HİKMET ve UYGULAMA
الْحِكْمَةَ
Hikmet (Ha, Kef, Mim) kelimesi ve türevleri Kur’an’da 210 kere geçmektedir. İsim, fiil ve onları türevleri olarak değişik kalıplarda ve başka isimlerle beraber veya izafetle geçmektedir. İlgilenen arkadaşlar, Ruhul Kuran’dan hangi kalıplarda ve kaç defa geçtiğine bakabilirler. Oradaki dağılımdan da muhtelif manalar elde edilebilir. Ben şimdilik hepsinin ortak olabileceği genel bir mana bulmaya çalışacağım.
İsim olarak bazen hüküm ve hikmet olarak tek başına; bazen ilim ile beraber, bazen kitap ile beraber, bazen de kitap, hüküm ve nübüvvet ile beraber; bunları bazen marife, bazen de nekire olarak kullanmaktadır. Allah kendisi için kullandığında daha çok “azizül hakim”, bazen de alim, habir ile kullanmaktadır.
Fiil olarak ma’lum, meçhul, emir, sülasi ve mezid vb. olarak kullanmaktadır.
İsra (17) suresinde, 21. Ayetten 38. Ayete kadar bazı emirler ve bazı yasaklamalar söyledikten sonra 39. Ayette “Bunlar; sana, rabbinin Hikmetten vahy ettiklerindendir” diyerek, yukarıdaki ayette sayılan emir/yaptırım ve nehiylerin/yasakların hikmetten olduğunu söylemekte ve hikmeti tarif etmektedir.
لَا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولًا (22) وَقَضَى رَبُّكَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا أُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا (23) وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا (24) رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ إِنْ تَكُونُوا صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلْأَوَّابِينَ غَفُورًا (25) وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا (26) إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُوا إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا (27) وَإِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلًا مَيْسُورًا (28) وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا (29) إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا (30) وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ إِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُمْ إِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْئًا كَبِيرًا (31) وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا (32) وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِ إِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا (33) وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُوا بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْئُولًا (34) وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا (35) وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولَئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْئُولًا (36) وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْأَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا (37) كُلُّ ذَلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهًا (38) ذَلِكَ مِمَّا أَوْحَى إِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتُلْقَى فِي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا (39)
Allah’la beraber başka bir tanrı edinme, yoksa yerilmiş ve tek başına kalmış olursun.[22] Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «Öf» bile demeyesin, onları azarlamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin.[23] Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: «Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!» de.[24] İçinizde olanı en iyi Rabbiniz bilir. İyi kimselerseniz bilin ki O şüphesiz, Kendine baş vuranları bağışlar.[25] Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma.[26] Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.[27] Rabbin’den umduğun rahmeti elde etmek için, hak sahiplerinden yüz çevirmek zorunda kalırsan, onlara hiç değilse tatlı bir söz söyle.[28] Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın.[29] Doğrusu senin Rabbin dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bir ölçüye göre verir. O kullarını gören ve haberdar olandır.[30] Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin. Biz onlara da size de rızık veririz. Onları öldürmek, şüphesiz büyük bir günahtır.[31] Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.[32] Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Zira kendisi ne de olsa yardım görmüştür.[33] Yetimin malına ergin çağa ulaşana kadar en güzel şeklin dışında yaklaşmayın. Ahdi de yerine getirin, doğrusu verilen ahidde sorumluluk vardır.[34] Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam tutun, doğru teraziyle tartın. Böyle yapmak, sonuç itibariyle daha güzel ve daha iyidir.[35] Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.[36] Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.[37] Rabbinin katında bunların hepsi beğenilmeyen kötü şeylerdir.[38] Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah’la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.[39]
Ayetlerin tercümesinde günlük hayatta uygulanmasını istediği emir ve yasakları 16 punto ve kalın olarak gösterdim. Bunların hepsi teori değil pratiktir; SOYUT değil, SOMUT uygulamalardır.
Peki, nedir hikmet?
Hayatta önce öğrenmeye çalışırız. Bu öğrenme beşikten mezara kadar devam eder. Sürekli ilmimizi/bilgimiz arttırır, varsa yanlışları onları düzeltiriz. Buna "teori" de denmektedir. Yanlışları nasıl biliriz? Elde ittiğimiz bilgiyi hayatta uygulamaya çalışırız. Hayat ile uyumlu olan bilgi doğru bilgidir. Bu bilgi teknik bir bilgi ise fizik, kimya, biyoloji yasalarına dönüşür, sosyal bir bilgi ise ekonomik ve siyasi toplumsal yasalara dönüşür.
Hikmeti ve bu yönünü kavramak için İKİ ÖRNEK vermeye çalışayım:
Bu kökten türeyen, herkesin bildiği iki isim (biri sıfatı müşebbehe) var; “HAKEM(hâkîm)” ve “HEKÎM”.
Hekim; elde ettiği bilgiyi “UYGULAYARAK”, ortaya çıkan BİYOLOJİK “HASTALIĞI/PROBLEMİ/TIKANIKLIĞI” “tedavisi/UYGULAMASI” ile giderir ve akışı eski haline getirir.
Hâkim; elde ettiği bilgiyi “UYGULAYARAK”, ortaya çıkan SOSYAL VEYA EKONOMİK “NİZAYI/PROBLEMİ/TIKANIKLIĞI” “kararı/UYGULAMASI” ile giderir ve akışı eski haline getirir.
Gelişmenin iki ayağı vardır: BİLGİ (TEORİ) ve UYGULAMA (PRATİK). Bu ikisi insanın iki ayakla yürümesine benzer. İkisinin de eşit olması gerekir. Birinin ihmal edilmesi, insanın topallayarak yürümesi gibidir. Topluluklar bu ikisini dengede tutarlar. Elbette bazı insanlar ilme daha yatkın, bazıları da uygulamaya daha yatkındırlar ve başkalarının ürettiği bilgiyi kullanırlar. Her insan bu ikisini birden yapamayabilir. Kabaca gördüğüm; her peygamber uygulama yapmamış, bazıları sadece tebliğ yapmış, bazıları da hem tebliğ hem de kendilerine verilen bilgiyi uygulamışlarıdır. Kimi doktor olmuş, kimi yönetici olmuş, kimi tüccar olmuş, kimi hayvancılık yapmış vs. Açıkça görüldüğü gibi hepsi yönetici/ devlet başkanı olmamıştır, kimine hiç kimse inanmamıştır bile.
Nitekim Kuranda;
Lokman’a (31/12), Süleyman’a (38/20), Yahya’ya (19/12) Elhikmet (marife) verildiğini;
İbrahim’e (26/83) hüküm (nekire) verildiğini;
Yusuf’a (12/22), Lut’a (21/74), Süleyman’a hikmet ve ilim(ikisi de nekire) verildiğini;
Kuranın (13/37) Arapça bir hüküm olduğunu (hükmen Arabiyyen, nekire);
Davud’a (2/254) kitap ve hikmet (ikisi de nekire) verildiğini;
6/89 da; İbrahim, İshak, Yakub, Nuh, Davud, Süleyman, Eyyub, Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus, Lut’a Elkitab + Elhüküm + Ennübüvvet (hepsi marife) verildiğini;
45/16 da Ben-i İsrail ve zürriyyetine Elkitap + elhüküm + Ennübüvvet (marife) verildiğini söylemektedir.
Diğer geçişlere de detaylı bir şekilde bakmak lazımdır.
Bu özet değerlendirmeden sonra; KİTAP, TABİİ VE SOSYAL YASALAR; HÜKÜM bunların sosyal uygulaması, HİKMET ise bunların tabii uygulamasıdır.
Bil vesile; “LİME TEKULUNE MA LA TEFALUN”, “NİÇİN YAPMAYACAĞINIZ ŞEYLERİ SÖYLÜYORSUNUZ” ayetine değinmek isterim. Kavl, sözdür ama hukuki bağlayıcılığı olan sözlerdir ve karşılıklıdır. Sıradan bir sohbet değildir. Ayette kastedilen; uygulamasını yapmayacağınız müeyyideleri niçin mukavele haline getiriyorsunuz şeklindeki manadır. Mukavelede yazılı, yasalarda yazılı ama o konu hayatta uygulanmıyorsa buna “belv-i umumi”/genel bela diyoruz. Mesela yolda “girilmez levhası var ama herkes oraya giriyorsa” bu zımnen, devletin yasakları önemli değil, uygulanmasa da olur, demektir ki; topluluğun felaketi demektir. Ya o yazı oraya yazılmayacaktır, ya da yazılı ise karşılığı mutlaka verilecektir. İster özel mukaveleler olsun, ister genel toplumsal mukaveleler olsun, uygulanabilir hallere havi olmalıdır ve muhtevada olanlarında mutlaka karşılığı olmalıdır. Yoksa topluluk yaşamaz.
İlmini yaptığımız her konu mukaveleye dönüşmek zorunda değildir ama mukaveleye yazmışsak onu da uygulama zorunluluğumuz vardır. Uygulama yapmayacaksak niye ilim yapıyoruz demek ayrıca doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü bilmek yapmak her insanda aynı şekilde tecelli etmemektedir. Alim, içtihadını test etmelidir. Bu onun isabet edip etmediğini ortaya çıkarır, ama buna zorunlu mudur? Gücü, kabiliyeti ve imkanı varsa uygulaması elbette faydalıdır. Ama “madem ki yapmayacağız öyleyse ilim de yapmayalım” doğru bir yargı değildir.
Saygılarımla.
H.Kayahan