Babam rahmetli, emekliliğine çok az bir süre varken şöyle demişti bana:”Oğlum, hele bir emekli olayım gıcır gıcır bir araba alacağım. Arabaya da olta takımlarını koyup, o ırmak senin, bu göl benim, gezip balık tutacağım” derdi. Kader işte, gıcır gıcır arabasını ve olta takımını alamadan, bir sabah kucağıma yığıldı kaldı. Allah Rahmet eylesin. Benim de şöyle bir rüyam var; Mevla izin verir de emekli olur isem şayet; Ömrümün geri kalanını Mahpus damlarında geçireceğim. Neden? Çünkü; Hem daha Çocuklarım küçük. Hem de yazmak isteyip de yazamadığım şeyler 657 engeline takılıyor da ondan be Güzel Gardaşım…
Şimdi, siz okuyucularımı bundan tam 101 yıl 4 ay 23 gün öncesi zamana götüreceğim. Hep birlikte Çanakkale Harbi sırasında, cereyan eden bir hadisede ortaya çıkan bir Ruh’a şahit olacağız. Bakın O Ruh, nasıl bir Ruh imiş? Bunu; O gün yaşanılan ölüm kalım hadisesinde ortaya çıkan o Ruh’a şahit olmuş Mustafa Kemal’den öğrenelim:
"Bomba Sırtı Olayı ( 14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise, Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki Ruh kuvvetini gösteren, dünyanın hiç bir askerinde bulunmayan, tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek Ruh’tur."
Bu Ruh ile kazanılan Çanakkale ve İstiklal Harbinden sonra bu Ruh’a bir şeyler oldu. Halbuki bu Ruh’un mutlak sahibi olan Allah; En zor zamanımızda bu Ruh'u vererek yardım etmişti bize. Memleketimizin üzerine çöken Fırtına, kar, tipi ve talan bertaraf edilmiş, Güneş kaplamıştı Cennet Vatanımızı.
…Onlar, başlarına bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz." derler… Bakara Suresi’nin 156. Ayeti bu olayın mantığını tam da anlatan bir ayet hiç değildir. Neden?
Çünkü Vatanını dert edinmeyenlerin çoğu; Bu zor zamanlarda cephe de olmadıklarından, başları da belada değildi zaten. Ya düşman safına dahil olmuş bir Hain ya da cepheden kaçmış bir Firari’dir bunlar da ondan. İzahatım anlaşılıyor değil mi? Her neyse, Cennet Vatan şer güçlerden temizlenince; Elimizde kalan bu cennete eşdeğer toprakları dert edinen ve edinmeyenler meydanda toplanmışlar. Meydana toplananların bazıları da; Meydanda ki diğerlerine çaktırmadan, kapalı kapılar ardında toplanmaya devam etmişler.
Bir fırtına bir toz bulutu derken; Hani sözlerini yüksek telden heyecan ile seslendirip de; Bizatihi seçtiği o sade, malsız, mülksüz kısacası dünyaya müdanasız, hesap gününe müdanalı yaşadığı hayatını bile isteye ıskaladığımız, Allah Gani Rahmet eylesin M.Akif ile arkadaşları, bir anda meydanının dışında bulmuşlar kendilerini. ”Arkadaş, bir Ruh vardı. “Hani” bizi belanın en beterinden, en zorundan kurtaran, işte o Ruh ile yola devam edecektik ya” demişlerse de nafile. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş. Yani Merhum Akif ve arkadaşlarının söylediği o “Hani” var ya o “Hani”; Haniii olmuş.
Yaşanılan bu trajikomik durumun, çocuklarımızın hiç dilinden düşürmediği bir tekerlemesi bile var..(Genel izleyici)
Komşu, komşu! Huuu!
Oğlun geldi mi? Geldi.
Ne getirdi? İnci boncuk.
Kime kime? Sana bana.
Daha kime? Kara kediye.
Kara kedi nerede? Ağaca çıktı.
Ağaç nerede? İnek içti.
İnek nerede? Dağa kaçtı.
Dağ nerede? Yandı bitti, kül oldu.
Günler günleri, yıllar da yılları kovaladı.”Kimler geldi. Kimler geçti bu cennet vatandan. Hiç birisi bu Ruh’u sevmedi. En güzeli..."Orkestra şef'lerimiz İsmet, Şükrü, Recep, Hasan, Celal, Nevzat, Cevdet, Fahri, Süleyman, Ahmet derken güle oynaya şarkılar dinleyerek bu günlere geldik. Çok önceden televizyonda bir haber izlemiştim.Vatandaşımızın birinin kırk çocuğu olduğunu, çocuk çok olunca da bazen isimlerini karıştırdığını, hatta hatta bazen haşlık istemeye gelen çocuğuna, "sen kimsin?" dediği haberi gibi bende isimleri sayar iken arada bazılarını unutmuş olabilirim. Bu şarkıyı hala söyleyen ve dinleyenler var içimizde. Her ne ise şarkımız çala, söyleyene dursun. Biz hakikat ne ona bakalım.
On beş Temmuz gecesi, Çanakkale ve İstiklal harbindeki kadar olmasa da; O günkü Ruh’a az da olsa benzeyen O Ruh tekrar ortaya çıkıp belirdi. Peki, ortaya çıkan bu Ruh’u nasıl yok olmadan yükseltip bu milletin yüreğinde sürekli diri tutacağız?
Bu sorunun cevabının, aday olmak ile çok yakın alakası vardır. Neye aday olacağız ki; Bu Ruh tekrar kaybolmasın. Aday olmak deyince aklınıza hemen, Milletvekili veya Belediye başkanlığı adaylığı gelmesin. O Ruh’a sahip olmak gibi bir derdimiz var ise şayet; Şunu kafamıza, aklımıza ve yüreğimize mık gibi çakmak zorundayız;
Allah’ına, Peygamberine kurban olduğum Merhum Akif neye aday olmuş ise şayet; Bizde aynen ona aday olacağız. Millet olarak bizim de, önce heybebimizdeki fazlalıkları gariplere dağıtıp, Akif’in bizatihi tercih ettiği hayata aday olmaktan başka bir çaremiz ve bir şartımız da yoktur...Saygılarımla
saymayansayilmaz@gmail.com---@hikmetguvel