"Liberal Komün" veya Düzen ideolojisi
Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı adlı kitabında insanı cebr altına alan dört saikten bahseder: Tarih, Doğa, Toplum ve Benlik. O’na göre sosyolojistler, insan üzerinde egemen olanın toplumsal çevre ve toplumsal düzen olduğu fikrindedirler. Ali Şeriati, sosyolojistlerin “ben”i ortadan kaldıran bu görüşünü eleştirir; der ki evet toplum insanı belirler ama siz toplumun insanı belirlemesini mutlaklaştırarak “insan”ı hiçleştirdiniz: “Ben eğer cömert isem, ya da çok gayretli ve kahraman isem, feodalite (derebeylik) düzeni içinde büyüyüp olgunlaştığım içindir. Paragözün biri isem, burjuvazi (kentsoylu düzeni) içinde doğduğum içindir. Ata binip pala sallayan biri isem aşiret (boy) düzeni içinde yaşadığımdan dolayıdır Demek ki ben kötü olmuş isem, bende kötülüğü yaratan veya seçen toplumsal çevredir, iyi olmuş isem bende iyilik durumunu yaratan ve beni buna çağıran yine toplumsal çevredir, benim işim değildir. Sosyolojizm (toplumbilimcilik)de birey (fert) yoktur. İnsan seçebilen bir “ben” olarak var olamaz. Her birey toplumun onu ortaya getirdiği gibidir. Şu halde bu kimseler insan değildir, çünkü artık seçim yetenekleri yoktur
Şeriati ilerlemeci bir toplum zihniyeti ile, bilimin gelişmesi ile zindandan çıkış olacaktır, fikrini savunuyor. “Toplumsal düzenler karşısında seçim yeteneğine sahiptir. Yadsıyabilir ve seçebilir, benimseyebilir, kuşku duyabilir. Üretim düzenleri, sınıf ilişkileri, aile ve topluluk ayrıcalıkları, bunların tümü bilinçli çağdaş insan karşısında artık eskisi kadar güçlü değildir” der
***.
1848’de Paris’te fiilen yönetimi ele geçiren Komün içerisinde etkin iki siyasal kesim, Enternasyonal içinde örgütlü bulunan Proudhoncu azınlık ile ulusal muhafız merkez komitesi içinde güçlü olan Blankist çoğunluktu
Küçük burjuva sosyalisti olarak anılan Proudhon'un görüşleri daha çok ekonomik alan üzerinedir. "Adaletli bir değişim yasası" bulma yolundaki kimi tezleri şunlardır: Halk bankasının kurulması, karşılıklı kredi örgütlenmesi, böylece kapitalistlere ödenen faizin kalkması, nakit paraya değil mala çevrilen bonolar çıkartılması özgür ve bağımsız üretici dernekleri olan işçi şirketleri kurulması vb. Proudhon, küçük üreticilerin kendi dernekleri tarafından oluşturulan bir özerk komünler federasyonu aracılığıyla bireylerin hak ve isteklerinin birbirini dengeleyeceğini, böylelikle bireyin korunacağını ileri sürmüştür
Engels'in tanımına göre "blankiciler o sıralarda sadece devrimci içgüdü ile, proleter içgüdü ile sosyalist idiler". Paris Komünü 70 günlük bir zaman dilimi içerisinde şu kararları alır, ancak hepsini hayata geçiremez:
- Sahipleri tarafından terk edilmiş fabrikaların sayımının yapılması, bunların yönetiminin o güne değin bu işletmelerde çalışan ve kooperatif birlikler içinde bir araya gelecek işçilere verilmesi ve bu birliklerin bir tek büyük federasyon biçiminde örgütlenmesi için plan:
-Fırın işçileri için gece çalışmasının kaldırılması
-Patronal ceza sisteminin kaldırılması
-Yaşamak için asgari ücret güvencesi sağlanması
-Emniyet sandıklarının kaldırılması
-İş bulma bürolarının yeniden örgütlenmesi
-Meşru olan-olmayan çocuklar arasındaki ayrımın kaldırılması
-Kilise ile devletin ayrılması. Din işleri bütçesinin kaldırılması
-Kilise mallarının ulusal mülkiyete dönüştürülmesi
-Zorunlu ve parasız laik okul
-Parasız adalet
-Seçilenlerin görevden geri alınabilmesi
-Yargıç ve yüksek görevlilerin seçimi
-Sürekli ordunun kaldırılması yerine silahlı halkın geçirilmesi
-Yerel yönetimlerde özerklik
Bu genel olarak Marx ve Engels’in çerçevesini çizdiği yapının bir özeti gibidir.
Lenin'e göre, demokrasi ile azınlığın çoğunluğa boyun eğmesi özdeş şeyler değildir. Demokrasi azınlığın çoğunluğa boyun eğmesini kabul eden, tanıyan bir devlet biçimidir; başka bir deyişle, demokrasi, bir sınıf tarafından başka bir sınıfa, nüfusun bir bölümü tarafından nüfusun başka bir bölümüne karşı, sistemli zor uygulamasını sağlamaya yarayan bir aygıt ve kurumlar toplamıdır. Lenin, “Sosyalizm, evrimi içinde komünizme varacak, ve sonuç olarak, insanlara karşı zora başvurma zorunluluğu, bir insanın başka bir insana, nüfusun bir bölümünün nüfusun öteki bölümüne boyun eğme zorunluluğu büsbütün ortadan kalkacaktır; çünkü insanlar, zor ve boyun eğme olmaksızın, toplum halinde yaşamanın yalın koşullarına uymaya alışacaklardır” demektedir.
Marx ve Engels in kristalize etmediği “demokrasi” kavramı, Lenin’e göre “kapitalizmden komünizme giden yoldaki bir aşamalardan biridir.” Ona göre paramparça edilecek olan aygıt “burjuva develeti” dir. Burjuva devleti, bir burjuva demokrasisi bile olsa bu değişmez.
Paramparça edilen devletin her anlamda ortadan kalkması, yeni ve yüksek derecede örgütlenmiş bir toplumsal yapıyla birlikte ancak komünizmde mümkün olacaktır. Marx’a göre, Köylü bilincinden başlayarak burjuva sınırına kadar küçükten büyüğe örgütlenmiş özerk toplulukların bir araya gelmesi ile devrim perçinlenmiş olacaktır.
Marx'ın proletarya diktatörlüğüne ilişkin altını çizdiği bir diğer temel nokta, kapitalizme ait üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılarak emeğin iktisadi kurtuluşunun sağlanmasıdır. Burjuvaziyi var eden sömürü sisteminin ortadan kaldırılması, siyasi iktidarı ele geçirmiş proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesini sağlayacaktır.
1871'de Marx'ın beklentisi Komün'ün Fransa'nın bütün büyük sanayi merkezlerine örnek olacağı ve böylece bir "ulusal örgütlenme taslağı"nın gerçekleşebileceğiydi. Komün, gerçekten de taşrada pek çok ayaklanmaya esin oldu. Ancak bu küçük çaplı ayaklanmalar kısa ömürlü oldular.
Barry Shankers, Komün’ün oluştuğunu söyleyebilmek için en az bir veya birkaçının gerçekleşmesi gerektiğini söylediği presipler şöyledir:
"Nicelik belirtmeden, çok genel olarak aşağıdaki koşullar gerçekleştiğinde kasıtlı toplumların oluştuğunu düşünüyorum:
-Bilinçli ve amaca yönelik bir eylem olarak kuruluysa;
-Üye eğer toplulukta doğmuşsa bile, üyelik gönüllülük üzerinden işliyorsa ve bilinçli bir eyleme dayanıyorsa;
-Grup kendini çevresinden ayrı ve çevresine göre değişik görüyorsa ve çevresiyle grup olarak ilişki kuruyorsa ya da grup olarak geri çekiliyorsa;
-Topluluk göreceli olarak kendi kendine yetiyorsa, çoğu üye potansiyel olarak hayatı boyunca (ya da üye olduğu sürece) orada yaşayabilecekse;
-Paylaşmak, topluluğun ideolojisinin bir parçasıysa;
-Topluluğun kollektif amaçları varsa ve üyelerinin, memnuniyetleri doğrultusunda çalışmasına ihtiyaç duyuyor, bunu bekliyorsa;
-Bireysel bir faydaya yönelik olsa bile, topluluğun amaçlarının, sadece kollektif bir yapı içinde gerçekleşebileceğini iddia eden bir ideoloji varsa;
-Tek bir birey değil, topluluğun kendisi ya da topluluğun seçtiği kişiler yetkinin kaynağıysa;
-Topluluğun hayatının genel gidişatı, doğal olarak iyiyse, mesela araçsal değerlerinin de üzerinde, kendi içinde bir sonsa;
Topluluğun varlığı, kişisel üyeliğin zaman aralığını aşan, ahlaki bir değere ve amaca sahipse.
Bu özelliklerin, sadece çeşitli seviyelerde değil, çeşitli yollarda da var olabileceğinin vurgulamak gerekir. Paylaşmak, eşitlik, kendi kendine yeterlilik ve diğer özellikler, bir çok şekilde anlamlandırılabilir ve gibi bu, kasıtlı toplumların kalıcılığında önemli bir etkendir. Asıl nokta, bu özelliklerin hem dışarıdaki bir gözlemcinin, hem de üyelerin kendi gözünde var olduğu yerde, kasıtlı bir toplumun oluştuğu.
Dr. Bill Metcalf (International Communal Studies Association) kitabında bir tanımlama yapar: "Komünel yaşam, ya bir “komünde” ya da “kasıtlı” toplumda gerçekleşir, aradaki farkı ise samimi paylaşımın seviyesi belirler. Komün üyeleri, grubu, çekirdek aile biriminin yerine geçirir, genelde bir “ortak amaç” ve kollektif bir ev yaşamı sürdürür ve genel kararları grup olarak alacak kadar samimiyet yaratılır. Bence “komün” kelimesi, komünel yaşamın daha uç, topluluğa karşı yüksek miktarda sorumluluk duyulan çarpıcı biçimleri için kullanılmalı. Bu, (sorumluluk) iki yoldan birinde, ideal haliyle ise iki yolda da gösterilir. Bu yollar ekonomik ve sosyaldir. Tabi ki neredeyse hiçbir grup, bu alanların ikisinde de derecelendirmelerinin sonuna kadar bütün yolu gitmiş değil... Kasıtlı toplumların birinci uçta durduğu, komünden komşuluğa uzanan bir derecelendirme var."
Bill Metclaf komünün temel prensiplerini "Çekirdek ailenin aksi olarak grubun önemi, ortak bir amaç, ortak ev hayatı, genel ve samimi ilişkiler içinde alınan grup kararları ve gündelik hayatı paylaşmak" olarak sıralıyor.
Bunun yanında günümüz kasıtlı toplumlarında, sosyal düzenin işleyebilmesi için hiyerarşinin kalkması gerektiğine dair eşitlikçilik anlayışı, günümüz toplumlarının boyutlarının çok büyük olduğuna, merkeziyetçiliğin dağıtılması gerektiğine dair bir inanç ve kasıtlı olarak bürokrasiyi yok etmeye yönelik çabalar gitgide artış göstermektedir.
Genel hatları ile “Adil Düzen”, “Emeği sermaye ile aynı seviyedeki bir sandalyeye oturtma çabası” gibi görünmektedir. Katı kurallara bağlanmış “aşiret-kabile” birlikteliği gibi küçük topluluklar oluşturarak devlet olgusu üzerinde durulmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, günümüz dünyasında kapitalizmin bütün olumsuzluklarına rağmen, gelişen teknoloji ve yaşam koşullarının giderek iyileşmesi, insanların daha müreffeh bir hayat taleplerini kamçılamaktadır. Ne Marx’ın köylü bilinci, işçi bilinci, ne de kabile benzeri birlikteliklerin artık yaşama şansı yoktur.
Adil Düzen, daha çok yabancılaşmış toplumların yerine, belli amaçlar için bir araya gelmiş “liberal komün” algısına dayanıyor. Bu günümüzde sosyalistler arasında da tartışılan bir yapı şeklidir. Ancak her iki tarafın da dayandığı en temel prensip, “dayatmacı” bir yapıya sahip olmalarıdır. Globalleşen bir dünyada, özgürlük algısının alabildiğine geliştiği dünyada, kapalı ve dayatmacı küçük gurupların var olabilmesinin mümkün olabileceği kuşkuludur.
Çin deneyimi başarılı olmuştur. Çünkü bireyin özgürlükleri kısıtlanmadan “Özgür Kollektif Üretim” modeline dayanmaktadır. Bir yandan sermaye desteklenirken, diğer yandan bireyin “tasarruf” etme olanakları geliştirilerek, bireyin kendi yaşamında söz sahibi olması ve karar verebilmesi sağlanmıştır. Bu haliyle kapitalizme çok benzer olmakla birlikte, sosyalist nüanslar da taşımaktadır. Adil Düzen’de önerilen üretim modeliyle büyük benzerlik taşımaktadır.
Mevcut haliyle “Adil Düzen” Marx’ın ifadesiyle “...Eh peki, baylar, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris Komününe bakınız. Paris Komünü, proletarya diktatörlüğü idi"
Doğal olmayan, insan doğasına uymayan hiçbir şeyin yaşama şansı yoktur. Bize göre yapılması gereken şey, evrensel bilginin, modern dünyanın gerekleri göz ardı edilmeden yeniden yorumlanması ve geleceğin sistemi haline dönüştürülmesidir. Sosyalizm ve Kapitalizmin esin kaynağı bizim elimizdedir. Her şeyden önce dünyayı tanımak ve dünya gerçekliğini doğru anlamak zorunludur. Bu haliyle Medine senedi’nin yanlış anlaşıldığı da açıktır. Kaldı ki, ilkel şartlarda, kabile deneyimlerinin günümüz dünyasına montajı da mümkün değildir.
Vesselam
Alıntılar: Marx; K., Fransa'da İç Savaş,
Engels; F., Fransa'da iç Savaş'a önsöz