ALLAH’I TANIMAK-3, KURAN ARKEOLOJİSİ
03.08.2012, İZMİR
- “Bugünlerde sık görüşmeye başladık evlat, hayırdır inşallah…
- “Alabaş Koca, mevsim Mübarek Ramazan. Haliyle insan da, Allah ve Kuran ile daha çok ilgileniyor. Okuyup, tesbihat yapmak da elbette iyidir, ama anlamaya çalışmak daha iyidir, diye düşünüyorum.
- “Bugün ne var aklını kurcalayan?”
- “Bugün yeniden, Kuran ve onun ibarelerini konuşmak istiyorum. Sözcükler, yazılı haliyle kelimeler, zamanla yıpranır, değişik anlamlar kazanır. Arkadaşların, en azından bir kısmının korkusu; ISLAH edilmiş manalar. Bundan kasıtları şu: Zaman içinde kelime, ilk çıktığı manadan uzaklaşır ve kişilerin olmasını istedikleri manaya doğru kayar. Senin bir ISLAHMETREN var mı? Herhangi bir kelimenin başına böyle bir taciz gelmiş midir, ne kadar örselenmiştir..? Nasıl anlayacağız, ne dersin?
- “Evlat demek ki, önce kafaları ıslah etmek lazım. Birbirine uygun parçalara Salih denir. Bir somun, cıvatasına uygun ise o salihtir ve işlev görür. Uygun değilse, at çöpe gitsin, ikisini de. Birbirine uyan başka bir çift bul. Bir kelimeyi ıslah ediyorsunuz demek; toplumda ona uygun doğal bir fonksiyon, bir işlev düşünüyorsunuz demektir. Salih ve Saliha haline gelmiş bir ibare çok faydalıdır. Bunu yapmak da gerekir, yeter ki bunu yapanlar kötü niyetle ve kendi hava heveslerine göre bir anlam vermeye çalışmış olmasınlar. Zorlama, taciz ve istismar olmasın yeter…!
“Gel ben seni Antalya-Burdur’a götüreyim. Burdur sınırında “KARAİN” diye bir mağara var. Ben bunu gördüm. Urfa’da “GÖBEKLİ TEPE” diye bir höyük var ama sanırım Karain kadar eskilere gitmiyor ve ben orayı görmedim. Çobanlar devamlı ateş yaktığı için çıkan islerden karamış ve bu ismi almış. Bu Karain Mağarası, nispeten sarp bir dağın yamacında, önündeki ovadan 130m yukarıda, tarih öncesi (yazı öncesi) bir yerleşim yeridir.
Burası “Alt Paleolitikten (140.000-500.000 yıl öncesi TAŞ devrinin ilk bölümü)” başlayarak, onun üstünde “Orta Paleolitik (40.000-140.000 yıl öncesi)” devire, onun üstünde “Üst paleolitik(10.000 40.000 yıl öncesi)” devire, diğer devirlere, demir çağına ve sonra da “Geç Roma dönemine” kadar iskan edilmiş. Dünyadaki diğer mağaraların genellikle bir devirde iskan edilmiş olmasına karşın, Karain kesintisiz iskan edilmiştir. Mağara derinliği 50metre kadardır değişik gözler, odacıkları vardır. Katman, katman oluşmuş bir yerdir.
Mağara her devirde insansı veya insanlar tarafından iskan edilmiş, sonra yıllarca unutulmuş, sonra tekrar iskan edilmiş, tekrar unutulmuş, böylece devam edip gitmiş. İskan edildiği dönemde kullandıkları aletler, yedikleri hayvanların kemikleri, bitkilerin kalıntıları, kendilerine ait diş veya kemik parçaları, resim parçaları vs. bu katmanlarda kalmış ve terk edilen uzun dönemde de toz, toprak, rüzgar, sel vs ile bunların üstü örtülmüş ve saklanmıştır. Sonradan gelenler altta olanlardan haberdar olmamışlardır. Bu benzeri yerlerle ilgili sen daha fazla araştırma yaparsın. Bunun daha büyüğü, Afrika’da RİFT VADİSİNDEDİR. Buradaki gözlemlenen tabaka kalınlığı 1,5 kilometredir ve milyarlarca yıl geriye gitmektedir. İlk ilkel, tek hücreli canlıyı da burada, yaşı 1,5 milyar olan tabakada bulmuşlardır. Bundan eski tabakalarda canlı izine rastlanmamıştır. Bunun üstündeki tabakalarda, yukarıya doğru, çok hücreliler, daha yukarıda deniz canlıları, balıklar, daha yukarıda, sürüngenler, daha yukarılarda kuşlar, yukarıya doğru omurgalılar, memeliler ve nihayet insansılara/Hominidlere rastlanmıştır. Bu tabakaların yaşları ölçülerek, bu canlıların ilk defa ortaya çıktıkları tarihler tespit edilmiştir.
Bunu niye anlattım. Her devirde imkan ve ihtiyaçlara göre teknik, sanat, fikir ve hukuk oluşur. Mesela Karain’de en eski tabakada birkaç kaba el baltası bulunmuş, onun üstündeki tabakada bunlar çeşitlenmiş ve işlenmiş, onun üstündeki tabakada artık kemik aletler başlamış ve bu baltalar bunları da şekillendirmeye başlamış, daha sonra bronzun keşfi ile bu aletler bronzdan, sonraki tabakalarda demirden vs. yapılmıştır. En eskisi tek çeşitken, artık yeniler her amaç için farklı şekil almıştır. Netice de “el baltası” olan, yani iş yapmak için elle tutulan alet manasında olan bu nesne, zaman içinde hem kendisi değişmiş, hem de yaptığı fonksiyonlar değişmiştir.
Nesnelere isimler veririz. Zamanla o nesnedeki özellik sıfat olur, onun gördüğü işlev fiil olur ve bu böyle devam eder gider. İhtiyaç ve imkan ne kadarsa, o hayata yetecek kadar da bir dil oluştuğunu kabul edebiliriz. İlk adı belki de “balta” olan ve mesela kuru meyveleri kırmaya yarayan bir nesne, zamanla hem niteliliğini değiştirmiş, hem de kesmek, yarmak, delmek, sıyırmak, vs daha bir sürü işleri yapar hale gelmiştir. Bazen buna verilen fonetik ses, isim aynı kalır ve kelime yeni manalar kazanır, bazen de yeni şekle yeni isim uydurulur. Yeni fonksiyon sıfat olarak da eklenebilir, kesme bıçağı, traş bıçağı, parçalama bıçağı vs gibi. Şimdilerde lazer bıçaklar bile çıktı. Elbette dilciler bu konuda daha doyurucu izahlar yaparlar.
Sosyal devirlerde böyledir, periyodiktir. Biz onlara medeniyet, uygarlık diyoruz. Ortalama (nominal) olarak 1000 yıl ömürlüdürler, canlıdırlar, doğar, gelişir, ergenliğe ulaşır, yaşlanır ve tarih sahnesinden silinirler. Onların küllerinden torunları yeni medeniyet yaratırlar. Çocukları ise, başkalarının medeniyeti içinde yaşarlar. O medeniyetin ulaştığı seviyede teknik, sanat, fikir ve hukuk(yönetim) şekillenir ve bunlar, o günkü dildeki kavramlarla tesmiye edilir. İlk zamanlarda her şeye yeterli olan bu kavramlar, zamanın erozyonuna yenik düşerler ve yıpranırlar. Ahir zaman alametleri denen olaylar, medeniyetin ahir zamanına delalet eder ve o medeniyet, pasif hale gelir ve üzeri –aynı Karain Mağarasında olduğu gibi- örtülür. Nasıl ki, aynı mekândaki yeni iskancılar, toprağı kazıp eski aletleri kullanmamışlardır, yeni medeniyetin yeni bireyleri de yeni aletler(kavramlar) yaparlar. Eski aletler, eski kavramlar yeni ihtiyaçları karşılayamazlar. İbarelere, çıkış mantıklarına uygun olarak, yeni manalar yüklerler. Bu yenilik, yeni medeniyeti yaşatır.
1400 sene önce insanlar tarım toplumu idiler. Yönetim krallıklar padişahlıklar şeklinde idi. Herkes kendi ihtiyacını kendi temin ediyor, sanat ustadan çırağa, bilgi hocadan talebeye bireysel olarak geçiyordu. Teknoloji ve iletişim bugüne kıyasla yok gibiydi.
Tarih boyunca 3 önemli sıçrama görüldü, insan(ve insansıların) hayatında. İlk keşif, ateşin icadı (istenildiği zaman kullanılabilir hale gelmesi) idi. Ateşi hala kullanıyoruz. Bununla hem kendini korudu, hem de beslenme problemini halletmiş oldu. İkincisi ise tekerleğin icadı idi ve bu da teknolojinin ilk adımı oldu. Hala tekerlek dönüyor ve teknoloji hız kesmeden gelişiyor. Üçüncüsü ise bizim zamanımızda oldu. O da bilgisayarın ve onunla bir anlam ifade eden programın keşfidir. Şimdilik bilgisayar yaygın olarak teknolojide kullanılıyor ama asıl o, sosyal hayatımızı tamamen değiştirecek. İletişim kuran bir kart veya benzeri bir alet ile, hayatınızdaki tüm tasarrufları yapabileceksiniz. Aynı kart (veya cihaz) hastanede, aynı kart okulda, aynı kart adliyede, aynı kart siyasi seçimizde, aynı kart tüm ekonomik faaliyetlerinizde yeterli olacak. Onunla öğretmeninizi seçecek, onunla partinize oy verecek, onunla sağlık hizmeti alacak vs. Bu, aynı zamanda GPS olarak sizi 24 saat kayıtlayacak. Muhtemelen ses ve görüntü olarak da kayıt yapacak. Bütün bunlar size, ilgili birime ve yargıya karşı açık, diğerlerine kapalı olacaktır. Daha fazla futurist olmanın şimdilik gereği yok, sanırım.
Bugün ise, ulusal devletlerin içinde, vatandaş olarak yaşıyoruz. Devletin standartlarına uymayan malları almıyoruz. Bırakın duvar arkasından satış yapmayı, internetten milyarlarca liralık mallar alıyoruz. Vs.
Elimizde Allah kelamı olduğuna inandığımız Kuran var. Kuran’daki kelimelerin ilk manalarının ne olduğunu öğrenebileceğimiz lügatler de var. Peygamberin bize kadar gelen ilk örnek uygulamasına ait nakiller de var. Şimdi bu kavramları, yeniden tasnif edeceğiz. Bunu yaparken korkmayacağız, ama kavramlara kendi istediğimiz, kendi sanılarımıza uygun giysiler de giydirmeyeceğiz. Kuralsız yorumlar yapmacağız.
- “Ne demek kuralsız yorum, Koca?”
- “İstediğin kuralı koyabilirsin evlat. Yeter ki, Kuran’daki diğer ibarelerle çelişmesin, hayatla çelişmesin ve uygulanabilir olsun. Bu kadar basit.”
Geçenlerde Amerika’da bir 19 akımı moda olmuştu, hatırlıyor musun? “… aleyHA tıs’ate aşeretin…” “…O’nun üzerinde 19 vardır…” Bu 19 sayısını Kuran’a uyguladılar. Pek çok yerde de şaşırtıcı sonuçlar çıktı…
Benim bildiğim evlat, Kuran ve onun diğer isimleri olan Kitap, Furkan, Zikr gibi kelimeler hep erildir. Hâlbuki ayetteki zamir (HA) dişildir. Ben hala bunu anlamış değilim, bu ibare nasıl olur da Kuran’a uygulanabilir? Hadi ben yeterince anlayamadım, bilmiyorum diyelim, zamiri de tevil ettik diyelim, bunda bir beis yoktur. Ama “bu şablonu ben uyguladım, bak Tevbe Suresinin son iki ayeti bunu bozuyor, öyleyse bu iki ayet Kuran’dan değildir” dedin mi, işler değişir. Kurandan bir şey çıkarır, ya da ona bir şey eklemeye kalkarsan, Allah tarifini gözden geçirmen gerekir. Zira o Kitabında “…onu biz inzal ettik ve onun hafızı biziz…” diyor. Sen, “bu iki ayet Kuran’dan değildir” demekle; onun hafızlığında, muhafızlığında, bekçiliğinde bir noksanlık vardır, demek istiyorsun. “Na/biz” zamiri kullandı, yani işte bak, bizimle bunu temizledi, muhafaza etti” diyebilirsin elbette. O zaman sana derim ki, “Allah 1400 sene acz içinde miydi? Hayır, Allah ne kısmen ne de tamamen bir acziyet içinde olamaz. “Muhafaza edeceğim” demeseydi, söyleyecek sözüm olmazdı.
-“İşte bunun gibi evlat. Kurallı olmak, Kuranın bir kısmıyla değil, tamamıyla uyumlu olmak ve hayatta bir karşılığı ve faydası olmak kaydıyla; elbette kavramlara istediğin manaları yükleyebilirsin, ama bugün, artık tek başına başarabileceğini sanmıyorum. Herkesin bu serbestliği vardır. Çünkü herkes onun halifesidir ama vekili değildir. Birey hata yapar, bireysel akıl hata yapabilir, bu normaldir. Peki Peygamberlik bittiğine ve Cebrail de bize gelmediğine göre, doğru nasıl bulunacak? Ortak akıl ile. Ehl-i Sünnet işte bundan dolayı İCMA’ı delil kabul etmiştir. Allah başka ne vasıta ile gerçek doğruyu gösterebilir ki? İlhamla mı, vahiyle mi? Belki bunlar da olabilir Ama bizim bunları test etme şansımız yoktur. Âlimler Nebilerin varisleri ise, herhangi bir konuda, o konunun uzmanı olan ilim adamlarının, birbirinden ayrı ve bağımsız olarak (birbirlerini etkilemeden) vardıkları ortak sonuç, doğrudur. Bana göre başka yol da yoktur.
Önümüzde yeni bir gelecek var. Onun ihtiyaçlarını Kuran’dan yeni içtihatlar yaparak çözeceğiz. Yeni değildir diye, isabetli olan ve sorunlarımızı çözmeye devam eden hükümleri de, sırf eski oldukları gerekçesi ile atmayacağız, kullanmaya devam edeceğiz. İçtihatlarımızın ortak noktaları bizim çağımızın icması olacaktır. Her ne kadar gerek yok gibi görünse de, Allah kavramından başlayarak, bütün kavramları tarif edip, tasnif edeceğiz. Bu biraz ürkütücü görünüyor ama biz insanlar bunu başaracağız. Çünkü Allah planlarken bu yetenekleri bize vermiştir.
İhtiyaçlar devam ediyor. Beslenme, giyinme, barınma, güvenlik ve benzerleri çözüm bekliyor. O kitapta “… siz istemeseniz de katl üzerinize ketbedildi/yazıldı…” demektedir. Öyleyse savaş, dolayısıyla güvenlik her zaman zorunlu olacaktır. O, insanı böyle yaratmıştır. Savaşsız bir dünya olmayacaktır. Devletin en gerekli olduğu yer de, bu dış güvenliktir. Bir topluluğa nasıl katılacağız, hak ve görevlerimiz ne olacak, bize ne öğretilecek ve kim öğretecek, neyi, ne zaman yapacağımı hep kedimiz seçeceğiz. Kimse dayatmayacak ama nasıl organize olacağız? Yeni uygarlığı bu sorulara uygun (salih) cevaplar bulabilenler kuracaktır. Sonra onlar da doğa kanunlarına uygun olarak eskiyecek, yaşlanacak ve adeta toprak altında kalacak, sonraki nesiller yeniden yeni tarifler yapacaktır.
Saygılarımla.
H.Kayahan