Sam Adian
TANRI'NIN BEDENI....
2.08.2012
7675 Okunma, 13 Yorum

 

Madde ve Tanrı

 

Melekler “yeryüzünde bir beşer” yaratılacağını öğrendiklerinde bu yeni durum için tabir yerindeyse “yine mi?” demişlerdi. Hep sorulan bir sorudur, başka “Ademler de varmı?” Ne var ki, başka akıllı organizmaların varlığını da hep kendi evrenimizde arayıp durduk.

 

Bugün Kur’an daki kavramların yeniden tanımlanması gerektiğini söylüyoruz. Yeniden anlaşılması ve buna göre yeniden çıkarımların yapılması gerekiyor.

 

Yaratılış kuramı için de böyledir.  Yeryüzü dendiği zaman içinde yaşadığımız dünyayı, gökyüzü dendiği zaman da gözlemleyebildiğimiz uzayı anlıyoruz. Böyle anlamak zorunda mıyız? Mesela:

 

“E ve leysellezî halakas semâvâti vel arda bi kâdirin alâ en yahluka mislehum, belâ ve huvel hallâkul alîm” (Yasin 81, başka ayetler de vardır)

 

Gökleri ve yeri yaratanın onların benzerlerini/eşlerini yaratmaya da gücü yeter…

Dikkat edilirse, Yer ve Gök kavramları ayetlerde hep çoğul olarak gelmektedir. Kelimelere baktığımız zaman ikiden çok olduğunu anlıyoruz.

 

“Allâhullezî halaka seb'a semâvâtin ve minel ardı mislehunn, yetenezzelul emru beynehunne li ta'lemû ennallâhe alâ kulli şey'in kadîrun ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey'in ilmâ” (Talak 12)

 

Yedi gök ve arz’dan onun misli kadar….. ve onların arasında durmadan inen işler bilmeniz için….

 

Basitçe böyle anlayabiliriz. “semavatin ve minel ardi” ifadesine dikkat etmek gerekir. Arz, semavatların içinde küçük bir yer işgal eder. Yani her semanın ARZ’ları vardır. Ve bu semavatlar arasında ve tabii bu arzlar arasında da gidiş gelişler vardır.

 

Eğer, Semavat kavramı sadece “boyut” ifade eden bir kavram olsaydı, bu durumda nesnel algıya neden olan Arz ifadesi farklı kullanılmalıydı. Ve tabii, “el-emru” kelimesi de atfedildiğine göre tamamen fiziksel bir işleyiş olduğunu anlamak zor değil.

 

Genel olarak, “Arz”lar arasında seyahatin mümkün olmayacağı varsayılmaktadır. Sayın karagülle seminerlerinde uzayda kurulacak istasyonlarda hayatın devam edeceği yönünde bazı ifadeler kullanıyor. Oysa Kur’an, Sadece “Arz”lar değil, semalar arasında seyahatin mümkün olacağını söylüyor

 

“Yâ ma'şerel cinni vel insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı fenfuz, lâ tenfuzûne illâ bi sultân” (Rahman 33)

 

Bu ayette de gök kelimesi çoğul olarak gelmiştir. “Göklerin ve yerin sınırları” Bu herhalde bizim bildiğimiz dünya ve etrafımızdaki atmosfer değildir. “Güçlü bir araç” ile bu sınırların aşılabileceğini söylediğine göre, burada kastedilen şey, atmosferin sınırları değil, bizim içinde bulunduğumuz evrenin sınırlarıdır. Demek ki başka semalara yolculuk bir tesadüf değil, belki de bir zorunluluktur.

 

Ancak, bu yolculukların gerçekleşebilmesi için yeterli enerji ve uygun araçların mümkün olamayacağı varsayımı, tahayyül mekanizmamızı engellemektedir. Çünkü hiçbir araç yoktur ki, milyonlarca ışık yılı mesafedeki bir başka mekana gidebilecek enerjiyi yüklenebilsin. En azından şimdilik böyle bir teknolojinin varlığından haberdar değiliz.

 

Eğer gökteki veya göklerdeki iki nokta arasındaki mesafe zannettiğimiz kadar uzak değilse?

 

Talak 12’de, yer ve gök ile bunların misli kadarının yaratılmış olduğu ve bunlar arasında gidip gelen bilgiden söz edilmektedir. Şura 29 da da bu ikisi ardasındaki hareket eden canlıların bir araya toplanmasından söz edilir. Eğer mesafeler ulaşılamayacak kadar uzak ise, bunların bir araya gelmesi de düşünülemez. Çünkü Allah mümkün kılmadığı bir şeyi sonradan mümkün yapmaz.

 

Kur’an da ilginç bir durum daha vardır:

“Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub, kemâ bede’nâ evvele halkın nuîduh, va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn” (Enbiya 104)

 

Bir kağıt düzlemsel olarak baktığımız zaman geniş bir alan kaplar. Ama bir kağıdı alıp ince bir rulo haline getirirsek hem kağıdın iki ucu arasındaki mesafe kısalmış, hem de daha küçük bir alan kaplar hale gelmiş olur. Tıpkı bir saat zembereği gibi. Böylece oluşan hatlar arasında da bir geçiş olabilir mi?

 

Enbiya 30’da da ilginç bir durum vardır. Yerlerin ve göklerin bitişik olduğunu ve sonra bunların birbirinden ayrılıp aralarında bir delik açıldığından söz eder. Demek ki, bu düzlemler yani katmanlar arasında kestirme geçişler, yollar da vardır. İnşikak 19. Ayette de benzer bir durum söz konusudur, tabakadan tabakaya geçiş anlatılırken, bu geçişlerin belli bir yol üzerinden yapılacağı da anlaşılıyor.

 

Sorumuza geri dönersek: Uzayda iki nokta arasındaki mesafe ışığın katettiği yol ile ölçülmektedir. Bu yöntem ışığın doğrusal hareket ettiği varsayımına dayanır. Eğer evren veya evrenler, bir zemberek gibi dürülebilen bir şey ise, ışığın doğrusal hareket etmesi de mümkün değildir. Işık da eğilip bükülebilmeli, katlanabilmelidir. Bu mümkün müdür?

 

Evet mümkündür. Işıkla haberleşmek yeni bir şey değil. Karagülle bu konuda uzun ve kısa ışık sinyallerinin anlamlandırılabileceğine de işaret ediyor. Ama ben başka bir noktaya temas etmek istiyorum. Hepimizin evinde veya işyerinde en azından basit bir mürekkep püskürtmeli yazıcısı vardır. Bu yazıcıların pek çoğunun ön tarafında yeşil kırmızı ledleri de vardır. İlk bakışta bu ledlerin yazıcının ön tarafına yerleştirilmiş bir kart üzerinde olduğunu zannederiz. Ama pek çok yazıcıda durum böyle değildir. Bu ledler aslında yazıcının alt kısmında ve arka bölümünde bulunan bir kart üzerindedir. Ama biz ışığı yazıcının önünde görürüz herhangi bir “kablo” bağlantısı olmaksızın. Çünkü bu ledler üzerine yerleştirilmiş akrilik parçalar uzatılarak yazıcının ön kısmına kadar gelir ve arkada yanan ışığı biz olduğu gibi önde görürüz. Bu akrilik parçalar öyle düz bir parça da değildir, eğri büğrü bir parçadır, yazıcının şekline göredir. Kısaca “fiber teknolojisi” dediğimiz sistem ile, ışık hiçbir dağılmaya maruz kalmadan olduğu gibi eğilip bükülerek aktarılır. (Fiber kablonun kapatılması veya etrafının korunması zorunlu değildir, akrilik sicim, içine verilen ışığı kendi alanına hapsederek iletir)

 

Bunun nasıl mümkün olduğunu merak edenler, Fiber kablo teknolojisini araştırabilirler. Bilindiği gibi fiber kablonun içinde herhangi bir metal yoktur. Akrilik sicimler vardır. Hepsi budur. Bir tarafından verilen ışık, kablo ne kadar sarmal olursa olsun diğer ucundan olduğu gibi alınır. Metal kablo iletişimine göre çok daha hızlı bir yöntemdir.

 

Hal böyle ise, uzayda çok uzak zannettiğimiz mesafeler aslında çok yakın da olabilir. Bu görece bir yakınlık değil, fiziki olarak da yakın olduğu anlamındadır.

 

Bilim dünyasındaki gelişmeleri de dikkatle izlemekte yarar olabilir.

 

Paralel evrenler teorisi geçmişte sonsuzluğun en büyük paradoksu olarak algılanmakta idi. Görülebilir evrenin ötesinde, bu evrene paralel başka evrenler de varmı dır? sorusu zihinleri uzun zaman meşgul etti. Filozoflar böyle olduğunu öne sürüyorlardı. Bilim adamları ise yakın zamanlara değin böyle bir şeyin olanaksız olduğunu düşünüyorlardı.Fakat bugün fizikçiler paralel evrenlerin olabileceğini matematiksel olarak ortaya koyabiliyorlar.

 

Evreni açıklayan iki fizik teorisinden birincisi, yıldızlar, galaksiler gibi çok büyük boyutlu maddeleri açıklayabilen, Einstein'ın görelilik teorisi, ikincisi ise atomlar gibi çok küçük boyuttaki maddeleri açıklayabilen Kuantum mekaniğidir. Bu iki teorinin ikisi de aynı evreni açıkladığına göre, ikisini bir teoride birleştirmek ve evreni bütünüyle anlamak mümkün olacaktır. Sicim kuramı ve Hawking’in M Teorisi ile bu iki teori birleştirilmiş ve bu birleşim, şimdiden bilim tarihinin en büyük adımı olarak kabul edilmektedir. M teorisine göre, evren 11 boyutludur. 11. boyut, sicimlerin birer membran gibi uzamalarına olanak veren bir yapıdadır. Teorik olarak, yeterli enerji sağlandığında, bir sicim bir evren kadar büyüyebilir.

 

M teorisine göre 10 boyutlu evrenler, 11. boyutta süzülen membranlardan ibarettir. Bu membranları göz önünde canlandırmak için dilimlenmiş ekmeği göz önüne getirmek yeterlidir. Bu ekmeğin her dilimi bir evrendir. Bu evrenler bir araya gelerek bir multiverse oluştururlar. Bu evrenler evreninde, membranların bir yerlerinden çarpışması da muhtemeldir. “M Theory”nin (Theory of Everythink, Magic, Mysterios, Mother) sonuçlarının bir yorumuna göre evrenimizin bulunduğu membran ile diğer bir evrenin bulunduğu membranın çarpışması nedeni ile “Big Bang” olmuş ve bildiğimiz evren meydana gelmiştir. Dileyen bilimsel gelişmeleri araştırabilir.

 

Bir çeşit holografik izdüşüm gibi. Paralel evren teorisine gore ise, evren bir düzlem değildir, buna gore parallel platformlar ve bu platformlar arasında hunik  geçiş tünelleri vardır. Her bir evrendeki varlığın bir başka evrende izdüşümü vardır. Bu bir bakıma yanlış da değildir. Çünkü:

 

INSAN denilen şey ilk defa üretildiği zaman, organizma buna adapte edildi. Bu kur’an ın bize verdiği bir bilgidir. Yani, Organizma ile INSAN arasında fiziksel bir bağ olmamasına rağmen, bir iletişim bağının olduğu açıktır. Buna gore, organizma nerede bulunursa buulunsun mutlaka kendi INSAN’I ile iletişim halindedir, bağlıdır. Bu Kur’an ın “çift üretim” kuramına da denk düşen bir açıklamadır.

 

Demek ki yeryüzü, bizim bildiğimiz yeryüzü değil, gökyüzü de bizim bildğimiz gökyüzü değildir. Öyleyse kavramlara yüklediğimiiz anlamlar da doğru değildir. Bu sadece bir boyut meselesi değil, aynı zamanda fiziksel platformlar anlamına da gelen bir kavramdır.

 

Demek ki, platformlar arasında iletişim olmalıdır ve vardır. Demek ki, NEBI bunun için gereklidir.

 

Şimdi bir soru soralım: İçinde bulunduğumuz semavat, yani evrenler kümesi’nin dışında başka evren kümeleri de var mı? Eğer varsa bu evren kümelerini kim yarattı?

 

Eğer bizim içinde bulunduğumuz evren, bir evren kümesinin parçası ise, ve her evren bir başka evrenin izdüşümü olarak oluşuyor ise –ki kur’an böyle söylüyor- Evrenin yapıtaşı olan “madde” nereden geldi?

 

Kur’an ın açık bıraktığı kapılardan biri budur. Bu sebeple kimileri maddeyi ya da evreni ya da varlığı “Tanrı’nın bedeni” olarak tasavvur etmektedirler. Sayın Kayahan ise, Tanrı’nın kenidisine bir “Rakip” yaratmasına değinmektedir. Her ikisi de oldukça iddialı ifadelerdir.

 

Bir kere, Varlığın üretilmesi, oluşturulması esnasında “Tanrı’nın katkısı olmadığı” Kur’an ın açıkça ifade etitği bir husustur. Dolayısıyla Tanrı’nın kendi bedenini başka bir varlığa, üstelik kendisinin yaratmış olduğu bir varlığa yaptırmış olması tahayyül edilemez.

 

Bundan başka yine kur’an ın çerçevesini çizdiği “yer ve gökler”in sahibinin Ahad olduğudur. Bu sadece “bir” değil, birin de biridir. Kayahan, her ne kadar Tanrı’nın yeteneklerine dokunmamaya çalışsa da, kendi yeteneklerine neredeyse denk bir rakibin varlığından söz etmektedir. Bu sadece bir paradox değil, bir çatışma anlamına da gelir. Bunu gözardı etsek bile, rakip olarak üretilmiş veya yaratılmış olan bir Tanrısal varlığın kendi hakimiyetini kuracağı veya kurmak isteyeceği de muhakkaktır. Kayahan bunu “insan”a atfetmektedir. Ancak, insan tek başına değildir. Her ne kadar Cin’lerin nasıl üretildiklerini bilmiyor olsak da, ayetlere baktığımız zaman insan ile eşit mertebede olduklarını görürüz. O halde galaktik hakimiyet de insane ait değildir.

 

Eğer Kayahan, “bizim içinde bulunduğumuz evren kümesinin dışında başka evren kümesi veya kümelerinin olup olmadığını ve bu evren kümelerinin yaratıcılarının bizim bildiğimiz Tanrı’dan başka tanrılar olup olmadığını” sormuş olsa idi, bu tartışılabilecek bir konu olurdu. Şimdilik bunu bilmiyoruz, ama maddenin üretilmesi eğer Kur’an ın tarif ettiği gibi bir üst kümenin alt kümeyi üretmesi şeklinde ise, o halde başka evren kümelerinin olması da muhtemeldir.

 

Başka bir açıdan bakmak gerekirse, “Allah insanı yarattı, Insan da kendi insanını yarattı” dolayısıyla Insan’ın bizim alanımızdaki tezahürü olan Beşer de kendi insanını yaratmış olmakla bir bakıma kendi insanının Tanrısı oldu. Bu bir çeşit izdüşüm olarak değerlendirilebilir.

 

Son olarak, Allah’ın sıfatları ile ilgili olarak çekincemi ifade etmiştim. Biraz daha açmak gerekirse:

 

Mesela, Allah’ın işitmeye ihtiyacı yoktur. Hawking, “fizik kuralları varken Tanrı’ya gerek yoktur” demişti. Allah niçin işitsin? Sistem çalıştığına gore, işitecek olan sistemin kendisidir. Allah’ı doğrudan işiten ve gören bir varlık olarak tasavvur etmek, onun zaafiyeti anlamına gelir. Böylesi zaafları olan bir varlık ise Tanrı olamaz.

 

Sistemi anlamadıkça Tanrı’yı anlamak da mümkün değildir. Tanrı’yı tasarlayıp sonra sistemi o tasarıma adapte etmek demek, kendi hafsalamızda ürettiğimiz bir çıkmazdan başka bir şey olamaz. Eğer böyle olsaydı, göklere ve yere ve ikisi arasındakilere de ihtiyaç olmaması gerekirdi. Bir şirketin patronu, patron olduğunu şirket çalışanlarına doğrudan söyler. Bunun için olmadık yollara başvurmaz. “Patron benim” der ve mesele kapanır. İşiten, gören ve hatta konuşan bir Tanrı varsa, niçin bize doğrudan “patron” olduğunu söylemek yerine bizi “bilmeye” zorluyor?

 

Veya “hiç bir şey yoktur ki biz onu önceden bir kitapta yazmış olamyalım” ifadesini niçin bize söylüyor? Yoksa Hawking’in dediği gibi “çok yakında tanrının kafasından geçenler okunabilecek” mi?

 

Doğrusu Kayahan’ın yorumlarını büyük bir hayretle takip ediyorum. Tanrı Açmazı dediği şey, başka tanrıların varlığını zorunlu kılar. Bu başka tanrılar küçükeşit olsalar bile. Devlet’i Tanrı’nın izdüşümü olarak algılamasını ve “halife-vekil” kavramlarına yüklediği manaya da bu sebeple itiraz etmiştim. Çünkü bu sadece bir açmaz değil, Tanrıların çatışması anlamına da gelir.

 

Üzerinde çok iyi düşünmek gerektiği kanaatindeyim.

 

Saygılar

 

 

 

 

 

 

 

 

 


YorumcuYorum
Süleyman Karagülle
05.08.2012
18:20

13.7 milyar ışık yılı yarı çaplı kainatımızda uzaklarla iletişim sağlamamız için ışık hızının üstündeki dalgaları kullanacak teknolojiye ulaşmamız gerekir. O teknolojiye başka galaksilerde veya yıldızlarda ulaşanlar varsa haberleşebiliriz, 01 teknolojisi ile anlaşabiliriz. Bu üç boyutlu uzay dışında dördüncü boyut vardır. Bu kürsüdür,. Bu sayede biz hareket edebiliyoruz. Dört boyutlu uzay beş boyutlu uzay içindedir. İradeli hareket imkanı ancak beş boyutlu uzayda olur. Beş boyutlu uzay vardır demektir. Bu arştır. Arş içinde bizim kaınatımız büyüklüğü üç boyutlu uzaydaki yerin büyüklüğü kadardır. Yüz milyarca yıldızlar vardır. Her birinde de yerler mevcuttur. Yüz milyarlarca da galaksiler vardır. Kuran, göklerde de insanın olduğunu belirtmektedir.. Bizim kainatımız, dört boyutlu uzayımız, ve beş boyutlu uzayımız bir Rabb'ın, tek tanrının eseridir. Başka hiçbir yerden bir yardım alamdan var etmiştir ve bu kainatı mutlak olarak tek başına kedisi yönetmektedir. Bu ilmen ve vahyen böyledir Matematikten bildiğimiz bir şey vardır. Beş boyutlu uzayın bir de sanal beş boyut vardır. O halde kainatımız 10 boyutludur. Daha doğrusu be ş çift boyutludur. Şu soru sorulabilir, Bizim arşımızın dışında da arş var mıdır. Tanrımız bir tek arş mı var etti. Yoksa başka arşlar da var mıdır. Bu arş ile o arşlar arsında her hangi alış veriş yoktur. Onlara bir şey veremiyoruz ve bir şey alamıyoruz. Çünkü kaiatımız mükemmeldir. Kendi, kedine yeterlidir. Sadece tanrımız ortaktır. İşe bu husus geleceğin utopik felsefesini oluşturabilir. Daha ileri gidebiliriz. Tanrımızdan başka da tanrılar olabilir. Her tanrının kendi arşı olabilir. Her tanrı kendi arşını kendisi yönetir. Dışarı ile ilişkileri olmadığı gibi, tanrıları tek olmayabilir. O zaman şu soru ile karşılaşabiliriz. Tanrılar, birbirinden haberdar mıdır. Haberdar olmaları için iletişimin kurulmuş olması gerekir. Bu iletişimi kuran birinin olması gerekir. O zaman tanrıların tanrıları var demektir. Kuran tevht kelimemsi ile bunu ret etmektedir. Ondan başka ilah yoktur, demektedir. Kalan bir ihtimal varr. Tanrımızın da bilmediği ve hiçbir zaman bilemeyeceği başka arşlar ve tanrılar olabilir. Bunlar da bizim için yok hükmündedir. Hiçbir zaman ilişki kuramayacağımız ve varlığından haberdar olamadığımız birş bizim için yoktur. Tanrımız için de yoktur.

Sam Adian
05.08.2012
21:08

Sayın Üstat Ben tanımlamaları bir mühendis gibi yapamıyorum elbette. Çünkü mühendis değilim. İki şeyin, daha doğrusu “iki şeyi tanımlamanın” çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi “TANRI” yani Allah kavramıdır. Tanrı’nın varlık alanında olmadığını, varlığın tasarımcısı olduğunu biliyoruz. Kur’an ın verdiği bilgilerden yola çıkarak onun varlığının bizim bilgimizde olmadığını da söyleyebiliriz. Varlığın bilgisi bizde vardır ama “Tanrı’nın varlığı varlıktan değildir”. Şu halde Tanrı yokluktur. Dolayısıyla onu tanımlamamız imkansızdır. Yine sahip olduğumuz verilerden yola çıkarak, eylemin sürekliliğine binaen Tanrı sonsuzluktur da diyebiliriz. Ama hem yokluğun hem de sonsuzluğun tarifi de yoktur. Aslında ikisi de birbirine eşittir. İkincisi ise, MADDE kavramıdır. Yine varlığa ait bilgilerden Evrenimizi ve evren kümelerini tanımlayabiliyoruz. Bu evren kümelerinin nasıl bir şey olduğunu az çok tahayyül de edebiliyoruz çünkü bilgiye sahibiz veya bilgisi de var edilmiştir. Ancak bilmediğimiz ve bugüne kadar tanımlanamayan bir başka şey daha vardır. O da “madde”dir. Bir tanrı var ve her şeyi O varetti. Ancak yoklukta madde nasıl oluştu? Veya nereden geldi? Başka evren kümelerinin olması ihtimali bu soruyu cevaplamıyor çünkü başka evren kümelerinin de yapıtaşı muhtemelen maddedir. Onları da aynı Tanrı yarattıysa yine aynı soruyu sormak gerek: Madde nereden geldi veya nasıl oldu? Başka Tanrılar ve onlara ait Varlık alanlarını olasılığı vardır. Ancak eğer Tanrılar kendi varlık alanlarının dışındaki alanlara müdahale edemiyorlar ise –ki Kur’an bunu reddetmektedir- o halde “Maddenin kopyalanmış olması” ihtimali de ortadan kalkıyor. Eğer yoklukta bir Tanrı varsa ve bu Tanrı’nın her şeyi yapabilecek gücü varsa –ki biz öyle kabul ediyoruz- o halde maddeyi de üretmiş olması düşünülebilir. Ancak burada da bir problem vardır: Kur’an ın bize verdiği bilgilere göre kainatın üretiminde veya oluşmasında Allah’ın katkısı yoktur. O sistemi var etmiştir, yani tasarlamıştır ve kainat da bu sisteme göre oluşmuş veya oluşturulmuştur. Böyle ise, Tanrı’nın doğrudan maddeyi üretmiş olması da düşünülemez. Geriye bir tek seçenek kalıyor: Enerji füzyonu veya buna benzer bir şey. Yani, Tanrıya ait bir enerji parçacığı, yokluk içinde bir şekilde soğuyarak ve dönüşerek maddeyi oluşturdu diyebilir miyiz? Eğer böyle ise, Sistemi de anlamamız bütünüyle mümkün olabilir. Vesselam

hakansarilar
06.08.2012
01:44

Tanrı'nın ol diyerek oldurması için maddeye ihtiyacı yoktur. Üstadın bahsettiği 01 lerden benim anladığım belki de maddenin hiç olmadığıdır. Çok bilinen bir örnektir. Havuzdaki beyin hipotezi. Eğer o beyne giden sinirleri kontrol edebilirsek ve çeşitli sinyalleri iletebilirsek, mesela görme merkezine duyma merkezine sinyaller gönderebilirsek, o beyin gördüğünü, duyduğunu ya da dokunduğunu varsayarak tepki vermeye başlar. Çünkü madde dediğimiz beynimize gelen tek tür sinyalin hangi merkeze gidiyorsa orada işleme tabi olması ve o işlem sonucunda beynin tepki vermesinden ibarettir. Varlık alemi dediğimiz ilahi bir bilgisayar programından ibaret olabilir. Belki sadece ruhuzdur.(Buradaki ruh sizin tanımınızdaki değil geleneksel tanımdaki ruhtur.) Tasavvufa göre kalu belada ruhlar yaratılmıştır ve ben sizin rabbiniz değil miyim? Sorusu sorulmuştur. Herşey birmiştir. Cevaplar verilmiştir. Rabbimsin diyen Rabbini bilen imtihanı geçmiştir. Belki "Ol" emri bu kalu beladan ibarettir. Madde yoktur ve bize sandırılmaktadır. İlahi program gelmiş ve gelecek bütün ruhlara uygulanmıştır ve Tanrı sonucu bilmektedir. Zamandan münezzehtir. O halde kendi "bilgisayar" programında anlamlı olan zamanın başını ve sonunu görmektedir. Allah Adem'e isimleri öğretti. Yani ademoğluna... Bütün bildiğimiz bundan ibarettir. Maddeyi öğretti talim ettirdi. Göstermedi. Duyurmadı. Öğretti. Bu da bana bilgisayar programlarını hatırlatıyor.

hakansarilar
06.08.2012
01:50

Fazla mı "Matrix" oldu bu? Benzer yorumu daha önce de yaptığımı hatırlıyorum. Dejavu değildir umarım.

Sam Adian
06.08.2012
07:26

Sayın Sarılar Elbette Tanrı’nın oldurması için maddeye ihtiyacı yoktur. Matrix kuramı klasik düşünürlerin üzerinde çok çalıştıkları bir konudur ve zaten bunun mümkün olamayacağı da kanıtlanmıştır.

Sanallık, yani sizin havuzdaki beyin dediğiniz şey mümkün olmakla birlikte varlık alanının bir yansıması olmalıdır. Ancak her şey beyinde olup biitiyor olsaydı, mesela bizim seyahat etmek için araçlara ihtiyacımızın olmaması gerekirdi… Ancak söylediğiniz yöntem zaten kullanılan bir yööntemdir. Şeytanın işlevi iletişim kanallarına parazit yapmaktır. Yoksa şeytanın doğrudan müdahalesi söz konusu değildir. İlahi program zaten vardır, her şeyin bilgisinin yazılı olduğu şey, ilahi programın kendisidir. Bütün her şey bu program çerçevesinde olur. Ancak programın çalışabileceği bir araç olmalıdır. Bu da varlık alanıdır. Tanrı’nın başını ve sonunu görebiliyor olması bir tahayyüldür. Yoklukta varlık üretebildiğine gore, varlık alanını da kuşatıyor olmalıdır. Zaman zaten göreceli bir kavramdır. Bu sadece zamanın değişkenliği manasında değil, “negatif zaman” da olabilir. Ancak Kayahan diyor ki, “ben nasıllarla ilgileniyorum” yani bir gerekçesi var. Tanrı da Neden ve sonuçlarla var ediyor. Kur’an da da böyledir. Mutlaka bir neden ve sonuç ilişkiisi vardır. “Ol” denilen şeyin hemen olmayıp zamanı geldiğinde olması bunu kanıtlar. Yani hiç bir şey sanal değildir. Bunun olabilmesi için fiziksel bir varlık alanı olması gerekir. Bu yüzden de madde olmalıdır. (zaten vardır) Kalu bela ile ilgili söyledikleriniz sistemin mantığına uygun değil. Eğer öyle olsaydı “deneyimleme”nin bir değeri ve anlamı olmamalıydı. Bu mutlak kaderci yaklaşımın bir ürünüdür ki bana gore “kader yoktur” (Müesses manada algılanan kader yoktur) Karagüllenin de bu manada bir “matrix” algısı var gibi görünüyor. Yaptığı bir yorumda “iinsan da zaten bir resimden başka bir şey değil” demişti. Tanrının bilinmesi için de her açıdan çekilmiş resimlerin tezahürü olarak ifade etmişti. Bana gore her ikisi de doğru değildir. Eğer böyle olsaydı, Tanrı’nın bize veridiği yeteneklerden yola çıkarak O’nu bulmuş olmamız gerekirdi. Veya bulabilecek olmalıydık. Holografik izdüşüm Kur’an ın da tariff ettiği bir şeydir. Ancak bu fiziksel alandaki bir durumdur ve zaten fizikseldir. Ama Tanrı’yı bilme şansımız yok. Bizim aradığımız şey, maddenin nasıl oluştuğudur. Belki bundan sonra Kader kavramını tartışmak gerekir ama öncesinde mutlaka “madde nereden geldi” sorusuna cevap bulmak gerekir.

Vesselam

Sam Adian
06.08.2012
07:37

Ben niçin “madde, Tanrı’dan ayrışmış bir enerji parçacığının soğuması sonucu” oluşmuş olabilir diyorum? Birincisi, Varlığın O’ndan geldiği Kur’an ın ifade ettiği bir husustur. Ikincisi, Fizikten biliyoruz ki, “hiç bir şey yok olmaz” Madde enerjiye dönüşür veya tersi olur. O halde Madde’nin kaynağının Tanrısal olması gerekir. Çünkü Tanrı, var olmasını dilediği hiç bir şeyi yok etmez. Ama Tanrı’nın dilemediği bir şey de olmaz. Yani Tanrı bir şeye “ol” diyorsa bu şey yine kendi koyduğu kurallara gore olur/olmalıdır. Ama biz “ruhlar alemi”nde de değiliz. Yani yoklukta değiliz. Çünkü Varlığın tamamen gerçek olduğu da yine Kur’an ın açıkça ifade etitği bir konudur. Bu gerçeklik sanal değildir.

hakansarilar
07.08.2012
01:51

madde vardır ama Allah'ın varlığıyla karşılaştırıldığında yoktur. Varlığı(madde) neye göre tanımlayacağız? Kainat "ol" demeden önce sadece Allah'ın bilgisi içerisinde bir bilgi değil miydi? Kesin konuşmayı sevmem. Çünkü bildiklerimiz hep nisbî bilgilerdir. Bizim duyularımızla algıladığımız maddi dünya yine maddi olan melekelerimizle bilgiye dönüşüyor. Biz Tanrı katından bakmıyoruz ki... İşte algımız kadar sonuçlar üretiyoruz. Maddeyi maddeyle açıklamaya çalışıyoruz. Aslında beyin de yok (havuzdaki beyin!) Tabi Allah'ın varlık durumuna göre... Tanrı yokluktadır diyorsunuz ben de diyorum ki hayır biz yokuz. Hayy olan odur. Evrende "var" olan herşey Tanrı'nın sonsuz gücünün tecellileridir. En büyük tecelli hali ise insandır. Bu anlamda Evet insan bir resimdir. Hayy'a göre bir resim olması onun iradesi olmadığı anlamına gelmez. Kainattaki bilinci temsil ediyoruz. Kararlar veriyoruz. Kayahan Tanrı'yı anlayarak başlamalıyız dedi, Siz maddeyi anlayarak başlamalıyız dediniz. Ben maddeyi "Allah'ın Hayy durumuna göre" tanımlamanın ihtimallerinden birini yazdım. Bütün ihtimaller masanın üzerinde durmalıdır. Zaman ve bilgi masanın üzerini doldurmaya devam edecek. Varlık alemi Allah'ın isim ve sıfatlarının belirti yeridir diyoruz. Tabi ki şunu da ekliyoruz: Asla kendisi değildir. Kendisine kıyasla yok hükmündedir. Mesela ben Kahayan beyin Alabaş Koca'dan aktardığı önermeyi yani devlete yüklediği anlamı tam da böyle anlıyorum. Eskiler "halkın reyi, hakkın reyidir" derlerdi. Halk yani tek tek insanlardan oluşan büyük resim. Devlet o reyin meydana çıktığı şimdilik en girift insan yapısı olan kurum. Onun alternatifi, şirketlerdir bana göre. Yani devlet şirketlerin hayal ettiği dünyanın önündeki en büyük engeldir. Bu anlamda hakkın reyini temsil eder. Şirketler hakimiyetinin günümüzdeki örneği ABD'dir. ABD şirketlerin hayal ettiği hakimiyeti tesis etmeye çalışıyor. Çıkarların makzimizasyonu için, Allah'ın halifesi olan insanı "sadece tüketen" bir mekanizma haline getirmeye çalışıyor. Devlet organizasyonu insanın buna cevabıdır. Herşeyin mükemmel olması ve devletin tarifindeki gibi olması elbette düşünülemez. En azından şu zaman dilimde. Fakat henüz ondan daha üst bir organizasyon da ortada yok. Bu organizasyon u anlamda Allah'ın yeryüzündeki tecellisidir diyebiliriz. Fakat buradaki temsil de netice itibarıyla Allah'ın halifesi olan insanın yetki devri üzerindendir. Yetki insandadır.

Konuyu dağıttım. Sadede dönersek iki şey daha eklemek istiyorum. Birincisi, "Madde, Tanrı'nın ayrışmış bir enerji parçacığının soğuması sonucu oluşmuş olabilir" diyorsunuz. Buna göre madde Tanrı'nın devamıdır. O halde yok olmayacaktır. Ben buna çok ihtiyatlı yaklaşıyorum. Çünkü yaratma fiili anlam daralmasına uğruyor. Dönüştürme haline geliyor. Öte yandan Allah sınırlanıyor. Tarifi büyüklüğü mümkün hale geliyor. "Şey" sınırlıdır. "Yoklukta varlık üretebildiğine göre..." diye başlayan cümlenizle nasıl uyumlu hale getirebiliyorsunuz.

İkincisi kalu bela ile ilgili söylediklerim deneyimlemenin ve hatta sınanmanın önünde niçin engel olsun. Tam da onu anlatıyor. Program; olaylar karşısındaki niyetlerimizi, kararlarımızı anlamak üzere maddi dünya adlı bir kısa programa tabi tutuyor. Oku atmamızı bekliyor. Hedefe ulaştırıp ulaştırmamamızla ilgilenmiyor. O büyük programda belirlidir. Yani belki de böyledir. Doğruyu Allah bilir. Rahmetli babaannem bir hadis söylerdi. Peygamber efendimize ölüm nedir? diye sormuşlar O da "İnsanın dünya uykusundan uyanmasıdır" demiş.

Reşat Nuri Erol
07.08.2012
07:46

"KÂİNAT ALLAH'IN BEDENİDİR"

ÜSTAD

Sam Adian
07.08.2012
10:18

Sayın Sarılar

Kainata “ol” komutu verilmesi öncesinde Tanrı’nın nasıl bir tasarım yaptığını bilme şansımız yok. Onun planını bilmemiz mümkün değil. Biz ancak, “ol” emri sebebiyle bu emrin kurallarına bakarak olan biteni anlayabiliriz. Bu nedir, kaninatın oluşum kurallarıdır. “biz her şeyi bir kitapta yazdık” diyorsa bu bilinebilir bir şeydir. Bu kurallar her şeyi içerir. Neyi içerir, bildiğiniz ve bilmediğimiz her şeyi. Yani varlık alanında olan her şeyin bilgisini içerir. Çünkü Tanrı, bunu yazdığını ve bu bilgiyi varettiğini söylüyor.

Biz Varlık alanındayız, dolayısıyla maddi alanda “somut” açıklamalarımız olmalı. Çünkü Tanrı böyle olduğunu da söylüyor. Varlık alanında üretilmiş bir varlığın yokluğu tahayyül edebilmesi veya bilebilmesi mümkün olmaz. “Beni rey edemezsin” ifadesinin dayanağı da budur aslında. Yokluğu göremezsin, sen varlıktasın, varlığın bir parçasısın demektedir. Biz ancak var olan şeyleri algılayabilir ve görebiliriz. Ve sadece varlığı şekillendirebiliriz. Çünkü yokluğun nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz, bunun bilgisi yoktur.

Evrende var olan her şey Tanrı’nın tasarımıdır ve nihayetinde onun eseridir. Ancak “hayat” bize mahsustur. Yani varlık alanına aittir. Tanrının “hayata” ihtiyacı yok çünkü onun yaratıcısı da kendisidir. Tanrı’yı Hayy bir varlık olarak düşünmek imkansızdır. Eğer böyle düşünülebiliyorsa, onun nasıl yaşadığını da açıklayabiliyor olmak gerekir.

Araf 11 ve diğer bazı ayetlerde de ifade edilidiği gibi, insan ve buna bağlı Adem ve Beşer üretilmeden once “ol” emri gereği bu varlıkların sistemde “tasarlandığı” resmedildiği ve bu mimari tasarıma gore üretildikleri açıkça anlaşılıyor. Hal böyle olunca “insanın veya beşerin resim”den ibaret olduğunu söylemek muhaldir. Resmedilen şey, varlığın mimari projesidir. Bu da Ayetlerde açıktır.

Kainatın biilincini temsil ettiğimiz fikri bana oldukça uzak görünüyor. Biz sadece kendi standartlarımızda, bizim için tasarlanmış olan kurallar çerçevesinde gelişimini sürdüren varlıklarız. Bilinç ve şuur aslında ba’as süreci ile ilgilidir. Biz ancak evrensel bilinçten faydalanabilen varlıklar olabiliriz. Daha ötesini düşünmek zor.

Varlık Alemi denilen şey, Tanrı açısından bakıldığında çokça kayda değer bir alan işgal etmez. Bu konuda ayetler son derece açıktır. Varlığın üretilmesi oluşturulması süreci anlatılırken bunun aslında tabir yerinde ise “çok basit” olduğu açıkça ifade edilir. Varlık alanını düşünürken bu alanın nerede olduğunu da düşünmek lazım. Yokluk varlığın içinde midir yoksa varlık yokluğun içinde midir? Kur’an bu konuda da ipuçları vermektedir. Buna gore varlık küçük bir alan olmalıdır ve yokluğun içindedir. O halde yokluk daha kapsamlı ve büyüktür. Bu mantıklıdır çünkü Tanrı her şeyi kuşatan olduğuna gore, varlıktan daha büyük olmalıdır.

Devlet tasarımı ile ilgili değerlendirmelere katılmıyorum. Bu yapının resmedilmesi Tanrıyı şekillendiren bir yaklaşım gibidir. Bu benim için kolay anlaşılabilecek bir şey değil. Ben Tanrı’yı şekillendiremiyorum. Onun izlerine bakarak onu tahayyül edemiyorum. Edebilen varsa bu konuyu onlardan dinlemek daha yerinde olur.

Madde Tanrı’nın devamı mıdır? Bu oldukça iddialı bir ifade olur ancak Madde denilen şeyin tanrısal nitelik taşıdığı açıktır. Kur’an da “yok oluş” kavramı yoktur. Buna gore hiç bir şey yok olmayacak. Buna karşılık bir dönüşüm olacağı da ısrarla ve defaatle üzerinde durulan bir durumdur. Hiç bir şey yok olmuyorsa süreklilik vardır demektir. Bu da Tanrısaldır.

Kur’an da kullanılan ve “yaratma” olarak algılanan kelimeleri dikkatle incelemek gerek. Bütün üretimin bir “dönüşüm” olduğunu Kur’an bize açıklıyor. Toprağı alıp insan üretiyorsunuz, maddeyi alıp evreni üretiyorsunuz vs. Yani her şey bir dönüşümden ibaret. Olmayan bir şeyden üretilen veya yapılan hiç bir şeyden söz edilmez. Bunun da önemli bir nedeni vardır aslında. Çünkü Madde oluşup bir program yazıldıktan sonra varlığın oluşturulması “Tanrı”nın bizatihi kendisinin yaptığı bir şey değildir. Sadece Tanrı’nın programına gore üretilmiş, dönüştürülmüş şeylerdir. Bu da Kur’an ın bilgisidir.

Yoklukla varlığın oluşumunu isteyen Tanrı’dır ancak bundan sonra üretimi de doğrudan kendisinin yaptığını düşünmek akli de değildir. Varlığın kendisi, varlık içindeki varlıktan daha büyüktür. Dolayısıyla Tanrı’nın küçük işlerle meşgul olduğunu düşünmek de muhaldir. Zaten ayetler bunun böyle olmadığını açıkça ifade ediyor.

Kalu bela konusu ayrı biir konudur. Bu aslında Tanrı’nın “ol” emrinin gereği olan sistemdir. Bundan sonra olup bitenler sisteme göredir. Müesses anlayış açısından sistemin eylemleri de belirlediği varsayımı çıkarıldığı bir vakıadır. Bu ayrıca tartışılması gereken bir konudur.

Son olarak “Kainat Tanrı’nın Bedenidir” iddiası önemlidir ve kanıtlanmalıdır. Bana gore böyle düşünmek hafsalamızda olmayan bir şeydir.

Eğer böyle ise, “Tanrı bedenini yaşatmaya mı çalışıyor?”

Bir kere Varlık alanında “TANRI BILGISI YOKTUR”. Tanrı’nın varlığı onun izlerinden ulaşılan bir sonuçtur. Beşerin bilgisinde de yoktur. Arkadaşlar iddiaları dile getirirken Kur’an a bakma gereği duymuyorlar sanırım. Ben Allah’ın sıfatları ile ilgili birkaç örnek gösterdim ama kimse bunun üstünde durmak istemiyor anlaşılan. Ama hakikat şudur ki, Bu sıfatlar Aynı zamanda Allah’ın sıfatları olmakla birlikte başka şeylerdir. Bu sıfatlar Allah olmadığı gibi, yaratılış kuramı içerisinde bu sıfatların her birinin bir görevi oluduğu da anlaşılıyor. Musa Rab ile konuştu. Allah aynı zamanda Rabdir ama Musa’nın konuştuğu Rab Allah değildir. Allah aynı zamanda Rahmandır ama Rahman arşa istiva edebiliyorsa bu Allah değildir.

Vesselam

hakansarilar
08.08.2012
01:20

Harun kardeş! kulakların çınlasın. İnsan çeşitli denemelerden sonra çok Tanrı'dan tek olana yaklaşınca elçiler gelmeye başladı fakat o ilk deneyimlerimiz hiç peşimizi bırakmadı demiştin ya; el-hak ben bunu anlamaya başladım.

Sn Adian, isterseniz panteonu hazırlamaya başlayalım.

"Kelime"ye sizin daha önce başka mana verdiğinizi hatırlıyorum. O manayı esas alırsak Rabb(bence Tanrı'dır) kendi programını harekete geçirip, Musa'nın dizilimini dinler hale getirmiş olabilir. Duymak kulaktaki sinirlerin beyne sinyaller göndermesi değil miydi?

ElHayy ezeli ve ebedi diri olan manasıyla, "dünya hayatını" anlatmaz kanaatini hala muhafaza ediyorum. Fakat ona döndürülmek olacağına göre, Tanrı'ya ait bir şeyin de bu dünyada olduğunu kabul ediyorum. Ben buna ruh diyorum. Siz enerji parçacığını bu manada kullanıyorsanız evet aynı şeyi söylüyoruz. Fark şurada: cansız varlıkların ve insan dışındaki canlıların ruhu var mı? Var dediğimde sizin yoğuşan enerji açıklamanızla arada fark kalmıyor.(Ya da Tanrı'nın bedeni açıklamasıyla.) Ben ruhun bilinçle alakalı olduğunu düşündüğüm için, insana verilmiş bir Tanrısal enerji ya da onun gibi bir şey olduğunu sanıyorum. Maddeyse Tanrı'nın durumuna göre yokluktur. Gölge gibidir diyorum. Madde Tanrı'ya döndürülmeyecek. Bilgilerim bu çıkarımı yapmama sebep oluyor. Ya da daha doğrusu "ol" emrinden önceki haline dönecek. Şu andaki bilgilerim ışığında "Tanrısal bilgiye" dönecek diyorum. Sonra düşünüyorum: Acaba yine "ol" diyecek mi? ya da daha önce dedi mi?

Sam Adian
08.08.2012
04:25

Sayın Sarılar Özdemir’in önermesi, dünya düzleminde düşünülebilir ama “Tek Tanrı” kavramı ilkel organizmalarda da vardı. Kelime için “anlamlı dizilimdir” demiştim. Ruh tartışmaları esnasında, Ruhun bir varlık olmadığı, onun bir yöntem olduğunu söylemiştim. Kelimenin ruh ile ilka edildiği ifadesi bunu kapsıyordu. Bu biraz farklı bir konu, Rab kavramını ben henüz yazmadım. Ama burada kısaca ve tek cümleyle ifade etmek gerekirse Rab Allah değildir. Rab sistemin işletmenidir. Terbiyeci olması bu sebepledir. Elbette Rab da Allah’a aittir çünkü her şeyde olduğu gibi onun dilediği bir şeydir. Musa’yı dinleyen de Rab idi. Ayet açıktır. Bir kere Allah’ın doğrudan “yaratılmış veya üretilmiş” varlık alalında bulunanlar ile iletişim kurması muhaldir. Varlığın O’nu duyması veya anlaması veya hissetmesi nasıl mümkün olabilir? Eğer böyle ise, Tanrı'da varlık alanındadır ve bizim onu rey edebiliyor olmamız gerekir. Kaldı ki, bu Tanrı’nın bir zaafiyeti anlamına da gelir. Üretirken sadece “dilediği” ancak üretimine karışmadığı bir varlık ile niçin Tanrı doğrudan muhatap olsun? Bu algı aslında Beşer’in kendisini Tanrı’nın vekili sayma alışkanlığından ileri geliyor. Varlık alanında kavramları tanımlarken veya yerine koyarken somut tanımlarımız olmalıdır. Çünkü varlık alanı somuttur. Ruh dediğiniz şey Varlık alanındaki bir varlık ise bu da tanımlanabilir bir şey olmalıdır. Tanımlanabilen bir şey, veya varlık alanındaki bir şey ise Tanrı olamayacağı gibi, onu temsil de etmez. Ben enerji parçacığı dediğim şeye Ruh diyemem. Çünkü ruh sadece bir araçtır. Enerji parçacığı dediğim şey, maddenin yapıtaşını oluşturan şeydir. Madde onun üzerine geliştirildi. Her varlığın cansızlar da dahil olmak üzere bir programı var tabii. Ama bu Ruh değildir. ASlında Kur’an da Ruh kavramı tanımlanıyor. Sadece kelimeyi dawnload eden bir araç değil, bu konuuyu yazmıştım. Vahiy de bunlardan biridir. Vahiy de Ruh ile mümkün olmuştur. Maddenin Tanrı’ya gore yokluk olduğunu söyleyebilmek için Tanrı’yı tanımlayabiliyor olmamız gerekir. Ama elbette Tanrı için bir beden tahsis edebilenler bunu yapabilirler. Bir şeyi tanımlayabiliyorsak bu vardır ve varlık alanındadır. Tanrı hariç. O’nu tanımlayamıyoruz ama elimizdeki bilgilerden ve onun izlerinden biliyoruz. Yani madde bir varlıktır ve varlık alanının başlangıcı olsa bile varlık alanındadır. Ol emir ise varlıktan öncedir. Her şey buna gore şekillenmiştir. Bu emri ortadan kaldıracak bir bilgi olmadığına gore geçerlidir ve varlık da buna gore şekillenerek gelişmesini sürdürmektedir. Bu emir sadece başlangıç için değil, bütün süreci kapsar. İkinci bir Ol emri için varlığı yok etmek gerekir. Vesselam

Harun Özdemir
08.08.2012
09:48

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ Ve Musa, bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisiyle konuşunca; -"Rabbim, bana görün sana bakayım!” dedi. -“Beni asla göremezsin ama şu dağa bak. O yerinde durabilirse sen de beni görebileceksin” dedi. Rabbi dağa tecelli edince onu parça parça etti ve Musa baygın vaziyette yere yığıldı. Kendisine gelince de; -“Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim, tövbe ettim sana ve ben, inananların ilkiyim” dedi. (A’râf-143) Mr. Adian çılgın şeyler yazmaya devam ediyor.

Ahmet’in 100’den fazla sıfatı olabilir. Öğretmen, yazar, tv yapımcı, sunucu, senarist, politikacı, aile reisi, uzun boylu, şişman, hasta… falan. Ahmet okulda öğretmen, TV’de sunucu, gazetede köşe yazarı ise Ahmet’in kaç tane bedeni vardır? Çocuklar öğretmen, okuyucular yazar, izleyiciler de sunucu olarak biliyorlarsa sizce Ahmet’in kaç bedeni var ki, sıfatlarını Ahmet’ten ayrı düşünelim.

Ahmet “bir” varlıktır ama sıfatları “çok”tur.

Allah Musa ile mikatta mukavele yaparken Rab sıfatıyla, yani eğitmen sıfatıyla konuşmuştur. Allah’ın sıfatları Kuran’da belirtilmemiş olsaydı, Mr. Adian’ın spekülasyon yapma hakkı olabilirdi. Bunlar bilinmesine rağmen “Allah’ın yaratılmışlar alemiyle ilişkisinin olması muhaldir” demesi de üzerinde düşünülmemiş bir yargıdır!

Kuran’da doğrudan “Allah” lafzının geçtiği ayetlere bakıldığında –demek ki hiç bakılmamış veya bakılmış da görülmemiş- sonradan yaratılan varlıklar ile birlikte konu edinilmiştir.

Siz hangi Kuran'ı okuyorsunuz, ondan birkaç ayet numarası verebilir misiniz, Allah o ayetlerde varlıklarla bir ilişkisi olmasın!

Bektaşi'nin zat-sıfat tartışması yapan kelamcılara dediği gibi "Yok diyeceksiniz ama diliniz mi varmıyor?"!!!

Bu arada çok Tanrılı dinler dönemi diye tasnif edilen ama enim katılmadığım bir inanış çağı var: Allah'ın sıfatlarının kentler arasında paylaşıldığı dönem, Sümer kentleri gibi... Yeri değil ama bu konular yeni değil ve en uç noktalarıyla yeteri kadar speküle edilmiştir.

Musa ile konuşan Rabdir!” ne demektir? Rab, Allah’tan ayrı bir varlık mıdır, değilse zat sıfat ilişkisini nasıl anlamak gerekir? Ahmet örneği üzerinden yanıtınız nedir; yoksa, sizin daha iyi bir örneğiniz mi var, onu lütfedin!

Amaç bir görüşü speküle mi etmektir yoksa cahilliği mi gidermektir? Amaç bilinmeyene ulaşmak ise söz konusu ayette tartışılacak çok ilginç noktalar var; onları gündeme getirebilirsiniz? İsterseniz her bir kelimeye dikkatle bakın! Edatları da unutmayın!

Sam Adian
08.08.2012
18:26

Dear Mr. Ozdemir Bildiğiniz gibi, Rab Kelimesi: Arapça r-b-b kökünden türemiştir, 'rabbe' fiilinin anlamı: İnsanların başbuğu, idare edeni olmak. Başa geçmek, bir şeye malik olmak, bir şeyi toplamak, çocuğu besleyip yetiştirmek, bir şeyi tamir, ıslah etmek, nimeti artırmak, fazlalaştırmak. 'Rabb' şeklinde isim olarak: Efendi, Sahip, mürebbi, düzene sokan, Tedbir eden, nimet veren anlamlarına gelir. (mesela rabbül beyt gibi) Yine bildiğiniz gibi, Rab kelimesi Kur'an'da fiil halinde kullanılmamaktadır. Yalın ve bir sıfata bağlı haliyle 'benim Rabbim, senin Rabin, Onun Rabbi gibi, izafet halinde, çoğul haliyle 'erbab' şeklinde, 'Rabler' anlamında ve 'Rabbin taraftarları' anlamında 'rabbaniyyun' şeklinde kullanılmaktadır. Yine bildiğiniz gibi, Kur’an da hiçbir kelime bir başka kelime ile aynı manada kullanılmamaktadır. Rabb kelimesi Allah’ı isimlendirdiği halde, Esma-ül hüsna’dan değildir. Bu yönde rivavetler ve tartışmalar da vardır. İbn Hacer yaptığı listeye bunu da eklemiştir. Ama buhari ve Tirmizi rivayetlerinde bu yoktur. Bahse konu Ayet’e gelince: 1. “Mîkâtinâ” bu kelime çoğul kullanılmaktadır. Buna göre “kimlerle sözleşmiştir”? 2. “mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu” (…fe lemmâ tecellâ rabbuhu…) sözleştiğimiz yerde onun rabbi ile konuştu…. (bizimle sözleşti ama rabbi ile konuştu!!) Kimle sözleşti? Niçin sözleştikleri ile değil de “onun Rabbi” ile konuştu? Onun Rabbi kim? Şimdi diyorsunuz ki: “Allah Musa ile mikatta mukavele yaparken Rab sıfatıyla, yani eğitmen sıfatıyla konuşmuştur.” Bu bir yorumdur. Buna göre Rab Allah’tır, dolayısıyla konuştuğu da Allah olmalıdır. Ama bu sizin görüşünüzdür, veya böyle düşünenlerin görüşüdür. Benim çekincelerim vardır. Kur’an da hiçbir kelime bir diğeri ile aynı manada kullanılmıyor ise, Rab Allah’tan başkadır. Benim buna verdiğim bir cevap var idi, bu yani RAB kavramı dolaylı olarak Allah’ı işaret etmekle birlikte, bir olgu olarak sistemin yöneticisi, işletmenidir. Bu sonuca şuradan varıyorum: Allah, varlık dünyasında kendisi ile ilişkilendiridği ifadeler kullanıyor olmakla birlikte, üretim yani varlığın oluşturulmasının farklı şekilde gerçekleştiğini biliyoruz. Varlığın oluşumu da “ol” emrinin gereği ise ve bu da bir program çerçevesinde ise, bu programın bir işletmeninin olması da kaçınılmaz olur. Bizi yönlendirdiği şey de zaten budur. Genel olarak Kur’an dan benim anladığım bu şekildedir. Siz başka türlü düşünebilirsiniz. Önermeniz, yani Ahmetin 100 civarında sıfatının olması çok uygun düşmemiş kanaatimce. Ahmet öğrentmendir. Önermesi doğru olabilir ancak Mehmet de öğretmen olabilir. Bu durumda Öğretmen kimdir? Yani öğretmenlik sıfatı’nın sadece Ahmet’e ait olduğunu kanıtlayacak hiçbir delil yoktur. Dolayısıyla ahmetin sıfatlarının çok olması bu sıfatlara mehmetin de sahip olmadığı anlamına gelmeyeceği gibi, ahmetin birden çok olduğu anlamına da gelmez. Burada şu sorulabilir: Rab nasıl bir varlıktır? Ben bunu bir varlıktan çok bir “olgu” olarak anlıyorum. Dolayısıyla bir şekil vermek de gerekli değil. Rab kavramının Allah’tan ayrı olması, dolaylı olarak onun iradesi sonucu oluşmuş veya geliştirilmiş bir olgu olması gerçeğini de değiştirmez. Ancak, beşerin doğrudan Allah ile muhatap olması fikri de bana mantıklı gelmiyor, bunun için delilim yok. Ayrıca ayete verdiğiniz manada “seni noksan sıfatlardan tenzih ederim” şeklindeki ifadenizin karşılığı olan kelimeyi bulamadım. Kasdettiğiniz “subhaneke” kelimesi ise bu başka manadadır. Elbette sizin bu konuda daha ileri düzey değerlendirmeleriniz varsa bunları dinleriz. Ancak, kelamın bu konuda ürettiği cevaplar da beni tatmin etmiyor. Kelamın tanımlamalarında boşluklar çok fazla. Vesselam.





Son Eklenen Makaleler
Sam Adian
AN IMPORTANT EXPLANATION
28.05.2024 324 Okunma
Sam Adian
FUNCTIONAL CONCEPTS - 1
3.10.2020 3051 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAKCA - 30
15.06.2017 4400 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - DONUSUM VE YENI DUNYA DUZENI - 29
15.06.2017 2786 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISAT VE HUKUK - 28
14.06.2017 3122 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - UYGULAMA - 27
13.06.2017 2593 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI EVRIM - 26
12.06.2017 4302 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI DENGELER/REFAH TOPLUMU 25
11.06.2017 3872 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - BUYUME VE ETKILER - 24
10.06.2017 5954 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - YAPISAL ANALIZ - MAKRO/MIKRO - 23
9.06.2017 4301 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SERBEST TICARET ve PIYASALAR - 22
8.06.2017 3770 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TUKETIM - 21
7.06.2017 3814 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - FIYAT ANALIZI / Ucret, Fiyat, Para 20
6.06.2017 6994 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - URETIM VE ISHLETME - 19
5.06.2017 4284 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE DOĞAL KAYNAKLAR, 18
4.06.2017 5491 Okunma
1 Yorum 05.06.2017 09:35
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAK VE YATIRIM YONETIMI - 17
3.06.2017 3214 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI YONETIM SISTEMI - BANKA - 16
3.06.2017 3864 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI FAKTORLER - 15
2.06.2017 12372 Okunma
3 Yorum 03.06.2017 14:51
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI PARAMETRELER - 14
2.06.2017 4674 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KARZ-I HASEN / YATIRIM FONU - 13
31.05.2017 4467 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - INFAQ - TASARRUF MEVDUATI - 12
31.05.2017 4157 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - ZEKAT - IKTISADI YONETIM SISTEMI - 11
30.05.2017 6811 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE/C - MEKANIZMALAR 10
29.05.2017 6633 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / B- KOORDINASYON 9
29.05.2017 4685 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / A - 8
29.05.2017 6433 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SADAKA : KAMU MALIYESI - 7
27.05.2017 4781 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE MULKIYET - 6
27.05.2017 4426 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - RIBA - BIR OZGURLUK DOLANDIRICILIGI 5
27.05.2017 4636 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TARIHSEL YANILGILAR - 4
27.05.2017 4219 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 3
25.05.2017 5053 Okunma
1 Yorum 26.05.2017 00:55
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 2
24.05.2017 3585 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 1
24.05.2017 4153 Okunma
Sam Adian
BIRKAÇ NOT
15.01.2014 7871 Okunma
4 Yorum 25.07.2014 16:22
Sam Adian
AKEVLER - 4
8.02.2013 5539 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 3
8.02.2013 6630 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 2
7.02.2013 5133 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 1
7.02.2013 5537 Okunma
Sam Adian
DÜZEN MESELESI ve AKEVLER
3.02.2013 6529 Okunma
1 Yorum 06.02.2013 22:28
Sam Adian
KIYAMET GÜNÜ.....
21.12.2012 7091 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 00:43
Sam Adian
ARASAT'TAN BIR ARSA
18.12.2012 4855 Okunma
Sam Adian
YUNUS-NUH : Mitolojiden Vahye
13.12.2012 12296 Okunma
4 Yorum 14.12.2012 14:59
Sam Adian
El-Lehu, Lehu ve Mülkiyet
9.12.2012 7570 Okunma
1 Yorum 12.12.2012 11:42
Sam Adian
FINANSMAN MESELESI VE ZEKAT
8.11.2012 27270 Okunma
46 Yorum 28.05.2024 13:53
Sam Adian
MÜLKIYET MESELESI ve DÜZEN
6.11.2012 7823 Okunma
7 Yorum 21.11.2012 17:28
Sam Adian
SLT NEDIR?
3.11.2012 9641 Okunma
2 Yorum 04.11.2012 00:19
Sam Adian
Ve MUKADDERAT...
14.10.2012 6353 Okunma
Sam Adian
KARAGÜLLE FELSEFESİ.....
13.10.2012 7731 Okunma
8 Yorum 23.10.2012 03:34
Sam Adian
... VE NIHAYET RAB
12.10.2012 5591 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 01:06
Sam Adian
IŞLEVSIZ TANRI...!
9.09.2012 15369 Okunma
43 Yorum 28.05.2024 14:10
Sam Adian
RUBUBIYET....
6.09.2012 6768 Okunma
2 Yorum 12.10.2012 11:34
Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012 12328 Okunma
24 Yorum 05.09.2012 10:43
Sam Adian
.... VE TANRI! - 3
15.08.2012 6503 Okunma
1 Yorum 15.08.2012 21:16
Sam Adian
.... VE TANRI! - 2
13.08.2012 7070 Okunma
6 Yorum 14.08.2012 03:44
Sam Adian
.... VE TANRI! - 1
12.08.2012 7021 Okunma
10 Yorum 14.08.2012 07:50
Sam Adian
RAMAZAN ve TARIH
11.08.2012 12197 Okunma
Sam Adian
ORUCUN FAZILETLERI....
9.08.2012 7164 Okunma
4 Yorum 13.08.2012 13:58
Sam Adian
TANRI'NIN BEDENI....
2.08.2012 7675 Okunma
13 Yorum 08.08.2012 18:26
Sam Adian
MATERYALIST NIKAH
22.07.2012 5681 Okunma
2 Yorum 24.07.2012 03:40
Sam Adian
CINSELLIK VE AKIT
19.07.2012 8174 Okunma
11 Yorum 30.07.2012 06:11
Sam Adian
BIR EYLEM OLARAK ZINA
14.07.2012 34676 Okunma
25 Yorum 28.05.2024 13:42
Sam Adian
UTANMAZLIK ZINA MIDIR?
13.07.2012 14393 Okunma
16 Yorum 14.07.2012 21:14
Sam Adian
HADIM'DAN ZINAYA
12.07.2012 11503 Okunma
18 Yorum 13.07.2012 10:00
Sam Adian
EN IYI ANAYASA YAZILI OLMAYANDIR.....
7.07.2012 13601 Okunma
35 Yorum 28.05.2024 14:26
Sam Adian
YARATILIŞ VE DÜZEN
3.06.2012 5025 Okunma
Sam Adian
ADEM VE TOPLUMU - 1
4.05.2012 7071 Okunma
3 Yorum 04.05.2012 15:03
Sam Adian
YARATILIŞ VE SÜREÇ
2.05.2012 5656 Okunma
1 Yorum 03.05.2012 07:38
Sam Adian
YARATILIŞ KURAMI VE EVRIM
1.05.2012 5749 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ - 2
30.04.2012 4417 Okunma
Sam Adian
BAZI ELEŞTIRILER
29.04.2012 5668 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 20:51
Sam Adian
YARATILIŞ
29.04.2012 7206 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 13:07
Sam Adian
KUR'AN'DA CEZA KAVRAMI
14.04.2012 17028 Okunma
3 Yorum 19.04.2012 20:21
Sam Adian
ANLAMADA YÖNTEM
12.04.2012 6080 Okunma
2 Yorum 14.04.2012 16:04
Sam Adian
ORTAK REFERANSLAR ve BIR ÖNERI
11.04.2012 8674 Okunma
9 Yorum 21.06.2012 16:27
Sam Adian
KAT'a ve NEFY - KAVRAMLAR
7.04.2012 12955 Okunma
32 Yorum 09.04.2012 18:02
Sam Adian
ŞURA
6.04.2012 9344 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 20:27
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DEVLET ve IKTIDAR
4.04.2012 9745 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 09:59
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DIN FAKTÖRÜ
1.04.2012 6974 Okunma
11 Yorum 09.04.2012 23:53
Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012 14100 Okunma
22 Yorum 11.04.2012 01:44
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KARAR MEKANIZMALARI
29.03.2012 11550 Okunma
15 Yorum 31.03.2012 20:26
Sam Adian
CRITICS
27.03.2012 5646 Okunma
2 Yorum 28.03.2012 22:17
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KURUMSALLIK
26.03.2012 6509 Okunma
3 Yorum 27.03.2012 20:01
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - INSAN VE DEVLET
26.03.2012 9511 Okunma
9 Yorum 27.03.2012 16:28
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 2
25.03.2012 4483 Okunma
1 Yorum 25.03.2012 05:43
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 1
24.03.2012 5346 Okunma
2 Yorum 24.03.2012 23:10
Sam Adian
BAŞÖRTÜSÜ
23.03.2012 5652 Okunma
Sam Adian
SOSYAL KAPITALIZM.
21.03.2012 14545 Okunma
24 Yorum 28.05.2024 14:39
Sam Adian
"ADIL DÜZEN"IN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
20.03.2012 5473 Okunma
7 Yorum 23.03.2012 18:49
Sam Adian
Metod ve uygulama
18.03.2012 5673 Okunma
9 Yorum 21.03.2012 10:01
Sam Adian
HMR ve SONUÇ
16.03.2012 12412 Okunma
18 Yorum 16.03.2012 18:08
Sam Adian
ANLAMAK.....
15.03.2012 6564 Okunma
5 Yorum 16.03.2012 18:21
Sam Adian
HMR HAKKINDA - 2
14.03.2012 7275 Okunma
7 Yorum 15.03.2012 08:14
Sam Adian
INSANLIK ANAYASASI HAKKINDA-1
12.03.2012 4158 Okunma
2 Yorum 12.03.2012 17:32
Sam Adian
RIBA'nın UNSURLARI
11.03.2012 12826 Okunma
12 Yorum 15.03.2012 16:14
Sam Adian
RIBA ve EKONOMI-1
9.03.2012 7059 Okunma
7 Yorum 10.03.2012 19:31
Sam Adian
DARB-I MESEL VE YETKI GASPI
8.03.2012 10607 Okunma
22 Yorum 11.03.2012 16:10
Sam Adian
RIBA VE EKONOMI
7.03.2012 12490 Okunma
15 Yorum 09.03.2012 06:04
Sam Adian
SÖYLEYECEKLERIMIZ VAR
1.03.2012 4748 Okunma
5 Yorum 10.03.2012 08:24
Sam Adian
INSAN VE DÜZEN
1.03.2012 4866 Okunma
6 Yorum 01.03.2012 19:11
Sam Adian
SLT ve MESCID
25.02.2012 4420 Okunma
Sam Adian
HAMR ve HUMR
25.02.2012 53326 Okunma
19 Yorum 28.05.2024 13:50


© 2024 - Akevler