İnsanların dört melekesi vardır. His, fikir, irade ve ünsiyet. Bunlara dayanılarak oluşan sosyal kurumlar, din, ilim, ekonomi ve siyasi müesseseler vardır. Dinde sevgi, ilimde tartışma, ekonomide çıkar, siyasette de güç etkindir. Yaşamayı din, yasamayı ilim, yürütmeyi meslek, yönetmeyi de siyasi dayanışma ortaklıkları sağlar.
Yaşama ne yapılacağına, yasama nasıl yapılacağına, yürütme kimin yapacağına, yönetme de kimin olacağına karar verir. Bunların her birinin görev, usul ve yetkileri ayrı ayrıdır. Düzende zorlama yoktur ifadesi aynı zamanda siyasetin diğer üç müesseseye karışamayacağı hükmedemeyeceği demektir. Hakemlerden oluşan bağımsız yargı ve başkan bunlar arasındaki dengeyi korur.
İlimle din sosyal müesseselerdir. Bunlar da sadece zihni faaliyet vardır. Oysa iktisatta amel vardır. Özel hukuk konusudur. Siyasette ise cihat vardır. Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı çatışmaya girilir. İç ve dış güvenliği bunlar sağlarlar. Bunlar çatışmaya katıldıkları gibi güvenliği sağlayamadıkları zaman bunlar tazmin ederler. Örnek olarak Ankara’da Başbakanlık binasının yanında patlama oldu. Ölenler ve yaralananlar oldu. Bunların tazmini belki 20 milyon TL olsun. İşte oranın güvenliğini sağlamakla yükümlü olan ordu mensupları bunu tazmin ederler. Bu, bunların görevidir.
Genel hizmet vardır. Kamu görevi vardır. Kamu görevinde kamu yetkisini kullanırlar. Halk onlara itaat edecektir. Bunu yaparken sorumlulukları da vardır. Genel hizmette ise hizmetliler halkın dediğini yaparlar. Hataları olmadıkça sorumlulukları yoktur.
Önce şu genel kural bilinmelidir. Görev yetkiye dayanır. Kime yetki verilirse görev de onundur. Yetki verilen sorumludur. Yetkili olmayan sorumlu olmaz, sorumlu olmayan yetkili de olmaz. Sorumlu olan ücret istihkak eder. Siyasi görevler nöbetlilere verildiğine göre siyasi yetkiler de nöbetlilere verilmelidir. Siyasi sorumluluklar da onlara ait olduğu için haklar da onlara ait olacaktır. Güvenlikten sorunlu nöbetliler olacak, sorumlu nöbetli olacak ama yetkiler ve haklar bedellilerin olacaksa bunun hukuku izahı olmaz.
Bugün siyasiler diğer ilim, din, iktisat müesseselerine hakim durumdadır. Siyasi haklar deyince diğer kuruluşları da içeri almaktadır. O zaman bedellilerin siyasi haklardan mahrumiyeti elbette yanlış olacaktır. Oysa bu mahrumiyet sadece siyasi haklardadır. İlmi dayanışmada herkes eşittir. Dinde eşittir, ekonomide eşittir.
Herkes her zaman nöbetliye geçebildiği için bedellilerin haklarına saygısız olunması söz konusu değildir. İstedikleri zaman herkes nöbetliye geçebilir, aynı haklardan yaralanabilir. Burada bir dengesiz görme sadece bugün alışılmış olanların korunmasından başka bir şey değildir.
Nöbetliler, diyet taksitlerine katılırlar. Bedelliler diyet taksitleri ödemezler, buna mukabil cizye öderler. Eğer nöbetliler yeterince güvenlik sağlayamadı ve orada ödemeleri gereken diyet miktarı arttıysa diyet taksitleri cizyeden fazla olabilir. Bu durumda güvenliği sağlayamayan nöbetliler cizyeden daha fazla diyet ödeyebilir. Nöbetliden bedelliye geçiş serbest olursa, o zaman nöbetliler bedelliye geçer ve kalanlar için diyet taksitleri çok daha fazlalaşır. Bu sefer nöbetliler bedelliye geçmeyi tercih eder. Sonunda diyet ödeyen kalmaz.
Nöbetliden bedelliye geçiş olmamasının bilinen sebeplerinden birisi savaş zamanında herkesin savaşı bırakmasıdır. Cengiz Demirci’nin savunduğu İslam Nato’suna gidilir demesi de mantıklı değildir. Küçük yerde denge sağlanamazsa büyük yerde de denge sağlanamaz. İslam Nato’su demek İslam devletleri demektir. İslam devletlerinin hepsinde aynı dengesizlik oluşur. Sorunu başkasına havale etmekle sorun çözülemez.
Hakkı üstün tutan düzenlerde siyasi güç sermayenin değil, hakemlerin emrindedir. Hakemlerin kararlarını icra etmeyi sermayeye değil askeri güce havale ederiz. Askeri güç de hakemlerin ve başkanın emrindedir. Sosyalizmde siyaset her şeye hakimdir. Kapitalizmde ise sermaye her şeye hakimdir. Adil Düzen’de denge vardır. Herkes kendi sahasında bağımsızdır. Hakemlere ve başkana karşı sorumludur. Biri diğerinin işine karışamaz, yetkilerini gasp edemez, sorumluluklarına da iştirak etmez.
Bunlar hükümlerin hikmetlerle izahıdır. İnsan aklı her şeyi tam düşünemez. Çünkü sosyal kanunları tam bulamaz. Onun için biz aklımızla değil, Kuran’a dayanarak hüküm veriyoruz. Kuran’ı anlarken de sünnetlere ve icmalara uyuyoruz. Kuran’da onlar sagîr iken cizye verinceye kadar savaş denmektedir. Demek ki cizye vermeyenler ülkemizde barınamazlar. Verenler de sagîr olmak durumundadırlar. Yani kamu yetkilerini kullanırken onların yetkileri olamayacaktır. Bu ayeti Hazreti Muhammed bizim anladığımız gibi anlamış, İslam devletleri böyle uygulamışlardır. Fıkıhçıların yaptığı hata din, ilim ve ekonomiyi, siyasetten ayırmada zorlanmaları idi. Biz ise Hıristiyan veya Müslüman olma bedelli veya nöbetli olma da etki etmez diyoruz.Uygulamada imanda irtidadı katl için sebep saymışlar. Biz ise siyasi irtidadı hicrete zorluyoruz, hicret etmezse katledilebileceğini söylüyoruz. Onlar namaz kılmamayı katl için sebep saymışlar, biz ise bir kimse nöbetlere katılmazsa ve o kuruluştan da (bucak, il veya ülke) ayrılıp gitmezse katledilebileceğini söylüyoruz.
İslamiyet’te hapishane ve hapis cezası yoktur. Sadece ev hapsi vardır. Böyle olunca asker kaçağına uygulayacağımız ceza nedir? Her gün dayak atamayız. Kolunu da kesmeyiz. Tek uygulayacağımız ceza sürgündür. Memenesine (emniyetli yerine) ulaşıncaya kadar ona mühlet veririz. Eğer ısrar eder de gitmezse o zaman kanı heder olur.
Bir hüküm ortaya koyarken genel sistem içindeki dengesini düşünmemiz gerekir. Yoksa, bir balon bir iğne ucu kadar delinirse o balon söner. Şeriatta böyledir.
Cengiz Demirci’nin ikinci yanlış iddiası daha vardır. Maddi çıkar değil, iman sebebiyle savaşacaklar, diyet ödeyecekler diyor. Yani, Allah müminleri kafirlere hizmetçi olarak mı yarattı. İnsanlığın güvenliğini sağlamakla mükellefiz ama onlardan cizye alma da hakkımızdır. Vermeyenlere de saldırmayız ama onlara bedava hizmet etmeyiz. Biz kimsenin işlerine karışmayız ama kimseyi de bizim işimize karıştırmayız. Ama bütün insanlar eşittir, isteyen herkes bize katılabilir ve bizim gibi olabilir.
Yine bugün merkezi yönetim düşünüldüğü için siyasi haklardan mahrumiyeti doğru göremeyebiliriz. Oysa önce tüm insanlığın ortak siyasi güçleri yoktur. Hakemler taraflarca seçilir ve insanlığa hakim olan yargıdır. Birleşmiş Milletler’in ortak silahlı gücü yoktur ve yöneticileri siyasi karar alamazlar. Burasını tespit ettikten sonra insanlığın güvenliğini devletler sağlayacaklardır. Hakem kararlarına uyan devletler mümin devletlerdir. Bunların orduları uluslar arası Nato’yu oluşturur. Bunlar hakem kararlarına uymakla mümin olurlar. Savaşı ise ganimet için yaparlar. Hakemlerin mahkum etmediklerine saldırmazlar, ama hakem kararıyla mahkum edilenlere saldırıp yağmalayabilirler.
Milli ordular savunmakla mükelleftir. Ama askerlerini yurt dışındaki güvenlik için zorlayamazlar. Gönüllülerden birlik oluşur. Onlar yağmalamak için katılırlar. Yahut Allah rızası için katılırlar. Ama ganimet onların olur. Beşte biri devletlerin, beşte dördü de orada katılan askerlerin olur. Bunları biz söylemiyoruz. Kuran söylüyor. Ganimet için savaşılmaz ama savaşın sonu ganimet olur.
Hakemlerin kararı ile açılan savaşa katılanlar Allah rızası için katılabilirler. Ganimet içinde katılan olabilir. Biz kimsenin içini bilemeyiz. Biz herkese eşit muamele yaparız.
Yüze yakın devlet olacaktır. Her isteyen istediği devlette yaşayabilir. Her devletin içtihat ve icmaları farklı olabilir. İsteyen herkesi zorunlu bedelli yapar, devleti paralı askerlerle yönetebilir. İsteyen devlet herkesi nöbetli yapar ve herkesi zorla askere götürür. İsteyen devlet nöbetlilerle bedellileri isteğe bırakır. Bir birine geçmeyi serbest bırakır. İsteyenler de aksini. Kuran’ı isteyen istediği gibi anlar. Biz ise Akevler Adil Düzende nöbetlilerin bedelliye geçemeyeceği esasını alıyoruz. Bakalım gelecek, bizi mi yoksa Cengiz Demirci’yi mi haklı çıkaracaktır. Tarih karar verecektir.
Ülkeler illere ayrılır. Her il de istediği sistemi kabul eder. Kendi iç güvenliğini sağlar. Her bucak kendi iç düzenini kendi nöbetlileri ile sağlar. Dünya’da bir milyon bucak olacaktır. Bir milyon çeşit uygulama olacaktır. Bizim içtihadı uygulayan bucağın başarısı bizi haklı veya haksız çıkaracaktır.