BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
Süleyman Karagülle
2575 Okunma
bakara 236-242

 

 

ADİL DÜZEN 414

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 76. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِنْ طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ أَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَرِيضَةً وَمَتِّعُوهُنَّ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُحْسِنِينَ(236) وَإِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ أَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ إِلَّا أَنْ يَعْفُونَ أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَأَنْ تَعْفُوا أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَلَا تَنسَوْا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ(237)

 

Derse başlamadan önce bir sorunu çözmemiz gerekir. Biz Kur’an’dan öğrendiklerimizi buraya aktarmak zorundayız. Sizlerin de kadın olsun erkek olsun bunları bilmesi gerekir. Ancak kadın ve erkeğin birlikte olduğu yerde bunların okunması iffete uygun düşmeyebilir. Bu konu da topluluklara göre değişebilir. Benim yetiştiğim memlekette birine ‘senin eşin çok güzeldir’ deseniz, sizi silahla vurur. Başka yerlerde de buna beis görülmeyebilir. Dolayısıyla ben bunu takdir etmeyeceğim. Ama hangi cemaatte okunuyorsa, o cemaatin anlayışına göre o kısımlar renklendirilir ve onlar okunmaz. İstanbul Yenibosna için bu işi Hasan Özket’in renklendirmesini istiyorum. Benim anlayışıma en yakın görüş onun olur. Reşat Nuri Erol da redakte edip yayına hazırlarken o da renklendirebilir. Her birinin ayrı ayrı mahzurlu gördükleri okunmaz. Ama sonra bu kısımları herkes ayrı ayrı kadın ve erkek olarak okumalıdır. Kadınlar aralarında tartışmalıdırlar. Erkekler de aralarında tartışmalıdırlar.

Başka bir hususa da burada işaret edeyim. Kadın erkek sıraya girmelidir. İslâmî oturma sistemi budur. Kadınlar arkada oturmalıdır. Aralarında bir saf kadar boşluk olmalıdır. Eğer bir halka oluşturuyorlarsa ya mahrem olan kadın erkek yan yana oturmalıdır, kadınlar bir tarafta erkekler bir tarafta olmalıdırlar, yahut yabancı kadınla erkek arasında bir kişi oturacak kadar uzak olunmalıdır. Yuvarlak masanın hükmü budur. Kadınların arkasında kadınlar, erkeklerin arkasında erkekler oturmalıdırlar.

لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (LAv CuNAXa GaLaYKuM)  

“Size cunah yoktur.”

Sizin onu yana atmanız gerekmiyor. Gereğini yapmanız gerekir. Buna ilk vereceğimiz mânâ şudur.

Temas etmediğiniz kadınları boşamanızda size cunah yoktur. Örneği şöyle verelim.

“İn ci’te ükrimük” derseniz, gelirseniz bana ikram etmek farz olur. “Ukrimüke İn Ci’te” derseniz, ben size ancak bana gelirseniz ikram edebilirim demek olur. Gelmezseniz size ikram etmeye gücüm yetmez demek olur. İkram gelmenin şartı olur. Oysa birincisinde ikram gelmenin illeti olur.

Lâ Cunaha”yı da gerek anlamında anlarsak, gerekmesi için boşamanız şarttır anlamı çıkar.

Siz nişanlanır da sizin tarafınızdan beğenmeme sözkonusu olursa bir tazminat ödemeniz gerekmektedir. Kadın beğenmez de ayrılırsa sizin bir şey vermeniz gerekmez. Bir şey vermenizin size farz olması için boşanmanın sizin tarafınızdan olması gerekir anlamındadır.

إِنْ طَلَّقْتُمْ النِّسَاءَ (EiN TalLaQTuMu elNıSAEa)  

“Kadınları talak ederseniz.”

Burada da talakı topluluğun icra ettiği bir müessese olarak görmektedir. Nişanlanmadan itibaren nikah sosyal bir akit olarak başlamaktadır. “İN” yerine “EN” gelseydi, boşamasında bir sakınca yoktur anlamını verebilirdik. Oysa burada “kadınları boşarsanız” şunu yapmanızda sakınca yoktur mânâsını vermemiz gerekir. Aşağıdaki “Ve Muttiûhunne” “Vav”ı burada hazfın olduğunu ifade etmektedir. Boşayan erkekse tazminatı kadına vermesi gerekmektedir.

مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ (MAv LaM TaMasSUvHUnNa)  

“Temas etmemişseniz”

Burada “”yı vasıf “Mâ”sı olarak almayız, çünkü nekiredir. “Ellâti” olması gerekir. Ancak mastar “Mâ”sı olarak alabiliriz. Temas etmeden boşarsanız. “Min Kablu” takdiri vardır. Hattâ böyle kıraat dahi vardır. Temas etmeden boşarsanız onlara tazminat ödemeniz gerekir anlamı çıkar. Burada nişanlılık müessesesini anlatmaktadır. Batıda nişanlılık ile evlilik denemesini yapmaktadırlar. Hattâ cinsi ilişki bile kurup sonra beğenirlerse evlenmektedirler. Kur’an bunu yasaklamaktadır. İslâmiyet’e göre nişanlanma evlenme demektir. Onun dışında kadın erkek arasında ilişkili sevişme men edilmiştir.

Nişanlılar halvet yapmak üzere gezebilir, konuşabilirler. Halvet olurlarsa yani cinsi ilişkide bulunabilecek bir yalnızlık içinde olurlarsa duhul olmuş olur. O zaman boşarsa mihrin tamamını vermesi gerekir. Halvet olmadan nişanlanırlarsa bu nikah sayılır. Boşanma vukuunda mihri takdir etmeseler de yine kadına tazminat verirler. Evlilerde kusura göre verilen mihir geri alınmakta veya kısmen tenzilat yapılmaktadır. Nişanlılarda bu hüküm geçerli değildir. Boşanma kadı tarafından yapılmışsa hiçbir şey alamaz. Nişanlanma erkek tarafından yapılmışsa mihrin tamamının verilmesi gerekir. Burada karar kusurlu da olsa kabul etme durumu vardır. Nişanlılık dönemi böylece uzamaktadır. Kadın o boşasın diye sabredecek, erkek de o boşasın diye sabredecektir. Sonunda birbirlerinin kusurlarını da kabullenerek evliliğe döndüreceklerdir.

Demek ki, bir nişanlılık dönemi geçirme ailenin sağlığı için gereklidir. Nişanlılık döneminin uzun olmasında yarar vardır. Nişanlılar birbirlerini daha iyi tanırlar. Kusurlarını, huylarını öğrenirler. Beraber olunca da birbirlerini severler. Böylece sağlıklı bir evlenme olmuş olur.

أَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَرِيضَةً (EaV TaFRıWUv LaHunNa FaRIyWaTan)  

“Yahut farizayı farz etmemişseniz.”

Burada mihire “fariza” denmiştir. “Fariza” pay demektir. Bu mirastaki paydır. Eşler evlendikleri zaman birbirine altıda birle mirasçı olmaktadır. Anne ve babanın payları kadar pay almaktadır. Ama bu pay mihirle sekizde bire inmekte veya dörtte bire yükselmektedir. Dolayısıyla bu bir paydır. Mihir vermek demek ifraz etmek demektir. Erkek servetinden bir payı alıp kadına vermektedir. Fariza nekire gelmiştir. Dolayısıyla her kadın için değişiktir.

Kadın ile erkek veya taraflar pazarlık yaparlar ve mihri öyle belirlerler. Belirlenen mihir aldatmaca olmamalıdır. Çok az mihir belirlenirse o belirlenmiş sayılmaz, iptal edilir. Mihri misil verilir. Bu azlık her toplulukta değişmektedir. Her bucak kendi asgari mislini belirlemiş olur. Ondan az mihir takdir etme hiç etmeme anlamına gelir. Bu da şöyle belirlenir, orada yapılan anlaşmalarda konan mihirlerin ortası bulunur. Onun yarısından az takdir edenler etmemiş sayılır. Mihir hususunda şunlar vardır.

a)      Kadın istediği kadar mihir isteyebilir. Bunun üst sınırı yoktur. Bu aynı zamanda kocasını ikinci evlilikten vazgeçirmek için koyacağı miktardır. İkinci olarak evlenmeyeceksin şartı geçersizdir, bâtıldır. Ama ikinci olarak evlenmesi hâlinde kadının tam mihri alarak ayrılma hakkı doğar. Mihrin miktarını tesbit etmek de anlaşmaya bağlıdır. Kadın koca buluyorsa onu çok yüksek mihre bağlayabilir, yahut ben kumalı koca istemiyorum der ve evde oturur. Görülüyor ki denge tamamen sağlanmıştır. Erkekleri çok kazanmaya zorlamaktadır. Onları yarıştırmaktadır.

b)      İkinci mihir tesbiti ise mihri misildir. Bu da kadın servetinin onda biri, erkek servetinin yirmide biridir. Buna mihri misil denir. Bunu şöyle hesaplayabiliriz. Kadın veya erkek şu anda kimlerin vârisidir? Onlardan hangi servet ona kalacaktır? Erkek akrabalarından gelenin yirmide biri, kadın akrabalarından gelenin onda birleri toplanır, işte bu onun mihridir. Bunlar varsa kendi servetlerinin de kadın için onda biri, erkek için yirmide biri eklenecektir.  Böylece bunlar birbirine yakın ise demek ki bu aileler zenginlik bakımından küfüvdürler, denktirler. Eğer kadının mihri erkeğin mihrinin iki katı ise küfüv değildirler demektir. Veliler evlenmelerine mâni olabilirler. Denk değilseler mihirde hüküm ne olacaktır? Ortalama alınabilir. En büyüğü alınabilir. En küçüğü alınabilir. Bu husustaki hüküm bucağa göre değişecektir. Bucağın istişarî tercihiyle sağlanacaktır.

c)       Varlıklarının çok az olması sebebiyle mihri misilleri çok az olabilir. O zaman o bucakta belirlenen asgari mihir geçerli olacaktır. Mihri misil asgari mihirden az olamaz. Bu da mihri misillerin orta değerinin yarısıdır. Bucak böyle belirleyebilir.

d)      Asgari mihirden az bir anlaşma ile anlaşmışlarsa o zaman anlaşma yapılmamış olur, mihri misil sözkonusu olabilir, yahut istişarî kararla asgari mihir konabilir.

وَمَتِّعُوهُنَّ (Va MatTiGUvHunNa)  

“Ve onları temti’ ediniz.”

Burada “Ve” harfi gelmiştir. Demek ki bundan önce yapacağımız bir şey vardır. Bir emir vardır. Çünkü emir habere atfolmaz, şarta da atfolmaz. Şartın cevabı “Ve” ile gelmez.

Ve onları temti’ ediniz” diyor. Yani onlara mihirlerini veriniz, ayrıca “onları temeti’ ediniz” diyor. Demek ki yukarıda bahsettiği mihirdir. Hazf olmuştur. Siz birisine ‘söyle göndersin, faturayı da kessin’ derseniz, bir mal göndersin, faturayı da kessin anlaşılır. Burada da hazf yapılmıştır. Zikredilmemiştir. Neden hazfe gidilmiştir sorusu sorulabilir.

Kur’an bazı hükümleri ancak rasihlerin anlayacağı şekilde ifade eder. Bunun hikmetleri vardır?

a)      Kur’an’da ancak böyle veciz ifade edilirse her şey sığar. Yoksa denizler mürekkep olarak yetmez.

b)      Hazfedildiği zaman değişik şeyler takdir edilir. Böylece birçok yerlerde uygulanır hâl alır. Besmeledeki hazf bunun bir örneğidir.

c)       İnsanların hepsi her şeyi anlarlarsa birbirlerine ihtiyaçları kalmaz, mezhepler ve dayanışma ortaklıkları oluşmaz. İnsanlar dayanışma ortaklıkları kursunlar diye Kur’an veciz bir şekilde indirilmiştir. O zaman bir müçtehidin çevresinde toplanırlar.

d)      Hükümler içtihatla tesbit edilmektedir. Bu sayede teviller yapılarak, Kur’an’ı inkâr etmeden uygulamada zahiri mânâlardan kaçabilme imkanı bahşedilmiştir. İçtihat Allah’ın bizlere ihsanıdır. Bu sayede değişik çözümler üretilebilmekte, uygarlaşma mümkün olmakta, muttaki olmayanlar da devre dışına atılmaktadır.

Nişanlılar için temti’ yoktur. Madem ki erkek ondan yararlanmıyor, kadın da ondan yararlanmıyor. O halde onların birbirlerine karşı vecibeleri yoktur. Hattâ kadın ayrılıp annesinin babasının evine gittiği zaman bu metaı hak etmez. Ancak boşanma olduğunda iddet beklemesi gerekir mi? Boşanmadaki iddet sadece kadının hamile olup olmaması için verilmiş değildir. Pişmanlık zamanıdır, geriye dönebilsinler diyedir. Dolayısıyla üç ay beklemesi gerekmektedir. Hayızdan kesilenlerin üç ay beklemesine kıyasla üç ay diyoruz. Madem ki bekleme vardır, boşanma ister erkek tarafından ister kadın tarafından vuku bulsun, üç aylık geçinme bedelini ödemesi gerekmektedir. Nişanlıyken bunu vermemektedir ama beklemede iken vermektedir. Çünkü kadın bu esnada evlenmiyor. Bu arada bir bekleme zamanı oraya konmuş olmaktadır.

Tabii ki evlilikte evleviyetle bu hüküm geçerli olacaktır. Yani boşanmış kadınların bekleme dönemlerinde geçinmeleri tamamen kocalarına aittir. Birlikte yaşarken erkek kadın birlikte yemekte ve içmektedirler. Erkek ne getirirse kadın onu pişirmekte, kadın da ne pişirirse erkek onu yemek zorundadır. Erkek bütün karılara eşitlik içinde malzeme getirmek zorundadır. Benzer konfordaki evde oturtmak zorundadır. Ancak ayrılma olunca artık birlikte yaşamayacakları için, yaşamak zorunda olmadıkları için, kadının nafakası belirlenmiş miktar olacaktır.

Burada müşkülat vardır. Talak Sûresi’nde mü’minleri nikahlar da temas etmeden önce boşarsanız, onların sizin için sayacakları bir iddet yoktur. Temti’ ediniz ve sarahı cemil ile tasrih ediniz diyor. Buna göre duhul olmayan bir kadının iddet beklemesi sözkonusu değildir. Ancak dikkat edilirse sizin için iddet beklemesine gerek yoktur diyor. Halbuki talakta kendi nefislerinde tarabbusta iddet vardır deniyor. Biz bu müşkülatı şöyle birleştiriyoruz. Duhulden önce boşanma olmuşsa kadın isterse üç ay bekler, kocasının kendisine dönmesini ister. Talakı ric’dir. Yeniden nikaha gerek yoktur. Yeniden mihre gerek yoktur. Bu esnada kadın nafakasını alır. İsterse ayrılır ve başka kocaya gidebilir. Orada sizin için iddet beklemeleri onların aleyhinde yoktur deniyor. Yoksa kendi başlarına beklerlerse yoktur anlamı çıkmaz. O zaman yine temti’ ediniz deniyor. Ve cemil sarahla tesrih ediniz. Bu cemil serah da mihirlerini veriniz demektir. Nafaka hakları da mahfuzdur. Mihirden başka üç aylık nafaka da mihre eklenmektedir. Onlar beklemese de bunu istihkak etmektedirler.

Bu âyetten öğreniyoruz ki, nişanlılarda ayrılma hususunda erkeklerin daha çok düşünmeleri gerekmektedir. Kadın pasiftir. Talip olmaz. Erkeğin talip olmasını ister. Bir erkek ona talip olur da o ‘evet’ dedikten sonra erkeğin onu bırakması onun onurunu kırar. Bu bakımdan erkeklerin bir kıza talip olmadan önce içlerinde gizleyerek görmeleri ve konuşmaları gerekir. Resmen hıtbe olmamalıdır. Başka vesilelerle görüşmeli ve konuşmalı, birbirlerini tanımalıdırlar. İslâmiyet bu hususta müesseseler geliştirmiştir.

a)      Önce beş vakit namaz beraber kılınmaktadır. Bu vesile ile kız ve erkek birbirini tanımaktadırlar. Namazların ayrı kılınması, perde gerilmesi veya birbirini görmeyecek şekilde uzak oturmaları hatalı görülmüştür. Eskiden buna fazla ihtiyaç yoktu, çünkü komşular zaten birbirini tanıyordu, günlük iş hayatında tanıyordu. Oysa şimdi namazdan başka birbirlerini görecek yerler ancak balolar olmaktadır. Bunun gayri meşruluğu aşikârdır.

b)      Kadın ve erkeğin tanışacağı başka yer de misafirliklerdir. Kur’an’da, dostlarınızla bir yerde kadın erkek beraber yemek yemenizde bir memnuiyet yani yasaklık yoktur deniyor. Bu vesile ile aileler birbirlerini tanırlar. Komşu iki tarafı yemeğe davet eder, orada birbirlerini görüp tanımış olurlar.

c)       Birlikte geziler tertip etmek, hac gezileri gibi geziler tertip etmek de tanışmalarına vesile olur. Hacda kadın ile erkeğin beraber ibadet etmeleri ve seyahatte karışık olarak yürümeleri de bundandır. Bu beraberlik kabileden başlayacak, il ve ülkeler birleşerek seyahat edeceklerdir. Bizim ailelerle yapmakta olduğumuz piknik gezilerimiz de bundan dolayı sevap sayılır.

d)      Kur’an’da dördüncü bir müessese daha icat edilmiştir, o da kadınlar kafilesidir. Kadınlar burada kendi başlarına toplu olarak seyahate çıkarlar. Gittikleri yerlerde sanat gösterisi yaparlar, el işi ürünlerini teşhir ederler, kendi aralarında temsil verip sohbet ederler. Erkeklerle görüşmeseler bile görümceleriyle tanışırlar. Erkekler de bunları uzaktan seyrederler. Bunların toplantılarına erkekler seyirci olarak katılırlar.

İşte, Kur’an evli olmayanları evlendiriniz diyor. Bunun için de müesseseler konmuştur.

Bütün mesele ve sorun, insanları zinaya götürmeden ama anlaştırarak evlendirmektir.

Kadının onuru kırılmasın diye talip olduktan sonra, hıtbeye girdikten sonra kadın reddetme hakkına sahiptir. Sorun yoktur. Ama kadın reddetmeden erkeğin vazgeçmesi sözkonusu değildir. ‘Evet’ cevabı geldi mi nikah tamamlanmış olmaktadır. Artık nikahlılar durumuna girilmiştir. İşte bundan sonra da erkek boşarsa mihrin yarısını verecek, ayrıca üç aylık temettu’ alacaktır. Kadın isterse üç ay bekler, temettu’unu alır, mihri en son alır, isterse hemen bırakıp başka kocaya varır. Ben seni istemiyorum diyen kocaya iddeti beklemek zorunda değildir.

Biz hâlâ köy hayatı yaşıyoruz, yani köydekine benzer tanışmalarla evlilikler olmaktadır. Şehirlerde alt katta oturan üst katta olanı tanımıyor ve görüşmüyor. Durum böyle olunca, bunlar arasında nasıl tanışıp evlenmeler olacaktır?

Kur’an bugünkü hayatı bilmiş de böylece hükümler tesis etmiştir. Okulların karma olması bunun için gerekmektedir. Ama zinaya gidilmemesi için muta nikahları meşru hâle getirme zorunluluğu vardır. Batıdakiler evlilik dışı yaşıyorlar, sonra isterlerse evleniyorlar. Bu İslâmî değildir. Ama nişanlılık meşrudur. O halde üniversiteye, liseye giden baliğ olan kız nişanlanmalıdır. Okulda nişanlılar okumalıdırlar. Yahut başka okulda veya dışarıda nişanlısı bulunmalı, okuldan o almalıdır. Bu meşrudur, sevaptır. Eğer bunu yapamıyorlarsa, nikahlanıp evlenerek yaşayabilir ve öyle okuyabilirler.

Biz “Adil Düzen”de evlilik çağına gelmiş olan her erkeğe evlenmesi şartı ile kirasız oturacağı bir ev veriyoruz. İsterlerse kira öder gibi taksitlerini öder ve ev sahibi olurlar. 15 yaşına gelen herkese kadın olsun, erkek olsun çalışma kredisi verilmektedir. Evli olan erkeğin kredisi iki misline çıkarılmaktadır. Kadının kredisine de dokunulmamaktadır. Böylece herkese iş vermiş oluyoruz. Tahsil yapan kimselere yarım mesailerle geçinecek şekilde iş verilmektedir. Öğrencilerin ve öğretmenlerin işlettikleri işletmeden vergi alınmayabilir. Ayrıca bu işletmeler faizsiz kredilendirilirken iki misli olarak kredilendirilebilir. Kural şudur. Herkes beşikten mezara kadar okuyacaktır ama aynı zamanda çalışacaktır. Az çalışarak geçinme imkanı sağlanacaktır, yani ücreti yüksek olacaktır.

عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ (GaLAy eLMUSIyGı QaDaRUvHu)  

“Musi’ kaderi ile. Varlıklı varlığına göre.”

Demek ki boşanmışlarda takdir edilecek miktar kocanın gelirine ve kazancına göre olacaktır. Bunu takdir edecek hakemlerdir. Hakemler takdir ederler ve o kadar miktar iddet zamanında verilir. Bu nişanlılarla evliler arasında değişmez. Bunun miktarı kadının varlığına göre değil, erkeğin varlığına göre belirlenir.

Erkek hanımlarına eşit seviyede kiralık ev tutmak zorundadır. Ama farkı kadın vererek daha lüks ev tutabilir. Evin lüksü aynı olacaktır. Büyüklük ise ev halkı sayısı kadar olacaktır. Çocukları varsa yahut anne babası orada kalıyorsa büyüklük farklı olabilir.

وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُ (Va GaLAy eLMuQTıRı QaDaRuHu)  

“Muktir olanlar da kaderi kadar. Darda olanlar da varlıkları nisbetinde.”

“Katre” damla demektir, çap demektir. “Muktir” sınırlı demektir, az demektir. “Kader” de miktar demektir, ölçülü demektir. Bu anlamları ile genişliğin darlığı demektir.

Bir bucakta servet sahipleri sıralanır. Orta değerden daha fazla mal sahibi ise işte bunlar musi’dirler. Orta değerin altında olanlar da muktirdirler. Zenginler buna göre sınıflanırlar. Arada kademeler konabilir.

مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِ (MaTAGan Bi eLMaGRUfi)  

“Maruf bir meta olarak zengin zengine göre fakir fakire göre ödeme yapacaktır.”

Ortalama değer alınır. Servetin ortalaması alınır. Bu fakirlik sınırıdır. Ortalama varlıktan aşağı olanlar fakirdir, ortalama değerin üstünde olanlar da zengindirler. Fakir ve ganinin dışında musi’ ve muktir vardır. Orta değerin üstünde olanlar musi’, onun altında olanlar muktirdirler. Muktirin miskinden farkı; miskin gelirde orta değerin yarısından az geliri olandır; muktir ise serveti orta servetin yarısından az olandır.

Demek ki nafaka belirlenirken şu üç durum vardır.

a)      Erkeğin serveti vasat servetin yarısından fazla, iki mislinden azdır, yani vasat servet içindedirler. Onlar için erkeğin geliri ile orantılı bir pay belirlenecek, bu da istişârî kararlarla belirlenecektir. Tasarruf meyli göz önüne alınır. Erkeğin geçindirmekle yükümlü olduğu kimseler de göz önüne alınarak hesaplanır.

b)      Erkek musi’ ise yani serveti vasat servetin üstündeyse, onun için bucağın istişârî kararı sonucu kararlaştırılan miktardır. En yüksek miktar konur ve kadın daha fazla geliri veya varlığı var diye talep edemez.

c)       Erkeğin varlığı azsa, vasat servetin altındaysa, artık varlığına göre değil, asgari nafakayı ödeme durumundadır. Borçlanarak ödeyecek yahut dayanışma içinde ödenecektir ama ödenecektir.

حَقًّا عَلَى الْمُحْسِنِينَ(236)  (XaqQan GaLAy eLMuXSiNIyNa)  

“Muhsinlere bu borçtur.”

Allah adli ve ihsanı emreder diyor. Burada da “muhsinler”i erkek kurallı çoğul olarak getirerek bunların birer cemaat olmaları anlamına gelmektedir. Allah her hafta hutbede okunan emirlerde ne diyor?

Allah size şunları emrediyor.

a)      Adli emrediyor, dengeyi emrediyor. Eğer biri yoksulsa onu yoksulluktan çıkarınız. Eğer biri zenginleşip tekel oluşturacaksa onu aşağıya çekiniz. İşte zekât müessesesi budur.

b)      Bir de “ihsanı” emrediyor. Adaletin yanında ihsan da vardır. İyilik etmeyi emrediyor. Bu da adlin yetmediği yerde ihsan ile gitmedir. Şöyle ki, bir kimseye fakirlik ve yoksulluk paylarını verirsiniz, yetimlik ve yaşlılık paylarını verirsiniz. Ama bu yetmez. Öyle durumda olabilir ki, ona özel yardım gerekir. O zaman insanlar kendi paylarından, kendi boğazlarından eksilterek onu zor durumdan kurtarmalıdırlar. Bu “ihsan”dır. Erkeklerin eşlerine nafaka temin etmesi muhsinlere farzdır; yani bir vakıf kuracaklar ve bu duruma düşen kimselere dayanışma içinde yardım edilecektir. İşte, dayanışma ortaklığı bir ihsan ortaklığıdır. Karşılığı, biz de o duruma düşersek aynı şekilde bize de yardım edilecektir demektir. Aramızdan biri hastalanmıştır. Doktora gidecek imkanı yoktur. Ne yapıyoruz? Şöyle düşünürüz; ya ben hastalansaydım, bana yardım edeceklerdi. Ben hasta olmadığım için “Allah’a hamd olsun” dersin ve ona bedenen veya mâlen yardımda bulunursun. İşte bu “ihsan”dır.

c)       Akrabaya, yetime ve yoksula vermek. Burada bütçenin dağıtım şekli anlatılmaktadır. Fakirlerden değil de yoksullardan bahsediyor. Fakirlik zaruretten doğan bir hak değil, ekonomik dengenin hakkıdır, yani adl içine girmektedir.

İşte burada “muhsinler” deyince dayanışma ortaklığı kuranlar demek oluyor. Bu ortaklığa katılanlara “evliya” denmektedir; “veli” de bunların sorumlusu olmaktadır.

Kur’an Arapçasını bize fıkıhçılar öğrettiler ama biz Kur’an’ı o Arapça ile bugün anlıyoruz ve günümüzün sorunlarını çözüyoruz.

***

وَإِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ (Va EıN OalLaQTuMUvHunNa)  

“Ve onları tatlik ederseniz.”

Burada “Va” harfi gelmiştir. Demek ki bu yukarıdaki boşamadan farklıdır. Yukarıda talak cunah için şart yapılmıştı. Burada yarı mihir için illet yapılmıştır. Yukarıda size mihrin farz olması için sizin boşamanız gerekir denmişti. Burada ise boşarsanız mihrin yarısını vermeniz gerekir demektir. Mihri takdir etmiş iseniz yarısı, etmemiş iseniz kıyasla o kadar demektir.

Va” harfi ile atfetti. Tatlik farklı değildir ama hükmü farklıdır. Biri şart, diğeri ise illet olarak gelmektedir. ‘Bana gelirsen borcumu ödeyebilirim. Gelirsen borcumun yarısını öderim.’ Cümleler birbirine atıf olabilir. Buradaki zamir nisaya gider. Nisa orada tarif edilmediği için yani “Mâ” sıfat “Mâ”sı olmadığı için de bütün kadınlara giden bir zamirdir.

مِنْ قَبْلِ أَنْ تَمَسُّوهُنَّ (MiN QaBLi EaN TaMasSUvHunNa)  

“Onlara messetmeden önce.”

Yukarıda messetmeden onları tatlik ederseniz denmiş, burada messetmenizden önce messederseniz denmiştir. Kadınlarla birleşme Kur’an’da değişik şekilde ifade edilmiştir.

-Önce haramlar sayılırken duhul ettiğiniz karılarınızın kızları ile denmektedir.

-Sonra cünüplük için kadınlarla lems ederseniz denmektedir.

-Burada da messettiğiniz kadınlar deniyor.

-Bir de tezvici nikah karşılığı değil de duhul karşılığı getirmektedir.

Kur’an acaba bu dört şekli neden kullanmaktadır? Aralarında ne fark vardır?

Bunları tesbit etmemiz gerekir.

a)      Zevc hâline gelmesi demek, birleşmek ve boşanmak demektir.

b)      Duhul demek, birleşmek ama boşalmanın olmaması demektir.

c)       Lems demek, birleşmeden boşalmak demektir.

d)      Messetmek ise halvette boşalmadan ve duhulsuz mahrem uzuvların birbirine değmesi demektir.

Demek ki burada halvet yeterlidir. Fıkıhçılar da bunu böyle görüyorlar. Yukarıdaki tasnifte fıkıhçılarla bizim aramızda sadece tezvici onlar bizim anladığımız gibi anlamıyorlar. Ancak üç talak boşamasında hüküm olarak bizim kabul ettiğimiz şekilde kabul ediyorlar. Âyetle değil de sünnetle bu anlamı veriyorlar.

وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً  

“Onlara bir fariza takdir etmiş iseniz.”

Fariza” burada mihir olarak adlandırılmıştır ve nekiredir. Her kadın için fariza ayrıdır. Nafakada bütün eşler eşit olduğu halde, farizada kadınlar arasında fark vardır. Birinci, çünkü mihir kadının razı olduğu miktardır. Eşitlik ararsak onu denkleştirmemiz mümkün değildir. İkinci eş birinci eşten az mihir talep etme durumundadır, yahut daha fazla talep edecektir. Bunlar arasında tesviye mümkün değildir. Sonra bu nafakaya etki etmemektedir. Çünkü nafaka kocanın kendisinin geçindiği miktardır. Kadın zengin ise nafakasını genişletebilir.

فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُم (Fa NIÖFu MAv FaRaWTuM)  

“Farz ettiğinizin nısfı.”

Nikah yapılırken mihir konuyor. Anlaşma böyle yapılıyor veya mihir konuşulmuyor. O zaman mihri misil ile nikah yapılıyor. Mihir tesmiye etmek kendisini satıyor diyerek hakir görülmektedir. Mihir kadının kendisini satması değildir. Satan kimse bir daha geri almaz. Mihir kocanın kadına sadakasıdır, boşanma teminatıdır. Çünkü kadın yalnız o erkeğin olacaktır. Kendisini başka erkeklerle buluşmaktan hapsedecektir. Bunun anlamı, iş hayatında da erkek kadar hür olmayacaktır. Buna karşılık erkek de onun hizmetçisi hâline gelmektedir. Ona nafaka temin etmektedir. Mihir mirastaki payının peşin alınmasıdır. Boşanma tazminatıdır. Kadının başka erkeklerle pazarlık yapmamasının teminatıdır. Muta nikahında mihir yoktur, miras da yoktur. Başka erkeklerle pazarlık da yasak değildir. Böylece İslâmiyet evliliği derece derece yapmıştır.

1)      Tek eşlilik. Mâli imkânları olmayanlar için bu kaçınılmaz sonuçtur.

2)      Çok eşlilik. Mâli imkânları müsait olan erkeklere boşta evlenmemiş kadın kalmasın diye buna izin verilmiştir. Bu İslâmî nikâhtır.

3)      Muta evlilik. İslâm nikâhından farkı, kadının sadece ücret alması, mirasçı olmaması, mihrin söz konusu olmaması ve başka erkeklerle pazarlık yapabilmesidir. Diğer hususlarda kadının iffetli olması, nesebin sıhhati, akrabalıklar, iddetin beklenmesi hususlarında İslâm nikâhından hiçbir farkı yoktur.

4)      Cariyelik. Bunun İslâm nikâhından farkı, kadını aynı zamanda çalıştırıp istihdam edebilmesidir. Mihri istihkak etmez, mirasçı olmaz. Erkek rızası olmadan başka erkeğe devredebilir. Bunu yapabilmesi için çocuğun olmaması gerekir. Yahut böyle bir sözün bir defa ağzından çıkmamış olmasıdır. Mükatebleri de devredilemez. Mezun mezun olarak devredilebilir. Mükateb mükateb olarak devredilebilir.

İslâm nikâhı yapmışlarsa ve mihri de takdir etmişlerse, temastan evvel boşarlarsa mihrin yarısını verirler. Boşanma kadın tarafından gelmişse yani nişanı bozarlarsa, kadın hiçbir şey almaz. Ancak hediye alıp kullandığı şeylerden dolayı da bir şey isteyemez. Üç aylık nafakasını da alır.

إِلَّا أَنْ يَعْفُونَ (EilLAv EaN YaGFuVNa)  

“Afvetmeleri hâlinde almayabilirler.”  

Burada afv etme yetkisi kadının kendisine verilmiştir. Mihir tamamen kadına verilen haktır. Başlık değildir, yani anne veya babanın kızından dolayı bir şey isteme hakkı yoktur. Mihir üzerindeki tasarruf tamamen kadının kendi elindedir. Kadın mihri peşin de almayabilir. Müeccel mihir sistemi tamamen bir teminattır. Eşler arasında denge unsurudur. Emekle, masrafla elde edilen şey kıymetlidir. Kolay ele geçen şey ise kıymetsizdir.

Bir de bu sayede erkekler yarışa sokulmaktadır. Kim başarılı ve güçlü ise evlenme onun hakkı olmaktadır. Bu yarış tüm canlılarda vardır. Onların yarışı bedenî yarıştır. Oysa topluluklarda bu yarış ilmî, ahlâkî, meslekî ve siyasî yarıştır. Buralarda yarışı kazanan erkekler kadınlarla evlenmeyi hak ediyorlar.

Evlenme demek, daha fazla masrafları yüklenme olduğu için Kur’an bunu mihre bağlamıştır. Afvetme şeklinde ifade edilmesi bazısını içine almayabilir. Duhulden sonra bu afv hakemler kararına bırakılmış, burada ise doğrudan kadına bırakılmıştır. Kadın kusurlu da olsa bunu alma hakkına sahiptir. Çünkü erkek hıtbede bulunurken bu kusurları görmüş ve hıtbesini öyle yapmış olması gerekir. Talip olduktan sonra boşanma hakkı vardır ama kadın da tazminatı istihkak edecektir. Bununla beraber kadın kısmî iade ile de tatlika nişanlısını razı edebilir.

أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ  

(Ev YaGFuVa elLaÜIy BiYaDiHIy GuQDaTu elNiKAXı)  

“Yahut nikahın ukdesi yedinde olan kimse denmiş olur.”

Hıtbeyi yönetme yani erkekle pazarlık yapma işini kadın ya kendisi yapar, yahut velisine verir. Burada “ellezî” geldiğine göre bu kimse bilinen kimsedir. Bu kocası değildir, çünkü o anda kocası yoktur. O halde bu babasıdır diyebiliriz, yani doğal velisidir. Böyle olunca evlenme özgürlüğüne erişmiş kimse demektir. Bu da doğrudur.

Kendilerinde rüşt görülmeyenlere mallarını bile teslim etmediğimize göre, kendi kendisini yönetemeyecek kimseye evlenmesi de teslim edilemez. Nitekim bugünkü hukukta da bu böyledir. Onsekiz yaşını doldurmayan kimse velisinin izni ile evlenebilmektedir.

İşte buradaki “ev/veya” budur; yani kadın ya rüşte ermediği için velisinin emrindedir, yahut rüşte ermiştir ama kendisi pazarlık yapmamaktadır. Siyasi velisine havale etmektedir. Bu kimse kadının seçtiği velisi olup her zaman değiştirebileceği mü’min erkektir. Bunun akrabadan olması gerekmez. Kendisi ile evlenebileceği kimseyi de veli yapabilir.

Velayet konusu fıkıhçılar arasında tartışılmıştır. Biz bunu şuradan çözdük. Erkekler askerlik hizmetine bedenen katılıyorlar, siyasi hakları olmaktadır. Diyetleri de bölüşerek ödüyorlar. Kadınların siyasi hakları vardır ama siyasi mükellefiyetleri yoktur. Cizye de vermemektedirler. O halde onların mü’min veya müslim olduğuna nasıl karar vereceğiz? Sonra, Kur’an’da yolsuzluğa gidildiği zaman onun tedip edileceği emredilmiştir.

Kim tedip edecektir? Kocasına hiçbir suretle böyle bir hak tanınmamıştır. Onu tedip edecek olan siyasi velisi olacaktır. O halde mü’mine bir kadın eğer kendisine siyasi temsilci seçerse o mü’mine olur, siyasi haklara sahip olur ama siyasi görevleri yoktur. İsterse yapar. İşte babası veya nikahı ukdesinde olan kimse budur.

Bu tür pazarlıkları kim yaparsa onu yapan tek kişi olur. Sonunda anlaşma yapılır. Yetkilinin reddetme veya kabul etme hakkı vardır. Pazarlık yapamaz.

Uluslararası ilişkilerde de durum budur. Bir konuda vazifeli kılınan kişi veya fuzuli vazifeliler pazarlık yapar, anlaşmaları imzalarlar. Ama bu anlaşmaların yürürlüğe girmesi için tarafların yetkilileri de kabul etmelidir. Bunlar kabul eder veya reddederler, pazarlık yapmazlar.

Burada da böyledir. Ortak pazarlık yapsaydılar “ve” denirdi. “Veya” dendiği zaman birinin pazarlık yapması yeterlidir. Bütünlüğün korunması için kadın ya kendisi pazarlık yapar veya velisine yaptırmış olur.

Nikahın ukdesi” dendiğine göre, kadın velisinin izin vermediği bir evliliği yapamaz. Velisinin izni şarttır. Ancak velisini kendisi seçer, istediğinde değiştirebilir. Hattâ evleneceği erkeği de veli olarak seçebilir. Yani kadının velilik sorumluluğunu alan bir erkeği bulması gerekir.

وَأَنْ تَعْفُوا أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى

(Va EN TaGFUv EaQRaBu Li etTaQVAy)  

“Affetmeniz takvaya ekrabdır.”

Burada “affetmeniz takvaya ekrabdır” diyerek, zorluk çıkarılmaması, erkeği fazla sıkıştırmamanız gerekir demektir. Neden buna gerek görülmüştür?

Sıkıştırılırlarsa, bu sefer erkekler evlenme ihtiyacını duymuyorlar. Batıda evlilik dışı ilişkilere giriyorlar. Böylece aile müessesesi hepten çökmüş oluyor. Müslümanlar arasında da insanlar muta nikahına kayıyorlar, cariye sistemine kayıyorlar. Bunlar meşrudur ama asıl istenen İslâm nikâhı ile evlenmedir. Bunun için de hıtbeye ve nişanlanmaya gerek vardır. Eğer nişanlılık erkekler için korkunç hâle getirilirse kişiler nişanlanmaktan vazgeçeceklerdir. Bu da evlilikten vazgeçme anlamındadır. Büsbütün serbest bırakacak olursak, bu sefer de aynı sonuca varır. Dolayısıyla dengede tutulmalıdır. Ne tamamen serbest bırakılıp erkeklerin oyuncağı hâline getirilmeli, ne de erkekler kadınların köleleri hâline düşürülmelidir. Karı kocalık denge üzerinde yürümelidir. Evlenme ve boşanmalar da denge üzerinde olmalıdır.

İşte, affetmek bir taraftan iyidir, çünkü böylece erkekler nişanlanmaktan pişman edilmezler. Diğer taraftan kötüdür, çünkü bu sefer nişanlanmayı heveslerinin tatmini için kullanırlar.

Kur’an affın takvaya daha yakın olduğunu söylemektedir. Bunun anlamı şudur. Affetsek erkekleri şımartmış oluruz, affetmesek erkeklere eziyet etmiş oluruz diyeceksiniz. Deliliniz yoksa yani şımaracaklarına deliliniz yoksa, o halde afv cihetini tercih edeceksiniz, afv asıldır.

وَلَا تَنسَوْا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ

(Va Lav TanSaVuv eLFaWLa BaYNaKuM)  

“Ve aranızda fazlı unutmayınız.”

Bu âyet İslâmiyet’in rahmet olduğunu anlatan ve tavsiye eden âyetin başındadır.

Evlenmek de ayrılmak da helaldir.

Ortaklık da böyledir.

Biz bir market işletmesini kurmuş bulunuyoruz. Buraya katılmak veya ayrılmak serbesttir. Ancak kavga etmek haramdır. İster karı-koca arasında olsun, ister ortaklar arasında olsun, yapılacak iş hakemlere gitmektir. Kızmak, darılmak, kavga etmek, küsmek yoktur; ayrılan eşler arasında da yoktur. Hattâ hakemler karar verdikten sonra hakemlerin verdikleri kararlara razı olacaklar, ama sonra belki hakemler yanlış karar verdi diye birbirlerine iyiliklerde bulunacaklardır. Ayrılan karı-koca da böyle yapacak. Fadlı arada unutmayacaksınız.

Eski kötülükleri unutacaksınız. Allah’ın takdiri ile o öyle diyeceksiniz, bende de bilmediğim hatalar vardı ki böyle oldu diyecekiniz. Ama iyi günlerinizi ve iyilikleri hatırlayacaksınız. Böylece siz karşı tarafa iyilik yapacaksınız. Bu erkeğe emredildiği gibi kadına da emredilmiştir. Bu dünyada dahi iyiliklerin karşılığını görürsünüz. Âhirette kat kat alacaksınız.

Mü’minler Allah’a inanırlar, âhiret gününe inanırlar. Dolayısıyla hak anlayışında kâfirlerden çok farklı düşünürler. Kâfirler benim hakkım başkasına geçmesin diye tüm hayatlarında bununla uğraşırlar. Başkalarını çarparlar ve servetlerini çoğaltırlar. Servetlerini niçin artırdıklarını da bilmezler. Çocuklarına bile kıyamazlar. Mü’minler ise başkasının hakkı bana geçmesin derler. Benim hakkım ona geçsin ki âhirette defterimde alacak olsun derler. Kâfirler almakta yarışırlar, mü’minler vermekte yarışırlar. Kendilerine haksızlık yapıldığı zaman, sabrettim, sevap aldım diye sevinirler. Kendileri başkalarına haksızlık yaptıkları zaman üzülürler.

Bilhassa eşler bu hususta daha çok haksızlık yaparlar, bunun farkında olmazlar. Eşler arasında çıkan nizalar hakemler yoluyla halledilecektir. Affedilip hakemlere bile gidilmeyecektir. Bu hususta Kur’an o kadar ileri gitmiştir ki, boşandıktan sonra bile fazlı unutmamak gerekir.

Fazl” nedir? Hakkından fazlasını vermektir.

İnsan sabah namazını kıldıktan sonra o gün ne ihsan yapabileceğini düşünmelidir. Birisine selam vermek, ‘nasılsın’ demek ihsandır. Derse gelip de birlikte bir şey yazmak, bir şey okumak ihsandır. Kızdığınız bir insana güler yüz göstermek ihsandır.

Burada şu sorulacaktır. Hiç mi cihat yapmayacağız, sabrı tavsiye etmeyeceğiz, zalimle hiç mi mücadele etmeyeceğiz? Hakem kararlarına uymayana karşı cephe alacağız. Onu yola getireceğiz. Gelmiyorsa ona küseceğiz, darılacağız. Biz, haksızlığa uğrayan değil; komşular, arkadaşlar darılacak. Cihadı kendi hakkımız için değil de başkalarının hakkı için yapacağız. Kendi hakkımız için ise affedici olacağız.

Adil Düzen Cemaati böyle oluşacaktır.

Çocuklar böyle bir aşirette büyüyecekler.

Cennet bunlar için hazırlanmıştır.

إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ(237)

(EinNa elLAHa BiMAv TaGMaLUvNa BaÖIyRun)  

“Allah amel ettiklerinizi basirdir.”

Basir” burada nekire gelmiştir. Göklerin ve yerin Rabbi insanların ne amel ettiklerini bilmektedir. O’nun emirlerini yerine getirdiğimiz için de Allah bize cenneti hazırlamıştır. Kötü insana iyilik ettiğiniz zaman Allah bunu da görür, Allah onu da görür. Çünkü kötü kimselere de iyilik edilmesini emretmiştir. Bizim görevimiz yalnız iyi insan olmak değildir, başka insanları da iyi etmektir. Bir başkasını ona yapacağınız iyiliklerle iyi edersiniz. Kötü insan kendisini yalnız hisseder. Her şeyin ona karşı olduğunu düşünür. Herkes ona düşmandır. O da herkese düşman olmuştur.

İşte, siz size kötülük yaptığı halde ona iyilik ederseniz, bunu da Allah rızası için yaparsanız, o insan Allah’ın ne kadar merhametli olduğunu, ben kötü olduğum halde bana iyilik etmeleri için insanları görevlendirdiğini düşünmeye başlar. Sonra onlar yola gelir.

Erbakan 1973 yılında Cumhuriyet Halk Partililerle koalisyon yapmak istedi. CIA’nın kışkırtması ile Müslümanlar ayağa kalktılar; onlarla koalisyon olur mu, onlar kâfir ve zalimdir dediler.

Ben o zaman sekiz sahifelik bir fetva yazıp gönderdim. Sonunda muhalifler susmak zorunda kaldılar ve koalisyon oldu. Biz onlara yanaştık, onlar bizden kaçtılar.

Sonunda ne oldu?

En solda olanlar bile bugünlerde AK Parti’ye geldiler.

Bu ne sayesinde oldu?

Bizim onlara yaklaşmamız sayesinde onlar da bize yaklaştılar.

İşte fazlı unutmama budur.

Allah basirdir. Âhirette görür. Ama Allah basir olduğu gibi başka basirler de vardır, onlar da O’nun kullarıdır. Siz iyilik ederseniz, onlar da iyilik ederler.

Siz sabrediyorsunuz, iyilik ediyorsunuz. Karşı taraf kötülüğüne devam ediyor. Bir gün gelir ve kötülüğün mânâsını anlar. O da size iyilik etmeye başlar. İkiniz de mesut olursunuz.

Ama o kötülük yaptı, siz de kötülük yaparsanız ne olur?

Onun hayatı da zehir olur, sizin hayatınız da zehir olur.

İyi biliniz ki, kâinatın sizden başka sahibi vardır. O istediği gibi idare eder. Siz sadece size düşeni yapmaya çalışın. Eşinizin ve çocuğunuzun yaptıklarından siz sorumlu değilsiniz. Siz sadece eşinize ve çocuğunuza, ananıza ve babanıza karşı görevlerinizi yerine getirdiniz mi, ona bakacaksınız. Onların ne yaptıklarına bakmayacaksınız. Boşanmış olsanız bile fazlı unutmayacaksınız.

Burada daha çok kadın tarafını örnekleyerek vermiştir.

Ama sonra erkek sigası ile herkes için söylemiştir.

Buradan da görülüyor ki “küm/siz” zamiri erkekleri içerdiği gibi kadınları da içermektedir. Affetmeyi kadınlara emretmiş ama “fazlı unutmayın” ifadesini “küm” yani erkek sigası ile getirmiştir. Demek ki “küm” sigası yalnız erkekleri değil, erkek ve kadınları da içermektedir. Böyle olmasaydı kadınlara mesela oruç farz olmazdı.

 

ADİL DÜZEN 415

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 77. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ(238) فَإِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا أَوْ رُكْبَانًا فَإِذَا أَمِنتُمْ فَاذْكُرُوا اللَّهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ(239) وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِأَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ فَإِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِي مَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ(240) وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ(241) كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(242)

حَافِظُوا (XAFıJUv)  “Muhafaza ediniz.”

Hıfzetmek” kelimesi “hapsetmek” kelimesi ile akrabadır, yahut “havzetmek” kelimesi ile akrabadır; korumak demektir; dağıtmamak, kaçırmamak demektir. “Hıfzetmek” geçişli fiildir, koruyunuz anlamındadır. Burada mufaale bâbı getirilmiştir.

Kur’an’da onlar namazlarda karşılıklı olarak korunurlar şeklinde ifade edilmiştir.

Âyetin tahliline girmeden önce âyetin yeri üzerinde duralım. Talak âyetlerinin arasında namaz âyetlerini getirdi; hem de cemaatle kılınan beş vakit namazı getirdi. Burada fasıl yaptı, yani “Ve” harfi getirmedi. Başka konuya geçtiğini belirtti. Bunun hikmeti nedir?

Beş vakit namaz aşiret içinde yani ocak içinde kılınır. Evlenme ve boşanmalar da aşiret içinde olur demektir. Buradaki emirler kabile imamlarına değil de aşiret imamlarına emredilmiş, böylece aşiret imamlarının görevleri ortaya konmuştur. Aşiret yaşama yeridir, ailelerin topluluğudur. Birlikte yaşayanlar ailelerdir. O halde ekonomi ile ilgili işler bucakta, yaşama ile ilgili işler ocakta gerçekleşir. Aile yaşama ile ilgili konuları, nafaka ile ilgili konuları içerdiğinden beş vakit namaza devam burada emredilmiş bulunmaktadır.

“İhfezû” denmemiş de “hâfizû” denmiştir. Karşılıklı muhafaza emri ile ne anlıyoruz? Nafaka ile ilgili konular arasında yer aldığına göre burada kadınlar ile erkekler arasındaki muhafazadır. Kadınlar bucakta, ilde ve ülkede nöbet tutmak veya cizye vermek zorunda değildirler. Oysa aşirette kadınlar da erkekler gibi nöbet tutarlar. Burada mufaale bâbı geldiği için kadınlar ayrı, erkekler ayrı nöbet tutarlar demektir. Nöbetleri ayrı tutmaları demek, cizyeleri de ayrı vermeleri demektir. Erkekler ne nöbeti kadınlar ne nöbeti tutarlar? İşbölümü esas olduğuna, dolayısıyla savunma ve nafaka nöbetleri erkeklere, temizlik ve ev işleri de kadınlara ait olduğuna göre, işbölümü ilkesine dayalıdır. Erkekler bekçilik, kadınlar temizlik nöbetlerini tutarlar. Temizlik gündüz yapılacağına göre gündüz nöbetlerini, bekçilik ise geceleri olacaklara karşı olduğu için gece nöbetlerini tutarlar.

“Adil Düzen İnsanlık Anayasası”nda istihsan ile tesbit ettiğimiz husus burada nass ile teyit edilmiş olmaktadır. Kullanılan kelimenin bir vezni bize ne kadar büyük hükümleri içermektedir.

Şimdi şu sorulabilir: Peki, kadınlar ayrı topluluk mu olacaklardır? Onların da başkanları olacak mıdır? Yukarıdan beri hep “mutallakât” deyip kadınların cemaat oluşturmalarını istediğine göre, evet. Kadınların ayrı başkanı, erkeklerin ayrı başkanı olacaktır. Kadınlar aşirette kadına biat edecekler, erkekler erkeğe biat edeceklerdir.

Namaz konusu ne olacaktır? Buradaki “hâfizû” kelimesi namazı birlikte kılacağımızı yani tek imama uyacağımızı bildirmiş olmaktadır. Peki iki imam ne olacaktır? Kıyas yolu ile biri vezir olacaktır. Çünkü Kur’an vezirlik müessesesini tesis etmiştir.

Peki, şu sorulabilir: İmamla müezzin neyi bölüşecektir? Karı-koca arasındaki iş bölümü aşirette kadınlarla erkekler arasında da geçerli olacaktır. Şimdi dişi kurallı çoğul kullanmasının hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır. Aşiret içinde söz kadın başkanındır. Aşireti dışarıda temsil eden erkek imam olacaktır.

Namazı kim kıldıracaktır? Aşireti dışarıda temsil eden erkek imam mı, yoksa aşiretin iç işlerini yürüten kadın imam mı? “Hâfizû” kelimesine diğer aşiretlerle dayanışma içinde olunuz anlamını verirsek, o zaman erkek imam kıldıracaktır demektir. Kadın imam müezzinlik yapacaktır demektir. Kadının beş vakit namazda imam olmasını caiz görenler vardır ama biz bu âyetten onlar için vezirliği istidlâl ediyoruz.

عَلَى الصَّلَوَاتِ (GaLAv eöÖaLAVAvTı)  “Salatlar üzerinde birbirinizi muhafaza ediniz.”

İnsanlar beş vakit namazı cemaatle kılınca dayanışma içine girecek, birbirlerini muhafaza edeceklerdir.

Salavât” çoğuldur. O halde burada emredilen en az üç vakittir. Bunlar hangi vakitlerdir? Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı. Sabah kalkma ve işe başlama, öğle-ikindi resmi işin tatili, akşam-yatsı uyuma.

Demek ki bizim üç türlü işimiz var. Öğleden önce yapacaklarımız var, öğleden sonra yapacaklarımız var. Öğleden önce erkekler semt veya ilçe merkezlerine gider ve oradaki işyerlerinde çalışır, öğleyin dönerler. Öğleden sonra ise aşiret içinde kirlilik yapmayacak işlerde çalışırlar. Öğleden önce kadınlar aşiret içinde erkeklerden ayrı işler yaparlar, erkekler diğer kabile erkekleri ile birlikte ayrı işler yaparlar. Öğleden sonra evlerine dönünce kadın, erkek ve çocukların katıldığı ortamda birlikte iş yaparlar.

وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى (VaeöÖaLAvTi elVuÖOAy)  “Ve orta namazı.”

Burada “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Yukarıdaki en az üç namazdan farklıdır. Dördüncü namazdır. Ne var ki dördün vustası yani orta namazı yoktur. Orta namaz olabilmesi için en az beş olması gerekir. İşte, demek ki cemaatle kılınması farz edilen namaz beş vakittir. Vitir de farzdır ama cemaatle kılınması farz değildir. Evde kılınacaktır. Namaz vakitlerinin beş olduğuna kesin delalet budur.

a) Vitirden önce kalkılıyor, temizlik yapılıyor, üç rekat namaz kılınıyor. Yemek yeniyor. Gerekiyorsa temizlik yapılıyor ve mescide geliniyor.

b) Mescitte sabah sohbeti yapılıyor, o gün kimin ne işe gideceği belirtiliyor ve namaz kılındıktan sonra herkes işine gidiyor. Erkekler uzak işlere gidiyorlar, kadınlar yakın işlere gidiyorlar. Yaşlı erkeklerle yaşlı kadınlar torunları ile, varsa hasta ve sakatlarla birlikte ocağın dinlenme ve park yerlerine gidiyorlar. Semtin ortak yeri varsa, oraya da gidip bütün semt çocukları ile tanışıyor ve oynuyorlar. Hattâ zaman zaman bucağın başka köylerine yani semtlerine gidiyorlar.

Öğle vakti ezan okunuyor. Herkes ocak mescidine geliyor. Uzakta çalışanlar orta namazı kılıyorlar. Birlikte kendi aşiretlerine dönüyorlar. Evlerine çekilip öğle istirahatını yapıyorlar.

İkindi namazı için ezan okunuyor, herkes ikindi vakti meclise geliyor. Artık ailece yapılacak tarım işleri gibi işler yapılıyor. İsteyenler ilimle meşgul oluyorlar. Kadın erkek bucak medreselerine gidip tahsil işleriyle ilgileniliyor.

Akşam üstü tüm aile toplanıyor ve akşam namazını kılıyor. Sonra birlikte kadın, erkek, büyük ve küçükler olarak gece sohbetine katılıyorlar. Burada günlük istişareler yapılıyor, genel eğitim yapılıyor. Çocuklar yapılanlara bakarak ve konuşulanlara kulak vererek büyüyorlar.

Sonunda yatsı namazı kılınıyor ve herkes eve dönüp yatıyor, istirahata çekiliyor. Birlikte iş ve birlikte uyku gerçekleştiriliyor. Herkes kendi evinde ve yatağında kendi eşiyle yaşıyor, ama diğer zamanlar birlikte geçirilmek üzere ayarlanmıştır. İşler de böyledir. Herkes kendi işini kendisi yapıyor, çalışma saatleri birlikte ayarlanmış, iş yerlerine giden vasıtalar belli zamanda ve saatte kalkıyor.

Namaz vakitleri yaza ve kışa göre uzayıp kısalabilir. Hattâ öğle ile ikindi veya akşam ile yatsı mevsimine göre birleştirilebilir.

İşte, beş vakit namaz böylesine insanların çalışma ve yaşama saatlerini düzenleyen bir müessesedir. Her bölüm değişmesinde insanlar bir araya geliyor, yaptıkları işleri birbirlerine anlatıyor, gerekli işbölümünü yapıyor, ihtiyaçları varsa dayanışma içine giriyor ve eğitim görüyorlar.

Namazlara doğan yeni çocuklar da katılmaya başlar ve ölünceye kadar devam ederler. Yaşlılar veya hastalar sitenin mescidinin kenarındaki odalarda yatarlar. Bunlara yalnız çocukları veya yakınları değil, nöbetleşerek tüm aşiret hanımları bakarlar. İşte, evlilik ve boşanma ile ilgili tüm sorunlar bu şekilde imamın önderliğinde ve cemaat içinde çözülür. Onun için talak hükümleri arasında bu konuyu anlatmış oluyor.

Kur’an her şeyi bir misal üzerinde anlatıyor. Aşiret cemaatinin yetkileri burada anlatılmış oluyor. Diğerleri bunlara yakın talak hükümlerine kıyas edilecektir, nikah hükümlerine kıyas edilecektir.

وَقُومُوا لِلَّهِ (Va QUvMUv LilLAHi)  “Ve Allah için kıyam ediniz.”

Burada namazları muhafaza ediniz ve ayrıca Allah için kanit olarak durunuz diyor. Salatı kıyam dışında sayıyor. Salat toplanmadır, görüşmedir, müzakere etmedir. Kıyamın şartlarını içerir. Yani ezan salatın şartı değildir, ezan kıyamın şartıdır, salatın ise rüknüdür. Salattan farklıdır. Toplanma yapmadan kunut yapılabilir, kıyam yapılabilir. Kıyamsız da toplanma olabilir. Ama burada emredilen toplanmadır. Onu belirtmek için onu da zikrediyor. Şimdi, bildiğiniz malum tartışma vardır: Cemaatle namaz kılmak farz mıdır?

Evet, namazı cemaatle kılmak farz değildir, namaz gibi beş vakit toplanma farzdır. Toplandığımızda zaten ayrıca farz olan kıyamı orada birlikte yapıyoruz. Bunu neden yapıyoruz? Bir araya geldiğimiz zaman artık kendi özel işlerimizi de beraber yapacağız demektir. Birlikte bulunduğumuz zaman yemek vakti gelmişse birlikte yiyeceğiz demektir. Yemek için toplanmadık ama toplandığımız için birlikte yemek durumunda oluruz.

Pikniğe birlikte gittiğimiz zaman artık orada birlikte yemek yememiz gerekmektedir. Şöyle ki, herkes getirdiğini koyar. Getiremeyenler de olabilir. Azsa bölüştürülerek dağıtılır, çoksa isteyen istediği yerden alır.

Cemaatle namaz da bize ayrı ayrı farz olan şeylerin nasıl bir arada yapılacağını anlatır. Sünnet namazları mescidin içinde kılmak Hazreti Peygamber tarafından bunun için men edilmiştir. Herkes evinde kılsın, yahut cemaat dağıldıktan sonra isteyen orada kılabilsin. Bu hususta çok açık hadisler vardır. Hazreti Peygamber selam verir ve sadece ‘Allahümme entesselamu ve minke’s-selâm tebarekteâza’l-celâli ve’l-ikrâm’ der, ondan fazla oturmazdı. Biz şimdi sünnetleri kılıyor, tesbihleri yapıyoruz. Aslında öğleden sonra da iki rekat namazı birlikte kılmamamız gerekir. Ama kılmazsak biz sünneti hiç kılmıyoruz, sünnete karşıyız gibi bir mânâ çıkar diyoruz. Şimdilik namazdan sonraki iki rekat namazı kılıyoruz.

قَانِتِينَ(238)  (QAvNıTIyNa)  “Kunut ederek.”

Kunut etmek” demek, kulak kesilmek, dinlemek demektir. Yani ayrı namaz kılarken okumakla mükellef olduğumuz kıraati imam kıraat eder, cemaat dinler. Cemaat ayrı ayrı kıraat etmez. İşte buradaki “kanitîn” kelimesi de bunu ifade etmektedir. Allah için kanıt olunuz. İmamın kıraatini dinleyiniz. İmam kıraat ederken kendi sözlerini kıraat etmez, topluluğun sözlerini tekrar eder.

Önce karar yazılı hâle getirilir. Yazılı hâle getirildiği zaman yürürlüğe girmez. Yürürlüğe başkan okuduğu zaman girer. Başkan hutbeye çıkacak, basılmış karar metnini topluluk adına okuyacaktır. İşte o zaman karar metni yürürlüğe girer. Bugün ise yayımlandığı tarihin ertesi günü yürürlüğe girmiş olur. İslâmiyet’te kıraat tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş olur.

Her bucağın kanunu ayrıdır. Merkez bucağın kanunları da merkez bucakta geçerlidir, taşra bucaklarında geçerli değildir. Dolayısıyla ilzam eden kanun bucak kanunudur. Aşirette ise beş vakit namazdan sonra orada kıraat edilen kararlar geçerli olur. İşte, Kur’an bütün soruları cevaplamış, bütün sorunları çözmüştür.

Kanitîn” kelimesi burada erkek kurallı çoğul olarak kullanılmıştır.

Demek ki beş vakit namazı birlikte kılanların tüzel kişilikleri vardır. Kur’an düzeni Kur’an’ın yorumları ile öğrenilecektir. Benim yorumlarımla değil, her cemaatin kendi yorumları ile oluşacaktır. Ben sadece usulde size yardımcı oluyorum. Kur’an’ı nasıl anlamamız gerektiği hususunda geçmiş ulemadan öğrendiklerimizi aktarıyorum. Geçmiş dediğimiz zaman da, içtihat kapısının kapandığı tarihten önceki dört asırdan bahsediyorum, yani bin seneden geriye gidiyorum. Birinci Kur’an Uygarlığı Miladi 1000 tarihlerinde başlar. Ondan öncesi “Kur’an’ın tebliğ dönemi”dir. O dönem gelecekteki tüm uygarlıklara örnek olacaktır. Bizi ilgilendiren “içtihat ve icma dönemi”dir. Ondan sonraki oluşanlar bizi ilzam etmez. Onlarınki onlara, bizimki bize ait olacaktır. Dört yüz senelik saadet asırları ise kıyamete kadar bütün uygarlıklar için örnek olacaktır. Bizim içtihatlarımız da dördüncü bin yıl uygarlığını bağlamayacak, onlara örnek bile olmayacağız.

***

فَإِنْ خِفْتُمْ (Fa EiN PiFTuM)  “Havf ederseniz.”

Buradaki “Fa” harfi fa-i tafsiliyedir. Her korkulduğu zaman ne yapılacağını anlatmaktadır. Her zorluk bir kolaylığı, yalnız bir kolaylığı çağırır. İki çeşit kolaylık vardır. Biri ertelemedir, diğeri tahfif etmedir. Oruçta erteleme, namazda tahfif kolaylığı getirilmiştir.

Buradaki “havf” namazı geçirmekten havf ediyor yani korkuyorsanız demektir. Yani arabanız yola devam ediyor. Gemidesiniz. Durma ve bekleme imkanı yok. Devam edeceksiniz. Araba içinde iseniz arabada, ata binmiş iseniz atın üstünde namaz kılacaksınız. Hattâ sokakta yürürken bile vakit geçiyorsa, hem yürüyüp hem de namazınızı kılabilirsiniz.

فَرِجَالًا أَوْ رُكْبَانًا (Fa RiCALaN EV RuKBaNan)  “Yürüyerek veya binerek.”

Yürüyerek namaz kılıyorsunuz. Arabayı sürerken namaz kılabiliyorsunuz. Adımlarınızı atıyor ama namaza devam ediyorsunuz. Bu aynı zamanda yürürken iş yapma demektir.

Zamanımızda denizde yüzen fabrikalar kurulmuştur. İşçi lojmanları vardır. Gidip şehirlerden birinden ham madde alınmakta, imalat bitince bir kente boşaltılmaktadır. Artık yüzerek sürdürülen hayat başlamıştır. Yarın uçarak da hayat başlayacaktır. İşte Kur’an bütün bunlara izin vermektedir. Çünkü orada kıble her zaman değişmektedir. Yürürken veya binerken de tabii ki teyemmüm de yapılabilmektedir. Namaz için kabul edilen usulün yapılabildiğini yapmak demektir. İmalatta da durum aynıdır. Ya yapabildiğini yapıp vaktinde teslim etmek gerekir, noksan bıraktığını tazmin edersin, ya da bırakır sonra tamamını yaparsın.

Buradaki “Fa” şartın cevabıdır. Yalnız namazda değil, diğer işlerde de havf varsa rıcal veya rukban yapılabilmektedir. Havfın dışındakiler kıyas yoluyla sabit olmaktadır. Mesela özür de öyledir.

Şimdi şu sorulabilir: Sandalyede namaz caiz midir? Atın üzerinde oturarak namaz kılmak caiz olunca, mazeret esnasında sandalye üzerinde oturarak namaz kılmak caizdir.

Bizim şimdi hep sandalyeler üzerinde oturarak iş yapmamız, yerde oturarak bulunmamızda zorluk çekmemiz asıl değildir. Diz çökerek veya bağdaş kurarak oturmalarda bulunmak asıldır. Adil Düzen sitelerinde yerlerde rahleler üzerinde tedrisat yapma geliştirilecektir. III. Bin Yıl Uygarlığının çözeceği çok sıkıntılı işler vardır. Batı uygarlığı bizleri sandalyelere alıştırdı. Evde de artık yer minderlerinde oturmuyoruz.

فَإِذَا أَمِنتُمْ (Fa EiÜAv EaMıNTuM)  “Emin olduğunuzda.”

Artık havf eder olmaktan çıktığınızda, yeter vaktiniz varsa veya normal durumlarda, Allah’ın öğrettiği gibi zikrediniz. Mazeret kalkınca özür biter. Su bulununca teyemmüm bozulur. Ondan sonra artık teyemmümle namaz kılamazsınız.

Kur’an ibadetleri hep öğretmek için teşri etmiştir. Burada havfı düşmandan ve saldırılardan havf şeklinde yorumlayanlar vardır. Şüphesiz o da dahildir. Ancak saldırıdan korkmanın yürümekle bir ilgisi yoktur. Dururken saldıranlar yürürken daha çok saldırırlar. Eğer o saldırı düşman saldırısı olsaydı cevabı rukban veya rıcal olmazdı. Namazın geçeceğinden havf ederseniz demek olur.

Kur’an’ın burada öğrettikleri, yürürken namaz kılmaktır, iş yaparken namaz kılmaktır. İş yerinde vardiye devam ediyor, makineleri durduramıyorsunuz. Makineler çalışacak, siz hem işe devam edeceksiniz hem de namazınızı kılacaksınız. Bugün arabalarda namaz kılınmaktadır. Bu hususa ulema itiraz etmemektedir.

Ama iş başında, mesela bir hastahanede ameliyat devam ediyor; namaz ne olacaktır? Yahut mahkemede duruşma devam ediyor; namaz ne olacaktır? İş devam edecek, namaz da kılınacaktır. Ne kadar ne mümkünse o yapılacaktır. Ama normal zamanlara dönünce namaz normal şartlarla kılınacaktır.

فَاذْكُرُوا اللَّهَ (Fa üÜKuRu elLAHa)  “Allah’ı zikrediniz.”

Burada namaz “zikir” ile ifade edilmiştir. Allah’ı zikretmek, Allah’ı anlamak. İnsan belli zamanlarda namaza durunca Allah’ı zikretmiş oluyor.

İnsanın birçok sıkıntılı anları olmaktadır. Namaz onları unutturmaktadır.

Günümüzde insanlar niçin yaşadıklarının mânâsını kaybetmişlerdir. Sanki para kazanmak için yaratılmışlar gibi inanmaktadırlar. Allah’a değil paraya güvenmektedirler. Ama ne kadar paraları olursa olsun güvende olacaklarını bilmedikleri için durmadan kendilerine paralar edinmeyi hedef edinmişlerdir. Oysa para kaşıntıya benzer; kaşınırsınız, kaşınırsınız, sonra daha çok kaşınmak istersiniz. Para bir amaçla kazanılmalıdır. Önce parayı niçin kazanmalıyız diye düşünmeliyiz. Bazıları da makam peşine düşmüşlerdir. Yükselmek istemektedirler ama niçin yükselmek istediklerini bilmemektedirler. İnsan önce niçin yaratıldığını bilmelidir.

a)      İnsan borçlu doğar, 15 yaşına kadar borçlanarak ergin olur. O halde ilk iş olarak borcunu ödemesi gerekir. Bu da evlenip kendisini yetiştirenler gibi o da çocukları yetiştirmelidir. Birinci işi budur. Evlenme farzdır. Bunu iki bakımdan yapmalıdır. Birincisi, kendisi borçludur, borcunu evlenerek ödeyecektir. İkincisi, kendisi evlenmeyince bir başkası da, yani bir kız veya bir erkek de evlenemez. Böylece karşısındaki birinin farzını eda etmesine mâni olmaktadır. O halde zamanımızın dindar erkekleri mutlaka evlenmelidirler. Yoksa âhirete büyük veballe giderler. Bu görüşümüze karşı çıkanlar olacaktır. Bediüzzaman’ı ve Fethullah Gülen’i örnek olarak gösterebilirler. Onların hedefleri var, cihat yapmak. Allah onları bağışlayabilir. Ben şahsen onların bu içtihatlarına iştirak etmiyorum. Demek ki, namaz Allah’ı anmak demektir, topluluğu anmak demektir. Kişi her an bilmelidir ki, ben Allah’ın bir görevlisiyim ve bana verdiği vazifelerimi yapmalıyım. Bunu içtihatla tesbit etmiş olacaktır. Allah kendi haklarını topluluğa havale etmiştir.

b)      Sonra yaşlanacak ve kendisine de kendi çocukları bakacaktır. O da şimdi yaşlılara bakmalı; yani anne babasına ve diğer yaşlı akrabalara, sakat akrabalara bakmalıdır ki, Allah’tan yani topluluktan alacaklı hâle gelsin, kendisi yaşlandığı zaman çocukları da ona baksın. Böylece insan çocuklarını yetiştirirken huzur içindedir. Yaşlı anne babasına bakarken de huzur içindedir. Çocuklara bakarken borcunu ödediği için sevinmektedir: Anne babasına bakarken de kendisini sigortaladığı için sevinmektedir.

c)       Kendini, çocuklarını, anne ve babayı geçindirmek amacıyla onlara hizmet etmek günlük işlerdendir. İnsanı tatmin eder ama, mesut olmak için daha başka işler yapacaksınız. İnsanlar genel olarak para biriktirmeye çalışırlar. Çağımızın insanı bunu yapmaktadır. Halbuki eskiden insanlar vakıf kurmak için uğraşırlardı. Kişi hayatında çalışır, artırır ve hayır olmak üzere çeşme yapar, yol yapar, mescit yapar; hâsılı, insanlar için hayırlı tesisler oluştururdu. Böylece insan olarak dünyaya geldim, gidiyorum ama hayratım kaldı diye düşünürdü. Ben gelmeseydim o hayrat olmayacaktı diyerek mesut olurdu.

d)      İnsanın hedefi bir işletme kurup gelecek nesle iş ve aş yeri bırakmak olmalı. Bu bizim, -bilinen meşhur deyimle söylersek, ‘ot gibi gelip saman gibi gitmemizi’ önler. Hedefiniz bir işletme kurmak ve işletmek olmalıdır. Bu işletme ekonomik olabilir, dinî olabilir, ilmî olabilir. Bir kitap yazıp bırakmak da hayırdır. Bir kooperatif kurup da o alanda çalışmaların olmasını sağlamak da hayırdır.

Allah’ı zikretmek demek, topluluğu zikretmek demektir. Yani benden önce var olan topluluğa benden sonra da yaşayacak şekilde katkıda bulunayım demek insan için gaye olmalıdır. İşte, Allah diyor ki; siz böyle yaparsanız, ben bunlara karşılık size mükafat vereceğim, cenneti vereceğim diyor. Bunları yapmazsanız sizi cezalandıracağım diyor. Ben sizi boş yere yaratmadım, bir işiniz vardır diye yarattım.

Siz de bunu yapmak için beş vakit namaza devam edin de öğrenin. Mü’minlerin görevleri nelerdir?

a)      Günde beş defa toplanarak topluluğun işlerini anlamak ve anlatmak.

b)      Çalışarak, ayrıca ilim tahsil ederek gelecek nesle bir değer bırakmak. Akevler Yenibosna cemaati bunu yapmaktadırlar. Birlikte gelecek nesillere ilim bırakmayı istemektedirler. Ayrıca muhasebelerini oluşturup bir işletme kurmaktadırlar. Yenibosna cemaati bunun bilincinde olmalıdır. Hedefe giderken gerçekleşen bazı aksamalar hedefe doğru ilerlemekten alıkoymamalıdır.

c)       Çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Sadece bizim çocuklarımızı değil, aşiretin çocuklarını da yetiştirmeliyiz. On beş yaşını dolduran çocuğu babasına yük olmaktan kurtarmalıyız. Çalışarak okumak ilkemiz olmalıdır. Bunun için öğrenciler ve gençleri için işyerleri tesis etmeliyiz.

d)      Yaşlılarımıza bakmalıyız ve onların geçmiş tecrübelerinden yararlanmalıyız. Bunun için bazı dayanışma ilkeleri getirebiliriz ama önce on aile Yenibosna’da yerleşmeliyiz.

كَمَا عَلَّمَكُمْ (KaMAv GalLaMaKuM)  “Size nasıl talim etmişse.”

Allah size nasıl talim etmişse ona göre namazları ikame ediniz. Burada öğreten kimdir? Allah. Allah size nasıl öğrettiyse Allah’ı ona göre zikrediniz diyor. Allah bize ne zaman öğretti, nasıl öğretti? Allah bize dört delil ile öğretti.

a)      Allah bize kitap gönderdi, kitapla bize ne yapacaklarımızı öğretti.

b)      Allah bize nebi/ler gönderdi ve o bize göstererek öğretti, Kur’an’ı nasıl anlayacağımızı öğretti.

c)       Allah bizden öncekilere öğretti, bizden öncekiler de bize kitabı öğretti, sünneti öğretti, ayrıca kendi içtihat ve icmalarını öğretti. Onlar da Allah’ın öğrettikleridir, çünkü o görevi onlara o verdi.

d)      Nihayet, Allah bize akıl verdi. Akıl, yalnız başkalarının aracılığı değil de, Allah’ın doğrudan bize öğrettikleridir. Doğru düşünüp küfür içinde olmazsak, aklımıza ne yapacağımız ilham edilir.

مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ(239)  (MAv LaM TaKUvNUv TaGLaMUvNa)  “İlmetmediklerinizi talim ettiği gibi.”

İlmetmediklerinizi öğretenin öğrettiği gibi Allah’ı zikredin, yani içtihadınızı yapın demektir.

İnsan dışındaki bütün canlılar hatasız bilgiye sahip olarak yaratılmışlardır. Onların beyinlerindeki disketlerine yeni bir şey yazamazsınız. Oysa insan öyle değildir, beyindeki disketleri açıktır, yeni şeyler yazabiliyorsunuz. İşte, devamlı olarak beşikten mezara kadar ilim tahsil edilecektir. Çünkü insan cahil yaratılmıştır ve öğrenmek için dünyaya gelmiş, eğitilmek için dünyaya gelmiştir.

Allah insana bilmediklerini öğretti, Adem’e esmayı öğretti. Melekler bilemedi. Melekler kendilerine verilen projeyi çok iyi uygularlar. Ancak keşifler yapıp icatlar yapma işi ise insanlara verilmiştir. Namaz kılma işi eğitim işidir. Allah ibadetleri emretmiştir. İbadetler birer okuldur.

Bunları yani insana bilmediklerini öğreten müesseseler beş tanedir.

a)       Okumak, Kur’an okumak, mânâsıyla Kur’an okumak, onu zikretmek, onu fıkhetmek. Kur’an tilavet et emriyle bunu bize farz etmektedir. Sonra, onlar namazdan evvel veya sonra Allah’ın kitabını tilavet ederler diyor. Kur’an’dan sana ne vahyolunuyorsa onu tilavet et diyor.

b)       Namaz nasıl yaşayacağımızı öğretmektedir. Temizliğimizden başlayıp toplanmak, cemaat olmak, oturmak, giyinmek hususlarında bizi eğitmektedir.

c)       Zekât nasıl çalışıp kazanacağımızı bize öğretmektedir.

d)       Oruç kötülüklerden nasıl korunacağımızı bize öğretmektedir.

e)       Hac dilimizi bilmeyen insanlarla nasıl buluşup anlaşacağımızı anlatmaktadır. Bu husustaki müesseseler henüz tamamlanmış değildir. Yeryüzünde yüze yakın dil olacak, bunlar devlet dilleri olacaktır. Türkçe böyle bir dildir. Kürtçe gibi, Lazca gibi bine yakın dil de vardır. O diller de konuşulacaktır ama devlet dili tek olacaktır. Herkes kendi dilini bildiği devletin dilini bilecektir. Mekke’de devlet dilleri için birer site oluşacaktır. Bu sitede oturanlar devlet dillerinin yanında Arapçayı da öğreneceklerdir: Arapçadan o dillere, o dillerden Arapçaya tercümeler yapılacaktır.

Burada namaz vakitleri belirtildikten ve namazın hiçbir zaman terk edilmeyeceği anlatıldıktan sonra tekrar evlilikle ilgili kısma geçilmiştir.

***

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ (Va elLaÜIOyNa YuTaVafFaNa MiNKuM)  “Sizlerden biri teveffi ederse.”

“Sizden biri vefat eder de eş bırakırsa” denmiyor, “Sizlerden vefat edenler eşler bırakırlarsa” deniyor. Böylece ölen insanların da topluluk oluşturacağı ortaya çıkmaktadır. Ölenler kurallı çoğulla ifade edilmiştir. “Minküm” diyerek onların yaşayanlardan oldukları ifade edilmiş olmaktadır.

Bu bize ölenlerin çocuklarına ve eşlerine bakacak bir vakfın kurulmasını bildiriyor. Bu vakfın gelirleri ile kocaları ölmüş kadınlar korunacaklardır. Bugün kadınlar ölen kocalarının maaşlarını almaktadırlar. Bu aidatlı sigorta ile olmaktadır. İnsanlar için evlenme asıldır. Bu dünya hayatı ile âhiret karıştırıldığı için kadınların dul kaldıktan sonra evlenmesi iyi karşılanmamaktadır. Kur’an bunu Hazreti Peygamber’in hanımları için teşri etmektedir. Kıyas yoluyla bucak başkanlarının hanımları için de aynı hükmü istidlâl edebiliriz.

Bunun sebebi eşlerin sonra fitne çıkarmasıdır. Başkasıyla evlenme sonucunda erkeğin veraset yoluyla yönetimde fitne çıkarmaması içindir. Bu husustaki hükmü Adil Düzen bucakları kurulduğu zaman çıkan olaylarla tesbit edebiliriz. Başkanların eşleri evlendikleri zaman ne olur? Diğer insanlar için şunu söyleyebiliriz.

Kadınlara kızları bakacaktır. Erkeklere ise eşleri bakacaktır. Doğurma devresinde kocasız kadın bırakmamak için evlenmeler olacaktır. Yaşlılar ile ise bakımsız erkek kalmaması için evlenmeler olacaktır.

Burada atfolunmuştur. Nereye atfolmuştur?

وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا (Va YaZaRUvNa EaZVAvCan)  “Zevceler bırakırlarsa.”

“Eşler bırakırlarsa.” Ölenlerin her biri kendi eşini bırakırsa veya eşler bırakırsa. Nekire gelmiştir.

Kur’an düzeninde gelişigüzel bırakılmış hiçbir şey yoktur. Her şey vakıflara bağlanmıştır.

Çocuğun büyütülmesi, yaşlıların bakılması, boşanmış kadınlar ve dullar. Bunların sıkıntılı duruma düşmemesi için vakıflar oluşturulmuştur. Yetimler ve yaşlılar vakfı dışında dullar ve boşanmışlar vakfı da kurulmuştur. Bu iki vakıf ayrı ayrı vakıflardır. Boşanmışların vakfı dulların vakfından ayrıdır. Bunu, bundan sonraki âyetin buna “Va” harfi ile atfetmiş olmasından anlıyoruz.

Vakıflar nasıl çalışırlar? Vakıflarda şunlar vardır:

a)      Vakfın tesisleri vardır. Müstahaklar o tesislerden yararlanırlar. Bunlara “hayriye” denir. Vakıfnamede yazılı olduğu şekliyle onlar ayarlanmış olurlar. Dulların kalacağı yerler, boşanmışların kalacağı yerler bunlardandır. Sorun, kadını çalışmak zorunda bırakmamaktır. Nasıl evli kadınların nafakaları kocalarına ait ise, dul ve boşanmış kadınların nafakaları da bu müessese tarafından karşılanır.

b)      Vakfın giderlerini karşılamak için gelirlerinin olması lazımdır. Bu gelirleri getiren kuruluşlara “galliye” denir. Bunlar kiraya verilir ve elde edilen gelirlerle giderler karşılanır. İşte, kamu bütçelerinden de bunlara pay ayrılır. Bu vakıflar vergiye tâbi değildir, yani zekât vermezler.

c)       Vakıflarda hizmet veren insanlar olacaktır. Bunlar orada yaşayan insanlar olabilir. Kaldıkları yerin temizliğini ve aşçılığını kendileri yapmış olurlar. Bunların nasıl yapılacağı vakıf senedinde zikredilir.

d)      Nihayet, vakfın asıl gayesi oradan yararlanan kimselerdir. Bizim bahsettiğimiz vakıflarda yaşlılar ve yetimler yanında dullar ve boşanmışlar da yer alırlar. Buradaki “ellezîne” ile mutalakadaki kurallı çoğul bunları ifade etmektedir.

وَصِيَّةً (VaÖıyYaTan)  “Bir vasiyet”

234. âyette ve burada bir deyim kullanılmaktadır. Onlar ki vefat ettirilirler ve zevceler bırakırlar deniyor, sonra kadınların kendi başlarına iddet beklemeleri isteniyor. Türkçede böyle cümle yapma tam değildir. Mübteda olarak eşler bırakan erkekler zikrediliyor, haber olarak eşlerinin kendi kendilerine iddet bekleyeceklerini söylüyor. Arapçada erkekli dişili olduğu için bu cümlede bir fesahat veya belagat eksikliği yoktur. Şimdi bu âyette de hem aynı ifadeyi getirmekte, hem de atfederek zikretmektedir.

Burada dul kadınlar için iki vakıf tesis edilmiştir. Biri, koca öldüğü zaman iddeti içinde nafakasını alacaktır. Bu nafakayı kendi mamelekinden alacaktır; yani kadın bir taraftan mihrini alacak, miras payını alacak, ayrıca iddeti içindeki nafakasını da alacaktır. Bu terekeden karşılanacaktır. Ayrıca bir sene de yine meta sözkonusudur. Çıkarılmayacaklardır, yani iddet dolduktan sonra da onların eski evlerinde oturmaları için izin verilmiştir. İddet zamanında isteseler de çıkamazlar yani evlenemezler demektir. İddet içindeki halleri ile iddetten sonra bir senelik hallerinin hükümlerinin farklı olduğu “Va” ile atfedilmiştir.

Vasiyet” şeklinde gelmiş; burada “vasiyet ederler” kelimesi hazf olmuş ve yerine mastar gelmiştir. Eşler bırakanlar “vasiyeti vasiyet ederler” deneceğine, sadece mastar söylenir ve bu yeterli olur.

Arapçada mef’ulü mutlak vardır. Bunlar fiilden sonra gelen mastarlardır. Kendi köklerinden gelirler. Sadece mastarı söyleyerek cümle tamamlanmış olur.

لِأَزْوَاجِهِمْ (Li EaZVAvCıHıM)  “Zevceler için vasiyet ederler/etsinler.”

Eğer bu eşlerin hakları ise neden vasiyet ediyorlar? Kur’an zaten onlara bu hakkı vermiş olmaktadır. İnsanlara kısıtlı vasiyet hakkı tanınmıştır. Karısına bu vasiyeti yapma demek, diğer mirasçıları mahrum etme demektir. Bu âyet ölenin karıları için böyle vasiyet yapmasının yetkilisi olduğunu belirtiyor. Ama eşler üzerinde böyle vasiyet yapma yükümlülüğü vardır. Eşlerin hakkı olarak vardır demektir. Babaları böyle bir vasiyet yapmazsa mirastan verilmez demektir.

Demek ki burada şu getirilmiş olmaktadır. Kadının böyle bir hakkı kullanabilmesi için kocası ile iyi geçinmek durumundadır. Hasta iken bırakıp gitmiş ve ona bakmamış bir eşin bir sene daha oturması istenemez.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki, eğer vasiyet yapmadan ölmüşse vasiyet yapmış sayılır. Ama ihracını isterse o zaman artık kalma durumu olmaz.

مَتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ (MaTAGan EiLAy ElXaVLı)  “Havla dek meta olmak üzere.”

Meta’” kelimesi barınmayı içermektedir. Nafakayı da içerir mi, yani nafaka da verilmeli midir?

Bunu anlayabilmemiz için “meta’” kelimesini ele alalım. Kur’an’da, “sizin için yeryüzünde mustakarr ve meta’ vardır” diyor. O halde meta’ nafakayı da içerir. Demek ki bir yıl evde oturacak ve nafakası da temin edilecektir.

Burada eşe sekizde bir veriliyor. İlk bakışta ona haksızlık yapılıyor gibi geliyorsa da, kadın fazlasıyla korunmuştur.

a)      Önce mihir verilmiştir. Erkek bununla mükellef kılınmıştır. Kadın bu hakkından vazgeçemez.

b)      İddet ölüm hâlinde dört ay on güne çıkarılmıştır.

c)       Bir yıl daha nafaka sağlanmış, evde oturma sağlanmıştır.

d)      Çocukları yanında bulundurma hakkı verilmiştir.

Havle kadar” denmektedir, yani sene doluncaya kadar demektir.

غَيْرَ إِخْرَاجٍ (GaYRa İPRACin)  “İhraç edilmeksizin.”

Nerden ihraç edileceği zikredilmiyor. Kocası ile birlikte kaldığı evden bir yıl çıkarılmayacaktır. Kocası ölse de akrabalık devam ediyor, dolayısıyla mahremdirler, çıkmalarına gerek yoktur. İddet doluncaya kadar civar hısımlarla akrabalık devam etmektedir. İkinci çıkarılmayan yer dullar yurdu olabilir. Burada şu sonuca varıyoruz ki, kadın bir yıl dullar yurdunda kalabilir demektir. Masrafları eski eşleri tarafından karşılanacaktır.

فَإِنْ خَرَجْنَ (Fa EiN PaRaCNa)  “Huruç ederlerse.”

Teklif yapan kimse bekler. Eğer rücu ettiğini beyandan önce ben kabul ettim diye birisi çıkarsa ondan asla rücu edemez. Teklif yapan kimse için zorunluluk var, kabul eden kimse ise muhayyerdir. Bunun gibi şartlı bey’ de caizdir. Ben bunu satın aldım ama üç gün içinde vazgeçebilirim diyebilir. Bu geçerlidir. Satın alan tarafından bağlayıcılığı yoktur, satan tarafında bağlayıcılık vardır. Buna göre akitleri şöyle sıralayabiliriz.

a)      Peşin alınıp verilen satış. Akitle beraber mal verilmiş, para alınmıştır.

b)      Mal verilmiştir. Para sonra alınacaktır. Sorun yoktur. Çünkü paranın dımanı daima zilyede aittir.

c)       Para verilmiş, mal sonradan alınacaktır. Mal mevcuttur. Artık bu mal satın alanındır. Burada mal satıcıda hangi şartlarda bulunabilir? Emanet olmuş olabilir. Kişi koruduğu için ücret istihkak edebilir. Kirada bırakılmış olur, kişi yararlandığı kadar kira verme durumunda olur. Bir de ariyet olur, ne kira istihkak eder ne de ücret. Hangisini kararlaştırırlarsa o olur. Kararlaştırılmamış ise ariyet muamelesi görür.

d)      Alıcı tarafından hıyar/seçme hakkına sahip olur, yani belirlenen müddet içinde satın almak veya almamakta muhayyer olur. Satıcı tarafından muhayyerlik olur. Satıp satmamakta serbest olur. Her ikisinin muhayyer olduğu akit bâtıldır.Akit yapılmamış olur.

Şimdi, burada da kadın iddeti içinde beklemek zorundadır. Başkası ile evlenemez, akit yapamaz. Ama iddet dolduktan sonra bir yıl daha evde oturma ve nafaka alma hakkı vardır. İşte bu müddet içinde kadın evden çıkıp çıkmamada muhayyerdir.

Burada şu sorulacaktır: Bu bir yıllık müddet ölümle mi başlar, yoksa iddetin bitmesi ile mi başlar?

“Ölür ve ezvac bırakırsa” deniyor ve “ve” harfi ile atfediyor. Ölümü iade etmesi, ölümle beraber başlar demektir. Beraatı zimmet asıldır. Dolayısıyla yükümlülük en kısa olmalıdır. Bununla beraber vasiyet hakkı da asıl olduğu için koca isterse bu müddeti iddetten sonra başlatabilir. Benzer soru hıyari şart için de söz konusu olabilir. Önce akit yapıp sonra hıyarda mutabık kalırlarsa, müddet mutabakattan sonra mı, akitten sonra mı başlar, sorulabilir. Akitten itibaren başlar diyerek basitleştirmiş oluruz.

فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ (Fa LAv CuNaXa GaLaYKuM)  “Size cunah yoktur.”

Burada sadece izin mi vardır, yoksa yetkisizlik mi vardır?

Eğer “cunah”ı sadece mübahlık şeklinde anlarsak, müdahale etmeniz size emrolunmuyor, ama siz edebilirsiniz çıkar. Ama “lâ cunaha” demek, size vaciptir mânâsında alırsak, onlara müdahale etmemize bir yetkimiz yoktur demektir. Biz de zaten böyle anlıyoruz. Yani kendileri isterlerse çıkarlar, sizin ona müdahaleniz gerekmiyor. Demek ki “lâ cunaha” demek, göreviniz değildir, yetkiniz de yoktur demektir.

فِي مَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ (FIy MAv FaGaLJNa FIy EaNFuSiHinNa)

“Nefisleri içinde ne fi’lederlerse sizin için cunah yoktur.”

Siz onları çıkmaya ve evlenmeye zorlamayın, hattâ teşvik etmeyin. Onlar kendileri kendi başlarına ne yaparlarsa size kusur isnat edilemez, karışmanızda da yetkiniz yoktur.

Bu âyet bize gösteriyor ki, dul veya boşanmış kadın, evlenme hususunda anne babasına veya başka kimselere sormak, onlardan izin almak durumunda değildir. Velisini değiştirme yetkisine sahip olduğu için velinin fazla yetkisi yoktur. Şimdi şu sorulabilir: Kız evlenmek istediği zaman kendisine veli seçer ve istediği erkekle evlenebilir. Kocasından başka ona izin verecek veli bulamıyorsa kocasının velayeti ile evlenebilir mi? Önce dul veya boşanmış evlenebilir. Kız da kıyasla gidersek evlenebilir. Ama mefhumu muhalefetle gidersek evlenemez. Ancak eğer duhul olmuşsa, artık o dul hükmünde olduğu için muamele geçerlidir. Yani nişanlılık muteber değildir. Ama duhul olursa nikah kocanın velayeti ile geçerli olur.

مِنْ مَعْرُوفٍ (MiN MaGRUvFın) “Maruftan”

Başka yerlerde “bi ma’rufin” geçtiği halde, burada “maruftan ne fiil ederlerse” denmektedir. Yani burada dul kadınların ne yapacaklarına dair maruf bir şey yoktur, sadece genel olarak maruf şeyler olmalıdır. Yani o topluluğun örflerine göre ne yapılacaksa onlar yapılmalıdır.

Kur’an burada bir noktaya daha temas etmektedir. Topluluk bazı şeyleri hoş görmez. Mesela, kadın-erkek toklaşmasını hoş görmez. Eğer o topluluk hoş görmüyorsa onlar için o maruftur. Kadın eli erkek eline değmesin diye. Ama bazı topluluklar da aksini yapar. Kadın elini uzattığı zaman siz elinizi çekerseniz ona hakaret sayılır. Kötü niyetle uzatmış gibi olur. Reddedince onu bozmuş olursun.

Benim memleketimde komşu kız ve delikanlılar birlikte büyürler, normal kadın erkek ayırt etmeden birlikte yaşarlar. Ama eğer erkek bir kıza talip olursa, artık o kız yalnız o delikanlı ile değil, tüm erkek tarafı ile görüşmeyi keser. Düğün oluncaya kadar bu böyle devam eder. Eğer görüşürse saygısızlık kabul edilir.

Dolayısıyla yaşanan yerde örfle değil marufla bunlar tesbit edilmeli yani istişare ile tesbit edilmeli, ondan sonra maruf ne ise ona riayet edilmelidir. Hele evlilik hususunda mutlak surette maruf oluşturulmalıdır. Örfe bırakılmamalıdır. Denge gözetilmelidir. İsraf olmamalıdır. Ama erkek de yük altına girmemelidir. Mesela, gereksiz mobilya aldırtma, salonlarda masraf yapma olmamalıdır. Ama evlenen çifte oturulacak daire verilmelidir. Mihri hiç olmazsa yarım daire kadar olmalıdır. Yani evlenecek kimse maddi masraflara girmelidir ama bunlar kalıcı olmalıdır. Diğer hususları ise kendileri sonra çalışıp kazansınlar. Buna dair örfler geliştirilmelidir.

Adil Düzen Fıkhı” yazma zamanı gelmiştir. Akevler Yenibosna’da Yasin Kılar’la yaptığımız doktora çalışmalarına Hasan Özket, Lütfi Hocaoğlu, Emine Hocaoğlu, Meryem Özket, Hakan Kandal, Selim... katılmalıdır. İşte burada içtihatlarımızla evleneceklerden neler istenmelidir meselesini çözmeliyiz. İsraftan kaçınan ama erkek tarafını da maddi külfete sokan bir dengeli çözüm bulmalıyız.

وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ(240)  (Va elLAHu GaZiZun XaKIYMun)  “Allah azizdir, hakimdir.”

Aziz” demek, söz geçiren demektir. Bir şey söylediği zaman o söz dinlenmelidir.

İstişarî kararlar geçerlidir. Topluluk oluşup marufları ortaya koyarsa, halk da o sözü dinler. Halk bu hususta istişarî kararları benimser. Kararlar alınacak ve bu kararları beş vakit namazda imamlar halka anlatacak. Karar bucak şurasında alınır. Başkan onu Cuma günü hutbede ilan eder. Aşiret başkanları beş vakit namazda bunları cemaatlerine anlatır, cemaatler de bunları öğrenir ve uygular. İsteyerek uygular. Ayrıca niza olursa hakemlere gidilir. Hakemlerin kararları da kesindir. İlgililer isteseler de istemeseler de karara uymak zorundadır.

***

وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ (Va LiLMuOalLAQAvTi MaTAvGuN Bi eLMaGRuVFi)

“Mutalakalar için maruf meta’ vardır.”

Meta’” burada nekredir, “maruf” ise marifedir. Yani boşanmışlar için istişarî kararlarla tesbit edilmiş nafakaları ve barınmaları vardır ama bu hepsi için aynı değildir. Değişik şartlara göre tesbit edilir. Evliyken ne ile yaşıyor iseler, evlendikten sonra da onunla yaşayacaklardır. Yahut bu nekrelik bucaktan bucağa değişen bir nekreliktir.

حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ(241)  (XaqQan GaLaY eL MutTaQIyNa)  “Muttakilere hak olmak üzere.”

Muttakiler üzerinde bu vaciptir. Fasıklar bunu yapmaz demektir. “Muttaki” burada erkek kurallı çoğulla getirilmiştir. Bucak halkı muttakilerden oluşmaktadır. İttikanın konusu da dengedir. Marufa uymalıdır.

Kur’an zaten bugün yaşadıklarımızı anlatmaktadır. Kur’an’da düzen yok deniyor. Bunlar düzen değil midir? Bucak kararları bütün bunları içermiyor mu?

***

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ (KaÜAvLiKa YuBayYıNu elLAHu LaKum EaYATiHIv)  

“Allah size âyetlerini böylece beyan eder.”

Allah size âyetlerini böylece açıklar. Buradaki “âyetler” nelerdir? Buradaki âyetler Kur’an’ın cümleleridir. Kur’an’ın her cümlesi bir âyettir. Şiir gibidir. Siz orada değişiklik yapamazsınız.

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ َ âyetini ele alalım.

كَذَلِكَ    لَكُمْ    اللَّهُ     يُبَيِّنُ    تَعْقِلُونَ      آيَاتِهِ

Burada üçü tarif edilen üçü de mebni altı kelime vardır. Mebnilerden ikisi harfi cerdir. Tasrif edilenlerden biri fiildir. Eğer zamirleri ayrı kelime sayacak olursak 3*4=12 kadar kelime olmuş olur. Demek ki burada ikili, üçlü  ve yedili sistem vardır. Şimdi harflere geçelim. (EGGHH) boğaz, (QKKKK) (YYYYI) arka kameriye, (LLLL LLLL NN) yarı sürekli, (BMMUA) dudak, (ÜTTAA) diğerlidir.

Buradaki harflerin onlu sisteme göre nasıl sıralandığına bakınız.  Burada 4 “A” vardır. “Allah”taki elif harekeden dönüşmüştür, ayrı harf sayılmaz. “Âyât”taki “A” da çoğul ceminden dönüşmüştür “U” sayılır. Diğer iki “A” yani“Kezalike”deki “A”lar ile “Âyât”taki “A”lar ise “V”den dönüşür.

İşte, görülüyor ki bu kısa âyet bile mucizedir. Allah bunlarla âyetlerini açıklamaktadır. Bir de getirdiği hükümler de âyet olmaktadır.

Beş bin nüfuslu siteler kuracağız. Bu sitelerde her bucak kendi şeriatını kendisi tedvin edecektir. Kur’an’a göre oluşan siteler refahta diğerlerine fark atacaklardır. O da âyet olacaktır.

لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(242)  (LaGalLaKuM TaGQıLUNa)  “Akledersiniz diye.”

Demek ki âyetleri anlamanın yolu akıldır, muhakemedir, müsbet ilimdir.

Tuttuğumuz yol doğrudur.

 

 

 


BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
1-BAKARA SURESİ16/01/2006-12/01/2008
3456 Okunma
2-bakara11-20
2476 Okunma
3-bakara21-30
2607 Okunma
4-bakara30-37
2331 Okunma
5-bakara37-48
2594 Okunma
6-bakara 49-57
3196 Okunma
7-bakara 59-61
3194 Okunma
8-bakara 62-69
2562 Okunma
9-bakara 70-76
3602 Okunma
10-bakara 77-83
2834 Okunma
11-bakara 84-88
2375 Okunma
12-bakara 89-93
2499 Okunma
13-bakara 94-101
2699 Okunma
14-bakara 102-105
3574 Okunma
15-bakara 106-112
2746 Okunma
16-bakara 113-119
2825 Okunma
17-bakara 120-123
2715 Okunma
18-bakara 124-130
2395 Okunma
19-bakara 132-138
2264 Okunma
20-bakara 139-143
2182 Okunma
21-bakara 144-149
2665 Okunma
22-bakara 150-158
2559 Okunma
23-bakara 159-165
2161 Okunma
24-bakara 166-173
2577 Okunma
25-bakara 174-177
2674 Okunma
26-bakara 178-182
2411 Okunma
27-bakara 185-187
6471 Okunma
28-bakara 188-194
2546 Okunma
29-bakara 195-198
2921 Okunma
30-bakara 199-206
2452 Okunma
31-bakara 207-213
2859 Okunma
32-bakara 215-217
2288 Okunma
33-bakara 218-221
2784 Okunma
34-bakara 222-228
3097 Okunma
35-bakara 229-232
3692 Okunma
36-bakara 233-235
2368 Okunma
37-bakara 236-242
2575 Okunma
38-bakara 243-246
2699 Okunma
39-bakara 247-248
2945 Okunma
40-bakara 249-252
3245 Okunma
41-BAKARA 253-256
2781 Okunma
42-BAKARA 257-259
2629 Okunma
43-BAKARA 260-264
3197 Okunma
44-BAKARA 265-269
2373 Okunma
45-BAKARA 270-274
2717 Okunma
46-BAKARA 275-277
2423 Okunma
47-BAKARA 278-281
2453 Okunma
48-BAKARA 282 TEDAYÜN(BORÇLAŞMA)
2888 Okunma
49-BAKARA 283-284
2592 Okunma
50-BAKARA 285-286 (AMENER RASULÜ)
3808 Okunma

© 2024 - Akevler