“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda deniyor ki:
“Yeryüzü insanlığındır. İnsanlık onu imar ile yükümlüdür. İmar daha çok insanı barındıracak hale getirmedir. Yeryüzü araştırma merkezlerinin çevrelerinde kıtalara bölünmüştür.
Denizler ile kıta merkez bölgeleri ve kıtaları birbirine bağlayan yol şeritleri dışında kalan kıta toprakları ,bu toprakları dış saldırılara karsı savunma karşılığı olarak ülkelere temlik edilmiştir. Savunma cephe savaşları ile askeri düzen içinde gerçekleşir. Ülke toprakları ihtisas hizmetleri çevrelerinde bölgelere bölünmüştür. İhtisas hizmetleri genel hizmetlerin alt bölümleridir.”
Görüldüğü gibi devletin bir toprağa malik olması için dış saldırılara karşı o toprağı koruyacak güce sahip olması gerekir. Eğer Akdeniz sularından meydana gelecek bir saldırıdan bir devlet veya bir devletler grubu, mesela Akdeniz’de kıyısı olan devletler veya NATO sorumlu ise o zaman orada petrol arama hakkı o devletin vatandaşlarına ve firmalara aittir. Uluslararası şirketlerle beraber çalışabilirler. Elde edilen petrolün beşte biri oranın güvenliğini sağlayan devletin veya devletlerin olur. Kimsenin aramasına veya çıkarmasına mâni olunamaz. Çünkü madenlere devletler bile mâlik değildir. Madenler insanlığındır. Çünkü Allah madenleri değişik yerlerde yaratmış ve tüm insanlık için yaratmış. Sadece oranın güvenliğini sağlayan devlet veya devletler topluluğunun üretilen miktardan beşte bir güvenliği sağlama hakkı vardır.
Cumhuriyeti ilan eden Türkiye millî sınırlarını çizmiş ve bu topraklar benimdir, buranın güvenliği bana aittir, burada bir cinayet olursa diyetini ben ödeyeceğim, burada bir soygun olursa ben tazmin edeceğim demiş ve bunun dışındaki yerlerin güvenliğinden kendisini affetmiştir. Sonra NATO’ya girerek NATO içinde dünya güvenliği ile meşgul olduğunu resmileştirmiştir.
NATO’nun görevi Akdeniz’in güvenliğini sağlamaksa, o zaman NATO devletlerinin vatandaşları Akdeniz’de petrol arayabilir. Türkiye de arayabilir. Güney Kıbrıs da arayabilir. İngiltere ve İtalya da arayabilir. Hattâ dünyanın bütün vatandaşları arayabilir. Sadece hiç kimse ben buldum, ben çıkardım, sadece benimdir diyemez. Sen bulsan da başkası çıkarabilir. Madenlerde mülkiyet yoktur. Bu sebepledir ki uluslararası sularda arama yapmak ancak uluslararası genel hizmete yanı vakıflara aittir. Bu arayanlara oranın güvenlik sorumluluğu yüklenmiş, devletler aldıkları beşte bir paylardan bunlara da pay vermek zorundadırlar. Bu pay hukukla belirlenir veya hakemlerin takdiri ile belirlenir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kur’an’ın ve Tevrat’ın ortaya koyduğu bu hükümlere uyarsa sonunda galip gelir, uymazsa mutlaka mağlup olur.
Şimdi bu gidiş nereye doğru, biraz ona göz atalım.
Dünya ikiye ayrılmıştır. 500 yıldan beri dünyayı uygarlaştıran ve istediğini yapan tekel sermaye ile dünya halkları ve devletleri, madenler konusunda savaşa girmişlerdir. Artık tekel ekonomisine, merkez ekonomisine, karşılıksız para ekonomisine son vermek istiyorlar. Bunlar ilerici grubu teşkil ediyor. Bunlar karşılıksız para ve sömürü düzenine son vermek istemekte, sermayenin dinlere, ilimlere, siyasilere karışmasına izin vermek istememektedirler.
1950’lerde tekel sermaye en büyük güce ulaşmıştı. Yalta konferansı ve doların altın yerine geçmesi, dünyayı iki çeneli tek timsah hâline getirmenin dünyasıdır.
İşte, bizim 1960’larda açtığımız bayrak buna zalim sömürü düzenine karşı açılan bayraktır. Erbakan bunun siyasi yükünü yüklendi ve insanlığı uyardı. Humeyni onu örnek alarak İran’da devrim yaptı. Gorbaçov ona bakarak timsahın Sovyet çenesini çökertti. Dünyadaki dinsizlik modası tarih oldu. Papa Avrupa’da güçlendi ve Müslümanlarla dostluk kurdu. Anadolu kaplanları dünyada iş yapmağa başladırlar. Halk ekonomisi doğdu. Sonunda Putin bile İslâm Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) üye olmak için müracaat etti. ABD’de bir zenci Müslümanın çocuğu Obama başkan oldu.
Tekel sermaye siyasi gücünü kaybetti ama ekonomik gücü hâlâ elindedir. Dolar yine bütün dünyada para olarak geçmektedir. IMF hâlâ etkili. Dünyadaki bütün devletler doları uluslararası para olarak kullanıyorlar. Dünyadaki bütün paralar dolara endekslidir.
Bu arda Mahir Kaynak’ın tesbitine göre sermaye de ikiye ayrılmış durumda. Reel ekonomi patronları Obama’yı, finans ekonomi patronları Bush’u tutmaktadırlar. Yani savaş ABD’deki cumhuriyetçilerle demokratlara varıncaya kadar derinleşmiştir.
Türkiye’yi şimdi Obama taraftarları kullanıyorlar...
Bu savaşın sonu reel ekonomi taraftarlarının zaferi ile bitecektir. Çünkü reel ekonomi kâinatı var eden Allah’ın ekonomisidir. Hizbullahtır. Karşılıksız paraya dayanan finans ekonomisi ise şirktir. Hizbuşşeytandır. Hizbullah galip gelecektir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92