Üzülerek şahitlik ediyoruz ki;
Bu topraklar da asıl konuşulması gereken mevzuların ve Aziz Milletimize verilmesi gereken hesapların üstü örtülerek, görmezden gelinerek hesapların Hesap Günü’ne bırakıldığı günlerin tam ortasından geçiyoruz.
Taktikler, salvolar ve panik halde koltuğunu koruma hamleleri; Düşman! medya ile el altından işbirlikleri, dönen pazarlıklar, paralar, “Başkan gitsin! Başkandan kurtulduk! vs.” misali attırılan manşetler ile liderimizi ve Milletimizi etkileme ve baskı altına alma çabaları..!?...sözüm ona amigolar, taraftarlar ve yancı kuvvetleri de cabası…
Orta yaş bir insanın yaşı kadar Belediye Başkanlığı yapmış veya yapmamış bir insana haklı ve helal gerekçeler olmadan: “İlle de bu Başkan dursun!” demek Aziz Milletimizin şahsına yapılmış çok ağır bir hakarettir aslında. Neden? Çünkü,
Aziz Milletimizin içinde hem İstanbul’u, hem Ankara’yı hem de Cennet Vatan Türkiye’yi idare edebilecek, yönetebilecek binlerce liyakat sahibi insanımız vardır çok şükür. Erdem nedir?
Erdem; Makamda ölümüne direnmek, koltuğa zamk’la yapışmak değil; Vakti gelince gönül hoşluğu ile emaneti bir diğer arkadaşına bırakmaktır. Vakti zamanın da ömürlerinin son zamanlarında Türkeş, Demirel, Ecevit ve Merhum Erbakan’ın düştüğü haller, birilerini kızdırsa da çok doğru olan misallerdir. Tam vaktinde bırak ki, Seni seven, sevmeyen herkes saygı duysun sana.
Cumhurbaşkanımız Sayın R.T. Erdoğan; Kendisinden önce İstanbul’un yönetimine gelen Nurettin Sözen ve Bedrettin Dalan’a bakarak İstanbul’u çok başarılı bir şekilde idare etmiştir. Sonrasında gelen Başkanlar İstanbul’u çok mu başarısız idare ettiler? Yahut ülkemize bundan sonra başarılı Belediye başkanları, Bakanlar, Bürokratlar ve Devlet Başkanlarımız gelmeyecekler mi?
Gelir, demek mi Türkiye’nin lehinde bir tutumdur? Gelmez demek mi? Gelmez diyen dalkavuk, aşağılık adamın tekidir. Ve isyan içindedir.
Merhum Sultan Alparslan geldi, Merhum Ertuğrul Gazi’de geldi. Sonrasında Merhum Fatih Sultan Mehmed ve O’nun sonrasında Merhum Abdülhamid’de geldi. Sizce hangisi daha başarılı idi? Yahut hangisi daha başarısızdı..?
Şimdi ortaya çıkmış komik komik adamlar: “Belediye Başkanı 15 Temmuz gecesi dik durdu.” Falan filan konuyla tamamen alakasız laflar ile bir adamın tükenmişliğini ve artık yeter’lilik durumunu gizlemek ve hedef saptırmak babında laflar ile meşguller.
15 Temmuzdan önce Terör örgütü Fetö ile ilgili hangi konularda dik duramadığını yemek tarifi gibi alt alta sıralamak istemiyorum. Adı çok duyulan bir yazarımızda kızmıştı hani: “Fetö ile her türlü naneyi ye, sonra pişmanım de kurtul, yok öyle..!”.., .., .., …, Çok net bilgiler var yazılacak lakin benim hududum, sed’dim tam buraya çekilmiştir. Her neyse, benim bildiğimin daha fazlasını Millette bilmektedir zaten.
“Madem Muhalefet alınmasını istiyor, Belediye Başkanımız kalsın..” Bu söylemde benim çok güldüğüm, çok komiğime giden bir savunma biçimidir. Muhalefet “Allah birdir” dese, haşa ve haşa biz; Hayır, bir değil mi!? diyeceğiz.
Bakın dostlar, hiç kimse ama hiç kimse bulunmaz bir “Hint kumaşı” değildir. Ben olmazsam belediye, kurum vs. çöker, işler yürümez de sanmayın sakın. Her daim “bizden daha iyisi” vardır. Belediye Başkanlığı da dahil buna, hangi makam olursa olsun başa getireceğimiz kişinin ölçüsü sadece ve sadece şu olmalıdır:
Özellikle en önce “HARAM YEMEYECEK, YEDİRMEYECEK”, işi bilen, donamlı ve üslubu düzgün bir insan olmalıdır. “Gözünü toprak doyursun” diyebileceğimiz dolar gözlü, dalkavuk gözlüklü, dili biber ve şowmen insanlardan da çok çok uzak durulması şarttır.
Geldik yazımızın sonucuna;
Asr-ı Saadet döneminde Sahabeler, Tabiinler gerek Allah korkusundan gerek üstün şahsiyetleri sebebi ile buna benzer yöneticilik, makam ve görevlerini almaktan ısrar ile kaçarken; Yaşadığımız zamanlarda bırakın Ankara’yı ve İstanbul’u, küçük bir Belde Başkanlığı için bile bir partiden 10’nun; Küçük bir ilin milletvekilliği için 20’nin üzerinde aday adayının çıkması çok manidardır.
İnsanlar kanaatin, şükrün ve Allah korkusunun yerine, nasıl olur da bulunduğum basamaktan bir üst makama sıçrarım çılgınlığı ve sarhoşluğunun büyüsü içinde yaşamaktadırlar. Olması gereken nedir? Olması gereken: “Yüreğimizi, büyünün har’ından yangını değil Dua’nın umudu, Olur’u sarmalıdır…” ((Yazıma başlık olarak seçtiğim cümleyi tam yazarken, kulağım da Sayın Cumhurbaşkanımızın sabah ki Afyon canlı konuşmasındaydı. Aynı anda O’da aynısını söyleyince, "nasip böyle bir şeydir işte" dedim.))
Eskiden, “GÖREV İSTENMEZ VERİLİR” düsturu vardı. Şimdilerde göreve talip olmak; Gökten düşen üç elmanın en az bir tanesinin ya da havada uçan bir kuşun bıraktığı (çok af buyurun) pisliğin altına koşup: “İlle de birinin başına düşecekse benim, ille de benim başıma düşsün” düstursuzluğu ve destursuzluğu vardır. Bu destursuzluk ve düstursuzluk her kademeden, farklı siyasi görüşten hepimizi akıl almaz bir şekilde bir felakete doğru götürüyor.
Oy.
Çok azımız müstesna, hep beraber öldük dostlar.“Ve Celle senâüke.”
Direnen ve can çekişen o azlarımızda ölür ise şayet; Diyorum işte o vakit sonumuz gelmiş, kıyametimiz kopmuştur artık.
O vakit de buyurun önce Kıyamet, sonra da Hesap gününe;
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
-Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı zaman,
-Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı zaman,
-Ve insan: "Ona ne oluyor?" dediği zaman.
-O gün yer, bütün haberlerini anlatır.
-Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir.
-O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır.
-Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir.
-Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.-Zilzal-
Allah hiç kimseyi o büyük Hesap Gününde: “Keşke!!! bir Belediyenin Başkanı, bir kurumun idarecisi olacağıma; Rızkını alın teri ile az lakin helalden kazanan, aynı Belediye’nin, kurumun tanınmamış bir memuru, bir çöpçüsü olsaydım.” Geç kalınmış pişmanlık ve perişanlık halleri ile karşı karşıya bırakmasın…Bin selam.