BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
Süleyman Karagülle
3194 Okunma
bakara 59-61

ADİL DÜZEN 353

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 15. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَإِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هَذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ وَسَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ(58) فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَنزَلْنَا عَلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنْ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ(59) وَإِذْ اسْتَسْقَى مُوسَى لِقَوْمِهِ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللَّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ(60)

 

وَإِذْ قُلْنَا (Va EıÜ QuvLNAv)  “Hani, kavl etmiştik.”

Allah İsrail oğullarını denizden geçirmiş, onları Sina Dağı’nın eteklerinde yerleştirmiş, dağda onlara vahiy inzâl etmiş, sonra onları çölde çadırların içinde barındırmıştır…

İsrail oğulları Hazreti İbrahim’in soyundandır. Hazreti İbrahim Mezopotamyalıdır. Mezopotamya uygarlığı üç halkın karışımı tarafından kurulmuştur. Biri, kuzeyden gelen Azeri Türkleridir ki, bunlar koyun ve keçi çobanlığı ile yaşarlardı. Diğeri çölden gelen Akadlardır ki, bunlar da deve çobanlığı ile yaşarlardı. Üçüncü kavim yerli kavimdi ve bunlar ticaretle meşgul olurlardı. Hazreti İbrahim Azeri Türklerindendi. Bunlara Sümerler denmekte idi. Kur’an bunu böyle söylemektedir. Ayrıca, bunlar koyun ve keçi sürüleri ile geçinirlerdi. Göçebe idiler. Çöl olmayan sahalarda kolay seyahat yaparlardı.

Mısır’a gittiklerinde orada Firavun’a işçilik yaptılar ama, yerli halkın aksine bunlar hayvan da beslemeye devam ettiler, dolayısıyla Mısır’ın zenginlerinden olmuşlardı. Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarını iyice biliyorlardı. Ama yerleşik site yönetimi hakkında fazla bilgileri yoktu. Görmüşlerdi ama yaşamamışlardı.

Allah çölden sonra kentlere yerleşmelerini ve oralarda yerleşik uygarlığı da öğrenmelerini diliyordu. Allah onlara bu emri verdi.

ادْخُلُوا هَذِهِ الْقَرْيَةَ (EuDPuLUv HAvÜiHi eLQaRYaTa) “Bu karyeye duhul ediniz.”

Burada işaret edilen karye hangisidir?

Hazreti Musa ve kavmi Mısır’dan MÖ 1200 yıllarında çıkmışlar ve kırk yıl kadar çölde dolaşmışlardır.

Burada işaret edilen karye Filistin’deki karyelerden biridir. Bu tarihlerde Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarının yanında, o uygarlılarla boy ölçüşebilen Hitit uygarlığı vardı. Bu uygarlık hem Mezopotamya hem de Mısır uygarlıkları ile yakın temasta idi. Uygarlığı onlardan almıştı ama iki uygarlığı sentez etmişti. Mezopotamyalıların çivi yazısını kullanıyordu. Mısır hiyeroglif yazısına benzer yazıları vardı. Mısır’la yaptıkları Kadeş Savaşı’nda birbirlerini yenememiş, dost olmuşlardı. Mısır kralına kızlarını vermişlerdi.

Bu imparatorluk devirler geçirmiştir.

a)       Kafkasya’dan gelen halk Yeşilırmak civarında yerleşmiştir. Hititlerden önce Hatuşaş kentini kurmuşlardır. Banlarına adı Hatti’dir. Hatti, Karti’den dönüşmüştür. Bugün Gürcüler kendilerine Kartveli diyorlar. Katlı, Kart’da oturan demektir. Erkeğe “katsı”, kadına “kali” derler. Bu Tükçeye “karı” şeklinde geçmiştir. Keltler de buradan gelmişlerdir. Sonra Kürtler olmuştur. “Hati” Gürcüce’de kucaklama anlamındadır. “Huti” birleşik demektir. Aynı zamanda bu sebeple beşin adıdır. Beş parmağı temsil eder. Bunlar tek kabile olarak gelmemiş, Kafkaslardaki değişik kabilelerin birliği olarak gelmişlerdir. “Hati” katılmış anlamındadır. Yani, birleşmiş ve kervan yolda dizilmiş demektir. Genellikle halkların göçleri böyle olur. “Katma” kelimesi de buradan gelmektedir

b)       Bundan sonra, MÖ 2000 yıllarında buraya yine Kafkas halkları gelmişler, güçlü bir yönetim oluşturmuşlar ve çevredeki kentleri birleştirmişlerdir. Savaş sonunda oraları yakıp yıkmaz, yağmalamaz, onlarla sözleşme yaparak kendilerine bağlarlardı. Böylece Anadolu’da Mezopotamya devletlerine benzer bir devlet ortaya çıktı. Buna ‘Hitit Devleti’ diyoruz. Hitit diyoruz, çünkü Anadolu’da birleşik devlet kurmuşlardır. Hititler bir tek kavim değillerdir. Bundan dolayıdır ki imparatorluk yıkılınca değişik beylikler kalmıştır. Yunanlılar bunların geçmişinden bahsetmez, kendilerine çağdaş olan kavimlerden bahseder. Batılılar 19. asra kadar bunlardan habersiz idiler.

c)       Sonra bu devlet yıkılır ve yeniden kurulur. Bu sefer yalnız Anadolu’ya değil, dünyaya hükmetme sevdasına düşer, Mezopotamya ve Mısırlılarla savaşır. Uygarlaşmış olarak ortaya çıkar. Mezopotamya ve Mısır’dan daha ileri bir uygarlığa sahiptir. Meclisi vardır ve meclis kralları bile muhakeme etmektedir. Mezopotamya kanunnameleri gibi daha gelişmiş kanunları, hukuki kodeksleri vardır.

d)       Dördüncü dönem ise imparatorluğun yıkılması dönemidir. Zaten birleşik bir yönetim olunca zayıf zamanında hemen dağılmıştır. İşte Hazreti Musa bu dağılma zamanında gönderilmiştir.

Hititler daha devletleri döneminde bile Suriye ve Filistin’i kendi ülkeleri saymışlardır. Oralara gidip yerleşmiş ve oralarda kentler kurmuşlardır. İşte İsrail oğullarına “giriniz” dediği “karye” bunlardan biridir. Bu karyelerde Hitit uygarlığı vardır. Allah onlara Tevrat uygarlığının uygulanış şeklini yaşayarak gösterecektir. Tevrat sonra nâzil olmuştur ama Tevrat hükümleri Mezopotamya’da vardır, Hititlerde vardır. Bu sebeple Kur’an “Suhufi İbrahime ve Musa” diyor, “Suhufi İbrahime ve Suhufi Musa” demiyor.

Allah bize de Kur’an’ı göndermeden önce Tevrat’ın uygulamasını göstermiştir. Medine Yahudileri, Bizans imparatorluğu ve Sasaniler bu görevleri görmüşlerdir. Filistin’de Teber Gölü çevresinde hâlâ Hattin denen bir kent vardır. Tarihte Selahattin Eyyubi burada meydan savaşını vermiştir. Kur’an’ın “girin” dediği “karye” bu olabilir, yahut buna benzer karye olabilir. Kazılar yapılınca bu husus daha belirli hâle gelecektir.

فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا (Fa KULuv MiNHAv XaYÇu ŞiETuM RaĞaDan)  

“Ondan nerede meşietiniz olursa rağad olarak ekledin.”

Arapçada “Taam” vardır, yemek yemektir. “Ekletmek” ise tüketmektir.

Elbise ekledilir ama taam edilmez. Nerede meşietiniz olursa orada tüketiniz denmektedir.

حَيْثُ شِئْتُمْ (XaYÇu ŞiETuM)  “Nerede meşietiniz olursa.”

“Keyfe Şi’tüm” dememiş de, “Haysu Şi’tüm” demiştir.

Kent yaşamında nasıl yaşadıklarını Hitit hukukundan öğrenmeliyiz. Toprak mülkiyeti üzerinde bilgimiz olmadığı için bu ifadenin manâsını zor açıklayabiliriz. Büyük bir ihtimalle bunlar Kafkaslardan göçen halk olduğu için tarımdan çok çobanlıkla geçinmektedirler. Meyvecilik ve çobanlık yapmaktadırlar. Yerleşik hâle geldikleri halde, henüz toprak mülkiyeti oluşmamıştır. Ortak mülkiyet vardır. Belki sebze ektikleri küçük bostanlara mâliktirler. Bunun manâsını ancak Hitit hukukunu tetkik ettiğimiz zaman anlamış oluruz.

Tevrat’ta da kurban önemli yer tuttuğu halde, tarım gelirlerinden az bahsetmektedir.

Demek ki, bu uygarlık henüz toprak mülkiyetinin olmadığı site uygarlığıdır. Tarımdan çok sanayi ve ticaretle geçinen uygarlıktır. İsrail oğulları bunlara ticareti öğretmiş olmalıdır. Çünkü Hititler Mezopotamya ile geniş manâda ticaret yapıyorlardı. Kafkas halkı yerli halk gibi tarımla değil de, daha çok sanayi ve ticaretle meşgul olmuştur. İsrail oğulları ilk dersi bunlardan almış olmalıdırlar.

رَغَدًا “Rağad” kelimesi “Rahet” kelimesi ile akrabadır. “Rahet” serinlemek, temiz hava almak anlamındandır. “Rih” yel kökünden gelir. “Rağad” ise ekonomik serbestliktir. Liberal olarak demektir. Yani, serbest piyasa içinde nerede isterseniz eklediniz demektir. Yani, karşılıksız ve yağmalayarak değil, şeriat içinde serbest piyasa ekonomisinde eklediniz demektir.

Bu kelime Kur’an’da üç yerde geçmektedir. Birinde uluslararası serbest piyasadan bahsetmektedir. İsrail oğullarına serbest ticaret kurallarını öğretmektedir ki, bugünkü varlıkları o öğrenimden gelmektedir.

Sonra Hazreti Davut aleyhisselâm devletçilik öğretecektir. Böylece İslâm ekonomisinin, barış ekonomisinin temelleri atılacaktır. Halkın yapabildiği işleri halk serbest piyasa içinde yapacaktır. Halkın yapamayacağı işler ise kamu tarafından vakıflarca yapılacaktır. Yani, halkçılıkla devletçilik dengelenecektir.

20. yüzyılda bu düzeni ortaya koyan Mustafa Kemal’dir. Sonra Mussolini ve Hitler nasyonal sosyalizm olarak benimsemişlerdir. Şeriatı benimsemedikleri için kendileri helâk olmuşlardır ama sistem dünyaya yayılmaktadır. Kapitalizm ve sosyalizm tarihe karışıyor. Onların yerine şeriat düzeni gelişmektedir.

Alusi tefsirinde “Rağad” kelimesine istediğiniz yere götürebilirsiniz anlamı verilmiştir. Yani, liberalizm, serbest pazar olarak tanımlanmıştır.

وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا (Va uDPuLUv eLBAvBa SucCeDen)  

“Baba succeden duhul ediniz.”

Kentin kapısından vize alarak giriniz.

El-Bâb” burada marifedir. Şehrin giriş yeridir. Gelen kişiye kentte dolaşması için belge verilir. Kente giren ve orada yerleşen kimse o kentin kurallarını kabul etmiş olur, şeriatı kabul etmiş olur.

“Rüku” yöneticilere itaattir, “Secde” kurallara uymaktır.

“Udhulû Mine’l-Bâbi” demiyor, “Udhulu’l-Bâbe/ Bâba giriniz” diyor. “Bâb” demek, sınır kapısı demektir. Yani, sırada bulunan bina demektir. Onun için “giriniz” denmiştir. Kişi kapıdan eğilerek girerse, ben sizin bütün kurallarınızı kabul ediyorum ve kentinize girmem için izin istiyorum demek olur. ‘Geç’ işareti alınca geçmiş olurlar. İnsanlar Avrupa’da ve diğer ülkelerde kapılardan pasaport göstererek geçmektedirler.

İslâm düzeninde yani “Adil Düzen”de kişi bunu ifade eden işaretle geçer. Bu da eğilmedir.

İslâmiyet’te devletlerarası vize yoktur. Ancak bir kente yabancının girebilmesi için o kent halkından birisinin davetlisi olması gerekir. Kapıya geldiğinde pasaportunu, yani kendi ülkesinin hüviyet cüzdanını gösterir, kime konuk olduğunu söyler ve geçer. Sonra konuk sahibine haber verilir. Konuk olarak gösterilen kimse eğer kabul ederse onun malı ve canı güvenlik içindedir. Rağadandir.

Kabul etmezse, bir başkasının adını verir. Kimse kabul etmezse, o zaman çıkıp gider. İsmini verdiği kimseyi haberdar etmezse, malı ve canı hederdir, korunmaz.

Adil Düzen”de beyan asıldır. Kimsenin beyanında başkalarına yalan söyleme yetkisi yoktur. Ancak yanlış çıkarsa sorumlusu beyan verendir. Yalan olursa ağır müeyyidesi vardır. Hukuk düzeni budur.

وَقُولُوا حِطَّةٌ (Va QUvLUv XıoOaTun)  “Ve hitti kavledin.”

Secde ederek girmek, o kentin kurallarını kabul etmek demektir. Yetkililere yetkili olduğu yerde itaat edeceğini ifade etmesi fiili işaretle değil, sözle olacaktır.

Hitta” Kafkas ve Hitit dillerinde sarılmak, birleşmek demektir. İslâm kanunlarında bir yabancı ülkeye iltica eder de ‘ben burada yerleşeceğim’ derse, ona ‘sen buraya gelemezsin’ diyemezsiniz. Çünkü yeryüzü bütün insanlığındır, insanlar nerede isterlerse orada yerleşirler.

Yerleşen kimseden şunlar istenir:

a) Oranın şeriatını kabul edecektir.

b) Oranın yönetimini kabul edecektir.

c) O beldenin dilini mutlaka öğrenecektir.

d) Askerlik yapacak veya cizye verecektir.

İşte bu sebepledir ki Mustafa Kemal “Ben Türküm, ben Müslümanım” diyen herkesi Türk olarak kabul etmiş ve ülkeye yerleştirmiş, sadece İslâm olma şartını aramıştır.

Anlaşılan, bu İslâmî kural Hitit kentlerinde de vardı. Yine o imparatorluk ortaya çıktığı zaman bunlar anlaşılır. Bu sebeple barış içine giriniz demektedir.

Hitta” kelimesinin Arapça olmadığı, manâsının bilinmediği Razi tefsirinde yazılıdır. Özel addır. “Ben Hittatım” deyin denmiş olur. “Ben Hititim” deyin, yani “Ben Türküm” deyin emri verilmiş oluyor.

Adil Düzen Anayasası”nda bunları fıkıhçıların sistemi içinde koyduk. Görülüyor ki, onların hepsinin Kur’an’da yeri vardır. Sünnetle öğretilen Kur’an’da belirtilmiş oluyor. Bu da bu kitabın Allah kelamı olduğunun ve Hazreti Muhammed aleyhisselâmın O’nun resulü olduğunun açık delilidir. Usûlü fıkhın da doğru bir ilim olduğunu ortaya koymaktadır. “Hitta” kelimesi Arapçadaki “Halt” kelimesine akrabadır ki, karıştırma demektir.

نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ (NaĞFiR LaKuM PaOAYAyKum)  

“Hatanızı mağfiret edelim.”

Bu karye şeriata uygun bir karye olmalıdır ki Allah o karyenin sahibi olarak “sizin hatanızı mağfiret edelim” demektedir. “Ben Hititim” dendikten sonra artık bazı hatalar olsa da diğer vatandaşlar gibi affedilecektir. Şeriatı öğreninceye kadar geçen zaman için hataları mazur görülecektir. Bilmemek mazeret değildir, bilememek mazerettir kuralının bir uygulaması vardır.

Hıtat” kelimesi “Hat” kelimesi ile de akrabadır. “Hat” çizgi demektir, sınır demektir. Ben hudutlara riayet edeceğim demektir. “Hudud” kelimesi de bunlara akrabadır. Kafkas dillerinde “Hazı” hat demektir. Arapçada “Hıtat” işlemek anlamında gelişmiştir. Eski nizaları, eski kavgaları silelim demektir. “Hittatün” deyince, eski düşmanlıkları bırakalım da dost olalım demektir. Yani, küfürden imana gelmektir.

İslâmiyet böyle bir talebi kabul etmektedir. Eski kötülükleri silip atmaktadır. Hitit kenti bir İslâm kenti olduğu için bunu kabul etmektedir. Bu emir aynı zamanda bugünkü İsrail oğullarına da emirdir. Şimdiye kadar yaptıklarınızı atın bir kenara, ‘Hittatün’ deyim de Allah sizden eskilerin hesabını sormasın, tevbenizi kabul etsin.

وَسَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ(58)  (Va SaNaZIyDu eLMuXSiNIyNa)  

“Ve muhsinlere ziyade edeceğiz.”

İsrail oğullarına o gün bu müjde verilmiştir. Gerçekten de daha sonra İsrail oğulları İbrani devletini kurmuş ve dünyaya hükmetmişlerdir.

El-Muhsinîn” burada marife gelmiştir. Cins isimdir. Çoğulun cins ismi olmaz ama, kurallı erkek çoğul topluluğu gösterdiği için tekil hükmündedir. Cins içinde olur, istiğrak için de olur.

Bugünkü İsrail oğulları tevbe eder de “Adil Düzen”i kabul ederlerse, bugünkünden daha yüce yerlere ulaşacak, varlıkları ve etkileri daha da artacak demektir. Şimdi olduğu gibi insanlar onlardan nefret etmeyecekler, lânetlenmeyecekler, insanlar onları seveceklerdir.

Ben de bu âyetleri okuyunca İsrail oğullarının böyleleri aklıma geliyor da, sömürü sermayesine olan nefretim bunlardan dolayı muhabbete dönüşüyor...

***

فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا (Fa BadDaLa elLaÜIyNa JaLaMUv)

“Zulmetmiş olanlar tebdil ettiler.”

Bütün İsrail oğulları değil, sadece zalim olanlar, zulmetmiş olanlar tebdil ettiler. Zulüm yaptıktan sonra zulümlerini meşrulaştırmak için kendilerine söylenenleri tebdil ettiler. Yani, o kentin kanunlarına uyarak ve onlarla birleşerek girin dendiği halde, bunlar zorla girdiler veya girdikten sonra orada fesat çıkarmaya başladılar.

Bugünkü İsrail oğullarına de söylenen budur. Onlara emredilmiş olan insanlığa barış içinde hizmet etmek olduğu halde, onlarla savaş hâlindedirler.

“Tevrat’ta vaat edilen Mesih İsa’dır. Görevi Tevrat’ın hükümlerini dünyaya yaymaktır. Hıristiyanlık budur.” deseydiler, onlarla işbirliğine girişerek bu uygarlığı oluştursaydılar, bugünkü zulümler olmazdı.

“Hazreti Muhammed Hazreti İsmail’in torunudur ve  Tevrat’ta vaadedilen peygamberdir.” deseler, Müslümanlarla da daha güzel geçinirlerdi.

Ama onlar öyle yapmadılar. İnsanları ateist yaparak, birbirine düşürerek, aralarına ateş ve kan sokarak beş yüz senedir yönetmekte, zulümlerine devam etmektedirler. ‘Hayır, zulmetmiyoruz’ diyorlarsa, biz her zaman hakemlere gitmeye hazırız. O zaman da öyle yapmışlardı. Aynı şekilde Medine anlaşmasına imzalarını koymuşlar ama sonra ihanet etmişlerdi.

قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ (QaVLan ĞaYRa elLaÜIy QIyLa LaHUM)  

“Kendilerine kavledilenin gayri bir kavla tebdil ettiler.”

Kavlan” sözünden önce “el-Kavl” mahzuftur. Yani, kendilerine söylenen sözü, kendilerine söylenenden başka bir kavla tebdil ettiler. Tekrar etmek için hazfedilmiştir.

Kur’an’da böyle hazflar vardır. Söylenen söz hıtta deyin dmekdi Sonra onu söylediler ama başka söze çevirdiler, başka şekilde yorumladılar. Tevrat’ta birçok yerlerde işte buralara girin denmektedir.

Ondan sonra oraları yağmalayın, erkekleri öldürün, kadın ve çocukları eş edin şeklinde yorumlamışlar. ‘Biz başkaları ile eşit olamayız’ demişler ve onlarla kucaklaşmamışlardır. Medine’de olduğu gibi, dünyada olduğu gibi, kendilerinin dünyayı yönetme hakkı olduğunu iddia etmişlerdir; hâlâ iddia etmektedirler.

Aralarında serbest rekabeti sürdürmek ama diğer kavimlere karşı tekel oluşturmak istemektedirler.

Rağad ekonomiye karşıdırlar. Kotalar, gümrükler, vizeler icad etmektedirler.

Dünyayı tek liberal pazar hâline getirtmekle yükümlü oldukları halde, onlar kendilerine tekel oluşturmaktadırlar. Bugün ekonomik savaş vardır. İnsanlığın ‘halk ekonomisi’ ile onların ‘tekel ekonomisi’ savaş hâlindedir. Tevrat’ı da buna göre değiştirdiler. Kendilerine söylenenlerden başkasını karıştırdılar. Şöyle ki, sadece zulmedenler için uygun görülen hükümleri İsrail oğullarından olmayanlara teşmil ettiler. Böylece Tevrat’ın ‘kâfir’ ve ‘mü’min’ ayrımını onlar ‘İsrail oğlu’ ve ‘diğeri’ olarak yorumladılar.

Bu hastalık yalnız onlarda değil, bütün dinlerde iliklere kadar işlenmiştir.

Adil Düzen” insanlığın bu kötü anlayışını düzeltecektir. Lâiklik bunu sağlayacaktır. Herkese kendi dininde istediği gibi dindar olma imkanı verilecek, böylece bütün dinlerde mezhepler doğacak, sonunda her dinde, beş hak dinde hak mezhepler galip gelecek, zalim mezhepler ise sahneden çekilip gideceklerdir.

Burada tebdil edilen kavl nekiredir. Her mezhep ayrı ayrı yorumlayarak farklı anlayışlar getirmişlerdir. Beş dinin beşinde de aynı olan şeyler haktır. İhtilaf edilenlerle amel caizdir, ama onun için cihad yapılmaz.

فَأَنزَلْنَا عَلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا (Fa EaNZaLNAv GaLAy elLaÜIyNa JaLaMUv)  

“Zulmetmiş olanlara inzâl ettik.”

Yani, bütün İsrail oğullarına inzal etmedik, zulmedenlere inzâl ettik.

Çünkü zulmetmeyen İsrail oğulları hâlâ varlar; kıyamete kadar da varolacaklardır.

Şeriata uygun olarak insanlığa hizmet ederek onları saadet ve refaha ulaştıracaklardır.

İşte bu sebeple “Aleyhim” denmemiş de, “Ale’l-Lezîne Zalemû” denmiş; yani, sadece zulmetmiş olan kimselere denmiştir. Ne var ki, buradaki tefrik kişilere değil de topluluklaradır.

Zalimler içinde iseniz, kurtulmanız için iki yol vardır; ya onların içinde savaşmadan cihad edeceksiniz, ya da oradan hicret edip gideceksiniz.

رِجْزًا مِنْ السَّمَاءِ (RiCZan MiNa elSaMAEi)  

“Riczi semadan inzâl ettik.”

Kur’an’da ricz, rics, necis kelimeleri kullanılmaktadır.

Necis” pislik demektir. İnsanların veya hayvanların arkadan dışarıya attıkları şeylerdir.

Ricz” ve “Rics” sosyal pisliktir. “Ricz”in yanında hep “semadan” denmektedir.

Doğal âfet olarak anlarız. Mü’minlerin onları tecziyesi değil de, doğal âfet ile kendi aralarında çıkan fitne diyebiliriz. Fesat var, fitne, var bela var. Onlar sosyal olaylardır.

Ricz” ise daha ziyade hastalık gibi, yahut yıldırım gibi âfetlerdir. Mesela, zinanın cezası yüz sopadır. Bu ricz değildir. AIDS hastalığı riczen minessemâidir. Faizin getirdiği kriz ise ricsen minellahtır.

İsrail oğullarının durumu da böyledir. Savaşla yenilmeyeceklerdir. Bugün icra ettikleri fitneleri karşılığı olmak üzere bir gecede dolar sıfırlanabilir. Tüm sömürenler sömürme imkanını bir gecede yitirip müflis olurlar. Dünyanın uyanmasına bağlıdır. Yalancının mumu yatsıya kadar sürer.

Dünya oynanan oyunu anlamak üzeredir. Ülkeler ‘ben ülkemdeki malları kendi paramla satıyorum, doları kabul etmiyorum’ deseler, bunların işi bir gecede biter. Bunun için de bir devletin bunu demesi yeterlidir. Bu alev gibi tüm insanlığa yayılır, füzelerini ateşleyecek mecal bulamaz. Bu Allah’tan gelen rics olur.

بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ(59)  (Bi MAv KAvNu YaFSuQUvNa)  

“Fisk ettiklerinden dolayı böyle yaptık.”

Şeriat bir balon gibidir. Kurallar vardır. Herkes o kurallara uyar. Kurala uymamak demek, balonu delip dışarı çıkmak demektir. İçerdekiler harekete geçer ve derhal balonu tamir ederler. Başkalarının dışarı çıkmalarını önlerler. Bu ceza müessesesidir. Yani, düzen kurallarına uymaktır ve kurallara uymayanları cezalandırmaktır. Ceza ile de uslanmıyorsa, onu yok etmek veya topluluktan uzaklaştırmak demektir.

Bütün bunlar eğer şeriat içinde cereyan ediyorsa, orada fisk yoktur. Ama eğer bir toplulukta kurallara riayet edilmiyor, topluluk da onu cezalandıramıyorsa, orada fisk vardır demektir.

Türkiye’de isteyen istediği kadar suç işliyor, kimse onu cezalandıramıyor. Mesela, vergi kaçakçılığı vardır, cezasız kalıyor; rüşvet vardır, cezasız kalıyor. Hakimler, savcıklar, avukatlar kanun bekçileridirler ama kendileri kanunlara uymuyorlar. Ceza müessesesi yoktur. Hakemlik sisteminin olmadığı ülkede kurallar çalışmaz. Fısk olur. Çünkü kanunu uygulayamayanları cezalandıracak merci bulunmaz. Oysa hakemlik sisteminde hakemleri taraflar seçtikleri için daima üst merci vardır. Hakemleri de yine hakemler yargılayabilecek, onları da başka hakemler yargılayabilecektir. Kimse en üst olmayacaktır.

İşte, bir topluluk eğer kurallara uymazsa, yani şeriat sistemi olmazsa o topluluk fısk etmiştir. Allah onların üzerine semadan ricz gönderir. Mesela zelzele olur. Zelzele karşısında tedbir almazlar.

Peki, kurallara uyan kimselerin ülkelerinde zelzele olmaz mı?

Olur ama kurallar o zelzelenin etkisini asgariye indirir. Savaşlar da olur, düşman her zaman ülkelerine saldırır, hattâ işgal eder ama kurallara uyan topluluklar varlıklarını sürdürürler.

Nitekim, Cermenler Roma’yı istila ettiler ama kurallara uyan Hıristiyanlar galip geldiler ve Cermenler Hıristiyan oldular.,, Moğollar da dünyayı istila ettiler, kurallara uyan Müslüman ve Çinlilerin devletleri yıkıldı ama dinleri galip geldi; Çin’dekiler Budist oldular, diğer yerlerdekiler İslâm dinine girdiler...

Bugünkü İsrail oğulları, dünyayı sömürsünler diye dine saldırmakta, aileye saldırmakta, mülkiyete saldırmakta, devlete saldırmakta, tüm imkanlarını buna kullanmaktadırlar. Tüm basın ve yayın, tüm eğitim ve öğretim kurumları, devlet yönetimleri, sanayi merkezleri hep dinsizliği yani fiski yaymak için harekettedirler. Böylece insanları doğal ve beşerî âfetlerden korunamaz hâle getirmek istemektedirler. Ama gelecek olan ricz yalnız onlara ve onlara uyanlara gelecektir. Zulmetmeyen diğer İsrail oğulları ile zulme âlet olmayan diğer insanlar kurtulacaklardır. Çünkü ricz yalnız zulmeden topluluklara gelecektir. Ayırım noktasına gelinmiştir.

Ya beş dinin ortak düzeni olan “Adil Düzen”i kabul edecek ve mü’min olacaklar, ya da karşı gelip semadan gelen ricz onları mahvedecektir. Nitekim zelzeleler, fırtınalar, terör ve anarşi son bir iki yıl içinde kendisini göstermiş, ricz geliyorum demiştir. İnsanlık çaresiz kalmış, ezilmiştir. Toplanan yardımlar da yerlerine ulaşmamakta, yolda eriyip gitmektedir. İnançsız insanları yönetmek mümkün değildir.

***

 

وَإِذْ اسْتَسْقَى مُوسَى لِقَوْمِهِ (Va EıÜıSTeSQAv MUvSAy LiQavMiHIy)  

“Hani Musa kavmi için istiska etmişti.”

Karyeye girme emri vermiş, başarılı olamamıştır. Girmişler veya girdiklerinde kent hayatına alışamamışlar ve oradan kovulmuşlardır. Yahut bazı kabileler girmiş, bazı kabileler ve Musa dışarıda kalmıştır. Belki de İsrail oğullarında ilk ayrılma ve dağılma buradan başlamıştır.

İsrail oğulları Mısır’da yaşıyorlardı.

Mezopotamya uygarlığı seramik uygarlığıdır. Onların bırakmış olduğu tabletleri bugün biz bırakamıyoruz. Mısır uygarlığı ise taş uygarlığıdır. Tonlarca taşları yontuyor, çıkarıyor ve şehre getirip ehramlar yapıyorlardı. İstanbul Sultanahmet’teki dikili taş oradan getirilmiştir. Onların eseridir. Demir araçların dahi bulunmadığı o zamanlarda bu taşları bu hâle getirmek elbette kolay olmayacaktır.

Bugün biz bunları henüz yapamıyoruz.

Mısır’da tıp da çok gelişmişti. Bitkiler kayaları eriten malzeme üretirler. Köklerinden onu kayalara aktarır, onlara köklerini sokarlar. Mısırlılar bu teknoloji biliyorlardı. Önce bu ilaçlarla granitler üzerinde kanal açıyor, sonra uygun şeklide kamalayarak pirinç balyozlarla kayaları istedikleri gibi parçalıyorlardı. İsrail oğulları taş ocaklarında çalışmış olduklarından kayaları parçalamayı biliyorlardı.

Hazreti Musa aleyhisselâm, aldığı vahiy ile suların bulunduğu yeri öğrenmiş ve sopası ile hangi kavmin nerede su çıkaracağına işaret etmiştir. Hazreti Musa çölün ortasında su talep etmiştir. Hazreti İbrahim de Mekke’de buna benzer bir su bulmuştur.

 

فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ (Fa QuLNAv iWRiB Bi GaÖAyKa eLXaCaRa)

“Onunla hacere darb et diye kavl ettik.”

Darb etmek” vurmak demektir. Çeşitli manâlarda kullanılır. Sopanla taşa vur.

Sopanın ucuna kayaları eriten madde sürmüş, onunla nerede kaya patlatacaklarını İsrail oğullarına göstermişti. Burada Hazreti Musa’nın yaptığı bu yolla su çıkarma tekniği yenidir. Diğer taraftan nerede su bulunduğunu bugün ilimle biliyoruz. O gün ise Cebrail’in öğretmesi ile bilmektedirler.

İsrail oğulları ya eştiler ve deldiler, ya yine bitkilerin ürettiği patlatıcıları kullandılar, ya da kamalayarak patlattılar. Mısır’daki büyük taşları ne ile parçalıyor idiyseler, kayayı öyle parçaladılar.

Bugünkü artezyen kuyularına benzemektedir.

Toprak içinde depolanmış su vardır. Dağın eteğinde bu su dışarı çıkmaktadır. Kil tabakası ve taşlar çıkmasını önlemektedir. Böylece sular dışarı çıkmış, su pınarları oluşturulmuştur.

 

فَانفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا (Fa iNFaCaRaT MiNHu iSNaTAy GaŞRaTa GaYNan)  

“Ondan on iki pınar inficar etti.”

Fecr” sabah aydınlığıdır. Sonra ışığın odaya sızdığı yere “pencere” denmiştir. Suyun yararak ortaya çıkmasına “inficar” denmiştir. Bugün kuyular açılmakta, pompalarla sular çekilmekte yahut kovalarla alınmaktadır. Oysa, burada Mısır taş tekniği ile kaya parçalanmış ve pınarlar fışkırmıştır. Kaya boylamasına parçalanmış ve yer yer sular akmağa başlamıştır. Kırk yıl çölde dolaşan bir kavmin elbette bu tür tekniği olmalıdır. Mısırlılar ehram yapmış, onların ustaları de yerden su çıkarmışlardır.

 

قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ (QaD GaLiMa KulLu EuNAvSin MeŞRaBeHuM)  

“Bütün insanlar meşrebelerini bilmiştir.”

Şeriatta su para ile satılmaz. Her kabilenin veya aşiretin kuyusu, pınarı bulunur. Bunlar birleştirilir. Sonra nüfusa göre bölünür. Herkes nüfusuna göre su alır. Hayvanlara da insanlara olduğu gibi su hakkı tanınır. Sıra ile su alırlar. Canlı başına bölüşürler. Bu önemli kuralda belirtildiği üzere, bitkiler de canlı olduklarına göre onların da hakkıdır.

Dört çeşit su vardır:

a)       Meşrebe suları. Bunlar içilecek ve yemek pişirilecek sulardır.

b)       Hayvanların da insanların içme suları yanında hakları vardır.

c)       Sonra bitkilere verilecek sulardır.

d)       Bundan sonra kullanma sularıdır. Temizlik yapılır, havalandırılır. Bu sular bitkilere de kullanıldığı için kirletmemek şartı ile öne alınır.

Kuyuyu kimler açmışsa, bakımını kimler yapıyorsa onlarla bölüştürülür.

Bugün gerek yeraltı gerekse yer üstü suları bakımından çok önemli sıkıntı vardır. Nasıl bölüşülecektir?

Sular vakfı kurulur, biriktirilen sular önce insanların içme suları için, sonra hayvanların içme suları için bölüştürülür, sonra da kirletmek üzere kullanma suları bölüştürülür. Kalan sular sulama suyu olarak kullanılır. Sulama ve hayvan suları için ödenen zekat ile orantılı olarak bölüştürülür.

Fırat ve Dicle suları, tüm Anadolu ve Ortadoğu suları için “Sular Vakfı” kurulmalıdır.

Bu vakıf yukarıda söylediğimiz kriterler içinde suları bölüştürülmelidir. Tesislere hissedar olunur, ona göre hissedarlar pay alırlar.

İslâm barış dinidir. Her şeyin çözümünü adil bir şekilde yapmıştır.

İslâm deyince beş dinden bahsediyoruz.

 

كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللَّهِ (KuLUv Va İşRaBUv MiN RıZQı elLAHı)  

“Allah’ın rızkından ekledin ve şurbedin.”

Buradaki “Allah’ın rızkı” kamunun denetiminde olan rızıktır.

Yukarıdaki tasnif yalnız sular için yapılmamaktadır. Araziler için de aynı şekilde düzenlenir. Topraklarda neler ekileceği genel planlama ile kamu tarafından belirtilir. Bu toprakta zeytin yapılacaksa, orada zeytin ziraatı yapılır. Bunlar insanların ihtiyacına göre tesbit edilecektir. Topraklar buna göre bölüştürülür.

a)       İlk olarak yol gibi, kanal gibi kamu yerleri için topraklar ayrılır.

b)      Sonra meskenlerin yapıldığı binaların toprakları ayrılır.

c)       Sonra mezru yerler tesbit edilir.

d)      Sonra mecur ormanlar ayrılır. Çünkü ormanlar yeryüzünün ciğeridir.

e)       Ondan sonra meralar ayrılır. Hayvanlar oralarda yayılır.

f)        Hâli yerler.

İnsanlar bölüşmede bu tercihlerle tesbit edilecektir. Kişiler bu plan çerçevesi içinde imara göre özel mülkiyete sahiptirler. Taşınmaz mülkiyeti plan projeye uyma sınırları içinde verilir.

Bu âyet buna delalet etmektedir. “Allah’ın rızkından eklediniz ve içiniz” demekle, kamunun size sağladığı kurallar içinde, planın içinde eklediniz ve içiniz demektir.

وَلَا تَعْثَوْا (Va LÖAv TaGÇaV)  “Ğusve etmeyin.”

Gatıyya, Gasıyya, Hasıyya kelimeleri manâlar itibariyle de birbirine akrabadır. Gasda sopa demektir. İsyan, sopa kaldırma, karşı çıkma demek, sopa gösterme demektir.

“İtiy” topluluğun çözülmesidir, birinin yaptığını bozmasıdır. “Üsüv” ise çıkar atşısamsının ötesinde başkasını izrar etme sistemidir. Yani, kendilerinin bir çıkarı olmadığı halde, sırf başkalarına zarar vermek üzere hareket edenler üsve yapmış olurlar. Bu şekilde davrananlar üsve içindedirler. Çıkar paralelliği, çıkar çatışması, zararlaşma kademe kademe kötüdür.

فِي الْأَرْضِ (Fı eLEaRWı)  “Arzda müfsid olarak dolaşmayın.”

Harfi tarifle gelen “el-Erd” memleket anlamınadır. Buna göre bulunduğunuz topluluk içinde fesat çıkarmayın. Topluluğun düzenini bozacak şekilde hareket etmeyin.

Herkes bulunduğu yerin iyiliği için çalışmalıdır. Eğer o topraklar için canını verecek durumda değilse, cizye ile de barındırmıyorlarsa, orasını terk edeceksin.

Kimse bulunduğu memlekette isyan çıkaramaz, fesat için hareket edemez.

El-Erd” denince, bir de bütün yeryüzü anlaşılmaktadır. Kur’an’da daha çok bu anlamda geçmektedir.

İsrail oğullarına yeryüzünde fesat çıkarmamaları emredilmiş olduğu halde, tüm hayatlarında bulundukları topluluklarda fesat çıkarma huyları olmuştur. Bugün yeryüzünde bu fesadın şahikasındadırlar.

Oysa, Tevrat ve Kur’an’da belirtilen, beş dindeki kitaplarda belirtilen, insanlık düzeninin ve insanlık şeriatının dışına çıkarak yeryüzünü şeriat dışı zorlamayın emrini almışlardır.

İsrail oğulları yeryüzüne düzen getirmeleri için görevli iken, onların yeryüzünü ifsad etmelerine nasıl izin verilir? Tevrat’a sonradan soktukları bu tür yorumları müsbet ilmin verileri içinde düzeltmelidirler.

مُفْسِدِينَ(60) (MuFSiDIyNa)  “Müfsitler olarak arzda usvetmeyin.”

Fesad” bozulma demektir. Karşılığı salahtır.

Bir su mecrasında akarken onun önünü tıkarsanız fesad olur.

Çevre kirşliliği fesaddır, rüşvet fesaddır, hile fesaddır, terör fesaddır, anarşi fesaddır, faiz fesaddır, zina fesaddır, hırsızlık fesaddır, savaşları çıkarmak fesaddır, gümrükler fesaddır…

Bugünkü dünyada yeryüzünü tekel sömürücü sermaye fesada vermiş; zinayı, faizi, hortumu, baskıyı meşrulaştırmıştır. Meşrulaştırmakla kalmamış, onları kutsileştirmiştir.

Sovyetlerde insanlara zorla zşan yaptırılmış, yağma yaptırılmıştır.

Kur’an doğrudan onlara hitab ederek kendilerine yüklenen görevleri anlatılmakta ve “Adil Düzen”in desteklenmesini emretmektedir.

Dinlerlerse kurtulacaklar ve Allah’ın hem dünya hem de âhiret azabından emin olacaklardır.

Bu sözleri duymaz ve kulak vermezlerse kendileri bilirler.

“Kendi düşen ağlamaz.” derler ama vaveyla ile ağlayacak mecal da bulamayacaklardır…

 

ADİL DÜZEN 354

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ – 16. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَإِذْ قُلْتُمْ يَامُوسَى لَنْ نَصْبِرَ عَلَى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ اهْبِطُوا مِصْرًا فَإِنَّ لَكُمْ مَا سَأَلْتُمْ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمْ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنْ اللَّهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ذَلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ (61)

وَإِذْ قُلْتُمْ يَامُوسَى  (Va EıÜ QuLTuM YAv MUvSAy)  “Hani ‘Ey Musa’ demiştiniz.”

Bir topluluğun başkanı yönetimi temsil eder. Yönetim topluluğun hukukunu korur. Oysa, kişiler kendi çıkarlarını isterler. Topluluk çıkarları ile kişi çıkarları arasındaki denge, başkanla halk arasındaki dengeye dayanır. Hazreti Harun, Hazreti Musa’nın veziridir. Bugünkü başbakanın yerindedir.

Halk isteklerini doğrudan başkana bildirir. Başkan ise topluluğun çıkarlarını da gözeterek kararlar alır.

İslâm demokrasisinin sistemi şöyledir:

[Adil Düzenciler bu basit kuralı kavramadıkça Kur’an’ı siyasi yönden anlayamaz ve anlatamazlar.]

Halk aşiret içinde yaşar, başkanlarını seçer ve aşireti merkezden yönetirler. Halk bucak şûrasını seçer. Bunlar bucak merkez aşiretini oluştururlar ve bucağı bunlar yönetirler. Bucak meclisini halk oluşturur. Doğrudan yönetim vardır. Buranın başkanı ‘Cuma Başkanı’dır. Halkla doğrudan muhatap olan bu başkandır. Bu başkan halkını on-on iki sıbta ayırır ve onlara yöneticiler atar. İlmî şûraya yani ilmî dayanışma ortaklığına danışır, siyasi emirler aracılığı ile bucağı yönetir. Yönetimde esas birim bucaktır. Bucak insanlığın birer hücresidir. İl merkez bucağı vardır, devlet merkez bucağı vardır, insanlık merkez bucağı vardır. Bu bucaklar merkezî bucaklardır ve taşra bucaklarına hâdimdirler. Ama hepsi bucaktır ve bucak olarak yönetilirler.

Hz. Musa’ya hitap edenler bu merkez bucaktaki ileri gelenler olup, halkın isteklerini başkana iletmektedirler.

Bugünkü İsrail oğulları çift başlıdırlar. İsrail devleti vardır. Onun başkanı vardır. Amerika’da 200 kadar sermaye patronları vardır, bunlar dünyaya hükmetmektedirler. İşte İsraillilerin ıstırabı ve insanlığa verdikleri zarar da bu çift başlı olmalarındandır. “Adil Düzen” iktidarında bu patronlar faizden vazgeçecekler, İsrail’e taşınacaklar ve orada tek başlı olacaklardır. Onlar bugünkü Amerikan sermayedarlarını temsil etmektedirler. Faizi bırakıp şeriata gelmeyenler, Karun gibi yerin dibine geçeceklerdir.

لَنْ نَصْبِرَ عَلَى طَعَامٍ وَاحِدٍ (LaN NaÖBiRa GaLaV OaGAvMın VAXıDın)  

“Bir taama sabredemeyeceğiz.”

İsrail oğulları Mezopotamya’dan çıkmışlar, Mısır’da yaşamışlar, müreffeh olan şehirlerin kenarlarında bulunmuşlardır. Gerçi kendileri göçebe topluluktur ama kent hayatına da besin bakımından alışıktırlar.

Allah onlara menn ve selvayı gönderdi. Biri nebati besini, diğeri ise hayvani besini oluşturuyordu. Bununla beraber, yine de bedenleri daha başka alıştıkları gıdalar istiyordu.

İnsanın midesi değişik besinleri sindirecek şekilde yaratılmıştır. Çocuklukta hangi besinleri yemeğe başlamışlarsa mide ona göre şekillenir ve o besinleri sindirecek maddeleri üretir. Süt anne bu sebeple biyolojik akraba da olmaktadır. Alıştığı besini bulamadığı zaman, ona ihtiyacı olmasa da onu arar. Bu alışkanlık, sigaraya alışanın sigaraya ihtiyaç duyması gibidir.

İsrail oğulları da menn ve selva ile yetinmiyor, alıştıkları besinleri istiyorlardı…

Bir tek taamdan bahsetmektedirler. Öyleyse menn ve selva aslında iki taam değil, tek taam olmalıdır.

Menn ve selva üzerinde de araştırmalar yapılması gerekmektedir. Belki bunlar birlikte yenmekteydi.

فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ (FaWGu LaNAv RabBaKa)  “Rabbine dua et.”

Burada önemli hususlar vardır. Birincisi; ‘Sen dua et’ diyorlar, ‘dua edelim’ demiyorlar. Halbuki Allah herkesin duasını kabul eder. Topluca dua edip amin dedirtme yerine, başkan dua eder, cemaat da hazır olur.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm, Müslümanların bugün yaptıkları şekilde dua edip cemaat amin dememiştir. Namazda imam Fatiha okuyarak sesli dua eder, cemaat sessizce âmin der. Hattâ gündüz namazlarında imam sessizce dua eder, cemaat okumaz bile.

Burada başkana topluluğu ve bucağı temsil etme yetkisi verilmiştir. Halk artık kendileri konuşmaz, başkanlarını konuşturur. Dua etmek, bugün bizim bildiğimiz el kaldırıp yalvarmadan ibaret değildir. Dua, istemek demektir. Başkan bu istemeyi sebeplerine tevessül ile yapar.

İkinci önemli husus; ‘Rabbimize dua et’ demiyorlar, ‘Rabbine dua et’ diyorlar. Şunu demek istiyorlar; madem ki O seni seçti, başımıza getirdi, seni bu seviyelere çıkardı, topluluğu yönetici yaptı. O’na şimdi bizim için dua et. Halk toplulukla ilgili bir şey istemiyor, kendi özel çıkarları için talepte bulunuyor. Demek ki, başkanın görevi nedir? Başkan aynı zamanda halkın özel ihtiyaçlarını karşılamak için gerekenleri yapacaktır.

Bugünkü hükümetler bir taraftan kamunun hukukunu korurken, diğer taraftan halkın ihtiyaçlarını da giderecek tedbirleri almaktadırlar. Burada dengeyi kaçırdıkları olmaktadır. Halk tarafı kayınca ‘kapitalizm’ olur, kamu tarafı kayınca ‘sosyalizm’ olur. Oysa, kamu ile halk istekleri arasında denge kurulmalıdır. Bunu kuracak olan da kuvvetler dengesidir. Bucak meclisi ilmî, dinî, meslekî ve siyasî şûraları oluşturur. Şûralar kendilerini temsilci yapan halkla istişare ederek kararlar alırlar. Dinî şûra halkın isteklerini, ilmî şûra bu isteklerin nasıl gerçekleşebileceğini, meslekî şûra bunları kimlerin yapacağını, siyasî şûra hâsılanın bölüşme biçimini belirler. Her şey sistem içinde kurumlar arasında çalışır. Başkan bu kurumlar arasında hakemlik yapar, birliği sağlar. Yapılacak yeni bir şey varsa, kurumları harekete geçirir. Burada başkandan istenen budur. Bu bir kurumca değil, tüm kurumlarca gerçekleştirilecek bir yeni istektir.

Allah burada İsrail oğullarına, dolayısıyla tüm insanlığa inkılâpların nasıl yapılabileceğine işaret etmektedir. Halk talep eder, başkan da kurumları harekete geçirerek sorunu çözer. Halk sonuçları talep eder.

Buradaki “Rabbine” dendiğinde “idare” anlaşılmaktadır. Başkan idareden talep etmektedir. Devlet görevlileri Rabbin melekleri gibidirler. Burada başkandan talep eden dinî şûradır. Bu değişikliğe izin verecek olan ilmî şûradır. Uygulayacak olan da meslekî ve siyasî şûralardır.

يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ  (YuPRiC LaNAy MimMAv TuNBiTu eLEaRWu)  

“Bize arzın imbat ettiklerini ihraç etsin.”

Gerek Mezopotamya, gerekse Mısır tarım ülkeleridir. Uygarlık tarıma dayanmaktadır. Fırat ve Dicle’nin üzerinde kurulan barajlarla sulama yapılmaktadır. Nil’in kabarmasından sonra inmesinin ardından bırakılan gübreli ve verimli topraklarda ziraat yapılmaktadır. Yani, halk hayvani besinlerden çok nebati besinlerden geçinmektedir. Zaten insan meyvecil bir varlık olarak yaratılmıştır.

İsrail oğulları Hazreti Musa’dan bunu istemekte, tarım yapalım demektedirler. Çölün içinde tarım yapmayı talep etmektedirler. Bugünkü Yahudi sermayesi de aynı şekilde sanayi üretim sistemi ile tarım yapıp insanlığı emrine almak istemektedirler. Oysa tarım arazilerde yapılmaktadır, dağınıktır. Sanayi tipi işletmelerle tarım yapılamaz. Diğer taraftan, topraklarda ziraat insan gibi farklıdır, her toprağın özellikleri ayrıdır. Merkezî kurallarla tarım yapılamaz. Tarım aile işletmesi ile yapılabilir, işçilikle yapılamaz. Genel tarım bilgisi ile değil, özel tarla bilgisi ile tarım yapılabilir. Bugünkü Amerikan sömürü sermayesi sahipleri, çölde susuz tarım yapılmasını talep etmekte ve Hazreti Musa’dan talep ettiklerine benzer bir serabın peşinden koşmaktadırlar…

مِنْ بَقْلِهَا  (MiN BaQLiHAv)  “Baklasından.”

Burada beş çeşit toprağın çıkardığından bahsetmektedir. Bunlar Mısır’da yetiştirilen nebati besinler olmalıdır. Araştırma yaparız; o zaman Mısır ve Mezopotamya’da yetişmeyen bir besinden bahsedecek olursa, Kur’an o zaman bilmemiş, hata yapmış, Tevrat’ın hayali esatirini nakletmiş olur.

İşte Kur’an’da böyle bir hataya rastlanmaz. Tarihi anlatırken bugünkü kazılarla onlar ortaya çıkmakta, onları doğru bilen birisinin eseri olduğu açıkça anlaşılmaktadır. İşte bu da Kur’an’ın mucizelerinden biridir, tarihi doğru bilmek ve senaryolarda hata yapmamak. Biz olayları tahkik edemeyiz ama, uygarlıkları tesbit eder, anlatılanların o gün yaşananlara uygun olduğunu tesbit edebiliriz.

Bakliyat” fasulye cinsi yiyeceklerdir. Bunların yaprakları yenmez. Ama taze fasulye pişirildiğinde meyvesi yenir. Sonra kuru fasulye olarak yine pişirildiğinde çekirdeği yenir.

Burada yiyecekleri yere izafe etmiştir. Topraktan çıkan şeyleri istiyorlar. Onların da topraktan bir parça olduğunu ifade ediyorlar.

Canlılar topraktan yaratılmıştır. 19. yüzyılda canlılık diye bir madde olduğu sanılıyordu. Oysa bugün kesin olarak biliyoruz ki, canlı sadece topraktaki yüze yakın elementin özel dizilişinden oluşmaktadır. Canlılarda toprakta olanlardan başka herhangi bir madde yoktur. İsrail oğulları bunu bilerek söylemektedirler.

وَقِثَّائِهَا (Va QıçÇAEıHAv)  “Ve kissainden.”

Kissa” sarımsak olarak tercüme edilmektedir. Mısır’da tarımı yapılan önemli bitkilerden biri olacaktır. Sarımsağın aynı zamanda meyvesidir. Kökte depolanmıştır. Sarımsağın bir dilimini alıp kesseniz yine sarımsak meydan gelmektedir. Burada meyve ile tohum iç içedir.

وَفُومِهَا (Va FUvMiHAv)  “Ve fuminden”

Fum” kelimesi “Fem” yani ağız kelimesine akrabadır. Kabağından diye tercüme etmektedirler.

Bunların meyvesi saklanabilmektedir. Çekirdeklerinden çok meyvesinden yararlanılmaktadır. Pişirilerek yenmektedir.

وَعَدَسِهَا (Va GaDaSiHAv)  “Ve adesinden.”

Ades” kelimesini mercimek olarak tercüme etmektedirler.

Mercimeğin yalnız tohumu yani kendisi yenir. Bu da pişirilerek yenir.

وَبَصَلِهَا (Va BAÖaLıHAv)  “Ve basalinden.”

Basal” kelimesini soğan diye tercüme ediyorlar.

Soğan yapraklardan oluşmaktadır. Tohum içermez. Havuç ve lahana da bu tür sebzelerdendir.

Bu sayılanlar, Mısır ve Mezopotamya’da bilinen temel besinlerdendir. Bunların biyolojik tasnif değerinden ziyade, tarihî değeri vardır. Bu konularda araştırmalar yapılması gerekmektedir.

Bugün yediğimiz meyve ve sebzelerin bir kısmı Amerika kıtasından gelmiştir. Kalanlar ise yaygın bir şekilde bilinmektedir. Soğan, sarımsak, kabak, hattâ mercimek Türkçe’dir. Baklanın Türkçe karşılığı yoktur. Demek ki dördü Türklerin de bildiği besinlerdendir. Orta Asya’da fasulye yemeğini hâlâ bilmiyorlar. Bunların dördü demek ki avcılık dönemlerinde de bilinen yiyeceklerdendir.

قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى (QAvLa: Ea TaSTaBdİLUna elLaÖIy HuVa EaDNAv)  

“Ednasını istibdal etmek mi istiyorsunuz, diye kavl etti.”

Burada kavl eden Hazreti Musa’dır. Bu talebi hoş karşılamamıştır. Bu Hazreti Musa’nın sözü olduğu için bunların edna olması gerekmez. Yani, bu yiyecekler bir şeye yaramaz anlamına gelmez. Hazreti Musa’nın bilgisi bu hususta yetmemiş olabilir. Peygamberler her şeyi bilemezler. Onlar da hata ederler. Nitekim hurmanın aşılanmasında Hazreti Muhammed aleyhisselâm da hata etmişti.

Allah burada İsrail oğulları yöneticilerine bir ders vermekte, dolayısıyla tüm insanlığa ders vermektedir.

Hisler de akıl kadar önemlidir. Halkın arzuladığı şeylerde bizim bilmediğimiz hikmetler olabilir. Nitekim tek çeşit yemek insan için yeterli değildir. İnsanların çeşitli gıdalardan beslenmeleri gerekmektedir.

Çok şeyi yemeyi Hazreti Musa’nın edna sayması da doğru değildi. Çünkü sonra Rabbinden aldığı vahiy ile onun edna olmadığı anlaşılmış olmalıdır ki, mısra yani şehre girmek emredilmiştir.

بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ (Bi elLAÜıY HuVa PaYRun)  

“Hayırlı olanla tebdilini mi istiyorsunuz?”

Bazı besinler vardır ki depolanıp nakledilemez. Yerinde tüketilmesi gerekmektedir. Depolanıp nakledilse bile, vasfını değiştirir, tazeliğini kaybeder. Bu sebeple yerinde tüketilmesi gerekir. Bazı enzimler ve vitaminler ancak yerinde taze taze tüketilirse yararlı olmaktadır. Bu sebeple Hazreti Musa peygamberin söylediği aslında doğrudur. Kırlarda yiyecek çeşidi azdır, ama besin değeri tamdır ve yüksektir. Dolayısıyla kırda yiyecekleri taze taze yediğimizde besinimizi tam olarak alırız. Kentlerde ise besin çeşidi çoktur ama besin değerleri düşüktür. Dolayısıyla kente gidenler her çeşit besini kolay ve bol bulacaklarını sanırlar, oysa kente gittikleri zaman köylerindeki besinleri bulamadıklarını hemen görürler. Köyde doğup büyüyenler kente geldikleri zaman hemen köylerindeki besinleri özlerler. Hattâ hâlâ köylerden gelen besinlerle beslenmektedirler.

Biz İstanbul’da market zincirlerini oluşturduğumuzda, köylerden doğrudan gübresiz ve ilaçsız yiyecekler getirtip satmış olacağız. Ancak yine de besin değeri köydeki gibi olmayacak, çünkü dalından taze taze koparılmamış olacaktır. Bu sebepledir ki biz kentlere elli-altmış kilometre mesafede olan yerlerde kentliler için dinlenme evleri tesis etmek istiyoruz. Buralarda her aileye bir dönüm yer verilecek, çeşit çeşit meyve ve sebze yetiştirilecektir. Kentliler hafta tatillerinde, yıllık tatillerinde oraya gidecekler, dalından meyveler kopararak, taze taze sebzelerden pişirerek doğal besinler ile beslenecekler, kırın hayrından yararlanacaklardır.

İleride helikopter dolmuşları oluşturulacak, bu elli-altmış kilometre mesafe daha da genişleyecektir.

Adil Düzenciler bütün ilhamlarını Kur’an’dan almakta ve ona göre hazırlık yapmaktadır. Bir gün, kim bilir, belki de çok yakında bu uygulamalara geçme durumundadırlar.

Allah İsrail oğullarına bunları anlatarak, şimdi de öyle bir dünyanın oluşması için sermayelerini ve bilgilerini kullanmalarını istemektedir. Savaşlarla, faizlerle, zinalarla, fitnelerle bir yere varamazlar. Hem kendilerini helâk eder, hem de insanlığı ıstıraplara sürüklerler, âhirette de hesap veremezler.

 

اهْبِطُوا مِصْرًا (EiHBiOUv MIÖRan)  

“Mısra hubut edin.”

Mısr” büyük şehir demektir.

Biz tasnifi yaparken, bunları Karye, Belde, Medine ve Mısr olarak tasnif ediyoruz.

Karye, 300 ile 1000 nüfuslu yerdir. Belde, 30 000 ile 100 000 nüfuslu yerlerin merkezinde bir bucaktır. Medine ise 3 milyon ile 10 milyon nüfuslu bölgenin merkezinde bir ilçedir. Mısr ise 300 milyon ile 1 milyar nüfuslu kıta merkezlerinde olan yerdir. Bunlar III. bin yıl ölçüleridir. Sonraki sayılar zamanı gelince bilinecektir.

Mısr” gayrimunsarif olarak tenvinsiz gelirse, Firavunların Mısır ülkesinin adıdır. Nekire olarak gelirse, mega şehir demektir. Dünyanın şimdilik yedi-sekiz yerinde mega şehirler olacaktır. Kuzey Amerika, Güney Amerika, Afrika, Avrupa, Hindistan, Çin, Avustralya ve Adalar. Bunların merkezleri mısrdır. Avrupa kıtası İran’ı da içerecekse, o zaman merkezi İstanbul olacaktır. Yani, İstanbul da bir mısrdır.

İHBiTUv” denmektedir. Demek ki İsrail oğulları daha yüksek yerlerde yaşıyorlardı.

“Şehrin merkezine inin” denmektedir. Burada mısr yani şehir kastedilmektedir. Çünkü İsrail oğulları bir daha Mısır’a dönmemişledir. “Mısran” da nekiredir. O halde emredilen belli bir şehre girmek değil de, herhangi bir şehre girmektir. Kendilerine kentlerde yerleşmeleri emrolunmuştur.

Burada iki hususa işaret etmek gerekir. Biri, burada tercümenin ‘giriniz’ şeklinde değil de, ‘girelim’ şeklinde tercüme edilmesi gerekir. Çünkü Hazreti Musa da onlarla beraber girecektir. Arapçada biz ve sizin ortak olduğu yerlerde siz kullanılır, Kur’an Arapçasında siz kullanılır. Ben ve sen, biz değil de, sizdir.

İkinci husus ise; burada emir sigası kullanılmıştır. Arapçada yapabilirsiniz, girebilirsiniz şeklinde siga yoktur. Giriniz ile girebilirsiniz aynı sigadır. Girmeye müsade mi edilmiştir, yoksa emir mi edilmiştir? Girmişler midir, yoksa girmemişler midir? Burada mücmeldir.

Bugün İsrail Oğullarına emredilen, İsrail topraklarınıza giriniz ve orada oturunuz emridir.

Kudüs de demek ki mısr türü bir yer olacaktır. İnsanlığın merkezi Mekke’dir. Ama Kudüs de onun gibi kıble sayılmıştır. O da mega kent olacaktır.

 

“Ondan sonra İsrail oğullarına şöyle dedik: Bütün arzda iskan olunuz. Ahiret va’di gelince sizleri birleştireceğiz.” (İsrâ; 17/104)

“Ahiret va’di gelince yüzleriniz kararsın diye, daha evvel Mescide dahil oldukları gibi dahil olsunlar ve yıkılacaklar yıkılsın...” (İsrâ; 17/7)

 

Allah İsrail oğullarını sürgünlerle dünyaya dağıttı ve o sayede dünya ticaretini el geçirdiler. Ayrıca uygarlıkları birbirine taşıyarak bugünkü seviyeye ulaştırmayı sağladılar.

O zaman böyle dağılmaları gerekiyordu. Çünkü ulaşım imkanları yoktu, haberleşme imkanları yoktu.

Artık böyle dağınık yaşamalarına gerek yoktur. Mü’minlerin himayesinde Filistin’de toplanacak, orada ilmî ve ticarî merkezler oluşturacaklardır. Artık uygarlığa oradan hizmet edeceklerdir. Allah bu amaçla I. ve II. dünya savaşlarının çıkmasına izin verdi. Birincisinde İsrail oğulları imparatorlukları yıktılar ve İsrail devletini kurma hazırlığında oldular. İkincisinde İsrail devleti kuruldu. Tüm dünya Yahudileri İsrail’e göç etmeye başladılar. Hitler olmasaydı İsrail devleti kurulamazdı, çünkü kimse oraya gitmezdi.

Henüz bütün İsrail oğulları İsrail devletinde toplanmamışlardır. Çünkü orada henüz güvenlik sağlanamamıştır. “Adil Düzen” gelince dünyaya güvenlik de gelmiş olacaktır. İslâm devleti İsrail devletinin sınırlarını garantiye alacaktır. O zaman artık yeryüzünde güven tesis edilmiş olacağı için Amerika’daki dünyayı sömüren Yahudi sermayesi de İsrail’e gelecektir. Orada şeriata göre ticaret yapmaya başlayacaklardır.

Bunu yapanlar kurtulup insanlığa hizmete devam edeceklerdir.

Bunu yapmayıp faiz ve zina uygulamasına devam ederlerse, onlar helâk olacaklardır.

Kıta merkezlerinde oluşan mısrlarda ticaret serbest olacaktır. Gümrük ve vize olmayacaktır. Burada İsrail oğulları serbestçe ticaret yapabileceklerdir. Sermaye ellerinde olduğu ve dünyayı bildikleri için serbest rekabette onları geçmek kolay olmayacaktır.

Allah Kur’an’da onlara o günleri hatırlatarak bugün emir vermektedir.

Buradaki “İhbitû” emrinin başka bir manâsı daha vardır. Kıta merkezlerinin deniz kenarlarında kurulması gerekmektedir. Çünkü denizlerin güvenliğini sağlamak da o merkezlere ait olacaktır.

İnsanlığın nöbetli bir ordusu olmayacaktır. Ama hava hakimiyeti sağlayan paralı hava kuvvetleri olacak, söz dinlemeyen gemileri o batıracaktır. Deniz güvenliği kıta merkezlerinden sağlanacaktır. Bunların finansmanı uluslararası mega şirketlerinden alınan “Genel Hizmet” payları ile sağlanacaktır.

فَإِنَّ لَكُمْ مَا سَأَلْتُمْ (Fa EinNa LaKuM MA SaEaLTuM)  

“Orada her sual ettiğin vardır.”

Burada bize mısrın yani kıta merkezlerinin durumunu anlatmaktadır. Toprak mahsulleri için yeni statü geliştirmemiz gerekmektedir. Sanayi mahsullerinin standartları kolaydır. Fizik ve kimyaya dayanarak kâğıt üzerinde planlar ve istediğiniz malı üretebilirsiniz. Çünkü eğer kanunları biliyorsanız, madde kayıtsız şartsız itaat eder. Oysa canlı öyle değildir. Kendi genlerine dayalı olarak yetiştiği yerdeki şartlara göre üretim yapar.

Dolayısıyla tarım üretiminde standart mal elde etmek zordur, imkansızdır.

Bunun için Hazreti Muhammed aleyhisselâm bir yol göstermiştir. Bu da, tarım ürünlerinin vasıfları arasında fark olsa da, değerleri eşittir. Yani, bunlarda kalite farkı değer farkını oluşturmaz. Böylece besin olabilecek vasfı taşıyan mallar piyasada eşit fiyatla satılır. Bu ise ekonomik kanunlara aykırıdır.

Biz bunu şöyle bir müessese ile uygulanabilir hâle getiriyoruz.

Bir köyde üretim yapanlar, ürünleri birleştirip harman yaparlar ve böylece ürün olarak ne çıkarsa o kalitedeki tarifleri yazdırıp pazarlarlar. Böylece her yılın mallarının kalitesi yıla bağlı olarak farklı olur, ama bir yıl içindeki tarım ürünleri arasında fark olmaz. Köylerde satılan o köyün standart malları ilçede birleştirilerek tek kalite sağlanır. İlçe tarım ürünleri ambalajlanıp satılmaya başlar. İlçe tarım ürünleri bölgelerde harman yapılarak ülke içinde tek standart olarak pazarlanır. Her bölgenin standartları faklı olur. Ama ülke içinde her bölgenin malları satılır. Böylece rekabet sağlanır. Bu sefer bölge malları mısrlarda birleştirilip harmanlanır ve kıta standartları ortaya çıkar. Her mısrda bütün kıtaların malları pazarlanır. Dolayısıyla bir mısra girdiğiniz zaman yeryüzünde yetişen tüm tarım ürünleri standartlaşmış şekliyle satılamaya başlanır.

Orada her istediğiniz vardır”ın ifadesi budur.

Bunlar “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda yer almaktadır.

Dünya ticaretini İsrail oğulları ellerinde tutacakları için bu pazarlamayı onlar yapacaklardır. Onun için Kur’an bu hâli anlatarak İsrail oğullarına hitap etmektedir. Yani, onlara “Adil Düzen”in bu projesini desteklemeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

“Burada sizin için her istediğiniz vardır” denmesiyle, dünya ticaretinin ellerinde olacağına da işaret etmektedir. Aralarında da serbest rekabet sistemine sahip olmaları hâlinde, böyle bir hizmetin onlara tahmil edilmesinde insanlara yapılan bir haksızlık yoktur. Ticaret birkaç seçkin kimse tarafından yapılacaktır. Halk için bunun kim tarafından yapıldığı değil, kaliteli ve ucuz bir şekilde yapılıp yapılmadığı önemlidir. Rekabet diğer insanlara da açıktır. Yapamıyorlarsa, yapanlara bırakmaları gerekir. Halk için yararlı olan odur.

O halde, İsrail oğullarının becerisi insanlığa rahmettir.

Biz sermayeye karşı değiliz. Onların ticaretine karşı değiliz. Onun bizim için Allah’ın nimeti olduğunu biliriz. Bizim karşı olduğumuz şey, sermayenin sömürüsü ve tekel oluşturmasıdır.

Bu hususu İsrail oğulları iyi anlamalıdırlar.

Biz onların sermayesine ve ticaretteki üstünlüklerine karşı değiliz. Şeriata göre kullanıldığı zaman, hem kendilerine hem de insanlığa yarayacağı kesindir. Biz onların ‘faizli tekel sistemine’ ve sermayenin ilim, din ve siyasete hakim olmasına karşıyız. Bizimle uzlaşmak istiyorlarsa, bunlardan vazgeçsinler.

 

وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمْ (Va WuRiBaT GaLaYHiM)  

“Onlara darb olundu.”

Hazreti Musa kavl etti ve onlara darb olundu.

Hazreti Musa aleyhisselâm onlara söylemiş ve onlara zillet darb olunmuştur.

Burada iki cümle birbirine atfolunmuştur. Biri diğerinin sebebi veya sonucu değildir. Söylemesi ile zilletin darb olunması arasında bir ilişki vardır ama biri diğerinin sebebi veya sonucu değildir. Öyle olsaydı “Va” harfi değil de “Fa” gelirdi. Buradan anlaşıldığına göre, onlar mısra hubut etmişler, yani ileride mısr olacak yere girmişlerdir. Burası Kudüs olabilir. Yerleşik hâle gelmişler ama başarılı olamamışlardır.

Bu giriş Hazreti Musa aleyhisselâm zamanında da olmayabilirdi.

Göçebe hayatı gazlara benzer. Kendine has kanunları vardır. Hacim ile basıncın çarpımı sabit kalarak değişir. Oysa, katı kanunları gaz kanunlarına benzemez. Orada Huk’un uzama kanunları vardır. Sıvılardaki kanunlar da farklıdır. Orada da Bernuil’in basınç kanunları geçerlidir.

Topluluklarda da hayat değişiktir. Göçebe hayatı, yerleşik hayat ve sıvı hayat. Tarım topluluğu katı hayattadır. Oysa mısrdaki hayat sıvı topluluğun hayatıdır. Halk birbirine çok yakındır, ama birbirini tanımazlar ama, ilişkileri sürdürürler. Göçebe topluluk kente girdiğinde oranın düzeni içinde başarısız hâle gelirler.

 

الذِّلَّةُ (alÖilLaTü)  “Zillet onları darb etti.”

Zeyl” etek demektir. Eli aşağıda demek, düşük demektir. Topluluk içinde ikinci sınıf olma, aşağı sınıf olarak ortaya çıkma demektir.

İsrail oğulları kentlere girmiş ve dünya üzerinde dağılmışlardır. Seçilmiş bir kavim, bilgili bir kavim oldukları halde, yerliler tarafından hakir görülmüşlerdir. Çünkü kentte çobanlık yapılamazdı. Toprakları yoktu ki ziraat yapsalardı. Ellerinden sanayi de gelmezdi. Ticaretle meşgul olmaya başladılar. Tarım döneminde ticaret başarılı bir meslek değildi. Çünkü tarım ürünleri pazarda alınıp pazarda satılır. Dolayısıyla aşağı sınıf olarak ortaya çıktılar. Son 500 yıldan önce durumları işte öyle olmuştu.

Büyük sanayi dönemi başlayınca ticaret en üst seviyedeki bir meslek oldu. Böylece zilletten kurtuldular. Şimdi bütün dünyada nefret edilen ve şerlerinden korkulan bir topluluk hâline gelmişlerdir.

Allah onlara işte o günleri hatırlatmak istemektedir.

Bugünkü teknolojik gelişme diğer insanları da ticarete doğru götürmektedir. Büyük sermaye ile halk sermayesi arasında savaş vardır. Yedi milyar yedi milyona, bin kişi bir kişiye karşı galip gelecektir. O zillet devri yeniden başlayabilir. Alametleri belirmiştir. Dünyadaki siyasi oyunlar artık işe yaramaz hâle gelmiştir.

وَالْمَسْكَنَةُ (Va eLMeSKeNeTe)  “Meskenet de darb olunmuştur.”

Meskenet” sakin olma,hareketsiz kalma, yoksulluk demektir. “Sikkîn” yani bıçaktan gelen kelimedir.

Demek ki tarihte bir dönemde iş yapamaz duruma düştüler, yoksulluk çektiler. Tarım döneminde ticaretin revaçta ve serbest olmadığı dönemde de böyle olmuştur. Sosyalizm zamanında da Yahudiler sıkıntılı günler yaşamışlar, çünkü başarılı işçi olamamışlardır. Sonra yolunu buldular; devletlerin kasalarını ve ambarlarını ellerine geçirdiler, devletleri soyup soğana çevirerek sonunda iflas ettirdiler…

Bugün bile eski Sovyet ülkelerinde ambar ve kasalar onların elindedir. Hiçbir yenilik yapamıyorsunuz; çünkü işletmelere gidersiniz, yöneticilerle konuşursunuz, anlaşma yaparsınız, son olarak mesele Yahudi muhasibe ve ambar memuruna kadar gider, onlar sizi ambara ve kasaya yanaştırmazlar! Para verirseniz yutarlar ve bir daha geri alamazsınız! Bankaya para yatıramazsınız, çünkü sonra rüşvet vermezseniz çekemezsiniz, vezne size ödemez! Onun için eski Sovyet ülkeleri hep banka dışı çalışmaktadırlar.

Bununla beraber, Kırgızistan’da çok sıkıntılı hayat süren okumuş Yahudileri gördüm. Onların bir kısmında zillet ve meskenet hâlâ devam etmektedir. Türkiye’deki Yahudiler refah içindedirler, ama yine de “Adil Düzen” düşmanlığı yapıyorlar. Otel odalarında Adil Düzen iktidarlarını indiriyorlar...

Bugünkü İsrail’de bile çalışmak suretiyle kazanarak değil de, Amerikan sermayesi ile desteklenen birer bürokrat olarak yaşamaktadırlar. Amerikan doları bir gün tepetaklak gitse, İsrail’de hayat felç olur. Hâlâ zillet ve meskenetten kurtulmuş değildirler...

Adil Düzen” bunların sömürü sermayesini dizginleyecek, şeriat yani hukuk getirecek, bugün zillette olan Yahudileri de bu zillet ve meskenetten kurtaracaktır. Hazreti Ömer zamanında ve Osmanlılar zamanında nasıl himaye edilmişler ise, III. bin yıl uygarlığında da Müslümanlar onları meskenet ve zilletten kurtaracaktır…

وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنْ اللَّهِ (VaBAvEUv Bi ĞaWaBin MiNa elLAHi)  

“Allah’tan gelen gadab ile be’v ettiler.”

Meskenet ve zillet yetmedi, ayrıca eziyetlere uğradılar. Tarihte, İbrani devletinden sonra, hükümranlık başka devletlere geçince önce Babil’e sürüldüler... Mısır’a sürüldüler… Sonra Romalılar sürdüler… Medine’den sürüldüler… İspanya’dan sürüldüler… II. Dünya Savaşı’nda dünyadan sürüldüler... Kendilerine büyük zulümler yapıldı. Bunlar Allah’tan gelen gazaptır. Çünkü bulundukları yerlerde rahat durmamaktadırlar.

Şimdi Afganistan’da kanlar akıyor, Irak’ta kanlar akıyor, Filistin’de kanlar akıyor...

I. ve II. dünya savaşlarını onlar çıkardı. Sosyalizm belasını onlar getirdi ve kırk milyon insan öldürüldü.

İnsanlık belki bütün bunları hak etmişti. Etmeseydi zaten bunları yapamazlardı. Ama yapanlar da şeriat kararı olarak yapmadılar, zulmettiler. Onlar için de elbette bu zulmün sonucunu çocukları çekeceklerdir.

Burada “Duribtüm” denmemiş de, “Duribet” denmiştir. Yani, muhatap sığası getirilmemiş de, gaib sığası getirilmiştir. Bu iki şekilde anlaşılmaktadır: Ya bütün İsrail oğulları değil, onlardan bir kısmı bu sıkıntılara uğradılar, onun için hitap gayba geçmiştir. Yahut, bu âyettekiler bundan sonraki âyetlere mu’terize olarak gelmiştir. Yani, bize ve bütün insanlara hitap etmektedir. O takdirde gazaba bütün İsrail oğulları uğramış olurlar.

Türkiye Yahudilerinin bir şansı vardır. Türkiye’ye davetli olarak gelmişler, muhacir olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu onların sermaye ve becerilerinden yararlanmak istemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmada aktif olmuşlarsa da, Cumhuriyet’in kuruluşunda destek vermişlerdir. Dolayısıyla Yahudiler Türkiye’de gazaba uğramamışlardır. Türkiye’deki Türkiye Yahudileri sorun teşkil etmiyor. Türkiye’de Anglo-Sakson Yahudileri sorun teşkil etmektedir. Onlar imparatorluğu ortadan kaldırmakla yetinmiyor, şimdi de Türkiye’yi parçalayıp yok etmek istiyorlar. Gazaba çarpılmalarına az kalmıştır. Avrupa’dan olduğu gibi Amerika’dan da sürüleceklerdir. O saltanatları yakında bitecektir.

Bu âyet mu’terize ise; o zaman bize bunların şimdiki akıbetlerini haber vermektedir. İsrail oğullarına haber vermişse, bir kısım İsrail oğullarının aynı gazaba uğrayacaklarını haber vermektedir.

ذَلِكَ (ÜAvLiKa)  “Bu”

Yukarıda anlatılanlar ilk bakışta fazla taam istediklerinden olmuş gibi görünmektedir.

Oysa, buradan öğreniyoruz ki, onların bu gazaba uğramaları, zillet ve meskenete düşmeleri, çeşitli taam istemelerinden değildir. Tam aksine, çeşitli taam istediler, Allah da onlara verdi, bolluğa ulaştılar.

Bugün de tüm dünyanın kaymağını yemektedirler.

Dünyadaki nüfusları binde bir civarındadır. Dünya servetinin yarısı onlarındır.

Çünkü ekonomide reel ekonomi finans ekonomisine eşittir. Finans ekonomisi olmazsa insanlık için reel ekonomi olmaz; reel ekonomi olmadan finans ekonomisi zaten olmaz. Binde bir nüfus dünya servetinin yarısına hükmetmektedir. Bir taraftan bu güce ulaşmışlardır, ama diğer taraftan yeryüzünün hiçbir yerinde huzur içinde değildirler. Allah bunları neden cezalandırmaktadır? Kur’an’ın bu bölümü onu anlatmaya ait kılmıştır.

بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ (BiEanNaHUM YaKFuRUvNa Bi EavYAvTı elLaHi)  

“Bu, Allah’ın âyetlerine küfretmiş olmalarından dolayıdır.”

Evet, İsrail oğullarına gelen tüm zillet, meskenet ve gadab hep Allah’ın âyetlerini tekfir etmiş olmalarından dolayıdır. Tahrif etmiş, tevil etmiş, ilim ve akıl dışı hâle getirmişlerdir.

İnsanları hayvan mertebesinde kabul ederek onlar cennete gitmesinler istemişlerdir.

Zina serbest olsun ki, aile bozulsun…

Faiz serbest olsun ki, ekonomi düzenleri bozulsun…

İdam cezası kalksın ki, her tarafta anarşi olsun, terör olsun…

İnanç ortadan kalksın ki, herkes korkak olsun ve sürü hâline gelsin...

Tevrat’ın emrettiklerinin tam zıddını kullanmaktadırlar…

İşte bu sebeple onlar bu zillet ve meskenet içinde olmuşlardır. Evet, bu küfre devam ettikleri takdirde, daha da beterleri ile karşılaşacaklardır...

وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ (VaYaqTuvLUNa elNabiyYIvNa BiĞaYRi HakKın)  

“Haksız olarak nebileri katletmektedirler.”

20. yüzyıl din adamlarını ortadan kaldırma ile geçmiştir. Mabette ibadetten başka bir günahları olmayan insanlar dinsizlik furyasında katledilmiştir. Bütün bunların müsebbibi hep büyük sermayedir. Siyasi suçluları cezalandırma meşru olabilir. Ama sırf dinin ve ilmin adamı olduğu ve kendine göre hakkı söyledi diye insan öldürmek kadar büyük zulüm olarak ne vardır?

Hâlen başörtüsü olan okula gidemiyor!..

İçki içmeyen başbakan, cumhurbaşkanı olamıyor!..

İnsanlar çocuklarına Kur’an ve dinlerini öğretemiyor!..

İşte bu zulümlerinin cezasını, otel odalarında bunların kararını verenler Allah’tan çekeceklerdir.

(61)  ذَلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ (ÜAvLiKa Bi MAv GaÖaV Va BiMAv KAvNUv YAGTaDUvNa)  

“Bu isyan etmelerinden ve i’tida etmelerinden dolayıdır.”

Burada “Va” harfi getirilmeden “Zalike” tekrar edilmiştir. Bundan sonraki ifade yukarıda olanların bedelidir. Yani, isyan etmişler ve i’tida etmişlerdir. Gazabı bunun için istihkak etmişlerdir. Yoksa bir taama sabretmemiş olduklarından dolayı değildir.

İsyan etmek” iç düzeni bozmak ve işte fesat çıkarmadır.

İ’tida” ise haksız yere başka topluluklara saldırmadır. Demek ki, İsrail oğulları o zaman kendi içlerinde birbirine düşmüşler, ayrıca bulundukları topluluklara da saldırmışlardır. Aynen bugün olduğu gibi.

İsrail oğullarından bir kısmı savaş istemiyor, göç etmek istemiyor, bulundukları yerde rahatları iyidir, orada kalmak istiyorlar. Sermaye sahipleri ise savaşlar çıkarıyor, yerli yönetimleri kışkırtıyor, yanıltıyor ve Yahudilere saldırtıyor, onları İsrail’e göç etmeye zorluyor.

Kendileri bulundukları yerden gitmiyor, ama ırkdaşlarını ateşe atıyorlar. Orada da rahat bırakmıyor; bir taraftan Filistinlileri finanse edip isyan ettiriyor, diğer taraftan İsraillileri silahla donatıp Filistinlilere saldırtıyorlar. İsrail’de huzursuzluğu sürdürerek Amerika’daki hegemonyalarını pekiştiriyorlar...

Bir zamanlar bana birisi gelmiş ve Filistinlilere katılmamı teklif etmişti. Ben de ona demiştim ki:

Bu yaptığınız yanlıştır. Siz Filistinlileri destekliyorsunuz, destek almaları için savaşıyorlar. Onlar da İsraillileri destekliyor, destek almak için İsrailliler de savaşıyorlar. Gelin İsrail oğullarından alalım, Filistin dışında bir Filistin ülkesi kuralım, orada uygarlığa katılsınlar. İsraillilere kendi topraklarını kendilerine bırakalım. ‘Öyle yapalım dedi’ ama bir daha görünmedi.

Adil Düzen” işte bu fitneye son verecektir. Allah’ın Tevrat’ta vaadettiği toprakları onlara verecek, şimdi bomboş olan Sina Yarımadası’na Manavgat’tan deniz altından su götürecek, Sina Yarımadası’na Filistinliler yerleştirilecek ve hem İsrail oğullarının hem de Filistinlilerin saadet ve refahı sağlanacaktır. İnsanlar birr ve takvada yardımlaşacak, ism ve udvanda yardımlaşmayacaklardır. Bu projeye uyan İsrail oğulları saadete erecek, uymayanlar helâk olup gideceklerdir…

 

 

 


BAKARA SURESİ TEFSİRİ(2.sure)
1-BAKARA SURESİ16/01/2006-12/01/2008
3456 Okunma
2-bakara11-20
2476 Okunma
3-bakara21-30
2607 Okunma
4-bakara30-37
2331 Okunma
5-bakara37-48
2594 Okunma
6-bakara 49-57
3195 Okunma
7-bakara 59-61
3194 Okunma
8-bakara 62-69
2562 Okunma
9-bakara 70-76
3602 Okunma
10-bakara 77-83
2834 Okunma
11-bakara 84-88
2375 Okunma
12-bakara 89-93
2498 Okunma
13-bakara 94-101
2699 Okunma
14-bakara 102-105
3574 Okunma
15-bakara 106-112
2746 Okunma
16-bakara 113-119
2825 Okunma
17-bakara 120-123
2714 Okunma
18-bakara 124-130
2395 Okunma
19-bakara 132-138
2264 Okunma
20-bakara 139-143
2182 Okunma
21-bakara 144-149
2665 Okunma
22-bakara 150-158
2558 Okunma
23-bakara 159-165
2161 Okunma
24-bakara 166-173
2577 Okunma
25-bakara 174-177
2673 Okunma
26-bakara 178-182
2411 Okunma
27-bakara 185-187
6471 Okunma
28-bakara 188-194
2546 Okunma
29-bakara 195-198
2921 Okunma
30-bakara 199-206
2451 Okunma
31-bakara 207-213
2859 Okunma
32-bakara 215-217
2288 Okunma
33-bakara 218-221
2784 Okunma
34-bakara 222-228
3097 Okunma
35-bakara 229-232
3692 Okunma
36-bakara 233-235
2368 Okunma
37-bakara 236-242
2574 Okunma
38-bakara 243-246
2698 Okunma
39-bakara 247-248
2945 Okunma
40-bakara 249-252
3245 Okunma
41-BAKARA 253-256
2781 Okunma
42-BAKARA 257-259
2629 Okunma
43-BAKARA 260-264
3197 Okunma
44-BAKARA 265-269
2373 Okunma
45-BAKARA 270-274
2717 Okunma
46-BAKARA 275-277
2423 Okunma
47-BAKARA 278-281
2452 Okunma
48-BAKARA 282 TEDAYÜN(BORÇLAŞMA)
2887 Okunma
49-BAKARA 283-284
2592 Okunma
50-BAKARA 285-286 (AMENER RASULÜ)
3807 Okunma

© 2024 - Akevler