BANKA ve FINANSMAN ENSTRÜMANLARI
“Banka vardır ve zorunludur.” (Bakara 282)
Genel olarak Faiz ve buna bağlı olması muhtemel enstrümanların Faiz olabileceği endişesi ile tümüyle reddedilmesi, gelişimin önünü tıkamaktadır. Klasik anlayış, tarım toplumunun ticaret ve değişim argümanlarına dayanmaktadır. Oysa modern toplumların ihtiyaçları bundan çok başkadır ve çok daha ileri düzeyde finansman yönetimine ihtiyaç duyarlar.
Faizsiz Banka,” klasik bankaların dayandığı temel yaklaşımlardan tamamen farklı yaklaşımlara dayanmakta ve kâr amacını gütmeyen vakıf statüsü ile kurulmuş olan bir kuruluştur . Faizsiz banka mübadele araçlarının ticaretiyle uğraşmamalıdır. Çünkü mübadele araçlarının ticaretinde sağlanan fazlalık veya eksiklikler doğrudan veya dolaylı olarak bir tür faizdir.” Şeklinde düşünülmektedir.
Eğer bankanın geliri mübadele araçları ile olmayacaksa, neyle olacak? Bu sorunun cevabı verilemediği için “Vakıf” veya “Devlet” seçenekleri devreye alınmaktadır. Bunun da en temel sebebi “Faiz”in tümüyle reddediliyor olmasıdır. Halbuki Kur’an Riba’yı reddeder. Sermaye veya finansal araçlar üzerinde yapılacak işlemleri ve bunlardan dolayı elde edilecek faydayı reddetmez. Kaldı ki, geniş çaplı sermaye ihtiyaçlarının giderilmesi ve yatırımların yapılabilmesi, Vakıflar aracılığıyla kurulacak ve işletilecek olan bankaların ulaşabilecekleri bir düzey değildir.
Burada yaılması gereken şey, bankacılığın sistematik olarak yapılandırılmasıdır. Varsayımlar “0” enflasyon baz alınarak düşünülmektedir. Çünkü piyasa araçlarının enflasyona sebebiyet vermeyeceği ve önleyeceği varsayılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki enflasyon sadece piyasa araçlarının hareketinden dolayı ortaya çıkmaz. Bunların dışında da pek çok sebeple enflasyon oluşabilir. (sadece emisyon hacminin artması veya faizin körüklediği tekelcilik sebebiyle enflasyon oluşmaz) Böyle bir durumda dengeyi sağlayacak bir mekanizmanızın olması gerekir. Bilinen denge araçlarından biri de paranın kontrolü ile ilgilidir.
“Beyt-ül Mal” bir çeşit merkez bankası olarak işlev görmüştür. Geçmişin ihtiyaçlarının yaygın olmaması sebebiyle bu kurum, gerek devletin hazinesi ve gerekse merkez bankası olarak kullanılmış ve uygulanmıştır. Ancak günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için geliştirilmesi gereklidir.
Bankalar gelirlerini nereden sağlayacaklar? Eğer yaptıkları işlemlerden hiçbir ücret talep eteyeceklerse, bu kurumların giderleri devletin kasasından veya toplumun cebinden karşılanmak zorundadır. Topluluk zaten zekat ve vergi vermektedir ve ayrıca niçin banka veya finansman giderleri için bir yükün altına girsin? Kaldı ki sistemi “Vakıf” olarak tasarlamak, zafiyetlere ve istismara neden olacaktır. Kur’an ın öngörülerinden yola çıkarsak:
- Bankalar yaptıkları işlemlerden ücret alırlar
- Kredilerden piyasa koşullarında ortalama kazanca orantılı bir pay talep edebilirler. Bu bir çeşit ortaklıktır. Çünkü krediyi alan işletme o kredi sebebiyle kazanç elde edecektir. Bunun bir kısmının önceden belirlenerek (tahmin edilerek) bankaya ödenmesinin hiçbir sakıncası yoktur.
- Mübedele araçları üzerindeki işlemlerde, bankanın “Aracı Kurum” olması ve güvenliği sağlaması sebebiyle komisyon alması veya ücret alması doğaldır. Bu bir çeşit “Emeğin kiralanması”dır.
- Mevduatlar krediye aktarılır. Böylece elde edilecek gelirden mevduat sahibine de pay verilmiş olur.
- Bankalar Repo işlemleri yapamazlar. Parayı alıp satamazlar. Likidite ihtiyaçları olması halinde aynı koşullarda onlar da borçlanır/kredi alırlar.
- Sermaye, üretim, yatırım ve dolayısıyla istihdam içindir. Sadece bu kanal kredilendirilebilir. Tüketim harcamaları için kredi verilemez. Tüketim harcamaları, bireylerin vatandaşlık haklarına karşılık düzenlenebilir.
“Vatandaşlık hakkı: Her birey, doğduğu andan itibaren, Toprak ve doğal kaynaklar üzerinde pay sahibi olur. Doğal kaynakların işletilmesi devlete aittir. Buradan elde edilecek olan gelirler vatandaşlarının hakkı olarak ayrılır ve ödenir. Bireyler bu hakkı kullanırlar. Tüketim harcamaları için krediye ihtiyaçları olduğunda bu haklarını belli bir süre için tevdi ederek krediye dönüştürebilirler (Bakara 29, Enbiya 103, Araf 27)”
- Kurallara bağlı faaliyet göstermelidir, aracı kurum olmalıdır. Kredileşme, ortaklık senetlerine likidite kazandırma ve genel hizmet amaçlı kuruluşlardır.
İki çeşit banka vardır:
- İnvestment bank (Yatırım bankası)
Yatırım bankaları özellikle devlet eliyle işletilen ve Zekat (karz-ı Hasen) dayalı finansal kuruluşlardır. Allah’a borç nasıl verilir? Devlete verilmek suretiyle Allah’a borç verilmiş olur çünkü Devlet bu finansmanı toplumun yararına kullanmak zorundadır. Yatırım ve üretimin geliştirilmesi, iyileştirilmesi çoğaltılması gerekmektedir. (vergiden ayrıdır, devletin genel giderleri veya sosyal devlet ihtiyaçlarında kullanılamaz)
“ZEKAT : Karşılıksız finansmandır. Topluluk finansmanıdır. Zekat toplama yetkisi devlete aittir. SLT ile aynıdır. Toplanan zekatlar kalkınma amaçlı kullanılır. (Yatırım, üretim, proje ve istihdamın kredi olarak desteklenmesi) Zekat vergi değildir. (Bkz. Bakara 43/110/277, Hac 41, Mü’minun 4, Nur 37/56, Neml 3 vd.), toplam maldan zekat alınır, miktarı ve koşulları lafzen belirlenmiştir. Bu sınır "ihtiyacın faslası"dır.
“SADAKA: Zorunlu vergilerdir, Zekattan ayrıdır. Devletin genel ihtiyaçları ve yatırımları için kullanılır. Toplumun üreten ve çalışan kesiminin, toplumun diğer kısmını desteklemesi zorunludur. Bu devlet eliyle yapılır ve maldan vergi alınmak suretiyle yerine getirilir. (Bkz. Zariyat 19, Tevbe 60/79/103/104, Bakara 219)
Bu bankalar Ticari işletmelerdir, yaptıkları işlemlerden ücret talep ederler, kullandırdıkları kredilerden pay talep ederler.
İki türül yatırım (INVESTMENT) bankası olabilir:
Kamu Yatırım Bankası:
- Sermaye kaynağı Zekattır. (Bakara 245, Hadid 11, Tegabun 17, Zariyat 19) Devlet zekatı toplar ve buradan yatırım, üretim, proje ihtiyaçlarına dengeli ve kontrollü olarak yatırımcılara kredi olarak tahsis edilir.
- Istismar edilen kredi dolayısıyla yatırımcı veya üreticiden kazanca nispetle bir pay talep edilir. (Yasa veya mevzuatla belirlenir)
- Bankanın giderleri, istismar edilen kredilerden elde edilecek olan katılım veya gelir ile karşılanır.
Özel sektör Yatırım Bankası:
- Yeterli sermayesi olan özel şirketler de yatırım bankacılığı yapabilirler. Bunların sermayesi özvarlıklarına dayanır. (bunarın zekat toplama yetkisi yoktur)
- Kredinin niteliğine göre muhtemel kazanca nispetle pay talep ederler. (Devlet bankaları ile aynı koşullarda) Giderlerini de bu şekilde karşılar ve kazanç elde etmiş olurlar.
- Deposit Bank (Mevduat bankası)
Mevduat bankaları, küçük tasarruf sahiplerinin tasarruflarını güvence altına alabilecekleri ve küçük kazanımlar elde edebilecekleri bankalardır. Bu bankalar topladıkları mevduatları küçük işletmelerde kredi olarak değerlendirirler ve kazanç elde ederler. Elde ettikleri kazancı mudiler ile paylaşırlar. Böylece tasarruf sahibi hem parasını güvence altına almış olur, hem de tasarruf edilmiş olan para atıl durumda beklemeyerek yatırıma dönüşmüş olur. Bu bankalar:
- Devlet veya özel sektör tarafından belirlenmiş kurallara göre kurulur ve işletilir
- Yapılan işlemlerden ve mevduat sahiplerinin tasarruflarını güvence altına almaları sebebiyle mudi hesaplarından komisyon ve/veya ücret talep edebilirler
- Gelirleri standart komisyonlar ve kullandıkları kredilerden elde edecekleri pay iledir.
Finansal istikrar ve sürdürülebilir ekonomi:
Her ne kadar, sistem finansman ihtiyaçlarını dengeli ve ekonomik dağıtıyor olsa da her zaman risk mevcuttur. Pek çok kredi çeşidi vardır. Bazı kredi türlerinde önceden “teminat/ipotek” alınabilir. Ancak özellikle AR-GE ve Yatırım kredilerinde bu çoğu zaman mümkün olmaz. Aslolan kalkınmanın sürekliliğidir. Her halukarda, istismar edilmiş olan kredilerin geri dönüşünde riskler olabilir, çeşitli sebeplerle üretim durabilir, zarar meydana gelebilir. “Zarar etmek de, Zarar vermek de yoktur” ilkesi önemlidir. Bu sebeple:
Risk sigortası ve Kredi destek (garanti) fonu (Bakara 280)
Ticari faaliyetlerde risksizlik söz konusu değildir. Her ne sebeple olursa olsun meydana gelebilcek olumsuzluklar veya zararlar her ne kadar tarafları bağlayıcı gibi görünse de dolaylı olarak toplumun veya devletin cebinden çıkacak olan bir yüktür. Önemli olan, zararı taraflara yıkmak değil, zarar oluşması riskini ortadan kaldırmak veya bir zarar sözkonusu ise bunu bertaraf etmektir. Bu sebeple Risk sigortası ve kredi destek fonu kurulmalıdır.
- Üretimin durması veya aksaması sebebiyle meydana gelebilecek olumsuzluklarda öncelikli olan “yeniden yapılandırma” dır. Bankalar verecekleri kredilerde bu ihtimalı her zaman göz önüne almak zorundadırlar. Yeniden yapılandırmada ilave bir talepte bulunulamaz.
- Borcun yeniden yapılandırılmasından sonra dahi ödeme güçlüğü meydana geliyorsa Fon devreye girer. İşletmenin ihtiyaçlarını belirler ve rasyonel çözümler üreterek sürdürülebilirliği sağlar.
- Gerekli olması halinde ilave kredi desteği vererek üretimi destekler/sübvanse eder (karşılıksız değildir ancak uzun vadeli olmalıdır)
- İşletmenin gelişimine katkı sağlar, üretimi realize eder. Mevcut kredi borçlarını gerektiği hallerde kapatarak, işletmenin fona borçlanmasını sağlayarak uzun vadede sürdürülebilirliği garanti altına alır.
- Fon, devletin kontrolünde faaliyet gösterir. Bankaların kullandırdıkları kredilerden eşit olarak (banka ve üretici) ödeyecekleri primler ile desteklenir. Gerektiğinde Devletin kaynaklarından finansman temin edilir (Zekatlar) Kar amacı gütmeyen kurum olmalıdır. Kamu kurumu olarak faaliyet gösterir.
Böylelikle üretimin sürekliliği, sermayenin korunması ve yeniden kullanılabilir hale gelmesi sağlanmış olacaktır. Bu durum aynı zamanda rekabet ortamını da olumlu etkileyerek piyasa dinamiklerinin/dengelerinin bozulmasını önleyecektir.
Piyasa enstrümanlarının dengeli dağıtılması ve yönetilmesi ile parasal eylemlerin kontrolü de sağlanmış olur. Bankaların faaliyet gelirleri, sınırsız “Faiz”e bırakılmadan, doğrudan hizmet gelirleri olarak düzenlemesi ise “faiz” baskısını ortadan kaldıracaktır. (Gelişmiş ekonomilerde her ne kadar Faiz uygulamaları varsa da, bankaların gelir kalemleri hizmet bedellerindendir.)
Genel Tanımlar:
Tarım toplumunun uygulamaları ile günümüz dünyasının ihtiyaçlarını karşılamak imkansızdır. Geçmişte ticaret mübadele’ye dayanırdı. Yani bir çuval şekeri iki çuval buğday ile değiştirebilirdiniz. Ancak günümüz dünyasında bunu yapmanın imkanı olmadığı gibi, üretim alanlarının yaygınlaşması ve ticaretin globalleşmesi bunu imkansız kılmaktadır. Zaten çoğalan ihtiyaçlar sebebiyle bu yöntem verimsizleşmiştir. Bilgisayar üreten bir fabrika buğdayı ne yapsın? Kabul ettiğini varsaysak bile bu ilave bir maliyet ve çaba gerektiren bir uygulama halini alır. Çünkü üretim konseptinde olmayan bir ürün ile malını takas etmiştir ve o malı da kendi işi olmadığı halde değiştirmek zorundadır.
- Akile : Diyet ödeyecek yakınlar. Terim olarak "âkile" çoğu fıkıhçılara göre bir aşiret topluluğudur. Hanefîlere göre ise, divan üyelerinden her birinin ve onu koruyan kabilesinin adıdır. Aslında bu terim “katl” ile ilgilidir. İşlenen bir cinayet sebebiyle katilin kan bedelini ödemeye yardım etmek anlamına gelir.
Bazıları bu kelimeden ve uygulamadan yola çıkarak bireylerin hatalarının veya borçlarının toplulukça paylaşılmasını öngörmektedirler. Bu belki mesleki örgütlerin üstlenebileceği bir şey olabilir ancak yeterli ve verimli olmayacaktır. Özellikle iktisadi anlada “bir kişinin hatasından dolayı oluşan borcu niçin başkaları ödesin?” sorusu cevapsız kalacaktır. Bunun yerine Karz-ı Hasen müessesesi vardır ve devlet zaten bireyin problemlerini çözmek için vardır. Akıllı ve verimli kullanılması gerekir.
- SELEM KREDISI: selem veresiye alış-verişin aksine önce para sonra mal alış-verişi şeklindedir. Önce para verilmekle vadesinde malın cari fiyatından daha ucuza alınması sağlanmaktadır. Bu sistem hâlâ ülkemizde özellikle tarımda yaygındır. Sakıncalı sonuçları, devlet veya banka gibi bir kurum tarafından desteklenmemesinden kaynaklanmaktadır.
Sistem, insanların hata yapmalarına olanak tanımamalıdır. Selem uygulaması, insanların “fıtrat”larını göz ardı eder. Bu uygulamada üretici aleyhine bir baskı oluşması, zararın yaygınlaşması ve acımasız bir sermaye tahakkümü ortaya çıkmasını da sağlar. Yani sistem insana hata yapma imkanı tanır. Sistemin mekanizmalarını bu hata olasılıklarını ortadan kaldıracak şekilde düzenlemek gerekir. Tarımsal üretim devlet tarafından desteklenmeli, ihtiyacı olana kredi sağlanmalıdır. Sanayi üretimi finans araçlarıyla desteklenmeli ve mevduat krediye aktarılmalıdır. Krediler de garanti altına alınmalı (Denelenmeli ve takip edilmeli), üreticinin/kredi kullananın inisiyatifine terk edilmemelidir. Bunun yöntemleri tartışılabilir.
Kaldı ki, ticaret “Risk” demektir. Siz alacağınız malı “Peşin ödeme” gerekçesiyle daha ucuza almakla, üreticinin o mal üzerinde zarar etme ihtimalini kuvvetlendirmiş olursunuz. Bu durum zararı sadece üreticiye yüklemek olur. Sermaye ihtiyacının bu şekilde karşılanması demek, üreticinin sermaye kaybetmesi anlamına gelir. Bankacılık sisteminin oluşmadığı dönemlerde bu bir çeşit sermaye desteği sayılabilir. Ancak günümüz dünyasında bu işlemin önemli ve olumsuz etkileri muhakkaktır. Kaldı ki klasik anlayışa göre bu da bir çeşit “faiz” olur.
- Faizsiz bankanın sermayesi, özel ve tüzel kuruluşlardan borç alınan altınlardan oluşacaktır. Borç altın verenler isterlerse kendilerine altınlar aynen iade edilecektir.
Hiçbir ülkenin “altın” stoku likiditeye eşit değildir ve ihtiyacı karşılamaya yetmez. Likiditeyi çoğaltmak için altının değerini artırmak, paranın değerini düşürür. Sermaye sermayedir. Borç ile sermaye olmaz. Sermaye “Kazanç” olmayan bir yerde durmaz.
- Önerilen faizsiz banka kâr amacına yönelik bir kuruluş olmayacaktır. Banka vakıf olarak veya vakıfların kurduğu bir Anonim Şirketi şeklinde kurulacaktır
Yapısal problemler ve zafiyetler oluşur. Bankalar, devlet veya özel sektörün sermaye birikimiyle kurulmalıdır. Ticari işletmeler olmalıdır. Gelirleri aracılık hizmetlerinden ve kredi katılımlarından sağlanmalıdır. (Meslek örgütlerinin bankaları olabilir, Çin’de bazı bankalar böyledir, bu tür bankaların sermayesi meslek örgütüne üye olanların ödemiş oldukları paylardan oluşur, ancak ticari kuruluşlardır. Genel bankacılık kurallarına göre faaliyet gösterirler.)
Kar amacı olmayan yerde, zarar etme korkusu yoktur. Bu durum ciddi yapısal problemlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
- Faizsiz banka kredi ve borç işlerinde aracı bir kuruluştur. Kredi ve borçlarda eksilme ve artma borçluya aittir. Banka tüccar değil, komisyoncudur. Doğrudan rizikoyu taşımaz. Taraflar taahhütlerini yerine getirmediği takdirde kefil olarak öder, sonra müstekrizin kefil veya akilesine rucu eder.
Kredi ve borçlardaki eksilme veya artmayı borçluya yüklediğiniz zaman, Faiz itiraz edilen “tek taraflı riziko” dan bankayı kurtarıp, bu riski bütünüyle borçluya yüklemek anlamına gelir. Ticari bir işletme olmayan veya bir taraf olmayan şirketin borçlu ve alacaklı arasındaki ihtilaflarda veya taahhütlere uyulmaması sebebiyle niçin ödeme yapsın?
- Bankanın emanet olarak aldığı değerlerde banka yönetici ve görevlerin kusur veya hatalarına bağlı olmayan artış ve azalışlar mal sahibine aittir.
Banka emanet aldığı değerleri çalıştırmak zorundadır. Krediye dönüştürmek ve mevduat sahibine buradan pay vermek zorundadır. Artış ve azalışlarda sorumsuz olan banka niçin mevduat sahibinin sermayesini değerlendirmekle uğraşsın? Veya niçin azalmaması için çalışsın?
- Faizsiz bankanın vereceği kredi veya senetlerine likidite kazandıracağı kuruluşlarla ilgili kararları önceden belirlenen kriterlere göre alınacaktır. Banka yöneticilerinin şahsî karar alma yetkileri mümkün olduğu ölçüde en aza indirilecektir.
Yasal düzenleme olmalıdır. Devlet denetimi olmalıdır. Bankaların insiyatifinde şahsi kararlara bırakılmamalıdır.
- Faizsiz bankaya yatırılan mevduatlar kredi olarak verilmekte ve banka bu kredileri özel veya tüzel kişilere aktarmaktadır. Kredinin hem hukukî hem de iktisadî rizikosu Faizsiz Banka'nın teminatı altındadır,
Burda çelişki vardır. Eğer banka artam veya eksilmeden sorumlu değilse, ve eğer borcun artamsı veya azalması borçlunun sorumluluğunda ise, niçin banka ayrıca teminat altına almış olsun? Veya nasıl? Sadece alacağı komisyon karşılığında böylesine büyük bir riskin altına sokulamaz.
- Faiz, Kur'ân ve hadislerde yeralmadığı gibi, fıkhî kaynaklarda da bu anlamda bir kullanım söz konusu değildir. Fıkhî kaynaklarda bu anlamı karşılayan RİBA lafzıdır.
RIBA, Faiz kavramından farklıdır. Kur’an da tanımı vardır. Borç olarak verilen şeyin, borç dönemi içerisindeki ortalama değerinin en az iki katına Riba denir. Bunun dışında kalan enstrümanların hiç biri RIBA tanımı içerisinde değerlendirilemez. Düzenlenebilir. Sınırlandırılabilir.
- Faiz, Zarara Katılmayan Kârdır: Ticaretteki temel nitelik kâr ve zarar ihtimâlini bünyesinde taşımasıdır. «Zımanın (rizikonun) ol-madığı yerde rıbh (Kâr) yoktur» tarzında vârid olan hadisi de (43) konuya bu hususta açıklık getirmektedir. Ticâretin faizle farklılığı da burada ortaya çıkmaktadır; Faizin temel niteliğinin ise zarar ihtimalinin bulunmaması olduğunu hepimiz biliriz.
Doğru değildir. Zıma yoksa kar da yoktur. Bu doğrudur. Ancak “Faiz” algısını “Zıma”dan soyutlamak mümkün değildir. Modern uygulamalarda verilen kredilerin tümüyle batma olasılığı vardır. “Sıfır Risk” diye bir şey yoktur.
Kur’an sermayenin korunmasını da öngörmektedir. Bunun mekanizmasını da ortaya koyar. Her işlem, risk taşır. Zarar meydana geldiğinde önemli olan zararı telafi etmek ve sermayenin batmasına engel olabilmektir.
“Zarar” netice itibariyle toplumu etkileyen önemli bir faktördür. Sermayenin batması ve üretimin durması doğrudan topluluğun refahını olumsuz etkileyen bir şeydir. “Faizsiz Banka” veya “Faizsiz Ekonomi” tasarımlarında “Risk” bütünüyle taraflara yüklenerek “ortak zarar/topluluk zararı” göz ardı edilmektedir. Bu durum, Faizli uygulamalarda da böyledir. Bu sebeple ortaya çıkan sıkıntılar herkes tarafından bilinmektedir. Önemli olan topluluğun ortak değerlerinin çoğaltılması ve korunmasıdır. (Akile veya dayanışma ortaklıkları bunun için yeterli değildir)
Niçin kredi vardır? Üretim yapmak ve fayda oluşturmak için. Niçin üetim vardır? İhtiyacı karşılamak ve fayda oluşturmak için. Eğer sermayeyi bu ikisi arasındaki unsur olmaktan çıkarır ve sadece kar-zarar ilişkisi haline sokarsanız bu modern uygulamalardan farksız bir hale gelir. Yine sermaye batar, yine topluluk zarar eder ve sıkıntı çeker. Neticede bunu ödeyecek olan yine topluluğun kendisidir.
- Deyn, verilen borçtur. Burada meydana gelecek artışlar ve azalışlar borçluya aittir. Hiçbir şekilde alacaklının iştiraki söz konusu değildir. Emânet ise emâneti bırakana aittir.
Bu kavramlar “Kredi” çerçevesinde kullanılıyor ise, bu çok yanlıştır. Lafza uygun değildir. Bireysel borç ve emanetler günümüz dünyasında dikkate alınması gereken bir faktör değildir. Zaten Kur’an bireylerin sosyal olarak desteklenmesini zorunlu tutar. Bu sebeple, bireysel borç alışverişi de söz konusu değildir.
Eğer bu kavramlar “bankacılık uygulaması” içerisinde düşünülüyor ise, banka “emanet” aldığını farzeder ve bütün sorumluluğu emaneti verene yükler. Bunun önünde bir engel yoktur.
- Misliyat : Bu lafız aynen iadesi mümkün olmayan fakat birbirinin yerine ödenebilen aynı cins şeyleri belirler.
Hile yapılmaktadır. Bir çuval buğday borç verebilirsiniz ve karşılında bir çuval buğday geri alabilirsiniz. Ancak bir buzdolabı borç veremezsiniz. Çünkü verdiğiniz buzdolabını geri aldığınız zaman eskimiş ve kullanılmış olur. Borç verdiğiniz şey “PARA” yani değeridir. Ticari emtiaların hepsi için böyledir.
Diyelim ki bir buzdolabı borç vereceksiniz, bugünkü değeri ile 100 birim. Alıp verdiniz. 1 yıl sonra bu buzdolabının değeri 50 birim oldu. Siz alacağınızı 50 birim olarak mı tahsil edeceksiniz? Niçin? Borç veren buzdolabını borç vermemekle parasını da kaybetmemiş olur. Niçin bunu yapsın? Eğer o zaman değerini geri ister, yani 100 birim olarak geri talep eder derseniz bu da “faiz” olur ve zaten hile olur. Çünkü siz buzdolabı vermiştiniz.
Bu tür malları kiralamanız da mümkün değildir. Ancak Kira’yı “Faiz” kabul edenlerin kiralayanın hakkını göz ardı ettikleri de unutulmamalıdır. Emek de kiralamadır. Emek aşındığı için mi kiralamış oluyorsunuz?
- Hz. Peygamber'in «Zarar etmek de, zarar vermek de yoktur» şeklinde varid olan hadisi ekonomik ilişkilerde gözetilmesi gereken menfaat parelelliği ilkesini son derece net bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Faizsiz sistem” veya “Faizsiz bankacılık” kavramları altında ortaya konulan uygulama modelleri içerisinde “Zarar vermek yoktur” ifadesine denk gelecek bir düzenlemeye rastlamadım. Bu ifade Bakara 280 ayetin ortaya koyduğu çerçeveye eşittir.
Bütün varsayımlar “zararın taraflarca paylaşılması” esasına dayanıyor. Bu yanlıştır. Zarar (sermaye veya üretim açısından) toplumu da ilgilendiren bir şeydir. Ne kadar taraflar arasında paylaştırmaya uğraşırsanız uğraşın, meydana gelen zararın sıkıntılarını topluluk da çeker. Önemli olan, zarar meydana gelmeden önce tedbir almak veya meydana gelmiş ise bunu bertaraf edecek mekanizmaları kurmuş olmaktır.
Buna ilave olarak “akile” sistemi (dayanışma ortaklıkları) ile probleme çözüm arandığı görülüyor. Ancak bu belki küçük çaplı zararlarda değerlendirilebilecek bir uygulama olabilir. Bu da işletmenin sürdürülebilirliğine değil, sadece zararın paylaşılmasını hedef alır. Bir çözüm değildir.
- üretim talebe göre ve onun oluş-turduğu serbest fiyat göstergelerine göre değil, sermâyenin kazan-cına göre yapılmaktadır.
Bu durum bütün dünya için geçerli değildir. Bölgesel uygulamalarda bu kabil sıkıntılar yaşanıyor olabilir. Ancak global üretim hemen hemen bütünüyle talebe dayalıdır. Sipariş yoksa üretim de yoktur.
- Faizli bir kredileşmede bu tamamen tersine işler hale gelmekte, araçlar amaç hâline dönüşmekte, üretimin artırılarak talebin karşılanması amacı unutularak, sermâyenin kâr etmesi gayesi hakim kılınmaktadır. Burada gadre uğrayan geniş halk yığınlarıdır. Tabii bu konuda onların rızalarının olduğu söylenemez.
“Tarafların çıkarları” belirli koşulları da beraberinde getirir. Üretici kendi açısından çıkarını hesaplar, sermaye sahibi yani kredi veren de kendi çıkarı açısından hesabını yapar. Sıkıntı denetimsiz ve kuralsız ilişkilerden doğar. Modern “Faiz” algısının en büyük problemi budur. Bu çerçevede sermayeyi tek başına suçlamak manasızdır. Çünkü üretici de kendi açısından Kar etmeyi amaçlamaktadır.
- Nienhaus gibi, Muhammed Sıddîkî gibi beynelmilel uzmanlar, diyorlar ki: “Biz haydi mudaraba, muşaraka yoluyla, ortaklık yoluyla sanayi veya ticareti finanse edelim. Ancak, bu orta ve uzun süreli kredi olayıdır; ve orta ve uzun süreli yatırımı finanse etme olayıdır. Bu şirketlerin bir de kısa süreli işletme sermayesine ihtiyacı var. Bunu nereden temin edecekler?»
Devlet Zekattan temin edecektir, özel sektör kendi sermayesinden temin edecektir. Kurallar belirlenir ve eşit uygulanır, kim daha uygun koşullar sağlıyor ve daha karlı ise, yatırımcı onunla iş yapar. Devlet daha iyiyse devletle, özel sektör daha iyiyse özel sektörle. Böylece rekabet de korunmuş olacaktır.
“Siyah ve noktalı olarak yazılan paragraflar “Faizsiz Yeni bir Banka Modeli (Faizsiz kredileşme sistemi)” kitabından alınmıştır”