FATİHA SURESİ ve YENİ KOMÜNİZM
02.09.2014, İzmir
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴿١
﴾ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٢
﴾ اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ ﴿٣
﴾ مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ﴿٤
﴾ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ ﴿٥
﴾ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ﴿٦
﴾ صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ ﴿٧﴾
Bu surede “FeTeHa” kelimesi geçmemesine rağmen, “açmak, açılış” manasına gelen bu isim verilmiştir. Türkçede biz buna “giriş” diyoruz; eskiler, “mukaddime” demişlerdir.
Kuran bu sureyi, “seb’an min elmesânî/(el)Mesâniden yedilenen, yedilenmiş (olan)” olarak adlandırmıştır. Mesânî, ikilenmiş olan demektir. Çoğul olduğu için bu ikilenme (çarpma işlemi) en az 3 defa olmalıdır. Matematik olarak gösterirsek; 2x2x2x2 dir. Bu da 16 etmektedir. Mesanî, “BESMELENİN ADIDIR”. Zira besmele, 16 harften oluşur.
Karagülle bunun açılımını çok güzel yapmıştır. Kitabından kısa bir alıntı yapıyorum. Her birinin analitik tefsiri ve matematiksel izahları için Karagüllenin “Fatiha Suresinin Tefsiri” kitabına bakılması gerekir. Kitap www.akevler.org sitesinde, kitaplar bölümünde mevcuttur.
Fatiha yedi besmeleden oluşur. Besmeledeki harflerin benzerleri fatihada vardır. Kur’an’da ‘biz sana yedi besmeleyi ve büyük Kur’an’ı verdik’ diyor. Besmeleyi mesani kelimesi ile ifade ediyor. elMeÇANIy kelimesinin ‘besmele’ye delalet eden delilleri sıralayalım.
1.ثنا ÇeNA = yaka demektir. ‘Bir şeyin ikilenmesi demek’ olur. Mesna masdar olursa ikinin iki defa çoğaltılması demektir ki sonuç dörttür. Mekan olursa iki demek olur. Mesani Mesnaın çoğulıudur. Üç defa iki demek olur sekizdir. Yahut üç defa ikilenmiştir. 16 dir. Besmele sekiz çeşit harf içerir ve 16 harften oluşur. Dört kelimedir. O halde Kur’an’dan bir parça olduğuna göre bu besmeledir.
2- Besmelede harfler ikişer ikişerdir. Yarısı şemsiye yarısı kameriyedir. Kameriyenin yarısı boğaz yarısı dudak harfidir. Bu hem harfin türü hem de harfin sayısına göre böyledir. Dolayısıyla Mesani kelimesi Besmeleye delalet eder.
Fatiha da böyle yedi 'BESMELE' (ikili olarak oluşmuş)'den meydana gelir. Fatiha'nın harf sayısı 'BESMELE' harf sayısının yedi katıdır. Her çeşit harfler çoğaltılıp yerleri değiştirilerek oluşmuştur. Buna benzer bir oluşumu, canlıların hücrelerinde bulunan kromozomların oluşumunda görüyoruz.
Kur'ân, bu hususa işaret ederek: "Biz sana yedi BESMELE'yi ve BÜYÜK KUR'ÂN'ı verdik."(Hicr[15];87) demektedir. 'BESMELE'nin Kur'ân'daki adı 'MESANİ'dir. Çünkü bu Kur'ân'da 112 defa tekrar edilmektedir. Harfleri de mükerrerdir.
Kur'ân'da Fatiha suresindeki harf sayısı kadar sure vardır ve bunlar ikili sisteme göre düzenlenmiştir. Kur'ân bunu da; "Allah sözün en güzelini indirdi: MESANİ ve MÜTEŞABİH KİTABI"(Zümer[39];23]'ı demek suretiyle belirtmektedir.
Görülüyor ki; Kur'ân'ın yapısı ile kâinatın yapısı aynıdır. Her ikisi de ikili sisteme göre oluşturulmuş ve ikili sisteme göre telif edilmiştir.
4- Fatihanın yedi mesanı olduğu ifade edilmiştir. Fatiha ile besmele harfleri arasına tekabüllük vardır. Dolayısıyla mesani kelimesi besmeleyi ifade eder.
Fatiha yedi ayettir. Bu hususta icma vardır. İhtilaf, besmele ile mi besmelesiz mi yedi ayet olduğu hususundadır. Bu araştırmalar göstermiştir ki Fatiha Besmelesiz yedi ayettir. Harfler ona göre sıralanmıştır.
Fatihanın kelimeleri de 28 olmalıdır. Gerçekten Fatiha 28 kelimedir. VaLa bir RiyYAKa iki kelime kabul edilmiştir. Kelimeler yerlerini değiştirmiştir. Aynı satırda aynı renkde olan kelimeler yerlerini değiştirmişlerdir.)
Seb’an minel Mes’ani; Mesaniden YEDİ verdik, onaltıdan yedi tane verdik demektir. 7x16 ise; 112 olarak çıkmaktadır. Bu da Fatiha süresinin (okunan) harflerinin sayıdır. Bu sayı aynı zamanda; Fatiha hariç, (Tevbe Suresi besmelesiz yazıldığı ve Enfal Suresinin devamı sayıldığı için) kalan surelerin sayısıdır. Fatiha’nın her bir harfine, Azim Kuranda bir sure denk gelmektedir.
Zira ayette “… biz sana seb’an min elmesânî vel Kur’an el Azîmi verdik…” denmektedir.
Azim/Ulu Kur’an, 112 sureden;
Küçük/özet Kur’an ise, 112 harften meydana gelmektedir.
Besmele 16 harften;
Fatiha, 7x16=112 harften;
Azim Kuran da 112 sureden meydana gelmektedir.
Fatiha; giriştir, özettir ve fihristtir/içindekilerdir. 112 harfe, 112 sure denk geldiğine göre, aynı harfe denk gelen sureler arasında bir bağlantı var mıdır, araştırılması gerekir. Bu konuda şimdiye kadar bir çalışma yapıldığını sanmıyorum.
Şimdi Türkçe çevirisine bir göz atalım:
Çalıştıran Yaşatan ve Allah’ın/topluluğun adına/adıyla...(1)
(el)Hamd/Bütün (artı/katma) Değerler; “toplulukların yetiştiricisi olan Allah”’ındır/yerel yönetimlerindir.
Yaşatandır, Çalıştırandır.
Düzen Gününün iyesidir.
Yalnız sana ibadet ederiz/vatandaşlık yaparız/sana veririz ve yalnız sen’den yardım alırız/senden isteriz.
Bize doğru yolu göster.
Kendilerine iyilik ettiğin kimselerin yoluna.
Ne sapıtanların, ne de şaşıranların yoluna değil.
Ben bu makalede, farklı bir çıkarım yapmak istiyorum. Bir önceki makalede, Fatiha suresinin, Müminlerin ANDI olduğunu ve her Namazda ve askerlerin “hazır ol” vaziyetlerine benzeyen bir şekilde, ayakta ve elleri bağlı olarak, namazın her rekattinde açık veya gizli okunması gerektiğini söylemiştim.
Ant kelimesi nedense, başta sosyalist, komünist hatta faşist çağrışımlar yapmakta, diktatörlüğü anımsatmaktadır. 20. Yüzyılda, dünya nüfusunun nerdeyse yarısı sosyalist veya komünist rejimlerle yaşadı veya öyle bir yönetim şekli için mücadele verdi. Komünist sistem acaba gerçekten çok mu kötüdür..?
Temel dört yanlışını (özel mülkiyet, aile, din ve ırk yokluğu) saymazsak, adil olmasa da, eşitlikçi olduğundan, insanlar sosyalizm/komünizm fikrinden memnunlardı. Ben Orta Asya’da, Sovyetler dağıldıktan sonra, hala eski günler için ağlayan insanlar gördüm. Herkesin merkezi devlete çalışıp; iş, aş, giyim, ev ve sağlık vb. güvencede olması karşılığında, benzer şeylere sahip olmayı, gelişmenin çok yavaş olmasını bir eksiklik olarak görmüyorlardı.
Kuran’daki Cennet tasvirleri de benzerdir... Klasik anlayışa göre; oraya giren herkes; herhangi bir bedel ödemeden, istediği her şeye malik olabilecektir. Aklından ne geçerse hemen oluverecek ve bunun için her hangi bir bedel de ödemesi gerekmeyecektir. Oradaki bedel, bu dünyadan kazanılmıştır, denirse; kazançlarımızın eşit olmadığı açıktır. Kazanca göre olacaksa, o zaman da herkes farklı bir hayat yaşayacak demektir. Anlatılanları yanlış mı yorumluyoruz?
Klasik Cennet anlayışı size, “komünal” bir düzen çağrıştırmıyor mu?
Bana göre Cennet hayatı, tam bir komün yaşamı olmalıdır. Kişi, Cennet denilen ülkenin vatandaşı olabildiği için; hiçbir çalışma yapmadan, bir emek ve bedel vermeden ne isterse onu yiyebilir, ne isterse onu giyebilir, nerede isterse orada kalabilir ve hatta eşler de edinebilir. Duyduklarımız buna benzer tasvirler değil mi? Bundan daha iyi komün olur mu?
İnsanın fıtratına uygundur ki, mükafat olarak da öte dünyada böyle bir yaşam vaat edilmektedir. Demek ki, böyle bir yaşam kötü bir şey değildir. Onun için bu dünyada da böyle bir hayat talep etmektedir. Şimdilik, her iki büyük sosyalizm/komünizm uygulaması çökmüş olsa da; insanlık bu talepten, bu arayıştan vazgeçmeyecektir.
20. yüzyıldaki uygulamanın başlıca dört yanlışı şunlardı:
1- Ailenin yok sayılması. Senin çocuğun, benim çocuğum yok; bizim çocuklarımız var. Hâlbuki insan da dâhil her canlı kan bağı olan öncül ve ardıllarına özel önem verir.
2- Özel Mülkiyetin yok sayılması. Bu da insan fıtratına uygun değildi. Arılar ve karıncalarda kolektif mülkiyet vardı ama insanda özel mülkiyet, sahiplenme ön plandaydı. Bölüşüme ancak eğitimle ikna edilmektedir.
3- Dinin yok sayılması. Ne enternasyonal sosyalizm, ne de nasyonal sosyalizm hatta ne de kapitalizm din olgusunu yok edememiştir. Zira bu insanın doğasında vardır.
4- Etnik aidiyetin yok sayılması. Bu da yok edilememektedir.
Gerçekte bana göre esas yanlış şudur. Merkezi devlet ve merkezi otoritenin esas alınması yanlış olmalıydı. Herkes merkezin işçisi, herkes ona çalışacak ve karşılığını da oradan alacak… Sistemi tıkayan ve 70 yılda çökmesine sebep olan neden, bana göre buydu.
Fatiha Suresi(Müminlerin andı), yeni bir komün hayatını tarif etmektedir. Bu eskisinden farklı olarak; tek bir merkeze bağlı ve tek tip olan bir komün değil, yerel yönetimler bazında oluşacak komünleri anlatmaktadır.
“Allah” kelimesi; Allah’ın zatını, topluluğu, devleti ve meclisi (onu temsil ve ilzam eden en küçük birimini),
“Resul” kelimesi; Peygamberleri, yürütme ve/veya yönetmenin başkanını (buna yasama ve yetiştirme erklerin başkanları da eklenebilir, henüz sistemi tam analiz etmiş değilim. Zira dört bölümlü (yasama, yürütme, yönetme, yetiştirme şeklinde) bir meclis düzeni vardır ve her bir bölümün başkanı, resul olarak adlandırılabilir. Böylece 4 resul ortaya çıkmaktadır…),
“Allah ve Resul” ibaresi; geçici yargı ve yönetmeyi (burada benzer şekilde diğer erklerin oluşan tıkanıklarını onların resulleri/başkanları çözecek, sonra taraflar yargıya gidecekler demektir.)
“Allah ve (onun) resulü” ibaresi; kesin ve kalıcı yargıyı,
“Rab” yerel yönetimlerin başkanlarını,
“Âlemlerin Rabbi olan Allah” ibaresi; yerel yönetim birimlerini (başkanlarıyla beraber, onların ayrı tüzel kişiliği yoktur) ifade eder.
“Allah”, GENEL/MERKEZİ YÖNETİMLERİ, “Âlemlerin/toplulukların Rabbi/yetiştiricisi olan Allah” ise YEREL YÖNETİMLERİ” ifade eder. “Allah” ile “Allahü rabbül âlemin” aynı değildir, usul buna manidir. Farklılığı ben böyle anladım ve tasnif ettim. Bu makaleyi okuyan arkadaşlar elbette başka tasnifte bulunabilirler veya aynıdır diye de kabul edebilirler.
Şimdi Fatiha’yı bu gözle yeniden düşünelim:
Elhamdü lillahi rabbil âlemîn (1)
Hamd, herhangi bir karşılık düşünülmeden yapılan eylem olarak tanımlanmaktadır. Bunun düzendeki karşılığı, herhangi bir katma değer katılmadan, kendiliğinden artan değer, yani Latince olarak Rant demektir. Rantın tamamı, katma değerlerin tümü, (bunu komünal bağlamda emek de dâhil olarak düşünürüz) “YEREL YÖNETİM BİRİMLERİNİNDİR”. Yani, herkes merkezi hükümetin değil, yerel yönetimlerin işçisi olacak ve karşılığını oradan alacaktır. Karşılıksız ve karşılıklı olarak; “katılan bütün değerler” o yerel yönetimlerindir. Meydana gelen hâsıla da o yerel yönetimde yaşayan herkesindir. Böylece birimden birime farklılıklar olacak ve rekabet, gelişme, evrim bununla sağlanacaktır. Herkes merkezi yönetimin işçisi olunca her şey eşit olmakta ve rekabet ve gelişme sağlanamamaktadır. Üstat Karagülle bunu “kooperatiflerle” yapmak istemektedir. Bana göre bu, ancak bir yerel birimin tamamı bir kooperatif olursa olabilir ve buradaki ibareye o zaman uyar.
Errahman errahim (2)
Çalıştırandır, Yaşatandır. Şimdi bu yerel yönetimin temel özelliklerini anlatmaya başladı. Rahim, hiçbir karşılık olmaksızın içindeki canlıyı besleyen ve barındıran yerin adıdır. Üstada muhalif olarak, ben Rahim’i yaşatan olarak alıyorum. Bundan dolayı, vatandaş olan herkesin karşılıksız olarak yaşama hakkı vardır. Yaşama hakkının içinde; yeme, içme, giyinme, barınma, öğrenme, gezme vb. vardır. Bunların asgarisi yerel yönetimler tarafından karşılanmalıdır. Bunların bütçeleri yapılır, fasılları belirlenir.
Rahman ise, çalıştırandır. Yani çalışma koşullarını oluşturan ve çalışan kimsenin emeğinin karşılığını da verendir. Çalışmak isteyen herkese iş ayarlanır. Komünist ülkelerde, işsizlik değil, işçi açığı vardı. Fabrikalar o kadar fazla yapılmıştı ki, işçi azlığı çekiliyordu. Planlandığı takdirde yine böyle olacaktır.
Maliki yevm eddîn (3)
Üstadın yorumunda “yevmiddin” ibaresinin “ahiret gününü, hesap gününü” ifade ettiğini, bunda da “icma” olduğunu söylemektedir. Bu doğru ise, benim yorumum bu icmaya muhalif olur, yok olarak kabul edebilirsiniz.
Din, dini anlamda “inançtır” ama esas “din” kelimesi “deyn” kökünden gelir ve “borç” demektir. Deyn/Borç da, bir borçlanan, bir de alacaklanan olarak iki kişi ve bunlar arasında doğan “ilişki” demektir. Bu ilişki geniş manada “düzen” demektir. Sadece, borçlu ve alacaklı değil, öğretmen ve öğrenici, davalı ve davacı, amir ve memur, vb her türlü ilişkinin oluştuğu gündür/zamandır ve o zamanın mekânıdır. Buna “mesai” de denmektedir. Mesai gününün malikidir, melikidir, mülküdür(yeridir). Bu da ocaklarda değil, semtlerde/beldelerde oluşur. Kıyasla; beldelerde, ilçelerde ve bölgelerde oluşur. İşte yeni bir komünal hayat, buralarda kurulabilir. Cennet seviyesine çıkana kadar komünal hayat talebi devam edecektir.
İsrail’de halen buna benzer bir uygulama devam etmektedir. Giderek bozulmakta ama devam etmektedir. Özellikle Sovyetlerden gelenler “kolhoz/kibutz/kooperatif” uygulamasını devam ettirmektedirler. Bu birimin içinde herkes çalışmakta, hiçbir para almamakta, ortak lokantalardan istediğini yemekte, ortak mağazalardan istediğini karşılıksız almakta, evlerde kirasız oturmaktadır. Çocuklar anne ve baba tarafından değil, kreşlerde bakıcılar tarafından eğitilmektedir. Halen 200 üzerinde kolhoz yaşamakta ama gençler bu yaşamı devam ettirmek istememektedir. Tam olarak bilmemekle birlikte, rekabet ve yarışmanın temin edilememesi bunların sonunu getirdiğini düşünüyorum. Gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçları gençleri bilgilendirmekte ve onları uyarmaktadır. Onlar kolhoz içindeki bedava hayatın dışına çıkıp, para ile temin edilen yeni şeyleri talep etmekteler. Hâlbuki Rab, eğiten, geliştiren, evrimleştiren demektir. Öyle oluşturmalıyız ki, “rab/rabvet” sıfatı/özelliği tecelli etsin/ortaya çıksın ve kendini devam ettiren ama mutlaka geliştiren, kalıcı ve özgün bir yaşam oluşabilsin.
İyya ke na’büdü ve iyya ke nesta’in (4)
Burada “vurgulayarak” yalnızca sana ibadet ederiz/çalışırız ve yine yalnızca senden istiâne ederiz/karşılık bekleriz, denmektedir. “Ke”, sen demektir. Tekil kullanmaktadır. Muhatap da bir, talep edilen yer de bir tane. Ayrı ayrı işverenler yok, herkes aynı birimin işçisi olacak, İhtiyacını da ondan alacak. Tam bir komün düzeni tarif edilmektedir. Çünkü herkes onun ibadı olacaktır.
İbad, vatandaş; ibadet ise vatandaşlık görevlerinin yerine getirilmesidir. Dağ başında tek başına yaşayan kimsenin vatandaşlığından bahsedilemez. Vatandaşlık, topluluğa katılma ve ürettiği her türlü değeri onlara sunma, ihtiyaç duyduğu her türlü değeri de onlardan alma demektir. Çalışma, alış veriş yapma; öğrenme, öğretme; seçme, seçilme; savunma, vb. aklınıza ne gelirse; topluluğun içinde ve karşılıklı olarak oluşan tüm ilişkiler ibadettir. İbadet yalnızca Allah’a, yani topluluğa yapılır. İbadet kişilere yapılmaz.
Karagülle bunu kısaca şöyle anlatmış:
Burada “na’budu ve nesteinu”nun cem/çoğul olmasından üretimin kollektif olacağı ortaya çıkar. Bölüşmenin de kurallarla olacağı anlaşılır. Çalışan kişidir. İstihkak eden de kişidir. Sorun ortaklık kurma ve sonunda ürünü bölmedir. Hepimiz çalışacağız ve emeklerimizi birleştireceğiz. Sonra ürünleri bölüşeceğiz. Burada “ve” harfi ile atfedilmiş olması ikisinin art arda gelmesindendir.
İhdina essırat elmustaqîm (5)
Bize doğru yolu göster. Müstakim, marifedir; ya bir tek olur ve ona ulaştır manasındadır ya da istiğrak manasında müstakimlerin/doğruların hepsine ulaştır, demektir. Evrim olabilmesi için önce bütün doğrulara (ikinci mana); sonra da öte dünyada en doğru olana ulaştır (birinci mana), demektir. Hedy, hidayet; yol gösterme, yola götürme demektir. Tamamen zarar veya verimsizlik olmaması için en kısa, en doğru olanı göstermektir. Sırat; yol, yöntem, usul, metot demektir. Mustakim ise, istikamet olunmuş yani doğru, düz manasındadır ve bu da ancak topluluğun ittifakı ve icması demektir. Üzerinde ittifak ettiğimiz bir tek yola bizi götür, demekteyiz. Bunun nasıl tespit edileceği ise arkadan gelen cümlelerde vardır.
Sırat ellezine enamte aleyhim (6)
Kendilerini nimetlendirdiğin kimlerin yoluna… Nimet kelimesi; yiyecek, içecek, geçimlikler, bolluk ve bereket, mutluluk, barış ve gönüllülükleri topluca ifade eder. Barış, rıza ve uyum içinde olan topluluklar her türlü ni’met ile dolup, taşar. O topluluğu refah ve gelişmişlik seviyesi yüksek olur. Böyle toplulukları geçmişte yaşayanları inceleyerek görürüz. Onların usul ve metotlarından yararlanmalıyız. Onların yolunu bize göster diye dua etmekteyiz.
Gayril magdûbi aleyhim ve ledd’allîn (7)
Şaşırmışların ve üzerlerine gazap edilenlerin yoluna değil. Yukarıdaki topluluklar, barış ve uyum içinde sorunlarını çözerler ve nimetler kavuşurlarken; bu gruptaki topluluklar, sürekli çekişme, çatışma ve gerilim içindedirler. Bundan dolayı bu topluluklar çeşitli Zaralara uğrarlar ve devamlı bir şaşkınlık ve tereddüt içinde olurlar. Bu da en azından verimi düşürür ve huzuru geciktirir. Şaşkınlık içinde bocalamaları ve zararları uğramaları da kendilerinin tercih ettiği bu usul, yol ve yöntem sebebiyledir.
Hasılı ve kısaca; Komünizm ideali Fatiha Suresinde formüle edilmiştir. Yeni komünizm bir devlette tek bir şekilde değil, her bir yerel yönetimde ayrı, ayrı uygulanacak; böylece sosyal ve teknolojik evrim de devam edecektir. Öte dünyadaki Cennet hayatı ise ideal bir komün hayatı olacaktır. Cehennem tasvirlerinden anladığımız kadarıyla, oranın da komünal olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlatımlardan faydalanarak biz de dünyadaki komünlerimizi geliştirmeliyiz. Sosyal düzeni/kamu düzenini bozanları, cehennem benzeri başka komünlere almalı ama orada da yine aynı usuller içinde yaşatmalıyız. Cennet de komün, cehennem de komün olacaktır. Dünyada da bu ideale doğru çaba göstermeliyiz.
Öte dünyadaki Huri ve Gılmanlar; erkek ve kadın görünümlü robotlar olup, üretim ve hizmet işlerini bunlar yapacaktır. Bu dünyada da giderek bu teknolojiyi geliştiriyoruz. Bir gün o seviyeye geleceğiz. Bunları şimdilik büyük kapitalistler geliştirmektedir. Doğal olarak bunlara onlar sahip olacaktır.
Peki normal insanlar bu robotların ürettiği değerleri nasıl satın alacaklar? Bütün bu robotlara ve onların ürettiği değerlere sahip olanlar, bunları ne ile ve kime satacaklar? İnsan emeğini satar ve karşılığındaki ederi ile ihtiyaçlarını temin eder. Tüm üretimin insan değil, robotlar tarafından üretildiği durumda, çalışmayan insanın elinde satın almasına yarayan bir araç olmayacaktır. Bu durumda, ya devletler vatandaşlarına geçim kuponları verecekler ve herkes bununla gidip ihtiyaçlarını alacaktır. Peki devlet bu kuponları ne karşılığı ve hangi kritere göre verecektir? Ya da büyük ihtilâller olacak ve tüm üretim araçları, robotlar dahil devletin, yani topluluğun ortak malı olacak ve onların ürettiği değerler de o ülkenin halkının olacaktır. Böyle bir kargaşa çok uzak da değildir. 3. Bin yılda insanlar bu sorunlarla karşılaşacaklardır. Bu sorunların çözümü için Kuran ip uçları vermekte ama henüz bu ihtiyacı idrak etmeyen müntesipleri uyumaktadırlar. Cennet ve Cehennemi bizler hazırlayacağız. O seviyeye çıkmaya çalışacağız. Kurandan yardım alacağız. Bizim seviyemiz yeterince yükseldiği zaman, işte ancak o zaman, “sura” üflenecek ve öte yaşam başlayacaktır. Ondan önce bizler amatörce bunu oluşturmaya çalışacağız. Gerçek olanı ise yaratan zaten hazırlamıştır…
Saygılarımla.
H. Kayahan