Süleyman Karagülle
İnsanlık anayasası - Sam Adian'a cevap
24.02.2016
13352 Okunma, 10 Yorum

-Sayın Karagülle;

 Anayasa metninizi inceledik. Ne yazık ki, kuran açısından tutarlı ve kabul edilebilir bir metin değildir. Yeryüzünde Kuran’a dayalı olmayan, referansı Kuran olmayan binlerce anayasa vardır. Hiçbir tanesi kutsal bir metni alıp, metindeki ifadeleri tahrif ederek yazdığı anayasaya delil yapmamıştır. Sizden başka bunu yapan yoktur. Bunun nedenini bir örnekle açıklamak istiyoruz. Şöyle ki :

 

Madde-1a) Yeryüzü İnsanlığındır

 

Yeryüzü İnsanlığındır.

Maddi Hatalar:

Bakara 21 : Nas’ın üretiminden söz edilmektedir. Ayette “Arz” kelimesi geçmemektedir. Nas’tan önce üretilmiş olanların varlığı da açıktır ve cümle Nas’ı öne çıkarmamaktadır.

- 21. ayette “ey nas” demekte; 29. ayette “arzda olan herşeyi sizin için yarattı” denmektedir. Neye itiraz ettiğiniz anlaşılmamaktadır.

 

-22. ayetin teknik olarak 21. Ayet ile ilgisi yoktur.

- Kim buyurdu? Hala saplantınızla ısrardasınız. Sizin söylediğiniz kuralsız, delilsiz geçerli; bizim ispatlı olan geçersiz. Bir önceki ayetin bir sonraki ayetle ilgisi yoktur derken, hiç endişe duymadan, nasıl olur da çekinmeden diyebiliyorsunuz. Gerçekten hayret içinde kalıyorum.

 

-22. ayette “Arz” kelimesi geçmektedir. Delillendirmenize esas olarak aldığınız bu kavrama “yeryüzü” anlamı verildiği anlaşılmaktadır. Metot açısından eğer “arz” yeryüzü/dünya ise, yine Arapça bir kelime olan ve metinde zaten kullanılan “DÜNYA” nedir?

 - 22. ayette değil, 29. ayette arzdan bahsetmektedir. Dünyanın arzla ilgisi yoktur. Dünya ahiret karşılığı bir kelime olup, yakın zamandır.

 

-24. Ayette “Nas” kullanılıyor olmasına rağmen, 25. Ayette “beşer” olanlardan amenu olanların ve amili Salih olanların ayrıştırıldığı görülmektedir. Demek ki, Beşer ve Nas aynı şey değildir.

- Bu ayetlerde beşer geçmektedir. Tebşir bir fiildir. Emirdir. Mastar faili içerebilir. Mefulü içermez.

 

30. ayette “halife” olarak dönüştürülmesi planlanan şeyin “BEŞER” olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü 25. Ayetten itibaren NAS kelimesi ayetlerde geçmemektedir. Dolayısıyla 29. Ayetteki muhatap zamiri NAS’a ulaşmaz. Beşer’i kasdetmek zorundadır.

-Beşer insanın biyolojik yapısını anlatır. Burada beşer kelimesi geçmiyor. Bizim hakiki manamız tutarsız oluyor da, kendi varsayımlaranıza uydurmak için Arapça ile ilgisi olmayan, metinde geçmeyen kelimeler nasıl tutarlı oluyor? Anlamakta zorlanıyoruz. Sizin düşünce yapınızı değerlendirirken de zorluk çekiyorum.

 

-Ayrıca “yerin i çinde üretilmiş ne varsa hepsini sizin için üretti” ifadesi Nas’a gidecekse eğer, o zaman Beşer’in ne olduğunun açıklanabiliyor olması gerekir. Teknik olarak mümkün değildir.

Öte yandan ifade “fil arzi” şeklindedir. Yani arzın üzerinde yanında değil, “İÇİNDE” olmalıdır. Yeryüzünün içinde herhangi bir “Nas” üretimi yoktur. Böyle bir durum hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Üretimin sürüyor olması kuralından hareket edildiğinde, milyonlarca yıllık yeryüzü tarihinde böyle bir oluşuma kimse tanıklık etmemiştir. 

- Arzın içini sizin için yararı demiyor, arzda olanlar deniyor. Her tarafı kaplması gerekmeyebilir. Kaldı ki, arz bir bütündür. Gereksiz bir şey yoktur. Hepsi bizim içindir. mimma demiyor Ma diyor.  Önce karşınızın ne dediğini anlayacak, ondan sonra eleştireceksiniz.

 

-Dolayısıyla “YERYÜZÜ INSANLIĞINDIR” iddiası tutarsız ve dayanaksızdır.

-Sayın Adian, saçmalıyorsunuz. Yeryüzü insanlığın değil, mesela yılanlarındır diyebilirsiniz. Yanlış olur.  Tutarsız demek için, falan cümleye uymaz diyeceksiniz.

 

İnsanlar, atalarından devraldıkları yeryüzünü işgal ile aralarında bölüşerek topraklarından yararlanır ve yaşarlar; 

-Maddi Hatalar :

Metinde “Ademoğulları” ifadesi yoktur. Bu tamamen uydurma bir anlayıştır. (Neden uydurma olduğunu, metot bakımından neden böyle bir anlamlandırma yapılamayacağını FONKSIYONEL KAVRAMLAR başlıklı çalışmamız ile size aktarmıştık, lütfen inceleyiniz)

Yeryüzünde, yani üzerinde yaşadığımız dünyada “INSAN” da yoktur. Metin bize “BEŞER” demektedir. O halde “yeryüzünde yaşayan insanlar” cümlesi tutarsız ve dayanaksızdır. Bakara 29. Daki zamir 25. Ayetteki BEŞER’e gider. Teknik olarak bunu atlayıp NAS a götürmenin imkanı yoktur. Bu tahriftir.

30. Ayette “Adem” kelimesi kullanılmamaktadır. Dolayısıyla “adem ve oğulları” iddiası çürüktür. (31. Ayette Esma’nın Adem’e imlettirilmiş olması, dönüştürülmüş beşerin adem olduğunu değil, dönüşümün niteliğini açıklayan bir ifadedir. Buna göre var olan bir şeye birtakım ilaveler yapılmak suretiyle elde edilen yeni fonksiyona bilginin transfer edildiği söylenebilir ancak, yine de “Adem ve oğulları” ifadesinin karşılığı yoktur.)

 - Ayette ademoğulları kullanılmaktadır. Çünkü yalnız, yaşayanların yararlanma hakları vardır. Ölülerin veya doğacakların yararlanmada bir hakları yoktur. Sadece varis olur ve sadece mirasçı olurlar

 

-Yeryüzü atalardan miras kalmış değildir.. Miras tereke’dedir. Oysa yeryüzü zaten vardır. Toprak kazanılabilir bir şey değildir. Emek ile toprak üretilemez. Emek ile kazanılmış olan şeyi mirasa konu yapan kitabın açık ifadelerine rağmen, emek ile kazanılması mümkün olmayan bir şeyi dahil etmek mümkün değildir.

- İnsanlar atalarının yaptıklarına varis olmadılar mı? Size göre miras ayetleri de başka dilden midir?

 

-Al-i İmran 96’da “MEKKE” kelimesi yoktur. Teknik olarak, vahyin geldiği varsayılan dönemde de şehrin adı “Mekke” idi. Kimse “bekke” demiyordu. O halde cümlede kullanılan BEKKE kelimesi “Mekke” şehrine atfedilemez. Kaldı ki, ayet NAS’tan söz etmektedir. Oysa üzerinde yaşadığımız dünyada NAS’tan kimse yoktur.

-  Mekke’ye bekke denmediğini nereden öğrendiniz? Olmasa bile, bekke kelimesini herkes Mekke olarak anladılar. Kaldı ki biz ayırıyoruz. Kentin içine Bekke; ketin dışına, tüm ile Mekke diyoruz. Bizim dediğimiz yanlış, sizin dediğiniz neden doğru oluyor? Biz diyoruz ki, siz sizin dediğinizle yükümlüsünüz, biz bizim dediğimizle yükümlüyüz. Ben sadece okumaya başladığınız metnimizi doğru anlamanız için size bu yazımı yazıyorum. Bizim yaptığımızı okuyorsanız; Fransızca değil, Türkçe okuyun. Hem de Akevler Türkçesi ile okuyun.  Bizim ifadelerimizde Kuran’ı bizim anladığımız şekilde anlamaya çalışın. Yanlış olabilir. Hatta saçma olabilir. Ama bizi ancak bizim saçmalıklarımızla eleştirebilirsiniz.

 

-Tevbe 108’de geçen “mescid” kelimesinin medine’de yapılan ilk mescit olduğu iddiası neye dayandırılmaktadır?  Subjektif yorumlar anayasal bir metne delil yapılamaz.

 “Evvel” kelimesi ne zamandan beri “öncelik” anlamına gelmeye başladı? Subjektif bir yorumdan yola çıkarak “ilk önce işgal edenin hakkıdır” kuralını nasıl ihdas edebilirsiniz? Sonrakilerin hakkını kim nasıl karşılayacak? Yani sonra gelenler üçüncü sınıf yaratıklar mı oluyor? Böyle bir anlayış nasıl kabul edilebilir?

 -Mescidin Medine’de yapılması önemli değil ki, “önce yapılmış olmanın hakkı” olduğu kuralıdır. Siz sosyalist olabilirsiniz, diktacılara dağıtna yetkisini verebilirsiniz. Siz haklı, biz haksız olabiliriz. Hatta yorumlarımız yanlış da olabilir. Ama sizin delilsiz, tutarsız iddialarınızı ileri sürerken neden hiç umursamadığınızı anlayamam, benim aklımı allak bullak ediyor.

 

karşılığında onu imar ederek çocuklarına devrederler.

-Maddi Hatalar: 

Neyin karşılığında imar edecektir? Her doğan bireyin toprak ve doğal kaynaklarda zaten hakkı vardır.

 -Yolu kim yaptı, bilgisayarı kim buldu? Biz balıklar gibi hazır yenmiyoruz ki, sırf itiraz etmek için itiraz etme; siyasilere bile yakışmaz. Hele ilmi çalışmalarda büsbütün ayıptır.

 

Bir önceki cümlede “mülkiyet hakkı kazanmaz” deniliyor olmasına rağmen, imar etmekle mirasa konu edilmiştir. O halde “Mülkiyet hakkı kazanmaz” cümlesi yalandır.

- İşgal mülkiyet hakkını kazanmaz. Ama eğer emek vermişse, emek kişinin olduğu için o yere ortak olmuş olur. Onu başkasının kullanabilmesi için öncekinin emek hakkını vermesi gerekir. Bunu nasıl oldu da anlayamadığınıza hayret ediyorum.

 

-İns ve Cinn belli bir amaç için üretilmişlerdir. Ama üzerinde yaşadığımız dünyada “INSAN” yoktur. BEŞER vardır. Neye dayanarak insanların dünyaya gelidği iddiası ortaya atılmaktadır?

- Biz insan kelimesini sana, bana diyoruz. Araplar öyle diyor.  İnsanın başka bir eşlt olduğunu düşünebilirsiniz. Ama bizim cümlelerimizi bizim dilimizle okumanız gerekir. Çalışmalarınızdan bu saçmalıkları atamadığınız için verimsiz olmaktadır. Adınıza üzülüyorum.

 

-Her görev metinde açıkça sayılmıştır. Neyi içtihatla bulmanız gerekmektedir?

 -Bize göre bütün davranışlarımızın Kuran’da yerini bulmamız gerekmektedir. Bu iman işidir. Ama bizi kritik ederken, bizim inanışımız, varsayımlarımız içinde anlamanız ve ona göre kritik edersiniz. Siz aklınıza geleni doğru kabul ediyor ve başkalarınınkini de yanlış kabul ediyorsunuz. Biz ise kendi anladığımızı sadece bizim için doğru kabul ediyoruz. Ancak ittifak varsa, icma varsa onu doğru kabul ediyoruz. Kendisini tanrı kabul etmeyen kimse; “benimki doğru, başkalarınınki yanlıştır” nasıl diyebilir? Kendisini kendi için en akıllı görür. Ama başkaları da bana uysun, benim gibi düşünsün derse, bundan daha zalim kim olabilir?

  

-İmar kelimesinin geçtiği ayetler “Mü’min” olanlara atfeder. Hangi gerekçe ile Nas veya Beşer düzeyine genelleştirilebiliyor?

 - Aalksı iddia edilmiyorsa kıyasla genişletiriz. Siz kıyası kabul etmeyebilirsiniz. Bizim kabullerimize yanlış diyebilirsiniz. Bunun için önce kıyası öğrenmeniz, sonra bizimle tartışmanız gerekir. Ben herkese tartışma hakkını veriyorum ki, tartışmayı öğrensinler. Bu, karşı tarafa saldırma hakkını vermez.

 

Tahrip etmemesi gerekenler de Mü’min olanlardır. Yani Müslimler tahrip edebilirler. Yahut diğerleri. Tamamen tutarsız ve subjektif iddiadır ve metin açısından kesinlikle dayanağı yoktur.

- Yine ellerinizin yazdığını beyniniz düşünmüyor. Tahrip etmeye hakları mı var, diyorsunuz? Biz evvela istihsanla bir kural tespit ederiz. Sonra o kurala Kuran’da delil ararız. Leh veya aleyhte eşitlik içinde ararız. Lehine bulursak kabul ederiz. Aleyhinde bulursak varsayımımızı yanlış kabul ederiz. Bu ilmin metodudur. Varsayımı ortaya koyar, deneme yaparsınız, deney doğrularsa varsayımınız doğru olur. Varsayımınız yanlış çıkarsa, onu red edersiniz. Bu ilmi metodu Batılılar Müslümanların içtihat sistemi ile buldurlar.

 

 

Madde-1b) İnsanlar insanlığa borçlanırlar

 

İnsanlar, insanlığa borçlanarak,(11-6) kendilerinin doğmasına sebep olan yakınları tarafından büyütülürler.(2-233) Büyüyünce çocukları doğurup büyütmekle insanlığa karşı borçlarını öderler. Erginken yaşlılara bakarak insanlıktan alacaklı olurlar,(3-195) yaşlanınca da erginler tarafından bakılırlar.(17:23)

 

-Maddi Hatalar :

 Akıl dışı bir iddiadır. Ne INSAN, ne NEFS, ne de BEŞER var olmayı kendisi tercih etmedi. Varlığı sürdürmeyi tercih eden de bunlar değil. Bir araç üretiyorsanız onu hareket ettirecek enerjiyi veya yakıtı da temin etmek zorundasınız. Bu ürettiğiniz aracın yükümlülüğü değildir. Sizin yükümlülüğünüzdür. Eğer bir borçlu varsa, insanı, beşeri üretenler borçlu olurlar. Hangi gerekçeye dayanarak insanların insanlığa borçlanması gerektiğini söylüyorsunuz?

-Doğmadan önce, kimse ona gelip gelmesini sormadı. Bu bakımdan borçlu alacaklı olmaz. Ne var ki, insan yaşamak istiyor, ölmek istemiyor. Bunu ağlaması ile biliyoruz.  Annesi babası da onun yaşamasını sağlıyor. Ne var ki, anne babası insanlığa borçlu olduğu için, alacağını borçlandığı insanlığa havale ediyor.  Tabii bunları anlayabilmek için aktin şekilleri ve hükümleri üzerinde bilgi sahibi olmak gerekir.

Sizin aklınız yetmeyebilir ama insanlığın aklı 5000 sene yetmiş ve bu günkü hukuku oluşturmuştur. Borcun havalesi ile ilgili hükümleri  borçlar hukukundan okuyabilirsiniz. Belki aklınız yeter de anlarsınız.

 

-İddianızın aksine, Hud 11. Ayet, Arz’da hareket eden ne varsa rızkının da doğal olarak var edilmiş olduğunu söyler.

- Evet çocuğun rızkını yaratmıştır. Çünkü babasına onu büyütme duygusunu vermiştir. İnsanlığı kedisine halife yapmıştır. Borçlu, babasına borcu ödeyemezse varisine öder.

 

-Baqara 233, çocukların sorumluluğunu anne babaya değil topluma yükler. Anne-baba isterse çocuğa bakar. İstemezse onları kimse zorlayamaz. Bu sorumluluk topluma aittir. Kural olarak çocuğun sorumluluğu anne babada değildir. Bir çocuğu dünyaya getirmiş olmak, dünyaya gelmiş olan çocuğun suçu veya tercihi değildir.

 -Allah “anneler çocuklarını iki yıl emzirirler” emrini vermiş, babaya nafaka temin emri vermiş. Çocuklar bile sizin yaptığınız hataları yapmaz.

 

-Al-i İmran 195. Ayetten, “erginlikte yaşlılara bakarak insanlıktan alacaklı olurlar” cümlesine hangi ifade dayanak olmuştur?

-Çocukları yetiştirenlerin ücretleri ödenerek borçlu olarak dünyadan ayrılmış olmazlar.

 

-İsra 23 ayetinde “İYİLİK” anlamına gelen kelime hangisidir?

-İhsan kelimesi iyilik demektir.

 

-İhsan: bir şeyi dönüştürerek geliştirme anlamına gelen bir kavramdır. Bir çeşit upgrade etme/yükseltme bir üst seviyeye çıkarma anlamına gelir. Buna göre, söz konusu ayette çocukların anne babaya iyilik yapmak gibi bir görevi yoktur. Tam aksine, yeni jenerasyonun, eskileri revize etme, yenileme, geliştirme görevi vardır.  Bu ayete göre iddianızın aksine, anne babalar veya yaşlılar çocuklara muhtaç ve borçlu olmaları gerekir. Öte yandan bu ayet, geçmişin algısı ile hareket edilemeyeceğinin çok açık kanıtlarından birisidir.

-  Allah’tan başkasına ibadet edilmeyecek; anne, babasına ihsan edilecek. Üf bile denmeyecek.  Kendin kelimeye bir mana veriyorsun. O sizi bağlar. Ben Hong Kongça bilmiyorum.  Arapça biliyorum. İngilizceden öğrenmedim, Arapçadan öğrendim.  Tabii Hong Kongça bilmediğimiz için ne dediğinizi anlayamıyorum.

 

Ayette “uffin” kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime bilindiği gibi “tırnak kesintisi,tırnak ve kulak kiri,yerden birden kaldırılan ağaç ve kamış parçaları,az şey,kıymetsiz” anlamlarına gelen bir kavramdır. O halde delil olarak getirilen yorum tamamen tutarsızdır.

- “Uf bile deme” diyor. Yapma demiyor, deme diyor. Öf kelimesi doğal sestir. Sen manasını bilmeyebilirsin. Öğren de ondan sonra yaz.

  

Bu borç ve alacak ihtiyaca ve imkâna göre olup borcun alacağa eşitliği şeklinde değildir.

-Nimet hakkında yapılan yorumun maddi dayanağı yoktur. Çünkü nimet, sürece bağlı olarak kendiliğinden ortaya çıkar. Hiç kimse durup dururken nimetlendirilmez. Bir işin doğru şekilde yapılması ve işletilmesi halinde sonucunda ortaya çıkan ve fayda temin eden şey nimettir.

- Bu yazınıza gerçekten üzüldüm. Aklınıza geleni yazıyorsunuz. Ekonominizi de anlamaya çalıştım. Anlayamadım. Kurana uyup uymadığına bakmadan, sisteminizi anlamada zorlandım.    

 ------

 -Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, maddeler ve maddelere dayanak yapılan ayetler tamamen subjektif yorumlarla, ayetlerin tahrif edilmesi yoluyla iddialara delil yapmaya çalışılmış, zorlama bir metin ortaya çıkmıştır.

- İçtihat etmek için, ayetleri zorlayarak anlamak gerekir. Kuran bir hazinedir. Çaba sarf edilmeden ona ulaşılmaz. Ben size bizi anlamanız için gönderdim. Bilgisayardan çıkarıp atarsınız.

 

- İddialarınız veya algınız doğru olsa bile, pek çok noktada günümüz dünyasında uygulanması mümkün olmayan, zaten daha tutarlı, daha işlevsel anayasal metinlerin var olduğu bir çağda, böylesine ilkel bir yaklaşımla ortaya konan bir metni kim nasıl Anayasa olarak kabul eder? Doğrusu bunu oturup ciddi şekilde düşünmek gerekir.

-Ben diğer anayasaları okumakla kalmadım. 60’larda imtihana girdim. On üzerinden 9 aldım. Bizim anayasamızın onda biri seviyesinde bile bir anayasa yoktur.   

 

-İstihsan için delile gerek yoktur. Bir anayasa metni yazabilirsiniz, istediğiniz gibi yazabilirsiniz ve bunun için herhangi bir delil getirmenize de gerek yoktur. Kimse sizi yazdığınız metin sebebiyle eleştirmez. Ancak, doğal olan ile çelişen iddiaların böylesine üçüncü sınıf bir yaklaşım ve subjektif yorumlarla kurandan delillendirildiği iddiaları ciddi şekilde eleştirilmelidir. Hiç kimsenin, inanclarını veya algılarını kurana mal etme hakkı yoktur. Bu amaçla subjektif yorumlar ile metni lafzen olmasa bile mana yönünden tahrif etmeye hakkı yoktur.

-Kimse Kuran’ın vasisi ve vekili değildir. Siz Kuran’ın Allah sözü olduğunu kabul etmediğiniz halde neye dayanarak onun avukatlığını yapıyorsunuz?

 

-Metot açısından da büyük sıkıntılar vardır. Anlaşılan o ki, her ifadeye tekil cümleler veya kavramlar delil yapılmaktadır. Oysa metnin metodolojisi çerçevesinde bu mümkün değildir. Kavramları tanımlamadan, olayları veya süreçleri ilişkilendirip sonuçlarını tahlil etmeden böyle bir delillendirme çalışmasının bilimsel bir yanı yoktur. Adına ister “ilim” deyin, ister “bilim” deyin böyle bir yaklaşım kabul edilemez.

-Siz ne yazdığınızın farkında mısınız? İlmin metodunu nasıl benden daha fazla bileceksiniz?  Müspet ilimde metot şudur. Varsayımları koyarsınız. Proje yaparsınız. Bir kooperatifte uygularsınız. Başarırsanız demek ki, varsayımınız doğrudur. Ben mühendisim. Proje yaptım, uyguladık. Kooperatif kurduk ve başardık. İlmi metot demek, hayaller kurma değildir.

 

-Yine anlaşıldığı kadarıyla, fıkhın kabullerine göre hareket ettiğiniz, örneğin özgürlükleri sonsuz kabul ettiğiniz görünmektedir. Ancak anayasa dediğiniz bir metinde, temel hakların tanımlanması zorunludur. Hangi hakların dokunulmaz olduğunu, değiştirilmesinin veya esnetilmesinin mümkün olmadığını, buna bağlı özgürlüklerin ne olduğu açıkça tarif edilmelidir. Ancak siz, doğan her bireyi “borçlu” kabul ederek haklarını da gaspetmiş oluyorsunuz. Evrensel ve temel insani haklar kuranda açıkça tarif edilmekte ve sayılmaktadır. Bunların hiç biri anayasa dediğiniz metinde yoktur.

 -Hak sahibi olan aynı zamanda borçludur. İnsan öyledir. Siz yazdıklarınızı anlayacak kültüre sahip değilken bizi akılsızlıkla itham ediyorsunuz. Sonra, uzun yazılar yazmayın, diyorum yazıyorsunuz. Çalışmalarınızdan memnun olduğum için, vaktim olursa okuyorum. Bir yararı olmamaktadır. Sözlerimi anlamadan reddediyorsunuz. Yeryüzü insanlığındır, diyorum. Siz değildir, diyorsunuz. Peki kimindir? Marks işçilerindir. Siz kimindir diyorsunuz? Bir şey demiyorsunuz. Sermayenindir, diyeceksiniz ama diyemiyorsunuz. Her şey yanlıştır. Peki doğrusu nedir? Kedisinin dediği...

 

-Yaptığınız çalışmanın niteliği bakımından özgün olduğunu kabul etmeliyiz. Ancak bu durum içeriğinin tutarsız olduğu gerçeğini değiştirmez.  Belli ki metni hazırlayanlar, delillendirenler evrensel bir metni evrensel çerçevede değerlendirebilecek ve oradan temel ilkeleri indirgeyebilecek yeterlilikte olmadıkları da anlaşılabilmektedir.

 -Sizinki sizin olsun, bizimki bizim olsun. Bizim size ihtiyacımız olduğunu sanıyorsunuz. Biz eşitlik içinde tartışırız. Bize buyuranlara güle güle deriz. Biz anayasamızı size beğendirmek zorunda değiliz. Değersiz ise, atıverin çöpe.

 

-Hedeflerinize büyük saygımız vardır. Yöntemleriniz sizin tercihinizdir. Ancak iddialarınızı değerlendirme hakkımız vardır ve bunu sadece sizi uyarmak veya hatırlatmak için yaparız. Amacımız sizi düzeltmek değildir zaten bu mümkün de değildir. Ancak kabul etmelisiniz ki, Akevler henuz  sistematik bir bütünlük ortaya koyabilecek, hukuki çerçeveyi belirleyebilecek veya bir anayasa metni yazabilecek olgunluğa ulaşmamıştır. Elbette bu bir süreç meselesidir ve umuyoruz ve diliyoruz ki, zaman içinde arkadaşlarınız da evrilecek/gelişecektir. Mevcut koşullarda böyle bir ihtimal olmamakla birlikte, ummak ve dilemekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktur ne yazık ki.

-Kimsenin kimseye, “siz bunu yapacak durumda değilsiniz” deme yetkisi yoktur. Parası olanlar, askeri olanlar zannederler ki, biz akıllıyız.  Halk da onların akıllı olduğunu sanır. Ama akılılar sonra onları yenerler. Bizim gücümüz yoktur. Ama Kuran’ın gücü vardır. Kuran’ı doğru anlayanlar kısa zaman sonra yeryüzüne varis olacaklardır. Anlamadan okuma yerine, tekçi “Yeryüzü insanlığındır” cümlesini anlayıp da, başka cümleleri okumasaydınız.  Evet insanlık bundan 60.000 yıl önce doğdu, bebek idi, çocuk oldu. Şİmdi delikanlılık yaşındadır. Gelecekte yaşlanacak  ve ölecektir. Yeryüzü o insanlık için yaratıldı. Gaye uzun ömürlü insanı dünyada yaşatıp, ömrünü tamamlamasıdır. Allah’a ve ahirete inanmayan insanların niçin intihar etmediklerine aklım ermiyor. Biraz sonra yok olacak bir hayatın acılarını neden çekiyorlar. Biz huzur içindeyiz. Çünkü biz ahiret için çalışıyoruz.  Yalan da olsa zararlı olmayız.

 

-Saygılar sunuyoruz.

Sam Adian

-Ben de size başarılar dilerim. Çalışmalara devam edin, ilerde gerçekleri göreceksiniz.  Babam hoca idi. Okula gittim, babamı küçük görmeye başladım. Allah’a inanmayı ayıp sayıyordum. Karar verdim, ben ne babamın, ne de öğretmenlerinin dediğine inanacağım. İki tarafı da öğreneceğim, dedim. Bunun için Arapça ve matematik öğrendim. Size de bir yaşlınız olarak tavsiye ederim. Başkalarını düzeltmekle uğraşmayın. Eski bilgilerinizi ve anlayışınızı silip atın, kapatın. Ne parayı, ne de iktidarı büyütmeyin. Eski bilgilerinizi savunmayın . Yanlışınızı görünüz. 

Başarılar dilerim.

Süleyman Karagülle

 


YorumcuYorum
Sam Adian
25.02.2016
16:05

Karagülle’nin cevaplarını fazla uzatmadan, önemli bulduğumuz noktalara cevap vermek ve neden eleştirdiğimizi açıklamış olmak isteriz. Çünkü, Sayın Karagülle, bizim her söylediğimiz şeyi “Saldırı” olarak algılamakta ve buna göre pozisyon almaktadır. Bir bakıma populist davranmaktadır.

Öncelikle bilinmelidir ki, biz metni değerlendirirken, sadece kuran açısından baktık. Bizim anlayışımız veya algımız açısından bakmadık. Bunun böyle olduğunu da burada açıklamamız gerekecektir. Kısa hatırlatmalar ve cevaplar ile :

Karagülle :  Kim buyurmuş diye soruyor:

 “Siz Buyurdunuz”. Sizin icmalarınız ile sabit olan 10 adet kadar “huru-ul Atıf” harfleri vardır. Eğer bir cümle bu harflerle başlamıyor ise, benzer bir konuyu işliyor olsalar bile bir önceki cümleden bağımsızdır, başka bir konudur. İşinize gelmediği zaman bunların bir önemi yoksa veya bu kurala itiraz ediyorsanız bunu açıkça söyleyin. Biz duymadık. Duymadığımız için de standart olana göre değerlendiririz. Sizin kurallarınıza göre incelerken endişe de duymayız. Biz kendimiz için endişeleniriz.

Demek ki 21. Ayet Nas’a hitap etmektedir, sonraki ayet ise başkalarına hitap etmektedir. Öyle değil mi? İddianıza delil yaparken ve bizi eleştirirken kendi kurallarınız içerisinde tutarlı olmanız sizin yararlı olur.

Karagülle :  Bu ayetlerde beşer geçmektedir. Tebşir bir fiildir. Emirdir. Mastar faili içerebilir. Mefulü içermez.

Diyelim ki haklısınız da, ayette “beşer” kelimesi kullanılıyor. Tebşir değil. Yani biz cümlede “Beşer” kelimesi gördüğümüz yerde “tebşir” diye mi okumalıyız?

Karagülle : Bizim hakiki manamız tutarsız oluyor da, kendi varsayımlaranıza uydurmak için Arapça ile ilgisi olmayan, metinde geçmeyen kelimeler nasıl tutarlı oluyor?

Siz hakiki manayı nerede buldunuz? Veya mananın hakiki olduğunu nereden biliyorsunuz? Son derece subjektif bir iddia. Kolay yolu şudur: Kitapta yeryüzü sakinleri olarak biz BEŞER’den başka bir şey ile isimlendiriliyor isek bize gösterin, kanıtlayın. Yahut kendi kurallarınıza uyma konusunda tutarlı olun.

Biz de manayı sizin bulduğunuz yerden buluyoruz ve bunları metinde test ediyoruz. Size uzaylılar mı söylüyor manayı?

Karagülle : Arzın içini sizin için yararı demiyor, arzda olanlar deniyor. Her tarafı kaplması gerekmeyebilir. Kaldı ki, arz bir bütündür. Gereksiz bir şey yoktur. Hepsi bizim içindir. mimma demiyor Ma diyor.  Önce karşınızın ne dediğini anlayacak, ondan sonra eleştireceksiniz.

Doğru söylüyorsunuz. Bakara 29’da “ma fil ardi” deniyor. Hatta bununla da yetinmiyor “cemian” diyor. Şimdi söyler misiniz, bu cemian üretilmiş olanlar hangi arzda (sizin tarifinizle) üretildiler ve kimlerdi? Cemian dediğine göre çok olmalı öyle değil mi? Buradan “sadece bizi kastediyor” sonucu çıkaramayız herhalde. Tabii kelimeleri görmek gerekmiyorsa istediğimiz şeyi söylememizde de bir sakınca olmaz.

Karagülle : Sayın Adian, saçmalıyorsunuz. Yeryüzü insanlığın değil, mesela yılanlarındır diyebilirsiniz. Yanlış olur.  Tutarsız demek için, falan cümleye uymaz diyeceksiniz.

Sizin zaman zaman ne söylememiz gerektiğini belirtmeniz bize yararlı oluyor. Ancak bu durum “Yeryüzü İnsanlığındır” iddianızın tutarsız olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmiyor. Ancak tutarsızlık, cümlenizde değil, referans yaptığınız kuran ile iddianız arasındadır.

Çünkü : Eğer iddianızı Kuran ile delillendirme çabası içine girmeseydiniz ve “insanlık Anayasası” demeseydiniz, hiç bir itirazımız olmazdı. Ancak siz iddianızı Kuran’a dayandırmaya çalışıyorsunuz ve üstelik bunu harcı alem yapıyorsunuz.  Eğer kur’an I referans alıyorsanız ve iddianıza dayanak yapıyorsanız, bu herkesi ilgilendirir. Böyle bir şeyden sonra “e canım bu bizim için böyledir” deme lüksünüz kalmaz. Birileri çıkar ve bizim gibi eleştirir.

Nedenleri de yine kuran’da vardır ve basittir :

  1. Yeryüzü kimseye ait değildir. Ne insanlığa, ne hayvanlığa, ne de nebatata. Bunların hiç birine ait değildir. Çünkü üzerinde yaşadığımız dünya bizi üretenlere de ait değildir. ONlar sadece dünyayı “YAŞANILABİLİR” bir yer haline getirmişlerdi.
  2. Bütün canlılar üretilmiş varlıklardır ve hepsinin eşit oranda üzerinde yaşadığımız dünyada  ve hatta kainatta YARARLANMA hakları vardır. Kimse sahibi değildir.
Karagülle, her söylediğimiz şeyi "metot" düzlemine çekip sanki başka bir metot ihtimali yokmuş gibi, tek gerçekliği icma ile sabit olduğunu varsaydığı kurallara ve anlayışa göre değerlendirmeye çalışıyor. Popülist bir tavır ortaya koymak açısından bu işe yarayabilir ama bir tartışma için kesinlikle elverişli bir yol değildir. Bir yandan "Siz kendi metodunuza göre anlayın" diyeceksiniz, diğer yandan kendi metodunuza göre olmayan anlayışı eleştireceksiniz. Bunu anlamakta zorluk çekiyoruz.

Öte yandan Eğer istenilen şey tartışma ise, bunun yolları bellidir. ilim veya bilim'de duygusallık yok kanıtlar vardır. Bir şeyi kanıtlıyorsanız onun hangi metoda göre kanıtlandığının bir önemi yok. Rasyonel sonuçlar geçerlidir. Kanıtlayamıyorsanız, o zaman zaten o iddianızın bilimsel veya ilmi bir değeri yoktur.



Sam Adian
25.02.2016
16:38


Karagülle : İnsanlar atalarının yaptıklarına varis olmadılar mı? Size göre miras ayetleri de başka dilden midir?

Böyle bir cümleye nasıl cevap verilir doğrusu bilmiyorum.

Miras ayetlerini delil getirmeden once Miras dediğiniz şeyin ne tür varlıklar üzerinde geçerli olduğunu açıkça söylemeniz gerekir. Sizin icma ile sabit olan delillerinize göre ve kur’an a göre MIRAS TEREKE'dedir.

Yani, ellerinizle, çalışarak üreterek kazandığınız şeyler üzerinde miras söz konusu edilebilir. ELbette atalarının yaptıklarına varies olurlar ama bu bir zorunluluk değil. Yapmasalardı.

Dünyayı siz mi ürettiniz? Toprağı siz mi ürettiniz? Veya toprağı üretecek gücünüz mü var?

Karagülle çok temel bir hususu atlıyor veya bilerek görmezden geliyor. O da şudur:

Bir otomobil yapıyorsanız onu hareket ettirecek yakıtı da üretmek hazır etmek zorundasınız. Bir elektrik motoru yapıyorsanız, elektriği de var etmeniz gerekir.

Birileri bizi üretti ise, bizim var olmamızı sağlayacak kaynakları da var etmeleri/üretmiş olmaları gereklidir. Bu üretenlerin sorumluluğudur. Siz otomobil yaptığınız zaman otomobile “hadi git seni hareket ettirecek yakıtı bul” mu diyorsunuz? Böyle bir şey söylüyorsanız itirazımız yoktur.

Karagülle : Mekke’ye bekke denmediğini nereden öğrendiniz? Olmasa bile, bekke kelimesini herkes Mekke olarak anladılar.

Sizden öğrendik. Siz, kuranda kullanılan her kelimenin farklı olduğunu başka anlamları olduğunu söylemiştiniz. Bu sizing kuralınız.

Öte yandan, eskilerin veya sizing ne anladığınızdan once, kitabın kelimeleri nasıl tariff ettiği önemlidir. Siz istediğiniz gibi anlayabilirsiniz. Kitap da sizin gibi tariff ediyorsa mesele yok. Etmiyorsa o zaman sizin anlayışınız hatalı demektir.

Üstelik son derece sorunlu bir cümle kuruyorsunuz. “Herkes Mekke olarak anladı” demek talihsiz ve subjektif bir  tutumun göstergesidir. Bu durumda size şöyle deriz : Galileo, dünya dönüyor dediği zaman herkes “Hayır dönmüyor” demişti ve adamı “idam” ile yargılamışlardı. Bu durumda sizin anlayışınıza göre Galileo yanlış söylüyor olmalı. O halde bugün Galileo’dan size kalan bilgileri kullanmayınız efendim. Yanlış onlar. Dünya da dönmüyor.

Karagülle : Mescidin Medine’de yapılması önemli değil ki, “önce yapılmış olmanın hakkı” olduğu kuralıdır.

Ne demek once yapılmış olmanın hakkı?

Sizin icmalarınız ile sabit olan manaya göre “HAK” bir çeşit ölçüdür. Develere yem verilen kabın adıdır. Bir şeyi sahiplenme değildir.

Yine sizin icmalarınız ile sabit olan manaya göre, Evvel, “bir önceki” şeydir. Öncelik değildir.

Yani var olan bir şeyi geliştirme, daha iyi bir noktaya taşımak gibi basit ve anlaşılır bir şeyi “once yapanın hakkı” haline getirebilmek ciddi bir çaba sonucu olsa gerek. Demek ki biz delilsiz itiraz etmiyormuşuz.

Karagülle :  karşılığında onu imar ederek çocuklarına devrederler.

Yolu kim yaptı, bilgisayarı kim buldu? Biz balıklar gibi hazır yenmiyoruz ki, sırf itiraz etmek için itiraz etme; siyasilere bile yakışmaz. Hele ilmi çalışmalarda büsbütün ayıptır.

Yapmasalardı. Kimse yapmadılar diye onları suçlamazdı.

Dünyanın pek çok yerinde öyle yerleşim yerleri vardır ki, bunların ne yolu, ne elektriği ne su şebekesi, ne bildiğiniz anlamda evleri vardır. Ama insanlar yaşamaya devam etmektedirler. Kendisine ev yapmak isteyen doğanın imkanlarını kullanarak dilediği zaman evini yapar. Kimse kimseye mecbur değildir.

Sizin iddianıza göre, eskiler, öncekiler yol yaptılar, elektriği buldular, bilgisayarı keşfettiler diye biz onlara borçlu mu oluyoruz? Hiç sanmıyorum, Kuran bir mikroişlemciyi nasıl yapmanız gerektiğini tariff ederken bunu görmeyi reddedip, “E onlar yaptı” demek ne kadar tutarlıdır?

Kaldı ki, kimse bizim için bir şey yapmadı. Herkes ne yaptı ise, kendisi için yaptı. Bizim yaşamak için ihtiyacımız olan şeyleri ise kimse yapmadı. Yol, bilgisayar veya elektrik bizim yaşamamız için olmazsa olmaz şeyler değildir. Bizim rızka ihtiyacımız vardır ve o da doğada kendiliğinden vardır. Aç kaldığınız zaman ormana gidersiniz orada meyveler bulursunuz. OLmadı faydalı otlar bulursunuz, olmadı hayvanlar bulur sütlerinden beslenirsiniz, o da olmadı köklerle beslenirsiniz, ama beslenir ve yaşamınızı sürdürürsünüz.

Bir nokta daha vardır: Hiçbir imarat sonsuza kadar yaşamaz. Belli bir ömrü vardır ve sonra yok olur gider. Geçmişin imar ettiklerini biz imar etmeye devam etmeseydik ortada imar edilmiş hiç bir şey kalmazdı. Bir süre sonra yok olup giderdi. Hem söyler misiniz, sizing köyünüzde residanslar var mıydı? Apatrmanlar? Niye apartmanda yaşıyorsunuz?

Madem geçmişin ürettiklerini kullanıyorsunuz, o zaman sizing bilgisayarınız çok eski olmalı. Böyle bir bilgisayarı bugün çalıştırmayı başarmak bile büyük bir mucize olurdu. Çünkü bir bilgisayarın ekonomik ömrü 3 yıldır. Bundan sonra bilgisayarınız artık işe yaramaz hale gelir cope atarsınız. Yeni üretilmiş olanı kullanmak zorunda kalırsınız ki bud a eskisi ile asla aynı değildir.

Tabii bu örnekler meselenin pratik boyutu ile ilgili. Asıl sorun, bir “Anayasa” metninde toplumun önünü açacak, ilerlemeyi sağlayacak tutarlı ve anlamlı ifadelerin ve elbette delillerin yer alması gerekir. Sizin iddialarınız ve yorumlarınıza göre, bir toplumun ilerlemesi, gelişmesi mümkün değildir. ASlında bu sadece sizing iddianız değil, geleneksel anlayışın bir ürünüdür ve zaten gerilemeye neden olduğu da açıkça ortadadır.

Sam Adian
25.02.2016
16:50

 

Karagülle : İşgal mülkiyet hakkını kazanmaz. Ama eğer emek vermişse, emek kişinin olduğu için o yere ortak olmuş olur. Onu başkasının kullanabilmesi için öncekinin emek hakkını vermesi gerekir. Bunu nasıl oldu da anlayamadığınıza hayret ediyorum.

HAyır biz bunu anladık. Harcanan bir emek varsa, bu kişinin hakkıdır ve mirasa konu edilir.

Ama anlamadığımız şey, birileri emek harcamış diye toprağı nasıl mirasa konu yapıp birilerinin mülkiyetine verdiğinizdir. Bir kimse emek harcadı diye doğaya ortak mı oluyor? Kim Verdi bu hakkı?

Şöyle söyleseydiniz eğer  örneğin : “Eğer bir kimse bir yerde ev yapmış is eve ölmüş ise, kamu bu evin ekonomik değerini mirasçılarına öder.” Bu bir çözümdür.

Veya “Eğer çocuklardan biri babasının ölümünden sonra kalan bir ev varsa, ve kendi toprak hakkını babasının toprak hakkı olan ye rile takas etmeyi Kabul ederse, ev de çocuğa ait olur” bud a bir çözümdür. Başka yöntemler de olabilir.

Ama siz, kuranın en temel ilkesini, toprak ve doğal kaynaklar üzerindeki kesin mülkiyetsizlik kuralını çiğnemeyi, çeşitli yollarla bu kuralı aşıp bir şekilde “mülkiyet” haline getirmeyi tercih ediyorsunuz.

Aslında size şöyle eleştirmeliydik : Kapitalizm, toprağın daha çok çalışana bir ödül olduğunu Kabul etmesi ile, toprak mülkiyetine bağlı derin uçurumların ortaya çıktığı, toprak sahibi olamayanların köleleştiği bir dünyada, sizing söylediğinizin bundan farkı nedir? Sizin söylediğiniz ile kapitalizmin uygulaması arasında pratikte bir fark yok. O halde niçin kapitalizmi eleştiriyorsunuz?

 

Sam Adian
25.02.2016
17:35

 

Karagülle : Biz insan kelimesini sana, bana diyoruz. Araplar öyle diyor.

…Bize göre bütün davranışlarımızın Kuran’da yerini bulmamız gerekmektedir

İki cümle arasında nasıl bir ilişki vardır? Birinde diyorsunuz ki “Araplar öyle diyor” sonra da diyorsunuz ki “ her şeyin karşılığını kuran da bulmanız gerek” Hangisi doğrudur?

Biz sizin söylediklerinizi, sizing referanslarınızla anlamaya çalıştık ve dedik ki, Kuran yeryüzü sakinlerine INSAN demez. BEŞER der. İtiraz etmediğinize göre belli ki siz de yeryüzü sakinlerine “BEŞER” dendiğini Kabul ediyorsunuz. O halde arapların kime ne dediği bizi ilgilendirmez.

İslamcı geleneğin ve tabi ulemanın en büyük hatası, “kitabı anlamak” yerine, başkalarının ortaya koyduğu kurallar veya uygulamalar karşısında reflex geliştirip, “e ama bu zaten kuran da var ki” gibi çocukça bir yaklaşım içine girmiş olmalarıdır. Oysa olması gereken şey, Kuran denilen metnin tanımlarına göre bir sistemi inşa etme gereğidir.

Varsayımlarda bulunmak gelişigüzel değildir. Örneğin diyebilirsiniz ki “Sabah oluyorsa, akşam da olur” bu bir varsayımdır ama doğal bir durumu referans almış bir varsayımdır. Neye göre varsayımlarda bulunuyorsunuz? Weber’e göre mi Kuran’a göre mi? Söyleyin ona göre davranalım.

Karagülle : Biz ise kendi anladığımızı sadece bizim için doğru kabul ediyoruz

Çok garip “INSANLIK ANAYASASI” ifadesi “AKEVLER ANAYASASI” anlamına mı geliyor? İNsanlık anayasası diyorsanız bu herkes için doğru Kabul ettiğiniz anlamına gelir. Akevler Anayasası demiş olsaydınız söylediğiniz de doğru olurdu. Hem adına “insanlık anayasası” diyeceksiniz, hem de “kendimiz için” diyeceksiniz. O zaman insanlık anayasası demeyin, Akevler anayasıs deyin veya başka bir şey deyin.

Karagülle : Aalksı iddia edilmiyorsa kıyasla genişletiriz. Siz kıyası kabul etmeyebilirsiniz. Bizim kabullerimize yanlış diyebilirsiniz. Bunun için önce kıyası öğrenmeniz, sonra bizimle tartışmanız gerekir

Biz kıyası hem tariff etmiş, hem de sizinle tartışmış idik. Kıyasın ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Sizin kıyas ile genişlettiğiniz nedir? İmaar sorumluluğu olanların yükümlülüklerini alıp, bu işte sorumlu olmayanların sırtına vurmaktır. Sonra da buna “adalet” demenizdir.

Karagülle : Yine ellerinizin yazdığını beyniniz düşünmüyor. Tahrip etmeye hakları mı var, diyorsunuz? Biz evvela istihsanla bir kural tespit ederiz. Sonra o kurala Kuran’da delil ararız.

Ne yazdığımızın gayet farkındayız. Bir şeyden sorumlu olanlar mü’minler ise, onu tahrip etmemesi gerekenler de onlardır. Bir makineden kaynaklanan hatayı bir inşaat mühendisinin sırtına yükleyemezsiniz. İNşaat mühendisi makineden anlamadığı gibi, o makine üzerinde herhangi bir sorumluluğu da yoktur.

Daha once de sorduk, “Neye göre istihsan yapıyorsunuz?” Kur’an a göre mi, yoksa Weber veya Marx veya Adam Smith’e göre mi? Veya başka bir şeye göre mi?

Biz Kur’an a göre yaptığınızı zannederek eleştirmiştik.

Karagülle : Doğmadan önce, kimse ona gelip gelmesini sormadı. Bu bakımdan borçlu alacaklı olmaz. Ne var ki, insan yaşamak istiyor, ölmek istemiyor. Bunu ağlaması ile biliyoruz.  Annesi babası da onun yaşamasını sağlıyor. Ne var ki, anne babası insanlığa borçlu olduğu için, alacağını borçlandığı insanlığa havale ediyor.  Tabii bunları anlayabilmek için aktin şekilleri ve hükümleri üzerinde bilgi sahibi olmak gerekir.

Karagülle bir şeyi anlamıyor: Temel haklar, yani doğal hakların herkese ait olduuğu ve asla değiştirilemeyeceği gerçeği ile, edinimsel hakların getirdiği sorumluluklara dayalı sonuçları.

Bir anne baba, sosyal yaşamlarında, sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülük altına girmişler ise, bu çocuğun sorunu değildir. Bir bireyin dünyaya geldikten sonra yaşama isteği duyması, anne babasının ona kazandırmış olduğu bir yetenek de değildir. Bu üretimin bir fonksiyonudur. Elbette herkes yaşamak için dünyaya gelir.

Hem söyler misiniz, anne-babasız çocukların yaşamasını kim sağlıyor? Onlar ölüyorlar veya cope mi atılıyorlar?

Yani size göre, anne babanın yaptığı hataların sorumluluğunu çocuklar taşımalıdır.

Yani size göre, çocuklar doğduklarında borçlu olarak doğarlar ve hayatları boyunca borç öderler.

E kapitalizm de böyle Kabul ediyor. Her birey potansiyel olarak borçludur. Sistem öyle kurulmuştur ki, hayatınız boyunca borç ödersiniz. Öldüğünüzde de borç bitmez. Ona da bir yöntem bulup çocuklardan tahsil etmeye kalkarlar. Sizinkinin ne farkı var?

Bir yerde “borçlanma” söz konusu ise, orada tahakküm vardır, sömürü vardır, zulüm vardır. Edinimlerden veya sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülükler kişiseldir ve herkese göre değişir. Ama doğal haklar, yaşam hakkı asla ve asla bir başkasının teveccühüne veya lütfuna bağlı değildir. Bizi üretenler, üretim için anne ve babayı aracı kılmışlarsa bu onların sorunudur bizim değil. Ama bizi üretenler, bizim yaşamak için ihtiyacımız olan şeyleri de var etmişlerdir. Hepsi doğada vardır. Bizim bir başkasının himmetine ihtiyaç duymadan, özgürce yaşayabileceğimiz, ihtiyaçlarımızı karşılayıp yaşamımızı sürdürebileceğimiz olanaklar tamamen ücretsizdir ve zaten üretilmiştir. Bunların hiç biri anne babaya veya bir başkasına bağlı şeyler değildir.

Anne babanın borcu varsa, onların emekleri ile elde ettikleri birikimlerden karşılanır. Bu çocukları ilgilendirmez. Ya hayatta iken tahsil edersiniz, veya öldüklerinde bıraktıkları ve emekleri ile elde etmiş oldukları varlıklardan karşılarsınız. Hepsi budur.

Bir anayasada yer alması gereken, TEMEL INSANİ HAKLAR sizing metninizde yoktur. Hangi hakların doğal/değişmez/dokunulmaz olduğu, hangi hakların edinimsel/sözleşmelere dayalı yükümlülükler ile ortaya çıktığı, Temel/dokunulmaz hakların nasıl karşılanacağı gibi temel çözümleri ortaya koyun. O zaman biz de size alkışlayalım.

Karagülle : Sizin aklınız yetmeyebilir ama insanlığın aklı 5000 sene yetmiş ve bu günkü hukuku oluşturmuştur. Borcun havalesi ile ilgili hükümleri  borçlar hukukundan okuyabilirsiniz. Belki aklınız yeter de anlarsınız.

Okuyalım da niçin? Kur’an “olmuyorsa affedin/bağışlayın” darken neden gidip borçlar hukukunda borçların havalesi ile ilgili hükümleri okumakla zaman kaybedelim?

Aslolan nedir? Kur’an mı yoksa başka bir şey mi? Bunu açıkça söyleyin ona göre davranalım. Ondan sonra borçlar hukukundaki borçların havalesi hükümleri ile zaman harcarız.

Karagülle : Evet çocuğun rızkını yaratmıştır. Çünkü babasına onu büyütme duygusunu vermiştir. İnsanlığı kedisine halife yapmıştır. Borçlu, babasına borcu ödeyemezse varisine öder.

Tekrar etmeye gerek yoktur. Yukarıda bunu açıklamıştık. Olmayan bir borç yaratıp, insanları tahakküm altına alamazsınız.

Karagülle : Allah “anneler çocuklarını iki yıl emzirirler” emrini vermiş, babaya nafaka temin emri vermiş. Çocuklar bile sizin yaptığınız hataları yapmaz.

Bu iddia önemlidir. Söz konusu ayet Bakara 233. Ayettir.  Basitçe :

Eğer isterlerse denmektedir. Yani bir anne çocuğunu emzirmek isterse bunu iki yıl süreyle yapabilir. Yani eğer bir çocuğu emzirmek istemesi halinde emzirebileceği maksimum süre belirlenmiştir.

Peki eğer emzirmek istemezse ne olacak? O zaman Karagülle’nin anlayışına göre, anne kafir olmalı veya cezalandırılmalıdır. Hatta ibret olsun diye idam da edilebilirler.

Nafaka temini “işbölümü” ile ilgilidir. Ne olacaktı? Anne kucağında çocuk varken baba yan gelip yatacak mı? Elbette hayır. Bunun için emir olmasına gerek yok, dünyanın her yerinde böyledir. Yaşam böyledir, işbölümüne dayanır. Herkes her işi yapmaz veya yapamaz. Bazıları üretir bazıları tüketir. Bazıları yol yapar, bazıları otomobil yapar.

Biz hata yapmış olalım da, ayeti nereye götürelim? Kitaptan çıkaralım mı?


Sam Adian
25.02.2016
17:44

Biz : -İsra 23 ayetinde “İYİLİK” anlamına gelen kelime hangisidir?

Karagülle : İhsan kelimesi iyilik demektir.

Biz zamanın birinde Karagülle’ye “IHSAN” kavramı ile ilgili şöyle bir çalışma paylaşmıştık :

İhsan (أحسن ) : Geliştirme/İyileştirme[1] :

Bir şeyin geliştirilerek daha iyi hale getirilmesi, gelişim sürekliliğin sağlanmasıdır. Belli standartlar ve ölçüler çerçevesinde fiili olarak geliştirme süreci. Araştırma-geliştirme faaliyetlerinin tümü.

 

İhsan’ın gerçekleşebilmesi için belirli şartların oluşması gerekir:

Düzen - (دينا)[2] : Standart ve düzenli bir süreç içerisinde – gerek gelir düzeni, gerekse uygulama düzeni- kişinin sahip olması gereken asgari standartları haiz olmalıdır. Uygulama sonucunda ölçülebilir denge oluşmalıdır.

Kişisellik – (نفس)[3] : Kişisel çabaya dayalı olarak çıkar paralelliği oluşturan bir eylem olmalıdır.

Pozitif fayda (زيادة)[4] : Yapılan ihsan sonucu pozitif fayda gerçekleşmeli, katma değer üretmelidir. Uygulandığı şeyde artış meydana gelmelidir.

Karşılık (جزي)[5] : Toplumsal çıkarlar söz konusu olmalıdır.Uygulama sonucu karşılık bulmalı, bireye fayda temin etmelidir.

Seçicilik (خيرا)[6] : Sonuçları itibariyle tercih edilebilir iyileşmeye neden olmalıdır. Bir şeyin geliştirilmesi veya iyileştirilmesi ile, hem topluma hem de bireye pozitif katkı sağlamalıdır.

Standart süreçler (حقّا)[7] : Rasyonel standartlara bağlı olmalıdır. Uygulama süreci ölçülebilir, standartları olan ve pozitif sonuçlara yol açacak yöntemlerle gerçekleşmelidir.

Bilimsellik (حكمة)[8] : Bilgiye dayalı, bilimsel süreçler içerisinde gerçekleşmelidir.

Genel itibariyle ihsan, uzmanlık gerektiren, kamu yararı içeren ve gelişmeyi öngörün bir faaliyettir. Kişisel çaba ile gerçekleşmiş olması karşılıksız olduğu anlamına asla gelmez. İhsan’ın hem pozitif anlamda kişisel kazanıma neden olması, hem de toplumsal karşılığının olması gerekir. Bir standart ve düzen içerisinde gerçekleşmesi gereklidir.

 

Bu çalışmaya katılıp katılmayacağını sormuştuk ve Karagülle de bize şöyle cevap vermişti tamamen orjinal haliyle:

Date: Saturday, 21 February 2015 6:25 AM
To: SAM-NET
Subject: Re: IHSAN

arapçada , kelimelr harfı cererlerle değidrirler. Harfı cersiz kullanıldığı  zaman  sizn saydıığınız şartalara benze rşartları içeren işdir. Yapılan nir işinçıkar paraleliğ sağlamsıdrı. 

 Harfı cerle lullaıkdığı zamna mansı farklılaşıe asene bihi dediğniz zman onlara yapılan vakrşılığı ondan değil dzüendenb isteyen bir olayı şfad eder. Siz anne babıza ihsan edrsiniz, sınra da size çocuklarınız ihsan eder. O zsie ölmüşdür.

 Li harfı ile de gekir. Şhsabedrsebinz kedi nefsini,z için ihsan etmniş oursuuz. Cediğniz vergi yinesize döner.

İSra 23. Ayette, İHSAN kelimesine Karagüllenin söylemiş olduğu harf-I cerlerden hiç biri eklenmemiştir.

Muhtemelen başka bir şey söylemeye gerek kalmamıştır.



[1] Baqara : 195, Al-I İmran : 172, Nisa : 59, 125, Maide : 50, 93, En’am : 162, 154, A’raf : 154, Tevbe : 121, Yunus : 126, Hud : 7, Yusuf : 3, 100, Nahl : 30, 96, 97, vd.

[2] Nisa : 125, En’am : 152

[3] Yusuf: 23,

[4] Tevbe : 121, Yunus : 26, Nahl : 30, 96

[5] Nahl : 97

[6] Nahl : 30

[7] Yusuf : 100

[8] Nahl : 125

B�`��
Sam Adian
25.02.2016
18:24

Karagülle : “uff bile deme”

Ne demek bu? Ne anlamamız gerek? Kelimenin manasına göre “anne babayı değersizleştirme, değersiz olduklarını söyleme, onlara ihsan et/geliştir” dersek, bu durumda Karagülle’nin “Borç-Alacak” düzenine göre, anne baba alacklı olmaktan çıkar ve ayete göre, çocukların anne babayı geliştirme görevi olduğu sonucu doğar.

Burdan da, eğer çocukların anne babayı geliştirme görevi varsa, demek ki, geçmişin algısı ve bilgisi bir işe yaramıyor, yeni nesil, yeni jenerasyon geliştirme görevini üstleniyor. Bu da Karagülle’nin hatta Akevlerin tüm sistemini çökertecek bir sonuçtur elbette.

Ayetin anlattığı şeyi tartışmak yerine, kuran ile hiç ilgisi olmayan varsayımları kurana mal etmeye çalışmak ne kadar doğru bilemeyiz.

Karagülle : Bu yazınıza gerçekten üzüldüm. Aklınıza geleni yazıyorsunuz. Ekonominizi de anlamaya çalıştım. Anlayamadım. Kurana uyup uymadığına bakmadan, sisteminizi anlamada zorlandım.

“Nimet” kavramına getirdiğimiz tanım nedeniyle bunu söylediniz. Lütfen bize “kendi kendine ortaya çıkan bir uçak” gösterir misiniz? Veya daha pratik olsun, “Kendi kendine oluşabilen bir sandalye” gösterin. Sonra yine anlamazsak üzülmekte haklı olursunuz.

Karagülle : Ben diğer anayasaları okumakla kalmadım. 60’larda imtihana girdim. On üzerinden 9 aldım. Bizim anayasamızın onda biri seviyesinde bile bir anayasa yoktur. 

Ne diyelim, 1960’ların dünyasında yaşamıyoruz, 2106 dayız ve yapacağınız anayasa sizin geleceğinizi şekillendirecek, geçmişinizi değil.

Ama bu şu kadarını söyleyebiliriz, 1948 de BM de Kabul edilen “insane hakları evrensel bildirisi” dahi sizin öngörülerinizden çok daha insane bir metindir. Ama onu müslümanlar yazmadı.

Karagülle : Kimse Kuran’ın vasisi ve vekili değildir. Siz Kuran’ın Allah sözü olduğunu kabul etmediğiniz halde neye dayanarak onun avukatlığını yapıyorsunuz?

Aslında buna da söylenecek bir şey yok. Cümleye göre, “Kuran’I Allah’ın sözü olarak Kabul edenler, onun avukatlığını yapabilirler” sonucu çıkar. Herhalde Tanrı’nın avukata ihtiyacı yoktur.

Bizim söylediğimiz şey ise, “ilkelerin önemli olduğu”dur. İlkelerinizi duruma göre esnetir veya görmezden gelirseniz veya var olan ilkeleri bir şekilde değiştirip işlevsiz hale getirirseniz, ilkeler de anlamını kaybeder. Eğer Kur’an I referans Kabul ediyorsanız, o zaman onun ilkelerine uymalısınız. Marx referansınız ise, Marx’ın ilkelerine uyarsınız. Eğer ilkeleri değiştirirseniz o zaman Marx’ın ilkeleri değil, başka bir şey olur.

Daha da önemlisi, Kur’an, hiç bir istisna yapmaksızın doğrudan onu okuyanı muhatap alır. İster inansın ister inanmasın kim metni okuyorsa onun muhatabıdır. Dolayısıyla sizing böyle bir cümle kurmaya hakkınız yoktur.

Karagülle : Siz ne yazdığınızın farkında mısınız? İlmin metodunu nasıl benden daha fazla bileceksiniz?  Müspet ilimde metot şudur. Varsayımları koyarsınız. Proje yaparsınız. Bir kooperatifte uygularsınız. Başarırsanız demek ki, varsayımınız doğrudur. Ben mühendisim. Proje yaptım, uyguladık. Kooperatif kurduk ve başardık. İlmi metot demek, hayaller kurma değildir.

Açıkçası bu yorumları Sayın Karagülle’nin kendisinin yazıp yazmadığı konusunda kuşkuya düşüyoruz. Ama imza ona ait olduğuna göre, bizim yapabileceğimiz bir şey yok.

Biz tekil ifadelerin delil Kabul edildiğini eleştirmiştik. Basit bir açılım yapalım : “Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebbe” (Tebbet-1)

Cümlenin genel yorumu da şöyle : Ebu-lehebin, ateşin savunucusunun elleri kurusun….. (Veya benzer yorumlar)

Bunu bir varsayım Kabul edebiliriz. Ama küçük bir sorun var. Ebu-Lebeb olarak bilinen, tarihi kaynakların yazdığı şahsın hiç bir zaman elleri kurumadı. O zaman varsayımın sonucu şudur : “Kur’an yalan söylüyor.”

Böyle midir? Böyle ise söyleyecek sözümüz yoktur.

Çünkü biz, delil Kabul edilen kavramların tekil ifadeler değil, tümel tanımlara göre olması gerektiğini ifade etmiştik. Tekil ifadeleri delil yaparsanız böyle bir sonuç çıkar. Anayasa metninizde böyle yapmışsınız.

Karagülle :. Yeryüzü insanlığındır, diyorum. Siz değildir, diyorsunuz. Peki kimindir?

Önceki yorumlarda açıkladık. “Yeryüzü Hareket edebilen Tüm Canlıların Yararlanması İçindir” kimseye ait değildir. Yeryüzünde Dabbe olan ne varsa, havada uçan, karada hareket eden, toprağın içinde hareket eden ne varsa hepsinin aynı ölçüde yararlanma hakkı vardır.

Biz metninizi kritik ederken, bizim görüşlerimizi size aktarmak için değil, kuran ile olan ilişkisini değerlendirmiştik. Size de getirdiğiniz delillerin tutarsız olduğunu söylemiştik. Kendi görüşlerimizi size aktarmadık. Ama madem sordunuz, bize göre yeryüzü kimseye ait değildir, sadece yararlanma hakkı vardır. Hepsi budur. Paragrafın diğer kısımlarını gözardı ederek söylüyoruz. Çünkü anlaşılır değil.

Karagülle : Sizinki sizin olsun, bizimki bizim olsun. Bizim size ihtiyacımız olduğunu sanıyorsunuz. Biz eşitlik içinde tartışırız. Bize buyuranlara güle güle deriz. Biz anayasamızı size beğendirmek zorunda değiliz. Değersiz ise, atıverin çöpe.

Tamam, bizimki bizim, sizinki sizing olsun. O zaman “INSANLIK ANAYASASI” yerine  başlığı ve içerikteki ifadeleri değiştirerek “AKEVLER ANAYASASI” deyiniz lütfen. Bu durumda bizi ilgilendiren bir şey olmaz.

Ama adına “İNSANLIK ANAYASASI” diyorsanız o zaman kusura bakmayın, bize de beğendirmek zorunda kalırsınız. Hatta başkalarına da beğendirmek zorunda kalırsınız.

Fakat biz tartışmayı değerli buluyoruz. Yanlış da olsa tartışmanın önemli faydaları vardır. Ama istemezseniz size bird aha rahatsız etmeyiz. Sitede yazmayışımızın nedenleri ortadadır. Mail yoluyla da size bird aha rahatsız etmeyiz. Bu konuda herhangi bir endişeniz olmasın. Amacımız size rahatsız etmek veya zamanınızı çalmak değil. Sizin eleştirilerinizden yararlanarak kendi hatalarımızı farketmek için bunu yapıyoruz. Ama tabii ki mecbur değilsiniz.

Sizin de bu sebeple bize ihtiyacınız vardır. Sizi tasdik eden, sizing gibi düşünen kimseler ile anladığınız şeyin doğru olup olmadığını, hatalarınızı farkedemezsiniz. Yine de siz bilirsiniz.

Karagülle : Kimsenin kimseye, “siz bunu yapacak durumda değilsiniz” deme yetkisi yoktur.

Bu bir yetki meselesi değil sonuç meselesidir. ORtaya koyduğunuz sonucu tahlil eder, referansı ile karşılaştırır ve ortaya çıkan resme göre fikir beyan ederiz. Anayasa dediğiniz metni yayınladınız. Birileri çalıştı ve ortaya çkardı. Buna bir itirazımız yok ve saygılıyız. Ancak içerik bakımından son derece özensiz olduğu, ve tutarsız olduğu gerçeğini değiştirmez.

Karagülle : Babam hoca idi. Okula gittim, babamı küçük görmeye başladım.

Tam da İsra 23. Ayetin size anlattığı şeyi söylüyorsunuz, ne diyelim umuyoruz ve diliyoruz ki ideallerinizde başarılı olursunuz.


Sam Adian
25.02.2016
18:44

Sayın Karagülle

Amacımız ne size üzmek, ne de size saldırmaktır. Bizim söylediğimiz her şeyi bir saldırı gibi algılayıp buna göre pozisyon almanız çok yanlıştır. Biz size saldırmıyoruz. Böyle bir amacımız yok. Ancak basit eleştirilerden neden bu kadar korktuğunuzu anlamakta da zorluk çekiyoruz. Sisteminiz veya kurallarınız bu kadar mı dayanıksız veya yıkılabilecek zayıflıkta?

Öte yandan, söylediğimiz her şeyi bir metot kavgası haline dönüştürmeniz de yanlıştır. Bir yandan “herkesin anladığı kendisine” diyorsunuz ama öte yandan getirip metodunuzu dayatıyorsunuz. Bizim metodumuz bellidir ve zaten size de açıkladık.

“İktisat Teorisi”ni sizinle temel kavramlar düzeyinde tartıştık. Bir sistem olarak tartışmadık. Kitaplaştırılmış son halini okumadığınız da açık. Keşke bizi, geleneğin algısına göre değil, kuran ve rasyonel düzlemde eleştiriyor olsaydınız. Çünkü biz, “iktisat Teorisi” çalışmasını, sadece Kuran dediğiniz metni referans alarak yaptık. Pratik olarak, yeryüzünde başka hiç bir şeyin olmadığını ve sadece bir metinden yola çıkarak, bizim yani yeryüzü sakinlerinin ihtiyaçlarının nasıl karşılanabileceği, üretimin nasıl gerçekleştirilebileceği, varoluş haklarının nasıl karşılanacağı ve bunun için hangi kaynakların tahsis edildiği gibi çok temel varsayımlardan hareket ettik.

Biz cevaplarımızı Kuranda bulduk. Sorduğumuz her sorunun cevabını aldık. En azından “ilkesel” düzeyde bir “iktisat Teorisi”nin geliştirilebileceği ve bu sistemin verimli olabileceğini gördük. Bizim aldığımız cevaplar veya sistemin uygulamasına yönelik detaylar elbette tartışılabilir ve farklı yöntemler, daha ileri çözümler üretilebilir. Ama bizi “Kapitalist” olmakla veya buna benzer başka bir şekilde eleştiremezsiniz. Referans almadığımız bir şeyle bizi eleştirmeye kalkıyor olmanız son derece hatalıdır. Beyanlarımız veya açıklamalarımızın işe yaramadığı gibi, hangi kavramı neden o şekilde anladığımıza dair getirdiğimiz tanımlar ve delilleri de inceleme gereği duymuyorsunuz.

ANayasa metninizi eleştirirken, bunu sadece referans aldığınızı zannettiğimiz Kuran’a göre yaptık. Eğer referansınız başka kaynaklar ise, söylediklerimizin hepsini unutabilirsiniz. Ama şu kadarını söyleyebiliriz : Tüm dayatmalarınıza rağmen, kendi kurallarınıza kendiniz uymuyorsunuz.

Biz Anayasa metninin tamamını en azından ana metnin tamamını dipnotları ile birlikte okuduk. İtiraf etmeliyim, böyle bir metni anayasa olarak Kabul edebilecek bir topluluk yeryüzünde var mı veya gelecekte olabilir mi bilemiyorum. Ancak Anayasa gibi temel bir metinde olması gereken “kesinlik” kuralına uygun tanımlamaların olmadığı, “temel haklar” yani “doğuştan kazanılmış haklar” yani, “Varoluş hakları”nın tanımlanmadığı, yeryüzünde yaşayanların sahip oldukları en temel hakları bile başkalarına “borçlu” olarak elde edebileceği gibi vahim sonuçlar gördük.

Şimdi biz size “kölelik hukukunun Anayasa gibi temel bir metinde ne işi var?” diye sorsak, siz bize “özgürlük”leri gösterirsiniz. Ama atladığınız önemli bir nokta var : Eğer anayasa gibi bir metne, kölelik hukukunu koyuyor iseniz, insanların köleleştirilmesini bir hak olarak Kabul ediyorsunuz demektir. Böyle bir yaklaşım ile özgürlüklerden nasıl söz edeceksiniz? Kapitalistleri, kurana inanmayanları eleştiriyorsunuz, tukaka yapıyorsunuz. Ama görmüyor musunuz, yeryüzünde insanların köleliğe karşı mücadelelerini? Sürekli şikayet ettiğiniz kapitalizm bile bu kadar kesin kölelik anlayışına sahip olmamasına rağmen, uygulamalarda ortaya çıkan ve sömürü anlamına gelen pratiklerinin dahi eleştirildiği ve buna karşı yüksek sesle itirazların yapıldığı bir dünyada, siz kölelik hukukunu “özgürlükler” için mi anayasa metnine koyuyorsunuz?

Bunları nasıl anlayabiliriz? Biz anladık diyelim, dünyanın geri kalanı nasıl anlasın?


saygılar


Sam


Reşat Nuri Erol
26.02.2016
00:22


http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Adil_Duzene_Gore_INSANLIK_ANAYASASI/28414#.Vs9-SfmLTIU


 
Reşat Nuri Erol
 
Adil Düzen’e Göre İNSANLIK ANAYASASI
Reşat Nuri Erol
26 Şubat 2016 Cuma 00:24

YENİ ANAYASA derken çok şey aklıma geliyor; en başta 1970’li yıllarda yaptığımız “Millî Görüş Açısından ANAYASA Çalışmaları” haftalık seminerlerini hatırlıyorum...

1921 ANAYASASI son derece özgün, yerli ve millî bir anayasaydı, dünyada bir örneği ve uygulaması da yoktu. Birinci Meclis, bir yıldan kısa bir süre içinde hem tarihte ilk kez DEVLET KURAN SAVAŞI idare etmiş, hem de MİLLÎ BİR ANAYASA hazırlayıp kabul etmişti. 1920-23 yılları arasında millet olarak yaşadıklarımız, gerçekten ders kitaplarına, cami vaazlarına ve hutbelere konu olmayı hak edecek kadar önemli ve değerliydi. Çünkü yaşadıklarımızın Batı’da ve Türk-İslâm tarihinde bir örneği yoktu. Ama ne yazık ki, dünya anayasalar ve devletler tarihine altın harflerle yazdığımız anayasayı ve meclis başkanlık sistemini, galip devletlerin istekleri doğrultusunda kaldırdık ve 1924 Anayasası’nı yürürlüğe koyduk! Sözü uzatmaya gerek yok; 1924 Anayasası’nın orijinal denebilecek hiçbir özelliği yoktu, o tarihlerde Batı’da benzer anayasalar vardı, bizimki onlarınkinden iyi de değildi! Neden Birinci Meclis’te olduğu gibi özgün bir Anayasa yapamadığımız da tartışılmalı...

1924 ANAYASASI İngiltere’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne reva gördüğü bir anayasadır ve hiçbir orijinalliği de yoktur! 1961 ANAYASASI da ABD’nin dayattığı bir anayasadır ve onun da bir orijinalliği yoktur! 1982 ANAYASASI da ABD dayatmasıdır ve özgün değildir!..

TÜRKİYE en zor ve yoksul günlerinde adeta sürgünde kurduğu bir Meclis ile dünyada benzeri olmayan bir savaş ve devlet idaresi örneği sergilemiş, dünyanın en orijinal anayasasını da hazırlayabilmiştir. O zor şartlarda, önceki yazılarda yazdığım üzere, bugün bile örnek alınası 23+1 maddede oy birliği ile bir ANAYASA yapmıştır...

HÜLASA…

Hazreti Muhammed’in “Medine Sözleşmesi / Anayasası” hatırlatmamızı yaptık…

Osmanlı dönemindeki Anayasa çalışmalarımızdan başlayıp 1921, 1924, 1961 ve 1982 ANAYASALARI ile ilgili hatırlatmalarımızı da yeterince yaptık…

Hülasa olarak, bundan önceki sekiz yazıda ve daha önceki ANAYASA ile ilgili nice yazılarımızda, KİTAP olabilecek kadar yazılar yazdık ve gerekli hatırlatmaları yaptık…

Artık sözün bittiği yerdeyiz.

ERBAKAN Hocamızın önderliğinde yarım yüzyıl önce başlayan Millî Görüş Hareketi sayesinde gerekli bütün HATIRLATMALAR yapıldı ve YOL HARİTASI çizildi… Üstadım Süleyman Karagülle’nin MSP İzmir İl Başkanı, bendenizin de MSP İzmir Gençlik Başkanı olduğum 1970’li yıllarda yaptığımız ilk seminerler “Millî Görüş Açısından ANAYASA Çalışmaları” seminerleri idi…

O çalışmalarla oluşan temelin üzerine konu ile ilgili birkaç özgün KİTAP yazıldı…

Üstad Süleyman Karagülle, benimsediği yöntem gereği ANAYASA çalışmalarımız da dâhil olmak üzere her konuda klasik İslâmî usûl ilimleri ile yüksek matematiği ve fen bilimlerini üst düzeyde birlikte kullanabilen ender kişilerden biridir. Denebilir ki, bu konuda Türkiye’de ve dünyada tektir. Bu hatırlatmayı da bir borç olarak eda ediyor ve sadece ülkemiz Türkiye ve İslâm âlemi değil, bütün beşeriyet bu nimetten yararlanılmalıdır diyorum… Çünkü -adı üstünde- çalışmamızın özgün adı şöyledir: “ADİL DÜZEN’E GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”; isminden de anlaşıldığı üzere bütün insanlığa hitap etmektedir…

Bu kadar hülasa yeter!

Sonuç olarak birkaç kitabımızın ismini vererek şimdilik bu konuyu kapatmış olayım:

İSLÂM DEVLET VE DÜNYA DÜZENİ (büyük boy, 2 cilt, 1200 sayfa), YENİ ANAYASAYA GEÇİŞ ÖNERİSİ (büyük boy), SOSYAL DENGE -1 / Devlet Yapısının Tarihi Seyri, SOSYAL DENGE- 2 / Devletin Unsurları ve Kuvvetler dengesi,

http://www.akevler.org/AkevlerKitaplar/0/48/ADIL-DUZEN-INSANLIK-ANAYASASI

Not: Konu ile ilgili diğer kitaplarımız peyderpey yayına hazırlanmaktadır...

Reşat Nuri Erol
26.02.2016
00:32


http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Adil_Duzene_Gore_INSANLIK_ANAYASASI/28414#.Vs9-SfmLTIU

BU YAZI, BUNDAN ÖNCEKİ BU KONU İLE İLGİLİ 8 (SEKİZ) YAZININ DEVAMI MAHİYETİNDEDİR; BİLGİLERİNİZE... AYRICA, SÜLEYMAN AKDEMİR'İN SON ÇOK ÖZEL VE DE ÇOK ÖZGÜN "İNSANLIK ANAYASASI KAVRAMI" KİTABI ÜZERİNDEKİ SON ÇALIŞMALARI YAPMAKTAYIZ; BU DA BİLGİLERİNİZE... YANİ, "ÖRTENLER VE KAPATANLAR" İSTEMESE DE ALLAH NURUNU TAMAMLAYACAKTIR... NOKTA.




Reşat Nuri Erol
26.02.2016
00:34




HÜLASA

Hazreti Muhammed’in “Medine Sözleşmesi / Anayasası” hatırlatmamızı yaptık…

Osmanlı dönemindeki Anayasa çalışmalarımızdan başlayıp 1921, 1924, 1961 ve 1982 ANAYASALARI ile ilgili hatırlatmalarımızı da yeterince yaptık…

Hülasa olarak, bundan önceki sekiz yazıda ve daha önceki ANAYASA ile ilgili nice yazılarımızda, KİTAP olabilecek kadar yazılar yazdık ve gerekli hatırlatmaları yaptık…

Artık sözün bittiği yerdeyiz.

ERBAKAN Hocamızın önderliğinde yarım yüzyıl önce başlayan Millî Görüş Hareketi sayesinde gerekli bütün HATIRLATMALAR yapıldı ve YOL HARİTASI çizildi… Üstadım Süleyman Karagülle’nin MSP İzmir İl Başkanı, bendenizin de MSP İzmir Gençlik Başkanı olduğum 1970’li yıllarda yaptığımız ilk seminerler “Millî Görüş Açısından ANAYASA Çalışmaları” seminerleri idi…

O çalışmalarla oluşan temelin üzerine konu ile ilgili birkaç özgün KİTAP yazıldı…

Üstad Süleyman Karagülle, benimsediği yöntem gereği ANAYASA çalışmalarımız da dâhil olmak üzere her konuda klasik İslâmî usûl ilimleri ile yüksek matematiği ve fen bilimlerini üst düzeyde birlikte kullanabilen ender kişilerden biridir. Denebilir ki, bu konuda Türkiye’de ve dünyada tektir. Bu hatırlatmayı da bir borç olarak eda ediyor ve sadece ülkemiz Türkiye ve İslâm âlemi değil, bütün beşeriyet bu nimetten yararlanılmalıdır diyorum… Çünkü -adı üstünde- çalışmamızın özgün adı şöyledir: “ADİL DÜZEN’E GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”; isminden de anlaşıldığı üzere bütün insanlığa hitap etmektedir

Bu kadar hülasa yeter!

Sonuç olarak birkaç kitabımızın ismini vererek şimdilik bu konuyu kapatmış olayım:

İSLÂM DEVLET VE DÜNYA DÜZENİ (büyük boy, 2 cilt, 1200 sayfa), YENİ ANAYASAYA GEÇİŞ ÖNERİSİ (büyük boy), SOSYAL DENGE -1 / Devlet Yapısının Tarihi Seyri, SOSYAL DENGE- 2 / Devletin Unsurları ve Kuvvetler dengesi,

http://www.akevler.org/AkevlerKitaplar/0/48/ADIL-DUZEN-INSANLIK-ANAYASASI

Not: Konu ile ilgili diğer kitaplarımız peyderpey yayına hazırlanmaktadır...









Son Eklenen Makaleler
Süleyman Karagülle
SEÇKİN SAYILAR VE 19 MUCİZESİ 05.01.2001
12.02.2025 572 Okunma
Süleyman Karagülle
BORÇLARIN TASFİYESİ KANUNU 22.12.2000
12.02.2025 358 Okunma
Süleyman Karagülle
BORÇLAR 22.12.2000
12.02.2025 330 Okunma
Süleyman Karagülle
DIŞ BORÇ(BAKARA278-279) 22.12.2000
12.02.2025 373 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP ARALIK ÇALIŞMALARI 15.12.2000
12.02.2025 415 Okunma
Süleyman Karagülle
GENEL ÇALIŞMA KURALLARI: 15.12.2000
12.02.2025 342 Okunma
Süleyman Karagülle
MUKASSİMÂT(zariyat4.ayet) 15.12.2000
12.02.2025 375 Okunma
Süleyman Karagülle
GENEL DURUM VE ÇÖZÜM 08.12.2000
12.02.2025 431 Okunma
Süleyman Karagülle
AKEVLER DENGE KULÜBÜ SÖZLEŞMESİ 08.12.2000
12.02.2025 290 Okunma
Süleyman Karagülle
C Â R İ Y Â T (ZARİYAT3.AYET) 08.12.2000
12.02.2025 355 Okunma
Süleyman Karagülle
K Ü R T Ç E 01.12.2000
12.02.2025 357 Okunma
Süleyman Karagülle
ORUÇ BABA 01.12.2000
12.02.2025 354 Okunma
Süleyman Karagülle
M E S İ H 01.12.2000
12.02.2025 410 Okunma
Süleyman Karagülle
HÂMİLÂT (YÜKLER) 01.12.2000
12.02.2025 360 Okunma
Süleyman Karagülle
“ZÂRİYÂT-1- ÂYETİ”Nİ AÇIKLAYALIM: 24.11.2000
12.02.2025 333 Okunma
Süleyman Karagülle
TESİR ÇİFTİ 24.11.2000
12.02.2025 388 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP EVE GETİRİLEN YENİLİKLER 18.11.2000
12.02.2025 426 Okunma
Süleyman Karagülle
DEVLETİN AF YETKİSİ VAR MIDIR? 18.11.2000
12.02.2025 444 Okunma
Süleyman Karagülle
İFRAT VE TEFRİT(KEHF28) 18.11.2000
12.02.2025 420 Okunma
Süleyman Karagülle
MATEMATİK İLE İfrat ve tefrit nedir? 11.11.2000
12.02.2025 380 Okunma
Süleyman Karagülle
KUR’AN MATEMATİĞİ TARİKATI 11.112000
12.02.2025 327 Okunma
Süleyman Karagülle
NEFİSTE SABIR(kehf28) 11.11.2000
12.02.2025 420 Okunma
Süleyman Karagülle
OKUMA/ TİLÂVET EMRİ 04.11.2000
12.02.2025 397 Okunma
Süleyman Karagülle
SÖMÜRÜ VE ÇARE 04.11.2000
12.02.2025 332 Okunma
Süleyman Karagülle
AKEVLERDEN HABERLER 28.10.2000
12.02.2025 381 Okunma
Süleyman Karagülle
MESKENLER VE İŞYERLERİ AYETİ 28.10.2000
12.02.2025 457 Okunma
Süleyman Karagülle
BOZULMA (ENTROPİ) 28.10.2000
12.02.2025 505 Okunma
Süleyman Karagülle
ERMENİ KATLİAMI 14.10.2000
12.02.2025 293 Okunma
Süleyman Karagülle
MARKETTE SELEM UYGULAMASI 14.10.2000
12.02.2025 379 Okunma
Süleyman Karagülle
FAİZSİZ İŞLETME 14.10.2000
12.02.2025 369 Okunma
Süleyman Karagülle
BELGRAD OLAYI 07.10.2000
12.02.2025 390 Okunma
Süleyman Karagülle
MÜTEŞÂBİH ÂYETLER 07.10.2000
12.02.2025 576 Okunma
Süleyman Karagülle
MEDENİYETLERİN ÖMRÜ 30.09.200
12.02.2025 514 Okunma
Süleyman Karagülle
AHMET BÜLBÜL’ÜN ÖLÜMÜ VESİLESİYLE; 30.09.2000
12.02.2025 430 Okunma
Süleyman Karagülle
Rektör Ethem Ruhi Fığlalıya cevap 23.09.2000
12.02.2025 343 Okunma
Süleyman Karagülle
KURANDA MUCİZE-1 23.09.2000
12.02.2025 352 Okunma
Süleyman Karagülle
BİR YETKİLİ YÜKSEK HAKİM DEDİ Kİ: 09.09.2000
23.03.2024 699 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP EV ÇALIŞMALARI 09 EYLÜL 2000
23.03.2024 619 Okunma
Süleyman Karagülle
Sana ruhtan soruyorlar 09 EYLÜL 2000
23.03.2024 686 Okunma
Süleyman Karagülle
SİSTEMATİK HATA 09 EYLÜL 2000
23.03.2024 571 Okunma
Süleyman Karagülle
ŞERİAT VE MEMUR KARARNAMESİ 02.09.2000
23.03.2024 542 Okunma
Süleyman Karagülle
Heisenberg’in meşhur “kuvantum teorisi” 02.09.2000
23.03.2024 817 Okunma
Süleyman Karagülle
DEPREMİN FIKHI 26 AĞUSTOS 2000
23.03.2024 608 Okunma
Süleyman Karagülle
Z E L Z E L E 26 ağustos 2000
23.03.2024 513 Okunma
Süleyman Karagülle
(AHŞAP)İŞLETME HAKKINDA BİLGİ-19.08.2000
14.03.2024 544 Okunma
Süleyman Karagülle
Bir ülke hırsıza hapis cezasını vermektedir-12082000
14.03.2024 590 Okunma
Süleyman Karagülle
MEMUR KARARNAMESİ 12.08.2000
14.03.2024 529 Okunma
Süleyman Karagülle
HÜKÜMET,REKTÖR ATAMALARI..05.08.2000
14.03.2024 574 Okunma
Süleyman Karagülle
İNSANIN GÖREVİ 05.08.2000
14.03.2024 526 Okunma
Süleyman Karagülle
EKONOMİDE ZELZELE 22.07.2000
14.03.2024 582 Okunma
Süleyman Karagülle
REKTÖRLERİN ATANMASI 22.07.2000
14.03.2024 568 Okunma
Süleyman Karagülle
312 inci MADDE 22.07.2000
14.03.2024 479 Okunma
Süleyman Karagülle
BANDIRMA HATTI 22.07.2000
14.03.2024 544 Okunma
Süleyman Karagülle
F İ Z İ K 29.07.2000
14.03.2024 615 Okunma
Süleyman Karagülle
İSLÂM VE DEMOKRASİ 29.07.2000
14.03.2024 603 Okunma
Süleyman Karagülle
REKTÖRLERİN SEÇİMİ 22.07.2000
14.03.2024 501 Okunma
Süleyman Karagülle
ABANT TOPLANTISI 22.07.2000
14.03.2024 591 Okunma
Süleyman Karagülle
HAK VE KUVVET MEDENİYETLERİ 22.07.2000
14.03.2024 541 Okunma
Süleyman Karagülle
DAYANIŞMA SİSTEMİ 01.07.2000
14.03.2024 508 Okunma
Süleyman Karagülle
“HERKESE İŞ - HERKESE AŞ” 24.06.2000
14.03.2024 583 Okunma
Süleyman Karagülle
KİTLERİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ 17.06.2000
14.03.2024 588 Okunma
Süleyman Karagülle
KUR’ÂN VE MANTIK İLE MATEMATİK 17.04.1999
14.03.2024 582 Okunma
Süleyman Karagülle
“ADİL DÜZEN” DERGİ PLANI (2)17.04.1999
14.03.2024 593 Okunma
Süleyman Karagülle
“ADİL DÜZEN” DERGİ PLANI 17.04.1999
14.03.2024 629 Okunma
Süleyman Karagülle
Süleyman Karagüllenin girilmeyen MAKALELERİ-17.04.1999
14.03.2024 557 Okunma
Süleyman Karagülle
MUSA’YA VERİLEN DOKUZ MUCİZENİN GÜNÜMÜZDEKİ MANASI
19.05.2022 3275 Okunma
1 Yorum 20.05.2022 06:41
Süleyman Karagülle
Elveda
21.08.2021 3324 Okunma
2 Yorum 24.08.2021 15:36
Süleyman Karagülle
İÇKİ YASAĞI
3.05.2021 2509 Okunma
Süleyman Karagülle
Türkiye ve Dünya
30.04.2021 2352 Okunma
Süleyman Karagülle
DIŞ POLİTİKA
29.04.2021 2211 Okunma
Süleyman Karagülle
HEDEF
29.04.2021 2266 Okunma
Süleyman Karagülle
Kur’an Seminerleri ve SON DURUM… (16)
18.04.2021 3472 Okunma
4 Yorum 26.05.2021 00:43
Süleyman Karagülle
Kur’an Seminerleri ve son uyarılarım… (15)
11.04.2021 2360 Okunma
Süleyman Karagülle
SOYLU'NUN BEYANI
7.04.2021 2895 Okunma
Süleyman Karagülle
BUNDAN BÖYLE
6.04.2021 2158 Okunma
Süleyman Karagülle
UYARI
6.04.2021 2188 Okunma
Süleyman Karagülle
MÜDAHALE
4.04.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Seminerler; kendinize görev vereceksiniz (14)
4.04.2021 2156 Okunma
Süleyman Karagülle
TEK ÇIKAR YOL
3.04.2021 2372 Okunma
Süleyman Karagülle
PARTİ KAPATMAK
3.04.2021 2389 Okunma
Süleyman Karagülle
ANAYASA MAHKEMESİ
1.04.2021 2344 Okunma
Süleyman Karagülle
Kur’an Seminerleri ve İ Ç T İ H A D (13)
31.03.2021 3237 Okunma
1 Yorum 02.04.2021 22:37
Süleyman Karagülle
Kur’an Seminerleri ve Akevler Usulü (12)
31.03.2021 3061 Okunma
1 Yorum 02.04.2021 22:27
Süleyman Karagülle
Muhterem Abdurrahman Dilipak’a Açık Mektup
31.03.2021 2560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kur’an Seminerleri ve DAVET… (11)
31.03.2021 2911 Okunma
1 Yorum 02.04.2021 22:13
Süleyman Karagülle
Kur’an Seminerlerinin başlangıcı ve (10)
31.03.2021 2164 Okunma
Süleyman Karagülle
EMİN SARAÇ HOCA HAKKINDA
31.03.2021 2711 Okunma
Süleyman Karagülle
Kur’an Seminerleri ve Kur’an Düzeni
31.03.2021 2937 Okunma
1 Yorum 02.04.2021 22:01
Süleyman Karagülle
Akevler Kur’an Seminerleri ve GÖREV
31.03.2021 2955 Okunma
1 Yorum 02.04.2021 21:52
Süleyman Karagülle
KUR’AN VE TARİH
31.03.2021 2943 Okunma
1 Yorum 02.04.2021 21:47
Süleyman Karagülle
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİMİZ-5
31.03.2021 2943 Okunma
1 Yorum 02.04.2021 21:37
Süleyman Karagülle
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİMİZ-3
31.03.2021 1979 Okunma
Süleyman Karagülle
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİMİZ-2
31.03.2021 1921 Okunma
Süleyman Karagülle
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİMİZ
31.03.2021 2141 Okunma
Süleyman Karagülle
TEK PROBLEM VE ÇÖZÜM
31.03.2021 2128 Okunma
Süleyman Karagülle
RAKAMLAR
31.03.2021 2148 Okunma
Süleyman Karagülle
YASTIK ALTI
30.03.2021 2253 Okunma
Süleyman Karagülle
TEMİZLİK
29.03.2021 2575 Okunma
Süleyman Karagülle
MEŞGALE
28.03.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
BAKAN OLMAK
27.03.2021 2399 Okunma


© 2025 - Akevler