Ah diyorum ah!
Biz Müslümanların içine düştüğü bu geri kalmışlığın!, bu bozulmuşluğun, bu çürümüşlüğün sebebini; Birkaç uçak, bir kaç füze ve birkaç dikdörtgen telefon yapamadığımızdan olduğunu sanmak; Hem Hz. Nuh’u hem de Hz. İbrahim’i inkar etmek olduğunu kavrayabilecek kaç tane adam kaldı memlekette..?
Diyorum yani, bir avuç insanla yürüyen Nuh, İbrahim haşa başarısız mı oldu şimdi..? Ya da biz, bilmem kaç yılında dünyanın en güçlü silahlarına ve dünyanın en güçlü ekonomik gücüne sahip olunca çok mu başarılı olmuş sayılacağız..?
Diyorum mensuplarının şahsiyetlerini kaybettiği Müslüman bir toplum, Dünyayı alt edecek silahlara/teknolojiye ve ekonomi gücüne sahip olsa ne yazar..!
Tünellerin, yolların ve köprülerin yapıldığına sevinirken, acaba Sırat Köprüsü'nden geçebilir miyim? telaşesini, korkusunu duyan kaç kişiyiz..?
Bütün misallerin, kiminin dolana dolana, kiminin direk oraya çıktığı "hesap günü"nün korkusunu, telaşesini diyorum hiç olmazsa incirin çekirdeği kadar bile olsa duyabiliyor muyuz? Hissedebiliyor muyuz yüreğimizde..?
Üstelik bu dünyaya, bu dünyanın sahibinin sivrisineğin kanadı kadar değer vermediği gerçeği gönlümüzde capcanlı dururken.
Tabi ki de yaşamak için bir şeyler yapılacak lakin yapılan her şeyin sadece yaşayabilmemiz için gerekli bir ihtiyaç olduğunu bellemek ve olduğundan fazlasının yüreğimizi işgal etmesinin, Kıyamet Günü başımıza beter belalar açacağının şuurunda olmamız şarttır
Şimdi tam sırası geldi.
Başlasın ve çar çabuk da bitsin gayrı, benim de içinde olduğum yaşanmış kısa öykümüz:
Bir kız vardı, bir de eli zeytin karası/nasırlı, belden aşağısı şalvarlı, helal yüzlü Egeli bir baba.
Baba utangaç/titrek bir sesle kızlara yanaştı ve dedi ki; “Kızlarım! Bahar diye bir kız var iki de okuyor, öğretmen okulunda okuyor, tanır mısınız?" dedi.
Kızlardan birisi “Evet tanıyoruz amca gidip yurttan çağırıp, gelelim” dediler ve kızlar koşa koşa gittiler. Ve yarım saat sonra Bahar “Babacığım! Hoş geldin!” diyerek babasına sarıldı…
Bu da bir fıkra:
“Kırk yaşında bir kadın, bir gün bir rüya görür ve rüyasında kendisine kırk yıl daha yaşanacağı söylenir. Kadın rüyadan uyanır, yataktan kalkar sevinçle. Vakit kaybetmeden aylar süren estetik ameliyatlar/botokslar, gerdirme ve çektirme operasyonlarından sonra sokağa çıkmaya yani insan içine dalmaya hazır hale gelir.
Gelir gelir de;
Tam kapıdan adımını dışarıya atıp çıkacağı esnada kadın düşer ve ölür. Kadın gözlerini öbür dünya da açar açmaz Ezrail’e;
-Hani ben kırk yıl daha yaşayacaktım, öyle söylemiştiniz”
Deyince Ezrail;
- Kusura bakma bacım tanıyamadım ondan aldım canını, demiş...
Şimdi biz kendimize, “Müslümanız çok şükür” diyoruz.
Diyoruz, diyoruz da; Canımızı almaya gelen Azrail acaba bizi Müslüman olarak bilecek, tanıyacak mı..!?
Korkun..!
Ben de çok acayip korkuyorum!
Bu öykü, bu fıkra mutlu son ile bitsin diye korkun.
Oy.
Ya fıkrada ki kadınımız, çığırından çıkıp tanınmaz hale gelmesin..ya da..Egeli helal yüzlü babamız; Kendi kızından kendi kızını sorduğu, kendi kızı Bahar’ı tanısın diye korkun.
Diyorum, böyle iki damla yaş akıtır insanın gözünden Egeli helal yüzlü baba ve tanıyamadığı Bahar kızımızın dramı...
Ayıp olmaz siz de ağlayın, çünkü ne zaman aklıma gelse, şimdi olduğu gibi hep ağladım. Ve benim de büyümekte olan bir kızım var, sizlerinde olduğu gibi. Allah, öldüğümüzde Müslüman olarak tanınan kullarından eylesin...Amin.