Evreni Kim Yarattı
Geçmişte neredeyse sorulmamış soru kalmadı. Hemen hemen insanoğlunun aklına gelebilecek muhtemel bütün sorular soruldu ve cevapları verildi. Belki de yeni bir sorudan çok, yeni bir cevap olup olmadığını aramak en doğrusu.
Burada, giriş olması açısından bilimsel formullerin anlaşılabilir bir versiyonunu yazmak istiyorum. Kimileri açısından bu “Tanrı tanımazlık” olarak algılanacaktır. Peşinen söylemeliyim bu sadece insanın gözlerini kapatıp, hiçbir şey görmemeye çalışmasından başka bir şey olmaz. Prensip olarak, Kur’an ın verilerini de ortaya koyarak tartışmaya katılmak isteyenler ile süreci geliştirebileceğimizi düşünüyorum. Bu belki de bugüne kadar ortaya atılan ve “Tanrı’ya dayalı” verilerin tümünün değişmesini ve yeni bir algı oluşturmaya yarayacak sonuçların üretilmesini sağlayacaktır.
Bu metin kişisel olarak benim kaleme aldığım özgün bir deneme değildir. Ben sadece “bilimsel” verileri derleyerek hiçbir yargıya veya ön kabule bağlı kalmaksızın, içine kendi sorularımı da serpiştirmek suretiyle anlaşılabilir bir paket haline getirmeye çalıştım.
Hepimizin farklı cevapları olabilir. Ama neticede mutlaka ortaya çıkacak yeni cevaplar olacağını düşünüyorum. Bu cevaplar hepimize yeni ufuklar açabilir. Buna karşılık herkesin fikirlerini açık yüreklilikle ve objektif olarak, bağımsız ve korkusuz bir şekilde ortaya koyması, pozitif bir anlayışın gelişmesine de büyük katkı yapacaktır.
*****
Şimdi, sorulan soruların içinden en derin ve en çılgın olanını tercih edelim: Evreni yaratan ve kontrol eden bir Tanrı var mı? Yıldızları, gezegenleri ve tüm canlıları…. Bunun için bilim dünyasında küçük bir yolculuk yapmak yeterli olabilir. Veya evrenin değişmez yasaları arasında…
Bir bilimcinin “din” adına söyleyecek bir şeyleri var mıdır bilmiyorum ancak “Tanrı Var mı” sorusu bilim için geçerli ve hatta gerekli bir sorudur. Neticede “Evreni kim yarattı ve yönetiyor” sorusundan daha önemli veya gizemli bir soru tahayyül edilemez.
Aslında bunun basit bir cevabı var: “Herşeyi Tanrı yarattı”…
Geçmişte insanlar etrafta olup biten doğa olaylarını anlamlandırmak için doğaüstü güçlere inandılar, inanmak istediler. Fakat doğa veya kainat zannedildiği kadar gizemli veya olağanüstü olmayabilir. Hakikati ortaya çıkarmak, geçmişte insanların yaptığından daha büyük cesaret gerektirir. Doğaüstü güçlere karşı herkes gibi ölümlü birilerinin evrenin nasıl işlediğini kavramaları mümkün olabilir.
Kainat yasalar veya ilkeler tarafından yönetilen bir makinedir. Insan zihni tarafından kavranabilen, anlaşılabilen yasalar. Belki de bu yasaların keşfi, insan ırkının en büyük başarısıdır. Bugün doğa yasaları denilen bu yasalar (Tabii fizik ve matematik) , evreni açıklayabilmek için bir “Tanrı”ya ihtiyaç olup olmadığını söyleyebilir.
Aslına bakılırsa, her şeyi “Tanrı yaptı” fikri, gelişmeyi veya ilerlemeyi önleyen bir anlayıştır. Varlığın başka bir şekilde, doğa yasalarıyla veya “fizik” ile açıklanabiliyor olması daha büyük bir başarıdır.
Doğa yasaları nedir ve neden güçlüdür? Niçin değişmiyorlar? Bir tenis maçının veya futbol maçının iki türlü yasaları vardır, Birinci gurup yasalar insan kaynaklıdır, bunlar oyunun kurallarını ortaya koyarlar. Ve oyuncular dilerlerse bu kuralları değiştirebilirler. Fakat oyuna hakim olan ikinci gurup yasalar ise asla değişmez. Topa vurulduğu anda uygulanan kuvvet ve vuruş açısı bundan sonra ne olacağını kesin olarak belirler. Bir başka deyişle doğa yasaları, geçmiş, şimdi ve geleceğin nasıl çalıştığının açıklamasıdır. Mesela top daima bu yasaların belirlediği yöne gider. Başka yasalar da vardır, vuruş enerjisinin insanın kaslarında nasıl üretileceğinden, ayakların yere basış kuvveti ve otların büyüme hızına kadar her şeyi yöneten yasalar. Bu yasaların değişmez olduğu kadar evrensel olup olmadıkları da önemlidir. Çünkü yalnızca bir topa değil, evrendeki bir gezegene de uygulanabilir.
İnsanlar tarafından belirlenen yasalardan farklı olarak doğa yasaları asla çiğnenemezler. Bu da neden bu kadar güçlü ve “Din” açısından tartışmalı olduklarını açıklar. Eğer doğa yasalarının değişmez olduğunu kabul edersek, akla gelecek ilk şey “Tanrı’nın buradaki rolü nedir” sorusu olacaktır. Bu bilim ve Din arasındaki kadim çatışmadır. Geçmişte Doğa yasalarını “Din”e aykırı olduğu yönünde fermanlar yayınlayanlar, maalesef yerçekimi yasasını hiç etkileyemediler.
Sonraları Doğa yasalarının “Tanrı’nın işi” olduğu ifade edildi. Tanrı dilerse bunları çiğneyebilirdi. Ama her yeni keşif Tanrı’ya olan ihtiyacı biraz daha ortadan kaldırmış görünüyor. Sonuçta gökte yaşayan veya evreni kuşatan bir Tanrı’ya inanma ihtiyacını ortadan kaldırabilir. Ancak görünen o ki, Bilim aslında Din dışı değildir, sadece basit alternatifler sunmaktadır.
Kainat hareket halinde olduğuna ve dünya da döndüğüne göre Tanrı onu hareket ettirmiş olamaz mı? Sonuçta evreni yaratan da Tanrı. Ama çoğunlukla Din, Tanrı’nın alanına dokunmamak gerektiğini söyler. Ancak öyle zannediyorum ki, bizim görevimiz, evrenin nereden geldiğini anlamaya çalışmaktır. O kadar da zor olduğunu sanmıyorum.
Mesela bütün karmaşıklığına ve büyüklüğüne rağmen bütün evreni üretebilmek için muhtemelen üç şeye ihtiyaç vardır. Madde, enerji ve boşluk. Bir tür kozmik menü.
Madde, kütlesi olan bir malzeme. Dört bir yanımızda ve uzayın her tarafında var. Toz, kaya ve buzda, uzsuz bucaksız gaz bulutlarında, milyarlarca güneşi barındıran ve inanılmaz mesafelere ulaşan dev yıldız sarmallarında. Kısaca her yerde.
Enerji, üzerinde hiç düşünmesek de hepimiz ne olduğunu biliriz, her gün karşılaştığımız bir şey. Güneş, 150 milyon km uzaklıktaki bir şeyin ürettiği enerji, dünyamızda bizi ısıtıyor. Bütün evrene nüfuz eden ve onu sürekli hareket halinde tutan ve değişken olmasını sağlayan muazzam bir şey.
Bu ikisi de var. Üçüncü şey ise boşluk, çok fazla boşluk. Uzaya baktığımız zaman söylenebilecek pek çok kelime bulunabilir, hayranlığımızı ifade edebilmek için pek çok kelime vardır. Ancak söylenemeyecek tek şey “tıkış tıkış” olduğu yani “sıkışık” olduğudur. Her tarafta muazzam boşluklar vardır. Her yanı kaplayan, muazzam boşluk.
Tüm bunlar nereden gelmiş olabilir? Yakın geçmişe kadar kimsenin fikri yoktu. Ancak Albert Ainstein bir şeyin farkına varmıştı, “madde ve enerji aslında aynı şeydi”. Bir kütle enerji olarak düşünülebilirdi veya tam tersi. Böyle olunca bütün evreni yaratmak için ihtiyaç olan şey ikiye düşmüş oldu. Enerji ve boşluk.
Peki tüm bu enerji ve boşluk nereden geldi? Bugün büyük patlama denilen olay sonucunda kendiliğinden oluşmuş olabilir mi? Büyük patlamadan sonra boşlukla birlikte büyük bir enerji açığa çıktı. Her şey hava üflenen bir balon gibi şişti. Evet ama bu enerji ve boşluğun nereden geldiğini açıklamaya yetmez. Enerjiyle dolu koca bir evren ve muazzam sonsuzluktaki boşluk ve içindeki her şey basit bir hiçlikten meydana gelmiş olamaz.
Bazılarına göre işte tam da burası Tanrı’nın ortaya çıktığı yerdir. Tanrı böyle diledi ve bütün her şey hiçlikten oluştu. Yani Enerji ve boşluğu yaratan Tanrı idi…. Büyük patlama da yaratılış anıydı. Muazzam bir şey.
Fakat bugün hikayeye başka bir açıdan bakma şansımız vardır. Elimizdeki bilgiler geçmişte insanların anladıklarından çok daha fazlasını anlayabileceğimizi söylüyor. Mesela doğa yasalarını, evrenin oluşumunu çözmek ve bunun tek açıklamasını bir Tanrı’nın var olup olmadığını anlamak için keşfetmekte kullanabiliriz. Çünkü her şeyin bir karşılığı vardır. Ama belki de evren karşılıksız olarak elde edilebilecek bir şeydir….
Büyük patlamanın merkezindeki olağanüstü gizem, boşluk ve enerjiden oluşan olağanüstü büyüklükteki bir evrenin ve içindekilerin “hiçlikten” meydana gelmiş olma ihtimali de olabilir mi?
Fizik yasaları, negatif enerjinin varlığını zorunlu kılar. Tuhaf bir şey. Kumsalda oynayan çocuklar kovalarını kumla doldurup onunla kaleler inşa ederler. Küçük tümsekler yaparlar. Bunu çok severler ama bu tümsekleri yapmak için kumda çukur açmak zorunda kalırlar ve tepeyi yapmak için oradan aldıkları kumu kullanırlar. Sonuçta küçük bir tepe oluşturmakla kalmaz aynı zamanda bir de çukur oluşmuş olur. Yani tümseğin negatif bir modeli. Çukuru oluşturan madde tepeye dönüşmüş olur. İlginç, evren de böyle oluşmuş olabilir mi?
Büyük patlama, muazzam miktarda pozitif enerji üretirken aynı zamanda ona eşit miktarda negatif enerji de üretmek zorunda kalmıştır. Bu sebeple pozitif ve negatif enerji daima birbirini sıfırlar. Doğanın bir başka değişmeyen yasası. Peki bugün tüm bu negatif enerji nerede? Kozmik menünün üçüncü malzemesinde, yani boşlukta. Kulağa tuhaf gelse de, en eski fizik yasaları arasında yer alan kütleçekim ve hareket ile ilgili doğa yasalarına göre boşluk muazzam bir negatif enerji deposudur. Her şeyin sıfıra denk gelmesini sağlamaya yetecek kadar. Bunu kavramak güç gelebilir ama hakikat böyle.
Kütleçekim ile birbirini çeken dev galaksi ağları dev bir depolama aleti gibi çalışmaktadır. Kainat, negatif enerjiyi depolayan dev bir pil gibi. Bütün görünen kütle ve enerji gibi pozitif şeyler, aslında kumsalda yapılan küçük bir tümseğe benzer. Tepeye karşılık gelen çukur gibi negatif yöndeki şeyler boşlukta yayılırlar.
Evet ama bu anlamsız olabilir. Tanrı’nın var olup olmadığını bulmak için bir başka arayış gibi. Fakat basit bir mantıkla, Evren eğer hiçliğe ulaşıyorsa, onu yaratmak için kimseye ihtiyaç yok demektir. Yani karşılıksız elde edilebilen bir yemek olabilir.
Evrendeki negatif ve pozitif enerji birbirine eşit ise, geriye neyin veya kimin tüm süreci başlatmış olduğunu bulmak kalır. Bir evrenin ortaya çıkmasına sebep ne olabilir? Kafa karıştırıcı bir şey çünkü günlük hayatımızda hiç bir şey karşımıza bir anda çıkmaz. Mutlaka bir sebep vardır. Canımız istediğinde parmaklarımızı şıklatarak kendimize bir sofra donatamıyoruz mesela. Bunun için pek çok malzemeyi bir araya getirmek ve pişirmek gerekiyor.
Ancak, bütün bir yemeği oluşturan moleküllerden atom parçacıklarına oradan da atom altı alana geçildiği zaman, en azından kısa bir süre için hiçlikten bir şeylerin meydana gelebileceği ihtimalinin ortaya çıktığı bir dünya ile karşı karşıya kalabiliriz. Bunun sebebi, proton denilen parçacıkların kuantum mekaniği denilen doğa yasalarına göre hareket etmeleridir. Şaşırtıcı bir şekilde tesadüfi olarak ortaya çıkabilmektedirler. Kısa bir süre ortaya çıkarlar ve başka bir yerde yeniden ortaya çıkmak için kaybolurlar. Evrenin bir kere ve ilk başta protondan daha küçük olduğunu düşündüğümüz zaman, bu olağanüstü bir şey anlamına gelir. Bu, evrenin kendisini ve olağanüstü büyüklüğünü hiçbir fizik yasasını ihlal etmeksizin bir anda “hiçlikten” ortaya çıkabileceğini gösterir. Bu andan itibaren uzay genişledikçe muazzam bir enerji açığa çıkar ve negatif enerjiyi depolayacak bir yere ihtiyaç duyar.
Burada da önemli bir soru vardır: Büyük patlamanın meydana gelmesini sağlayan fizik yasalarını veya kuantum mekaniğini Tanrı mı yarattı? Veya büyük patlamanın meydana gelebilmesi için her şeyi düzenleyen bir Tanrı’ya ihtiyaç var mı?
Dinlerin ortaya koyduğu İlahi yasalardan daha ikna edici açıklamalara ihtiyaç vardır. Bu açıklama, nedensellik ilkesi ile ilgili tuhaf bir şey dolayısıyla mümkün hale de gelebilir.
Günlük yaşantımızda başımıza gelen şeylerin önceden yaşanmışların benzeri olduğuna bizi ikna eder. Dolayısıyla Tanrı’nın evreni yaratmış olabileceği ihtimaline inanmak doğaldır. Evet ama İlla da böyle olması şart mı?
Nehrin ihtiyacı olan sudur, Yağan yağmurların toplanması sonucu nehirler oluşur. Yağmurun yağması için bulutlara, su buharına ihtiyaç vardır. Burada güneş devreye girer, muazzam ısısıyla suyu buharlaştırır yağmur olur ve yağar. Peki güneş enerjisini nereden alır? İçindeki helyum ve hidrojen atomlarının birleşmeye çalışırken ortaya çıkardıkları muazzam enerjiden… Peki bu nereden gelir? İşte can sıkıcı cevap burada, “büyük patlama”dan.
Fizik yasaları, evrenin proton gibi kendi kendine oluşabileceğini söylemekle kalmaz, enerji açısından da hiçbir şeye ihtiyaç olmadığını da söyler. Yani büyük patlamaya hiçbir şeyin neden olmadığı da muhtemeldir. Hiçbir şey.
Aslında bunun açıklaması, uzay ve zamanın evrende nasıl birbirine bağlandıkları ile ilgili Ainstein’in kuramlarında bulmak mümkündür. Büyük patlama anında olağanüstü bir şey olmuştur. “Zaman” başlamıştır.
Mesela uzayda sürüklenen tipik bir karadelik içine çöken bir yıldızdan ibarettir. O kadar büyüktür ki, ışık bile kütleçekim kuvvetinden kaçamaz. Sürekli siyah görünmesinin sebebi de budur. Çekim alanı o kadar kuvvetlidir ki, sadece ışığı değil, zamanı da eğip büker. Eğer bir saat karadeliğin içine çekilirse, kütle çekiminden ötürü gittikçe yavaşlayacak ve nihayetinde duracaktır. Saat bozulduğu için değil, karadeliğin içinde zaman olmadığı için. Tabii bu muazzam çekim kuvvetine dayanabildiğini varsayarsak. Evrenin başlangıcı da böyle olabilir mi?
Evrenin başlangıcında zamanın oynadığı rol, yüce bir tasarımcıya olan ihtiyacı ortadan kaldıran ve evrenin kendi kendini var ettiği gibi akıl almaz bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Çünkü zamanda yolculuk mümkün olursa, kainatın ilk haline doğru bir yolculuk yapıldığında, gittikçe küçülen, küçülen ve mini minnacık bir noktaya kadar küçülen bir sonuçla karşı karşıya kalırız. Yani bütün kainat, aslında inanılmaz derecede küçük ve inanılmaz derecede yoğun bir karadelikten ibaret küçük bir alana sıkışıncaya dek küçülür. Bugün uzayda dolaşan karadeliklerde olduğu gibi doğa yasaları sıra dışı bir şey anlatır. Bu da bir noktada zamanın durması gerektiğini söyler. Büyük patlamadan önce zamanı bilmek mümkün değildir, çünkü ondan önce zaman yoktur.
Nihayet zamanın olmadığı bir yer varsa, kainatın oluşumunda bir neden olabilmesi için gerekli olan şey, yani zaman yok demektir. Bu da kainatın oluşumu için herhangi bir neden olmadığını gösterir. Çünkü bir neden olması için, zamanın olması gerekir. Zaman yoksa, neden de yoktur.
Zaman büyük patlama anında başladı ise, kainatın oluşumu herhangi bir şeyin veya birinin neden olamayacağı bir olay haline dönüşür. Bu aynı zamanda başka kainatların da var olduğunu gösterir. Aynı şekilde başka başka kainatlar da oluşmuş olabilir. Pek çok belki de sayısız.
Eğer, büyük patlamada ve maddenin oluşumunda “Tanrı”ya ihtiyaç yoksa, veya buna neden olan şey Tanrı değilse…… ??? Yeterince çılgın ama bir o kadar da korkunç bir soru değil mi?…
Ve, madde eğer kendi kendini üretebiliyor ise sonsuza kadar sürebilecek olan bir üretim söz konusu olur. Sürekli yenilenen, genişleyen ve sürekli yeni yeni oluşumlar ortaya çıkaran garip bir döngü….
Eğer böyle ise, kim veya kimler bizi uyarma ihtiyacı duydu ve niçin? Efsaneler, Kutsal metinler ve tabii Kur’an bize ne anlatmak istiyor?
Vesselam