Reşat Nuri Erol
26.09.2013
06:54
| HÜSEYİN KARDEŞ; "Gecen hafta Süleyman abinin dünürü de olan Muzaffer Koru hakkın rahmetine kavuştu. Akevlerin ilklerinden olan Muzaffer abiye Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerim. Bu vesile ile arkadaşlara bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Ecelin kime ne vakit geleceği elbette belli değildir ama yaşlı olanın daha önce gitmesi sünnetullahtandır." DİYORSUN. * BU DUYGUYA İLK ÖNCE ÜSTAD 63 YAŞINA GİRDİĞİNDE; - BAZI SÖYLEMLERİNDEN VE YAZDIKLARINDAN... - ÖZELLİKLE DE BAŞKANLIĞI BIRAKMASINDAN DOLAYI KAPILDIM... SONRA... - KIRGIZİSTAN'A GİTMESİNDEN VE HEPİMİZİN YAŞADIĞI İKİLEM SEBEBİYLE KAPILDIM... BU ARADA... AKEVLER MENSUPLAR BİR BİR VEFAT EDERKEN HER SEFERİNDE DE KAPILDIM... * SÜREKLİ OLARAK ÇARE VE ÇÖZÜMLER DÜŞÜNMEYE BAŞLADIM... SONUÇ OLARAK 20-25 YIL ÖNCESİNDE... DELİ GİBİ GÜNDE 20 SAAT "İSLÂM DEVLET VE DÜNYA DÜZENİ" KİTABI ÜZERİNDE ÇALIŞMAYA BAŞLADIM... O GÜNE KADAR ELDE NE VARSA ARŞİVLEYİP GÜCÜM NİSBETİNDE YAYINA HAZIRLAMAYA NİYETLENDİM VE YOLA ÇIKTIM, YAPABİLDİĞİM KADARINI BUGÜNE KADAR YAPTIM... UZUN HİKÂYE... SONRASINI BİLİYORSUNUZ... * SONUÇ OLARAK... İSTANBUL ÇALIŞMALARIMIZ BÖYLE BAŞLADI... VE... ŞİMDİLİK... ÇALIŞMALARIMIZ BUGÜNKÜ MERHALEYE GELEBİLDİ... ALLAH DEVAMINI VE KURUMSALLAŞMAYI/EKOLLEŞMEYİ NASİP EYLESİN... * HEP GÜZEL VE ÖNEMLİ ŞEYLER DÜŞÜNÜYORSUN... HEP GÜZEL VE ÇNEMLİ ŞEYLER ÖNERİYORSUN... * BAŞLAMAK... VE GÜCÜMÜZ NİSBETİNDE ÇALIŞMAK BİZDEN... BAŞARI VE TAMAMAMA ERDİRMEK ALLAH'TAN... * SELAM VE DUA İLE.. REŞAD
|
Kazım Erten
26.09.2013
23:14
| Selam ile,
Sosyoloji kavramına dair ne anladığımız konusunda tarif üzerinden yola çıkarak, konusu, metodu, çerçevesi üzerinden esaslı bir sistematik ile anlama, çeviri yapma, sosyal karşılığını arama daha objektif olur düşüncesindeyim.
Sosyoloji ile ilgili eserler okunduğunda, batılı sosyalbilimciler, sosyolojinin konusunun, sanayileşmiş,kentleşmiş,faiz ile sermaye terakümünü gerçekleştirmiş olan, endüstri devrimini gerçekleştirmeyi becermiş BATI olduğunu ileri sürmektedirler. Modernleşme, çağdaşlaşma vb. tüm değerler BATI ya dairdir. Doğu ancak Antropolojinin konusu olabilir denmektedir.
Doğu/üçüncü dünya, sanayinin hammaddesinin ve emeğin kaynağı ve malzemesidir. Bu açıdan, sosyolojinin kavramları, enstrümanları, konusu, ilgi alanı BATIDIR. Demokrasi, Laiklik, liberallik, sosyallik kavramları BATININDIR tesbitini ortaya koymaktadırlar. Bu konu sosyolojiye girişte ilk derste okutulur.
Sosyolojinin ihata ettiği alana neleri sokuyoruz. İctimaiyyat, İbn-i Haldun depğerlendirmesi, Usulu fıkıha göre kur'an kavramlarını anlama, tanımlama ve buradan yoğun çaba ile bir anlayış, hüküm,plan,sistem çıkarma ile sosoyloji arasında nasıl bir bağ kuruyoruz?
Sayın KAYAHAN sanki sosyolojin çeviri ve anlam örneklemelerinde ictimai olana, topluma ve toplumun kurumlarına dair anlamalar çerçevesinden ziyade, toplumun karşısında Bürokratik, müesses, hiyerarşik aygıta dair çeviriler, tanımlamalar yapmaktadır. Kur'an lafızlarını devlet aygıtının, unsurlarının ve müesseselerinin yapısallığı içinde anlama ve inşa etme çabası, BATI'nın Cıvılısatıon, Modernisatıon, Sekularization, ındıvidualizm bileşen paradigmasını nasıl anlıyor?
Sayın KAYAHAN'ın girişimi takdire şayandır ve özgündür. Ancak, konu Sosyoloji olunca işe nereden başladığımızı iyi tesbit etmek gerekir.
Sayın Kayahanın Sosyolojik Tefsir dediği şeyi Akevler Usulu Fıkha göre Kur'an Tefsiri şeklinde benim bildiğim kırkbeş yıldır yapılmaktadır. Sosyloloji derken ne anladığımızı, hangi sosyoloji perspektifi üzerinden konuştuğumuzu ortaya koymalıyız. Yanlış hatırlamıyorsam RAGIB mukaddimesinde "Kuranda geçen lafızların dini tefsiri dışında felsefi,ictimai tefsiri de yapılmalıdır, bu çalışma bunun bir girişimidir" anlamında bir tesbit yapmaktadır.
Sayın KAYAHAN'ın bu girişimi ile ilgili değerlendirmeleri yaparken biraz çekindiğimi belirtmeliyim. Hem görüşü olan varsa katkıda bulunsun deniliyor, ardından bir şey yazınca sorun oluyor. Dikey ve yatay metinleri okuyup, tümden gelip, tüme varıp insanlığın birikimilerini yeni bir bileşenler paradigması içinde ele almak tüm takdirlerin üstündedir. Kavramın kendisinde anlamı içeren topumun/sosyolojinin anlaması, durum tesbiti yapması, olanı olduğu gibi ortaya koyma çabası ictimai bir çaba ile gerçekleşir.
saygılarımla, |
Reşat Nuri Erol
27.09.2013
06:14
| sabah sabah... KAZIM ismini görmek hoşuma gitti... yazdıklarını dikkatle ve sevinerek, hattâ heyecanla okudum... nedenini sorarsanız; kapasitesini ve yapabileceklerini bildiğim için derim... HARUN kardeş çalışmalar yaptığı halde, HİLMİ ve KAZIM kardeşlerimiz hâlâ nedense nadasta... HÜSEYİN kardeşimizin uyarı ve gayretleri sayesinde hepsinin hareketlenmesini ve bereketli ADİL DÜZEN ÇALIŞMALARI yapmalarını bekliyorum/bekliyoruz... * 47 yıldır yapılan çalışmalar İZMİR'de başladı, yine orada da ilmî yönüyle de devam etmelidir diye düşünüyorum... HÜSEYİN kardeşi İstanbul'da her gördüğümde aklıma bu geliyor... İzmir'e her gidişimde de aynı düşünceler... olur inşaallah... * KAZIM kardeş; "Sayın KAYAHAN'ın bu girişimi ile ilgili değerlendirmeleri yaparken biraz çekindiğimi belirtmeliyim. Hem görüşü olan varsa katkıda bulunsun deniliyor, ardından bir şey yazınca sorun oluyor..." diyorsun... senden böyle bir ifade beklemezdim... biz tartışma ve bu konuda cesaret ehli değil miyiz?.. tartışma ve değerlendirme olmazsa, İLİM nasıl olacak, nasıl olabilecek ki?!. yoksa sen de bizim gibi yaşlanıp yani olgunlaşıp başka psikolojilere mi erdin; ERTEN KAZIM... * neyse... "SOSYAL TUFAN" VAR DİYORUZ... ÇARE VE ÇÖZÜM "ADİL (EKONOMİK) DÜZEN"DİR DİYORUZ... zaten onlarca yıldan beri bütün yaptıklarımızda ve yazdıklarımızda "SOSYOLOJİ" yok mu?... var... bu bahis uzun ve derin... elhamdülillah, ÜSTAD ile bu derinliği yakaladık... bütün mesele her birimizin bu derinliklerde gücü nisbetinde derinleşmesi... her birmizin yapacağı ÖZGÜN ÇALIŞMALARLA geleceğe önemli miraslar bırakacağız, inşaallah... öyleyse... haydi, çalışmaya devam... * selam, sevgi ve dua, dua, dua ile... reşad
|
Kazım Erten
27.09.2013
08:15
| Reşat abi bize yine ayar vermiş. Yorum ve değerlendirme üzerinden değil, değerlendiren üzerinden Kavle göre değil, KAİL'e göre bakmış.
İşte tam bu yüzden sorun çıkıyor diyorum. Ben tartışmadan çekinen birisi değilim. Ama şunu söylemeye çalışıyorum; kurduğumuz cümle içinde sosyoloji kavramını kullanınca oluyor mu?
Sosyolojiye dair okumalar var mı. Akımlar, ekoller, görüşler okunarak mı konuşuluyor yazılıyor bunu anlamaya çalışıyorum. Üstadın metinlerine bakıtığımızda, kadim metinler, felsefe, kelam, hukuk, mantık okumaları üzerinden okumalar yapııp üzerine bir şey söylediğini görüyoruz.
Hemen şahsımızla ilgili değerlendirme yapılıyor. Nadas, çalışma falan. İzmir'de 32 yıldır sorumluluğunu taşıdığımız, dahil olduğumuz her konunun ve durumunun hesabını verecek durumdayız. çalışma deyince de ne anladığımız önemli! Herkes her şeyi yazmak durumunda değil. Bizim sorunumuz, çalışma, ilim yapma sorunu değil. Gerçekleştirme sorunudur. soyal tufan vb kavramları ,üstadın bütün metinlerini anlayarak okuduğumu zannediyorum. Derinleşme konusu önemlidir. Bazıları denizde hız motorunun arkasına takılır hızlı sörf yapar. Denizi biliyorum der. Bazıları da tüple, kamışla veya nefesini tutarak denizin derinliklerine dalar. Bunların hepsi, makro bakış, mikro bakış, usule dairdir.
Tekrar selamlar. |
Reşat Nuri Erol
27.09.2013
11:42
| katılıyorum... yazdıkların doğrudur... * sonra...
|
Hüseyin Kayahan
27.09.2013
21:32
| Bütün arkadaşlara; selam ve dua ile... Ben devamlı olarak ve açık açık; kadim batıyı ve kadim doğuyu bilmediğimi, bunları okumadığımı, medrese, İmam-Hatip ve (yarım kalmış bir ilahiyat'ı saymazsak) ilahiyat eğitimi almadığımı, önerdiğim büyük çalışmalar için yeterli bir muktesebata sahip olmadığımı yazıyorum ve söylüyorum. Ben bu konuların cahiliyim ve informel bir bilgiye sahibim. Sayın Erten'in kullandığı bazı kelimeleri tanımam bile, manalarını da bilmem. Sayın Erten'in şahsıma yönelttiği eleştirler doğrudur ve haklıdır... Ben bunun bilincindeyim ve eksikliğimi bu yaştan sonra ancak bir çalışma grubu oluştururak ve ortak çalışarak giderebileceğimi zannediyorum. Elbette bu yalnızca bir zan da olabilir...
"... Sayın Kayahanın Sosyolojik Tefsir dediği şeyi Akevler Usulu Fıkha göre Kur'an Tefsiri şeklinde benim bildiğim kırkbeş yıldır yapılmaktadır. ...", "... Üstadın metinlerine bakıtığımızda, kadim metinler, felsefe, kelam, hukuk, mantık okumaları üzerinden okumalar yapııp üzerine bir şey söylediğini görüyoruz. ..." Doğrudur, 45 yıldır Karagülle yazıyor ve anlatıyor. Sayın Harun Özdemir'in çalışmaları dışında Akevler muktesebatı içinde "ana eksenini, omurgasını Üstadın oluşturmadığı çalışma yoktur. Ya kendisi yazıyor, ya da bir arkadaşa bir konuyu ana ekseniyle anlatıyor ve kalan boşlukları nasıl dolduracağını da öğretiyor. Arkadaş redakte ediyor, dip notları ekliyor ve tez ortaya çıkıyor. 45 yıldır sürekli üretmek Karagülle için misilsiz bir övünçtür.
Bunun dışında (bana göre) özgün eserler veren sadece Özdemirdir. O da "Akevler dairesi ve usulu dışında olmakla" itham olunmuştur. İstanbuldaki arkadaşlar da Ruhu-l Kuran projesini (sanırım) kendileri geliştiriyorlar. Her ekolün kurucusu kadar olamasa da, özgünlükte kurucusundan ayrılan ve farklı görüş sahibi olan ve üstadıyla ihtilaf edebilen müntesipleri çıkmıştır. Akevler bir ekolse burada da böyle olması beklenir. Ekol değil de sadece tarikatlardaki gibi; "şeyh söyler, keramet buyurur ve müridler de onu tekrar eder" şeklinde olacaksa, Karagülle'den sonra bu ocak kapanacaktır. Üstadı ve eserlerini sonraki nesiller elbette okurlar ve ona hayır dua ederler... Beste yapmak ayrı, icra etmek ayrıdır. Her icracı ne yazık ki beste yapamıyor. Ama bir bestekarın eserini yüzlerce icracı icra edebiliyor, hatta çok da farklı icra edebiliyor. Fakat bir güfteyi bestelemek işte o bambaşka bir yetenek. Davet ettiğim konuyu kavrayan ve o konuya ilgi duyup zaman ayırabilecek arkadaş aradığımı, bu arkadaşlarla ortak bir çalışma platformu oluşturabilirsek bu konuları çalışmak istediğimi söylüyorum. Şimdiye kadar sadece bir arkadaş kelimelerin etimolojik karşılıkları konusunda, diğer arkadaş da Arapçadaki müşküllerin çözümünde katkı koyabileceğini, bir arkadaş da Erginlik Teorisi" konusunda katkı koyabileceğini beyan etti. Tahayyül ettiğim sosyolojik çeviri ve/veya yeni fıkıh çalışması için bu katkılar yeterli değildir. Bu sebeple ve zorunlu olarak bu çalışmalara şimdilik başlayamıyacağımı bilmenizi istiyorum. Şahsıma değil de söylediklerime eleştiri geiren arkadaşlara cevap vermeye devam edeceğim. Kişiliğime eleştiri getirenlerin makalelerine de, benim yazılarıma koydukları yorumlara da cevap vermemeye çalışıyorum, çalışacağım.
Saygılarımla.
H.Kayahan Nuh'un seslenişiyle bitirmek istiyorum.
Hud 11/31 (Diyanet mealinden) " BEN SİZE; "ALLAH'IN HAZİNELERİ YANIMDADIR" DEMİYORUM. GAYBI DA BİLMEM. BEN BİR MELEĞİM DE DEMİYORUM. "GÖZLERİNİZİN HOR GÖRDÜĞÜ KİŞİLERE ALLAH HİÇ HAYIR VERMEZ" DEMİYORUM. ONLARIN NEFİSLERİNDE OLANI EN İYİ ALLAH BİLİR. (EĞER ONLARI KOVARSAM) O TAKDİRDE BEN, ZALİMLERDEN OLURUM. |
Sam Adian
27.09.2013
22:38
| Geçenlerde Profesor olan bir arkadaşım Kant’ın Ahlak anlayışı üzerine temellendirdiği “müslümanca” bakış açısına örnek olarak “Mutlu olmak için seni değerli kılacak şeyler yap”; “Arzularını tatmin etmeyi bilen kişi zekidir, ona hükmetmeyi bilen kişi ise bilgedir!” “İnsan, daha iyi bir insan olmadığı müddetçe mutlu olmayı umamaz”; “İnsan iyi olmalı ve gerisini beklemeli...” (Immanuel Kant) alıntısı yapıyordu.
Kendisine “Evrensel bir doktrini, Kant’ın ahlak anlayışı üzerinden okuyabilir miyiz?” diye sordğumda verdiği cevap çok ilginçti: “Kant’ın ahlak anlayışı müslümanca”….
Bana göre oldukça sakat olan bu anlayış ne yazık ki temel prensiplerin belirlenmesi noktasında da çok etkili oluyor. Yani, müslümanca bakış açısını Kant’ın ahlak anlayışı ile check etmek zorunda kalıyoruz. Garip bir durum. Neden hiç kimse, Himalayaların yamaçlarında yaşayan ve modern dünya ile hiçbir iletişimi olmayan insanların da aynı görüşe sahip olduklarını, hatta bu anlayışlarını binlerce yıldır sürdürdüklerini açıklama gereği duymuyor?
Genel olarak, Kur’an ın nasıl okunacağı veya oradan nelerin çıkarılacağı hususu hep tartışılagelmiştir. Şimdilerde de “sosyolojik meal” önerisi ile geçmişte var olan endişelerin bir çeşit tezahürü şeklinde ortaya çıkmış gibi görünüyor. En azından ben böyle okuyorum.
Kendi adıma, böyle bir çalışmanın hedefi, toplumu dizayn etmektir. Eğer toplumu dizayn etmek, onları hizaya sokmak, nasıl yaşayacaklarını veya davranacaklarını söylemek gibi bir endişe yoksa, neden Kur’an daki kelimelere “farklı” anlamlar yükleyerek bir sistematik peşinde olmak gereksin? Zaten geleneğin ortaya koyduğu “ibadet” felsefesi de bu amaca yönelik değil mi? Fertleri eğitip, toplumu hizaya sokmayı amaçlamıyor mu? Bu “bizim gibi davran, bizim gibi düşün” öngörüsünün bir başka versiyonu olan “ibadet hem dünya, hem ahret mutluluğunun yoludur” demek suretiyle, kuralları ve yaptırımları olan bir düzen haline dönüştürülmedi mi? Bunlar zaten yapıldı ve bugün anlaşılışor ki işe de yaramadı.
Oysa bizim yapmamız gereken Kur’an ın ortaya koyduğu bilgiyi tercüme etmek, anlaşılır kılmaktır. Elbette bize göre. Bırakın insanlar hayatlarını diledikleri gibi yaşasınlar, diledikleri gibi düzenlesinler. Bunun hiçbir önemi yok, bilgi çoğaldıkça “erdem” de çoğalır. Bugün Kur’an a yönelik yapılacak “felsefi” çalışmaların tamamı zaten yapıldı. Batılılar bunu çoktan yaptılar. Biz okumadık bile, ilgilenmedik, Çünkü bunu yapanlar bizden değildi ve bizim reddetmemiz gerekliydi. Reddettik. Sonra kalktık, İbn-i Arabi yi kullandığı dil nedeniyle neredeyse kutsal ilan ettik. Oysa ibn-i arabi’nin yaptığı basitçe batının okuduğu şeylerin bir çeşit tercümesi idi. Çünkü onun söylediklerinin tamamı zaten söylenmişti. Onu farklı yapan bizden biri olmasıydı o kadar.
Önemli olan kavramların tanımlanmasıdır. Prensiplerin belirlenmesidir. Insanlar sonrasında dilediklerini yaparlar. Kimse karışamaz. Kur’an ın özgürlük perspektifini bir kenara bırakıp sosyal hayatı düzenlemeye yönelik çabalar ne kadar işe yaradı? Mesela “sünnetullah” ifadesi bile kendi içerisinde çelişkilidir. Çünkü bunu tanımlamanın imkanı yoktur.
Akevlerin çalıştığından kuşkumuz yok. Yöntemleri ne olursa olsun mutlaka bir çaba vardır. Buna saygı duyuyoruz. Ama biz de çalışıyoruz ve çok daha farklı noktalara ulaşıyoruz. Ne var ki, bizim çalışmalarımızda “kutsal” yok. “ibadet” yok. “din” de yok. Daha önce, “insan-beşer” ilişkisini ve “farklılığını” deney yaparak kanıtladığımız gibi, şimdi, sistemin işleyişinin nasıllığını test etmek istiyoruz ve umarım bunu da başarırız. Ne yazık ki bunlar, standart algı ile açıklanabilecek şeyler değil. Kur’an ın bize sağladığı bilgi, gerçekte ne ahlak, ne sosyoloji, ne de ibadet kavramları veya sistematiği ile örtüşecek kadar basit değil. Böyle bir indirgemecilik, sadece bilginin körelmesine yarar. Geçmişte de böyle oldu.
Çok şey bilmiyoruz ama öğreniyoruz. Mesela “Allah” kavramının neden bir “işaret zamiri” olarak kullanıldığını biliyoruz. Kendi kendini üreten, üretirken standartlarını da beraberinde getiren bir yapının anlatılması için kullanılıyor. Sürekli yenilenen ve gelişen bir yapı bu. Tıpkı kainat gibi. Ama bu kelimeyi bir “Varlık” olarak anlamaya devam ettiğimiz sürece (kelimenin yapısına uymasa bile) bilgiyi nasıl kavrayabileceğiz? Her şeyi “Allah biliyor ise” bizim neyi bilmemiz beklenebilir ki?
Sayın Kayahan’ın önermeleri arasında, “fıkhın yeniden düzenlenmesi” de vardı. Bu husus bir noktaya kadar önemli olabilir. Eğer fıkıh, insanların hayatlarını “belirleyici” olmayacaksa, evet yeniden düzenlenmelidir. Hiçbir ilave, katkı yapılmadan sadece Kur’an ın öngördüğü temel prensiplere göre. Biz buna katkı veririz, ancak böyle bir çalışma yalın olmalıdır. Falana göre şöyle idi, filana göre böyle idi türündeki bir çalışma, Kur’an ı anlamaya yetmeyeceği gibi, böyle bir çalışma zaten falanın veya filanın görüşünün tercüme edilmesinden başka bir şey olmaz.
Konularına göre Kur’an ı anlamaya da varız. Ama burada da “Allah şöyle dedi, Allah böyle buyurdu” olmayacaksa. Eğer her şeye birileri müdahale ediyor veya diliyorsa ve elbette dilediği gibi de gerçekleşiyorsa bizim dilememizin veya çabalarımızın hiçbir gereği yok. Varoluştan başlayarak her noktada katkı sağlamaya varız. Elbette bu, “falan şöyle dedi, filan böyle dedi, icma vardır vs.” gibi mazeretlere sığınmadan yapılacaksa bildiklerimizi paylaşırız.
Bizler, geçmişte yaşamış olanların söylediklerini ve bildiklerini bütünüyle bilebilecek bir noktadayız. Eğer biz onların önüne geçemeyeceksek ne diye uğraşalım? Aynı şeyleri tekrar etmek kime ne yarar sağlar?
|
Reşat Nuri Erol
28.09.2013
07:31
| güzel... öneriler güzel... tartışmalar da güzel... sonuca götürücü olursa daha da güzel olur. inşaallah... * biyolojik evrim bitti mi? bittiyse bitti! * sosyal evrim ise devam ediyor... kıyamete kadar da devam edecek gibi görünüyor... * düşnsenize... sadece kısacık kendi hayatımızda bile ne "sosyal evrimler" yaşadık... işte bu değişimin sosyal, siyasi, iktisadî, hukuki ve özellikle fıkhî çözümlerini üretmek gerekiyor... * üretenler varsa ve üretilmişse, mesele yok... ama üretilmemişse; bütün beşeriyete üretmek farzı ayındır... bir tarafta tarım dönemi sonrası oluştutulmayı bekleyen hukuk/fıkıh sistemi... diğer tarafta yine oluşturulmayı bekleyen çağımız nizamı/düzeni/sistemi/medeniyeti... * ne dersiniz? akevler olarak bu farzı karınca kaderince yerine getirme çabası içinde miyiz?.. ben kendimce bu çaba içindeyim, bu çabaya katkı derdindeyim... aybaşında memleketlerim balkan ülkelerindedim... bir kere daha yaşayarak apaçık gördüm ki... balkanlar ve dünya bu çabayı bekliyor... gerisi sadece lâfı güzaf ve hikâye... ve's-selâm mea'd-duâ... balkanlı reşad
|