Yazıma başlarken;
Saygıdeğer okuyucular, gazete köşelerinde ve TV ekranlarında yer kapmış, sabah akşam Aziz Millete Tarih! Hikayeleri anlatan sözüm ona bilirkişilerin, sizleri nasıl bir sanal girdabın içinde döndürdüklerini anlatarak yazıma başlıyorum.
“Osmanlı tarihini yazan ilk üç kişinin, üçü de yabancıdır." (Sayın Erhan Afyoncu beyfendi, tebrikler)
"Türk tarihini yazan da bir tane Türkolog yoktur.” Nasıl yani?
Nasıl yani! demeyin. Böyle yani. Hakikat yani. Çoğu yabancı alıntı yani.
Tarih kitaplarının dip notlarına bakın ne dediğimi gayet net anlarsınız. Biz de bulunan çok azı müstesna Tarihçiler! Ortaya net bir şey koyamadıkları için de zaten işimize hiç yaramayacak lakin çok ses getireceğine inandıkları böyle ağırlığı yani fikir ve düşünme dünyamıza hiç mi hiç katkısı olmayan bilgileri, (Yok O, O’nun metresi. Yok bu, bunun gayrı meşru karısı. Yok bilmem ne? Kıyıda köşede kalmış saçma sapan bilgileri “Bakın! ben buldum ben!” Edaları ile gündeme getirmeleri ve yüksek telden bağıra, çığıra vs, vs, vs) anlatmaları sırf bulundukları yeri pekiştirmek veya bir üst mevkii ye çıkmak; daha da net söyleyeyim; Meşhurluklarını artırmak ve ceplerini daha fazla liralar ile doldurma telaşından başka bir telaş değildir. Hani eleştirin, yanlışlarını anlatın lakin bu işi bel altına indirmeyin. Bırakın farklı düşünen tarafı, kendi tarafınızdan bile tepki alır, huzur kaçırırsınız. Arenada boğaya kılıç saplayan matadorların durumuna düşürmeyin kendinizi. Her kılıç sapladığınızda "oley" çeken seyircileriniz de aldatmasın sizi. Evlilik, aşk, meşk programlarına kızanlar tarih programlarını, çingene çadırına çevirmesin. daha da ağır ifadeler var yazılacak, edebimden yazmıyorum.
Bunlara rağmen; Çok çok az da olsa işini ciddi, reklamsız yapan tarihçiler de var bu memlekette. Allah o arkadaşlarımızın da gücünü artırsın. ben dayanamadım yine de bir isim yazayım isterim. (Sayın Müfid YÜKSEL beyfendi, hem yazılarınızı hem de sanal alemde ki güzel, sade, bilgilendirici iletilerinizi büyük bir memnuniyetle takip ediyorum.)
Şimdi siz okuyuculara “Tarih nasıl okunur ve anlaşılır” babında net, kısa bir paragraf sunuyorum:
“Vladimir İlyiç Lenin ve Ekibi önderliğinde gerçekleştirilen Ekim 1917 devriminin ardından Rusların kendi kabuğuna çekilmesi- İngilizlerin Grekleri (Yunan) söz dinlemez çocuk olarak görmesi ile İstiklal Harbi’nin sonuna doğru bizden yana tavır alması ile İngilizler ile uzlaşılması- Müthiş yerel halk direnişleri(Maraş, Antep, Urfa) sonucunda Fransızlar ile anlaşılması- Yunan ile savaşılarak, çok büyük kahramanlıklar ile galip gelinmesi ve en önemlisi de; Allah’ın yardımı ile Cennete Eşdeğer Toprakların bu gün elimizde kalan bu son parçasında, varlığımızı devam ettirebilme şansımız oldu.” Bu paragraf, İstiklal Harbimizin kısa, net ve anlaşılır bir özetidir.
Şimdi bu, birilerini terbiye eden kısa yazıdan sonra, biz gelelim asıl mevzumuza.
19. yüzyılda Karl Heinrich Marx’ın; “Nasıl ki Kapitalizm eskimiş Feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan Komünizm de "devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı" siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.” Düşüncesi ile başlattığı komünist düşüncelerin uygulama alanı olarak Rusya’da zemin oluşturularak, Lenin ve ekibine Ekim 1917 Bolşevik, bilinen adı ile Komünist devrimi yaptırıldı.
Karl Marx, Lenin ve Ekibinin hatta hatta buna anlaşılırlığı kolaylaştırma bakımından, 2. Dünya Savaşının başrol oyuncuları Hitler ve ekibini de dahil ederek nereye hizmet ettiklerine ve inanç kökenlerine bakın, hep aynı fanatik dini kökeni ve o dine hizmet eden oluşumların üyesi olduklarını görürsünüz.
Anlaşılsın diye Türkiye’den net bir örnek vereyim; “Süleyman Demirel yüksek rütbeli bir masondur ve bunu hiç gizlememiştir.” Bu zat, sıradan bir vatandaş da değildir. Kaç defa Başbakanlık, muhalefet liderliği ve en son ölmeden önce Cumhurbaşkanlığı yapmış ülkemizin çok uzun yıllarına mal olmuş bir adamdan bahsediyoruz.”
Allah sayın Cumhurbaşkanımızın yar ve yardımcısı olsun. Yeni sistemde Başkan olarak seçildiği takdirde, ekibini kurar iken ince eleyip sık dokuması şarttır. Başkası da seçilebilir. Benim naçizane uyarım devleti idare eden herkesedir. Kim başkan olur ise olsun, sonuçta liderimize sahip çıkıp dilimizin döndüğü şekilde yol göstermemiz herkesin boynunun borcudur. Gemi batarsa ne iktidar, ne muhalif, Allah göstermesin hep beraber batarız.
Oy.
Masonların şöyle bir özelliği vardır. Üyeleri, bulunduğu dünya ülkelerinin söz sahibi ve etkin olacakları yerlerine konuşlandırılır ve mensuplarına o ülkenin kanunları ile öldürülmeme garantisi verilir. Bu öldürülmeme ilkesini 1970 yıllarına kadar dünyada bozan tek üye, Pakistan’ın 1970 li yıllarda asılan lideri Zülfikar Ali Butto olmuştur. Dünya masonları allem ettiler, gullem ettiler lakin bu idamı engelleyemediler ise de; Bu infazı gerçekleştiren Ziya Ül-Hak’ı bir uçak kazası!!! ile 1988 yılında ortadan kaldırdılar.
Bu olayın bizimle ne ilgisi var demeyin, hem de çok ilgisi var. 1970 yıllarda Zülfikar Ali Butto’nun asılmasına bu ülkeden tek bir kişi karşı çıktı ve bunu dillendirdi. Kim olabilir? Demirel demeyin, Demirel değil.
Bu yuvarlak dünyada, siz bunun adına üst akıl da diyebilirsiniz; Sermayeyi elinde tutan gücün ördüğü bir örümcek ağı mevcuttur. Bu sermaye gücü, 19.yüzyılın sonlarından itibaren ağırlığını, hakimiyetini ve baskısını artıra artıra devam ederek gelen ve öncesinde Londra, şu an ise ana gövdesi ABD’de bulunan yegane beşeri bir güçtür.
Bu sermaye; Şahsiyeti mal, makam kısacası para ile kiralanabilen ve satın alınabilen her Müslüman'ı! her Hıristiyan’ı, her Budist’i velhasıl her inançtan herkesi satın alma gücüne sahiptir.
Bu Şahsiyet testini yapmak için Londra veya ABD’ye gitmeye hiç gerek yok. Bu testi en basit şekilde kendi şahsiyetlerimize bakarak çok çabuk yapabiliriz. Bende dahil buna, fert fert herkes kendi şahsiyetinin satın alınır/alınmaz durumunu düşüne dursun;
Gelelim yazımızın, doğru bir istikamet belirlememizde bize yardımcı olacağını umduğum yeşil renkli sonucuna;
“Bakın dostlarım, dünyada gerçekleştirilen önemli olaylar; Hem oluş biçimleri, hem seçilen yerler, hem de oluş tarihleri asla tesadüflere bırakılmaz. Yani bir olayın gerçekleştiği an ve yerde aklınız takılır kalır ise şayet; Şimdi ki adı ile Rusların o tarihlerde bizim topraklarımızın doğusuna ve güneyine doğru indirilmemesinin nedenini göremez, algılayamazsınız. Bunu da doğru algılayamaz isek 2017’nin Türkiye’sini, Rusya, ABD, İngiltere, diğer AB Ülkeleri, İsrail’i ve İslam Coğrafyalarının getirildiği durumu algılayamayız.”
Maalesef, biz de şöyle genel bir hastalık mevcuttur. Bir konu hakkında insanların bir fikir beyan edebilmesi için insan isimlerinin önünde mutlaka uzman, prof, doçent vs sıfatların yazması, olmazsa olmaz bir şart haline gelmiştir. İnsanların düşünce anlamında (tıp, fizik, müh., coğrafya, hukuk vb alanları bunun dışında tutuyorum) bir sıfat elde edebilmesi için ulaştıkları etiketler zaten çoğu yabancı kaynaklı bilgiler ve klişe malümatlardır. Tabi ki de benim kastım bu ünvanların hakkını verenlere değildir. İzahatım anlaşılıyor değil mi?
Yani Cennet Vatanımızın geleceğini, karşılaşabileceği belaları ve dünyada dönen entrikaları algılayabilmek; Farklı bir düşünme biçiminin sahibi akılların algılayıp, izah edebileceği bir alandır. Yazı burada bitsin. Bu yazıyı okuduktan sonra, aklınızda olumlu anlamda tek bir hakikatin kalması benim için yeterlidir. O vakit yazı hedefine ulaşmıştır.
İnşallah bir sonra ki yazı da;Hafiften NATO Maceramız, ağırlıklı olarak Komünizmin tedavülden kaldırılması ve Gorbaçov dönemi ile bir düşünme biçimi kazanmaya çalışarak yolumuza devam edelim isterim..Saygılarımla