Sam Adian
BAZI ELEŞTIRILER
29.04.2012
5604 Okunma, 2 Yorum

Anlamadıklarımız

 

Bir süredir  yazamadım. En son Usul tartışmalarından sonra ceza usulu ile ilgili çalışmamızın bir kısmını özeteyerek yayınlamıştım. Ancak ondan önce Karagüllenin bir sorusu olmuştu ona cevap veremedim

 

Karagülle diyor ki: “Bizim dört çift delilimiz vardır:

a- Kitap ve Hikmet (mesalih)

b- Sünnet ve istishap (eski şeriatlar)

c- İcma ve örf (mahalli icmalar)

d- Kıyas ve istihsan (müspet ilim)

Doğu ekolu bu delilleri reddediyor, onun yerine ekseriyet kararları diyor ama onun da ne olduğunu tam ortaya koyamıyor. Yani bizim karşımıza çıkan Hong- Kong ekolünün de diğer tutucu ve ateist mezhepler gibi tutunma gücü çok zayıf. Ama yukarıda anlattığım ilkeler müspet ilmin ilkeleri içinde çalışılabilir, gelecekte denge öyle oluşacaktır.”

 

Bu konuda öncelikli olarak hatırlatmamız gereken şey bizim anladığımız “ekseriyet sistemi” değildir. Daha doğrusu, “çoğunluğun azınlığa tahakkümü” değildir. Peki ya nedir?

 

Sistemin seçime dayalı olduğunu, meclisin ve başkanın seçimle işbaşına gelmesi gerektiğini söyleiştik. Meclis üyeleri, aday gösterilerek seçime girerler, halk da bunlardan beğendiğini seçer. Burada en çok oyu alanlar meclise giderler. Denebilir ki bu ekseriyet sistemidir. Aslında seçim burada bitmediği için ekseriyet sistemi değildir.

 

Meclis oluştuktan sonra ne olur? Seçime katılıp meclise üye gönderenler aynı zamanda meclisin yasama altyapısını oluşturan komisyonların birine mutlaka üyedir. (batılılar buna şuralar diyorlar, ancak onlar şuraların kural koyucu olduğunu söylüyorlar, biz ise şuraların sadece toplumsal katılım mekanizması olduğunu ve meclisin altyapısını oluşturduğunu söylüyoruz.) Yani, günümüz dünyasında herkes bir meslek veya bir iş kolundadır. Belli bir eğitimi vardır. Buna göre herkesi kapsayan bir “ictihat” sahası mutlaka vardır ve bireyler bu alanda katılımcıdır.

 

Diyelim ki bir kişi çiftçidir. Bu kişi tarım komisyonunun doğal üyesidir ve orada yapılacak çalışmalara doğrudan katılır. Kuralların oluşmasında görüş sahibidir ve meclis bu komisyonlardan gelen teklifleri yasalaştırmakla görevlidir.

 

Yani birey, hem seçim (biat) yoluyla meclise üye göndermiş, hem de doğrudan katılım ile, kendisini ilgilendiren kuralların oluşturulmasında etkin rol üstlenmiştir. Dolayısıyla toplum içerisinde hiç kimse kabul etmediği veya onayı olmadığı bir kurala tabi tutulmamış olacaktır. Çünkü oluşturulan kurallar, meclisin onayından önce toplumu oluşturan diğer kesimlerin de katılımıyla bir mutabakat haline dönüşür ve böylece herkes için geçerli bir kural olarak ortaya çıkar.

 

Başkan bu kurallara göre yürütme görevini yerine getireceğine göre, başkan seçiminde tam bir mutabakatın olması gerekli değildir. Yani başkan da zaten topluluk tarafından denetlenmektedir. Gerek oy verenler ve gerekse yasama yoluyla başkan her zaman denetim altındadır. Kaldı ki başkanın uygulamaları da yargı denetimine tabidir. Yanlış uygulamaları her zaman yargıda düzeltilebilir, azledilebilir. Bu sebeple başkan seçiminde çoğunluğun tercihi olması yeterli olur. Ancak batılıların anladığı manada başkana mutlak hakimiyet hakkı vermek demek, totaliter yapıya adım atmak demektir.  Batılıların anladığı şekilde başka, geniş yetkilere sahip olmaktadır. Bireyleri gerektiğinde sürebilmekte veya topluluğu dilediği gibi yönetmektedir. Oysa Kur’an ın öngördüğü sistem içerisinde böyle bir yetkilendirme mümkün olmaz. Çünkü başkan yargıç değildir, nizalarda hakemlik yapabilir ancak yargılayamaz. Yargılama veya adalet ancak yargı sistemi içerisinde yürütülür. Cezalar da bu şekilde karara bağlanır ve herkes uyar. Aksi mümkün olmaz. Bu sebeple başkan sadece yürütme memurudur. Sistem içerisinde yürütmeyi kurallara bağlı kalmak şartıyla dilediği gibi yapar.

 

Kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz bir sistem olmalıdır. Bu da bir ekseriyet sistemi değil, tam bir katılım sistemidir.

 

Yine Karagülle diyor ki: “başkan asker olmalıdır, topluluklar arasında savaşlar olmalıdır” demektedir

 

Günümüz dünyasında, sivil anlayışın ötesinde askeri yapısı olan sistemlerin yaşama şansı olmadığı gibi, Kur’an “barış” önermektedir. Kaldı ki, herhangi bir saldırı olmaksızın bir başka toplulukla savaşa girmenin imkanı yoktur. Kur’an “öldürürlerse, siz de öldürün” demektedir. Dolayısıyla bir savaşın haklı, makul ve açıklanabilir insani gerekçelerinin olması zorunludur. Savaşan bir topluluk değil, barışan bir topluluk olmalıdır.  Bu manada Karagülle, “tarım toplumu” mantığıyla düşünmektedir. Günümüz dünyasında ve “bilgi çağına” adım atarken, böyle bir anlayışla topluluk oluşturmak nasıl mümkün olabilir bilemiyoruz. Bu konuda yeniden düşünmesini önerebiliriz. Çünkü geleceğin dünyasında artık savaşlar işe yaramayacaktır. Zaten savaşmak için sebep de kalmayacaktır. Hakimiyet silahla değil, “bilgi” ile olacaktır. Savaşlar olmazsa dengenin nasıl bozulacağını bilmek isteriz. Niçin bozuluyor? Eğer savaştan kastınız bilgi savaşları ise gelecekte bu olacaktır, ancak savaştan kastınız silahlı katl ise bu bir tercih değildir. Geleceğin dünyasında da yeri yoktur.

 

Karagülle diyor ki: “İkincisi ise “yürütme”dir. Bu da kuralları yorumlayarak iş yapmadır. İslâmiyet’te bunun için özel örgüt yoktur.”

 

Ne vardır? Bir kural yoksa, kural sadece bireylerin aralarındaki sözleşmelerden ibaret ise, herkes kendi ictihadına göre hareket edecek ise düzen nasıl sağlanacaktır? Batılılar diyorlar ki, “hakem sistemi vardır” Evet hakem sistemi, toplum içerisindeki basit anlaşmazlıkların çözümünde yararlı olabilecek bir “tahkim” olarak her zaman uygulanabilecek bir yöntemdir. Ancak, benim sitede yazmaya başladığım süre içerisinde tesbit ettiğim bir anlayış vardır o da şudur: “ben yapayım, sen istersen hakeme git”

 

Yani, kişi canı istediği gibi davranır eylemde bulunur. Karış taraf eğer hakeme giderse yaptığı eylemden sorumlu hale gelir. Eğer gitmezse, yaptığı zülum yanına kar kalmış olur. Bu sakat bir anlayıştır. Bu anlayışın, toplumsal barışı nasıl tesis edeceğini merak ediyoruz.

 

Tabii yasama ve yürütmenin yarıdan önce olması, başkanın ve başkanın faaliyetlerinin hukukun üstünde olduğunu peşinen kabul etmek demektir. Yasama yargının kurallarını oluşturur ancak yasama üyeleri de yargı denetimi altında olmalıdır. Bireysel faaliyetlerinden her zaman sorumludurlar. Başkan da böyledir. Başkanın uygulamaları da yargı denetimine tabidir ve her aşamada denetlenebilmelidir. Aksi halde başkan bir diktatörden faksız olacaktır. Ancak bu durum anlaşılabilir, çünkü batılılar, başkanı askeri bir sistemin başı olarak düşünmekte ve geniş yetkilerle donatmaktadırlar. Onlara göre başkan dokunulmaz hale gelmektedir.

 

Karagülle diyor ki : “Karakol soruşturmasında uygulanan soruşturma işkencelerinin sınırı yoktur. Söyletinceye kadar zorlama uygulanabilir ama buna da denge getiriyoruz. “ Devamında da diyor ki, görevli işkence eder, dişlerini de sökebilir, söyletir veya söyletemez. Haksızlık varsa ona kısas uygulanmaz, diyeti de devlet öder.

 

Herşeyden önce hangi gerekçe ile olursa olsun “eziyet etmek” Kur’an ın yasakladığı bir durumdur.

 

“Vellezîne yu’zûnel mu’minîne vel mu’minâti bi gayri mektesebû fe kadihtemelû buhtânen ve ismen mubînâ” (Ahzab 58 Bkz. Maide 8, En’am 45, Hac 60)

 

Karagülle, mevcut sistemleri eleştirirken, farkında olmadan bu sistemlerden daha ağır bir hataya düşmektedir. Mevcut sistemler ne yapmaktadır?  Modern uygulamaların pek çoğunda, özellikle yarı gelişmiş topluluklarda devlet bireylerin hakkını korumakta aciz kalmaktadır. Genellikle haksızlıkları önceden önleyememekte ve haksızlıklar oluştuktan sonra da hantal yargı sistemi içerisinde bunları giderememektedir. Mağdur olan tarafın hakkını yeterince arayamamaktadır.

 

Oysa devletin görevi, bir haksızlık veya zülum oluşmadan önce onu önlemektir. Eğer buna rağmen bir haksızlık oluşuyorsa bu durumdan devlet sorumlu olur. Bu sorumluluğu yerine getirememiş olan devletin, insanlara eziyet etme hakkı olamaz. Kur’an da bunu reddetmektedir.Siz tedbirlerinizi almayacaksınız, haksızlığı önleyemeyeceksiniz, veya haksızlık oluşmuşsa eğer onu ortaya çıkaracak tedbirleriniz de olmayacak sonra kalkacaksınız, kişinin dişlerini sökeceksiniz. Adalet bunun neresindedir?

 

Diyelim ki bireyin dişlerini söktünüz, işkence ettiniz. Birey de ona atılı olan suçu kabul etti ama gerçekte o suçu işlememişti. Sonra da bireyi “ikrar” ettiği için cezalandırdınız. Diyelim ki idam ettiniz. Fakat daha sonra anlaşıldı ki birey o suçu işlememiş, ne yapacaksınız? İstediğiniz kadar diyet ödeyin, hayatı geri getirebilir misiniz? Veya bireyin özgürlüğünü elinden aldınız hapse attınız, yıllarca hapiste yattı. Sonra suçsuzluğu anlaşıldığında bireyin elinden aldığınız hayatı geri verebilir misiniz?

 

Şahitlerin “adil” olması demek, “Gerçeği” olduğu gibi beyan etmeleri demektir. Yani herhangi bir çıkar veya taraf gözetmeksizin açıkça gerçeği ifade etmeleri manasına gelir. Bu görev hiçbir şekilde soruşturmaya veya zanlıya karşı soruşturma yetkisi vermez. Kur’an bunu söylemiyor. Gerçeği ortaya çıkarmak, zanlıya işkence ederek nasıl mümkün olabilir?

 

Biz sünneti çürütme peşinde değiliz. Sünnet de dahil bütün uygulamaların Kur’an a uygun olması gerektiğini söylüyoruz. Kur’an ölüm cezasına izin vermiyorsa öldüremeyiz, kur’an işkenceye izin vermiyorsa, işkence edemeyiz. Vb.  Ne sünnet, ne de şeriat böyle bir kural ihdas edemez. Ederse geçersizdir, anlamsızdır. Bütün bunların delillerini de getirdik. Eğer daha güçlü bir delil varsa, biz de ona uyarız.

 

Karagülle diyor ki “Savaş meşru olduğu gibi hakemlerin kararından sonra karakolda dayak atmak da meşrudur. Başka türlü soruşturma yapılmaz.”

 

Bu çok basittir. Hiç kimseye işkence etmenize gerek yoktur. Dünyanın pek çok yerinde artık polis silah bile taşımamaktadır. Denetim ve güvenlik tamamen elektronik olarak yapılmaktadır. Bir olay vuku bulduğu zaman, kayıtlara bakmak yeterli olmaktadır. Artık dünya üzerinde bir sineğin hareketi bile uzaydan gözlenebilmekte ve takip edilebilmektedir. Kaldı ki bunun için yeterli teknoloji vardır ve uzaya çıkmaya da gerek yoktur.  İnsanlara işkence edip onlara zorla bir suçu kabul ettirmeye çalışmak yerine, devlet tedbirlerini önceden alıp sorumluluğunu yerine getirmelidir. Devleti sorumsuzlaştırıp insanlara işkence etmek daha büyük bir zulümdür.

 

Bu iddianın delilerini görmek isteriz. Burada yapılan sadece bir yorumdan ibarettir. 660. Seminerdeki açıklamaların büyük bir kısmına itiraz etmemiz gerekir. Ancak bu temel hususların genel çerçeve açısından yeterli  olacağını düşünüyoruz.

 

Kayahan diyor ki : “Şimdi dünya için yeni Pavluslara ihtiyaç vardır. Eskilerin Kurandan çıkardıklarını söyledikleri; faiz yasağı, içki yasağı ve benzeri yasakları kaldırsın, günde beş vakit camilere gidip yerlere yüz sürmeyi kaldırsın, mali yükümlülükleri kolaylaştırsın, sevgiden başka bir şeye ihtiyacımız yoktur desin, desin, desin. Bu maya tutar. Zaten insanlar bunu bekliyorlar. Yasaklardan ve yükümlülüklerden sıkılmışlar, dünya almış başını gidiyor, inanılmaz bir teknolojik gelişme var ve ne olduğunu kimse anlamıyor. Onların bunu; faizi, içkiyi, cinsel ilişkiyi ve benzerlerini serbest bırakarak başardıklarını sanıyorlar. Öyleyse aklın yolu bir, biz de öyle yapalım ve biz de onlar gibi gelişiverelim diyorlar. Kitabın gerçekte öyle olmadığını, bizim onu yanlış anladığımızı söylüyorlar. Bu yeni din/mezhep tutar arkadaşlar. Bu yöntem hep başarılı olmuştur. Kitlelerin böyle şeylere ihtiyacı var.”

 

Herşeyden önce, “Pavlus” benzetmesi yapmak talihsiz olmuştur. Pavlus demek “tahrif” demektir. Bunu zaten şeriat yapmıştır.

 

Yerleşik şeriat kurallarını Kur’an a atfetmek ise hatadır. Kur’an ın metodolojisinin dışına çıkmak suretiyle ortaya atılmış kuralların hiçbir geçerliliği yoktur.  Dayanağı ve delili de yoktur. Bu çerçevede bazı sorular sorduk ancak henüz Kayahan’dan bir cevap alamadık.

 

Biz, Kur’an a dayanırken, başkalarının ne yaptığından hareketle bir sonuca varmıyoruz. Tam aksine, Kur’an ın bize gerekli bilgiyi ve ipuçlarını verdiğini, teknolojiyi bizim geliştirmiş olmamız gerektiğini ama bunu başkalarının yaptığını söylüyoruz. Çünkü biz Kur’an ı anlamak yerine şeriat içinde boğulup gittik. Olmadık kurallar koyup bu Allah’tandır dedik.

 

faizi, içkiyi, cinsel ilişkiyi ve benzerlerini serbest bırakarak başardıklarını sanıyorlar diyorsunuz. Bu konularda sağlam delilleriniz yok mu? Niçin endişe ediyorsunuz? Eğer sağlam delilleriniz varsa ne biz ne de bir başkası böyle bir serbestiyet getiremez. Ama yok eğer delilleriniz sağlam değilse, o zaman sağlam olan delillere uymanız gerekmez mi?

 

Biz diyoruz ki, Allah’ın vazetmediği, insanların kabul etmediği kurallar koyup rableşmek yerine, Kur’an ne diyorsa onu yapalım. Bilginin peşine düşelim ve gelişelim.  Başkalarının ne yaptığına göre değil, bizi ne yapabileceğimize göre hareket edelim. Bahsettiğiniz yasaklar Kur’an da varsa uyalım. Yoksa “ihtimaller” ile yasaklar ihdas etmeyelim. Bunun kimseye faydası olmadı. Faydasız bir şeyde ısrar etmenin gereği de yoktur.

 

Bu çerçevede Kayahan’ın da delillerini görmek isteriz.

 

Vesselam.

 


YorumcuYorum
Süleyman Karagülle
02.05.2012
18:56

Adian’a cevap: Anlamadıklarımız Bir süredir yazamadım. En son Usul tartışmalarından sonra ceza usulu ile ilgili çalışmamızın bir kısmını özeteyerek yayınlamıştım. Ancak ondan önce Karagüllenin bir sorusu olmuştu ona cevap veremedim Karagülle diyor ki: “Bizim dört çift delilimiz vardır: a- Kitap ve Hikmet (mesalih) b- Sünnet ve istishap (eski şeriatlar) c- İcma ve örf (mahalli icmalar) d- Kıyas ve istihsan (müspet ilim) ( Bud elişler, meclis oluştyurma delileri değidlir. Yasma delileridir. Hatta aysama delili de değildir. Ysların ansıl uygulanacağının delidlir. Doğu ekolu bu delilleri reddediyor, onun yerine ekseriyet kararları diyor ama onun da ne olduğunu tam ortaya koyamıyor. Yani bizim karşımıza çıkan Hong- Kong ekolünün de diğer tutucu ve ateist mezhepler gibi tutunma gücü çok zayıf. Ama yukarıda anlattığım ilkeler müspet ilmin ilkeleri içinde çalışılabilir, gelecekte denge öyle oluşacaktır.” Bu konuda öncelikli olarak hatırlatmamız gereken şey bizim anladığımız “ekseriyet sistemi” değildir. Daha doğrusu, “çoğunluğun azınlığa tahakkümü” değildir. Peki ya nedir? Sistemin seçime dayalı olduğunu, meclisin ve başkanın seçimle işbaşına gelmesi gerektiğini söyleiştik. Meclis üyeleri, aday gösterilerek seçime girerler, halk da bunlardan beğendiğini seçer. Burada en çok oyu alanlar meclise giderler. Denebilir ki bu ekseriyet sistemidir. Aslında seçim burada bitmediği için ekseriyet sistemi değildir. *(Meclis oluşturmanın yasama ile ilgisi yoktur. Deliller yasama ile ilgilidir.) Meclis oluştuktan sonra ne olur? Seçime katılıp meclise üye gönderenler aynı zamanda meclisin yasama altyapısını oluşturan komisyonların birine mutlaka üyedir. (batılılar buna şuralar diyorlar, ancak onlar şuraların kural koyucu olduğunu söylüyorlar, biz ise şuraların sadece toplumsal katılım mekanizması olduğunu ve meclisin altyapısını oluşturduğunu söylüyoruz.) Yani, günümüz dünyasında herkes bir meslek veya bir iş kolundadır. Belli bir eğitimi vardır. Buna göre herkesi kapsayan bir “ictihat” sahası mutlaka vardır ve bireyler bu alanda katılımcıdır. *(Şuraya katılandan bahsetmiyoruz. Şurada uzlaşmanın nasıl sağlanacağından bahsediyoruz.) Diyelim ki bir kişi çiftçidir. Bu kişi tarım komisyonunun doğal üyesidir ve orada yapılacak çalışmalara doğrudan katılır. Kuralların oluşmasında görüş sahibidir ve meclis bu komisyonlardan gelen teklifleri yasalaştırmakla görevlidir.* (Katılma imkânı yoktur. 70 milyon bir araya gelemez. Katılma önemli değil önemli uzlaşma nasıl sağlanacak. ) Yani birey, hem seçim (biat) yoluyla meclise üye göndermiş, hem de doğrudan katılım ile, kendisini ilgilendiren kuralların oluşturulmasında etkin rol üstlenmiştir. Dolayısıyla toplum içerisinde hiç kimse kabul etmediği veya onayı olmadığı bir kurala tabi tutulmamış olacaktır. Çünkü oluşturulan kurallar, meclisin onayından önce toplumu oluşturan diğer kesimlerin de katılımıyla bir mutabakat haline dönüşür ve böylece herkes için geçerli bir kural olarak ortaya çıkar.*( Mutabakat nasıl sağlanacak onu soruyoruz. Hayalde değil reelde.) Başkan bu kurallara göre yürütme görevini yerine getireceğine göre, başkan seçiminde tam bir mutabakatın olması gerekli değildir. Yani başkan da zaten topluluk tarafından denetlenmektedir. Gerek oy verenler ve gerekse yasama yoluyla başkan her zaman denetim altındadır. Kaldı ki başkanın uygulamaları da yargı denetimine tabidir. Yanlış uygulamaları her zaman yargıda düzeltilebilir, azledilebilir. Bu sebeple başkan seçiminde çoğunluğun tercihi olması yeterli olur. Ancak batılıların anladığı manada başkana mutlak hakimiyet hakkı vermek demek, totaliter yapıya adım atmak demektir. Batılıların anladığı şekilde başka, geniş yetkilere sahip olmaktadır. Bireyleri gerektiğinde sürebilmekte veya topluluğu dilediği gibi yönetmektedir. Oysa Kur’an ın öngördüğü sistem içerisinde böyle bir yetkilendirme mümkün olmaz. Çünkü başkan yargıç değildir, nizalarda hakemlik yapabilir ancak yargılayamaz. Yargılama veya adalet ancak yargı sistemi içerisinde yürütülür. Cezalar da bu şekilde karara bağlanır ve herkes uyar. Aksi mümkün olmaz. Bu sebeple başkan sadece yürütme memurudur. Sistem içerisinde yürütmeyi kurallara bağlı kalmak şartıyla dilediği gibi yapar. *(Başkanın yetkileri ayrı tartışma konusudur. İkimiz mutabık olamıyoruz da 7 milyar nasıl mutabık olacak. ) Kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz bir sistem olmalıdır. Bu da bir ekseriyet sistemi değil, tam ir katılım sistemidir.* ( Başkan ekseriyetle seçildi önemli değil. Uzlaşma oluncaya kadar da yasalar yapılmadı önemli değil. Yani topluluk dağılsın önemli değil. Bu sömürüye zemin hazırlama değil mi? ) Yine Karagülle diyor ki: “başkan asker olmalıdır, topluluklar arasında savaşlar olmalıdır” demektedir Günümüz dünyasında, sivil anlayışın ötesinde askeri yapısı olan sistemlerin yaşama şansı olmadığı gibi, Kur’an “barış” önermektedir. Kaldı ki, herhangi bir saldırı olmaksızın bir başka toplulukla savaşa girmenin imkanı yoktur. Kur’an “öldürürlerse, siz de öldürün” demektedir. Dolayısıyla bir savaşın haklı, makul ve açıklanabilir insani gerekçelerinin olması zorunludur. Savaşan bir topluluk değil, barışan bir topluluk olmalıdır. Bu manada Karagülle, “tarım toplumu” mantığıyla düşünmektedir. Günümüz dünyasında ve “bilgi çağına” adım atarken, böyle bir anlayışla topluluk oluşturmak nasıl mümkün olabilir bilemiyoruz. Bu konuda yeniden düşünmesini önerebiliriz. Çünkü geleceğin dünyasında artık savaşlar işe yaramayacaktır. Zaten savaşmak için sebep de kalmayacaktır. Hakimiyet silahla değil, “bilgi” ile olacaktır. Savaşlar olmazsa dengenin nasıl bozulacağını bilmek isteriz. Niçin bozuluyor? Eğer savaştan kastınız bilgi savaşları ise gelecekte bu olacaktır, ancak savaştan kastınız silahlı katl ise bu bir tercih değildir. Geleceğin dünyasında da yeri yoktur. *(Siz günümüzü savunuyorsunuz, siz nimetleniyorsunuz, biz ise eziliyoruz değişmeyi istiyoruz. Bunu olmazlarla değil de açıkça biz güçlüyüz siz bizim kölemizsiniz diyebilirsin. Tutar tarafı var. Ama yetmiş milyonun yedi milyarın mutabakatı ipe un sermedir. Köleliğe razı olun barış olsun diyorsunuz. Yani savaşmadan esir almak istiyorsunuz. Savaşırız yenilirsek ölürüz. Yenersek saldıranları esir alırız.) Karagülle diyor ki: “İkincisi ise “yürütme”dir. Bu da kuralları yorumlayarak iş yapmadır. İslâmiyet’te bunun için özel örgüt yoktur.” Ne vardır? Bir kural yoksa, kural sadece bireylerin aralarındaki sözleşmelerden ibaret ise, herkes kendi ictihadına göre hareket edecek ise düzen nasıl sağlanacaktır? Batılılar diyorlar ki, “hakem sistemi vardır” Evet hakem sistemi, toplum içerisindeki basit anlaşmazlıkların çözümünde yararlı olabilecek bir “tahkim” olarak her zaman uygulanabilecek bir yöntemdir. Ancak, benim sitede yazmaya başladığım süre içerisinde tesbit ettiğim bir anlayış vardır o da şudur: “ben yapayım, sen istersen hakeme git” Yani, kişi canı istediği gibi davranır eylemde bulunur. Karış taraf eğer hakeme giderse yaptığı eylemden sorumlu hale gelir. Eğer gitmezse, yaptığı zülum yanına kar kalmış olur. Bu sakat bir anlayıştır. Bu anlayışın, toplumsal barışı nasıl tesis edeceğini merak ediyoruz. (Düzen başkan tarafından sağlanır. onun için sürme yetkisi vardır. Haksılık yapmışsa ahkemelre gdier hakkını alır. Kuraları ekserişyet koyarsa ekserieytin seçdiği hakemelr de yargılarsa ekserieytin aliiyete tahakkümünü önleyen bir şey bulkamzsın) Tabii yasama ve yürütmenin yargıdan önce olması, başkanın ve başkanın faaliyetlerinin hukukun üstünde olduğunu peşinen kabul etmek demektir. Yasama yargının kurallarını oluşturur ancak yasama üyeleri de yargı denetimi altında olmalıdır. Bireysel faaliyetlerinden her zaman sorumludurlar. Başkan da böyledir. Başkanın uygulamaları da yargı denetimine tabidir ve her aşamada denetlenebilmelidir. Aksi halde başkan bir diktatörden faksız olacaktır. Ancak bu durum anlaşılabilir, çünkü batılılar, başkanı askeri bir sistemin başı olarak düşünmekte ve geniş yetkilerle donatmaktadırlar. Onlara göre başkan dokunulmaz hale gelmektedir. *(Başkan dokunulmaz değil yargı denetimindedir. Başkanın kendi bucağından sürme dışında bir ceza verme yetkiss yoktur. O yetkiden mağdur olan da hakemlere gidebiliyor. Kurallar işleri yürütmez işler kurallar içinde içtihatla yürür. Başkan onun için önemlidir.) Karagülle diyor ki : “Karakol soruşturmasında uygulanan soruşturma işkencelerinin sınırı yoktur. Söyletinceye kadar zorlama uygulanabilir ama buna da denge getiriyoruz. “ Devamında da diyor ki, görevli işkence eder, dişlerini de sökebilir, söyletir veya söyletemez." Haksızlık varsa ona kısas uygulanmaz", diyeti de devlet öder. *(Haksız da olsa diyet ödenir. Kısas uygulanamaz. Tırnak içindeki cümle yanlıştır.) Herşeyden önce hangi gerekçe ile olursa olsun “eziyet etmek” Kur’an ın yasakladığı bir durumdur. “Vellezîne yu’zûnel mu’minîne vel mu’minâti bi gayri mektesebû fe kadihtemelû buhtânen ve ismen mubînâ” (Ahzab 58 Bkz. Maide 8, En’am 45, Hac 60)( her kurlaın istirar istsnası vardır. Ehveni şerreyn ihtiyar olunur) Karagülle, mevcut sistemleri eleştirirken, farkında olmadan bu sistemlerden daha ağır bir hataya düşmektedir. Mevcut sistemler ne yapmaktadır? Modern uygulamaların pek çoğunda, özellikle yarı gelişmiş topluluklarda devlet bireylerin hakkını korumakta aciz kalmaktadır. Genellikle haksızlıkları önceden önleyememekte ve haksızlıklar oluştuktan sonra da hantal yargı sistemi içerisinde bunları giderememektedir. Mağdur olan tarafın hakkını yeterince arayamamaktadır. Oysa devletin görevi, bir haksızlık veya zülum oluşmadan önce onu önlemektir. Eğer buna rağmen bir haksızlık oluşuyorsa bu durumdan devlet sorumlu olur. Bu sorumluluğu yerine getirememiş olan devletin, insanlara eziyet etme hakkı olamaz. Kur’an da bunu reddetmektedir.Siz tedbirlerinizi almayacaksınız, haksızlığı önleyemeyeceksiniz, veya haksızlık oluşmuşsa eğer onu ortaya çıkaracak tedbirleriniz de olmayacak sonra kalkacaksınız, kişinin dişlerini sökeceksiniz. Adalet bunun neresindedir? *(Karakolda eziyet son başvurulacak hususdur. Bu da ancak hakemler kararı ile yapılabilmektedir. Faili meçhul cinayeti aydınlatmak için dayak atılamaz. Ama bir anarşist bomba koydu iki gün sonra patlayıp kent kana boyanacak. Dayak atıp ona yerini söyletirsiniz. Önleme sadedinde dayak adlidir. Son çare olduğuna hakemler karar verir.) Diyelim ki bireyin dişlerini söktünüz, işkence ettiniz. Birey de ona atılı olan suçu kabul etti ama gerçekte o suçu işlememişti. Sonra da bireyi “ikrar” ettiği için cezalandırdınız. Diyelim ki idam ettiniz. Fakat daha sonra anlaşıldı ki birey o suçu işlememiş, ne yapacaksınız? İstediğiniz kadar diyet ödeyin, hayatı geri getirebilir misiniz? Veya bireyin özgürlüğünü elinden aldınız hapse attınız, yıllarca hapiste yattı. Sonra suçsuzluğu anlaşıldığında bireyin elinden aldığınız hayatı geri verebilir misiniz? * (İşkence ile söyletilen ikrar değildir. Gizlediği delillerle ispat edebilirsiniz. Ikrar ancak hakemler nezdinde geçerlidir. Bahsettiğiniz yanılma her yargıda vardır. Yargı tatil edilmiş deyip anarşizmi savunabilirsiniz. ) Şahitlerin “adil” olması demek, “Gerçeği” olduğu gibi beyan etmeleri demektir. Yani herhangi bir çıkar veya taraf gözetmeksizin açıkça gerçeği ifade etmeleri manasına gelir. Bu görev hiçbir şekilde soruşturmaya veya zanlıya karşı soruşturma yetkisi vermez. Kur’an bunu söylemiyor. Gerçeği ortaya çıkarmak, zanlıya işkence ederek nasıl mümkün olabilir? *(Şahitlerin eziyet etme yetkisi yoktur. Hakem kararı ile alınacak tedbir için işkence yapılabilir. Savaşın meşruiyeti benzeri meşruiyettir. Cepheyi bombaladığınız zaman birçok hayat gidiyor ve geri gelmiyor. Kâinatı biz yaratsaydık savaşı koymayabilirdik, ama Allah’a talimat verme gücümüz yok.) Biz sünneti çürütme peşinde değiliz. Sünnet de dahil bütün uygulamaların Kur’an a uygun olması gerektiğini söylüyoruz. Kur’an ölüm cezasına izin vermiyorsa öldüremeyiz, kur’an işkenceye izin vermiyorsa, işkence edemeyiz. Vb. Ne sünnet, ne de şeriat böyle bir kural ihdas edemez. Ederse geçersizdir, anlamsızdır. Bütün bunların delillerini de getirdik. Eğer daha güçlü bir delil varsa, biz de ona uyarız. *( Kuran’da olmadığı halde zinada recm sünnet ve sükuti icma ile sabittir. Biz kabul etmiyoruz. Ama Kuran’da zekât verin deniyor zekatın kırkta bir olduğunu söylemiyorsa ve bu sünnette icma ile sabitse Kuran’ın öğrettiği yarılama sistemine de uyuyorsa o zaman sünnete uyuyoruz. Usul içinde uyuyoruz. Keyfimize göre değil. ) Karagülle diyor ki “Savaş meşru olduğu gibi hakemlerin kararından sonra karakolda dayak atmak da meşrudur. Başka türlü soruşturma yapılmaz.” Bu çok basittir. Hiç kimseye işkence etmenize gerek yoktur. Dünyanın pek çok yerinde artık polis silah bile taşımamaktadır. Denetim ve güvenlik tamamen elektronik olarak yapılmaktadır. Bir olay vuku bulduğu zaman, kayıtlara bakmak yeterli olmaktadır. Artık dünya üzerinde bir sineğin hareketi bile uzaydan gözlenebilmekte ve takip edilebilmektedir. Kaldı ki bunun için yeterli teknoloji vardır ve uzaya çıkmaya da gerek yoktur. İnsanlara işkence edip onlara zorla bir suçu kabul ettirmeye çalışmak yerine, devlet tedbirlerini önceden alıp sorumluluğunu yerine getirmelidir. Devleti sorumsuzlaştırıp insanlara işkence etmek daha büyük bir zulümdür. *( Yine ütopik şeylerden bahsediyorsunuz. Faili meçhul cinayetler yok. Davalar kırk yıl sürüyor gibi. Kaldı ki başka türlü sorun çözülürse elbette işkenceye gerek yok. Başka türlü tehlike önlenemiyorsa işkence yapılır diyoruz. Kuralsız işkenceyi kurallı işkenceye çeviriyoruz. Kölelik de böyledir.) Bu iddianın delilerini görmek isteriz. Burada yapılan sadece bir yorumdan ibarettir. 660. Seminerdeki açıklamaların büyük bir kısmına itiraz etmemiz gerekir. Ancak bu temel hususların genel çerçeve açısından yeterli olacağını düşünüyoruz.* ( Siz de Kuran’ı size göre yorumlayabilirsiniz.) Kayahan diyor ki : “Şimdi dünya için yeni Pavluslara ihtiyaç vardır. Eskilerin Kurandan çıkardıklarını söyledikleri; faiz yasağı, içki yasağı ve benzeri yasakları kaldırsın, günde beş vakit camilere gidip yerlere yüz sürmeyi kaldırsın, mali yükümlülükleri kolaylaştırsın, sevgiden başka bir şeye ihtiyacımız yoktur desin, desin, desin. Bu maya tutar. Zaten insanlar bunu bekliyorlar. Yasaklardan ve yükümlülüklerden sıkılmışlar, dünya almış başını gidiyor, inanılmaz bir teknolojik gelişme var ve ne olduğunu kimse anlamıyor. Onların bunu; faizi, içkiyi, cinsel ilişkiyi ve benzerlerini serbest bırakarak başardıklarını sanıyorlar. Öyleyse aklın yolu bir, biz de öyle yapalım ve biz de onlar gibi gelişiverelim diyorlar. Kitabın gerçekte öyle olmadığını, bizim onu yanlış anladığımızı söylüyorlar. Bu yeni din/mezhep tutar arkadaşlar. Bu yöntem hep başarılı olmuştur. Kitlelerin böyle şeylere ihtiyacı var.” Herşeyden önce, “Pavlus” benzetmesi yapmak talihsiz olmuştur. Pavlus demek “tahrif” demektir. Bunu zaten şeriat yapmıştır. Yerleşik şeriat kurallarını Kur’an a atfetmek ise hatadır. Kur’an ın metodolojisinin dışına çıkmak suretiyle ortaya atılmış kuralların hiçbir geçerliliği yoktur. Dayanağı ve delili de yoktur. Bu çerçevede bazı sorular sorduk ancak henüz Kayahan’dan bir cevap alamadık. Biz, Kur’an a dayanırken, başkalarının ne yaptığından hareketle bir sonuca varmıyoruz. Tam aksine, Kur’an ın bize gerekli bilgiyi ve ipuçlarını verdiğini, teknolojiyi bizim geliştirmiş olmamız gerektiğini ama bunu başkalarının yaptığını söylüyoruz. Çünkü biz Kur’an ı anlamak yerine şeriat içinde boğulup gittik. Olmadık kurallar koyup bu Allah’tandır dedik. faizi, içkiyi, cinsel ilişkiyi ve benzerlerini serbest bırakarak başardıklarını sanıyorlar diyorsunuz. Bu konularda sağlam delilleriniz yok mu? Niçin endişe ediyorsunuz? Eğer sağlam delilleriniz varsa ne biz ne de bir başkası böyle bir serbestiyet getiremez. Ama yok eğer delilleriniz sağlam değilse, o zaman sağlam olan delillere uymanız gerekmez mi? Biz diyoruz ki, Allah’ın vazetmediği, insanların kabul etmediği kurallar koyup rableşmek yerine, Kur’an ne diyorsa onu yapalım. Bilginin peşine düşelim ve gelişelim. Başkalarının ne yaptığına göre değil, bizi ne yapabileceğimize göre hareket edelim. Bahsettiğiniz yasaklar Kur’an da varsa uyalım. Yoksa “ihtimaller” ile yasaklar ihdas etmeyelim. Bunun kimseye faydası olmadı. Faydasız bir şeyde ısrar etmenin gereği de yoktur. Allah bzie kşatbı gödermiş, akıl vemiş kştabı o akılla anlatın ve aklınzı kullanatak uygulayın diye. Szizn kuralsız aklınızın bizm kurallı aklımza olan sütünlüğü nereden çıkyor, anlamak zordur. Çünkü akıl dmek kuara dmekdir.)

Sam Adian
02.05.2012
20:51

Sayın Üstat

( Bud deliller, meclis oluştyurma delilleri değidlir. Yasma delileridir. Hatta aysama delili de değildir. Yasların ansıl uygulanacağının delilidir. Elbette bunlar yasama delilleridir. Kuralları buna göre oluşturuyor ve uyguluyorsunuz. Bizim itiraz ettiğimiz şey şudur: Mesalih ve kıyas dışında kalan yöntemlerin Kur’an ı bağlamayacağıdır. Kıyas da Kur’an da vardır ve hangi sebeple bir akıl yürütme olduğunu da söyler. Dolayısıyla bunun dışında bir yöntemle oluşturulacak yasalar kitaba dayandırılamaz. Müspet ilim ve Akıl da delildir. Çünkü Kur’an sürekli olarak akla atıf yapar. * (Katılma imkânı yoktur. 70 milyon bir araya gelemez. Katılma önemli değil önemli uzlaşma nasıl sağlanacak. ) Evet sonraki kısımlar farklıdır. İki ayrı yazınızdan alıntılarla cevaplamıştım. Ama mutabakat veya uzlaşma niçin mümkün olmasın? İki nokta vardır: Birincisi Allah’ın kurallarıdır ve bunlar kitapta sabittir. Allaha inananlar bu kurallara da inanmış ve kabul etmiş olurlar. Dolayısıyla burada zaten mutabakat vardır. Ne var ki herkes kitaba inanmak zorunda değildir. Önemli olan bu kuralları Kur’an ın öngördüğü mantık çerçevesinde ele alıp uygulamaktır. Genişlettiğimiz zaman karmaşa başlıyor. Adalet ve hukuk sistemi de buna göre olması gerektiğine göre, geriye kalan alanlarda mutabakat kısmidir. Toplumun her kesimi ile mutabakat sağlanması gerekmez. İkincisi ise toplulukların koyduğu kurallardır. Bunlar tali kurallar manasına gelir. Burada da mutabakat vardır. Topluluğu oluşturanlar bir şekilde komisyonlara veya yasama alt örgütlerine katılmaktadırlar. Tarım kesimini ilgilendiren bir kural için niçin denizcilik sektörü ile mutabakat aransın? Başka dinlere mensup olanlar varsa onlara kendi dinlerinin kuralları uygulanır. Tali kurallar ise ortaktır ve zaten kimi ilgilendiriyorsa ona uygulanır. Tarımı ilgilendiren bir kural otomotiv sektörüne uygulanmaz dolayısıyla bir mutabakat olmasına da gerek yoktur. Herkesin doğrudan katılımını niçin sağlayamayalım? Sistem bir kasabada uygulanabileceği gibi dünyada da uygulanır. Bir kasabada herkes katılabilir. Daha büyük bölgelerde ise bölgesel uygulamalar yapılabilir. Yine de herkesin katılımını sağlayamamış olmak mümkündür ama herkesin temsiliyeti mutlaka sağlanmış olur. Katılmak ihtiyari hale dönüşür ve birey katılmamakla hakkını kullanmamış olur, itiraz etme şansı ortadan kalkar. Yani mutabakat kısmidir, toplumun her kesimi ile her kuralda mutabakat olması gerekli değildir. Mutabakatsızlık veya anlaşmazlık, Kur’an ın ortaya koyduğu kurallarda değil, bu kuralların uygulama şeklindedir. Bizim de itirazımız bunadır. *( Mutabakat nasıl sağlanacak onu soruyoruz. Hayalde değil reelde.) *(Başkanın yetkileri ayrı tartışma konusudur. İkimiz mutabık olamıyoruz da 7 milyar nasıl mutabık olacak. ) * ( Başkan ekseriyetle seçildi önemli değil. Uzlaşma oluncaya kadar da yasalar yapılmadı önemli değil. Yani topluluk dağılsın önemli değil. Bu sömürüye zemin hazırlama değil mi? ) Eğer anayasayı Kur’an dan alıyor isek, temel kurallar, adalet ve ceza, sosyolojik esaslar gibi, Kur’an dan gelir. Zaten vardır. Başka dinlere mensup olanların da kendi kuralları vardır. Yani bir sistem varsa, kurallar da vardır. Herkes için vardır, yeni bir sistem veya yeni kurallar ihdas etmiyoruz. Allah’ın önerdiği kuralları temel kabul ediyoruz. Tali kuralların oluşturulması ise ihtiyari mutabakat iledir. Topluluk bu sebeple niçin dağılsın? Tam aksine sömürüyü ortadan kaldırır. Bugün dünyaya baktığımız zaman insanların istedikleri şey refahtır. Sömürenler küçük bir azınlıktır. Çünkü sermaye onların elindedir. Siz zekatı kırta bir yaptığınız zaman mevcut nizamı sürdürmüş olursunuz ve sömürü devam eder. Çünkü, topluluğun kalkınma sermayesini kısıtlamış olursunuz. Böyle yapmakla sermaye tekelcilerinin oluşmasına izin vermiş olursunuz. “ihtiyaç fazlası”nın sisteme aktarılması bir zorunluluk ise, niçin kırkta bir ile sınırlıyorsunuz? Önemli olan ve öncelikli olan şey topluluğun kalkınması ve refahı değil midir? Herkes aynı oranda refaha kavuştuğu zaman buna kim itiraz eder? Sermaye tekelcileri nasıl hareket edebilir? *(Siz günümüzü savunuyorsunuz, siz nimetleniyorsunuz, biz ise eziliyoruz değişmeyi istiyoruz. Bunu olmazlarla değil de açıkça biz güçlüyüz siz bizim kölemizsiniz diyebilirsin. Tutar tarafı var. Ama yetmiş milyonun yedi milyarın mutabakatı ipe un sermedir. Köleliğe razı olun barış olsun diyorsunuz. Yani savaşmadan esir almak istiyorsunuz. Savaşırız yenilirsek ölürüz. Yenersek saldıranları esir alırız.) Günümüz dünyasının mecut uygulamalarını savunmuyoruz. Ama sisteme günümüz dünyasının ihtiyaçarına göre bakıyoruz. Kapitalizmin doğal sonucu olan emperyal yöntemlerin şeraite iktibas edildiğini görüyoruz. Zekatı sınırlamak da bunlardan biridir. Kur’an kırta bir alınır demiyor ise, o halde şartlar uygun hale gelinceye kadar topluluğun sermayesi topluluk içindir. Önce kalkınmayı sağlar, üretimi gerçekleştirir toplumu refaha kavuşturursunuz. Sonra isterseniz bunu sınırlandırırsınız. Ama öncelikleri yerine getirmezseniz ve sınırlandırırsanız o zaman tekelci sermayeye hareket alanı bırakmış olmaz mısınız? Günümüz dünyasında silahlı savaşlar anlamını yitirmiştir. Artık savaşlar ekonomik alanda ve bilgi ile yapılıyor. Barışın olabilmesi için toplulukların kalkınmış olması gerekir, refah olması gerekir. Niçin köleliği savunalım. (Düzen başkan tarafından sağlanır. onun için sürme yetkisi vardır. Haksılık yapmışsa ahkemelre gdier hakkını alır. Kuraları ekserişyet koyarsa ekserieytin seçdiği hakemelr de yargılarsa ekserieytin aliiyete tahakkümünü önleyen bir şey bulkamzsın) Kurallar olmadan düzen olmaz. Düzeni sistem oluşturur, sistemsiz düzen olmaz. Bireylere sınırsız hareket özgürlüğü verdiğiniz zaman sürekli nizalarla uğraşırsınız. Çünkü bireyin yaptığı eylemden ötürü ceza alması ihtimali yarı yarıyadır. Eğer muhatabı olan hakeme giderse sorumlu hale gelir. Gitmezse sorumsuz olur. Bizim eleştirdiğimiz nokta budur. Bireylerin özgürlük alanının bireysel olduğunu, başkalarını ilgilendiren alanlarda ortak özgürlüklerin geçerli olduğunu bilmek gerekir.

Ceza hukuku Kur’an da vardır, bu mutabakattır İlmi veriler mutabakattır, Örf mutabakattır Başka nerde mutabakat arıyoruz? Somut örnekler üzerinden değerlendirmek bu manada yararlı olabiir. *(Başkan dokunulmaz değil yargı denetimindedir. Başkanın kendi bucağından sürme dışında bir ceza verme yetkiss yoktur. O yetkiden mağdur olan da hakemlere gidebiliyor. Kurallar işleri yürütmez işler kurallar içinde içtihatla yürür. Başkan onun için önemlidir.) Siz başkanı yasa üstü görüyorsunuz, bu sebeple dokunulmaz oluyor. Yargı denetleyemez. Başkan insanları sürebiliyorken hangi yargı onu denetleyebilir? Başka kuralları kendisine göre yorumlayıp uygular ise, istediği gibi yorumlar ve uygular, böyle iken nasıl bir hukuksuzluk ortaya çıkabilir? *(Haksız da olsa diyet ödenir. Kısas uygulanamaz. Tırnak içindeki cümle yanlıştır.) Diyet ödemek bir şeyi ifade etmiyor, sizin ifadenizi kısa almamızın sebebi budur. Haksızlık edilmiş olsa bile “kısas” uygulanmıyor olması problemdir. Diyet ödemek veya ödememek tali bir konudur. Bu kişinin çektiği eziyeti tazmin etmez. “Vellezîne yu’zûnel mu’minîne vel mu’minâti bi gayri mektesebû fe kadihtemelû buhtânen ve ismen mubînâ” (Ahzab 58 Bkz. Maide 8, En’am 45, Hac 60) ( her kurlaın istirar istsnası vardır. Ehveni şerreyn ihtiyar olunur) Ben istisnayı bulamadım. Ehven-i şerr, Allah’ın kurallarını aşmayacak şekilde olur. Bunun altında bir yöntem bulmak gerekir. Çizgiyi aşarak ehven-i şerri ihtiyar etmek mümkün olmaz. *(Karakolda eziyet son başvurulacak hususdur. Bu da ancak hakemler kararı ile yapılabilmektedir. Faili meçhul cinayeti aydınlatmak için dayak atılamaz. Ama bir anarşist bomba koydu iki gün sonra patlayıp kent kana boyanacak. Dayak atıp ona yerini söyletirsiniz. Önleme sadedinde dayak adlidir. Son çare olduğuna hakemler karar verir.) İşkenceye izin verdiğiniz zaman bunu sınırlandırmanın imkanı da ortadan kalkmış olur. Failini nereden buluyorsunuz? Failini biliyorsanız ne yaptığını da biliyorsunuz demektir, bombayı koymasına niçin izin veriyorsunuz o halde? Vb. pek çok soru da sorulabilir. * (İşkence ile söyletilen ikrar değildir. Gizlediği delillerle ispat edebilirsiniz. Ikrar ancak hakemler nezdinde geçerlidir. Bahsettiğiniz yanılma her yargıda vardır. Yargı tatil edilmiş deyip anarşizmi savunabilirsiniz. ) *(Şahitlerin eziyet etme yetkisi yoktur. Hakem kararı ile alınacak tedbir için işkence yapılabilir. Savaşın meşruiyeti benzeri meşruiyettir. Cepheyi bombaladığınız zaman birçok hayat gidiyor ve geri gelmiyor. Kâinatı biz yaratsaydık savaşı koymayabilirdik, ama Allah’a talimat verme gücümüz yok.) Savaş koşulları ile yargıyı karşılaştırmak mümkün değil. Öyle olsaydı barış ortamında da öldürme meşru olabilirdi. Ama öyle değil, Kur’an buna izin vermiyor. Demek ki savaş başka suç başkadır. *( Yine ütopik şeylerden bahsediyorsunuz. Faili meçhul cinayetler yok. Davalar kırk yıl sürüyor gibi. Kaldı ki başka türlü sorun çözülürse elbette işkenceye gerek yok. Başka türlü tehlike önlenemiyorsa işkence yapılır diyoruz. Kuralsız işkenceyi kurallı işkenceye çeviriyoruz. Kölelik de böyledir.) Ülkenizde elektronik izleme ağı kurabilmek için ihtiyacınız olan şey buna karar vermektir. Bu ağ ülkenin bütçesini yok edecek nitelikte bir maliyete de sahip değildir. Bunun için yeterli teknoloji vardır ve zaten uygulanmaktadır. Ütopik bir şey değildir. Dünyanın pek çok yerinde trafikte dahi kural ihlali yapamazsınız, sokakta sizi gözetleyen trafik memuru yoktur ancak kameralar vardır. Trafik ihlali yaptığınız zaman, akşam siz eve gitmeden yaptığınız ihlali belgeleyen fotoğraf ile birlikte evinize ceza gelmiş olur. Ödemezseniz banka hesabınızdan tahsil edilir. Dolayısıyla bizim söylediğimiz şey, devletin sorumluluğunu yeterince yerine getirmesidir. Tehlikeleri önlemek için de bu gereklidir. Kimsenin evinin içini gözetleyemezsiniz, ama sokak herkesin alanıdır ve devlet bunu gözetleyebilir, denetleyebilir. * ( Siz de Kuran’ı size göre yorumlayabilirsiniz.)

Elbette herkes kendine göre yorumlayacak, biz de böyle yapıyoruz. Size de soruyoruz çünkü anladıklarımızın doğruluğundan emin olmak istiyoruz. Sizin delilleriniz daha güçlüyse ona uyarız. Değilse bizimkilerle devam ederiz. Siz de bizi eleştiriyorsunuz, böylece herkes kendi anladığını kontrol etme şansına sahip oluyor. Hiçbir şeyi gözümüzü kapatıp reddetmiyoruz. Böyle bir hakkımız yok. Allah bzie kiatbı gödermiş, akıl vemiş kitabı o akılla anlatın ve aklınzı kullanatak uygulayın diye. Szizn kuralsız aklınızın bizm kurallı aklımza olan üstünlüğü nereden çıkyor, anlamak zordur. Çünkü akıl dmek kuara dmekdir.) Bizim kuralsız olduğumuzu nereden çıkarıyorsunuz? Sizin uyduğunuz usule uymuyor olmak kuralsız olmak manasına gelmez. Bizim de kendi usulümüz var. Siz de bizim usullerimize uymuyorsunuz. Elbette bütün söylediklerimiz, bizim anladıklarımızdır. Bu sebeple sizin hatalı olduğunuzu söylemek istemiyoruz. Böyle anlaşılmamalıdır. Sadece anladığımız şeyin doğru olup olmadığını anlama gayretindeyiz. Hatalı isek düzeltmek için.

Vesselam





Son Eklenen Makaleler
Sam Adian
AN IMPORTANT EXPLANATION
28.05.2024 278 Okunma
Sam Adian
FUNCTIONAL CONCEPTS - 1
3.10.2020 3007 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAKCA - 30
15.06.2017 4352 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - DONUSUM VE YENI DUNYA DUZENI - 29
15.06.2017 2742 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISAT VE HUKUK - 28
14.06.2017 3085 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - UYGULAMA - 27
13.06.2017 2553 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI EVRIM - 26
12.06.2017 4240 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI DENGELER/REFAH TOPLUMU 25
11.06.2017 3804 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - BUYUME VE ETKILER - 24
10.06.2017 5893 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - YAPISAL ANALIZ - MAKRO/MIKRO - 23
9.06.2017 4228 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SERBEST TICARET ve PIYASALAR - 22
8.06.2017 3709 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TUKETIM - 21
7.06.2017 3754 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - FIYAT ANALIZI / Ucret, Fiyat, Para 20
6.06.2017 6923 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - URETIM VE ISHLETME - 19
5.06.2017 4224 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE DOĞAL KAYNAKLAR, 18
4.06.2017 5421 Okunma
1 Yorum 05.06.2017 09:35
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KAYNAK VE YATIRIM YONETIMI - 17
3.06.2017 3164 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI YONETIM SISTEMI - BANKA - 16
3.06.2017 3794 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI FAKTORLER - 15
2.06.2017 12308 Okunma
3 Yorum 03.06.2017 14:51
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - IKTISADI PARAMETRELER - 14
2.06.2017 4614 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KARZ-I HASEN / YATIRIM FONU - 13
31.05.2017 4408 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - INFAQ - TASARRUF MEVDUATI - 12
31.05.2017 4084 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - ZEKAT - IKTISADI YONETIM SISTEMI - 11
30.05.2017 6747 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE/C - MEKANIZMALAR 10
29.05.2017 6565 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / B- KOORDINASYON 9
29.05.2017 4615 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - KURUMSAL CERCEVE / A - 8
29.05.2017 6370 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - SADAKA : KAMU MALIYESI - 7
27.05.2017 4715 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TOPRAK VE MULKIYET - 6
27.05.2017 4355 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - RIBA - BIR OZGURLUK DOLANDIRICILIGI 5
27.05.2017 4567 Okunma
Sam Adian
IKTISAT TEORISI - TARIHSEL YANILGILAR - 4
27.05.2017 4150 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 3
25.05.2017 4990 Okunma
1 Yorum 26.05.2017 00:55
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 2
24.05.2017 3531 Okunma
Sam Adian
THE THEORY OF ISLAMIC ECONOMIC SYSTEM - 1
24.05.2017 4099 Okunma
Sam Adian
BIRKAÇ NOT
15.01.2014 7809 Okunma
4 Yorum 25.07.2014 16:22
Sam Adian
AKEVLER - 4
8.02.2013 5492 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 3
8.02.2013 6569 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 2
7.02.2013 5068 Okunma
Sam Adian
AKEVLER - 1
7.02.2013 5474 Okunma
Sam Adian
DÜZEN MESELESI ve AKEVLER
3.02.2013 6469 Okunma
1 Yorum 06.02.2013 22:28
Sam Adian
KIYAMET GÜNÜ.....
21.12.2012 7017 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 00:43
Sam Adian
ARASAT'TAN BIR ARSA
18.12.2012 4801 Okunma
Sam Adian
YUNUS-NUH : Mitolojiden Vahye
13.12.2012 12185 Okunma
4 Yorum 14.12.2012 14:59
Sam Adian
El-Lehu, Lehu ve Mülkiyet
9.12.2012 7500 Okunma
1 Yorum 12.12.2012 11:42
Sam Adian
FINANSMAN MESELESI VE ZEKAT
8.11.2012 27161 Okunma
46 Yorum 28.05.2024 13:53
Sam Adian
MÜLKIYET MESELESI ve DÜZEN
6.11.2012 7762 Okunma
7 Yorum 21.11.2012 17:28
Sam Adian
SLT NEDIR?
3.11.2012 9565 Okunma
2 Yorum 04.11.2012 00:19
Sam Adian
Ve MUKADDERAT...
14.10.2012 6299 Okunma
Sam Adian
KARAGÜLLE FELSEFESİ.....
13.10.2012 7663 Okunma
8 Yorum 23.10.2012 03:34
Sam Adian
... VE NIHAYET RAB
12.10.2012 5531 Okunma
1 Yorum 19.06.2019 01:06
Sam Adian
IŞLEVSIZ TANRI...!
9.09.2012 15271 Okunma
43 Yorum 28.05.2024 14:10
Sam Adian
RUBUBIYET....
6.09.2012 6708 Okunma
2 Yorum 12.10.2012 11:34
Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012 12251 Okunma
24 Yorum 05.09.2012 10:43
Sam Adian
.... VE TANRI! - 3
15.08.2012 6440 Okunma
1 Yorum 15.08.2012 21:16
Sam Adian
.... VE TANRI! - 2
13.08.2012 7002 Okunma
6 Yorum 14.08.2012 03:44
Sam Adian
.... VE TANRI! - 1
12.08.2012 6958 Okunma
10 Yorum 14.08.2012 07:50
Sam Adian
RAMAZAN ve TARIH
11.08.2012 12123 Okunma
Sam Adian
ORUCUN FAZILETLERI....
9.08.2012 7099 Okunma
4 Yorum 13.08.2012 13:58
Sam Adian
TANRI'NIN BEDENI....
2.08.2012 7605 Okunma
13 Yorum 08.08.2012 18:26
Sam Adian
MATERYALIST NIKAH
22.07.2012 5617 Okunma
2 Yorum 24.07.2012 03:40
Sam Adian
CINSELLIK VE AKIT
19.07.2012 8100 Okunma
11 Yorum 30.07.2012 06:11
Sam Adian
BIR EYLEM OLARAK ZINA
14.07.2012 34559 Okunma
25 Yorum 28.05.2024 13:42
Sam Adian
UTANMAZLIK ZINA MIDIR?
13.07.2012 14311 Okunma
16 Yorum 14.07.2012 21:14
Sam Adian
HADIM'DAN ZINAYA
12.07.2012 11419 Okunma
18 Yorum 13.07.2012 10:00
Sam Adian
EN IYI ANAYASA YAZILI OLMAYANDIR.....
7.07.2012 13503 Okunma
35 Yorum 28.05.2024 14:26
Sam Adian
YARATILIŞ VE DÜZEN
3.06.2012 4965 Okunma
Sam Adian
ADEM VE TOPLUMU - 1
4.05.2012 6997 Okunma
3 Yorum 04.05.2012 15:03
Sam Adian
YARATILIŞ VE SÜREÇ
2.05.2012 5592 Okunma
1 Yorum 03.05.2012 07:38
Sam Adian
YARATILIŞ KURAMI VE EVRIM
1.05.2012 5685 Okunma
Sam Adian
YARATILIŞ - 2
30.04.2012 4345 Okunma
Sam Adian
BAZI ELEŞTIRILER
29.04.2012 5604 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 20:51
Sam Adian
YARATILIŞ
29.04.2012 7138 Okunma
2 Yorum 02.05.2012 13:07
Sam Adian
KUR'AN'DA CEZA KAVRAMI
14.04.2012 16953 Okunma
3 Yorum 19.04.2012 20:21
Sam Adian
ANLAMADA YÖNTEM
12.04.2012 6019 Okunma
2 Yorum 14.04.2012 16:04
Sam Adian
ORTAK REFERANSLAR ve BIR ÖNERI
11.04.2012 8606 Okunma
9 Yorum 21.06.2012 16:27
Sam Adian
KAT'a ve NEFY - KAVRAMLAR
7.04.2012 12869 Okunma
32 Yorum 09.04.2012 18:02
Sam Adian
ŞURA
6.04.2012 9281 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 20:27
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DEVLET ve IKTIDAR
4.04.2012 9681 Okunma
7 Yorum 06.04.2012 09:59
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - DIN FAKTÖRÜ
1.04.2012 6902 Okunma
11 Yorum 09.04.2012 23:53
Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012 14007 Okunma
22 Yorum 11.04.2012 01:44
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KARAR MEKANIZMALARI
29.03.2012 11478 Okunma
15 Yorum 31.03.2012 20:26
Sam Adian
CRITICS
27.03.2012 5584 Okunma
2 Yorum 28.03.2012 22:17
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - KURUMSALLIK
26.03.2012 6441 Okunma
3 Yorum 27.03.2012 20:01
Sam Adian
YAPISAL ILKELER - INSAN VE DEVLET
26.03.2012 9440 Okunma
9 Yorum 27.03.2012 16:28
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 2
25.03.2012 4419 Okunma
1 Yorum 25.03.2012 05:43
Sam Adian
EKONOMIDEKI ENSTRUMANLAR - 1
24.03.2012 5276 Okunma
2 Yorum 24.03.2012 23:10
Sam Adian
BAŞÖRTÜSÜ
23.03.2012 5584 Okunma
Sam Adian
SOSYAL KAPITALIZM.
21.03.2012 14453 Okunma
24 Yorum 28.05.2024 14:39
Sam Adian
"ADIL DÜZEN"IN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
20.03.2012 5406 Okunma
7 Yorum 23.03.2012 18:49
Sam Adian
Metod ve uygulama
18.03.2012 5607 Okunma
9 Yorum 21.03.2012 10:01
Sam Adian
HMR ve SONUÇ
16.03.2012 12324 Okunma
18 Yorum 16.03.2012 18:08
Sam Adian
ANLAMAK.....
15.03.2012 6506 Okunma
5 Yorum 16.03.2012 18:21
Sam Adian
HMR HAKKINDA - 2
14.03.2012 7203 Okunma
7 Yorum 15.03.2012 08:14
Sam Adian
INSANLIK ANAYASASI HAKKINDA-1
12.03.2012 4092 Okunma
2 Yorum 12.03.2012 17:32
Sam Adian
RIBA'nın UNSURLARI
11.03.2012 12743 Okunma
12 Yorum 15.03.2012 16:14
Sam Adian
RIBA ve EKONOMI-1
9.03.2012 6994 Okunma
7 Yorum 10.03.2012 19:31
Sam Adian
DARB-I MESEL VE YETKI GASPI
8.03.2012 10522 Okunma
22 Yorum 11.03.2012 16:10
Sam Adian
RIBA VE EKONOMI
7.03.2012 12428 Okunma
15 Yorum 09.03.2012 06:04
Sam Adian
SÖYLEYECEKLERIMIZ VAR
1.03.2012 4687 Okunma
5 Yorum 10.03.2012 08:24
Sam Adian
INSAN VE DÜZEN
1.03.2012 4802 Okunma
6 Yorum 01.03.2012 19:11
Sam Adian
SLT ve MESCID
25.02.2012 4352 Okunma
Sam Adian
HAMR ve HUMR
25.02.2012 53015 Okunma
19 Yorum 28.05.2024 13:50


© 2024 - Akevler