Yaratılış Kuramı ve Evrim Teorisi
Lamarck evrimin canlıların vücutlarını yeni yaşam koşullarına uyum istediğinden ve çabasından olduğunu iddia eder .
Canlılar çevrelerine uyum yapmaya çalışırken bazı organlarını kullanacaklar bazılarını da kullanmayacaklardır. Kullanılan organ gelişirken kullanılmayan organ körelecektir bu da yeni karakterlerin dölden döle geçip yeni türler oluşturacaklardır.
Darwin bütün canlıların uzun zaman sürecinde ortak bir kökenden evrim yoluyla ortaya çıktığını savunur
Darwin görüşünü adaptasyon ve doğal Seleksiyon la açıklar. Değişen çevre koşullarına ayak uyduran canlılar yaşar , uyduramayanlar ölür . doğal Seleksiyon sonucunda ortamda kalan canlılar adaptasyon yeteneği olan canlılardır .
Mutasyonlar sonucunda yeni karakterler kazanan canlılardan çevre şartlarına uyum sağlayanlar yaşamını sürdürür diğerleri yok olur .
Evrime göre canlılar birden bire değişikliğe uğramazlar bu çok uzun bir süreçtir. Bir türden başka bir türün oluşum sürecinde ara form canlıların olması gerekir. (Fakat ara form canlıya rastlanamadı) . Yapılan paleontolojik çalışmalarda yüzlerce milyon yıl önce yaşamış canlıların bugünkü ile aynı yapıda olduğu görülmüştür .
Elde edilen canlı fosilleri canlıların dünyada belli bir dönemden sonra görülmeye başlandığını göstermiştir .
Mendelin kalıtım teorisini ve sonrasındaki gelişmeleri hepimiz biliyoruz. Burada bu gelişmeleri tartışmak yerine, Kur’an ile olan bağlantısına bakmak istiyoruz.
Organizmanın oluşumu:
Kurama göre organizma ilk olarak suda gelişti ve karaya çıktı. Karada da evrimleşerek canlı türleri oluştu. Böyle algılanması aslında çok normal görünüyor. Evrim teorisi genel olarak anlaşılabilir olmakla birlikte bazı eksikliklerinin olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor.
Yaratılış kuramına baktığımız zaman, ilk olarak tek hücreli bir organizmanın oluştuğunu anlıyoruz. Görünüşe göre bu tek hücreli organizma akışkan ve korunaklı bir ortamda, bir çeşit laboratuarda geliştirildi ve çoğaltıldı. “Ve lekad halaknal insâne min sulâletin min tîn” demektedir Devamında ise “Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn” denmektedir.
Tek bir hücre olarak geliştirilen bu organizmanın laboratuar koşullarında, kararlı bir şekilde üretildiğini söyleyebiliriz. Bu hücre akışkan bir ortamda kontrollü olarak çoğaltıldı. Bugün DNA’nın yapısından biliyoruz ki, canlıyı oluşturan da cansızlardır. Demek ki organizmayı oluşturan şey de ayetin anlattığı gibi cansız maddelerdir. Bu açıdan Evrim teorisinin ortaya attığı “organizmanın suda geliştiği” ifadesi çok yanlış değildir.
Organizmanın geliştirilmesinin bir “yetenek” köntrolü ile olduğunu da biliyoruz. Bir “Prosesör” kontrolü altında organizma çoğaltıldı. Ancak her tür için ayrı ayrı processör tahsis edildiğini de yine Kur’an dan anlıyoruz. Şöyle düşünelim:
Processor = INSAN
Cell = Organizma, biyolojik varlık veya Adem’i varlık
Biz biliyoruz ki, varlık yani organizma veya canlı oluşumlar, tek bir processör ve tek bir hücreden geliştirildiler.
Başlangıçta oluşan bu processor ve hücre önce bölünerek “Eş processor” ve “Eş Hücre”’ler elde edildi. Çünkü her processor bir hücreyi kontrol etmek üzere tasarlanmıştı.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: Organizmayı oluşturan tek bir hücre nereden geldi?
Bunun cevabı basittir. Aslında hiçbir yerden gelmedi, processor üretildiği gibi, organizmayı oluşturan hücre de yine cansız maddelerden üretildi. Kendiliğinden mi oldu? Hayır kendiliğinden olmadı, müdahale edilerek oluşturuldu. Laboratuar koşullarında programa bağlı kalınarak oluşturuldu.
Processor ve hucreler eşleştirildikten sonra ise çoğaltma işlemi devam etti. Her gurup ayrı ayrı çoğaltıldı. Yani:
Böylece her gurup kendi içerisinde “eşleşmiş” olarak çoğaltıldı. Bu çoğaltma sonsuza kadar devam edebilir. Böylece türlerin içerisindeki farklılıklar da oluşturulmuş oldu. Ancak her gurubun üretim şekli aynı olmakla birlikte, üretildikten sonra kullandıkları kodlar, yani işledikleri bilgi farklıdır.
Özetlemek gerekirse, İşlemci varlık oluştu, eşleştirildi ve ikişerli guruplar halinde çoğaltıldı. Her ikişerli gurup farklı alt kodları işleyecek şekilde programlandı. Böylece aynı tür içerisinde farklı organizmaların gelişmesi sağlandı.
Hücre gelişimi de bu şekide oldu. Başlangıçtaki tek hücre eşleştirildikten sonra çoğaltıldı. Her ikişerli gurup farklı kodlarla dizayn edildi. Böylece farklı hücreler oluşmuş oldu. Çünkü işledikleri bilgi farklıydı.
Adem’i varlık, “Adem” yani “matematiksel işlemciye sahip olan organizma” da bu şekilde gelişti. Önce laboratuar ortamında hücreler geliştirildi, sonra bu hücreler eşleştirildi ve her biri ayrı ayrı guruplar halinde çoğaltılarak biyolojik varlık elde edildi. Biyolojik varlığı oluşturan da cansız maddeler idi. Hücreler çoğaldıkça birbirine bağlandı ve başlangıçta tasarlanmış olan, resmedilmiş olan şekilde biçimlenmeye başladı. Belli bir aşamaya geldikten sonra biyolojik varlığa da onu harekete geçirecek program yüklendi. Yani Ruh/Modem aracılığıyla biyolojik varlığın ihtiyacı bulunan işletim sistemi de aktarılarak fonksiyonel hale getirilmiş oldu.
Bu her gurup için ayrı ayrı bu şekilde cereyan etti ve böylece “canlı varlıklar” ortaya çıktı ve bu canlı varlıklar da kendi içerisinde çeşitlenmiş oldu.
Evrim teorisinin ortaya attığı gibi, “insan” yani “Adem’i Varlık”ın maymundan veya başka bir organizmadan mutasyon sonucu geliştiğini düşünmek muhayyeldir. Organizma gelişirken her biri arasında belli benzerlikler de vardı. Mesela “Adem’i Varlık” da belli bir aşamaya kadar “tüylü” idi. (A’raf 20-22-27, Taha 121) Anlaşılan o ki, Darwin bu kuramı kopyalarken, sürecin bütününü kavrayamamıştı. Oluşumu sistematize edebilmek için ihtiyacı olan şey bir benzerlikti ve o da maymunda vardı. Böylece hata yapmış oldu.
Öte yandan, Evrim teorisinin ortaya koyduğu iddiaların büyük bir kısmı doğrudur. Evrimin bir gerçeklik olduğu, bunun süreç içerisinde geliştiği ve gelişmenin devam etmesi gerektiği zaten kaçınılmazdır. Çünkü eşyanın tabiatı böyledir. Evrim teorisinin yaptığı ikinci hata ise, “organizmanın suda gelişerek karaya çıkması” varsayımıdır. Kur’an a göre, organizma laboratuar koşullarında korunaklı akışkan bir ortamda (rahme benzer) kararlı hücrelerin çoğaltılması ile oluşturuldu. (Yorumcuların Ayetlere dikkatsiz bakmaları nedeniyle, başlangıçaki oluşum ile rahim içerisindeki oluşumun birbirine benzerliğini ama önemli farklılıkların olduğunu farkedememektedirler. Mesela başlangıçtaki hücre kararlı bir hücredir ama rahim içerisindeki hücre saldırgandır. Başlangıçtaki hücre yönetilerek çoğaltılmıştır, rahim içerisinde ise çarpışarak çoğalma tetiklenmektedir. Bu konuyu uzmanlar çok daha iyi açıklayabilirler.)
“ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy” (Enbiya 30)
Bu ayetteki ifade öteden beri tartışma konusu haline gelmiş, Evrim teorisini reddedenlerin açıklayamadıkları veya üzerinde türlü yorumlar geliştirdikleri bir nokta olmuştur. Oysa mesele çok basittir. Bir kere ayette yaratmaktan söz edilmez, bir dönüşümden, evrimden söz edilmektedir. Hücrenin gelişimini ve organizmanın bir varlık olarak şekillenme sürecini anladıktan sonra, bu ayetin ne anlam taşıdığını da anlamak son derece kolaylaşmış olur. Demek ki, organizma su ile yoğrulmuş, geliştirilmiştir. Hayatı daha doğrusu akışkanlığını su ile kazanmıştır. Kaldı ki, ayetteki “min” bağz içindir. Yani kastedilen şey suyun tamamı değil, suyun sahip olduğu özelliktir. Kısmıdır. Meselenin teknik detaylarını uzman olanlar çok daha iyi açıklayabilirler, onlar bizden daha iyi bileceklerdir.
Netice itibariyle, Yaratılış ve Evrim içerisinde hiçbir çelişki yoktur. Insan aklı ile ulaşabildiği yer hatalı bile olsa, nihayetinde Allah’ın yarattığı bilgi çerçevesindedir ve mutlaka büyük oranda doğruluk payı vadır.
Bir başka açıklanamayan nokta ise, israiliyat gereği “Adem-Havva” ikileminde yatmaktadır. Buna göre Havva, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. (Tevrat kaynakarı) Ancak bu Kur’an a aykırı bir durumdur. Kimileri, bölünerek eşleşmeyi, farklı kutuplara itilmiş cins olarak algılamaktadır ki bu tamamen yanlıştır.
“Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn” (Zariyat 49)
Mesela bu ayeti yorumlarken, “HLK” kelimesi varetmek manasında kullanılmaktadır. Oysa bu bir şeyi oluşturmak demektir. ”ZEVC” ise "eş" demektir. Bu bir zıtlık değildir. Genelde “zevc” kelimesi “artı” ve “eksi” şekilnde algılanmış ve iki kutup olarak değerlendirilmiştir. Oysa Bir şeyin eşi demektir. Aynıdır. Aynısıdır. Kaldı ki Kur’an bunun nasıl oluşturulduğunu da açıklamaktadır. Hücresel bölünme ile oluşturulduğunu açıkça ifade etmektedir. Peki fark nerededir?
Fark, programda yapılan basit bir değişiklikten başka bir şey değildir. Organizma oluşurken onlara aktarılan bilgide yapılan küçük bir değişikliktir sadece. Böylece organizma bu bilgiye göre şekillenmiş ve eşler oluşmuştur. Cinsiyet ise eşleşmenin bir gereğidir ve tali bir durumdur. Çünkü Adem'i varlık başka bir organizmadan doğmamıştır. Zaten buna göre programlanmış bir organizmanın gelişmesinden başka bir şey değildir. Böyle olunca bir cinsiyetin varlığı da bu aşamada manasızdır. Cinsiyet meydana gelen varlığın sürekliliğini sağlamak ve başlangıçtaki laboratuar koşullarına uygun bir ortam oluşturmak için gereklidir. Başka bir manası ve amacı da yoktur. Bu durum bütün türler için aynıdır.
Burada bir noktayı daha hatırlatmak istiyorum, çünkü bundan sonraki yazılarımızda bu konuya ihtiyacımız olacak.
Soru şudur: “Niçin Kur’an da hastalıkların tedavisine ilişkin herhangi bir açıklama yoktur?”
“Hastalık” olarak yorumlanan kelimeler olmakla birlikte Kur’an da doğrudan “Hastalık” manasına gelen hiçbir kelime kullanılmaz. Kısaca incelemek gerekirse:
مرض MRZ = Maraz, Tatmin edici, Yeterli, Arıza, Bulantı, Birtakım değişikliklerin ortaya çıkması, Eskimiş, Sabır gerektiren şey, (Bakara 10-184-185-196, Nisa 43-102, Maide 6-52, Enfal 49, Tevbe 91-125, Hac 53, Nur 50-61, Ahzab 12-32-60, Muhammed 20, Fetih 17, Müzzemil 20, Müddessir 31)
Bu kelimenin genellikle kullanılış şekli de şöyledir:
في قلوبهم مرض (Fi kulubihim maradun) : Kalplerinde MRZ olanlar.
Başka “Hastalık” olarak yorumlanan kelimeler de şöyledir:
Be’sai : Belirsizlik, Karmaşa, Sıkıntı, Kötü durum
Darrai: İnce, Zayıf, Kötü zaman
Be’s : Yiğit, Cesur, Yürekli, Kahramanca
(Bakara 177, Enbiya 83)
Ubriu: Teizlemek, Beraat ettirmek, Temize çıkarmak, Muaf tutmak, Aklamak
ubriul ekmehe : Kör bahisi temizlemek, Körlüğü kaldırmak
ebrasa : Cüzzamlı, Dışlanan kimse
(Al-i İmran 149)
Harada : Kışkırtıcı, Kışırtılan, Teşvik, Sabit yırtıcı bir şey
Hâlikîn : Çürümek, Yok olmak
(Yusuf 85)
Sakim: Cılız, Zayıf (Saffat 89-145)
sûin : Kötü, Kusurlu (Taha 22)
Ayetlere genel olarak baktığımız zaman, birtakım arızaların, kusurların oluşabileceğini görüyoruz. Özellikle MRZ kelimesi ile Kalbe atıf yapılırken, bu arızanın “münafık” atfı ile veya inanmayanlar ile ilgili kullanılması dikkat çekicidir. Demek ki, bu kelime bir hastalık ifade etmiyor. Bir arızayı işaret ediyor. Ancak hiçbir kullanım şeklinde bu kusurların veya arızaların nasıl giderileceğine dair herhangi bir ipucuna rastlayamıyoruz. Cüzzamlı ise nasıl tedavi olacak? Hasta ise nasıl iyileşecek? Bugün bir çok hastalık türü var, bu gerçeği Kur’an ın ifade etmemiş olması düşünülemez. Eğer bir çözüm önermiyorsa başka bir sebebi olmalı.
Aslında bu “başka sebep” de kur’an da var:
“Ve izâ maridtu fe huve yeşfîn” (Şuara 80)
Şifa’yı veren kimdir veya nedir? “huve” kelimesi ile “Alemlerin Rabbi” ne (Şuara 77) atıf yapıldığına göre “şifa” kelimesinden kastedilen şey de “ilaç yapmak veya ilaç kullanmak” olmamalıdır.
Acaba şöyle midir : Organizma da arıza yapabilir ve kusurlar oluşabilir. Ancak bu kusurların ve arızaların giderilmesi için yapılaması gereken şey, tıpkı başlangıçta processorlerin hücreleri yöneterek onların belli bir şekil ve bütünlük içerisinde çoğalmasını sağladığı gibi, bugün akledebilen bilgiyi yorumlayabilen varlık olan bizler, yani Adem’i varlık olan bizler de aynı şekilde geri dönerek kendi processorlerimizden bu arızanın giderilmesini mi istememiz gerekiyor? Şuara 80 böyle bir yönteme işaret ediyor olabilir mi? Gerçekte, yaratılış süreci içerisindeki gelişmeleri ve oluşum şekillerini dikkate aldığımız zaman, tam olarak ifade edilen şey budur.
Demek ki, organizma belli bir olgunluğa ulaşmış olsa bile, sistemden bağımsız değildir ve her türlü arıza bu yolla giderilebilir. Önemli olan sistem içerisindeki iletişimi sürdürebilmektir. İletişim koptuğu zaman evrim de durur gelişme de durur. Münafıklar için kullanılan “fi kulubihim maradun” ifadesi de bunu açıklamaktadır.
Eğer başka bir yöntem olsa idi, Kur’an ın bunu mutlaka açıklamış olması gerekmiyor muydu?
Vesselam