MUTAHHERÛN-“koş abla koş, bir metaforcu geldi!”
SINAMALAR DİL-11
01.05.2020 İZMİR
VAKIA SURESİ (107) 75. ile 80. Ayetleri:
فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ (75)
75- Necimlerin mevki’lerine kasem ediyorum. / Yıldızların oluşlarına ant ediyorum.
Necm, ışığı/aydınlatması bize ulaşan gök cisimleridir. Burada bu kelimenin, “metaforik” bir anlatımla, toplulukların “anayasaları” olduğunu düşünüyorum. İki ayeti birleştirirsek, “Ben bunların konumlarına kesem/yemin etmem; o (zaten), azim/büyük bir yemindir, bilirseniz” şeklinde olur.
Elbette toplumdaki “aydın” dediğimiz etrafını aydınlatan kimselere de “necm/star/yıldız” denilebilir. Onlarında sarsılmaz yerleri/mevkileri vardır toplumda. Bu da mecazi bir kabul olur.
“El nücûm” kuralsız çoğul ve mârifedir. Tüm aydınlatanlara, aydınlara gidebilir.
وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ (76)
76- Ve o ilmetseniz azim bir kasemdir. / Ve o bilseniz büyük bir anttır.
Bilseniz, o büyük bir “kasemdir/yemindir/anttır”. Topluluğun bütün bireylerinin uymayı kabul ettikleri bir sözleşmedir, “anayasalarıdır”.
En büyük söz, yeminlerimizdir. Yeminden dönmenin bir yaptırımı vardır. Yemin, sıradan sözlerimizden daha “azimdir/büyüktür”.
Kasem ve azîm kelimeleri de nekre, belirsizdir.
إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ (77)
77- O kerim bir kur’an’dır. / O görkemli bir kur’an’dır.
O çok “kerim/cömert” bir “kurandır/okunuştur”. Kendisinden başlayarak çıkacak tüm yasalar, yasalara bağlı çıkacak her türlü yönetmelikler ondan ilham alır, ondan esinlenir. Onun katkı vermediği hiçbir kural, emir ve yasak çıkmaz. Hepsi ona dayanır. Onun için o “kerimdir/cömerttir”. Burada “kerim/cömert” kelimesi mecazi olarak, ruh veren, ilham veren, dayanılan manalarında kullanılmıştır. Kendisi bir şey istemeyen, hep verene cömert diyoruz.
Kuran ve kerim kelimeleri nekredir, belirsizdir. Bu ibareler de Kuran’a gidemez. Her türlü okunuş ve her türlü cömertliği kapsar, özel ve belirli değildir. Cümlede onun için küçük harflerle yazdım.
فِي كِتَابٍ مَكْنُونٍ (78)
78- Meknun bir kitabtadır. / Saklı bir yazıttadır.
O, kınlanmış/korunmuş bir yazıtın içindedir. Ona kimse dokunamaz, onu kimse değiştiremez. O dokunulmazdır. Bu “kın” onun korunmuşluğudur, dokunulmazlığıdır. Yasalar ve ona bağlı alt talimatlar sürekli değişir ve çoğalırlar ama anayasalar hep sabittir, değişmez, onu bir “kını/koruma kalkanı” vardır. Buradaki “kın” kelimesi de mecazidir.
Kitap kelimesi nekre/belirsizdir. Dolayısıyla elimizdeki Kuran’a gitmez. Kın kelimesi de nekre, belirsizdir. Her türlü yazıt, her türlü koruma olabilir.
لَا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ (79)
79- Ona Mutahher olanların dışındakiler mess etmez. / Ona Temizlenmiş olanların dışındakiler dokunamaz.
Ona ancak özel kimseler, yetkileri olanlar mess/temas edebilir, dokunabilir. Anayasaların hiç değiştirilemeyen maddeleri yanında ancak nitelikli çoğunluklarla değiştirilebilen maddeleri vardır.
Özel bir mekâna, gizli korunmuş bir yere girecekseniz, önce sizin bilgilerinize ulaşırlar, sonra sizin üstünüzü ararlar, üzerinizde herhangi bir şey olmadığını anladıklarında “bu temiz” derler ve size izin verirler. Buna bir nevi “akreditasyon/temizlenmiş” denilmektedir. “Akreditife/temiz değilseniz bir toplantıya, bir meclise giremezsiniz ve orada bulunamazsınız, hele hele bir işlem hiç yapamazsınız. “Mutahher”, kendi kendini temizleyen değil, başkası tarafından “tathir” edilmiş, temizlenmiş olan kimsedir. Yani yapılan bir işlem sonunda “ak pak” olmuştur. Hukukta buna “aklanmak”, suçtan/günahtan arınma deniyor. İster mecaz diyelim ister metafor diyelim; bu kimselerin topluluk tarafından seçilmiş, sonra da yemin etmiş kişiler olduğunu düşünüyorum. Onları topluluk tathir/temizlemiş etmiş oluyor. Bunlar artık güvenilir kimselerdir.
“Elmutahherun” marifedir/belirlidir. Bunlar bilinen kimselerdir. Kurallı erkek çoğuldur. Kendi tüzükleri ve başkanları olan organize bir topluluğu ifade eder.
Milletvekilleri önce toplumdan akreditasyon alırlar sonra da mecliste yemin ederler. Yemin etmeyenler yasama/kanun çıkarma eyleminde bulunamazlar. Anayasayı ve daha sonra yasaları çıkaracak komisyon üyeleri de işte bunlardır
تَنْزِيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ (80)
80- Alemlerin rabbinden bir tenzildir. / Bütün Toplulukların yetiştiricisinden bir göndermedir.
“min Rabbil âlemin” kasıt, meclisler olmalıdır. Anayasa başta olmak üzere bizim adımıza bizim için her şeyi onlar kararlaştırıyorlar. Bu yemin de onların bir tenzilidir/indirmesidir. Tef’il babından olduğuna göre bu tekrarlanan bir şeydir.
Ben daha önce “Allah” kelimesine önce “yaratıcı”nın kendisi sonra “topluluğun” kendisi sonra da tüm topluluğu temsil ve ilzam eden “meclisler” diyordum. “Rab” kelimesini ise “yerel yönetici”, “rabbül âlemîn” kelimesini de “yerel yönetimler” olarak kullanıyordum. Karagülle “rab” kelimesi “dayanışma ortaklıklarıdır” diyor. “Rabvet etme” yani yetiştirme işi, merkezi yönetimlerde değil, yerel yönetimlerde olur diyordum. Bu kabullerimi tekrar incelemem gerekiyor.
“rabbül Alemîn” mârifedir. Rab tekil, Alemîn ise kurallı erkek çoğuldur. Rast gele bir topluluk değildir. Bu çoğul, Karagülle’nin dediği gibi 4 çeşit dayanışma ortaklığına gidebilir.
Kuran’da yerel yönetimlerle ilgili olarak bir tabir mutlaka vardır. Bu, mârife bir ibare olmamalıdır. Zira yerel yönetimler hizmet birimleridir. Bucak, İl, devlet başkanları ve meclisler mârife gelmelidir. Bundan dolayı, Allah kelimesini bunlara izafe diyordum. Semt, ilçe ve bölge başkanları nekre ifadelerle gelmelidir. Rab kelimesini de bunun için yerel yönetimlerin başkanları olarak kabul ediyordum.
Tathir edilmenin, abdest ayetlerinde tarif edilen abdest alma ile hiçbir ilgisi yoktur. Mutahherun, kelimesi hem geçişli fiil/edilgen hem de meful makamındadır. Kendi kendisini tathir eden değil, başkası tarafında tathir olunanlar demektir. Bu ibare abdest/gusl ayetinde de geçer ve başkası tarafından tathir edilmek demektir. Sadece tathir edilmeyi değil, onların tahir olduklarının da onanmasını gerekli kılar. Bu onanma olmadan o grupta sayılan kişiler tahir/ak-pak sayılmazlar ve topluluğa giremezler. Bunu abdesti anlatan diğer yazılarımda anlatmaya çalışmıştım.
Son olarak şunu eklemeliyim. Müteşabihât’tan olan ayetlerin hepsi, her ilmi disiplinde, kendine göre terminolojik manalar alır ve öyle yorumlanır. Bu ayetlerin her birinin tüm disiplinlerde bir tezahürü olur ve bu mecaz değildir, hakiki/terminolojik/ıstılahî manadır. Yeni bin yılda/on bin yılda Kuranın yeni icazları bu usülle ortaya çıkacaktır.
Saygılarımla.
H. Kayahan
Not: Çeviriler, Akevler-İzmir mealinden alınmıştır.