Ruh ve Kelime
Yaratılış kuramı veya Allah’ın yaratmayı takdir etmesi muhakkak ki bir süreç içerisinde açıklanabilecek bir durumdur. Kur’an daki “Yaratılış” kavramını incelediğimiz zaman, varlığın veya nesnelerin “bir anda” ortaya çıkmadıklarını, yaratıcının takdir etmesinden sonra belli bir süreç içerisinde gerçekleştiğini görüyoruz.
Bunun anlamı şudur: Yaratıcı, yaratmak istediği şeyi programlamaktadır. Yazmaktadır. O şeyin prensiplerini oluşturmakta ve mimari tasarımını yapmaktadır. Sisteme aktarılan bu bilgiler sebebiyle, sistem içerisinde o bilgiye ait varlık inşa edilmekte ve oluşturulmaktadır.
Evrim teorisine bağlı olarak Yaratılış kuramı içerisinde bazı sorulara da cevap bulmak gerektiği açıktır. Bunların en başında “erkek-dişi” kavramlarıdır. (Kadın-erkek). Biz dedik ki, Ayetlerde kullanılan “Zevc” kelimesi kadını işaret etmez, erkeği de işaret etmez. Her ikisini birden anlatır. Her ikisinin birbirinin “eşi” olduğunu anlatır. Bunu nereden anlıyoruz?
“Ve ennehu halakaz zevceyniz zekere vel unsâ.” (Necm 45)
Ayet, “Zevc” kelimesinden kastedilen şeyin “zeker ve unsa” olduğunu ifade etmektedir. Demek ki, “Zevc” aynı türden bir çifti ifade eder. Bu çift erkek ve dişiden oluşmaktadır. Bu nereden olmuştur?
“Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ.” (Kıyame 38)
“Fe ceale minhuz zevceyniz zekere vel unsâ.” (Kıyame 39)
Demek ki “cinsiyet kavramı” biyolojik varlıktadır. Daha önce “insan” kavramının bir tür processor olduğunu ifade etmiştik. Bi porcessorlerin çoğaltılarak eşleştirildiğini ve “eş”ler oluşturmak üzere programlandığını da söylemiştik. “Eş” kavramının tezahürü ise “erkek ve dişi” olarak biyolojik varlığa atfedilen bir özellik olarak burada karşımıza çıkmaktadır. Demek ki Processing Unit için bir cinsiyet söz konusu değildir. O sadece biyolojik varığı şekillendirmek üzere programlanmıştır ve biyolojik varlık da eşleştiği processore göre şekillenmektedir. Yani erkek veya kadın olmaktadır.
Türlerin eşleştirilmesi ile sürekliliğin sağlanması aynı şey değildir. Processing varlık olarak türler “bir erkek ve bir dişi” olarak tasarlanmış ve hücresel oluşum da buna göre şekillendirilmiştir. Ancak sürekliliğin sağlanmasının nasıl gerçekleştiği konusunda pek çok fikir ileri sürülmektedir. Kimilerine göre varlık kendini tekrar etmektedir, yani re-enkarne olmaktadır. Kimilerine göre ise, Varlık aslında sanaldır, sadece bir imaj olarak oluşmakta ve yok olmaktadır. Dolayısıyla sonra gelen, öncekinin bilgisine ve deneyimine de sahip olarak gelmektedir. (Avatar teorisi vs.) Bazı İslam düşünürleri de buna benzer fikirler ileri sürmüşlerdir.
Bu teorilerin tutarlı bir yanı yoktur. Varlık tamamen gerçektir ve fiziksel olarak vardır. Süreklilik ise “fiili” olarak sağlanmaktadır. Yani oluşum sürekliliği vardır ve bu devam etmektedir.
“…yebdeul halka summe yuîduhu…” (Rum 11-27, Neml 64, Ankebut 19, Neml 64)
Demek ki, oluşum, yani üretim devam etmektedir. Bir yandan processor üretilirken diğer yandan o processorlerin kontrol ettiği biyolojik varlık da üretilmektedir. “İn kullu nefsin lemmâ aleyhâ hâfız” (Tarık 8) Demektedir. Yani her bir varlığın (canlı veya cansız) oluşumu başladığı zaman mutlaka onu kontrol eden bir processorun var edildiği veya oluştuğu da Kur’an ın bize aktardığı bir bigidir. Buna dayanarak canlıların da bu şekilde gerçekleştiğini/ oluştuğunu söylüyoruz. Çünkü:
“Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fî mâ lâ ta’lemûn” (Vakıa 61)
Demek ki varlığın bir karşılığı vardır. Dolayısıyla biyolojik varlık şekillenirken onun karşılığı olan proessing unit de inşa edilmekte, üretilmektedir. Çünkü biyolojik varlık buna bağlıdır. Ona komutları verecek ve gelişmesini sağlayacak bir “karşılığı”nın olması gerekmektedir. Biyolojik üreme de dahil olmak üzere her varlık için bir karşılık olması zorunludur.
“E fe reeytum mâ tumnûn” (vakıa 58)
“E entum tahlukûnehû em nahnul hâlikûn” (Vakıa 59)
Ne var ki biyolojik beden içerisindeki oluşumun tetiklenmesi yeterli değildir. Aslında yaratılış burada da değildir. (Rahim). Peki ya nerdedir? Biyolojik varlığın içindeki hücreleri yöneten processing unit’in üretildiği yerdedir. Dolayısıyla varklık “biyolojik oluşum” ve “meleki oluşum” şekilnde gerçekleşmektedir. (Meleki oluşum’dan kastımız, processing unittir, çünkü biyolojik varlığın nasıl şekilleneceği ve nasıl varlığını sürdüreceği buna bağlıdır)
Bütün bu bilgilerden sonra rahatlıkla söyleyebiliriz ki, varlığın oluşması “dişi” ye endeksli değildir.(biyolojik üreme farkıdır) İlk yaratılış böyle değildir. Bu kavram değerlendirilirken, “süreklilik” içindeki doğal süreç ve koşulları göz ardı edilmemelidir. Kaldı ki, “dişi”nin de yaratma yani üreme için yeterli olmadığını da yine ayetlerden anlıyoruz. Hatırlanacağı gibi, biyilojik varlık ile processing unit arasındaki bağlantıyı “Ruh” denilen aygıtın sağladığını anlatmıştık. İlk üretimde olduğu gibi, biyolojik varlıktaki üretimin tetiklenmesi esnasında hücrelerin nasıl şekilleneceği de yine bu aygıt tarafından bildiriliyor veya kaydediliyor. (DNA) Bu bilgiler, bir hücreden nasıl bir biyolojik varlık ortaya çıkacağını içeren bilgilerdir.
Tartışmalara sebep olan bir başka husus ise, biyolojik varlık ortadan kalktıktan sonra (ölüm) ne olduğudur. Bu konuda da pek çok fikir ileri sürülmüştür, sürülmektedir. Ancak bu fikirlerin pek çoğu, ya efsanelere dayanmakta veya hayal mahsulüdür. Her şeyden önce biyolojik varlığın ortadan kalkması ile hayat sona ermemektedir.
“Leallî a’melu sâlihan fîmâ terektu kellâ, innehâ kelimetun huve kâiluhâ, ve min verâihim berzahun ilâ yevmi yub’asûn” (mü’minun 100)
Adem’i varlık öldükten sonra geri dönmeyi istemektedir. Demek ki hayat devam etmekte, “bilgi” kullanılabilmektedir. Ancak yeniden dönüştürülecekleri zamana kadar bu varlığın bir “kelime” (kodlar)’den ibaret olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü, biyolojik varlığın şekillendirilmesi süreci sona ermemiştir. “Ve enne aleyhin neş’etel uhrâ.” (Necm 47) Demek ki nihai şeklin oluşturulması aşamasına geçilene kadar evrim devam edecektir.
Varlık biyolojik oluşumla sınırlı değildir ve varlığın aslını oluşturan şey “kelime” dir. Biyolojik bedenin ortadan kalkması ile varlık sona ermemekte, bu kodlar ve hatta processing unit bir sonraki aşamaya geçene kadar varlığını sürdürmekte, nihai üretime kadar bekletilmektedir. Başka bir deyişle "kelime" varlığın programından başka bir şey değildir.
Genellikle “Ruh” kavramı, Varoluşun olmazsa olmazı olarak zannedilir. Hayatın Ruh'a bağlı olduğu düşünülür. Biyolojik beden yok olduktan sonra varlığını sürdüren şeyin de Ruh olduğu varsayılır. Bu varsayımlar doğru değildir.
“….ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh…” (Mucadele 22)
Eğer “Ruh”, hayatın vazgeçilmezi olan şey ise, onların kalpleri ruh ile nasıl desteklenebilir? Demek ki “Ruh” başka bir şeydir. Mesela vahiy de bir “Ruh” vasıtasıyla gelmiştir. Nasıl?
“Ve innehu le tenzîlu rabbil âlemîn” (Şuara 192)
“Nezele bihir rûhul emîn” (Şiara 193)
Demek ki “Ruh” özel bir bağlantı şeklidir, özel bir iletişim şekli. Böyle olduğu için, “Meryem” e de Ruh gönderilmiş (bağlantı kurulmuş) ve hücrenin oluşumu tetiklenmiştir.
“İz kâlellâhu yâ îsebne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke bi rûhil kudusi tukellimun nâse fîl mehdi ve kehl…” (Maide 110)
“…İnnemâl mesîhu îsâbnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuhu. Elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun minhu..” (nisa 171,
Anlaşılan özel bir bağlantı kurulmuş ve bir “kelime” (bilgi, kodlar) aktarılmıştır. “kelime” en basit şekliyle “anlamlı dizilim” manasına gelir. Demek ki, bu özel bağlantı sayesinde üretimin gerçekleşebilmesi için gerekli kodlar aktarılmıştır. Buna göre Sadece Isa değil, bütün varlık bir kelimeden ibarettir. Onun farkı ise, özel bir iletişim kanalı ile bu kodların aktarılmış olmasından başka bir şey değildir.
“…ve eyyednâhu bi rûhil kudus…” (Bakara 87)
Demek ki, bu özel iletişim Isa’nın doğumundan sonra da devam etmiş ve bu yöntemle desteklenmiş, güç verilmiştir.
“İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem…” (Al-i İmran 59)
Eğer Isa’nın üretilmesi, Adem’in üretilmesi gibi ise, o halde “Ademi Varlık” koşullarına bakmamız gerekir. Bu üretim şeklini daha önce anlatmıştık. Demek ki, İsa da benzer bir süreç ile oluşturuldu. Ayetin devamındaki “kün fe yekün” ifadesine dayanarak, bu üretimin nedensiz bir üretim olduğu zannedilmektedir. Oysa bu ifade de oluşumun bir süreç içerisinde olduğunu anlatır. Ancak Yine aynı ayette, “önce topraktan” sonra “ol” dediği de bildirilmektedir. Yani, Insan bir processor ve hücre üretildi ve bunlar birbiri ile bağlandı ve “Ademi Varlık” oluşturuldu. Sonra buna “ruh” üflendi. Ruh bir bağlantı şekli ise, o halde bu bağlantı “kaynağı” ile olmalıdır. Yani oluşumu yönetecek mekanizmanın denetimi altında olması gerekir. Çünkü hucrenin biyolojik bir varlık olarak oluşabilmesi için ihtiyacı olan bilgileri/kodları alabileceği yer yine kendisine ait olan processor ile bağlı olması ile mümkündür. Bu bağlantıyı sağlayan şeyin adı da “Ruh” tur. Yani modem.
Görüldüğü gibi ne Isa, ne de bir başkası mucizevi bir şekilde yaratılmamış, tam aksine, ilk defa oluşturulduğu gibi oluşturulmuştur. Burdan anlıyoruz ki, biyolojik varlığın oluşabilmesi için bir erkek ve bir dişiye de ihtiyaç yoktur. Sadece “dişi” olması yeterlidir. Önemli olan, kodların tek yönlü olarak aktarılabileceği bir hücrenin bulunması ve bu hücrenin gelişmesi için gerekli olan koşulların uygun olması yeterlidir. Bu durum, Kur’an da kullanılan “dişil” ifadeleri de açıklamaktadır. Biz öyle zannediyoruz ki, gelecekte Adem’i varlığın biyolojik olarak çoğalması için bu durum da bir yöntem olarak kullanılacaktır.
Netice itibariyle, Ademoğlu “Adem’i Varlık”ın bir parçası, Ademi varlık ise “insan” varlığının bir parçasıdır. Bu oluşum veya üretim son derece açık ve anlaşılır bir şekilde Kur’an da anlatılmıştır. Elbette “bilen topluluk” için.
Son olarak bir ayrıntıya dikkat çekek isteriz. Üzerinde yaşadığımız gezegende “hayat” yani Adem’i varlık, Adem ve topluluğunun buraya, yani üzerinde yaşadığımız gezegene (arzlardan bir arz) gönderilmesi ile başlamıştır. “Insan” varlığına ait diğer unsurlar (türler) de Adem ve topluluğu ile birlikte (öncesinde veya sonrasında) buraya gönderilmiştir. Yaratılış kuramını incelediğimiz zaman, bütün varlığın belli bir merkezde üretildiğini, belli koşullar altında evrildiklerini ve belli bir aşamaya geldikten sonra geçici alanlarına bırakıldıklarını anlıyoruz. Ancak unutulmamalıdır ki, bugün bizim açımızdan “bin yıl öncesi” ile “X milyar yıl öncesi” arasında hiç bir fark yoktur. Zaman göreceli bir kavramdır. Üzerinde yaşadığımız bu gezegene gönderilmiş olan varlıklar, yeni koşullara uyu sağlayabildikleri ölçüde varlıklarını sürdürebilmişler, evrilmeye devam etmişlerdir. Uyum sağlayamayanlar ise yok olup gitmiştir.
Vesselam
(Devam edecek)