Namaz SLT'ı karşılar mı?
Karagülle, “SLT”tan ne kasdettiğimizi anlamadığını söylemişti. Daha önce SLT kavramının içeriği ile ilgili olarak yazmıştık. Genel olarak Buradan kasdettiğimiz şeyin ne olduğundan çok öncelikle “ne olmadığı”na bakmak gerekiyor.
SLT’ın ibadet olmadığı Karagüllenin de kabul ettiği bir husustur. Bağlı olarak diğer eylemlerin de ibadet olmadığını yine kendisi ifade etmiş idi. Böyle kabul ettikten sonra sosyolojik örgütlenmelerinizde neyi nasıl kullanacağınıza siz karar verirsiniz. Meselenin bu kısmını zaten tartışma konusu yapmıyoruz. Bu anlamda bir “toplantı” düzeni oluşturur ve bunu uygularsınız buna da “namaz” diyebilirsiniz, bu kimseyi bağlamaz.
Ancak bazı problemler olduğu da aşikar. “SLT”ın ne olmadığı ile ilgili olarak bu çelişkileri ve dayanaksızlığı ortaya koyup “SLT”ın kastını ifade etmek daha yerinde olur diye düşünüyorum.
Ancak SLT kavramı ile, ritüelleştirilmiş ve ritüelleştirmeye devam edilen “Namaz” arasında nasıl ilişki kurulabildiğini hala çözemedik. Akevler, nasıl anlaşılması gerekir? Sorusuna, kitabın bir fomülizasyon olduğunu, herkesin o formülleri kendi alanına göre değerlendirebileceğini söylüyor. Buna da katılırız. Ancak bu manaya mebni değildir. Kaldı ki eylemleri dönüştürürken, mesela Zekeriya’nın Mihraptaki namazını alıp, Melekler yerine Başkanı koyarsınız Zekeriya yerine de topluluğu; başkan veya imam topluluğu müjdeler, emreder, haber verir vs. Bunu kilisede papazlar da yapıyor. Bu anlama şekli Akevlere çok uygun aslında çünkü “biz emrederiz, diğerleri bizim emrimize uyarlar” demektedirler.
Şimdi isterseniz kısaca SLT’ın ne olmadığına bakalım.
Mana: “Yukarı seslenmek, iletişim” veya “Yükselmek, olgunlaşmak”….
Akevler bu manayı “Toplantı” olarak anlamak istiyor. Ama “TOPLANTI” manasına gelen veya buna te’vil edilebilecek pek çok kelime zaten Kur’an da kullanılmaktadır. “Fe ecmiu” (Yunus 71), “yevme el cem'i” (Şura 7) vd. cem olmak bir araya gelmek toplanmak manasında, “fî nâdî-kum” (Ankebut 29), Toplanılan yer, külup manasında, “mev'ıdu-kum” (Taha 59) Randevu, buluşma zamanı anlamında, “kifâten” (Murselat 25) iki yakayı bir araya getirip bağlayan bağ, avuç içi veya palmiye anlamında, “Haşr” (En’am 38, Tekvir 5 vd.) tıka basa dolu, sıkışmış, sıkı, bir arada anlamında kelimeler zaten kullanılmaktadır. Eğer bir “Toplantı” anlamı yüklemek gerekiyorsa bu kelimelere veya bahse konu sosyal örgütlenme modeli içinde öngörülen kamusal toplantı anlamına çok daha uygun olabilecek “Mescit” kavramının ifade ettiği manaya atıfla bunu yapmak belki mümkün olabilir. Çünkü “Udhul-ul mescid” her şeyden önce mescide katılmayı öngören bir ifadedir. Mescidin bir toplanma yeri, kamu alanı olduğu göz önüne alındığında, sizin Namaz kavramına yüklediğiniz şekil açısından da uygun olur. Öyleyse SLT kelimesinin indirgenmiş şekli TOPLANTI OLAMAZ.
Herkes kendi örgütlenmesi içerisinde bir toplantı düzeni belirleyebilir ve uygulayabilir. Buna kimsenin karışmaya veya itiraz etmeye hakkı yoktur. Ancak bu uygulamalarını SLT gibi lafzi verilere ilgisiz bir şekilde bağlayamaz. Bu itiraz edilmesi gereken bir husus olur.
SLT duadır, diyenlerin, Dua kelimesinin de Arapça olduğunu ve Kur’an da bu kelimenin de tam olarak Dua anlamında kullanıldığını da unutmamaları gerekir.
Eğer SLT Kur’an da anlatıldığı şekliyle bilinen Namaz kavramından farklı ise topluluk nasıl olacak?
A’raf 29’da da açıkça ifade edildiği gibi, Düzeni yalnızca Allah’a has kılacak şekilde mescitte olacaktır. Mescitte rüku edilecek, secde edilecektir. İbadet edilecektir. Insanlar birbirleriyle iletişim kuracak ve tartışacaklardır. Kararlar alıp uygulayacaklardır.
Aynı şekilde A’raf 31’de ifade edildiği gibi mescide sürekli gitmek gerekmemektedir. Demek ki sadece gerekli olduğunda toplantı için mescide gitmek gereklidir. Her gün olabilir, her hafta olabilir, her ay olabilir. Her gün temsilciler gidip tartışırlar, her hafta geniş katılımlı toplantı olur, her ay kurultay yapılır. Gibi.
Aslına bakılırsa sosyolojik indirgemeleriniz için bir dayanağa da ihtiyacınız yoktur. Çünkü Kur’an size “belli bir siyasal düzen önermez”. Bu sebeple dilediğiniz gibi bir siyasal örgütlenme yapabilirsiniz. Buna zaten karışan yok. Namaz kavramının –ve hatta SLT- bir “ibadet” olmadığını kabul etmekle birlikte, “Namaz” ı zorunlu tutmak ve herkesi buna katılmaya çağırmak ve üstelik bunu bir cemaat ritüeli haline dönüştürmek için herhangi bir delil yok. Bu olsa olsa ancak toplumu bir sürü yapmak ve onun önderlerini de ruhban yapmaya yarar. Tarihsel süreç bunu bize çok güzel öğretti.
Zannediyoruz tarihsel süreçte olduğu gibi, Namaz denilen şeyin ısrarla SLT’a bağlanmak istenmesi, Kur’an ın ifade ettiği SLT eyleminin bir sistematiğinin olmasından kaynaklanıyor. Böylece namaz zorunlu hale getirilirken aynı kazanda “kutsanmış” da oluyor. Bu durum, Sayın Kayahan’ın “Namaz” başlıklı yazısında da açıkça anlaşılmaktadır : “Kuran’daki Salat, topluluğu oluşturan toplantıların ne zaman, nasıl, kimlerle ve nerede yapılması gerektiğini öğreten, örnekleyen bir kurumdur. Kuran’daki namaz; insanların siyasi örgütlenmesini bize öğretir. Diğer sosyal etkinliklerimizi ona kıyas ederek buluruz” demektedir. Bu genel olarak Akevlerin öngördüğü sosyolojik yapılanma veya örgütlenme biçimi içerisindeki bir uygulamadan yola çıkarak, bu uygulamanın Kur’an ın öngördüğü “SLT” kavramı ile bütünleştirme gayreti olarak görüyoruz.
Lafzi veriler bu iddianın dayanaksız olduğunu gösteriyor.
Yine Karagülle, Rüku ve Secdenin aslında SLT’ın rükunlerinden olmadığını ancak onları birleştirdiklerini söylüyor. Bu açıdan öngörülen toplantı ritüeli Namaz’ın rüku ve secde içermesinin bir sakıncası kalmıyor. Ama bu aynı zamanda, Namaz denilen şeyi biraz daha kutsamış ve ibadetimsi bir havaya sokmuş da oluyor. Bunun da bir tek sebebi olabilir ki, o da, nihayetinde toplulukları güdülebilir hale getirmektir. Neticede Namaz’ın hedefi, sosyolojik manada bir itaat kültürü geliştirmek, başkana veya imama itaat eden bir sürü elde etmektir. Zaten böyle de olmuştur.
Şimdi bir de Kur’an daki Salat’ın hedefinin ne olduğuna?
SLT’ın muhatabının “Allah” veya “Rab” olmadığı açıktır. Ancak buna karşılık Ahzab 56’da açıkça ifade edildiği gibi, sisteme katılım olduğunu anlamak zor değildir. Allah ve melekleri “Nebi” üzerine SLT ediyorlar ise, bu bir bilginin, bir haberin paylaşılması gerektiği anlamına gelir. Bilindiği gibi “Nebi” haber merkezi anlamındadır. Genişçe yolları olan yüksekçe yer demektir.
Akevler, toplumsal ritüellerin “bireysel olgunlaşma” kazandıracağı iddiasına dayanmaktadır. Ancak SLT kavramı Al-i İmran 39. Ayet ile Ahzab 56. Ayette şekillenen “iki yönlü” bir iletişimdir. Bu öyle bir iletişimdir ki (A’raf 170) “Vellezîne yumessikûne bil kitâbi ve ekâmus salâte innâ lâ nudîu ecrel muslihîn” dosdoğru yerine getirilmesi halinde ödülü kaçırılmamış olacaktır. Bahsedilen bu ecir, SLT yerine getirildiğinde ulaşılacak olan bir karşılıktır. “ba- با” şeklinde kullanılan kelime “LİSANS” anlamına gelir. “yumessikûne – يُمَسَّكُونَ” ise “tutmak basılı tutmak, hold” anlamına gelir. Buna göre ayet şunu mu söylüyor: “kitabın lisansı ile (yazılı lisans) Kurulan/yerine getirilen SLT ödülü kaçırılmayacak bir şeydir” …. Ayetin başındaki “Vellezine” kelimesini de unutmamak gerekiyor. “Kim bu şekilde yerine getirirse…”
Ritüelize edilmiş bir Namazın bunu nasıl karşılayacağı su götürür. Tarihsel gerçeklik, asla karşılamadığını da bize öğretmiştir.
Yine lafzi olarak “sesli okumak” emredilmektedir. Bunun bir nedeni vardır. Çıkan sesin veya frekansın bir amacı olmalıdır. Tarikatlar bunu kendi ayinlerine alet etmişlerdir. Ancak Lafzın emri ne bir ayindir ne de ritüeldir. Beşerin anatomik dizaynını düşündüğümüz zaman, içine yerleştirilmiş olan iletişim veya haberleşme mekanizmalarının böyle bir sinyalizasyon gerektirdiği ortadadır.
SLT’ın bir olgunlaşma süreci olduğu ve eğitim gerektiridiği de açıktır. Acaba Namaz denilen şeyin bize kazandırdığı olgunlaşma veya eğitim nerdedir? Niçin bin yılı aşkın süredir böyle bir “Kazanım” elde edemedik?
Tarihsel gerçeklik, (ve hatta Hayrettin Karaman bir yazısında itiraf ettiği gibi) Namaz ve diğer ibadetlerin pek çoğunun Kitaptan çıkarılmadığını, bunların islam öncesi Arap topluluklarında zaten uygulandığını ve oradan islama geçtiği gerçeğini bize anlatmaktadır. Herhalde bilmeyen yoktur.
Şimdi başa dönelim, Karagülle bize SLT’ın ne olduğunu soruyor. Bu konuyu biz “SLT” başlıklı yazılarımızda oldukça geniş bir şekilde delilleriyle ortaya koyduk. Demek ki yeterli olmamış. Kısaca özetleyelim:
SLT, Sisteme katılımdır, destek vermektir. Bu sosyolojik yapılanma anlamına gelen beşerin “siyasal sistemi” değil, kainatın evrensel sistemidir.
SLT, bir olgunlaşma, ve eğitim sürecidir. Bireysel yapılmak zorundadır. (Karagüllenin iddia ettiği gibi, SLT’ın tekil, emrin cem olması sebebiyle cemaat olmasının bir dayanağı yoktur. SLT bireyseldir ama herkese emredilmektedir. Bazılarına değil) Kur’an metodolojisi içerisinde bir konu nasılsa o şekilde zikredilir. Eğer o konuyla ilgili herhangi bir “özel durum” varsa ayrıca bu da açıklanır. Cemaate dayandırılan bazı ayetler SLT kavramı içerisinde özel durumları gösterir, cemaat şartını değil.
SLT bir rituel değildir, zamana bağlı bir eylemdir ve amacı da haber merkeziine ulaşmaktır. Bu haber merkezi küçük dünyamızda da değildir.
SLT Aydınlanmanın bir aracıdır, topluluğun kölesi olmanın değil.
SLT bir rituel değildir, belirlenmiş bir şekli yoktur ve şeklen dizayn edilemez. Çünkü her varlığın “huşu”su farklıdır ve bu kalıplaştırılamaz. Ayakta durma şartı yoktur, zamanında mevcut olma şartı vardır. İmama uyma şartı yoktur, Rabbin sistemine katılma şartı vardır.
Namaz denilen şeyin, hiçbir açıdan Kur’an ın öngördüğü SLT ile örtüşmediği ortadadır. Şu halde söyler misiniz, “siz niçin SLT etmiyorsunuz?” Sizi bundan alıkoyan şey nedir? Şeklinde bir soruyu, “düzen” iddiasında olanlara sormak gerekir diye düşünüyorum.
Vesselam
“konuyla ilgili daha geniş bilgi isteyenler Kur’an ın SLT başlığı altında toplanabilecek ayetlerine ve bizim daha ce “SLT” başlığı altında kaleme aldığımız makalelere bakabilirler.”