Sam Adian
10.09.2012
03:58
| Tanrı’nın varlığı kanıtlanabilir mi?
Geçmişte “Tanrı vardır” fikri, açıklanamayan ve bir nedene ihtiyaç duyan olaylar veya varlıklar veya varlığın kendisi için bir ön kabulden ibaret idi. Mesela kainatın oluşması için “Tanrı” olmalıydı çünkü onun oluşmasını tetiklemesi veya dilemesi veya onu üretmesi gerekiyordu.
Bugün kimilerinin “sünnetullah” dedikleri, genel anlamda “fizik” dediğimiz doğanın değişmez yasalarına baktığımız zaman yerleşik ön kabulun bir anlam taşımadığı anlaşılıyor.
Biraz daha güncel, yani çağdaş (kastım çağ atlamak falan değil, yaşadığımız dünya ile eş zamanlı olarak anlamında söylüyorum) gelişmeler ışığında yerleşik anlayış biraz değişmeye başladı. Ancak yine de tam olarak değişmiş değil. Bilim-din çatışması hala güncelliğini korumakla birlikte, mistik yaklaşımlar biraz daha esnemek zorunda kalmaktadır.
Kur’an Allah’a atıf yaparken, işlerin yürütülmesi veya varlık ile ilgili olan her şeyin bir yönetim ve üretim mekanizması ile gerçekleştiğini açıklıyor. Buna karşılık, Allah’ın varlığını kanıtlama peşinde de değildir. ALlah'ın varlığına işaret etmekle birlikte O'nuun tanımını yapmıyor. Öte yandan bilimsel gelişmeler, varlık alanında “Tanrı”nın olamayacağını söylüyor.
Veya, hiç kimse “güneş yoktur” demez. Böyle bir iddianın dayanağı yok. Çünkü herkes güneşin varlığına tanıktır. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” ifadesi, aynı zamanda tanıklığı da zorunlu kılar. Genel olarak, tanık olmadığımız, veya tanımlayamadığımız bir şey için fikir yürütmemiz düşünülemez. Böyle ise, “Allah vardır” veya “Allah yoktur” gibi bir tanımlamanın veya çıkarımın da imkanı yoktur.
Şimdi, Prensip olarak biz Allah’ın varlığını kanıtlamak zorunda mıyız? Yoksa bizim sorumluluğumuz sadece Rab’be karşı mıdır? Ya da Kitabı vahyeden “Evet Allah vardır ama bu sizi ilgilendirmez, siz bana karşı sorumlusunuz” mu demek istiyor?
|
ozer atac
10.09.2012
11:06
| önce : sucuba da 30 metre derinlikte, 20 dk süre görüntü almak, solunan havaya helyum katkısı ister.
1-İlimden lezzet almak, kişisel programla ilgilidir; aynı şekilde, ibadet te öyle.
2-Felsefeye gelince: Felsefi "oymacılık", "orman" katli olarak algılanmamalıdır; Saksağan ormansız yayaşamaz; ağaçları oyma tabiatı, oyulması kaderinde olanları, işaretlenmişler üzerinde cereyan eder.
3-Zihnin işleyişi, Allah ın işleyişi gibidir.
4-Biz, deneyimlediklerimizi ve ondan türettiklerimizi hayal ederiz. Allah ın tasavvuru, sonsuz ilmindendir. O nun "hayali", bilemeyeceğimiz deneyimiyle, ( önceki yarattıklarıyla değil) bağlantılıdır.
5- Biz, hayallerimizi "canlandırıp", roman, film.. yaparız. O, sınıf ve derslikler hükmünde dünyalar, yaşamlar yaratmakta.
6-Madde aleminde, O nu, varlıktaki sitilinden anlamaya çalışırız; bu dış kapıdır. İç kapı, madde alemiyle ayırdına vardığımız, iç alemimizdir. Burada derinleşmek, kapısızlığı idraktir;O nunla-lı-ğımızdır.
7-Maddi dünyada, "Dışarıdaki" koşuşturma, O nun sonsuzluğuna boyun eğmemiz içindir; parkur, acziyet parkurudur. Yeltenen, ki zorunluluktur ( paradokslar) idrak edecektir.
8-İçerisi,içerimiz, öz benliğimizdir; O na, uzay solucan ulaşım sistemidir. Oraya yönelmekliğimiz(salat,meditasyon,inziva..) dışarısına tanıklığımızla (beden ile algılarımız) iğva edilmektedir.
9-Arş, iç seyrin terası, locasıdır; bedeli, kamil "raciun" undur.
10-Taş,insan; "seyrin" sürecin, taşrası, kentidir. Eğitim ve deneyim, bunlarda geçiş biletidir.
11-Eksiklik, asimetrilik akışın meğilidir. Çekim, simetriğe, güzele düşkünlüktür. Mükemmel yaratılan,yolda (fısk) düzülecek, mükemmelleşecek kervan olabilecek insandır.
|
Sam Adian
10.09.2012
15:01
| Allah’ın iş yapması nasıl olabilir?
Genel olarak Rab-Allah ikilemi içerisinde her şeyin Allah’a aidiyeti veya, Rab Allah’tır kabulu sebebiyle pek çok noktada çelişkiler ortaya çıkar. Bunlardan biri de “Yaratma-üretme” fiilinin de bu sebeple doğrudan Allah’a ait olduğu varsayımıdır. Ama bu doğru değildir.
“Fe in a’redû fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ… (Şuara 48)
… biz seni onların başına muhafız göndermedik.
“…ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ” (Nisa 80)
… Biz seni onların başına muhafız göndermedik.
“Ve lev şâallâhu mâ eşrekû, ve mâ cealnâke aleyhim hafîzâ, ve mâ ente aleyhim bi vekîl” (En’am 107)
..Ben (rab) onların başına muhafız değilim, onların vekili de değilim
“…ve mâ ene aleykum bi hafîz” (En’am 104)
…Ben (resul) onların muhafızı değilim
Öte yandan, Bakara 119. Da, Peygamberin sadece uyarıcı ve haber verici olduğu, cahim ehlinden sorumlu olmadığı da ifad edilir.
Buna göre düşündüğümüz zaman, Ne emrin uygulayıcıları, ne Rab, ne Resul insanların bekçisi veya muhafızı değil. Buradan yola çıkarak deniliyor ki, “o zaman Allah’tır”. Ama Allah’ın emrinin yerine getirilmesi de bir süreç ve nedensellik içindedir. Yani emre muhatap olanlar bunu yaparlar.
“…ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn” (Bakara 117)
Buna göre, Allah’ın “yaratması” diyebileceğimiz şey sadece bir “emir”den ibarettir. Hiçbir şey durup dururken olmadığına göre, emrin gereğini yerine getirenler, onun bir nedensellik içerisinde gerçekleşmesini sağlayanlar olmalıdır ve vardır.
“Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit, ve indehu ummul kitâb” (Rad 39)
Demek ki sadece “O”nun indinde bir de “ana kitap” vardır. Buna göre, “biz onu önceden bir kitapta yazmış olmayalım” ifadesinin gereği olan bilginin kaynağı ile, bu bilgiye temel oluşturan bilgi farklıdır.
Özetle: Ana kitap, yani “anayasa” diyebileceğimiz bilgi sadece Allah’ın varettiği bilgidir. Rububiyet, buna göre düzeni oluşturmuşlardır. Yani varlık alanının yasalarını veya kurallarını veya projesini oluşturmuşlardır. Bir bakıma bilgiyi derlemiş ve kullanılabilir hale getirmişlerdir. Bu da bir projenin ürünüdür ve yazılı bilgiye dayanır. Buna göre Anayasada yapılması emredilmiş olan işler, emre muhatap olanlar tarafından gerektiği gibi yerine getirilmektedir. Elbette bir nedensellik içerisinde. Bu noktada her şey biririnden ayrılır. Yani varlık alanı ile, ilahlık alanı birbirinden ayrılır. Açıkça anlaşılabileceği gibi, varlığa müdahale eden de Allah değildir. Zaten Allah’ın böyle bir müdahalede bulunuyor olması, yani “iş yapıyor” olması, O’nun da bir varlık olmasını gerektirir ki bunun için elimizde hiçbir delil yoktur.
Kaldı ki, varlık alanında bir şeyin “zaman” içinde gerçekleşiyor olması, zamanın olmadığı bir yerde hiçbir anlam taşımaz. Yani varlık alanında ne kadar sürede gerçekleşmiş olursa olsun, varlık alanının dışından baktığımız zaman, bu süre bir değer ifade etmez, yani anında gerçekleşmiş olur. Kurallar veya nedensellik Varlık alanı içindir ve Allah’ı tanımlamadığı gibi, O’nu bağlamaz da.
|
hakansarilar
11.09.2012
02:25
| halka açık bir konferansta fizik profesörü sorar: "Dünya nasıl boşlukta duruyor?" Dinleyicilerden bir yaşlı kadın : "O bir öküzün üstünde duruyor" der. Profesör gülümser: "çok güzel" der."Peki o öküz neyin üstünde duruyor?" Yaşlı kadın:"Onun altını düşünme altı hep öküz" der. Profesör seyircilerin kahkahasını durdurur ve "aslında bildiklerimiz bu hanımın söylediklerinden daha açıklayıcı değil" diyerek konferansa başlar. Üretmekle yaratmak arasında bir fark göremediğimizi söylemeniz doğru değil. Rahmetli Erbakan ve Türkeş'in "fabrika yapan fabrikalar" nitelemesi vardı. Söyledikleriniz bende o çağrışımı yaptı. Ya da yanlış anladım. Şöyle ki: Rabb olarak nitelediğiniz "varlık" olduğuna göre sonludur. Sonlu olduğuna göre eksiklidir. Eksikli olduğuna göre mükemmel Tanrı mükemmel olmayan bir şeyi yaratmaz. O zaman Rabb yaratılmamıştır. Yaratılmamış olduğuna göre göre sonsuzdur. Bu durumda sonsuzlukta Rabb Rahman Malik ve Tanrı olmak üzere dört sonsuz vardır. Matematikte dört sonsuz olmaz. Sonsuz tektir, ahaddir. Sonsuzla sonlunun birleşme yeri yoktur, olmaz. Birleşme yeri ancak sonlular için geçerlidir. Sonsuzun birleşme yeri olmaz. Dört sonsuz olamayacağına göre Rabb Rahman ve Malik sonludur ya da sonsuza aittir, onun sıfatları veya ismidir. Siz Tanrı'dan ayrıdır dediğinize göre sonludur. Yaratılmıştır. Tanrı mükemmel olmayanı yaratmayacağına göre Rabb Rahman ve Malik'i üretecek bir ara güce -fabrikaya- ihtiyaç vardır. Fakat bu da sonlu olacağına göre alt alta sıralanan üreticilerden yaratmaya yer bulamayız. Tanrı emir verdi diyorsunuz, buna katılıyorum. Maddi dünyanın kaç katmanda şekillendiğine bakmıyorum. Çünkü yine sizin dediğiniz gibi bu katmanlar zaman içerisinde olduğu için Tanrı katında yani zamanın olmadığı sonsuzlukta bir an gibidir. Bu katmanları ne kadar uzatırsak uzatalım şu değişmiyor. Tanrı emir verdi ve varlık bir anda oldu, olmuş ve olacak olan herşey... (Bu çıkarımı siz de bu yazınızda yapıyorsunuz.) Paradoksun son ucunda ya Tanrı mükemmel olmayan bir şeyi yani varlığı -yani mesela Rabbi- yaratmalıdır ya da varlık diye bir şey yoktur sonunda ona döndürülecek olan bilinç diye açıklayabileceğimiz veya "eskilerin tabiriyle" ruh diyeceğimiz bir Tanrı parçacığına bir program uygulanmaktadır, o da "tek tek hepimiz" bu program sayesinde evren rüyasında sınamaktadır/yız. İşlev varlıklar alemine ait bir tabirdir. Kol gerektirir, beyin gerektirir, ya da bir taraftan demiri verirsin öbür taraftan kapıyı alırsın yani fabrika gerektirir. Tanrı sadece ol der. Demez de biz dilimizden başka benzetme bulamadığımız için öyle deriz. Diye düşünüyorum. |
Sam Adian
11.09.2012
04:41
| Sayın sarılar
“Sonsuzuluğun içinde son olmaz”. Bunu ifade etmiştim. Dahası, “yoklukta çokluk da olmaz” demiştim.
Sırasıyla: “Tanrı mükemmel olmayan bir şeyi yaratmaz” Eğer varlığı Tanrı yaratmış ise, (Yartmaktan kastım üretmektir) Mükemmel olmak zorundadır. Eğer Rabbi Tanrı yaratmış ise, mükemmel olmak zorundadır. Bu durumda Rabb de sonsuz olmak zorundadır. Ancak unutmamak gerekir ki, mükemmel olanın mükemmeli yaratma zorunluluğu yoktur.
Rab, Rahman ve Malik kavramlarını Tanrı ile özdeşleştirebilmek için Kur’an daki ifadeleri gözardı etmemiz gerekir. Yani onların sadece Tanrı’nın sıfatları olduğunu iddia edebilmemiz için, varlık alanındaki faaliyetlerini en azından bilmiyor veya kitapta açıklanmıyor olması gerekirdi. Ama böyle değil.
Soru şu olabilir mi: Eğer Rabb Tanrı tarafından yaratılmamış ise….?
Kur’an da Rabbin yaratılıp yaratılmadığı veya nasıl meydana geldiği yönünde açık bir bilgi yok. Ancak Rabbin bir varlık olarak tezahür edebildiğine dair açık deliller var. Bunun yanına bir başka soru daha koyabiliriz: Melekleri kim yarattı?
Şimdi, başlangıçta maddenin oluşması için bir yaratıcıya ihtiyaç olduğunu düşünüyor idik. Ama sonra maddenin kendi kendini yarattığı sonucuna vardık ve hatta bunu kanıtladık. Dolayısıyla maddenin yaratılması için Tanrı’ya ihtiyaç olmadığı ortaya çıktı. Ve elbette sonsuz madde herhalde yoktur. Burada şu söylenebilir: “Madde yok olmaz, enerjiye dönüşür”. Evet ama, dönüşmek bile kendi başına bir sonluluk ifadesidir. Yani bir sınırı vardır.
Eğer Rab da sonsuz ise, o zaman tanıklara ihtiyacı olmamalıdır. Ancak “elestu bi rabbikum” ifadesi ve benzer ifadeler, nihayetinde yaptığı işlerden sorumlu olduğunu ifade etmiş olur. Yönetim mekanizmasının faaliyet ya da fonksiyonel sınırları da Kur’an da açıklanmaktadır.
“Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit, ve indehu ummul kitâb” (Rad 39) Demek ki, kitabın da kitabı vardır. Ancak bununla birlikte :
“Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ..:” Hadid 22)
Burada herhangi bir fiilin veya bir olayın önceden ibra edildiğini söyler. Genellikle bu “Yazıldı” şeklinde tercüme edilmektedir. OYsa kullanılan kelime, Düzeltmek, temize çıkarmak, tedavi etmek, aklamak gibi anlamlara gelir. Bunu yapanlar da “çoğul” ifadesiyle “biz yaptık” şeklindedir. Yani, temelde belli bir kurala bağlı olarak düzenlendiğini düşünebiliriz.
Bunu da yeterli görmeyebiliriz. “İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader” (Furkan 49)
Her şey bir kader üzerinde yaratılmış ise ölçüyü veya sınırları belirleyen nedir? Ayette önemli bir durum daha var, “Kader” kelimesi bir anlaşma ifade edebildiği gibi, bir süre veya izlenebilirlik de ifade eder. Dolayısıyla Rab bunu neye gore yapmıştır? Eğer ana kitap varsa ve eğer kullanılabiilirliği Rububiyet tarafından gerçekleştirilmiş ise, bu durumda sınırlamalar da bu ana bilgiye gore olmak zorundadır. Tıpkı bir anayasa gibi.
Sorunuza geri dönersek, yani paradox. Sonsuzluk veya yokluk içinde çokluk olmayacağına gore ve Kur’an da, Rab, Rahman ve Malik kavramlarını işlevsel veya fonksiyonel olarak tanımlıyor ise, bunlar sonsuzlukta veya yoklukta olamazlar. O halde Rab nasıl bir şeydir veya varlıktır diye sorulabilir. Böyle bir tanımlama yapmak zordur, çünkü Rab bize kendi profilini anlatmıyor. Ancak tahayyül edebilmemiz için delilimiz vardır: Araf 143. Ayet bu konuya açıklık getirmektedir.
Tevratta bu konu biraz daha ilginçtir. Çıkış, Bap: 19; 1-21 de, Rab ile konuşmalar ve bu konuşmanın şekli ve tezahürü ile ilgili ayrıntılı bilgi verilir. Bu bilgilerden büyük bir ses veya patlamalar, ışık ve bulutlardan gelen güçlü bir enerji ile dağın yanması sonuçlarını çıkarabiliriz. Kaldı ki buna benzer ifadeler Araf 143'te de vardır.
Eğer Tanrı yoklukta veya sonsuzlukta ise, o halde görülmesi de hiç bir koşulda mümkün olmaz. Olmamalıdır. Bu tıpkı bir çizgi film karakterinin kendisini üretenleri görmeye çalışması gibi bir şey olur. Ama buna karşılık Rab, varlık alanında tecelli edebilidği açıktır. Bu da onun bir varlık olduğu sonucunu doğurur. Buradaki problem, onun nasıl bir varlık olduğu ile ilgilidir. Ancak Rabbin de sorumluluk sahibi olduğu ve yetkisi çerçevesinde hareket ettiği de yine elimizdeki bilgilerde vardır.
|
Hüseyin Kayahan
11.09.2012
08:49
| Çok kısa bir şey söylemek istiyorum: Rad 39, hadid 22 ve benzeri ayetlerde söylenen; "hukuksuz ceza olamayacağıdır". Yani "pozitif hukuk" geçerlidir, kuralsız ceza olmaz. Ceza, ancak yazılı hukuk kuralına göre verilebilir. Bu kuralların özeti "ümmül kitap, yani bugünkü karşılığı anayasadır(yarın başka bir kavram geliştirilebilir elbette), burada da üstadın dediği gibi, sadece yasaklar ve görevler sayılmalıdır. Diğer yasalar ve kurallar "el kitap" veya sadece "kitap" olarak ifade edilmektedir. Bu ibarelerin, Allah'ın zatını ilgilendiren manaları ile -şimdilik- yorum yapmıyorum. Stephan Hawking tarafından söylenen ama, evrensel bir fizik kuralı haline gelen, "Evrende fizik kuralları var/geçerli oldukça, Tanrıya ihtiyaç yoktur." önermesi veya hükmü, Kuran ayetlerinin başka bir ifadesidir. Nasıl ki Marks; "en leyse lil insane ma sea/insan için sa'yinden başka bir şey yoktur" ifadesini "insan için emeğinden başka bir şey yoktur" manasında evrenselleştirip, bunun üzerine bir sistem inşa etmişse; Hawking de aynısını yapmakta ve "Onun sünnetinde tebdil, tağyir ve iptal bulamazsın" şeklindeki ayetleri bir başka şekilde ifade etmektedir. Doğa kanunları, o öyle irade ettiği için ve onun öngördüğü şekilde, sübjektif müdahelelerde bulunmaksızın yine öngördüğü sona kadar işleyecek ve geçerli kalacaktır. Bu doğa kanunları şimdilik tam da matematikleştiremesek de, sosyal kanunları da kapsamaktadır. Fizikte kütle büyükse ataleti de büyüktür, sosyolojide de topluluk büyükse direnci de büyüktür, diyebilirsiniz, veya başka bir kural koyarsınız ama kuralsızlık yoktur. İstatistik matemetiği bunun için yeterlidir. "Başımıza gelenler kendi ellerinizin kesb ettiğindendir. Bir topluluk kendinde olanı değiştirmedikçe, Allah onları değiştirmez" ve benzeri ayetlerde anlatılmak istenen manalar, hep bu kuralların ifadesidir. Evet; fizik kuralları olduğu müddetçe Allah, koymuş olduğu kuralların işlemesi dışında bir müdahelede bulunmayacaktır, bunun sözünü de defeatle kitabında teyid etmiştir. Eğer fiziğin zorunlu olduğu, Allah'ın onu öyle irade etmediğini söylerseniz, Allah muktedir olmaz ve bu bizim anladığımız Allah olmaktan çıkar ve sonu ateizme çıkan bir yol olur. Noksan olan bir Allah niçin var olsun ki ve nasıl var olabilir ki? Bir şeyin yeterli olması gerekiyor; ister allah, ister Evren; ama sadece bir tek varlık. Bana göre bu Allahtır. Evren kendi kendine yeterli görünmektedir ama "bigbang" teorisi işi bozdu. Eğer bir başlanğıç tanımlamasaydık, o zaman o yeterli bir varlık olabilirdi, ama ne yazık ki -şimdiki bilgilerimize göre- bir başlangıcı ve bir yaşı var. İstatistik ve ihtimaller matematiğine göre de; bu günkü düzenin kendi kendine oluşması için gerekli süre; evrenin geçmiş ömrü olan 13.7 milyar yıl ile kıyaslanabilecek düzeyde bile değildir. Öyleyse noksandır ve bağımlıdır. Saygılarımla. H.Kayahan |
ozer atac
11.09.2012
11:50
| baylar,
pazıllığımızdaki iradem(!), yansımış prensipler için ( aşağıdaki alıntı ayetler )sormuş oluyor(kader, önceden yazılmıştı):
Rad/13: 39 ..."Yemhullaahü maa yeşaaü ve yüsbit..." DİLEDİĞİNİ SİLER DİLEDİĞİNİ BIRAKIR..
Hadid/57: 22 ..." inne zaalike alellaahi yesir.." ALLAHA GÖRE KOLAYDIR...
1-Konumlandığımız, görünür alemde olan, değişmeyen uygulamanın/sünnetin/turnikenin..; aslında, "kolaylıkla", "değişebildiğine" işaret etmiyor mu?
2-O takdirde Rabbanilik alanı; prensipli alan, değiştirilmesi müşkül, çalışma alanı veya "proleter", sınıflı, boyut mu oluyor?
3-Müşkülün, olmadığı alan; kominizma; .."dileyene dilediği kadar" konforu mu oluyor?
4-Alansızlığın, bizden -çalışanlardan, mahkumlardan "gizlenen" (mahfuz)yerin varlığı da aşikarlaş mıyor mu?
5- Tek,Ehad olanın; yazım-bozum -yansıma levhası olan zihninde; bütün bu kendine benzetme eskizlerinin, asla kendi olmayacağını, kendinden iradesiyle bağımsızlaştırdıklarına kanıtlama sürecini mi yaşatılıyoruz?
...Bilmiyorum, bu patikalardan adil düzene varıp, darbeleri önleyip, askeri en gelişmiş sivil kılıp, istihdamı halledip,en güzel bedenlerle aşk ve saadete kavuşarak; adaletin ışığını gürleştirip, karanlıklardan yakmayan ışığa ulaşabilir miyiz?
Öyle ışık ki kendimizi dahi göremeyeceğimiz, "kolaylıkla" silinebileceğimiz bir ışık...
Hatırlıyorum; gidip gelenler, "rüyadayız." demişlerdi.
|
Sam Adian
11.09.2012
13:31
| Sayın Kayahan
İki noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Birincisi, Eğer madde kendi kendini üretebiliyor ise, bu ortaya çıkış ile enerjii, boşluk ve zaman oluşuyor ise, bugün “doğa kanunları” olarak bildiğimiz şeyler niçin bir başkası tarafından (Allah) oluşturulmuş olsun? Eğer madde kendi kendini yaratmış ise, maddeye ait kurallar, yani “doğa kanunlarını” Tanrı maddeye nasıl vermiş olabilir? (Tanrı dilerse verir demek bunun için yeterli değildir) Madde ve onun kanunlarını birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Sizin önermeniz doğrudur eğer “Doğa kanunlarını da Tanrı yaratmış ise”…. Ama bu durumda maddenin kendi kendini yaratması da anlamsız hale gelir. Ne var ki bu yönde herhangi bir delilimiz yok. Maddeyi yaratmak/üretmek ile uğraşmayan Allah, niçin onun kuralları ile uğraşsın?
Bu önerme klasik anlayışın ikinci çıkış yoludur. Bu konuyu daha önceki yazılarımda bulabilirsiiniz. Müesses anlayışın savunma hatlarından birini teşkil eder. Bu anlayışa gore “Eğer doğa kanunlarına müdahale edemiyorsak ve bu kanunlarda herhangi bir değişme olmuyor ise, O halde onu Tanrı yaratmıştır, dilemiştir”. Çünkü “Sünnetullah”ta da bir değişiklik olmayacağı bildirilmiştir. Öyleyse “doğa kanunları” sünnetullah olmalıdır. Allah dilerse müdahale eder denmektedir. Buna dayanarak da, varlığın üretilmesi esnasında ortaya çıkan ve açıklanması kolay olmayan durumlara ilişkin, “kuralların zaman içinde esnetilerek değiştirildiği” sonucuna ulaşılmaktadır ki bu yönde de herhangi bir delilimiz yoktur. Evrim eşyanın tabiatı gereğidir. Bir şey “noksanlık” üzerine üretilmiş ise, denenmesi ve geliştirilmesi de kaçınılmazdır. Çünkü Doğa Kanunları bunu gerektirir. Eşya da, varlık da neticede maddeden ibaret olduğuna gore bunun dışında değildir. O halde “sünnetullah”ın başka bir şey olması gerekmiyor mu?
İkinci husus, Kur’an ın ifadesi ile “Ümmül Kitap” konusudur. Kur'an iki ayrı şeyden bahseder. Biri Ümm-ül Kitap, diğeri de ibra edilmiş olandır.
Eğer varlığın kitabı sonradan yazıldı ise ve Allah da ilk önermesinin dışında herhangi bir müdahalede bulunmuyor ise, sistemi geliştirmek veya sizin deyiminizle “sosyalleştirmek” de beşerin işi olmalıdır. Öte yandan, “hukuka” yani kurallara muhatap olan varlıkların kainattaki varlığı, Doğa kanunları açısından fazlasıyla küçük bir yer işgal eder. Kalıd ki Sünnetullah bir sosyalleştirme aracı mıdır?
Ayrıca, Sünnetullah değişmiyor ise, Doğa kanunları da değişmiyor ise, söz konusu ayette (R’ad 39) değişimin eşyada olduğuna işaret edilmektedir. (“Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit…”) Eğer bir şey imha edilebiliyor veya kararlı hale getirilebiliyor ise bu şey eşyadır. Yani varlıktır ve neticede maddedir. Çünkü her şey maddeden üretilmiştir. Bu bir çelişki teşkil etmez mi?
“Eğer fiziğin zorunlu olduğu, Allah'ın onu öyle irade etmediğini söylerseniz, Allah muktedir olmaz ve bu bizim anladığımız Allah olmaktan çıkar ve sonu ateizme çıkan bir yol olur.” Diyorsunuz.
Allah’ın muktedir oluşu bize veya varlığa bağlı değildir ki, böyle olması onun kudretini etkilesin. Veya atalarımızın anladığı şeyin Doğru olmadığı ortada iken, Allah neden “sizin anladığınız gibi” olsun? (sizden kastım müesses anlayıştır). Kitap vahyeden anlayalım diye vahyetmedi mi? Biz onu kendimize gore anlayacaksak kitabın ne önemi var? Doğa kanunlarını deneyimlerimizle zaten keşfediyoruz, kitabın bu konuya önemli bir katkısının olmadığı, hatta müesses anlayışın bilimselliğin önünde büyük bir engel teşkil ettiği bile söylenebilir.
Vesselam
|
Sam Adian
11.09.2012
13:57
| Sayın Özera
“Kader” önceden yazılmıştı….
Aslında yazılan şey, daha doğrusu kullanılabilir hale getirilen şey, ataerkil düzlemde takdir edilmiş “kader” değildir. Yani bizim için, bizi ilgilendiren bir gelecek belirlemesi asla değildir. Sadece varlık alanında yolumuzda ilerlerken kırmızı ışıkta geçmemez gerektiğini söyler. Kırmızı ışıkta geçerseniz, karşıdan gelen bir araç sizi ezebilir…..
Gelecek henüz yaratılmadı… Yeterince özgürleşebilirsek geleceği de yaratmaya başlayabiliriz..
Saygılar |
Hüseyin Kayahan
12.09.2012
08:19
| Bana göre "felsefe" ama size göre öyle olmayan bu yöntemi çok bilmiyorum. Salt akıl kullanılarak yapılan biribirini doğuran ve cevaplayan bir süreç bu. Matematikte de vardır. Bazı işlemleri peşpeşe yaparak; (2>1) İki birden büyüktür, (1=5) Bir beşe eşittir gibi sonuşlerı zeka oyunlarından hatırlıyorum. yapılan işlemler sırasında ilk bakışta fark edilmeyen bir işlem vardır ve o işlem matematik olarak doğru değil veya belirsizdir. Fakat siz, sonucun matematik olarak doğru olduğunu sanırsınız. Burada da uzun önermeler zinciri arasında (şunu itiraf edeyim ve yazanlardan da özür dileyeyim ki, bunları hızlı bir şekilde ve bir kere okuyorum) bir veya bir kaç önerme aslında buna benzer şekilde olmaktadır. Mesela, Ama bu durumda maddenin kendi kendini yaratması da anlamsız hale gelir. Ne var ki bu yönde herhangi bir delilimiz yok. İlk yaratmanın kendi kendine olduğunu henüz bilmiyoruz, bunu neyin ve nasıl başlattığını, bu kadar enerji ve maddenin nereden ve nasıl geldiğini, eğer patlama tekrarlı ise, daha önce nereye gittiğini vb soruların cevabını henüz bilmiyoruz. Elimizdeki kitabın henüz müteşabih olan ibarelerinin dışında yazılı belge yoktur. Higs parçacığını bulsak, bu sefer onun nasıl ve en önemlisi niçin oluştuğunu bulmamız gerekecek, vs. Mesela; "Bir şey “noksanlık” üzerine üretilmiş ise, denenmesi ve geliştirilmesi de kaçınılmazdır." Bunun böyle olması için, üretilenin dışında bir gaye, amaç, irade, şuur gerekir ki, onun noksan olduğunu idrak etsin ve onu evrimleştirsin. Eğer doğa kendi kendine üretiyorsa (zaten Eski Yunan da bunu söylüyorlardı; Evren kendi kendini üretmiş ve geliştirmektedir, bir başkasına ihtiyacı yoktur), o zaman o şuurlu bir varlıktır; kendi kendini bilmekte ve kendini üretebilmektedir. Bu anlayışa göre tanrı odur, zira tanrıya vasfedilen tüm özellikleri bizatihi göstermektedir. Elbete ben de bir makalem de; "mükemmel biri varsa ve onun var olduğunun bilinmesi gerekiyorsa (kendisinden başka kimsenin bilmediği varlık yok demektir, sanırım bu önerme aklidir, değil mi?), zişuur başka bir varlık olmadıkça o varlık bilinemez; bu kendisinin dışındaki varlık ise, kendisi gibi mükemmel başka bir varlık olmadıkça da bilme işlemi eksik olur ve ilk varlık tam olarak bilinip algılanamaz" demiştim. Öyleyse ilk varlık kendisi gibi olan bir varlığı yaratmadıkça, kendisinin tam bilinemez. Ama paradoks burada idi ve yaratn yok da edebilmeliydi ama karşıdaki de eşit güçte olunca yok etme sıfatı tecelli edemezdi. Böylece yaratmasa bilinemez, yaratsa yok edemez şeklinde bir paradoks oluşmaktadır, bana göre. Tabii bu bana göre, belki de öyle değildir. Allah bunu, makalede de anlatmaya çalıştığım şekilde, insanı (nasılını ve süreçini makalede anlatmaya çalıştığım şekilde) yaratarak çözdü. Saygılarımla. H.Kayahan |
Hüseyin Kayahan
12.09.2012
08:23
| Özür dilerim; yazım hatası oldu. örnekteki 2>1 değil; 1>2 olacaktı. Yani peşpeşe beş altı işlem yaparak, birin, ikiden büyük olduğu gibi bir sonuca ulaşıyorsunuz. İşlemler dizisinin tamamı dört işlemdir, yani; toplama, çıkarma, çarpma ve bölme. Hemen hepimizin bildiği işlemler. |
Sam Adian
12.09.2012
09:13
| Açıkçası ben “salt akıl yürütmek” olarak algılamıyorum. Çünkü referanslarımız var. Bu konuda bir araya getirilmesi gereken çok fazla very var. Ancak hareket noktaları ile ilgili olarak herhangi bir belirsizlik olduğunu da sanmıyorum.
İlk yaratmanın kendi kendine olduğunu henüz bilmiyoruz,
Aslında biliyoruz.. Higs bozonu veya Tanrı parçacığı denilen şey, maddenin kendi kendini üretmesinden ziyade maddeye bir hacim/kütle kazandırdığına inanılan şey. Bu biraz konumuzun dışında detay halinde gibi görünüyor.
Hawking’den söz etmiştiniz. M teorisine gore (quantum mekaniği) maddenin nasıl oluştuğu açıklanıyordu. Deneysel olarak. Yani enerji bir yerden çıkmadı, madde zaten enerji idi. (Ainstain) Enerji varsa negative enerji de olmak zorunda (boşluk) vs. son derece detaylı açıklamalar var. Tabii bu fizik.
Ancak bunun dışında, maddenin “Tanrı” tarafından yaratıldığını iddia edebilmek için de “nedensellik” ilkesi içerisinde verilere sahip olmamız gerekir. Kur’an var olan bir şey üzerindeki faaliyeti anlatır. O şeyin nasıl oluştuğunu değil. YAni maddenin oluşmasını değil, onun şekillenmesini anlatır. Dolayısıyla “Maddeyi Tanrı Yaratmıştır” sonucuna varabileceğimiz hiç bir şey yoktur elimizde.
“Bunun böyle olması için, üretilenin dışında bir gaye, amaç, irade, şuur gerekir ki, onun noksan olduğunu idrak etsin ve onu evrimleştirsin.”
Aklından şikayet eden hiç kimse tanımıyorum. Bir varlık ne kadar şuurlu olursa olsun, kendi kapasitesinin içerisinde yeteneklerinin farkında olmaz. Ancak Tanrı'yı da böyle düşünmek doğrusu aklın sınırlarını aşan bir şeydir. Benim “Noksanlık”tan kasdettiğim şey, “nedensellik” sebebiyle bir şeyin üretim ve geliştirme aşamalarının olması gereğidir. Çünkü eğer böyle olmazsa, o zaman o şeyin neden ve nasıl üretildiğini anlamamızın imkanı ortadan kalkar. Ancak bu, “madde Tanrı’dır” fikrini haklı kılmaz. Maddenin kendi kendini üretiyor olması Tanrı’ya bir zarar vermez. Veya O’nda bir eksiklik anlamına gelmez.
“Öyleyse ilk varlık kendisi gibi olan bir varlığı yaratmadıkça, kendisinin tam bilinemez.”
Bir şeyi veya işi yaparken, bir amaç doğrultusunda yaparız. Bu amaç bir ihtiyaç veya bir faydaya yöneliktir. Prensip olarak “Tanrı”nın bizi yaratmaya ihtiyacı yoktur, dolayısıyla kainatı yaratmaya da ihtiyacı yoktur. Sınırlarımız olduğuna gore biz “Tanrı” da değiliz. Üstelik Tanımadığımız, bilmediğimiz bir “Tanrı” ile kendimizi kiyaslamamız ne kadar mümkün olabilir? Veya ne kadar mantıklıdır? Mesela Yokluğu veya sonsuzluğu tanımlayabiliyor muyuz? Bunu yapamıyoruz ama buna karşılık “Tanrı”yı varlık alanına indirgeyerek onu kendimizce şekillendirmek istiyoruz. Neden? Kendi varlığımıza bir anlam kazandırabilmek için mi? Buna ihtiyacımız olmadığını düşünüyorum. Kutsal olmak zorunda değiliz. Veya yeteri kadar kutsal olsak da değişen bir şey olmaz.
Bizim yaptığımız şey, vahyedilen bilgiden yola çıkarak pozitif bir sonuca ulaşmaktır. Bunu yaparken vahyin önümüze koyduğu verileri kullanıyoruz. Vahiy bize, maddenin nasıl yaratıldığını veya oluştuğunu anlatmadığı gibi, Tanrı’yı da tanımlamıyor.
Kur’an açıkça “Rab” diyorken, niçin bizi illa da “Tanrı” yaratmak zorunda olsun? Veya böyle bir gereklilik olsun? Kitap bizi, eylemini paylaştığımız Rabbe karşı sorumlu tutuyor, Tanrı’ya değil.
Vesselam
|
hakansarilar
12.09.2012
16:27
| Orta Doğu yaratılış mitolojilerinin hi ç birinde yoktan varetmek yoktur. Mitolojik ilahlar daha çok kaostan düzene geçiş ve var olandan "üretmek" işi ile uğraşırlar. Büyük ilah diğerlerine iş verir. Toprağı ekme insana nefes verme, yağmur yağdırma v.s. Sizin anlattıklarınız daha çok mitoloji. Pagan anlayışların günümüz aklı ile yeniden üretilmesi gibi bir yere doğru gidiyor. Maddenin sonsuz surette var olduğunu hangi ayete dayandırıyorsunuz. Bilim bile higgs bozonunun madde olamayabileceğini parçacık değil de dalga olabileceğini ileri sürüyor. Büyük patlamanın bir nokta iken bugün ki evrene ulaştıran ancak ilahi bir var ediş görkemi olduğu bilimin şu anki teorisidir. Bilim patlamadan bir saniye öncesi konusunda suskundur. Ben maddenin baştan beri var olduğu görüşünden bilimin bile vazgeçtiği bilgisine sahibim. Madde ile enerjiyi ayıramayız. Enerji maddenin bir halidir. Büyük patlamadan önce enerjinin var olduğu konusunda da bilim suskundur. Ama bir şey var o da yaratılış mitolojileri... İşte orada madde baştan vardır. İlahlar var olandan üretim yapmaktadırlar. Halbuki madde sonsuz olamaz. Olursa Tanrı odur. Eğer Tanrı varsa yaratmak kaçınılmazdır. Üretmek yaratılanların işidir. Eğer Rabb yaratılmış ise yaratılmışların en şereflisi insandır. Bize hizmet için vardır. |
Sam Adian
12.09.2012
16:56
| Sayın Sarılar
Pagan mitolojileri ile ilgili fikriimi daha once söylemiştim. Veriler ne kadar değişime uğramış olsalar bile doğruluk payları olduğunu, özellikle pagan inanışlarındaki Rab algısının ilahi metinlere çokça benzer olduğunu söylemiştim. Ancak bunların hiç biri benim referansım değil. Bu sonuca nasıl ulaştınız? Böyle bir sonuca varmadan once, lafzın ortaya koyduğu şeylere bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Maddenin sonsuz surette var olduğunu söylemedim. Maddenin kendi kendini üretebildiğini söyledim, bunu da bilimsel verilere dayandırarak söyledim. Kaldı ki, Kur’an da maddenin varoluşu ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Sadece değişim sürecinden söz edilir. Lafzın ortaya koyduğu şey, madde var olduktan sonraki düzenlemelere ilişkindir. Higs bozonu ile ilgili olarak benim için bir referans olmadığını da söyledim. Yani konumuzun dışında bir şey. Mevcut fiziğin sonuçlarına gore bir yorum yaptım. İlahi varoluşun bilimin teorisi olduğunu nereden çıkarıyorsunuz? Kuantum fiziği ve M teoriisi bunu ortadan kaldırmıştı (Madde açısından). Kaldı ki lafzın yaklaşımı da bu yöndedir. Fiziği bir kenara bıraksak bile, lafzın anlattıklarından başka bir sonuca ulaşmak da zordur eğer yeni mitler oluşturmayacaksak. Buna itiraz edebilmek için, lafzın aksini söylemesi gerekir. Ancak böyle bir very yok elimizde.
Patlamadan bir saniye öncesi olabilmesi için “zaman” olmalıdır. Zaman yoksa bir saniye öncesi de yoktur. Zamanı yaratan da patlamanın kendisidir. Herhalde yokluk veya sonsuzluğun içinde, daha farklı bir ifadeyle zamansızlığın içinde zaman arayamayız. Yaratılış mitolojilerinden kastınız, ilk çağ felsefelerinin ortaya koyduğu Tanrı algısı ise bu farklı bir şeydir. Ama mitolojik metinlerde Tanrı algısı, Lafzın Rab kavramına benzerdir. Ben bu örnekleri verirken, “görev nedir” sorusuna cevap aramak içindi. Bu kadar büyük benzerlikler varken yeni bir uyarının bir nedeni olmalı.
“Insanı yaratan kimdir” diye sorduğumuz zaman hemen “Allah’tır” cevabını alırız. Oysa kitap böyle demiyor. Rabbin yarattığını/ürettiğini, sorumluluğun da Rabbe karşı olduğunu söylüyor. Hal böyle iken “Tanrı” kavramını varoluşun neresine koyabiliriz? Kaldı ki, varoluşun hiç bir aşamasında Tanrı’dan söz edilmez. Bu dolaylı bir algıdır.
Elimizde Tanrı’nın bir tanımı yok. Bütün veriler Rabbi işaret ediyor (vahiy, bilim) ama biz yine de “Hayır Rabbi Kabul etmeyiz, illa Tanrı yaratmalı” diyoruz. Bunu nasıl yapabiliriz?
Saygılar
|
hakansarilar
12.09.2012
20:57
| ilahi bir varediş görkemi dedim. Burada vurgu görkemeydi. adeta kelimesi eksik ama anlaşılır diye umud ettim. Bilimin söylediği bir nokta patladı ve milyarlarca galaksi o galaksilerde milyarlarca yıldız onların etrafında milyarlarca gezegen v.s. oldu. Madde hakkında geldiği yer burasıdır. Tanrı yaratmadı diye algılanacak bir üslubunuz var. Belki ben öyle anlıyorum. Madde zaten vardı demek ne anlama geliyor. Belki yazdıklarınızı hızlı okuduğum için satır aralarını kaçırıyorum. Şimdi bu söylem mitolojinin dilidir. Felsefeyi kastetmiyorum. Mesela Enlil'in yaptıklarını kastediyorum. An ve Ki'nin evlenerek Enlil'i doğurmalarını ve onun da kaosu dengeye çevirecek hamlelerini. Merak ediyorum. Rabb, Rahman ve Malik onlar gibi fikir ayrılığına düşünce ne yapıyorlar? Birbirlerini cezalandıracak eylemlerde bulunuyorlar mı? Çünkü pagan ilahlar çok sık fikir ayrılığına düşüyorlar. Sonrada birbirleriyle mücadele edebiliyorlar. Ben yaratmayan bir ilaha tapmam. İyi şeyler üretiyor olması karşı görüş sahibi olmamı engellemez. İtiraz ederim. Eline verdikleri malzemeyi doğru kullanıyor mu diye araştırırım. Çünkü eline malzeme veriyorlar dostum. Kendiliğinden yapmıyor ki... Mimari plan hazır, malzeme hazır. Müteahhid bir nevi... Halbuki Rabb süreç içerisinde mükemmelleştirendir. Tekamül ettiren. Yani toplam kalite fikri vardır. Satış sonrasını başıboş bırakmaz. Doğrusu Rabb tek başına bir güçse, Rahman olmayınca yapabileceği pek bir şey de kalmıyor. Siz bir bina olsanız; mimara mı, mühendise mi müteahhide mi secde edersiniz yoksa yap emri verene mi? |
hakansarilar
12.09.2012
21:04
| |
Sam Adian
12.09.2012
23:49
| Ah, İlahi trajedi, bu açıdan düşünmemiştim.
Sayın sarılar, sorularınızın cevaplarını daha once vermiştim, sanırım atladınız, vaktiniz olunca bir kez daha gözden geçirmeniz yararlı olabilir.
Mitolojik veya pagan inanışlarındaki Tanrılar algısı, Rububiyet kavramı ile büyük ölçüde benzeşir. Fantastik anlatımları bir kenara bırakırsak, eylemsel olarak böyledir. Kaldı ki, pagan inanışları veya mitolojiler kendiliğinden ortaya çıkmadılar. Bunların da ortaya çıkış nedenleri vardır. Gözardı ederseniz anlamak zor olur.
Siz bir bina olsanız; mimara mı, mühendise mi müteahhide mi secde edersiniz yoksa yap emri verene mi?
Bu soruyu sorarken, lafzın söylediklerini dikkate aldınız mı? Mesela ben size "Tanrı'yı kim yarattı?" diye sorsam, muhtemelen bana "O yaratılmamıştır" cevabını verirsiniz. Devamında "Nereden biliyorsunuz" diye sorsam muhtemelen yine "Kur'an böyle söylüyor" dersiniz haklı olarak. Tanrı'nın yaratılmamışlığını lafzın söylemiş olması sizin için yeterli iken, aynı lafzın Secdenin Rabbe olduğunu söylemesi niçin yeterli değil?
|
hakansarilar
13.09.2012
14:21
| Mitolojiyi hatta pagan inanışlarını asla hafife almam. Gerçeğin oralarda bir yerde var olduğunu düşünerek anlamaya çalışırım. Fakat ben orada daha çok melekleri (doğa olaylarından sorumlu Mikail, bitişi koordine eden İsrafil gibi), tasavvuftaki pirleri (toprağı sürme ilahı, ekmek yapma ilahı, ahşaba şekil verme ilahı gibi) bulurdum. Kuran'daki "Biz" ifadesini hala düşünmeye devam etmekteyim. Bu yüzden sizin yazdıklarınızı da dikkatle takip ediyorum. Aksi taktirde yani Kuran inanlısı olmadığınızı anlasam yorum yapmayı çoktan keserdim. Rab kelimesinin cahiliye devrinden gelen sahip anlamını Arapların dünyevi anlamda kullanmaya devam etmelerini (evin rabbi v.s.) anlayabiliyorum. Fakat "Hamd alemlerin Rabb'i olan Allah'adır" çevirisini doğru bulduğum için "Yaradana" secde etmeye devam ediyorum."Hamd alemlerin rabbi olan ilahadır" şeklinde anlamıyorum. Çünkü "Lailahe" eğer Tanrı'yı ayrı tutarsak. Bu durumda ben Rabb'imi Allah biliyorum. Rabbim (benim örneğimde Tanrım) hatalarımızı eksiklerimizi ve yanılgılarımızı affetsin. Fakat işte Kuran'a böyle yaklaşılır demekten de kendimi alamıyorum: Saf akılla... Eskiden tesis edilmişler de bu yöntemle yeniden ve yeniden elden geçirilir (Vel cemaat). Zamana yenik düşenler elbette olacaktır. Mutlaktır. Eğer onlar yani müesses anlayışta zamanı geçen kurumlar ya da anlayışlar değişebiliyorsa müslümanlar mertebe olarak yükselmeye yani Allah'ın dileğini yerine yani fıtrata uygun olmaya devam ediyor olacaklar. Aksi taktirde geçmişte bir anı dondurup onu din bilip yola devam edersek, kervan gidecek ve biz kalacağız dağlar ardında. Çünkü halife olan sadece müslümanlar değil insandır. İnsan terakki eder bu onun fıtratındadır. Firavun Musa'yı yendi eğer Musa bundan ders çıkarmasaydı içinde bulunduğu durumu değiştirmeye karar vermeseydi Rabbi sözünden mi dönecekti? Evrim ve ilerleme yaratılışın doğasındadır. Rububiyet meselesine gelince sonsuz olan tek dışındaki her varlık insan içindir diye mantığım beni zorluyor. |
Sam Adian
13.09.2012
17:17
| “Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek, kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn” (Bakara 30)
Senin Rabbin, meleklere şöyle demişti: 'Yeryüzüne bir halife caal edeceğim.' Melekler de: 'Orada bozgunculuk yapacak, kan akıtacak birisini mi yerleştireceksin? Halbuki biz seni överek yüceltiyor ve mutlak otoriteni onaylıyoruz,' dediler. (Rab)'Sizin Bilmediğinizi Ben bilirim,' dedi.
Meleklerin “Allah”a itiraz etmeleri, hatta onların bu bilgiye nasıl sahip oldukları gibi sorulara cevap verirken, ”Allah’ın melekler ile istişare ettiği” yorumları yapılıyor. (Rab Allah’tır gereği) Oysa kimsenin bu itirazın Allah’a yapılamayacağı aklına gelmiyor.
Kimileri de bu itirazın hükme değil, hikmeti anlamak için bir soru olduğunu söyler. (tabi meleklerin bilgiyi bildiklerini, orada her şeyin kayıtlı olduğunu gördüklerini vs. söyleyenleri geçiyorum) Ama yine kimsenin aklına, meleklerin “Anlamak” gibi bir görevleri olmadığı da gelmez.
Buna gore, melekler Allah ile tartışmış, hatta ona itiraz etmişlerdir. Dahası Allah böylece “Hükmünde” kararsız olduğunu açıklamıştır. Meleklerin istişaresine veya fikrine ihtiyaç duymuştur. Vs. Bütün bu yorumlar yapılırken ayetin kendisine bakmak da kimsenin aklına gelmez. Çünkü nasılsa Rab Allah’tır.
Oysa melekler sadece geçmiş deneyimlerinden böyle bir varlığın dönüştürülmesini projekte etmişlerdir. Yani bu da gösteriyor ki, melekler sadece komutları uygulayan robotlar değildir, aynı zamanda bilgiyi de işleyebilen varlıklardır. Melekler bu deneyimleri sebebiyle itiraz ettikleri varlık ise Rab’dir. Allah değildir. Yani rabbin mutlak otoritesini Kabul ediyor ve itaat ediyor olmakla birlikte, onun aynı zamanda “varlık” olduğunu da açıklamış olur. Aynı ayette “Hamd” kelimesinin Rabbe olduğunu da unutmamak gerekir. Burada “melekler”in de Rabbe karşı sorumlu olduklarını ve onun otoritesini Kabul ettiklerini ve ona bağlı olduklarını gösterir.
“Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” Demek ki bilgiye ulaşabilen melekler değil, Rab’dir. Bakara 31, de “Esma” yı öğreten de Rab’dir. Kimileri buradaki “Esma”nın Allah’ın isimleri olduğunu iddia etmeleri bir yana, neticede bilgiyi aktardığı veya öğrettiği açıktır. Eşyanın isimleri vardır, fiillerin de öyle. Bir kelimenin bir fiili ifade ediyor olması, o fiilin isminden başka bir şey değildir. Yani her şey, eşya-fiil birer isimle ifade edilir. Bakara 32’de ise, meleklerin Rab’den öğrendiklerinden başka bir şey bilmedikleri de açıklanır. Bunu itiraf etmektedirler.
Rab Allah’tan ayrı bir varlık ise ne olur? Şeklide bir soru sorulabilir. Zannediyorum asıl mesele de budur. Eğer böyle ise, biz “kutsalı” kaybederiz. Allah’tan başka kutsal Kabul edebileceğimiz hiç bir şey kalmaz geriye. Varlık alanı, yani kainatımızda sık sık sığındığımız “manevi” alanlar, “ruhlar alemi” vs. hepsi elimizden uçuverir. Ne mucize kalır geriye ne ne de “seçilmişlik/ayrıcalıklılık” algısı. Tabii kendi kendimize atfettiğimiz “Allah’ın halifeleri” olma varsayımları da anlamsızlaşır. Ve aslına bakılırsa beşer özgürleşir ve yapması gerekenleri yapmaya başlar.
Sanırım gerçekte korkulan şey budur.
|
hakansarilar
13.09.2012
20:02
| 72-18'i nasıl açıklıyorsunuz? |
Lütfi Hocaoğlu
13.09.2012
21:09
| الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Hamd Alemlerin rabbi olan Allah’a aittir (1/2)
قُلْ أَتُحَاجُّونَنَا فِي اللَّهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ
De ki “Bizim rabbimiz ve sizin rabbiniz olan Allah hakkında tartışıyor musunuz?” (2/139)
وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ
Rabbi olan Allah’a ittika etsin (2/282) (2/283)
إِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ
Kesinlikle Allah benim rabbim ve sizin rabbinizdir, öyleyse ona ibadet edin, bu sırat-ı mustakimdir. (3/51)
لَكِنَّ هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا
Ancak şöyle ki Allah benim rabbimdir ve rabbime hiç kimseyi ortak etmem (18/38)
إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Kesinlikle ben alemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım (5/28) (59/16)
إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ
Kesinlikle Rabbiniz gökleri ve yeri altı dönemde yaratan Allah'tır (7/54)
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ
De ki “Göklerin ve yerin rabbi kimdir?” De ki “Allah” (13/16)
قُلْ أَغَيْرَ اللَّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ
De ki “O her şeyin rabbi olduğu halde Allah’tan gayrısını mı rab olarak ararım?” (6/164)
Ve çok yer tutacağı için buraya yazamayacağım nice ayetler ...
Son ayet (6/164) uyarmaktadır? Niçin her şeyin rabbi olan Allah'tan başka rabler arıyorsunuz? 18/38 ayetine göre de niçin rabbe başka rab ortak ediyorsunuz?
Alemlerin rabbi de her şeyin rabbi de, benim rabbim de, sizin rabbiniz de Allah'tır. |
Sam Adian
14.09.2012
00:25
| Sayın Hocaoğlu
Kur’an da RAB kavramı yaklaşık 960 ayette geçer. Ilişkili ayetler ile birlikte bu iki katından fazladır. Yani Kur’an ın neredeyse üçte biri RAB kavramı ile ilgilidir.
Rububiyet tartışması içerisinde “Mutlak”lığın Allah’a ait olup olmadığını en azından ben tartışma konusu yapmadım. Yetkinin veya fonksiyonların Allah tarafından belirlenmesi gerektiğini, şirk denilen şeyin de bu noktada ortaya çıktığını açıklamıştım.
Yine Kur’an da “Rabbena” şeklinde geçen 93 ayette 106 kez zikredilir. Bu ayetlerin tamamı, beşerin ne tür taleplerinin Rab’den isteneceğini detayları ile ortaya koyar. Bu ayetlerin 20’sinde Allah lafzı da kullanılır. (Aynı ayet içerisinde)
Mesela:
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet, rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih, va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn” (bakara 286)
Mealen:
ALLAH kişiye ancak kapasitesi kadar yükler. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kazandığı kötülükse kendi zararınadır. 'Rabbimiz, unutur yahut yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ağır sorumluluk yükleme! Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceği şeyleri bize yükletme! Bizi hoşgör, bizi bağışla ve bize acı! Sensin bizim mevlamız . İnkarcılar topluluğuna karşı bize yardım et!
Allah kimi sorumlu tutmaz? “Nefsen” sorumlu tutmaz. Nefs nedir? Beşerin programıdır. Demek ki bu sınırlamanın dışına çıkılamaz.
Varlık olarak ne olur? Her türlü talep Rabbedir. Ayete dikkat etmek gerek, birinci bölüm yani sorumlu tutmayacağını söylendiği bölüm üçüncü taraf ifadesidir. Bur hüküm koyar, sınırlama, çerçeve belirtir. Ama Rabbe yönelen kısım ise, beşer tarafından Rabbe hitaptır.
Yine biz Kur’an dan biliyoruz ki, Allah her şeyin üstündedir. Eğer bir mutlak aidiyet varsa bu Allah’a dır. Bu konuda kimsenin bir tereddüdü olduğunu sanmıyorum. Ancak eğer Rab, Allah demek ise, o halde Kur’an ın metodolojisini yeniden gözden geçirmek gerekir. Mesela “ancak biz varies oluruz” (Meryem 40) ifadesini anlamak, anlamlandırmak, açıklamak imkansız olur. Kimdir bu varisler? Kimlere döndürülür?
Rab Allah ise başka bir problem daha ortaya çıkar, Kur’an da kullanılan “biz yaptık” gibi açıklamalar. Allah’ın ortakları mı var? Bu mümkün olamayacağına gore, “biz” kimlerdir? Ve eğer Rab Allah ise, O zaman tanımlamanız gerekir. Nasıl bir varlıktır?
İki kelimenin aynı manada kullanılmadığına itirazınız yoktur sanırım. O halde niçin Ayrıca RAB kelimesini kullanma gereği olsun? İki ayrı kelime varsa, iki ayrı şey kastediliyor demektir.
Bir şeyin yetki veya fonksiyonlarının Allah tarafından belirleniyor olması başka bir şeydir, varlık olarak fonksiyon icra etmesi başka bir şeydir.
Vesselam
|
Hüseyin Kayahan
14.09.2012
07:49
| Akşam eve yaklaşınca, birisi; "iyi akşamlar komşum" dedi. Eve girince kızım; "babam geldi" dedi. Sabah işe gittim, çalışalardan biri; "bugün ne yapayacağız sevgili patronum?" dedi. Birisi yaklaştı ve "kardeşim, gel bir sabah çayı içelim" dedi. vs. vs. Yukarıdaki aşıntılarda kaç kişiyi anlatmış olabilirim? Buradaki söz konusu olan kişi hep aynı olduğu halde, farklı ilişkiler sebebiyle herkes kendini ilgilendiren bir sıfat/isimle ona hitap etmiştir. Dildeki bu icazları, belagatları, incelikleri düşünüce yapılan önermeleri ve tartışmaları sadece izliyorum. İzleme eylemine bir vurgu yapmadım ki, bir istihza iddaa edilmesin. Yoksa, vurgulamasam da, istihza manası çıkar mı, sayın Hocaoğlu, ne dersiniz? Saygılarımla. Hüseyin Kayahan |
Lütfi Hocaoğlu
14.09.2012
09:05
| Sayın Kayahan,
Aynen öyledir. Bir ayette önce Allah'la başlar, sonra Rabbiniz der. Bu çok fazla karşılaşılır. Eğer o cümlenin devamındaki hüküm Allah'ın rab sıfatı ile ilgili ise rab kelimesini kullanır. Aksi halde zamir dönderir.
Sayın Adian,
Kuran'da 975 kere geçen rab kelimesi hiç bir yerde harf-i tarifle gelmez. Yani Er-Rab şeklinde gelmez. Eğer gelseydi (camid bir isim olduğundan dolayı) ayrı bir varlık olarak düşünebilirdik. (Müştak olsaydı yine düşünemezdik, çünkü müştaklar gerçek sıfat olan kelimelerdir: Er-Rahman, Er-Rahim gibi) Marife gelmesi ancak başka bir marifeye izafe edilmesiyle olur. Bu sebeple bile ayrı bir varlık olduğunu iddia edemem.
Her zaman da Allah'ı işaret etmez. Kölenin efendisi için de rab kelimesi kullanılır. Ama yine ayrı bir varlık değildir. Muhakkak başka bir varlığın sıfatı ya da halidir.
Tabi bunlar benim Kuran'dan anladıklarımdır ve kabul ettiğim usullerdir. Bu usulleri kabul etmeyenler başka sonuçlara varabilirler. Kendilerini bağlar. Saygı duyarım.
Vesselam |
ozer atac
14.09.2012
10:43
|
ÖZÜR; PİŞİRİLEN AŞA SU KATMALIYIM:
Yoğunlaşan tartışma, susuz kalırsa taşlaşır; sonra, içinde hapsoluruz maazallah.
1-metinaltı tartışmalar, mayalanmaya doğru gidiyor sanırım.bUŞKA BİR İHTİMALİ DE Hatırlatırım; üretilen "sıvıda", maya/bakteri marifeti, %12 alcol oranını aştığında, hamr/giz/aklı aşan yoğun sanı .. fonksiyonu aktifleşiyor- muş.
2-Matriks film üçlüsü, buna benzer tartışmayı görselleştir- memiş- miydi?
a- Tanrı, (durup durmazken) "ol" dedi.
b- O* nun irade aurasındaki, Homojen enerji, heterojen cilveler yaptı, "riks" aldı.
c- Tepkimeler, reaksiyonlar ve patlama oldu.
d-Bu patmayla; ömrü, kozmik 6 gün sürecek, Rab programı doğdu.
e-...diğerleri türevleriydi.
f-Bu türevlerden, kozmik patlamanın, milyar kere milyar sürelerde ,yıldızları oluşturup, onlarla da tekrar edip, çalkalanıp, savrularak ; milyar derecelerdeki ısılardan geçerek; süper nova infilak ve dağılmalarıyla, hidrojen ve helyumdan türeyen, elementler plazmasının en gözde kulu/hizmetlisi/ anlamlı işlevcisi insan türü takdir edildi.
g-Amaç, heterojenden oluşan "canlı" programın, O* nun mükemmelliğinin istisnasının olamayacağını; iradesiyle, iradelendirdiklerine göstermek oldu.
h-Bu çok boyutlu total "tatbikata", irade verilen zerrelerle, canlanmış; yine iradeli birimler; heterojenliğin, O*ndan bağımsız olarak sürdürülebileceğine dair umutlarıyla, yine O*ndan esinlenerek, O*na rağmen, bağımsızlıklarını sürdürülebilir kılıp, kurumsallaştırmaya meylettiler.
l-Oysa ses (ol/kun), yoyo gibi onları homojen bütüne toplamakta.
Umberto Eco nun "yorum ve aşırı yorum" kitabındaki tarzda matriks film üçlüsüne yorumumun birinci versiyonu böyleydi.
Tanrı ya bağlı Rab ve diğerlerinin hiyerarjisindeki,"bürokratik" sapmalar; takdirin, negatif yapısındandır; ki bu, tavşan tazı koşuşturmasının itkisidir.
Süpernovalardan oluşan elementlerin, harcından beden ve düşüncelerimizle ,yıldız çocukları gibi koşuşturuyoruz.
|
Sam Adian
14.09.2012
12:46
| Sayın üstatlar,
Rab kelimesinin Er-Rab olarak gelmesi hususunda haklısınız. Efendilik veya yöneticilik veya terbiyecilik veya öğreticilik birer sıfattır. Varlığın kendisi değildir. Ama bu, sıfatın Allah için olduğu anlamına gelmez. Başka bir varlığın sıfatı da olabilir.
Birkaç örnek:
“Kezâlike erselnâke fî ummetin kad halet min kablihâ umemun li tetluve aleyhimullezî evhaynâ ileyke ve hum yekfurûne bir rahmân, kul huve rabbî lâ ilâhe illâ hû, aleyhi tevekkeltu ve ileyhi metâb” (Rad 30)
Ayete dikkaatle baktığımız zaman iki ayrı şey görürüz. Birincisi, Rabbin “Rahman” için de kullanıldığını, Rahman’ın sıfatı olarak kullanıldığını görürüz. İkincisi ise başka güvenilecek ilah olmadığını söyler. Yine Rab kelime olarak marife gelmez ama Rahman marife de kullanılır. Er-Rahman gibi. Nitekim bu ayette de öyledir. (Rahman kelimesinin sadece Allah için kullanılacağı şeklinde bir iddia da yoktur)
Şimdi diyelim ki Rab Allah’tır, Rahman da Allah’tır. O halde ayette bu kelimelerin yerine Allah koyabiliriz. Veya lafzın zaten böyle ifade etmesi gerekirdi. Gerekmez miydi?
Yine Bakara 286 da iki ayrı durum söz konusuydu. Birincisi Hüküm koyanın Allah olduğunu ifade ediyor idi. Sonrasında ise, hükmü uygulayıcı olarak Rabbe hitap söz konusuydu. değil mi?
Vahiy geldiği sırada, Rabb kelimesi, “İtaat olunan efendi, herhangi bir durumu düzelten kimse, bir şeyin maliki.” anlamlarını ifade ediyordu.
Rab kelimesi marife olarak “er-Rab” şeklinde, yalnız Allah hakkında kullanılır. Bazı İslam bilginleri, “er-Rab” isminin Allah’tan başkasına itlakında, lügavi değil, dinî engel görürler. (alıntı)
Kelimenin Kur’an’da kullanılış biçimi ise şöyledir: Rab ismi, “Allah” kelimesinden sonra Kur’an’da en çok kullanılan bir kelimedir (971 defa). Fiil olarak kullanılmamıştır, mastar olarak hiç örnek yoktur. Yalın ve bir sıfata bağlı haliyle Rab kelimesi 84 kere, 'benim Rabbim, senin Rabin, Onun Rabbi gibi, izafet halinde 880 kere, Rab isminin çoğulu “erbâb”, dört yerde, ibadet edilen, tanrılaştırılan varlıklar için kullanılmıştır. Biri Mekkîdir; öbürleri Medenî olup ehli Kitap hakkındadır. 'Rabbin taraftarları' anlamında 'rabbaniyyun' şeklinde 3 kez kullanılmıştır. Kur’an, Rab kelimesini, ilk vahiyden itibaren, insanlara ait zamirlere muzaaf olarak kullanmıştır.
Tabii burada, Vahiy geldiği zaman arapların Bizans etkisinde kalarak Aristocu bir “ilah” anlayışına sahip olduklarından söz etmeye gerek görmüyorum. Evreni yaratıp sonra da mahlukatı kendi haline terk etmiş, “emekli ilah” anlayışı onların düşüncesine egemendi. Farkında olmayanlar araştırabilirler.
Müesses anlayış da Allah’ı antik cahiliyyeden farklı anlamıyor. Yaratmada O’nu kabul edip, hayatın düzenlemesinde vahye kısmî bir şekilde yer vermek veya hiç yer vermemek suretiyle politeist bir varoluşu tercih etmektedir. Hayatı yönlendirmede icat edilen kavramlar, mutlak otoritenin sahibi yapılarak belki de kişiler rububiyyet makamına çıkarılmaktadır. Yani kutsallaştırılmaktadır. Değil midir? Halife ve Varis algısı böyle bir şey olabilir mi?
Halbuki, Allah’ın emir sahibi olduğunu, uygulayıcıların başka olduğunu ve bizim sorumluluğumuzun da neticede uygulayıcı olanlara yani Kur’an ın “biz” olarak ifade ettiklerine olduğunu anlamak kolay değildir. Rabbin hükmü değiştiremediğini görmesek de olur.
“Ve mâ netenezzelu illâ bi emri rabbik, lehu mâ beyne eydînâ ve mâ halfenâ ve mâ beyne zâlik, ve mâ kâne rabbuke nesiyyâ” (Meryem 64)
“Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ fa’budhu vastabir li ibâdetih, hel ta’lemu lehu semiyyâ” (Meryem 65)
(Melekler) Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve ikisi arasında ne varsa O'na aittir. Rabbin unutkan değildir. Göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanların Rabbidir. O'na kulluk et ve O'na olan kulluğunda dirençli ol. O'na benzer birini biliyor musun?
Bu tür ifadeler karşımıza geldiği zaman derhal “e Rab Allah’tır, melekler de O’nun emrindedir” denir ve konu kapanır. O halde Allah da fonksiyonel bir varlıktır. Öyleyse tanımlanabilir. Biri bunun tanımını yapabilir mi lütfen?
Kur’an “biz” diyorsa bu birden çok kişiyi ifade eder. Burada belagat herhalde aramıyoruz. Belagat yaklaşımı elbette yeni bir şey değil.
Babamız dediğiniz zaman birden çok çocuk olduğunu anlarız
Komşumuz dediğğiniz zaman komşuluk edilen birden çok şey anlarız.
Bunu dildeki belagat sebebiyle yapmış olsak bile.
“İz kâle lehû rabbuhû eslim kâle eslemtu li rabbil âlemîn” (Bakara 131)
'Rabbi İbrahim'e teslim ol dediğinde, 'Alemlerin Rabbine teslim oldum.' demişti.' (Burada kastedilen Allah mıdır diye sormuyorum tabii)
Mesela “ancak biz varis oluruz” (meryem 40) ifadesini şöyle mi anlamalıyız: Allah kendi kendisine varisler oluyor… (biz ifadesini belagat olarak anlamaya çalışıyorum) Böyle olabilir mi? Ya da tevil ederiz ve varislerin “beşer” olduğunu söyleriz. Söyleyebilir miyiz?
Tanrı hakkında pek çok şey söylüyoruz ama O’nun ne olduğunu henüz bilen yok. O’nun adına pek çok şey üretiyoruz, mesela diyebiliyoruz ki, Tanrı kendisini bilmek için yarattı, yoksa kendisini bilemezdi…. Bilemez miydi?
Saygılar
|
Lütfi Hocaoğlu
14.09.2012
16:44
| Öncelikle müştak ve camid kavramını anlatmak gerekir.
Türkçe karşılığı örnek verirsek, "yürümek" fiilinden "yürüyen" kelimesi müştaktır. "Yürüyen"i istediğiniz kadar marife yapın ayrı bir varlık değildir. Mutlaka birinin sıfatı olarak o kimseyi işaret ediyordur. Rahman ve Rahim de böyle müştak isimlerdir ve Allah'ın sıfatlarıdır. Bu nedenle asla ayrı bir varlık yapamazsınız. Ama bunların geçtiği ayetlerde bunlara Allah'ın başka sıfatlarının dönmesi gayet normaldir. Bu sıfatları başka varlık yapmaz.
Rab ise müştak değil, camiddir. Ama bazı camid isimler müştak gibi sıfat veya bedel olurlar. Rab de böyledir. Rab kelimesi Er-Rab şeklinde Kuran'da gelmez. Gelseydi iddia edebilirdik ki ayrı bir varlık diye (Tabi ki geçtiği yer için).
Bunlar grametik açıklamalardır.
Ancak herşeyden önce aşağıdaki ayetlerin tek tek tevil edilmesi gerekir, Rab ayrı bir varlıktır demek için. Tabi bunların dışındaki nice ayetlerin de tek tek tevil edilmesi, ya Allah lafzına ya da rab lafzına başka anlamlar yüklenmesi gerekir.
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Hamd Alemlerin rabbi olan Allah’a aittir (1/2)
قُلْ أَتُحَاجُّونَنَا فِي اللَّهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ
De ki “Bizim rabbimiz ve sizin rabbiniz olan Allah hakkında tartışıyor musunuz?” (2/139)
وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ
Rabbi olan Allah’a ittika etsin (2/282) (2/283)
إِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ
Kesinlikle Allah benim rabbim ve sizin rabbinizdir, öyleyse ona ibadet edin, bu sırat-ı mustakimdir. (3/51)
لَكِنَّ هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا
Ancak şöyle ki Allah benim rabbimdir ve rabbime hiç kimseyi ortak etmem (18/38)
إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Kesinlikle ben alemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım (5/28) (59/16)
إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ
Kesinlikle Rabbiniz gökleri ve yeri altı dönemde yaratan Allah'tır (7/54)
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ
De ki “Göklerin ve yerin rabbi kimdir?” De ki “Allah” (13/16)
قُلْ أَغَيْرَ اللَّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ
De ki “O her şeyin rabbi olduğu halde Allah’tan gayrısını mı rab olarak ararım?” (6/164)
|
Hüseyin Kayahan
14.09.2012
18:31
| mesela diyebiliyoruz ki, Tanrı kendisini bilmek için yarattı, yoksa kendisini bilemezdi…. Bilemez miydi? Bunu hangi görüş söylüyor bilmiyorum. Ben; "sadece kendisi var, kendi kendini biliyor ama başka hiç kimse yok veya varlık var ama onu idrak edecek düzeyde değil ise, bu durumda o ilk varlığın var olduğundan bahsedilemez" dedim. Uzun uzun yazmayacağım, bunu da öz bir şekilde izah etmeye çalışmıştım. Mesela, Sam Adian'ın var olduğunu, bize yazdıktan sonra öğrendim, ondan önce de o vardır, ama ben bilmediğim için benim için o yoktu. Bir tanrı var olsa ve ondan başka onun varlığını bilebilecek başka varlık olmasa; o, ha var olmuş, ha yok olmuş, ne fark eder ki? Hatta hükmen ve resmen tanıma da böyledir, dedim. 18 yaşından önce sizi tanımazlar, sizin velinizi tanırlar, bunu da misal olsun diye söylüyorum. Bu bilme; hem tanınma, hem de tanıma, muhatap alınma anlamındadır. Anlatmak istediğimi izah edebiliyor muyum bilmiyorum. Tanrının kendi kendini bilmesi değil, maksadımız. Kendini bilmeyene tanrı demeyeceğimiz zaten aşikar değil mi? Saygılarımla. H.kayahan |
hakansarilar
14.09.2012
22:42
| Sayın Adian 72-18 hakkındaki yorumunuzu bekliyorum. |
Sam Adian
14.09.2012
23:01
| Sayın Hocaoğlu
Gramer açısından benim ahkam kesmem elbette Doğru değil. Sadece görüşleri ve bilinenleri söyleyebilirim. Bedel-Mübdel ile ilgili olarak, bu konuda bir görüş birliği olmadığını yine gramer söylüyor. Bedel’in mübdel ile aynı olamayacağını, genellikle ve çoğunlukla bunun bir atfı beyan olduğunu söylemek mümkün. Elbette bu benim fikrim değil. Gramer söylüyor.
Müştak konusu biraz daha farklı görünüyor. Siz muhtemelen daha iyi biliyorsunuzdur. Bu konuda da pek çok şey söyleyen var. Hepsi birbirinden farklı. Elmalılı hamdi başka, Kadı beydavi farklı, Endülüsi farklı yorumluyor. Bunların hepsi kendi görüşleridir. (özellikle fatiha suresi tefsiri ile ilgili olarak)
Ben iki noktayı ısrarla izah ettim. Bu kelimeler Allah’ın sıfatlarıdır. Bu noktada bir itirazım yok. Once de yoktu. Ama böyle olması, onların varlık olmadığı anlamına gelmez.
Örnek olması açısından (Çok fazla ayet var hepsini yazmak mümkün değil özetle söylemek istiyorum)
Mesela Bakara 201, 250, 286, Al-I imran 147, 155, A’raf 126, 155 vd.) Ayetlerinde Allah lafzı hiç yoktur. Rabbena diye başlar ve devam eder.
Daha once de örneklemiştim (Başka örnekler olduğunu biliyorsunuzdur)
“Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş…” (secde 4)
“İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş...…” (Yunus 3)
“Ellezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşir rahmânu fes’el bihî habîrâ” (Furkan 59)
Bu ayetlerden ne anlamamız gerekiyor sizce? Lafız Allah’I kasdettiği zaman “Allah” kelimesini, Rabbi kasdettiği zaman da “Rabb” kelimesini Rahman kasdettiği zaman da “Rahman” kelimesini kullanıyor. Bu durumda “Yeri ve göğü kim yarattı” diye sormak gerekmiyor mu? “Rabbekumullahu” ifadesini nasıl anlamalıyız? “Rabbin Allah’I” mı yoksa “Allah’ın Rabbi” mi? Mesela Bakara 21 deki “rabbekumullezi halakakum” demesinin bir anlamı yok mu? “Hangi rab? Sizi üreten/halkeden Rab”….
Yâ eyyuhâllezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alûl hayre leallekum tuflihûn (Hac 77),
Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn (Bakara 21)
İnne rabbeke yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir, innehu kâne bi ibâdihî habîran basîrâ (isra 30)
Mesela bu ayetlerde Allah lafzı ile ilişkilendirebileceğimiz ne var? Burada “Hayır Rab bir varlık değildir” dememiz için nasıl bir sebep bulabiliriz?
Ben ısrarla bir şeyin altını daha çizdim: Rububiyet Allah’tan dolayıdır dedim. Yani yetkiyi veren veya fonksiyonu tanımlayan Allah’tır. Ama uygulamayı yapacak birilerine ihtiyaç vardır ve olmalıdır. Rububiyet bunun içindir. Ama Rububiyetin Allah’tan dolayı olması, onların işlevsel olarak fonksiyon ifa etmelerini engellemez. Tam aksine, böyle olmalıdır. Yoksa kim kime varis olabilir? Allah kendi kendine mi varis oluyor? Dedim, ama buna cevap veren olmadı. Eğer detayları görmezsek ulaşacağımız sonuçlar da yanlış olacaktır.
Kaldı ki, eğer hepsi Allah ise, o halde şirkin de anlamı kalmaz. Sonsuzlukta veya yoklukta olan bir şeyin veya varlığın çokluğu olmayacağı gibi, yokluğunu iddia etmek de manasızdır.
İsteyen tevil edebilir elbette. Ama bana gore hiç bir ayetin tevil edilmesine gerek yoktur, çünkü yeterince açıktır. Rabbin anlamı bellidir, Rahman ve Malik’in anlamları da bellidir. Herkes sözlüklerden bunların Islah edilmiş ve Islah edilmemiş anlamlarını bulabiilir. Basitçe, Evin sahibi bir şahıstır. Açıkça bir yönetim mekanizması olduğu ve bu mekanizmayı takdir edenin takdiri ile işlediğini bize anlatıyor. Hükmü koyan takdir edendir, uygulayan yani rububiyet ise hükmü değiştirme yetkisine sahip değil.
Geçmişte Mutlak olarak Kainatı Allah yarattı diyorduk. Evrim de yoktu. Şimdi “Kainatı Allah yaratmamış da olabilir” diyoruz, veya diyenlerimiz var. Sayın Kayahan’ın ifadesi ile “Big bang çıktı iş bozuldu” Evrimin şeklini tartışıyoruz. Gelecekte başka şeyler söyleyeceğiz. Peki, Hangi ayet değişti veya yeni bir vahiy mi geldi ki böylesine büyük farklılıklar ortaya çıkıyor? Kitap aynı kitap değil mi?
|
hakansarilar
14.09.2012
23:30
| Hüseyin Ağabey, bir önceki yorumunuzu okuyunca benzer bir yaklaşımı daha önce ibn Arabi'de okuduğumu hatırladım. Kehf-110'da "...Rabb'ine ibadette kimseyi ortak koşmasın." şeklindeki genel kabul gören anlama ilave olarak bir anlam daha ekliyordu. Orada kimse yerine kullanılan "ahad" kelimesinin aynı zamanda Tanrı'nın ismi olduğundan hareketle ayet şöyle de anlaşılabilir diyordu:" Rabb'ine ibadette Ahad'ı ortak koşmasın" Buradaki açıklamasında Rabb kelimesinin zorunlu olarak merbub ile bağlantılı olduğunu ve dolayısıyla Ahad isminin tamamen iptal ettiği bir ikilik içermekte olduğunu söylüyordu. "Ahadiyyet" bizi tanımaz reddeder, tek teke nüfuz edemez, bu yüzden Tanrı'nın bize dönük olan ve bizi var kılan vechesine yönelmeliyiz, diyordu. Sayın Adian'ın, "biz Rabb'e salat ederiz" yaklaşımının "Biz Rabb vechesine yöneliriz" şeklinde anlaşılmasına katkıda bulunur mu? |
Sam Adian
14.09.2012
23:31
| Sayın Kayahan
Haklısınız, benim kastım sizim ifadeniz değildi ama cümleyi de hatalı kurmuşum. Sizin görüşünüz de benzerlik içeriyor olmakla birlikte aynı değil. Şu söylenebilir, Tanrı hakkında fikir beyan edebilmek için onu tanıyor veya biliyor olmamız gerekir. Tanrı’yı tanıyor ya da biliyor muyuz?
Sayın Sarılar
Cinn 18. Ayet
Ve ennel mesâcide lillâhi fe lâ ted’û maallâhi ehadâ
Ayette iki ayrı husus vardır. Birincisi “Mesacide lillahi”. Mesacid, çoğuldur, scd kökünden gelir. Mescid “secde edilen yer, secde uzvu veya secde” manalarına gelen bir isimdir.
Emir sahibi olan Allah’tır. Emrin değişmesi de mümkün olmadığına gore, Mutlak otoritenin Allah olduğu anlaşılır. İkinci bölümde ise Allah’tan başkasına dua etmemesi gerekitği söylenir. Ancak burda bir çıkmaz vardır. Allah bizimle muhatap mıdır? Bunu anlayabilmek için. Yine aynı surenin 20. Ayetine de bakmak gerekir. (başka ayetler de vardır)
“Kul innemâ ed’û rabbî ve lâ uşriku bihî ehadâ” (Cinn 20)
De ki: “Ben sadece Rabbime dua ederim ve hiç kimseyi O'na ortak etmem.”
Demek ki, mutlak olarak emir sahibi Allah’tır ve başka hiç kimsenin hükümde yetkisi yoktur. Ancak uygulamada otorite Rabbe aittir.
Bir noktaya daha dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum: 18’de “meallahi” ifadesi kullanılırken, 20’de “uşriku” kelimesi kullanılır. Yani Rab söz konusu olduğu zaman şirk devreye girer. Allah için şirk söz konusu değildir.
|
hakansarilar
14.09.2012
23:59
| Tevafuk oldu. Ben de Hüseyin Ağabeye tam da bu konuda yazmıştım. "Ehaden" konusuna...üst yorumda. Selam ile... |
Sam Adian
15.09.2012
08:20
| Sayın Sarılar
İbn-I Arabi’nin bu yaklaşımını eksik olmakla birlikte işaret etmesi açısından önemlidir. Fakat Arabi, Rab ile Allah kavramlarını birbirinden ayırmaz, genel olarak uygulamada varlık alanında bir olguya işaret etmekle birlikte muğlak bırakır. Belki konjonktürel olarak böyle yapmıştır bilmiyorum.
Ancak kur’an bu konuyu (bana gore elbette) kesin bir çizgiyle ayırır. Emir sahibi Allah’tır ve değişmez. Ancak uygulamada, yani varlık alanında otorite olan Rab’dir. Bizim yegane muhatabımızdır.
Bir hususu daha düzeltmem gerekir sanırım. “Biz Rabbe ibadet ederiz, dua ederiz, vs.” SLT Rabbe değildir. SLT Nebi üzerindedir. Yani sistemin merkezi ile ilgilidir. Bilgi kaynağı, bilgi bankası ne derseniz deyin ama SLT sisteme destek vermek manasına gelir. Bu iki yönlü bir destektir, hem bilgiye ulaşmak hem deneyimleri paylaşmak anlamına gelir. İbadet Rabbedir, SLT değil. Ama zaten müesses anlayışa gore namaz da bir ibadet sayıldığı için Rabbe Kabul edilmesi normal sayılabilir. Oysa SLT hem bir ibadet değildir, hem de Rabbe değildir.
Saygılar
|
Lütfi Hocaoğlu
15.09.2012
09:31
| Kuran'da hiç bir yerde Allah lafzı, Muhammed lafzı, Cibril lafzı, İbrahim lafzı, İsmail lafzı .... yani hiçbir özel isim izafete girmez. Yani hiç bir yerde benim Allah'ım, senin Allah'ın, onun Allah'ı şeklinde bir ibare olmaz.
Özel isimler izafete (isim tamlamasına) girmez. Eğer rab bir varlığın özel ismi ise izafete (isim tamlaması) girmemesi gerekir.
Oysa 1000'e yakın geçen rab kelimesinin tamamı (nekre geçişler hariç) izafetle (isim tamlamasıyla) gelir.
Yani özel isim değildir ve bu nedenle ayrı bir varlık olması Kuran'a, Arapça dil yapısına aykırıdır. Bu nedenle dua ederken de Kuran'da örneklendirildiği gibi Allah'ım diyemezsiniz, Rabbim veya Rabbimiz dersiniz. Açık değil mi? Eğer rab ayrı bir varlıksa bir tane bile yerde Er-Rab geçmesi gerekir ki geçmemektedir. Bunun dışında Kuran'dan gösterilmeye çalışılan diğer delillerin hiç bir geçerliliği yoktur.
Diğer taraftan Kuran'da geçen biz, varis oluruz vs ifadelerinin bununla bir ilgisi yoktur. Onlar ayrı bir konudur. |
Sam Adian
15.09.2012
10:16
| Sayın Hocaoğlu
Rab kelimesinin özel isim olduğunu yönünde bir fikri kim ileri sürdü bilmiyorum. Dikkat ettiyseniz ben bir ifade kullandım. Rububiyet. Rab tek bir varlık değildir. Bunun örneğini de Ayetle verdim. (ama sizin için geçerli değildir sanırım)
Ancak, Rab kelimesinin tek başına kullanıldığı yüzlerce ayet var. Hiç bir tamlama yapılmadan. Ama böyle olmasının da bir anlamı yoktur.
Niçin Allah’ım diyemiyorsunuz? Bir açıklamanız var mı? Rab Allah ise, Allah’ım da diyebilmeliyiz, veya Rab kelimesinin geçtiği yerleri Allah kelimesi ile değiştirebilmeliyiz öyle değil mi? Madem kastedilen Allah, o halde Rab kelimesine gerek yoktur. Var mıdır?
“Rabbüddâr” Evin sahibi dediğiniz zaman “Er-Rabbuddar” demezsiniz. Evin sahibi bir kişidir. Ama her evin sahibi değildir. Belli bir evin sahibidir veya ev belirsiz bir ev olsa bile, bir kişinin her evin sahibi olduğunu düşünmek herhalde kolay değildir.
Delillerin geçerliliği yoktur demek hiç bir anlam ifade etmez. Bu “ben söylüyorum, öyleyse böyledir” demek gibi bir şeydir. Basitçe “Rab Allah’tır o kadar” dersiniz biter, yorulmayalım. Mesela sizin için lafzın delaleti yetmiyorsa, ne tür bir delil gerektiğini sormaktan da korkarım doğrusu.
“Biz varis oluruz” ifadesinin bunlarla ilgisi yoksa, neyle ilgisi vardır? Siz mi varis olursunuz, veya kimler varistir? “biz yaptık” diyenler “biz varis oluruz diyor” öyleyse bunların kim olduğunu da biliyor olmalısınız değil mi? Yoksa bu ifade de şöyle mi anlaşılmalı “siz varis olursunuz”….. Olabilir mi?
Neticede ben kendi düşüncemi söylüyorum. Siz başka türlü düşünebilirsiniz, müesses anlayış da büyük oranda sizin gibi düşünüyor. Müesses nizama halel gelmemesi için de bol miktarda nasıl anlamak gerektiğini söyleyen kurallar var.
Saygılar |
Lütfi Hocaoğlu
15.09.2012
11:45
| Ancak, Rab kelimesinin tek başına kullanıldığı yüzlerce ayet var. Hiç bir tamlama yapılmadan. Ama böyle olmasının da bir anlamı yoktur.
Nekre geçişler haricinde tek başına kulanıldığı hiç bir ayet yoktur. Varsa, gözümden kaçmışsa görmek isterim.
Niçin Allah’ım diyemiyorsunuz? Bir açıklamanız var mı? Rab Allah ise, Allah’ım da diyebilmeliyiz, veya Rab kelimesinin geçtiği yerleri Allah kelimesi ile değiştirebilmeliyiz öyle değil mi? Madem kastedilen Allah, o halde Rab kelimesine gerek yoktur. Var mıdır?
Diyemezsiniz. O zaman size ait bir varlık olur. Benim evim derseniz size ait bir evdir. Benim öğretmenim derseniz size ait olmaz. Çünkü öğretmen bir sıfattır. Size öğreten demektir. Bu nedenle öğretmen diye ayrı bir varlık yoktur. Muhakkak öğretmen olan kimsenin başka bir özel ismi vardır. Rab de böyledir. Sizi terbiye edendir. Muhakkak bir bir varlığın sıfatı ya da halidir. Ayrı bir varlık olursa izafete girmez. Aidiyet kazanamaz.
“Rabbüddâr” Evin sahibi dediğiniz zaman “Er-Rabbuddar” demezsiniz. Evin sahibi bir kişidir. Ama her evin sahibi değildir. Belli bir evin sahibidir veya ev belirsiz bir ev olsa bile, bir kişinin her evin sahibi olduğunu düşünmek herhalde kolay değildir.
Er-Rabbuddar denemez. Çünkü manevi izafette muzaf harf-i tarif almaz. Bu da manevi izafettir ve asla harf-i tarif almaz. Dar'ın başındaki harf-i tarif rab kelimesini marife yapar. Ama o kişinin özel ismi değildir. Bir varlığın sıfatıdır. Yani ayrı bir varlık ismi değildir.
Delillerin geçerliliği yoktur demek hiç bir anlam ifade etmez. Bu “ben söylüyorum, öyleyse böyledir” demek gibi bir şeydir. Basitçe “Rab Allah’tır o kadar” dersiniz biter, yorulmayalım. Mesela sizin için lafzın delaleti yetmiyorsa, ne tür bir delil gerektiğini sormaktan da korkarım doğrusu.
Ben zaten lafzın delaletine göre geçersizdir diyorum. Elbette bütün söylediklerim bana göredir. Ama zaten söylediklerinizde lafzın delaleti olmadığını söylüyorum. Lafzın tersine deliller ileri sürünce geçersizdir (Bana göre). Ama size göre geçerli olduğu için söylüyorsunuz. Bana göre tutarsızdır, lafza yani gramere aykırıdır, meaniye de aykırıdır.
“Biz varis oluruz” ifadesinin bunlarla ilgisi yoksa, neyle ilgisi vardır? Siz mi varis olursunuz, veya kimler varistir? “biz yaptık” diyenler “biz varis oluruz diyor” öyleyse bunların kim olduğunu da biliyor olmalısınız değil mi? Yoksa bu ifade de şöyle mi anlaşılmalı “siz varis olursunuz”….. Olabilir mi?
Allah biz kelimesini kullandığı zaman kendisi ve kendisi adına iş yapan melekler, ruhlar gibi varlıkları kasteder. Biz yaptık diyince illa Rab diye ayrı bir varlık mı olmak zorunda?
Neticede ben kendi düşüncemi söylüyorum. Siz başka türlü düşünebilirsiniz, müesses anlayış da büyük oranda sizin gibi düşünüyor. Müesses nizama halel gelmemesi için de bol miktarda nasıl anlamak gerektiğini söyleyen kurallar var.
Kuralsız anlarsanız zaten kuralsız anlıyorsunuzudur. Ama önemli olan önceki kuralları kabul etmiyorsanız kendi kurallarınızı koymanızdır. Dersiniz ki benim kuralıma göre izafetle gelse de ayrı varlıktır, aynısı değildir dersiniz. Ama bu durumda bütüne uyması gerekir. Tüm ayetlere uyguladığını zaman uyumsuzluk olmamalıdır. Çünkü kuralsız anlamada size ne söylendiği önemini kaybeder, ne anlamak isterseniz onu anlarsınız.
Saygılar |
Sam Adian
15.09.2012
13:40
|
Fikirleri bıraktık, nasıl anlaşılması gerekitğini tartışmaya başladık. Şöyle anlarsan doğru, böyle anlarsan yanlış. Bunu belirleyen kimdir? Yine bizleriz, yani bize göre anlamak doğrudur, aksi yanlıştır. Çok basit.
Allah’ım diyemeyiz, çünkü o zaman bize ait olmuş olur. Rabbim diyebiliriz, Rabbi “bizce”leştirmenin sakıncası yoktur. Rab Allah’tır ama böyledir. Mesela Hasan öğretmendir, ama Hasan diyemeyiz, öğretmen dememiz gerekir. Hasanım deyince ait olmuş olur, fazla da samimi olur. Öğretmenim dememiz gerekir.
Manevi izafette… adı üstünde manevi izafet. Varsayım. Hayali…. Özel isim olup olmaması önemli değil, zaten özel isim diyen de yok. (en azından ben söylemedim)
Lafzın tersine deliller…. Neye gore? Lafza gore delil nasıl oluyor? Şöyle anlarsan lafza gore olur, böyle anlarsan lafzın tersine olur…. Bu da bir yorumdur elbette…
"Allah biz kelimesini kullandığı zaman kendisi ve kendisi adına iş yapan melekler, ruhlar gibi varlıkları kasteder."
Nereden biliyorsunuz? Veya kim söyledi size? Vahiy mi aldınız? Herşeyden once, “Allah şöyle kasteder” deme yetkisini kim veriyor bunu tartışmak lazım. Melekler varlık değil mi? Ruhları varlık sayamayız çünkü zaten ruh diye bir şey yok. Bana Allah’I tarif edebilir misiniz?
Kurallar “kendince”dirler. Görecelidirler. Burada tartışılan şey kurallar değildir. Hiç bir kural, bağlayıcı değildir. Şöyle de olabilir böyle de. İstediğiniz gibi alır yorumlarsınız. Üstelik kurallara bağlı kalarak. Olmadı yeni kural koyarsınız. Ne anlamı varsa. Bunlara genellikle “nakısalar” diyorlar. Nakısalardan sonuç çıkmaz, entellektüel bakış açısı ve serbest akıl gerekir. Tabii samimiyetle.
Düşünmek her açıdan faydalıdır. Başkalarına ait olsalar bile.
|
Lütfi Hocaoğlu
15.09.2012
14:29
| Kurallar “kendince”dirler. Görecelidirler. Burada tartışılan şey kurallar değildir. Hiç bir kural, bağlayıcı değildir. Şöyle de olabilir böyle de. İstediğiniz gibi alır yorumlarsınız. Üstelik kurallara bağlı kalarak. Olmadı yeni kural koyarsınız. Ne anlamı varsa. Bunlara genellikle “nakısalar” diyorlar. Nakısalardan sonuç çıkmaz, entellektüel bakış açısı ve serbest akıl gerekir. Tabii samimiyetle. Dilin kuralları vardır. Siz bu kurallara uymadan birisinin ne dediğini asla anlayamazsınız.
Sizin iddia ettiğiniz çok daha vahimdir. Allah'ın dediklerini dilin kurallarına uymadan anlamaya ve hatta bundan çok ciddi sonuçlar üretmeye çalışıyorsunuz. Dilin kuralına aykırı dediğimizde ise bunun ne önemi var diyorsunuz.
Böyle olunca Kuran size bir şey anlatmıyor maalesef. Siz Kuran'a istediğinizi söyletiyorsunuz.
Verdiğim ayetlerin hiçbirisini tevil bile etmiyorsunuz. Çünkü sizin söylediğinizin tam tersini söylüyor. Ama önemli değil ayetlerin en dediği. Sİzin ne anlamak istediğiniz önemli, değil mi?
Aslında cevap çok basit. Ayet veriyor cevabı: قُلْ أَغَيْرَ اللَّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ
De ki “O her şeyin rabbi olduğu halde Allah’tan gayrısını mı rab olarak ararım?” (6/164)
Acaba bu ayet başka bir şey mi söylüyor da ben mi yanlış anlıyorum? Bu ayet rabbin başka biri olduğunu mu söylüyor? Bu ayet Allah her şeyin rabbi derken yanlış mı ifade ediyor? Hiç kusura bakmayın, ayetlerin bana söyledikleri açıktır. Ama size söyledikleri sizin anlamak istedikleriniz olabilir. Saygılar |
Sam Adian
15.09.2012
18:37
| Sayın Hocaoğlu
Öyle mi? Sizi anlıyorum, siz de beni anlıyorsunuz (gözardı ettiklerinizi saymıyorum)
Dilin kuralları olduğunu kim reddetti bilmiyorum. En azından ben etmedim. Ama diilin kuralları "olmazsa olmaz" da değildir. Birden çok kez ifade ettim, bundan ötesi boşa zaman kaybı olur. . Biz size gore anlamak zorunda değiliz. Siz de bize gore anlamak zorunda değilsiniz.
En azından “Allah böyle söyler” deme cesaretini gösteremem. Siz gösterebiliyorsanız buyrun.
Tevil etmemize gerek olmadığını daha once söylemiştim, acaba yazdıklarımı da okusanız daha yararlı olabilir mi?
Ayeti Doğru anlıyorsunuz, ama diğerlerini atlıyorsunuz. Yani bütünü anlamak istemiyorsunuz. Kitabın neredeyse üçte ikisi bu konuyla ilgilidir. Ama elbette görmek isteyenlere. Nakısalarla meşgul olurken, sayfalarca ayet koysak önünüze -ki zaten önünüzde- değişen bir şey olmaz. Allah’ın bir sistemi var, sistemin çalışma şekli var, her kelimenin bir anlamı ve işlevi var. Ama size gore yok. Ne diyelim, bu da sizin görüşünüzdür.
Sıfat faili tanımlar mı? …Hayır tanımlamaz
Bedel mübdele eşit midir?.... Hayır değildir.
Allah’In tarifini yapabilir misiniz? …. Yapamazsınız
Allah bir varlık mıdır? … size gore evet, tıpkı bir beşer gibi…. Ama tarif de edemezsiniz.
Buna rağmen, her işi yapan Allah olmalıdır. Ne haddimize….
Ya da siz, siz bir tefsir yapın, “değişmez” kurallarınızla, bundan böyle biz de onları okuyalım ve kimse yorulmasın.
Ayetler, herkese bir şey anlatır. Düşünmek aklın Salatıdır, insanı insanca olanın ötesine taşır, her aşamada bir öncekini düzeltir.
Vesselam
|
ozer atac
17.09.2012
13:24
|
metin altı tartışmaları ,bir söz klisesi olarak gramercilik düğümüyle "sonuçlanmış" görünüyor.
iletişimi yazgıladığımızda (listelemede gelecek çıkarsaması, tarihselliği yazgılama ile karşılar) şunu görebilmekteyiz:
1-başlangıçta söz vardı.
2-işlevi(maddi alem, zaman ve kozmoz..) içindeydi.
3-İşlevi, hala sürüyor:elementer evren ve içindekiler yenilenerek, yaratılıyor.
4-bizdeki tesiri, insan öznesinde, temas ile etki-tepki-etki..sürecini başlattı.
5- insan öznesi ,doğa ile kendi, kendi ile cinsi ve cinsiyle, bu "ilişkide" , güvence ve sürekliliği iletişimle sağladı.
6- iletişim; ses, işaret, görüntü; kelime,söz ; dil; harf gramer; rakam; sembol ve türevleriyle çoğalarak, yığınlaşarak , atık ta oluşturarak sürüyor.
7-Doğa yıkımı gibi söz, yazım yıkım dönemini yaşıyoruz.
8- çoğalma, yığılma; "ürünü", kişi veya konu bazında kullanımı, kişisel tercihe evrilmesini zorunlu kılıyor.
9-"dillerin ve suretlerin ayrı ayrı yaratılma"sı sürerken; yeni evreye; dillerin suret; suretlerin dil olacağı; içeriği, bu tarihselliği dikkate hesap ile alınmış (çünkü, herşeyi hesap ile yaratılmaktadır); semboller dönemine geçeceğiz.
o takdirde:
a-ayrı ayrı yaratılanlar "raciunu" hedefleme-meliler; o hedef, sahibi*nin dir.Savlanan gramercilik, bu hedefi çağrıştırmaktadır.
b-diğer taraftan, sabit formüller ile farkı, devrimsel sonuçlar bunursa; sabit formüller de evrilmesi gerekir. Bu evrilme ya da girişimi, metin sahibinin değinisine örnektir.
c-yaratılanlar ve diller diridir,canlıdır; dilde gramerin oluşması tarif, güven, süreklilik ,kullanılabilirlik ihtiyacındandır. Dildeki ve anlamdaki niceliksel değişim, grameri sabit kılabilir mi?
d-dilin, ihtiyaç ve sonuç amaçlı her hangi bir ibaresi, ya da metnin bütününden kurallar çıkarsanması, gramerleştiğinde; bu kurallar, canlılığın o anını tespitidir; tanımıdır, görüntüsüdür, pozudur. Tıpkı, kelime için fotograf pozu ya da metin için çekilmiş film gibi.
sonuç olarak:
madde ötesi varlığın, Tanrının; madde ile ilişkisi, aracısı kendisinin olmadığı; çünkü, kendisi madde dışıdır; fakat, salt kendisinden olan Rab tır.
İnsan Topraktan, toprak, tüm elementleriyle ateşten; ateş, şimdilik, büyük patlamadan; büyük patlama, enerjiden; enerji, sözün işlevinden; söz, (konumuz bağlamında ) "grameri" Rab olan yazılmış metinden olması; olasılığı fikri, levhi mahfuzdaki yazılmışların, "yaş"tan "kuru" ya böylelikle (bu değini ile) intikal etti.
|
Sam Adian
18.09.2012
01:06
| Gramer Kur’an I Anlayabilir mi?
Klasik anlayışın ortaya koyduğu “kuralcılık” geçmişin “örf kültürü” içerisinde pişirilip “küflenmeye” terkedilmiş bulanık bir çorba gibidir. Hal böyle olunca, ayetleri anlamak için “bağlı” kuralları bir formül kalıbı olarak ayetlere uygulamak suretiyle sonuca varmaya çalışır. Iddiası “doğruluk”tur.
Müesses formulizasyona kısaca göz atalım, bakalım “gramer” bu formülizasyon içerisinde nasıl bir yer teşkil eder? İddia edildiği gibi, gramer olmadan anlamak imkansız mıdır?
Müesses anlayışa gore:
Kur’an’ın muhataplarınca anlaşılır olma kaygısı kendisi tarafından esasen birçok defa açıkça belirtilmiştir (mesela Bakara 118; Âl-i İmrân 118). Kur’an’ın, kendisinin Arapça bir kitap olarak indirildiğini ve böylece muhataplarının diliyle onlara anlaşılır kılındığını bildirmesi de bunu gösterir (Yûsuf 2). Zira Kur’ânı Kerîm’in Arap diliyle nâzil olduğunun ifade edilmesi öncelikle onun belli bir beşer dilinde indirildiğine, ikinci olarak da onun mesajını aktarmak için VII. yüzyıldaki Hicaz Arap kültürel geleneğini, onun kelime ve kavramlarını ve diğer kültürel ürünlerini ve dil kültürünü bir malzeme olarak kullandığına dikkat çekmeyi amaçlar.
Buna gore, “tefsir disiplini”nin birinci amacı, ilahi sözlerin muhataplarına iletildiğinde kastettiği manaları belirlemektir. Bütün sözler gibi ilâhî kelâm da belli bir zaman ve mekânda, belli olaylar dizisi içinde meydana gelmiştir; bu ise insana hitap edebilmenin bir gereğidir. İlâhî kelâm ancak bu boyutlar içinde yer aldığında beşer için anlaşılabilir olacaktır.
Kur’an’ın Dil Bilimi ve Metin Yönünden Tahlili. Tefsir ilminin öncelikli görevi Kur’an ibaresinin zâhirî mânasını vermek olup bunun için dil biliminin çerçevesine konulabilecek metotları ve verileri kullanır. Meselâ tefsirlerde bir âyette geçen kelimelerin Kur’an’da yer alan anlamları verilir. Âyetin zâhirî mânasına, ondaki kelimelerin Kur’an’da kullanıldığı anlamlarını bilmek ve âyetin cümle yapısını gramer açısından doğru bir şekilde çözümlemekle ulaşılır. Ancak bu, âyeti tam olarak anlamak için yeterli değildir. Âyetleri anlamak için hâlâ göz önünde bulundurulması ve bilinmesi gereken hususlar vardır. Bunlardan biri âyetin metinsel bağlamıdır; yani âyetin öncesi ve sonrasıyla bütün metin içindeki yerini bilmek gerekmektedir. Klasik tefsir disiplini bu işlemi ''Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri'' şeklinde formule etmiştir. (Her ne kadar Kur'an kendini tefsir ettiğini iddia etse de, kuralcıların bunu formülize etmeleri muteber olmuştur)
Tarih Bilgisi ve Kur’an’ın Tarihî Bağlamı. Açıklama sürecinde yapılması gereken bir başka işlem de âyetlerin nâzil olduğu ortam ve şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde belirlemektir. Klasik Kur’an ilimleri içinde bulunan sebeb-i nüzûl bir ölçüde bunu yapmaya çalışır. Çünkü her söz söylendiği zaman, mekân ve şartlar içinde anlam kazanmaktadır. Sözün tarihî bağlamına yeterince dikkat edilmemesi tefsirlerde zaman zaman görülebilen bir eksikliktir. (el-Câmi', II, 161, Câmi'u'l-beyân, II, 23, el-Burban-Zerkeşi, el-itkan-Suyuti)
Başka bir bakış açısına gore:
Genel olarak, Kur‟an‟ı anlama ve yorumlama faaliyeti için önce zihni hazırlık yani tedebbür ve tefekkür yapılmalıdır. Sonra anlama sistemli ve metodik hale getirilir.
Kur‟an‟ın mefhumunu, derûnî anlamını anlamak, lafzî/literal (rivayet/dirayet), iş‟arî (sufî, felsefî, içtimaî) yorumlar yapabilmek için yorum ve içtihat bilgisi, ilm-i mevhibe, tasavvuf, kelam, felsefe, hukuk, sosyoloji ve sosyal bilimleri bilmek gerekir.
Kur‟an‟ı anlamak ve yorumlamak için tarihi bağlamın göz önünde bulundurulması (sebeb-i nüzûl), yorum için metinden hareket etmek ve bütünlük ilkesini (siyak-sibak, insicam, konu ve sure bütünlüğü) korumak gerekir
Kur‟an‟ı en doğru anlayan ve anlatan Hz. Peygamber‟dir. Fakat ondan gelen haberler sınırlıdır. Bu bakımdan Kur‟an‟ın indiği ortamla ilgili bilgiler, onu anlama söz konusu olduğunda çok değerlidirler. Bu bağlamda burada sadece sebeb-i nüzul değil, aynı zamanda o dönemdeki psikolojik ve sosyolojik çevre, o dönemdeki insanların yaşayış şekilleri, kültürleri, inançları, örf ve adetleri, kullanılan dil gibi konular da önem arz etmektedir. (Halid Aburrahman el-„Akk, Usûlü‟t-Tefsîr ve Kavâiduhû, Daru‟n-Nefâis, Beyrut, s. 81-82.)
Söz'ün sahibine "ne demek istiyorsun?" diye sorulamadığında, ister-istemez söz hakkında "Bu (söz) ne anlama geliyor?" sorusu sorulacaktır ki işte bu durumda doğru anlam'ı kur(tar)mak için söz'ün tabii bağlamı'na ihtiyaç var demektir. Söz'ün tabii bağlamı çerçevesinde zikredilen elemanlar ile herşeyden önce söz'ün orijinal formu, ilk muhatabları, ilk işlevi, ilk zamanı ve ilk mekânı kastolunmaktadır. (örnek için Buharî, K. 2, B. 19, Had. no: 29)
Buraya kadar, müesses anlayışın Kabul etitği genel çerçeveyi kısaca özetlemek istedim. Maddeler halinde sıralamak gerekirse:
1. Zihni hazırlık, tedebbür ve tefekkür. Yani ayet okunduğu zaman yorumcuya verdiği mananın anlaşılması
2. Mefhumun tahlili, tedebbür ve tefekkür ile anlaşılan şeyin pratikte uygulanabilirliğinin olması
3. Lafzi-literal anlamının bilinmesi (rivayet edilenler ile, terminoloji arasındaki mana uyumun test edilmesi)
4. âyetlerin nâzil olduğu ortam ve şartlar hakkında bilgi edinmek, zaman ve mekân bağlamının olaylarını, bu olayları meydana getiren fertleri veya toplulukları doğru bir şekilde belirlemek.
5. Zahiri mananın dil bilimi metotları içerisinde mantıklı olarak konumlandırılması
6. iş‟arî (sufî, felsefî, içtimaî) yorumlar yapabilmek için yorum ve içtihat bilgisi
7. ilm-i mevhibe, tasavvuf, kelam, felsefe, hukuk, sosyoloji ve sosyal bilimleri bilmek gerekir.
8. Bütünlük ilkesini (siyak-sibak, insicam, konu ve sure bütünlüğü) korumak gerekir
Yukarıda sayılanlara birkaç madde daha eklemek mümkündür ama şimdilik bu yeterlidir. Basitçe bakıldığı zaman, “gramer” Kur’anı yorumlamada sadece araçlardan bir tanesidir. Klasik anlayışın tefsir metodolojisi içerisinde “gramere gore anlama” gibi bir yaklaşım söz konusu bile değildir.
Dilin kurallarına uymadan söyleneni anlamak mümkün değil mi? Eğer böyle ise, rivayetlerin tamamı yanlıştır. Yanlış olmalıdır. Gramer çalışmaları ve dilin kurallara bağlanması vahiyden yüzlerce yıl sonra gerçekleşmiştir. Arap kültürüne baktığımız zaman, okuma yazmayı sevmeyen bir topluluk ile karşılaşıyoruz. Sadece konuşarak dilin kurallarının varsayıldığı şekliyle “Doğru olarak uygulandığını” düşünmek akli değilse, o halde ilk muhatapların metni anlamış olmaların ıdüşünmek de aklın sınırlarını zorlar. Yani koca bir çelişki olur. Bu aklın varacağı bir sonuçtur.
Gramerin temel amacı, metni anlamayı kolaylaştırmaktan ibarettir. Genel olarak dilbilimi açısından yeri budur. Yazanın belli bir kurala bağlı kalarak yazması, o kuralları bilenler tarafından metin okunduğunda Doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı amaçlar. Müesses formülizasyonlar arasında da durum böyledir. Gramer tali bir konudur ve yardımcı bir araçtır. Bir “ön şart değildir”
Burada tartışmalar esnasında sık sık karşımıza çıkan “usul” ve buna bağlı olarak ortaya atılan “gramer” kurallarının “olmazsa olmaz” şeklindeki yorumsal yaklaşımı son derece talihsiz bir yaklaşımdır. Böyle olduğunu Kabul edenlere itirazımız yoktur. Çünkü onlar bin yıldan fazla süredir zaten aynı şeyleri tekrar etmekten yorulmadılar. Şimdi de bu bin yıldan daha eski kurallarla geleceğin dünyasına ışık tutabileceklerini zannediyorlar. Onlara başarılar diliyoruz. Ancak kendilerine tavsiyemiz, “kuralcılıklarını” kendi metodolojileri içerisinde değerlendirerek, ne olduğunu da anlamaları yararlı olur. Çünkü görünen o ki, söz konusu kuralları “matematik formülleri gibi” ayetlere uygulayarak "doğru" sonuç alabileceklerini zannediyorlar. İçine düştükleri derin çelişkileri de "Ruhlar aleminde" açıklama gayretiyle. Daha açık bir ifade ile, müesses nizamı savunma gayretinde olanların kendi usullerini de öğrenmeleri söylemleri açısından faydalı olabilir.
Mesela gramer, “Rab Allah’tır” dedirtir ama öte yandan “min dünillahi” ifadesi de açıklanamaz olur. Ben bu ifadeyi “Allah’tan” şeklinde tercüme edeni görmedim. “Allah’ın katından” şeklinde çevirenler çoktur. Yani küresel ısınmanın iklime etkisi, beşerin psikolojisi üzerinde de olumsuz sonuçlar doğurur. Küresel ısınmaya karşı tedbir alabilmek için, küresel çaba gerekir. Ya da küresel aklın küreselleşmesi...
Kendi açımızdan, dilin kuralları vardır ancak bizim için sadece bir araçtır. Gerektiği yerde başvurulan ve dikkate alınan bir şeydir. Ama asla “olmazsa olmaz” değildir. Genel olarak, fikir beyan ederken bu kabil tali yaklaşımlarla değil, bütünlük içerisinde mantıklı ve sistematik olarak anlatmaya gayret etmeye çalışıyoruz. Bunun anlamı, birtakım kuralları reddetmek değildir ama, başkasının kurallarına bağlılık da değildir.
Kur’an ın bir metodolojisi vardır ve kendi kendini açıklar. Kullandığı dili tam olarak Arapçadır demek mümkün olmadığı gibi, sadece gramer ile mananın anlaşılması da mümkün değildir. Örneklerinde görüldüğü gibi, bu kabil saplantılar, bütünlük içerisinde ciddi çelişkilere yol açmaktadır. Unutulmamalıdır ki “Kur’an Rabbin kelamıdır, O’nun lisanı değil” Bu açıdan Kur’an I anlamayı sadece dile indirgemek büyük bir yanılgıdır.
Öğrenmek bilgiyi işlemek demektir. Akıl ile mantık sistematiği içerisinde yoğurmak anlamına gelir. Akıl kuralları da süzgeçten geçirir. Mantıklı olmayanı düzeltir. Kuralcılık ise, düşünmeden uygulamak demektir. Belki de Karagülle şikayet etmekte haklıdır.
Bu konuda söylenecek çok şey vardır. Ne yazık ki burada her şeyi söylemenin imkan ıyoktur. Gerekli de değildir. Bizim işimiz "Aklı harekete geçirmek"ten ibarettir. Akletmek isteyenler düşünsünler diye.
|
Sam Adian
28.05.2024
14:10
| Apart from the issue of those who believe in God or those who do not, it is impossible to talk about any "God" in terms of the Quran. Because there is no expression describing "God" in the book.
Therefore, in terms of the Quran, it is as much a lie to claim that "God Exists" as it is to claim that "There is no God". We cannot argue about something whose existence or non-existence we do not know.
The word "Allah" used in the book is nothing more than a demonstrative pronoun, not a noun. ILAH is a word that expresses the source of something. For example, the Sun is a ILAH. Because it is the source of light. In terms of the book, "RAB" is not a single entity, but more than one. In general, from the perspective of the Quran, RAB's are "Mortal" beings like us. (See Taha 41, Ali Imran 185, Ankebut 57 etc.) Claiming that a mortal being is God would probably completely contradict the concept of "God".
On the other hand, the word ALLAH, which is a demonstrative pronoun used in the Quran, is a concept that refers to "natural processes" as described in the Quran. This has nothing to do with God.
|