Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak;
“İkinci Cihan Harbi’ne neden girmedik?” değil “İkinci Cihan Harbi’ne neden bizatihi sokulmadık?” Sorusudur asıl sormamız ve cevaplamamız gereken soru.
Neden? Çünkü:
İsrail Devleti kurulmadan tam 12 yıl önce Bronislaw Huberman tarafından ilk olarak Palestine Orchestra ismi ile, 1948’de İsrail Devleti kurulduktan sonra ismi İsrail Filarmoni Orkestrası olarak değiştirilmiş olan dünyanın en iyi orkestralarından biri kurulmuştur. Ortada daha bir devlet yokken olmayan bir devletin Devlet Orkestrası kuruldu. Yıl 1936.
Şaşırma değil de yüzünüze hafif bir gülümseme getirecek olan; “İsrail Filarmoni Orkestrası nerede kurulmuş olabilir..!?” Sorusu, yazımızın giriş paragrafında sorduğumuz; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak İkinci Cihan Harbi’ne neden sokulmadık?” Sorusunun cevabında ki giriş paragrafının ilk cümlesidir aslında.
İkinci Cihan Harbi’nin baş mucidi, peydahlayıcısı olanlar bu savaşı çıkaracak ortamı hazırlarken şunu da çok iyi düşünüp hesaplıyorlardı; “Eğer bu savaş içinden çıkılamayacak, kontrolsüz bir hale dönüşürse ne yapacağız..!? Bu sorunun cevabı da sizi şaşırtmayıp yüzünüzde hafif bir gülümseme getirmiş olan İsrail Filarmoni Orkestrası nerede kurulmuş olabilir..!? Sorusunun cevabı olan ülkedir. İzah edebiliyor muyum?
Yoksa İkinci Cihan Harbi yıllarında dönemin idarecileri çok zeki olduğundan filan değil.Orkestranın sahipleri geçici bir süre için orkestrayı rahatça icra edebilecekleri sağlıklı, huzurlu bir ülke elimizin altında bulunsun istediler.
Dönemin iktidar sahibi siyasetçilerinin tek bir görevi vardı; Merhum Akif’in “Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklal” mısrasında ki Hakka tapan Milletimizin göğsündeki imanı na mahrem ellerin maşası olarak gevşetmeye, yıpratmaya ve nihayetinde tamamen ortadan kaldırmaya çalışmaktı. Yıl 1944/45’ler, İsmet İnönü’lü Tek Parti iktidarı.
Madem bütün dünya bizim karşımızdayken ve bütün dünya Türkiye’yi yok etmek için el birliği yapmışken neden İkinci Cihan Harbine sokulmadık? Fındık kabuğunu doldurmayacak bir sebep uyduruverirlerdi değil mi? Birinci Cihan Harbini hatırlayın. İstemediğimiz halde hem savaşa hem de Alman'a mecbur bırakılmıştık. Ve alınabilecek büyük parçalarda bizden o savaş sonunda kopartılmıştı zaten.
O yıllarda ülke olarak sırtımız ve sırtımızın dayanağı çok sağlamdı. Yani en sade şekli ile bir sonraki operasyon İkinci Cihan Harbi'nde yapılmayacaktı. Her şeyin bir sırası ve bir halledilme yordamı, yöntemi vardır.
Harp bitti
ve
Yeni bir Harp başladı.
Merhum Said Nursi’nin Kore’ye asker olarak gidecek olan bir dostuna söylediği: “İnkâr-ı uluhiyete karşı Kore’ye gitmek lâzım…” sözünden İnkâr-ı uluhiyet diye kastettiği Komünizm çok menem bir şeydi de diğer taraf çok mu Müslümandı..!?
Bu Anti Komünizm(Rus) propagandası o kadar etkili oldu ki bu topraklarda; Demirel’in Adalet Partisi, Aybar’ın İşçi Partisi’nden daha onurlu sayıldı. Sülalesinin hemen hepsi bir şekilde yolsuzluktan tutuklanan yargılanan Demirel: “Cenab-ı Allah’ın izni ile” diyordu, Aybar demiyordu. M.A. Aybar’ın İşçi Partisi’de hoş, boş bırakılmamıştı.
Çetin ALTAN, Behice BORAN vb, işi sulandırmak ve bizatihi İşçi Partisi zihniyeti başarılı olmasın, Komünizm gelmesin diye sermaye tarafından yerleştirilmiş elemanlar vardı. Bu günlerde, Perinçek gibi isimlere bakılınca ne dediğimi net anlayacaksınız. Nasıl oldu da bu kadar muteber! bir fikir bitip yerine başka “izmler” geldi ve savunulur oldu.
Ve sonunda da Yaşasın Halkların kardeşliği, Yaşasın Sosyalizm! Öldü.
Ölen yanlışta olsa şahsiyetti, samimiyetti aslında, anlayabilene.
Yeri gelmişken bir söz söylemeden geçmek istemiyorum şunu aklımızın en hatırlanabilir yerine koyalım: İslam’ı bulma açısından Batılının ateisti, Katolik ve Protestan’ından daha hayırlıdır biz Müslümanlar için. Adamlar Hz. İsa’yı “ Tanrı, Tanrının oğlu” olarak görmediğinden bu yakıştırmayı almışlar.
Oy.
Zalimi kim..!?
Mazlumu kim..!?
Haklısı kim, haksızı kim?
Belli bile olmayan Kore Savaşı’na girmek zorunda kalmadık. Bizatihi biz bu savaşa sokulduk. Yıl 1950, Tek Parti değil bu sefer Adnan Menderes’in Demokrat Parti İktidarı.
Şimdi siz okuyuculara o dönemi anlatan çok kısa bir yorum ve analiz okutacağım; (Parantez içinde ki siyah puntolu ifadeler şahsıma aittir.)
(((…Sovyet Rusya ve Kızıl Ordu, en çok da Türkiye’yi tehdit ediyordu. Dolayısıyla, Türkiye’nin NATO’ya dahil olması, II. Dünya Harbinden sonra umumî bir arzu haline gelmiş ve adeta kaçırılmayacak bir fırsat olarak telâkki ediliyordu.
O günkü Sovyet Rusya karşısında böylesi bir ittifaka dahil olmak kaçınılmazdı. 65 senedir, başta Rusya olmak üzere hiçbir devletin Türkiye'ye karşı saldırgan bir politika gütmemiş-güdememiş olması, zahirde bu teşkilâtın caydırıcı gücü ve kararlı tavrı sebebiyledir.
Oy.
( Allah’ın bir hikmetidir! Aynı Teşkilat 66 yıl gecikmeli de olsa Komünist Rus’un onlarca yılda yapamadığı kötülüğü 15 Temmuz 2016 tarihinde toplu olarak bir gecede yaptı.)
Ne var ki, Nato’ya dahil olmanın bazı bedelleri de vardı. Askerî gücünü ortaya koymak ve mukavemetini ispat etmek gibi. İşte bu bedel, 1950 yılı ortalarında başlayan Kore Savaşında ortaya konuldu. Türkiye Tugayı’nın (Budist, Hıristiyan değil) KOMÜNİST CEPHE’ye karşı bu savaşta göstermiş olduğu üstün başarı, Türkiye’nin NATO üyeliğini büyük ölçüde kolaylaştırmış oldu…)))
Bu ve buna benzer haberleri o zamanların malum medyasına yaptırıp; Hem Nato'yu şirin ve Türkiye için bir zorunluluk olarak gösterme hem de Kore savaşından sonra Aziz Milletimizin öfkesini yumuşatma ve belirsiz düşüncelerini ortadan kaldırılmaya, askerlerimizin de boşu boşuna gönderilmediği, ölmediği imajı, hissiyatı verilmeye çalışılmıştır. Allah, ölen askerlerimize gani Rahmet etsin duamızdır. Suç, bu savaşa bu insanlarımızı gönderen dönemin yöneticilerindedir.
İddia edildiği gibi Ruslar; Çok gizli Alman belgelerini bahane edip Türkiye'ye saldırmak maksadı ile Romanya’ya asker masker de yığmamıştır? Bu mevzu ilgili olarak emekli bir Cia ajanı zamanında şöyle demişti: “Hepsi yalandı, zaten Türkiye NATO’ya dahil edilecekti. Sadece Türkiye’ye biraz daha zor, ölümlü işler yaptırıldı...”
O zamanki rakamlar ile Kore Savaşı’n da ki askeri bedelin bilançosu ise şu şekilde sonuçlanmıştır:
“721 şehit, 175 kayıp, 2147 yaralı, 234 esir ve 346 hasta…” Bin Rahmet, Kore’nin Gariplerine Olsun...Yazı bitti çok şükür.
saymayansayilmaz@gmail.com