, Adil Düzenin belediye yönetimi ile ne alakası var?’
Önce parti belde teşkilatı benim oradan ayrılmama karar verdi. Sonra mesele Ümraniye’de görüşüldü ve benim ayrılmama karar verdiler. Sonra İstanbul İl Başkanlığı onayladı, Osman Yumakoğulları onayladı ve sonunda ben oradan ayrıldım. Ne oldu? Tabii ki ANAP adayı kazandı. Sonuç Erbakan’a gitseydi, yine bir şey değişmezdi.
Bu sebepledir ki, mevcut partilerle “Adil Düzen”i getirmek mümkün değildir.
Yapılacak iş, önce “Adil Düzen”e göre aşiretleri oluşturmak… Sonra “Adil Düzen”e göre işletmeleri kurmak… Sonra “Adil Düzen”e göre ocakları kurmak... Tabii, bu arada “Adil Düzen”e göre dergi çıkarmak, televizyon satın almak... Sonra mevcut partileri anlaştırarak “Millî Mutabakat Hükümeti” içinde “Adil Düzen”i devlet seviyesine çıkarmaktır... Belki, bu arada “Adil Düzen Partisi” kurulabilir, ama iktidar olmak için değil; partiler arasında “Adil Düzen” mutabakatı sağlamak için bu yapılır…
Bugün dünyayı sömüren zalim sermaye sahiplerinin yola geleceğini sanmak hatalıdır. Onlar bir an “Adil Düzen”i alsalar bile, tahrif eder ve işlerine geldiği gibi uygulamaya çalışırlar.
O halde, yapılacak iş “Mala-Mal Marketleri” kurmaktır. Elbette İsrail oğulları içinden de bu marketlere katılacak olanlar olacaktır. Ama sömürü sermayesi direnecek, tekzip edecek, katledecektir. İsrail oğulları içinden de “Adil Düzen”i doğru dürüst anlayan ilim adamları çıkacak, onlar onlara tebliğ edeceklerdir. Ama onlar onları ya tekzip edeceler, ya da öldüreceklerdir. Üzeyir Garih’in öldürülmesi böyledir.
اسْتَكْبَرْتُمْ (iSTaKBaRTuM) “İstikbar ettiniz.”
Resuller ne getirdiler? İnsanların sınıflaşmaları bitsin, serbest rekabet içinde hayırda yarışsınlar, yani servet edinmede yarışsınlar. İşte bu hayırlı sermayedir, zekâtı verilen sermayedir, faizsiz çalışan sermayedir, tekel oluşturmayan sermayedir. Vasiyet âyetinde ‘hayrı terk ederse’ diyor.
Resuller işverenle işçinin eşit olduğu düzeni getirdiler. “Adil Düzen”de bu nasıl sağlanacak?
Önce karşılığı olmayan paralar olmayacaktır. Sonra kredi işçiye verilecek, işçi çalıştırana işçinin ücreti ödenecek, hammadde kredisi verilecek. Böylece işçi sermayesini sırtında taşıyarak işverenlere gidecektir. İşverenler işi organize ettiklerinden ve işi bildiklerinden işletmenin yöneticisi olacaktır. Vergi işçiden değil, sermayeden alınmaktadır. Dolayısıyla, işveren sermaye vergisi ödediği için işçi bulup sermayesini çalıştırmak zorundadır. İşçi de karnını doyurmak için çalışmak zorundadır. İşçiler de çoktur, işverenler de çoktur. Çünkü işveren olmak için sermaye gerekmemekte, sadece işi bilmek yeterli olmaktadır. Böylece sömürüsü olmayan bir düzen ortaya çıkmaktadır. Oysa faizli sistemde işveren sermayesini faize yatırarak oturmaktadır. İşçi ise karnını doyurmak için patronun kölesi olmaktadır. İşte burada sınıf oluşuyor; işveren ve işçi sınıfı.
İşçilikten işveren sınıfına geçmek imkânsız. Başka ne var? Bürokratlar var, halk var. Tekel oluşturmuşlar, kendileri istediklerini alıyorlar, kendileri istediklerini terfi ediyorlar.
Yargıtay saltanatı oluşmuş, rektörler saltanatı oluşmuş, odalar saltanatı oluşmuş. İyi ki askerlik zor da kimse harb okuluna gitmek istemiyor da halktan insanlar asker oluyorlar, yoksa askerler saltanatı da oluşabilirdi.
İşte böyle sınıflardan oluşmuş bir dünya düzeninde “Adil Düzen” istenir mi?
Elbette “Adil Düzen”e karşı otel odalarında necva yapılacak, iktidarlar indirilecek, tekzip edilecek ve katledileceklerdir. Buna karşı ne gibi çare bulunacaktır? Kur’an bunu çok açık ve net olarak söylüyor.
Siz “Adil Düzen”i öğrenip kendi aranızda uygulayın. Göstererek ve anlatarak tebliğ edin. Şehit verebilirsiniz ama sizi ortadan kaldıramayacaklar. Onlar azdıkça azacaklar. Allah onlara belalarını sizin elinizle değil, kendisi başka yaptırımlarla verir. Siz onlara karşı silahlanmayın, sizin silahınız “Adil Düzen” olsun. Allah düşmanlarınızı helâk ettikten sonra siz iktidar olursunuz, iktidar olunca da devletinizi elbette meşru yollardan koruyacak, size karşı saldıranlarla cihad yapacaksınız, savunacaksınız...
فَفَرِيقًا كَذَّبْتُمْ (Fa FaRIYQan KezZaBTum) “Bir fırka olarak tekzib ettiniz.”
Buradaki “FERİK” tekzip edenlerdir. İnsanlar resullere karşı üç grup olmaktadır.
Birinci grup tekzip etmekte, “Adil Düzen”in yanlış olduğunu, yalan olduğunu ileri sürmektedir.
“Adil Düzen”i tekzip, ilâhi dinleri tekzibe dayanmaktadır. Tevrat, İncil, Kur’an ve Budistlerin Furkanları yalandır. İnsanlığı bugünkü uygarlığa yalancılar getirmişlerdir. Hak hukuk diye bir şey yoktur. Hakkın sahibi Allah yoktur, dolayısıyla bunların ilâhi kitap olduğunu iddia edenler ilkeldir, gericidir.
Bu kitaplara ve müsbet ilme dayanılarak hazırlanmış “Adil Düzen” de yanlıştır, yalandır. İnsanları masallara ve efsanelere inandırmadır.
İşte bir fırka böyle yapıyor, böyle diyor. Tekzip ediyor ama savaşmıyor. Sadece karşı cephe almakla yetiniyor. Bunlar sömürücülerle işbirliği hâlinde olanlardır.
وَفَرِيقًا تَقْتُلُونَ(87) (Va FaRIyQan TaQTuLUvNa)
“Ve sizden bir fırka da katletmekte idiler.”
Yani, sadece tekzip ile yetinmiyorsunuz. Otel odalarında pazarlık yaptıktan sonra, gizli istihbarat ve mafya kolları ile ‘tebbet yeda’daki iki kolla resulleri ve resullerin yanında yer alanları katletmektesiniz.
Burada dikkat edilecek husus “tekzip ettiniz” diyor, sonra “katlettiniz” demiyor, “katletmektesiniz” diyor. Beş yüz yıldır Avrupa’da din savaşları yapılmaktadır. İktidar savaşı başkadır, din savaşı başkadır. İktidar savaşı iktidara talip olanlar tarafından yapılır. Galip gelen yönetir ama halkın dinine ve yaşayışına karışılmaz. Osmanlı-Bizans savaşları budur. Bu meşrudur. Çünkü iktidar yönetemeyince iktidardan inmesi ve başkasının geçmesi gerekir. Eskiden bu savaşlarla yapılıyordu. İktidara talip olan savaşır ve güçlü olan iktidar olurdu.
Şimdi seçimlerle iktidar olunuyor. Ama yine başarılı sonuca ulaşılamamıştır.
Ancak “Adil Düzen” ile demokrasi gelebilir, başka düzenlerle değil.
Oysa, beş yüz yıldır Siyonistler Avrupa’da halk arasında din düşmanlıkları ilka etmişler ve mezhep kavgaları ile halk bizar olmuştur. Yirminci yüzyılda ise bu savaşlar rejim savaşlarına dönüştürüldü. Şimdi rejim savaşları da değil, artık alenen sömürü savaşları başlamıştır, çıkar savaşları öne çıkmıştır.
Burada iki fırkadan bahsediliyor, ikisi de nekiredir. O halde bir üçüncü fırka daha vardır. O da resulün yanında yer alan fırkadır, “Adil Düzen”in yanında yer alan fırkadır. Onlardan sadece işaretle bahsedilmiş olmaktadır. Demek ki İsrail oğullarından da “Adil Düzen”in yanında yer alanlar olacaktır.
Burada resullerden bahsetmektedir. Bunlar devrin siyaset yapan âlimleridir. Erbakan bunlardan biridir; hem ilim adamıdır, hem de siyaset adamıdır. Kur’an’dan sonra yeni kitap gelmeyecek, yeniden vahiy alınmayacaktır. Nebilerin yerini âlimler alacaktır. Resullerin yerini ümera alacaktır. Ümera ulemanın içtihat ve icmalarını vahiy kabul edip ona göre hareket edeceklerdir. Akevler’de oluşturulan “Adil Düzen” Millî Görüş tarafından kabul edilmiş ve ilk adım atılmıştır. Şimdi Akevler İstanbul Kooperatifi “Adil Düzen”in ikinci hamlesini hazırlamaktadır. Erbakan gibi güçlü biri daha çıkacak ve İstanbul Akevler ile işbirliği yaparak önce ekonomik düzeni “Adil Düzen”e göre oluşturacaklardır. Böyle bir oluş denenmektedir…
***
وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌ (Va QAvLUv QuLUvBuNAv ĞuLFun)
“Ve kalbimiz ğulftur, kılıflıdır dediler.”
“ĞULUF” kılıf demektir. Kılıcın kını bir kılıftır.
Yastığın ve yorganın kılıfı vardır, kirlenmesin diye geçirirler.
“Adil Düzen”i anlattığınız zaman cevap vermezler, veremezler, ‘yanlıştır’ diyemezler. Ama sonunda ‘anlayamadık’ derler, ‘anlaşılmıyor’ derler!
Siz konuştuğunuz zaman size cevap veremeyince ‘anlayamadım’ der, inkâra devam ederler!
‘Erbakan’ın “Adil Düzen”i anlaşılmıyor’ diyorlar. Oysa, ben okuyorum, çok kolay anlaşılıyor.
Ahmet Akgül okumuş, dinlemiş, çok kolay anlamış. Bir ilkokul öğretmeni bu kadar güzel anlıyor, katkılar yaparak yazıyor da, siz niçin anlayamadınız?!.
Anlamadınız; çünkü anlamak istemediniz.
Burada “KALB” deyince beynimiz demektir. “Kalb” merkez, santral demektir.
İnsanda iki merkez vardır, biri göğüste, diğeri beyindedir. Kur’an bunları açıkça ifade ediyor.
بَلْ لَعَنَهُمْ اللَّهُ بِكُفْرِهمِ (BeL LeGaNeHuMu elLaHu BiKuFRiHiM)
“Şöyledir, Allah küfürleri nedeniyle onlara lânet etmiştir.”
“BEL” kelimesi kendisinden önce söyleneni ne tasdik ne de tekzib eder. Yani, onlar söylenenleri anladılar, bu bakımdan beyinleri kılıflı değildir. Ama anladıklarını kabul etmediler. Onun için de kılıflıdır.
Onlar anlamakta değil, inanmakta zorlanıyorlar. Allah onları dışlamıştır.
Onlar “Adil Düzen”i kabul edemezler. Çünkü onlar kâfirdirler, bile bile gerçekleri kapatıyorlar.
Gençliğimden beri devlet makamlarına yazılar yazarım, ama hiç ses çıkmazdı. Bunun üzerine ben de nadir olarak yazmaya başladım. Sonra öğrendim ki, alıp okuyorlar ve onu beyinlerine atıyorlar. Yıllar geçiyor, unutuluyor, sonra güya kendileri bulmuş gibi değiştirerek ve bozarak uygulamaya kalkışıyorlar.
İşte bu küfürdür; ben buldum, ben yaptım demek için saklamak küfürdür.
Oysa fıkhın kuralı vardır. Bir fikri ortaya atanın telif hakkı vardır, devlet onu ona öder. Ama ortaya atılan fikirleri uygulama ise uygulayana fikir sahibinden çok daha üstün mükâfat kazandırır. Fikrin başkasından olması son derece normaldir. Nasıl yasama ile yürütme ayrı ise, fikir sahibi ile fikri uygulayan da ayrıdır.
“Adil Düzen”i Akevler’in ortaya koyması, Erbakan’ın “Adil Düzen”e yaptığı hizmetlerden bir şey eksiltmez, tam aksine hakkı kabul ettiği için onun derecesini kat kat yükseltir. Kendi fikri olmaktan daha çok mükâfata lâyıktır.
İşte böyle küfredenlere Allah “Adil Düzen”i uygulamayı nasip etmez. İsrail oğullarının çoğu bu gruplardan olacaklardır. “Adil Düzen”i ya yalanlayacaklar, ya da “Adil Düzen”e karşı savaş açacaklardır.
فَقَلِيلًا مَا يُؤْمِنُونَ(88) (Fa QaLIyLan MAv YuEMıNUvNa) “İman ettikleri kalildir.”
Burada “Mâ” yani iman edilenler kalildir, azdır. “Men” getirilmemiş de “Mâ” getirilmiştir.
Tüzel kişiliği olmayan topluluklar “Mâ” ile ifade edilir. Örgütlenmiş olanlar iman edemezler. Ancak örgütten ayrılan veya örgüte dahil olmayanlar iman edebilirler.
Millî Görüşün “Adil Düzen”i benimsememesi buradan gelir. Erbakan gibi etkin bir kurucu başaramamış ve “Adil Düzen”i Millî Görüşe kabul ettirememiştir. CIA ajanları başarıya ulaşmışlar ve yalan söyleyerek Millî Görüşçüleri “Adil Düzen”den uzaklaştırmışlardır. Yukarıda “FERİKAN” kelimeleri nekire olduğundan üç fırka olduğunu söylemiştik. Burada bunların çok az olduğu da belirtiliyor. Buradaki “Mâ” kelimesi şunu gösteriyor ki, bize örgütlenmiş insanlar katılmayacak, biz yeniden örgütleneceğiz.