YENİ DİJİTAL UYGARLIK (“4'üncü ON BİN YIL UYGARLIĞI”)
12.04.2020, korona günleri, İZMİR
İnsanlık tarihinde rakamsal olarak ölçeklendirebildiğimiz dönemler vardır. Evren tarihi de böyledir, dünya tarihi de böyledir, canlıların tarihi de böyledir. Bunları pek çok kaynakta bulabilirsiniz. Henüz tamamlanmadığı için basılmamış olan “Erginlik Teorisi” çalışmamda, bu konulara yönelik analojik bir yaklaşım vardır.
Günümüzde, “yüzyılları” herkes bilir ve onlara ayrı bir önem atfedilir. 16. Yüzyılda şunlar yaşandı, 19. Yüzyılda şunlar bulundu, 20. Yüzyılda bu icatlar yapıldı, vs. Bir de “milenyumlar” var. Yani “BİN YILLAR”. Eskiden pek önemsenmeyen 1000 yıl, İsa Peygamberin doğumunun tüm insanlar için takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi ile önem kazandı ve 2000 yılının başında yeni bir milenyum yılına girdiğimiz bütün dünyanın bilincine girmiş oldu.
İnsanlığın bugüne kadar 3 büyük keşfi olmuştur. Bunu ilkokuldan beri duymuşuzdur. Ateş, tekerlek ve Yazının icadı. 3. Bin yıl, diğer adıyla 21. Yüzyılın başında program ve bilgisayarların keşfi ile “dijital çağ” başlamış oldu. İşte bu büyük keşifler de her 10.000 yılda bir olur. Aralarda elbette pek çok keşif ve icat da olur ama böylesi büyük ve kalıcı keşifler on bin yılda bir olur.
BİRİNCİ “10.000 YIL”, ATEŞ
İnsanlar cennette yani bahçede, Türkçesi ile yemişlikte iken gıdaları nebati idi. Topladıkları yaş ve kuru yemişleri yiyorlardı. Mideleri pişirilmemiş sebzeleri ve pişirilmemiş eti öğütmeye uygun olmadığı için başka gıdaları olamıyordu. Yaz ve kış meyve veren bir iklimde oldukları için, bunda fazla bir sorun da yoktu.
Son buzul çağının bitimine doğru havaların ısınmaya başlamasıyla şartlar değişmeye başladı. Yeteri kadar da çoğalmışlar, yemişliği çoktan terk etmişler ve yeryüzüne yayılmaya başlamışlardı. Havaların ısınması onlara kuzeye doğru gitme imkânı da veriyordu. Cennetten bildikleri ve alıştıkları usulle meyveleri yiye yiye yeryüzüne dağılmaya devam ettiler.
İlk büyük keşif olan “ateşi” buldular. Ateş zaten vardı. Düşen yıldırımların çıkardığı yangınları, yanardağların püskürttüğü ateşleri gördüler. Buralardan ateşi elde etme ve muhafaza etmeyi geliştirdiler.
Ateşin kullanılması ile çok büyük bir devrim oldu. Yabani hayvanlardan korundular, etleri ve bazı sebzeleri pişirmeyi ve vücuda yarayışlı hale getirmeyi becerdiler. Ateş faydalı bir icat olmuştu. Ateş, korunma ve beslenmenin dışında sanayinin de vazgeçilmez bir unsuru olacaktı. Halen her sahada kullanıyoruz ve kullanmaya devam edeceğiz. Bu devre nominal olarak 10.000 yıl sürdü.
İKİNCİ “ON BİN YIL”, TEKERLEK
Tekerleğin bulunuşu ise bugün de vazgeçilemez olan teknoloji ve sanayiyi başlattı. Basit bir taş veya ağaç tekerlek; uzay araçlarına, mikro çiplere, vb. dönüştü. Bu gelişme de 10.000 yıl hüküm sürdü ve devam edecek. Teknoloji hız kesmeden gelişmeye devam ediyor. Güneş sistemini, Samanyolu Galaksimizi (gök adamızı) ve uzayı doldurabilmek için geliştireceğimiz teknolojiye ihtiyacımız var.
ÜÇÜNCÜ “ON BİN YIL”, YAZI
Bugün kullandığımız “harf yazısını” Finikeliler buldu. Bunu İbrahim Peygamberin torunu olan Esav’ın torunları geliştirdiler. “Çivi yazısını” ise Sümerler buldu. Çivi yazısını da Allah İbrahim Peygambere nasip etti. Kuran’da İbrahim Peygamber’in şöyle bir duası vardır. “…Bana lisane sıdkın ver…” der ve Allah’tan “sadık bir dil” ister, “sadakatin dilini” ister. Bu yazı dilidir. Sözlü olarak aktarılan bilgiler zamanla bozulur, değişir ve başkalaşır. Yazılı olarak aktarılan bilgiler ise kalıcıdır, değişmez yani sadıktır. İlk söylendiği şekline sadık kalır. Lisane sıdkın demek, yazı dili demektir. Burada çok güzel bir metafor kullanılmıştır. Metaforlarla ilgili yazımda buna dair örnekler vermeye çalışacağım.
Sümerler kil tabletlere, metal bir çubuk ile yazılar yazıp, bunu yüksek ateşte pişirdiler ve böylece dayanıklı hale getirdiler. Bilgiyi ve belgeyi aktarılabilir, dayanır ve saklanır hale dönüştürdüler. Kütüphaneler ve noterler ve arşivler oluştu. Bir anlaşmayı 3 nüsha tablete yazıp pişirdiler, birini bir tarafa, diğerini bir tarafa ve 3. Tableti de emîn bir notere teslim ettiler. Bu da büyük bir değişime sebep oldu. Ticaret, evlenme, yasalar, ders notları, vs. kolaylıkla dayanıklı hale gelince ilişkilerde patlama oldu ve güven tesis edildi.
Aslında yazı, Çivi Yazısından 5.000 yıl önce kullanılmaya başlamıştır. Fakat bu yazılar, günümüze kadar gelebilecek bir malzeme üzerinde değil deri, kemik, yaprak gibi görece dayanıksız malzemelere yazılıyordu. Belki duvarlardaki resim yazısından hece yazısına, o zaman geçmiş olabilirler. O yazıtlar bugüne kadar dayanamadıkları için devri şimdilik bilemiyoruz.
Kısaca o güne kadar süre gelen sözlü anlatım ve aktarım, yaklaşık 10.000 yıl önce yazılı aktarımla desteklenmiş oldu. Yazı da değişmeye, gelişmeye devam ediyor ve edecek.
Şimdilerde, Taş Devri insanlarının ve torunlarının kullandığı dile döndük baksanıza. Gerçek resim (konuyu çok iyi bilmediğim için terminolojide hata yapabilirim) stilize resme dönüştü, bir nevi karikatür çizgileri gibi oldu, piktografik resim, piktogram oldu, şekil oldu, sonra bunlar kelime olarak kabul edildi, sonra hece yazısı oldu ve nihayet harf yazısına dönüştü. Şimdi biz de adeta bu döngüyü yaşıyoruz.
Trafik levhaları birer şekildir ve bütün dünya dillerinde manası aynıdır. Şekle bakınca onun “sola dönülmez” ibaresi olduğunu hemen anlarız. Ekranlarımızda da benzerdir. Artık orada olan “ikon”lara tıklıyoruz. Onların her biri şekildir ama hemen ne olduğunu hepimiz anlıyoruz. İmojiler de öyle değil midir? Bir tek piktogram bir cümleye bedeldir. Atalarımızın başladığı noktaya geri döndük…
DÖRDÜNCÜ 10.000 YIL, DİJİT
Yeni bir 10.000 yıllık dönüşümün başındayız bizim nesil olarak. Henüz 40-50 yıl oldu başlayalı. Emekleme dönemini bile bitirmedi. Gözümüzün önünde ne kadar hızlı değiştiriyor dünyamızı değil mi? Henüz bu bir başlangıç.
Önce teknolojiye uygulanmaya başladı. Makinelerin otomasyonunu derinden değiştirdi. Robotların üretimine doğru yol alıyoruz. Akıllı (otonom) makineler yapmaya başladık. Eskiden mekanik kamlar vardı, bir sonraki hareketi yaptıran. Elektriğin icadı ile pnomatik ve hidrolik kontrol sistemleri gelişti. Şimdi de bilgisayarlar kontrol ediyor yapılması gereken hareketleri. Bunlar teknik uygulamalardı. Bunları kullanarak her türlü üretimimizi daha kolay ve daha verimli hale getiriyoruz.
Esas insanın hayatını değiştirmeye ve dönüştürmeye başlamadı bile. Öğretim sistemi bu imkan ile tamamen değişecek. Allah bir virüs gönderdi ve dijital öğrenime geçin dedi. Biz adil düzen sisteminde, “öğretim tamamen serbesttir, isteyen istediği gibi öğretir; merkezi sınavlar ile hem öğrenciler ölçülür, hem de öğretenlerin başarı ölçülür” demiyor muyduk? Buyurun size imkan. Herkes şimdi uzaktan öğrencilerini öğretiyor. Yapılması gereken tüm öğrencilerin aynı sorulara tabi tutulmasıdır. Böylece öğretmenler de, okullar da yarışmak, öğrenciler de yarışmak zorunda olacaklardır. Kimse kendi ders verdiği öğrencinin sınavını kendisi yapmayacak, okul başarısı için kolay sorular yöneltmeyecek, böylece denge sağlanacaktır. Bilgiye, duyuruya, arz ve talebe, şikayete, vs her şeye anlık ulaşma imkanı gelişmektedir.
Eskiden İsrail Oğulları dünyanın her tarafına dağılmışlardı. Zorunlu sürgünler onları buna sürüklemişti. Bu sonra onlara bir rahmet oldu. Kendi aralarında yazışarak; hangi ülkede ne var, hangi ülkenin neye ihtiyacı var onlar biliyorlardı. Deniz aşırı gemilerin yapılmasıyla ve bilgilerle uluslar arası ticaret onların tekelinde kaldı. İnternetin icat edilmesi ve yaygınlaşması ile bu üstünlüklerini kaybettiler. Onlara sadece finansal üstünlükleri kaldı. Bu finansal üstünlük ile bankacılık, sigortacılık, uluslar arası taşımacılık, silah, ilaç, medya, sinema vb. pek çok sektör yine onların kontrolündedir. İlimdeki baskın üstünlükleri de devam ediyor.
Ancak, dijital altyapının sağladığı imkanlar ile “tam şeffaf bir ekonomik piyasa” oluşabilir. Eskiden, uzak yerlerdeki imalatçıların, satıcıların neyi kaça sattıkları, satılan şeyin kalitesi nasıl bilinebilirdi ki? Şimdi her şey bir “tık” mesafesinde. Sadece dil sorunu var. O da giderek, yine bilgisayarlar sayesinde anlık tercüme hizmetleri ile çözülmektedir. Arz ve talep kanunları böylece çalışır hale gelecektir. Dışarı çıkamayınca ihtiyaçlarımızı sipariş etmeyi öğreniyoruz, zorunlu olarak. Bunun sonunda üstad Karagülle’nin dediği, “yıllık siparişler” de planlanma imkanına kavuşacak. Ama bunun için yaşamakta olan ve sonraki birkaç neslin ölmesi ve yeni nesillerin dijital bilgi nesli olarak doğması gerekecek. Bunlar için çok yaygın lojistik hizmetler gerekecek. Detaylarla yazıyı boğmak ve gelecek kâhini olmak istemem. Ekonomik faaliyetlerle ilgili olarak yazmış olduğum “geleceğin müteşebbisi” makalesine de bakabilirsiniz.
Mesela siyasi seçimler şimdiki gibi olamayacak. Doğrudan demokrasi yerine dolaylı/nispi demokrasi olacak ve her millet vekilinin de bir reytingi olacak. Herkes her an diken üstünde olacak, rekabet sürekli olacak, tembelliğe imkan kalmayacak. Yoksa vekillik düşecek.
Yeni “bin yıl”, yani “üçüncü bin yıl uygarlığı” ancak ve ancak böyle bir alt yapının oluşmasından sonra ortaya çıkacak.
MEDENİYETLERİN ÜREMESİ
Erginlik teorisinin varsayımlarından biri; “medeniyetler eşeyli ürer.” önermesidir. Yani mikro canlıların çoğaldığı mitoz ve mayoz bölünme gibi kendi içinden değil, erkek ve dişi birlikteliği ile üreyen makro canlılar gibi ürerler. Bir dölleyen, bir de döllenen olması gerekir. Bunu 1998 yılında yazmıştım.
Sümer, Mısır, İbrani/Filistin, Yunan, Hristiyan, Roma/Bizans, İslam ve Batı/Avrupa medeniyet silsilesini biliyorsunuz. Birbirlerine ardışık gelmişlerdir.
Ben size eşeyli üreyen medeniyetlere bir başka örnek vermek istiyorum. Çin medeniyetinin zirvede olduğu dönemde devletin resmi dili hangi dildi biliyor musunuz? O dönemde Çin’in resmi dili Süryanice idi. Mezopotamya’dan giden Süryanilerin bilgisi, Çin’deki alt yapı ile birleşmiş ve büyük bir uygarlığa dönüşmüştü. Bu dönüşüm için tohumun yetenekli, tarlanın da verimli olması gerekir. Alt yapı veya ona atılacak tohumun (bilginin) ikisinin de yeni ve yeterli olması gerekir. Birinin yeterli olması yetmez.
YENİ MEDENİYET
“Üçüncü bin yıl medeniyeti” nerede ve ne zaman ortaya çıkacaktır?
Medeniyetlerin nominal ömrü 1000 yıldır. Bunun ilk 150 yılı (Erginlik teorisi varsayımı olarak) onun erginlik yaşıdır. 1. İslam medeniyetinde de bu böyle olmuştur. Müçtehitler çağı hicretten ortalama olarak 150 yıl sonradır. Medeniyeti oluşturacak kural ve kaideler ancak 150 yılda gelişir ve olgunlaşır.
Dünya üzerindeki bir medeniyet, ömrünün ortalarını aşınca, yeni medeniyet arayışları başlar. Bugün, Batı/Avrupa uygarlığı beş yüz yaşlarındadır. MS 1500’lerde ortaya çıkmıştır. Şimdi de 500’lü yaşlarını yaşıyor. Sıra yeni bir medeniyetin doğumundadır.
Değişik olan ilk fikirler yeni medeniyeti döller. Fikirler ortaya çıktıktan sonra, aynı bir insan gibi, bebeklik, çocukluk, küçüklük, gençlik ve erginlik evrelerini geçirir ve kendi kendine yeterli hale gelir. Yani her türlü sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını kendi çözecek kabiliyete gelir, yetişkin/ergin olur.
Bu yeni medeniyetin Türkiye’de olacağını öngörüyor ve temenni ediyoruz. Dünyada Türkiye’den başka, hem eski ilimleri hem de batının bugünkü ilimlerini beraberce bilen ve kullanan ülke yok diye biliyoruz. Bu verimli bir tarlaya benzer. Bu tarlaya atılacak tohum ise dışarıdan atılacaktır. Bu da ancak Batı’dan gelecektir diye düşünüyorum. Özellikle ABD ve AB’de toplanmış olan ilim adamları ve ticaret erbabı Türkiye’ye geleceklerdir. Bana göre dünyada olan olaylar hep bu sonca doğru götürmektedir. Onların geldiği gün dönüşüm ve değişim başlayacaktır.
Harun Özdemir kardeşimi anmak istiyorum. “İslam uygarlığı tüccarlar aracılığı ile dünyaya yayılmıştır, 1. İslam uygarlığı tüccarlar uygarlığıdır” demişti. Ben de ilim adamları ve tüccarların birlikte geleceklerini düşünüyorum. Uygarlık toprağını çapaladık, gübreledik; şimdi tohumu bekliyoruz.
Saygılarımla.
H. Kayahan