Sam Adian
KARAGÜLLE FELSEFESİ.....
13.10.2012
7731 Okunma, 8 Yorum

 

 

Tanrıcılık oyunu…

 

Bir süredir  Varoluş kuramının şekli ve sistematiği üzerine tartışmalar yaptık. “Allah” veya “Tanrı”yı mutlak bir olgu olarak tartışma konusunun dışında tutarak. Ancak, varoluş kuramı içerisinde, fonksiyonların kullanılması ve emrin ifası için gerekli olan enstrümanların “lafzi” olarak da zikredilmiş olmasına rağmen, bu enstrümanların “Tanrısallaştırılması” veya “Kutsallaştırılması” ve nihayetinde varlığı işlevsiz hale getiren bir anlayışın var olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bunun yanlışlığını ifade ettik.

 

Kimileri bu tartışmalar esnasında düşünmeye başlamış, kendi tercihlerini kullanmış olmakla birlikte, müesses nizamı temsil edenler veya gelenekleri güncelleştirme iddiasında olanların anlamadığı veya daha Doğru bir ifade ile, anlamayı reddettiği de açıktır. Elbette bu onların tercihidir.

 

Bu durumun göstergesi olarak, Karagülle’nin seminerinde kullandığı tanımlamalar ve açıklamalara kısa bir eleştiri getirmek isterim.

 

Karagülle: “Bütün peygamberler kâinatın sonradan yaratıldığını ve kıyametin olacağını iddia etmişlerdi. Yunan filozofları ise kâinatın yaratılmadığı, kadim olduğunu savundular, ebed ve ezel olduğunu savundular. İslâm kelamcıları bunu reddettiler. Bugün artık bütün müsbet ilim adamları tarafından ittifakla kabul edilen kâinatın 13,7 milyar yıl önce yaratıldığı ve ölüme gittiğidir”

 

  • Yaratılış ile ilgili ileri sürdüğünüz şeyin dayanağı nedir? Bilim kainatın yaşını yaklaşık olarak hesaplamakla birlikte “nasıllığı” iile ilgili olarak bugün tek bir evrensel görüş ortaya koymuştur. Bu da kainatın bir yaratıcı tarafından yaratılmasının gerekmediğidir. Kur’an da bunun aksine bir iddayı gösterebilir misiniz? Yani “maddenin yaratıldığını” kanıtlayan herhangi bir ifade var mı? Var olan bir şeyin işlenmesi, dönüştürülmesi şekillendirilmesi anlatılmakla birlikte, bu var olan şeyin, yani maddenin nasıl yaratıldığı ile ilgili ne tür bir bilgiye rastladınız kitapta?

 

Karagülle: “Doğa kanunları içinde bu sebep-sonuç ilişkileri içinde sona doğru gitmekteyiz.”

 

  • Hangi “Son”dan söz ediyoruz? Kur’an ın dönüşüm olarak tanımladığı, geleneksel anlayışta yıkılıp yeniden yapmak olarak anlaşılan şeyin bir “son” olduğunu nasıl düşünebiliyoruz? Bunun için nasıl bir gerekçeniz var?

 

Kur’an da gerçek manada bir “yok oluş” veya “son” diyebileceğimiz bir yaklaşım yoktur.  Kur’an da anlatılan şey, “maddenin dönüşerek gelişmesi”dir. Bu kainat için böyledir, dolayısıyla kainatın içindeki her şey için böyledir.

 

Karagülle: “. Lambayı yakan Allah’tır. Sadece Allah insanın emrine girmekte, “yak” dersek yakmakta, “yakma” dersek yakmamaktadır.”

 

“Sadece yapılanları biz değil İlâhi güç yapmaktadır. O’nun enerjisini harcıyoruz. O vermese, bizde anahtarı çevirecek güç bile yoktur. Böyle olduğunda kimsenin itirazı olmaz.”

 

  • Size göre insan “Allah”ı yönetmekte midir? Korkunç bir ifade. Hangi Allah’ı insanın ermine veriyorsunuz? Bizim bilebildiğimiz bir “Allah” mıdır bu? Lütfen bunu tanımlayabilir misiniz?

 

  • Her şeyi “ilahi bir güç” yapıyor ise, varoluşun anlamı nedir? Bunun için bize ihtiyaç yoktur, ilahi güç, biz olsak da olmasak da dilediğini yapacaktır iddianıza göre. Dolayısıyla varoluşun bir değeri ve anlamı da yoktur. Analojik olarak iyilik ve kötülüğün de bir değeri yoktur. Öyleyse aynı şeydir. Değil midir?

 

  • Müdahale olmadan entropinin işlemeyeceğini niçin gözardı ediyorsunuz?

 

  • Eğer her şeyi Allah yapıyor ise, bu durumda “ol” emrinin yerine getirilmesi niçin bir nedensellik gerektirmektedir? Nedeni olmayan bir varoluş gösterebilir misiniz? (madde dışında) Eğer bu nedensellik Allah’a ait ise, o halde Allah’ın varlığının da bir nedeni olmalıdır. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

 

Karagülle: “Ama biz ferdî hareketler yaparız ve öyle yaparız ki sonunda toplu olay olur. Bize bu hareketi öğreten, veren ve yaptıran da O’dur. Hiçbir olayı kişi kendi isteğiyle yapmaz. Tarihteki tüm olaylar takdir-i ilâhidir. “

  • Şunu mu demek istiyorsunuz: “olup biten her şey Allah’ın işidir”. O halde “irade” nerededir? Her şey “takdir edilmiş” ise, hiç bir şey bizim isteğimiz ile olmuyorsa, varoluş kuramının gereği nedir? Eğer böyle ise, Jamaika’da doğup büyümüş bir çocuğun suçu nedir?  Eğer böyle ise, niçin gelişmek için uğraşıyoruz? Allah’ın bizi geliştirmiş olması gerekmiyor muydu?

Karagülle: “Biz bir şey yapmıyoruz. Biz yapmaya niyetleniyoruz, asıl yapan Allah’tır. Enerji veren O’dur. Ondan sonra da Hakkı galip getiren de O’dur. Biz ise bu işleri yapmakla görevliyiz. Yaparsak mükâfat alırız, yapmazsak cezalandırılırız. Buradaki önemli husus bizim yetişmemizdir.”

  • Bir önceki varsayımınızdan yola çıkarsak, “mükafat” ve “ceza” dan sözedemeyiz herhalde. Eğer her şey bizim isteğimiz dışında gelişiyor ise o halde sorumlusu da biz değiliz. Kaldı ki mükafat ve ceza’dan sözetmekle kendi ifadelerinizle çelişmiş olmuyor musunuz?

Karagülle: “Yapılanları biz değil İlâhi güç yapmaktadır. O’nun enerjisini harcıyoruz. O vermese, bizde anahtarı çevirecek güç bile yoktur. Böyle olduğunda kimse”nin itirazı olmaz.”

 

  • Bu ifadenizle, kadercilik anlayışını kısmen notralize etme gayreti içinde olduğunuz anlaşılıyor. Böyle ise, neyi akletmemiz gerekiyor?  Buna göre “kader” evrensel bir “sabite” midir?

 

Karagülle: “ Yani attıktan sonra onun atmadığı söylenmektedir. Çünkü Allah’ın verdiği güçle atmıştır. Güneş’in ürettiği hidrojen enerjisi ile atmıştır. O’nun verdiği bedenle o işi yapmıştır.

Son derece açık olan bu olayı bilmeyen insan bugün yoktur ama hâlâ o inat edip Tanrı var mıdır yok mudur diye tartışmaktadır, hâlâ kendisini bir şey zannetmektedir, hâlâ bu kadar nimetlere şükretmemektedir.

Bugünkü müsbet ilim olmasaydı, insan, ben maddeyi var ediyorum, ben enerjiyi var ediyorum diyebilir, kendisine bir pay çıkarabilirdi. Oysa şimdi insan biliyor ki anahtarı bile kendisi çevirmemektedir, ona Allah tarafından verilen enerji ile bunu yapmaktadır. “

  • Buradaki ifadenizden muhatabınızın kim olduğu açık değildir. Muhtemelen bizi kastediyorsunuz. Ancak zannediyorum atladığınız önemli bir husus vardır: Biz, Tanrı kavramını mutlak olarak tartışma konusu yapmadık. Tam aksine, Eğer Tanrı mutlak bir varlık ise, (sonsuz veya sınırsız veya ezel-ebed) bunu tartışmanın, tanımlamanın imkanı olmadığını söyledik. Dedik ki, Eğer tanrı Sonsuz ise, bu varlık alanında olamaz. O halde bu aklın sınırlarını aşan bir şeydir.  Siz ister Tanrı birdir deyin, ister çoktur deyin, ister sonsuzdur veya Tanrı yoktur deyin, hiç birinin bir değeri yoktur. Hepsi aynı şeydir.

Bizim tartışma konusu yaptığımız şey, varlık alanındaki otorite ile ilgilidir. Burada Tanrı’yı şekillendiremezsiniz.  O’nu varlık alanına indirgeyemezsiniz. Eğer böyle yaparsanız ona bir beden de vermeniz gerekir, eğer böyle yaparsanız o zaman yaratılmış olması da gerekir. Bu durumda sonsuz bir varlıktan nasıl söz edebilirsiniz?

Tabii şirk kavramının neden Rab üzerinde kurgulandığını açıklamanız da yararlı olacaktır.

Karagülle: “Allah bütün söylediklerimizi, hattâ beyinde düşündüklerimizi duymaktadır. Ondan sonra da onun ne manâ taşıdığını, ne söylediğimizi, ne kastettiğimizi bilmektedir. Duamızı işitmekte ve duanın karşılığında ne yapmamız gerektiğini bilmektedir. Yani Allah kâinatı takip etmektedir. Her şey O’nun gözü önünde ve denetimindedir. O’nun bilgisi ve izni dışında bir şey olmamaktadır. Bizim söylediklerimizden de tamamen haberdardır. “

  • Varoluş kuramına getirdiğiniz yorum da ilginçtir. Beşeri tanımlarken, bilinç ve yazılımdan sözediyordunuz ancak bu yazılımın ve dolayısıyla beşerin bilgisinin bedende olduğu varsayımına dayanıyordunuz. Söyler misiniz, eğer böyle ise, çürüyüp yok olan bir bedende hangi bilgiyi bulabilirsiniz? Veya dünyanın pek çok yerinde ölülerini yakanların bütün bilgiyi de yakmış, yok etmiş olmaları gerekmiyor mu? Kayıtları nereye koyuyorsunuz? Eğer böyle ise, hangi kayıtlı bilgiye göre yargılama yapılacak?

Eğer her şey Tanrı’nın kontrolünde ise, o halde varoluşu şekillendiren “Rab” gibi kavramların ve bunlara yüklenen fonksiyonların ne anlamı var? Sizin Tanrı anlayışınıza göre, mahkulata aynı zamanda zulmeden bir yaratıcınız var. Çünkü görünen o ki, Tanrı, ortadoğuda “müslümancılar” için her şeye müdahale edip onlar için Hakkı galip kılarken, doğuda, dünyanın ücra köşelerinde hiç bir şeye müdahale etmiyor. Buradaki insanlar ile ilgilenmiyor. Bunları Tanrı yaratmamış mı oluyor?

Karagülle: “Biz müçtehitlerin fıkıhlarını değiştirmiyoruz. Onların usulleri ile onların delillerini kullanarak günümüzün sorunlarını çözüyoruz. Geliştiriyoruz, değiştirmiyoruz. “

  • Bunu zaten biliyoruz, Doğrusu bunu anlamanın imkanı da yok. Önceden belirlenmiş kurallar ve önceden belirlenmiş yöntemlerle, Ve hatta önceden belirlenmiş anlama şekli ile, yeni bir şeyi nasıl bulacağınız konusu, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir husustur. Buna göre namazı geliştiriyorsunuz, ibadet değildir diyorsunuz. Ama Kur’an ın ortaya koyduğu SLT’ı ne yapıyorsunuz? Kendi çıkarlarınız için bir toplantı aracı olarak “namaz” dediğiniz şeyi kullanmanız sizin tercihinizdir, Ama lafzın öngördüğü SLT için nasıl bir yaklaşımınız var? Aynı şey Oruç için ve diğerleri için de geçerlidir
  • Yani Tarım toplumunun enstrümanları ile, digital dünyayı nasıl izah edebildiğinizi bilmek isteriz.

 

Karagülle: “Allah demek halik demektir. Halik olmak için mahlûkun olması gerekir.  O halde biz de Allah’ın bir cüz’üyüz yani Allah’ın hâlik olması için gerekli olan şeyiz. İşte bu sebeple Allah “Benim ruhumdan üfledim” diyor. Allah’ın kendisi tecezzi etmez ama insan, ruh, melek ve cinler ondan tecezzi eder. Yani biz O’ndan kopmuşuz ama O’nda bir eksilme meydana gelmemiştir. Bunu matematikte kolay tarif edebiliriz.

Sonsuz + 100000 = Sonsuz.  

Sonsuz  - 100000 = Sonsuz.  

Sonsuza istediğiniz kadar sayı artırırsanız yine sonsuz olur, istediğiniz kadar sayı çıkarırsanız yine sonsuz kalır. Bununla beraber sayı olmadan sonsuz olmaz. Mahlûk olmadan halik olmaz. Mahlûk halikten çıkar ama halikte bir artma ve eksilme olmaz.“

 

  • Allah’a atfettiğiniz fonksiyonların devamında onu “sonsuz” olarak tanımlarken, sonsuz için sayıların bir değerinin olmadığını da ifade etmiş olmuyor musunuz? O halde nasıl bir sayı olursa olsun sonucu değiştirmeyeceğine göre, sonsuz olan bir şeyi nasıl varlık alanına indirgeyip şekillendirebiliyorsunuz? Tabii burada varlık alanında fonksiyon icra eden kavramları soramıyorum çünkü siz hepsine birden Allah’tır diyorsuunuz. Öyleyse Allah’I tanımlayın, lütfen bilmemize yardımcı olun. Öyle bir tanım olsun ki, hem sonsuzu kapsasın, hem yokluğu kapsasın hem de varlık alanında bir varlık olsun. Elbette lafzi olarak

 

Netice itibariyle, Karagülle, bu tanımlamaları yaparken, kendi kendisiyle çeliştiğinin sanırım farkında değil. Sonsuz ile sonlunun (veya sınırsız ile sınırlının) kesişim noktasını kimse bulamadı, herhalde Karagülle’nin bu konuda bir fikri olmalıdır diye düşünüyoruz.

 

Elbette merak ettiklerimiz de var: “Tanrı, Rab, Rahman ve Malik” ilişkisini, “İnsan, Adem, Beşer” ilişkisini ve bu ilişki içerisinde “kayıt” sisteminin nasıllığını, “Ruh bir varlık ise” bunun somut dayanaklarını, “bitkileri ve hayvanları da melekler üretmiş ise” insanı üretenlerin de melekler olması gerekliliğinin delillerini, “Kanunsuz düzen” yaklaşımını “kuralsız düzen” olarak anlamamaya çalışsak bile, Allah’ın emir ve hüküm yetkisinin nasıl gözardı edilebildiğini bilmek isteriz.

 

Ve tabii, “üç yönlü veya üç kanatlı gölge” ifadesine yapacağı açıklamayı da bilmek isteriz.

 

Bazen en kolay çözüm, sorunun kaynağını bulmaktır. Herkes mizah kitaplarını sever veya en azından zevk alır, gülümser. Bu belki de mizah'ın bizlere Hemingway’den daha iyi geldiği içindir.

 

Hayal gücünün sınırı yoktur, eğer seçeneklerimizi, sadece olanaklı olanlar ya da toplumun görüşü ile sınırlarsak gerçekler ve sebepler karışır ve kalan tek hayal ödün vermek olur. Acaba gelenekçi tanımlamalar yapanlar bu gerçeği bilmiyorlar mı?

 

Tanrı ve Varlık etik bir gikilem gibi, hayata nasıl baktığımızla ilgili değişen bir şey. Etikin temel prensiplerine göre, herkesin kendine göre güzel bir hayat yaşamaya hakkı vardır. Insanların aynı fikirleri, eylemleri ya da yaşam biçimini paylaşmaları aynı kadere sahip oldukları anlamına gelmez. Kader evrensel bir sabite değildir.  Kader değiştirilebilir, kader yönlendirilebilir. Herşeyin önceden belirlenmiş ve mutlak biir güç tarafından yönetildiğini söylemek acaba yaşama hakkını da varlığın elinden almak anlamına gelmiyor mu?

 

Verdiğimiz kararlar Kader denilen şeyi nasıl karşıladığımız ile ilgilidir. Bunlar aynı zamanda varlığımıza anlam kazandıran şeylerdir. Başımıza pek çok şey gelebilir iyi veya kötü, ama bu başımıza gelenler bizleri başka şeylere, başka sebelere veya başka insanlara götürür. Önemli olan bunları nasıl algıladığımızdır.

 

Vesselam

 

 

 

 


YorumcuYorum
hakansarilar
20.10.2012
00:38

Allah münezzeh olduğu şeylerin zıddı değildir.

hakansarilar
20.10.2012
01:51

Varlığın zıddı olarak yokluğu alıyorsunuz ve sanki Allah varlığın zıddıymış gibi düşünüyorsunuz. Sonsuzla sonluyu da böyle algılıyorsunuz. Sonlu yani yaratılan(bize göre yaratma vardır.) Sonsuzla kesişmez fikri de bu zıtlık kuramına göre ele alınıyor. Sonsuz herşeyi kapsar. Eğer varlık alanını Tanrı'dan ayırırsanız, onu sınırlarsınız. Bu yüzden Tarım toplumu bilgi birikimine göre meseleyi anlamlandıran müslüman düşünürler, varlığı, belirti, tecelli, aynadaki akis gibi terimlerle anlatmış. Benim kişisel okumalarımdan çıkardığım sonuç, varlığın bugünkü algıyla yazılım gibi bir şey olduğudur. Dolayısıyla madde hep vardı diyorsunuz ya, belki de hiç yoktu. Maddeye ezeli bir yük yüklüyorsunuz. Çok ağır bir yük. Maddeyi mutlaklaştırmak demek bu...

Mümkünler dünyasını idealize etmek bir bilgisayarcı için "düzeysel gerileme"dir diyebilirim.

Daha önceki makalenizdeki Hegel bakış açısından yola çıkarsak, Hegel "öznel tin, ruh(geist anlamında)" veya bilinç ile "mutlak tin" kavramlarıyla işi bırakmaz. Arada "nesnel tin" vardır ve bu; Karagülle'nin topluluk olarak ortaklaşalık ve "topluluk bilinci" anlamına gelen ya da benim öyle algıladığım "birlikte davranma" anlatmalarına çok yakın bir bilinç durumudur. Yani inşaa ettiğimiz öznel tinin toplumda sınanması ve bu sınanma süreçleri sonunda yeniden inşaa edilmesiyle oluşan toplum içerisindeki durumumuz. Buradan ahlak, görenek ve nihayet devlet gibi kavramlar doğuyor ki bunların en üst düzeyi devlete tekabül ediyor. Bu yüzden devlet mutlak tine en yakın durumdur diyor Hegel. Ve mutlak tin herşeyi kapsar. Böylece sadece birey olmadığımız başka bilinçsel durumuz olduğunu farkederiz. Ben dediğimiz zaman hepsini kastederiz. Tanrı'yla ilişkimizde onun "ahad" olması durumu karşısına kendimizi koyamayız. Kendimizin farkında olmamız varlık denilen (sözgelimi) yazılımın içerisinde farkında olmaktır. Biz buradan programcıyı hissedebiliyoruz. Siz diyorsunuz ki, programcıyı tarif edemiyoruz o halde onu dışarda bırakarak düşünmeye devam edelim. Bu hiç bir sorunu çözmez. Diyorsunuz ki, mümkünler dünyasında bir muhatabımız var. Bu da Rabb'dır. Bizim cevherimizden farklıdır. Fakat yaratıktır: Başka bir program. Benzetme yerini bulur mu bilmiyorum ama; işletim sistemi... Biz onun içinde uygulama programlarıyız. Biz sadece Windows'a karşı sorumluyuz. Geleneksel düşünce onun adını farklı koyuyor: Melekler, Mikail, Cebrail gibi ruhlar... Varlığın gidişatının sevk ve idaresinden sorumlu olanlar yani sebepler. Ben de diyorum ki, sebepleri ard arda ne kadar sıralarsanız sıralayın fail Allah'tır.

Tetikçilerin durumu azmettirici karşısında ne olabilir ki...

Sam Adian
20.10.2012
08:06

Sayın Sarılar

Hayır, varlığın zıddı olarak algılamıyorum. Sonsuz veya sonlu veya yokluk varlığın varoluşu sebebiyle bizim tahmin edebildiğimiz bir şeydir. Tanrı da böyledir. Tanrı’nın zıddı yoktur (demiştim). Dolayısıyla bizim varlık alanındaki bilgilerimizle Tanrı’yı algılamamız mümkün değildir bu sebeple de tartışılabilir değildir.

Üretim (yaratma) vardır, ancak üretimin faili de Tanrı değildir. Olamaz da. Tarım toplumu düşünürlerinin algıları bir yere kadar doğrudur: Onlar varlığı bir tecelli olarak algılamışlar idi. Oysa yazılım olan şey varlık değil, “emir” dir. Maddenin varoluşunun Mutlak olan ile bağlı olması halinde Mutlak olanı yani Tanrı’yı bilmemiz mümkün olmaz. Bizim Tanrı’yı bilmemiz, içinde varolduğumuz fiziksel varlık alanında yaptığımız kıyaslamalar iledir. Sadece bir tahminden ibarettir.

Şöyle düşünebiliriz, system operatorü ekranına düşen komutlardan yola çıkarak, gelen talimatları uygulamıştır. Uygulayıcı olan Rabdir. B. Evet maddenin başlangıç hali mutlaktır, çünkü bugünkü bilgimizle geri dönüşü mümkün değildir.

Lafzi bilgilerden bizim anladığmız şey, Beşerin, yani bizlerin Tanrı’ya değil Rabbe karşı sorumlu olduğumuzdur. Böyle olması pek çok sorunu çözer. Mesela her şey kutsal olmaktan çıkar. Her şeyin bir açıklamasının olmasını zorunlu kılar. Özgürleştirir, Teşekkür mutlak olanadır, minnet ifadenizi veya duygularınızı bu şekilde ifade edersiniz. Rabbe değil, ama sistemde Rabbe bağlı olursunuz. Ve böylece raina olmaktan çıkmış olursunuz.

Melekler ile tartışan, her işe koşan, her şeyi düzenlemeye çalışan bir Tanrı, felsefi bir Tanrı olabilir ancak. Mitolojik Tanrı’dan farksızdır. Bunun sonucu da yeni mitlerdir. Tapınmadır. Tıpkı, toplumu Tanrısal ritüellere göre algılamak gibi. Böyle olunca Tanrı adına konuşmaya, kararlar vermeye başlarsınız.

Hegel’in algısı, Karagülleninkinden çok farklı değil. Sizin ifade ettiğiniz, ahlak vs. gibi kavramlar, yapay zekanın bir ürünüdür. Rabbin kullanabildiği fonksiyonları kullanabildiğiniz içindir. Elbette her şeyi mümkün kılan Mutlak olandır. Çünkü lafzın ifadesi böyledir. Ama bunu somutlaştırmak, bilinmezleri kutsallaştırmaktan başka bir şey olmaz. SLT etmiyorsunuz dememizin sebebi budur. Sistemi anlaşılmadığı zaman hayaller devreye girer. Uydurmalar başlar. Mutlak olan ile nesnel olan ayrıldığı zaman tabular da ortadan kalkmış olur. Çünkü kutsal olabilecek hiç bir şey kalmaz geriye.

Windows tanımlamanız prensipte Doğru olmakla birlikte temelde eksiktir. Windows olabilmesi için, onu mümkün kılacak temel komutların olması gerekir. Fakat bizim bağlı olduğumuz şey ise, windows üzerinde yüklü olan bir arayüzden başka bir şey değildir. Tıpkı windows üzerine yüklü bulunan bir muhasebe program gibi. Windows muhasebe programının çalışmasını mümkün kılar. Windowsun prensiplerine göre çalışabilir ancak windowsun kendisine müdahale edemez, değiştiremez. Windows da temel komutlara müdahale edemez, değiştiremez.

Tanrı sebep değil, sebepleri de mümkün kılan olabilir ancak.

Süleyman Karagülle
20.10.2012
22:04

Kainat 13.7 milya r yıl önce yaratılmıştır. Bunun yaşı dört yolla ölçülmektedir. a)Kainatın ışık hızı ile genişlemesi b)Yıldızlardaki Hidrojenin helyuma dönüşmesi c) Yeryüzündeki taşrada radyo aktif bozulma d)Entropinin büyümesi.

Bunların hepsi bir birine yakın rakamlar vermektedir. Bunu kabul etmeyenlerin ellerinde hiçbir delilleri yoktur. Hiçbir şey kendiliğinden var olmaz, yok olmaz. Bunu iddia edene ancak mecnun diyebiliriz. Kuran’ı anlamak için usul bilmek gerekir. Mesela zariyat sözü kurallı dişil çoğuldur. Bu ancak tane tabiatlı varlıklar için kullanılır. Bugün kainatın kuantumlardan oluştuğu yine bütün ilim alanlarında kabul edilmiştir. Tüm kimya ve astronomi buna dayanmaktadır. Bunlar bir makalede anlatılamaz ve öğrenilemez.

Ölüm yok olma değildir. Dönüşmedir. Kıyamet yok olma değildir, dönüşmedir. Etkin enerji tükenince yeniden aküyü şarj eder gibi kâinatı yeniden şarj etmektir. Allah insanın emrindedir, sözümüz insanın sorumluluğunu izah içindir. Kelamcılar bunu Allah’ın iradesiyle istediğimizi yapmaktadır ifadesiyle açıklamıştır. Rızası o işin öyle olmasında değildir demektedirler. Bugün anahtarı çevirdiğimiz zaman harcadığımız gücü yediğimiz ekmekten sağlıyoruz. O da güneş enerjisinden elde edilmiştir. O da hidrojenin helyuma dönüşmesinden oluşmuştur. Allah sadece o enerjiyi kullanmayı bizim emrimize vermiştir. Yoksa bizde her hangi bir enerji yoktur.

İnsanda gelişme sosyaldir. Takdiri ilahidir. Gelişmeye katkı yapmak veya engellemeye çalışmak bizim irademize bağlıdır. Yapan Allah’tır. Ama irade eden biziz. Biz irade ettiğimiz için sorumluyuz. Yaptığımız için değil. Jamaika’daki insanla Mekke’deki insan arasında cennete gitme yolunda bir farklılık yoktur. Herkes kendi imkânlarından sorumludur. Biz davranışlardan sorumluyuz, sonuçlardan sorumlu değiliz. Sonuç Allah’ın işidir. Kader-i ilahi planıdır. Biz o kaderin uygulayıcılarıyız. Yapanlar var, engelleyenler var. Sonuçta yapanlar galip gelir. Öyle olmasaydı hayat sona ererdi.

Biz yaratıcıyı bilemeyiz. Kelamcılar, şöyle diyorlar: Onu nasıl düşünürseniz, O öyle değildir. Sonsuzluğa bundan dolayı benzetiyoruz. Sonsuz, düşünebileceğimiz en büyük sayıdan da büyük olan sayıdır. Dolaysıyla onu düşünemeyiz. Tanrı, düşündüğümüz her şeyden farklıdır, dolaysıyla onu düşünemeyiz. Ama biz yaptıklarını biliriz. Çünkü biz onun içinde yaşıyoruz.

Çürüyüp kaybolan bir şey yoktur. Bizim beynimiz vücudumuz dört boyutlu uzayda durmaktadır. Bu dünyadan geri dönüp oraları göremiyoruz. Ama ahrette geri dönüp geçmiş günlerimizi film seyreder gibi seyredeceğiz. Zilzal suresi bunu açıkça bildirmektedir. Yeryüzünde doğa kanunları hâkimdir. Adalet emrediliyor. Ama gerçekleşmiyor. Allah adildir. Ama adaletini ahrette tamamlayacaktır. Önce serbest bırakıyor. Herkes ne isterse o oluyor. Sonra haksızlığa uğrayan mükâfatını alacaktır. Doğururken ağrı çeken annenin defterine sevaplar yazılmaktadır. Kur’an kural koymuştur: Tükenen ortak mallardan yararlanarak üretim yapan, ürünün beşte birini tüketmiyor ve ortak imkânlardan yararlanıyorsa onda birini, yararlanmıyorsa yirmide birini, özel mülkiyete konu değilse ve araçlardan alınıyorsa kırkta birini ortaklığın payıdır diyor. Onlar bunu, ganimet ve madenlere uyguladılar, Biz de katı ve sıvı yakıt kaynaklarına uygularız. Hidrolik santrallere uyguluyoruz. Deniz suyundan elde dilen tuzlara uyguluyoruz. Kural değişmiyor. Uygulanan yer değişiyor.

İnsan ancak insana verilen melekeler kadar bilgi sahibi olur. Kulağı olmayanın sesi bilmesi mümkün değildir. Gözü olmayanın ışığı bilmesi imkânsızdır. Işıktan hızlı dalgalar vardır. Biz onları ne duyarız ne de görürüz. Hatta onları algılayan bir aletimiz de yoktur. Sadece var olduklarını bilmekteyiz. Çünkü ışık o dalgalardan oluşmaktadır.

Sam Adian
21.10.2012
00:26

“Kainat 13.7 milyar yıl once yaratılmıştır” cümlenizi şöyle düzeltebiliriz belki: “yaklaşık 13.7 milyar yıl once büyük patlama olmuştur”. Siz “yaratılmıştır” sözüyle varlığı Allah’a bağlamak istiyorsunuz. Oysa bu süre büyük patlamayı izah etmektedir. Yani kainatın var oluşunu sağlayan patlamanın gerçekleştiği zamanı gösterir. Maddenin var edilmesi ile ilgili değildir. Bizim itirazımız başlangıçtaki “ilk madde” veya ilk kuantumun yatalımaya ihtiyacının olmadığıdır. Sonrası ile ilgili zaten bilimsel veriler yeteri kadar vardır ve bilinmektedir. Kur’an da farklı bir şey söylemiyor. Zariyat’ta, ilk maddenin yaratılması ile ilişkilendirilebilecek nasıl bir bilgi var? Hangi usulle yorumlarsanız yorumlayın, zariyat bize ilk maddenin yaratılışı ile ilgili herhangi bir bilgi vermez. Patlama sonrasına ilişkin zaten sıkıntımız yoktur. 13.7 milyar yıl olmak zorunda mıdır? Olailir, belki bugünkü bigimizle bu kadardır, yarın başka bir bilgi ortaya çıkabilir. Bilgi çoğaldıkça veriler de çoğalır.

“Hiçbir şey kendiliğinden var olmaz, yok olmaz. Bunu iddia edene ancak mecnun diyebiliriz. “ Bizim böylebir iddiamız olmadı. Eğer siz de bunu Kabul ediyorsanız bu konuda anlaşıyoruz demektir. Biz patlamanın bir nedene dayanmasının gerekmediğini söylemiş idik. Tesadüfi ve kendiliğinden gelişebildiğini ifade ettik. Eğer kainat kuantumlardan oluşuyor ise, ve bu kuantumlardan bir tanesi mini minnacık bir karadelik gibi ise ve eğer zaman yoksa “bir neden de yoktur” Zamanı yaratan da büyük patlamadır. Dolayısıyla öncesine ilişkin bir tahminde buulunmak mümkün değildir. Kainatın kuantumlardan oluşmadığını iddia eden kimdir? Bizim böyle bir iddiamız olmadı, tam aksine kuantum mekaniği, varoluşu büyük ölçüde lafza da uygun olarak açıklayabildiğini söylemiştik. Sanırım siz bunu farklı algılamak istiyorsunuz.

Ancak, varlık alanındaki "nedensellik" ilkesi ile karıştırılmamalıdır. Biz büyük patlamanın meydana getirdiği fiziksel alanda, yine bu patlama sonucu ortaya çıkan doğa kanunlarına göre var oluyoruz. Bizim ayrıca ifade ettiğimiz şey, fiziksel alandaki nedenselliktir. ikisi farklı şeylerdir. “Ölüm yok olma değildir. Dönüşmedir. Kıyamet yok olma değildir, dönüşmedir. “ Bu konuda herhangi bir sıkıntımız olmadığı anlaşılıyor. Ancak bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak gerektiğini düşünüyorum. Mesela: 1. Ölüm bir dönüşümdür ifadenizden kastınız beşeri varlığın yani biyolojik varlık ile ilgili bir dönüşüm müdür? Varlığın sürdürülmesi biyolojik bedenin dönüşmesine mi bağlıdır? 2. Enerjisi tükenen galaktik sistemlerin yerine veya zaten yenilerinin üretildiğine itirazınız yoktur sanırım. Bu durumda enerjisi tükenenlerin yenilenmesi mi söz konusudur yoksa bu sistemlerde olan varlıkların göç etmeleri mi söz konusudur? “Allah insanın emrindedir, sözümüz insanın sorumluluğunu izah içindir. “ Insan’ın sorumluluğu değil belki ama, Beşer’in sorumluluğunun Allah’a değil, Rabbe karşı olduğunu Kur’an söylüyor. Kelamcıların ne ifade ettiklerini herkes biliyor, önemli olan kelamcılrın geçmişte ifade ettikleri şeylerin ne kadar bağlayıcı olduğudur. Bizim açımızdan bağlayıcı değildir. Tabii, "insan, Adem, Beşer" kavramlarının birbirleri ile olan ilişkisini hala merak ediyoruz.

Yanıldığınız şey, Allah varoluşu mümkün kılmıştır. Nasıllığını değil. Kur’an bize varoluşun nasıllığını anlatıyor. Allah sistemin temel komutlarını vermiştir. Bundan sonara sını geliştiren Rabdir. Rahman kelimesine yaptığınız yorumda “eylemde faili de ifade eder” diyorsunuz. (sıfatı müteşebbihe sebebiyle) , biz de bunu söyledik, Rahman faildir, varlıktır dedik. Dolayısıyla bu Allah olamaz. Çünkü sistemin operatörlere ihtiyacı vardır. Melekler de Rabbin otoritesini Kabul ettiklerine gore sistemi idare edenler melekler değildir.

Güneş enerjisinin nereden geldiğini bugün bilim adamları açıklayabiliyorlar. O da büyük patlamadan ileri geliyor. Allah’ın yarattığını nereden çıkarıyorsunuz. Entropi müdahale gerektirir. Kur’an ın anlattığı da budur. Şunu söylüyorsanız eğer, “Rab bize enerjiyi nasıl kullanmamız gerekitğini öğretti” bu cümlede bir sıkıntımız olmaz. Ama eğer “Allah bizim emrimize vermiştir” diyorsanız, bunun bir dayanağı yoktur.

AYnı şekilde “irade” ile ilgili algınız da çürüktür. Allah yapıyor ama biz irade ediyoruz. Yani Allah bizim yapmamızı irade ediyor. Kısaca bize yaptırıyor. O halde bizim irademizin dolayısıyla yapmamazın bir anlamı yok. Bu büyük bir çelişki.

Günün birinde yanında çocukları olan Jamaikalı bir hanımefendi görürseniz ona çocukların babasını sorun. Muhtemelen hatırlamayacaktır. Zaten hiç evlenmemiştir. Filipinlerde de durum farklı değildir. Herkes çoluk çocuk sahibidir ama evil olanlar çok azdır. Siz şimdi bunların da cennete gidebileceklerini mi söylüyorsunuz? Sizin kurallarınızı bildiklerini hiç sanmıyorum. Allah’ın yaptığı ve nihayetinde yapmamızı dilediği bir şeyde nasıl bir sorumluluk sahibi olabiliyoruz bunu anlamak oldukça zor.

Biz yaratıcıyı bilemeyiz. Kelamcılar, şöyle diyorlar: Onu nasıl düşünürseniz, O öyle değildir. Sonsuzluğa bundan dolayı benzetiyoruz. Sonsuz, düşünebileceğimiz en büyük sayıdan da büyük olan sayıdır. Eğer bir şeyi sayılar ile ifade edebiliyorsanız bu sınırlıdır demektir. Sınırlı birşeyden sonsuz nasıl olur? En büyük sayıdan da büyüktür ifadeniz de bir sınırlılığı ifade eder. Demek ki en büyük sayıdan da büyük bir sayıdır. O halde sınırlıdır. Yani size gore sonsuz yoktur. Bu durumda Allah da sınırlı mıdır?

Tanrı’nın yaptıklarını nereden biliyorsunuz? Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, Kur’an sadece mutlak olan hükümleri Allah’a atfeder. Bunun dışında her şeyin sorumlusunun Rab olduğu yine lafzın kendi ifadesidir. Allah’I tanımlamaz. Yanlış mı anlıyorum, “Onun içinde yaşıyoruz” derken “Allah’ın içinde yaşıyoruz” mu demek istiyorsunuz? Allah’I düşünemiyor, onu tahayyül edemiyorsunuz ama onun adına karar verebiliyorsunuz. Onu konuşturabiiliyorsunuz.

“Çürüyüp kaybolan bir şey yoktur. Bizim beynimiz vücudumuz dört boyutlu uzayda durmaktadır. “ Ne demek bu, bizim vücudumuz, yani biyolojik varlık olarak bizler dört boyutlu uzayda mıyız? Öyleyse, mezarlara gömdükleriniz, orada çürüyüp gidenler, yakılan bedenler nedir? Yoksa bu ifadenizden kastınız, Sizin bir ara “bilinç” diye tanımladığınız şeyin, biyolojik varlığın dışında bir yerlerde olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Sadrece yeryüzünde değil, bütün kainatta doğa kanunları hakimdir. Ama bünün üzerine kurulu “denge” kanunlarını atlıyorsunuz. Mevcut fiziksel şartlarda adaletten sözetmek kolay değildir. Kur’an ın emri de zaten “mümkün olduğunca”dır. Beden ile bağlantısı kesilen Nefs nereye gidiyor?

Zekat konusu, bu oldukça uzun bir konudur. Ancak burada kısaca ifade etmek gerekirse, “sadaka”nın vergi olduğu konusunda herhalde itirazınız yoktur. En azından bu konudaki ayetler oldukça açık. Ancak Zekat’ın vergi sınıfı içine nasıl sokulduğunu anlayamıyorum. Özellikle de “ihtiyaç fazlası” derken, bunun nasıl kırkda bir ile sınırlandırılabildiğini de anlamıyorum.

Ben bir hesap yapmaya kalktım ama altından kalkamadım. Türkiye nüfuse 2011 itibariyle resmi verilere gore 73 milyon civarındadır. Bu nüfusun çalışabilir miktarı 27 milyondur. Fiili olarak istihdam edilenler 24 milyon civarındadır. Buna gore 24 milyon kişi çalışıyor ve 73 milyon kişiye bakıyor. Bu 24 milyon kişinin yaklaşık % 95 I alt gelir gurubundan. Bunların büyük bir kısmı çok düşük ücretlerle çalışıyor, bir kısmı da geliri ile ancak kendi hayatını normal şekilde idare edebiliyor. Bu çalışanların yarısının zekat verdiğini varsaysak bile, rakamsal olarak elde edilebilecek miktar geriye kalanların veya fakir olanların bir veya birkaç aylık ihtiyacını ancak karşılayabilecek düzeyde olur. Çünkü çalışanların büyük bir kısmının da yardıma ihtiyacı vardır. Bu şekilde nasıl bir refah öngörüyorsunuz? Sosyalistlerin öngördüğü gibi mi? Kaldı ki, Zekatın fakirlere verileceğini nereden çıkarıyorsunuz? Allah’a borç nasıl verilir? Allah’a zekat verin demiyor, borç verin diyor. Borç vermenin ne demek olduğunu bilmeyen yoktur sanırım.

İnsan ancak insana verilen melekeler kadar bilgi sahibi olur. Kulağı olmayanın sesi bilmesi mümkün değildir. Gözü olmayanın ışığı bilmesi imkânsızdır.

Çok haklısınız. Gözleri olup da görmek iistemeyenlerin durumu da vahimdir. Vesselam

hakansarilar
23.10.2012
01:02

"Gözleri olup da görmek istemeyenlerin" Herhalde bu cümle en son bu platform için söylenir. Gözleri olup da görmeyenler dense tartışılır. Fakat aklın, deneysel metodun öne çıktığı bir platform için bu söz yerini bulmuyor. Hele sözleri yönelttiğiniz kişinin hayatını görmek istemek üzere geçirdiğini bu yüzden saldırılara hedef olduğunu kültür hayatımıza aşina olan herkes bilir.

Fakat herkes kendi bilgi ve kavrayışı üzerinden varoluşu açıklamak durumunda olduğı için kendi bakışaçısının tutsağı olabiliyor. Sözgelimi siz...

Üst yazıya verdiğiniz karşılıkta Kader konusunda Türkiye'den gelen her düşünme halini hiç sorgulamadan "kaderci" olarak yorumladığınız gibi bir görüntü veriyorsunuz. Uzak doğu bilgelerinin ve dinlerinin etkisi altında oluştuğunu "sandığım" "İşlevsiz Tanrı" kuramınız dolayısıyla fiili zaten tümüyle Allah'tan ayırdığınız için kaderdeki "hür irade" ile kastedileni agılamanız bence imkansızlaşıyor. Ben hür bir irade dendiği zaman "tam teşebbüsü" anlıyorum. Yayı germek oku salmak... Hedefi vurup vurmamak bizden çıkıyor. Okla hedef arasına yüzlerce sebep girer, belki de girmez. Buradan nasıl bir kaderci sonuç çıkarıyorsunuz doğrusu anlayamıyorum.

hakansarilar
23.10.2012
01:19

Bir diğer konu maddenin ezeli ve ebedi olma hali ve bunu bilimin (özelde hawking'in) büyük patlama için bir yaratıcıya ihtiyaç olmadığı fikrini "dogma" haline getirişiniz... Bu konuda daha bilim durulmuş değildir. madde ve karşı madde buluştuğunda yok oluyorlar. Yani ne oluyorlar? Bunu kavrayamıyoruz. Son deneyler atom altı parçacıkları olarak nitelenen ve en temeli olarak görülen quarkların dalga gibi davrandığını ortaya koyuyor. Bu ne demektir? Yani ortada partikül denilebilecek bir "şeyh" kalmayabiir. Şu anda bile boşluk diye bilinen galaksiler arası bölgenin boşluk olmadığı, quark ve karşı-quarklarla dolu olduğu, bu yüzden yok oluş- var oluşların anbean burada devam ettiği teorisi, en yaygın bilimsel görüştür. Quark karşı-quarka dokunuyor ve yok oluyor, böylece boşluk, hiçlikle varlığın aynı anda bulunduğu bir yere dönüyor. Sizce madde nedir?

Sam Adian
23.10.2012
03:34

Sayın Sarılar

Iki notunuza birden cevap olacağını umuyorum.

Birincisi, “Gözleri olup da görmek istemeyenler” cümlesinin muhatabı Karagülle değildir. Muhtemeldir ki, karagülle son paragrafını da beni kastederek kurmadı. En azından ben öyle anlamadım. Bu açıdan bu yorumunuzun muhatabı olduğumu düşünmüyorum. Kaldı ki, eleştirilen Karagülle değil, onun fikirleridir.

Elbette herkes kendi bakış açısına gore varoluşu ve diğerlerini açıklamak durumundadır. “filana” gore olan şey, sözün sahibine ait sayılmaz. Ben karagüllenin bütün fikirlerinin ne olduğunu bilmiyorum. Okuduklarımdan anladıklarımla hareket ediyorum. Kendisine saygı duyuyor olmam, fikirlerinde yanlış bulduğum şeyleri ifade etmeyeceğim anlamına gelmez.

Öte yandan, “işlevsiz Tanrı” başlıklı yazıyı yeniden okumanızı rica ediyoruum. O başlık ile bizim eleştirdiğimiz müesses anlayıştır. Aslında problemin cevabı yine tarihsel süreçte duruyor. Tanrı işlevsiz değildir, ama Tanrı’yı varlık alanına indirgemek onu işlevsiz hale getirmek demektir. Bunun uzakdoğu dinleri ile ilgisi olduğunu düşünmüyorum. “Hür” olmaktan söz edebilmek için, hiç bir bağlayıcı unsurun olmaması gerekir. “Din” tutkusu, bunu en başından zaten kesip atıyor. Dolayısıyla “Hür” olmaktan söz edilemez. Yayı gerip oku fırlatmak bizim küçük dünyamızla ilgili şeyler. En baskıcı toplumlarda bile herkes evlerinde büyük oranda hür olurlar. Ama bu “Hür” oldukları anlamına gelmez. Bunun sebebini de açıklamıştım. “elhamdu lillah” kavramı ile. Mutlak olan ulaşılabilir değildir.

Kaderi sonuç “yaptıran Allah’tır” cümlesidir. Böyle algıladığınız zaman oku fırlatma iradenizden, okun gideceği yöne kadar her şeyi önceden belirlemiş olursunuz. Herşeye “ilahi” bir yaklaşım geliştirirsiniz ki zaten böyle oluyor. Bilmek bilebilmek başka bir şeydir, bunu somutlaştırıp uygulama alanına indirgemek başka bir şeydir. Yani bir “mutlak irade” ile bağlı olduğunuzu düşünmeye başladığnız zaman, hiç bir sonuç sizi bağlayıcı değildir. Bu yüzden Rabbin otoritesi önemlidir. Sorumluluk buuradadır. Yüzme bilmediğiniz halde suya atlarsanız boğulursunuz. “Allah insanın emrindedir, sözümüz insanın sorumluluğunu izah içindir.” Sadece bu ifade bile başlı başına korkunçtur. Bilebildiğim kadarıyla Fikir bütünüyle Hawking’e ait değil. Başlanıçtaki oluşumun kendiliğinden olma olasılığı fikri “sicim teoriisi”nden itibaren var. Hawking sadece bunu geliştirdi ve büyük ölçüde deneysel olarak da kanıtlandı. Ama bunun önemi yok. Sorun şudur, eğer bilimsel veriler bizim için önemli ve belirleyici değilse başka ne tür bilgi bize ışık tutabiilir? Öte yandan bilimsel verileri lafzi verilerle de analiz etmek gerekir. İlk soru şudur: “Kur’an ilk maddenin nasıl meydana geldiğini ve patlamaya neyin sebep olduğunu anlatmıyor. Bilimsel verilerin de bu konuda bazı sıkıntıları olabilir ancak bu Kur’an ın ortaya koyduğu belirsizlikten daha fazla değil. Kaldı ki, benim açımdan bilimsel veriler, lafzi verilerle uygun olduğu zaman değerlidir. Eğer bir şekilde beni eleştirmek isityorsanız, “lafzi verilere bağlılık” ile eleştirebilirsiniz.

İkincisi ise, “Kur’a yok oluştan söz eder mi?”, ölüm, kıyamet vs. bunlar birer yok oluş mudur. Ne var ki Kur’an bir yok oluştan söz etmiyor. Ben bunu “dönüşerek gelişme” diye tanımlamıştım. Açıkçası varlığın “upgrade” olması hedefleniyor. Karagülle de buna dönüşüm diyor. Ancak onun problemi, böyle olduğunu biliyor olmasına rağmen kurguladığı system içerisinde aynı yaklaşımı ortaya koyamamasıdır.

Ben maddeyi sanal gerçeklik olarak anlamıyorum. Kainattaki her şey hücrelerden oluşur. Yani zerrelerden oluşur. Ama bu fiziksel gerçekliktir. Bizim algılarımız içinde bulunduğumuz fiziksel evrene göredir. Yani “zaman” ile bağlı olan bir evren. Bir yerde zaman varsa, nedenler de vardır.

Vesselam





Son Eklenen Makaleler
Sam Adian
AN IMPORTANT EXPLANATION
28.05.2024 324 Okunma
Sam Adian
FUNCTIONAL CONCEPTS - 1
3.10.2020 3051 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAKCA - 30
15.06.2017 4400 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - DONUSUM VE YENI DUNYA DUZENI - 29
15.06.2017 2786 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISAT VE HUKUK - 28
14.06.2017 3122 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - UYGULAMA - 27
13.06.2017 2593 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI EVRIM - 26
12.06.2017 4302 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI DENGELER/REFAH TOPLUMU 25
11.06.2017 3872 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - BUYUME VE ETKILER - 24
10.06.2017 5954 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - YAPISAL ANALIZ - MAKRO/MIKRO - 23
9.06.2017 4301 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SERBEST TICARET ve PIYASALAR - 22
8.06.2017 3770 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TUKETIM - 21
7.06.2017 3814 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - FIYAT ANALIZI / Ucret, Fiyat, Para 20
6.06.2017 6994 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - URETIM VE ISHLETME - 19
5.06.2017 4284 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE DOĞAL KAYNAKLAR, 18
4.06.2017 5490 Okunma
1 Yorum 05.06.2017 09:35
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAK VE YATIRIM YONETIMI - 17
3.06.2017 3214 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI YONETIM SISTEMI - BANKA - 16
3.06.2017 3864 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI FAKTORLER - 15
2.06.2017 12372 Okunma
3 Yorum 03.06.2017 14:51
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI PARAMETRELER - 14
2.06.2017 4674 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KARZ-I HASEN / YATIRIM FONU - 13
31.05.2017 4467 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - INFAQ - TASARRUF MEVDUATI - 12
31.05.2017 4157 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - ZEKAT - IKTISADI YONETIM SISTEMI - 11
30.05.2017 6810 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE/C - MEKANIZMALAR 10
29.05.2017 6633 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / B- KOORDINASYON 9
29.05.2017 4683 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / A - 8
29.05.2017 6433 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SADAKA : KAMU MALIYESI - 7
27.05.2017 4780 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE MULKIYET - 6
27.05.2017 4425 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - RIBA - BIR OZGURLUK DOLANDIRICILIGI 5
27.05.2017 4636 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TARIHSEL YANILGILAR - 4
27.05.2017 4219 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 3
25.05.2017 5053 Okunma
1 Yorum 26.05.2017 00:55
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 2
24.05.2017 3585 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 1
24.05.2017 4153 Okunma
Sam Adian
BIRKAÇ NOT
15.01.2014 7871 Okunma
4 Yorum 25.07.2014 16:22
Sam Adian
AKEVLER - 4
8.02.2013 5539 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 3
8.02.2013 6630 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 2
7.02.2013 5133 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 1
7.02.2013 5537 Okunma
Sam Adian
DÜZEN MESELESI ve AKEVLER
3.02.2013 6529 Okunma
1 Yorum 06.02.2013 22:28
Sam Adian
KIYAMET GÜNÜ.....
21.12.2012 7090 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 00:43
Sam Adian
ARASAT'TAN BIR ARSA
18.12.2012 4855 Okunma
Sam Adian
YUNUS-NUH : Mitolojiden Vahye
13.12.2012 12296 Okunma
4 Yorum 14.12.2012 14:59
Sam Adian
El-Lehu, Lehu ve Mülkiyet
9.12.2012 7570 Okunma
1 Yorum 12.12.2012 11:42
Sam Adian
FINANSMAN MESELESI VE ZEKAT
8.11.2012 27270 Okunma
46 Yorum 28.05.2024 13:53
Sam Adian
MÜLKIYET MESELESI ve DÜZEN
6.11.2012 7823 Okunma
7 Yorum 21.11.2012 17:28
Sam Adian
SLT NEDIR?
3.11.2012 9641 Okunma
2 Yorum 04.11.2012 00:19
Sam Adian
Ve MUKADDERAT...
14.10.2012 6353 Okunma
Sam Adian
KARAGÜLLE FELSEFESİ.....
13.10.2012 7731 Okunma
8 Yorum 23.10.2012 03:34
Sam Adian
... VE NIHAYET RAB
12.10.2012 5590 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 01:06
Sam Adian
IŞLEVSIZ TANRI...!
9.09.2012 15369 Okunma
43 Yorum 28.05.2024 14:10
Sam Adian
RUBUBIYET....
6.09.2012 6768 Okunma
2 Yorum 12.10.2012 11:34
Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012 12328 Okunma
24 Yorum 05.09.2012 10:43
Sam Adian
.... VE TANRI! - 3
15.08.2012 6503 Okunma
1 Yorum 15.08.2012 21:16
Sam Adian
.... VE TANRI! - 2
13.08.2012 7069 Okunma
6 Yorum 14.08.2012 03:44
Sam Adian
.... VE TANRI! - 1
12.08.2012 7021 Okunma
10 Yorum 14.08.2012 07:50
Sam Adian
RAMAZAN ve TARIH
11.08.2012 12197 Okunma
Sam Adian
ORUCUN FAZILETLERI....
9.08.2012 7163 Okunma
4 Yorum 13.08.2012 13:58
Sam Adian
TANRI'NIN BEDENI....
2.08.2012 7674 Okunma
13 Yorum 08.08.2012 18:26
Sam Adian
MATERYALIST NIKAH
22.07.2012 5681 Okunma
2 Yorum 24.07.2012 03:40
Sam Adian
CINSELLIK VE AKIT
19.07.2012 8174 Okunma
11 Yorum 30.07.2012 06:11
Sam Adian
BIR EYLEM OLARAK ZINA
14.07.2012 34675 Okunma
25 Yorum 28.05.2024 13:42
Sam Adian
UTANMAZLIK ZINA MIDIR?
13.07.2012 14391 Okunma
16 Yorum 14.07.2012 21:14
Sam Adian
HADIM'DAN ZINAYA
12.07.2012 11503 Okunma
18 Yorum 13.07.2012 10:00
Sam Adian
EN IYI ANAYASA YAZILI OLMAYANDIR.....
7.07.2012 13601 Okunma
35 Yorum 28.05.2024 14:26
Sam Adian
YARATILIŞ VE DÜZEN
3.06.2012 5025 Okunma
Sam Adian
ADEM VE TOPLUMU - 1
4.05.2012 7071 Okunma
3 Yorum 04.05.2012 15:03
Sam Adian
YARATILIŞ VE SÜREÇ
2.05.2012 5656 Okunma
1 Yorum 03.05.2012 07:38
Sam Adian
YARATILIŞ KURAMI VE EVRIM
1.05.2012 5747 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ - 2
30.04.2012 4417 Okunma
Sam Adian
BAZI ELEŞTIRILER
29.04.2012 5668 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 20:51
Sam Adian
YARATILIŞ
29.04.2012 7206 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 13:07
Sam Adian
KUR'AN'DA CEZA KAVRAMI
14.04.2012 17027 Okunma
3 Yorum 19.04.2012 20:21
Sam Adian
ANLAMADA YÖNTEM
12.04.2012 6080 Okunma
2 Yorum 14.04.2012 16:04
Sam Adian
ORTAK REFERANSLAR ve BIR ÖNERI
11.04.2012 8674 Okunma
9 Yorum 21.06.2012 16:27
Sam Adian
KAT'a ve NEFY - KAVRAMLAR
7.04.2012 12955 Okunma
32 Yorum 09.04.2012 18:02
Sam Adian
ŞURA
6.04.2012 9343 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 20:27
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DEVLET ve IKTIDAR
4.04.2012 9745 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 09:59
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DIN FAKTÖRÜ
1.04.2012 6974 Okunma
11 Yorum 09.04.2012 23:53
Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012 14100 Okunma
22 Yorum 11.04.2012 01:44
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KARAR MEKANIZMALARI
29.03.2012 11549 Okunma
15 Yorum 31.03.2012 20:26
Sam Adian
CRITICS
27.03.2012 5646 Okunma
2 Yorum 28.03.2012 22:17
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KURUMSALLIK
26.03.2012 6509 Okunma
3 Yorum 27.03.2012 20:01
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - INSAN VE DEVLET
26.03.2012 9510 Okunma
9 Yorum 27.03.2012 16:28
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 2
25.03.2012 4483 Okunma
1 Yorum 25.03.2012 05:43
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 1
24.03.2012 5346 Okunma
2 Yorum 24.03.2012 23:10
Sam Adian
BAŞÖRTÜSÜ
23.03.2012 5652 Okunma
Sam Adian
SOSYAL KAPITALIZM.
21.03.2012 14544 Okunma
24 Yorum 28.05.2024 14:39
Sam Adian
"ADIL DÜZEN"IN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
20.03.2012 5473 Okunma
7 Yorum 23.03.2012 18:49
Sam Adian
Metod ve uygulama
18.03.2012 5673 Okunma
9 Yorum 21.03.2012 10:01
Sam Adian
HMR ve SONUÇ
16.03.2012 12411 Okunma
18 Yorum 16.03.2012 18:08
Sam Adian
ANLAMAK.....
15.03.2012 6564 Okunma
5 Yorum 16.03.2012 18:21
Sam Adian
HMR HAKKINDA - 2
14.03.2012 7275 Okunma
7 Yorum 15.03.2012 08:14
Sam Adian
INSANLIK ANAYASASI HAKKINDA-1
12.03.2012 4157 Okunma
2 Yorum 12.03.2012 17:32
Sam Adian
RIBA'nın UNSURLARI
11.03.2012 12825 Okunma
12 Yorum 15.03.2012 16:14
Sam Adian
RIBA ve EKONOMI-1
9.03.2012 7059 Okunma
7 Yorum 10.03.2012 19:31
Sam Adian
DARB-I MESEL VE YETKI GASPI
8.03.2012 10606 Okunma
22 Yorum 11.03.2012 16:10
Sam Adian
RIBA VE EKONOMI
7.03.2012 12490 Okunma
15 Yorum 09.03.2012 06:04
Sam Adian
SÖYLEYECEKLERIMIZ VAR
1.03.2012 4748 Okunma
5 Yorum 10.03.2012 08:24
Sam Adian
INSAN VE DÜZEN
1.03.2012 4866 Okunma
6 Yorum 01.03.2012 19:11
Sam Adian
SLT ve MESCID
25.02.2012 4420 Okunma
Sam Adian
HAMR ve HUMR
25.02.2012 53325 Okunma
19 Yorum 28.05.2024 13:50


© 2024 - Akevler