22.07.2013
SOSYOLOJİK KURAN MEALİNE BAŞLARKEN-1
Bu hafta eski dosyaları karıştırırken, 2005 tarihli bir dosya buldum. İzmir Akevlerde yaptığımız meal çalışmaları sırasında çıkardığımız kök kelimelere sosyolojik anlamlar vermeye çalışmışım. Bazı kelimelere verdiğim manalara şaşırdım. Mesela “Abede/ibadet”e kamu görevi görme, kamuda görev alma; “ceale”ye görevlendirme, “cail”e yetkili, amir; “iman”a uyruk, vatandaşlık, yasayı tanıma; “kitab”a yasa, mevzuat; “malik”e iye, yetkili, amir; “salat”a sosyal toplantı; vb manalar vermişim. O günlerde Üstad Karagülleye “Allah, resul gibi kelimeler kolay da, gök, dağ, deniz gibi kelimelere nasıl sosyolojik anlamlar vereceğiz?”diye sorduğumu; onun da “en kolayı onlar” dediğini hatırlıyorum. Ona göre kolaydı sanırım ama, bana hiç de öyle görünmüyor…
Günlük namazlarda, haftalık namazda devamlı dinlediğim ayetlere verilen manalar beni tatmin etmiyordu.
Mesela, sabah ve akşam namazlarından sonra Haşr suresinin son 5-6 ayeti okunmaktaydı. 21. ayete verilen meal beni sürekli rahatsız ediyordu.
لَوْ أَنْزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ (21)
Bu ayetin meali hemen hemen tüm meallerde aynıdır ve şöyledir: “Eğer Biz Kuran’ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.”[21]
Bu çeviri çocukça bir şey olmalıydı. Şaka gibiydi. “Gayr-ı zi şuur” (şuursuz bir varlık olan) dağa, “zi şuur” olan insanın bile anlamakta zorlandığı Arapça Kuran inmesini müteakip, bu dağın onu anlayıp, parça parça olacağı söyleniyordu. Bu nasıl olabilirdi? Eğer bunu Allahın sonsuz gücü ile izah edeceksek, ister dağ, ister deniz, ister güneş, ne olursa olsun, Allahın dilemesiyle elbette paramparça olurdu. Ama hiç sınayamayacağımız bu olayı, tefekkür (tezekkür değil…) edelim diye (sadece müminlere değil) bütün insanlara örnek olarak darb ettiğini söylemekteydi.
Harun Özdemire sordum: "Eğer cebeli dağ olarak alırsak bu çok anlamsız oluyor" dedim. O da bana "cebelin sözlükte sadece dağ manasında değil; aynı zaman da organizasyondan mahrum, kalabalıklar, yığınlar, kitleler, kütleler manasında olduğunu" söyledi. Böyle kabul edince, anlam yerine oturmaya başladı. Arafat üzeri düz dağ, alem sivri dağ, revasiye birbirine paralel dağ sıraları manasında olmasına karşılık, Cebel herhangi belirgin bir özelliği olmayan dağ yığınları demekti. Jeolojik anlamı böyle olduğu gibi, sosyolojik anlamı da benzerdi. Yığın, kalabalık, kitle demekti. Üstadın söylediği gibi, bütün ilimleri ifade edebilecek şekilde, cebel kelimesini KİTLE olarak alırsak bu bir jeolog için dağ, bir sosyolog için insan yığını, bir fizikçi için de kütle(mass) olarak algılanabilirdi. Mütercimler aynı kelimenin başka bir versiyonu olan “cibil” kelimesini soy-sop, yani insan topluluğu olarak tercüme ettikleri halde, cebel dağ olarak almayı yeğlemişlerdi. Hatta “Cibilliyet” kelimesi Türkçede galat olmuştur.
Benzer bir gariplik “turab” kelimesinde vardı. Bunu daha önce makalelerde yazmıştım. Mütercimler Cennetteki hurilerin tasvirinde kullanılan “turab” kelimesinin bir versiyonu olan “etrab” kelimesini, göğüs, meme olarak aldıkları halde; insanın halk edilmesinde “memeli” yerine “toprak, kara balçık” olarak karşılamaktadırlar. Sabit fikirleri, ön kabulleri, ezberleri değiştirmek, Einsteinin deyimiyle atomu parçalamaktan zordur...
İzmir Akevlerde ikibinli yılların hemen başında yaptığımız meal çalışması gerçekten çok önemli ve verimli olmuştu. Her gün yapılan bu çalışmada birileri Türkçe sözlüğü, birileri Arapça sözlüğü, birisi Karahanlıların yaptığı bir meali, birileri Alusiyi, Lisanül Arabı, okuyor, fikirler görüşler yüksek sesle tartışılıyor ve o anda hemen hepimizin benimsediği çeviri kayda geçiriliyordu.
Benim yapmak istediğim çalışma için de benzer bir ekibe ihtiyaç vardır. Öngörü ve özgüven yeterli olmamaktadır. Olsaydı 2005 yılından beri mesafe alırdım. Donamım eksikliğimi ben görüyorum. Onun için burada da bir ekip çalışması gerekmektedir. İyi Türkçe bilenler, iyi Arapça bilenler, iyi Matematik bilenler vb. beraber çalışmalıdır. Eski malzemeden eskisi gibi giysi, eskisi gibi ev, eskisi gibi makine vs yapabilirsiniz. Eğer elinizde yeni malzeme varsa ancak o zaman yeni bir yapı ortaya çıkarabilirsiniz. Malzeme üretenlerle malzemeyi kullananlar paralel çalışmalıdır. Ekonomide bu denge kurulmuştur. Modacılar yeni kumaşların kullanılabileceği tasarımlar yaparlar, tekstilciler de modacılar için kumaşlar dokurlar… vs.
Mesele sadece bir kelime ile bitmemektedir. Harfi tarifle gelen “elkuran” kelimesini “haza” ibaresini ilave etmeden kullansaydı, yine harfi tarif gereği, biz kast edilenin bu Kuran olduğunu anlardık. Niçin “haza”yı ilave etti? Demek ki, nekire olarak başka Kuranlar da vardır. Öyleyse Kuranın sosyolojik başka bir karşılığı olmalıydı… Kuran kelimesini, hangi Türkçe kelime ile karşılamalıyız ki, onu herkes kendi ilmi sahasında kullanabilsin. Kelimenin etimolojisinde ezberlenen ve yüzüne bakmadan ezberden okunan söz ve söylemler vardır. Sloganların, marşların, şiirlerin, simge ve bayrak olmuş söylemlerin kitleleri nasıl hareketlendirdiğini, onları birleştirdiğini ve/veya parçalayabildiğini, canları pahasına yönlendirebildiğini her gün görmüyor muyuz..? Demek bu ayet; evrensel sosyolojik bir kuralı, bir formülü; yani KİTLELERİN PSİKOLOJİNİ ortaya koymaktaydı…
Şimdi daha da zor bir merhale daha kaldı. Her kelimenin her yerde aynı manada olması gerekmese de, acaba diğer ayetlere de bu mana verildiğinde çelişkili bir durum meydana gelir miydi? Cebel kelimesi 41 yerde geçmektedir. Bu yeni kabulüm ile eskiden beri anlamakta zorlandığım Süleyman Peygambere ait olan, mucize olarak kabul edilen ve tercümelerde olağanüstü yetiler olarak çevrilen bazı ibareler de normal anlamlar kazanmaya başladı. Bu kabulle beraber, sosyolojik tercümede peygamberler kıssalarının bizi daha fazla zorlayacağını fark ettim.
Diğer bir misal ise; her Cuma günü hutbede duyduğum şu ayetti. Ahzap Suresi/56:
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا (56)
Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler: Ey inananlar! Siz de onu övün, ona salat ve selam getirin.[56]
Salat etme muzari sığa ile gelmiştir. Demek ki, geniş zaman ve/veya gelecek zaman kipi içindedir. Mütercimler “ennebi”den kastın; Hz Muhammed olduğunda sanki ittifak etmişler. Allah ve onun melekleri canlı olmayan, ölü bir kişiye sürekli salat etmektedir…? Kimse bunu sorgulamamaktadır. Neden “hu” zamiri ile marife yapmış da, “Elmelaike” dememiştir? Başkalarının da melekleri mi vardır? Sorular konunun giriş bölümüne sığmayacak kadar çoktur. Şöyle bir çeviri bana makul gelmektedir:
Meclis (kendisinde tüm topluluk mündemiçtir) ve onun görevlileri (bürokratları, makam sahipleri) Başkana, başkan üzerine (sadece başkan için manasındadır) Salat, yani toplantı yaparlar; ey güvenliği sağlayan kimseler siz de ona salat edin, onun için toplanın ve onunla barışık olarak teslim (görüyorsunuz ki, Türkçe uygun karşılıkları bulmak en zor olandır, mutlaka ekip çalışması, çatışması gerekmektedir.) olun.
Çevirinin sade ve veciz olması için Türkçe karşılıkların isabetli seçilmesi gerekmektedir. Arapçaya vakıf olanların yanında Türkçe sözlük dağarcığı geniş ve gramer kurallarını iyi bilen, bunu önemseyen arkadaşlara ihtiyaç vardır. Geçmişteki çalışmamızda, Üstad Karagüllenin Arapçadaki vukufiyetinin yanında hepimizden daha fazla Türkçe hakim olduğunu görmüştüm.
Girişin uzamaması için ayet meallerini ayrı makalelerde vermek uygun olur diye düşünüyorum.
Konuya ilgi duyan arkadaşlardan görüş ve eleştiri almak isterim.
Saygılarımla.
H.Kayahan