MÜLKIYET
Karagülle:
- Doğal kaynakların bölüştürülmesi ile sosyal güvenlik sağlan bir iddiası da hayaldir. Doğal kaynaklar ancak emekle birleştiği zaman bir değer ifade eder. Buda tam istihdamla sağlanır. Adil düzen bu mekanizmayı getirmişlerdir. Mesela çalışana kredi sistemi bunu sağlamadır. Onu öğrenip onda katkıda bulunacağına nasıl bir olmayan tarafı bulur da Akevlerin tezini çürütürüm diye uğraşılır. Akevlerin tezini çürütmek yeni tez getirmektir. Ve hiç bir sonuca gidilemez.
- Toprak çocuklara da verilmelidir. Toprak işleyene verilir. Çükü toprak yenemez içilmez. Toprağı işleyenden kira payı alırız onu hak sahiplerine bölüştürürüz. Üretim araçları dağıtmak üretimi durdurmak demektir. Toprak işleyenin hakkıdır. Kirasını verecektir.
- İşgale dayalı mülkiyet tekel gider. İşgale dayalı mülkiyet yoktur. İşgale dayalı yaralanmadır. Üretim yapıyorsan sorun yok. İşçi bulabiliyorsan vergi ödüyorsan piyasa mal sürüyorsan, yeri boş bırakmıyorsan kime en zara vardır. Mülkiyet işgale değil ehyaya dayanıyor. Bunlar bizim kırk yıl önce söylediklerimizdir. Okumadan üstat olunmaz.
Doğal kaynaklar sosyal güvenlik sağlar demedik. Doğal kaynaklar yaşama hakkı içindir dedik. İkisi çok farklı şeyler.
Çalışana krediyi bedava vermiyorsunuz. Oysa dünyaya gelen birinin yaşamaya hakkı vardır ve sizin çalışana kredi sistemi bunu çözmeye yetmediği gibi, yaşama hakkını da garanti altına almıyor. Teminatınız varsa gider bankadan da kredi alırsınız. Maaşınız varsa banka da size kredi veriyor. Sizin çalışanın emeğini borsaya açmanız ile, bankanın belli bir faiz karşılığı bunu yapması arasında ne fark var? Bizim derdimiz Akevlerin tezlerini çürütmek değildir ve hiç olmadı. Meseleyi bu çerçevede anlamaya çalışmak büyük bir hata olur.
Doğal kaynakların yaşama hakkı için olması ile doğal kaynakların işletilmesi, istihdam gerekliliği farklı şeylerdir. Doğal kaynakların değer ifade etmesini istihdama endekslemeniz dünya realitesini göz ardı etmektir. Emek ile birleştirirseniz “katma değer” oluşur. Bu durum doğal kaynakların kendi değerini ortadan kaldırmaz, tam aksine değer katar. Hiç zorlanmayın, işletilmeyen, toprağın altında saklı olan bir kaynak varsa, Çinli yatırımcılar bu kaynağı satın almak için can atıyorlar. Üstelik istihdam oluşturma garantisi de veriyorlar. Sizin hiçbir şey yapmanız gerekmez, oturduğunuz yerden doğal kaynaklardan faydalanmış olursunuz.
Mülkiyet kavramına yeni bir ilavede bulunuyorsunuz. Çocuklara da verilmelidir diyerek. Ama iki hususu karıştırdığınızı düşünüyoruz. Yaşama hakkı anlamına gelen zorunlu toprak hakkı ile, işletmeye dayalı toprak hakkı başka şeylerdir. Dünyaya gelen bir insanın toprakta hakkı vardır. Bu onun yaşamını idame ettirmesi için zorunlu olan asgari bir haktır. İşletmek için toprak talep etmek ise ayrı bir şeydir. Doğal olarak işletene verilir, talep edene verilir. İstemeyene al bu toprağı işlet denmez.
Ancak yaşama hakkı için ayrılmış topraktan vergi alamazsınız. Pay da alamazsınız. Kime tahsis ettiyseniz o dilediğini yapar ve bu onun hakkıdır. Eğer bu kişi işlemek için ayrıca toprak talebinde bulunursa burada oluşacak faydadan pay talep edersiniz. Bu payı da bölüştürmeniz gerekir. Buna bir itirazımız yok. Ancak temel ihtiyaca binaen ayrılması gereken toprak parçası üzerinde ne olusa olsun herhangi bir talepte bulunulamaz. Böyle yaparsanız yaşama hakkını ihlal etmiş olursunuz.
İşgale dayalı mülkiyet kavramını, işgale dayalı “yararlanma”ya çevirdiniz. Ama burada da bir problem vardır. Çünkü mirasa konu olmaktan çıkarmadınız. Kaldı ki, daha önceki ifadelerinizde ve Anayasa önerinizde bu anlama gelecek bir ifadeye biz rastlamadık. “Toprak işgal edenindir” diyorsunuz. Ve bunu mirasa da konu ediyorsunuz. Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Kim güçlüyse işgal eder. Dilediği kadar toprağı uhdesine geçirir ve bir toprak imparatorluğu kurar. Zayıf olan da güçlü olana çalışır ve hiçbir zaman toprak sahibi olamaz. Zaten bunun böyle olduğunu tarihsel süreçte gördük, tanık olduk.
Oysa Kur’an toprakta mülkiyet olmadığını ve mirasa konu edilemeyeceğini söylüyor. Öyle ise, toprak üzerindeki “ehya” hakkı sınırlıdır. Kim işliyor olursa olsun. Öldüğünde bu hakkı devretmenin yahut mirasa konu etmenin bir gereği de yoktur çünkü çocukların da aynı hakkı vardır. Eğer toprak işlemek istiyorlarsa onlara da toprak tahsis edilir. Şu halde “ne zararı vardır” demenin bir anlamı yoktur. Bu bir yöntem değildir.
Sizin yaptığınız şey şudur: “yararlanma” hakkını mirasa konu ediyoruz diyerek, aslında toprağı mirasa konu ediyorsunuz. Bağımlılığı artırıyor, güçlünün daha güçlü olmasını sağlıyorsunuz. Bu sizin fikriniz olabilir ama Bu Kur’an ın önerisi değildir. Kaldı ki üretim araçlarını nasıl dağıttığınızı da anlamakta zorluk çekiyoruz. Sanki daha önce hiç üreten yokmush gibi hepsini bir anda dağıtıyormuş gibi bir yaklaşım içerisindesiniz. Oysa yeryüzünde hayat süreklilik arzeder. Yani insan doğar, büyür, çoluk çocuk sahibi olur, yaşlanır ve ölür. Bu süreç içerisinde toprağı işleyen birinin çocukları da isterlerse toprağı işlemeye başlamış olacaklardır. Hangi üretim aracını dağıtmış, üretimi durdurmuş oluyorsunuz? Toprağı miras yoluyla gasp edeceğinize, asıl sahiplerine vermiş olsaydınız dünyada açlıktan söz etmek de mümkün olmazdı. Bunu yapmıyorsanız şikayet etmeye de hakkınız yok demektir.
Ormanda ağaçlar, doğal ortamda kendiliğinden yetişir. Kimse sulamaz. Ama istediğiniz gibi bir ağaç yetiştirmek istiyorsanız bu durumda ona müdahale edersiniz. Müdahale ederseniz sulamanız gerekir, ona bakmanız gerekir. Bakımdan vazgeçtiğiniz zaman ise yaşama şansı yoktur. Günümüz dünyasında müdahale edilmiş sebzeler tohumlar çoktur. Bunların üretim açısından verimli olması, zararlarını ortadan kaldırmaya yetmiyor.
Beşer yeryüzünün ormanıdır. Kainat bilgi üzerine var edilmiştir. Beşerin gıdası da budur. Doğal yollarla gıdasını alır ve gelişir. Siz bu sürece müdahale etmek istiyorsunuz, kendi müctehitlerinizi üretmek. Nasıl düşüneceğini söylediğiniz insanlar. Dilediğinizi yapabilirsiniz elbette, buna karışmayız. Ancak sezeryanla doğum yaptırmaya çalıştığınızı göz ardı etmemelisiniz. Eğer bahçenizde yer hazırladığınızı söylediğiniz bu insanların doğal gelişim süreçlerine müdahale etmeyecek, onlara herhangi bir dayatmada bulunmayacaksanız bu güzel bir şey olur. Ama onlara usul dayatmayacağınızı, kendi anlam ve yöntemlerinizi enjekte etmeyeceğinizi kim söyleyebilir? Dolaylı yoldan rainalar üreteceksiniz. Bunlardan geçmişte çok vardı. Yetmemiş olmalı ki siz yenilerini üretmek istiyorsunuz.
Biz siyasal çekişmelerin tarafı olmak istemiyoruz. Politize edilmiş fikirler değersizleşir. İlim, ilim olmaktan çıkar. Kaldı ki, politika, dünyanın pek çok yerinde ülkenizdeki gibi değil. Kimse siyaset haberleri ile yatıp dedikodularla uyanmıyor. Bunlar kimseyi ilgilendirmiyor, herkes işine bakıyor. Politize olmak size zarar verir. Adil düzen imajını sorgulamalısınız. Politize edilmesine izin verdiğiniz ve bunu sürdürdüğünüz için değersizleştirildi. Bu imajı düzeltmeniz çok zordur.
“Meslek körlüğü” bir vakıadır. Biz bu ifadeyi, kimseyi küçümsemek anlamında kullanmadık. İtham etmek amacıyla da kullanmadık.
Bizim tuzumuz kuru değil. Endişelerimiz olmasaydı bir şeyler yapmak zorunda hissetmezdik. Kur’an ın öğrettiklerine biz de inanıyoruz. Ama bu kimseye bir ayrıcalık kazandırmaz. Allah’ın her şeyi biliyor olması mühtemeldir ve zaten kaçınılmazdır. Ama bunun bize bir yararı yoktur. Biz bilmediğimiz sürece hiçbir işimize yaramaz çünkü biz Allah değiliz. Biz ancak bildiğimiz kadar var oluruz. Ne yazık ki her şeyi bilmemiz mümkün değil. Ama hiç olmazsa bilebileceklerimizin önünü kapatmamak gerekir.
Vesselam