بسم الله الرحمن الرحيم
افبالباطل يوئمنون و بنعمت الله هم يكفرون *
و يعبدون من دون الله ما لا يملك لهم رزقا من السموات و الارض شيئا و لا يستطيعون
NAHL SÛRESİ – 72 ve 73. ÂYETLER
KUR’AN MATEMATİĞİ 23 EYLÜL 2000
78. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
KUR’AN’DA MUCİZE
KUR’AN
Kur’an’ın bir âyetini yorumlamaya başlarken onun Kur’an’daki yerini belirlememiz gerekir. Cümle söylendiği yere göre mânâ taşır. Kur’an
1 Sûre Fatiha
112 Sûre Büyük Kur’an’ı oluşturur.
64 Sûre Dâvet (Anlatma)
32 Sûre İnzar ( Tebşir ve inzar)
16 Sûre İslâm (Uzlaşma) sûrelerinden oluşur.
Bu hafta ele aldığımız âyetimiz dâvet sûreleri içindedir. Dâvet Sûreleri
7 Sûre Ahkâm
16 Sûre Sebat
31 Sûre Tebliğ
10 Sûre Dâvetin Özeti sûrelerindendir.
Âyetimiz Sebat Sûreleri içinde yer alır. Sebat Sûrelerinden
3 Sûre (Yunus, Hûd, Yusuf) Kavmî Resuller.
3 Sûre (Ra’d, İbrahim, Hicr) Beşerî Resuller.
3 Sûre (Nahl, İsrâ, Kehf) Mucize Sûreleri
3 Sûre ( Meryem, Tâhâ, Enbiya) Büyük Dinlerin Resullerini anlatır.
Sûremiz 16 ıncı Nahl Sûresidir . Mucize Sûreleri içindedir.
1 Müsbet İlim Mucizesi
2 Sosyal Mucize
3 Tarihi Mucize
Âyetimiz Müsbet İlim Mucizesi Sûreleri içindedir.
Biyolojik Mucize
Teshir Mucizesi
Âhiret Mucizesi
Küfür Mucizesi
Risâlet Mucizesi
Düzen Mucizesi
İrade Mucizesi
Ecel Mucizesi
İçgüdü Mucizesi
Sosyal Düzen Mucizesi
Dayanışma Mucizesi
Sosyal Yapı Mucizesi
Amel-i Sâlih Mucizesi
Evrim Mucizesi
Tabii Cezalar Mucizesi
16- İbrahimî Din Mucizesi
Âyetimiz Sosyal Düzen Mucizeleri içinde yer alır. Bu ayırım
Ekonomik Düzen
Sosyal Düzen
Düzenden Sapma
Düzeni Beğenmeme
Ekonomik Hizmet
Sosyal Hizmet konulu âyetlerini içerir.
Âyetimiz Düzenden Sapma konusunu içermektedir.
Böylece Kur’an’ı gözönüne getiriyorsunuz. Uzaktan hedefinize bakıyorsunuz. Şimdi dürbününüzü alarak hedefi yakından inceliyorsunuz. Bunun için önce söz ve sesleri tasnif etmeniz gerekmektedir.
Sosyal düzen sosyal gruplarla oluşmuştur. İlmî, Dinî, Meslekî ve Siyasî Sosyal Gruplar hayırda yarışarak kendilerine tevdi edilmiş hizmetleri yaparlar. İlmî sosyal gruplar yasmayı, meslekî sosyal gruplar yürütmeyi, siyasî sosyal gruplar yönetmeyi (yargıyı), dinî sosyal gruplar tebliğ ve uyarı hizmetlerini yaparlar. Bunların bu düzenleri sürdürmelerini engelleyen ve düzeni bozan müfsitler fâcirler vardır. Bunlar sayesinde hayırda yarışan sosyal gruplar hizmetlerini gevşemeden ve bozulmadan sürdürürler. Eğer bunlar olmazsa sosyal grupları uyaracak ve onları dikkatli kılacak güç olmayacaktır. Düzen bozulacaktır. İşte düzenden sapmanın varlığı bir ilâhi mucizedir. Bu âyet buna işaret ediyor.
Va Va Va
Min Min LaHuM
Ma La La
YaGBuDuNa YaMLiKu YaSTaTıGu
Rızk EsSaMAVAt AlLAH
Şay’ e>LEarW DUvN
(3+3+3)+3+(2+2+2) = 18 buna “LaHum”daki “Hum”u ayrı sayıp eklersek 19 kelime eder.
Şimdi harfleri sayalım:
V YGBDUN MN DUN LL A H MA LA YMLK LHM RZQn
MN s SMAVAT V LLERW ŞYEn V LA YSTOIGUN
Nahl Sûresi - Âyet 72
EE H H GG KQ Y Y YY IUUU 12+4
V V VV B n MM MM MM 12
ŞS s S TT O WZ DD AA AA AA 11+ 6
NN NN Nn LL LL LL LL RR 16
Sessiz harfler 51 kadardır. Bu 17’nin katıdır. 17 (1+16) Hidrojen Atomunun çekirdeğini oluşturur. Sesli harfler 10 kadardır. Bütün harflerin eşleri vardır. Yalnız O harfinin eşi yoktur. Bunu da bundan önceki âyette arayabiliriz. Orada Z Z Z D TT t S OOO Orada da O tektir. Bu iki âyet sıkı bir şekilde birbirine bağlıdır. Onun için aralarında “La” işareti vardır. Düzenden sapma oradan başlar. Sapma da düzenin bir parçasıdır. Genel düzen düzenden sapmalarla birlikte oluşur.
Allah kainatı var ederken iki takım oluşturdu. Takımın biri düzeni yaşatmak ve korumak için çalışır. Takımın diğeri düzeni yıkmak ve bozmak için çalışır. Böylece oyun oynanmış ve seyirciler dinlendirilmiş olur. Ne var ki buradaki seyirciler aynı zamanda oyunculardır. İşte bu sebepledir ki düzene karşı gelenlerin bir kısmını sosyal düzen içinde zikretti. Ama takımların eşit şanslara sahip olmadığını belirtmek için de düzenden sapanların yarısını ikinci âyette zikretti. Çünkü düzeni bozmak isteyenlerin hizmetleri düzeni bozmak değil, daha iyi bir düzenin oluşmasını sağlamaktır. Esasen sayılan mucizeler içinde evrim mucizesi de sayılmıştır. İşte bu sebepledir ki bu âyetten bir harf alınarak önceki âyete verilmiştir.
Şimdi, kelimeleri tasnif edelim:
Toplam 18 kelime vardır. Bunun yarısı mebni, yarısı mu’rebdir.
Mebnilerin üçte biri atıf, üçte biri diğerleri, üçte biri de cer harfleridir.
Mu’reblerin üçte biri fiil, kalan üç çifti nekire, biri harf-i tarifle biri de izafetle ma’rifedir.
“Allah” ile “Dun” kelimesi eşleştirilmiştir. Allah var. Bir de onun dışındaki mahluk var. Düzene uyanlar ile düzenden sapanlar hep O’nun mahlukudur. Kainat içinde zıt kuvvetler vardır. Bunlar çekişme içindedir. İnananlar ile inanmayanlar da zıt kuvvetlerdir. Ne var ki bu kuvvetlerin sahibi bir kimsedir. O’nun isteyerek ve bilerek var ettikleridir. Kendi iradesi dışında bir şey yoktur.
“MA” mebnidir. “Ve” isimdir. “Va La” da bir harf sayılabilir. O zaman 10+6 oluyor.
Sonra “Gökler” ile “Yer” eşleştirilmiştir. Yer göklerin içindedir. Ancak biz yer ve çevresinden yararlanabiliriz. Mülk eşyadır. Biz mülkten yararlanırız. Böylece ekonominin iki temel işlemi burada anlatılmış olmaktadır; biri “imar”dır, diğeri de “imalât”tır. Bizim görevimiz insanın nüfusunu artırmak ve vasfını yüceltmektir. Yeryüzünü imar ederek daha çok insanın yaşayacağı bir kainatı gelecek nesle bırakmaktır. İşte bu sebeple göklerle yeri birbirine, eşya ile rızkı birbirine bıraktı.
Bu söylenenler sadece bizim yorumumuz değildir. Müsbet ilim de bu gerçekleri ortaya koymuştur. O fiillerden “İbadet” kelimesi ile “Mülk” ve “İstitaa”yı karşı karşıya getirmiştir. İnsan ibadet eder ve karşılığını ister. Fatiha’da “Sana ibadet eder ve Sen’den istiane ederiz” deniyor. İşte burada o “istiane” kelimesi açıklanmıştır. O da “sermaye” ve “emek” olarak belirlenmiştir. “Mülk” “sermaye”yi, “istitaa” “emek”i ifade eder.
Âyeti böylece genel olarak tanıdıktan sonra kelime kelime tahliline geçilebilir.
Şimdi gerisin geriye giderek ana konular içinde nasıl yer aldığına bakalım.
Bundan dolayı tek parti meclisleri tarih olmaktadır. “Muhalefet” diye bir parti oluşturulmuştur. Bu yanlıştır. Mecliste “sosyal gruplar” olacak, “çok partiler” olacak ve bunlar ortaklaşa iktidarı kullanacaklar. Ama bu düzeni bozacak muhalefet dışarıda olacak. Kişiler seçilecek. Meclisin çalışmasını dışarıdaki basın ve diğer şer güçleri engellemeye çalışacaklar. Ama Meclis güçlü olacak ve hakimiyetini sürdürecek. Hakimiyetini kaybedince de tasfiye edilmelidir. Yoksa ülkeyi beceriksizler yönetir.
“Sosyal mucize” deyince, mesela insanın ruhi yapısı öyle yaratılmıştır ki sonunda “sosyal düzen” kuruluyor. İnsanın şiddetli cinsi arzu duyması ve erkeğin eşini kıskanması evliliğe zorlamaktadır. Kadının ruhi ve bedeni yapısı işbölümünü zorunlu kılmaktadır. Böylece aile doğmaktadır. Şer kuvvetlerin varlığı sebebiyle insanlar birleşmek zorunda olmaktadır. Ocaklar, bucaklar, iller ve ülkeler kurulmaktadır. İnsanlık tek çatı altında toplanmaya başlamıştır. İşte bütün bunlar “sosyal mucize”dir. Kendiliğinden olacak şeyler değildir. “Mucize” demek, kainatın bir yaratıcı tarafından yaratıldığını gösteren oluşlardır. Kur’an’ın Allah sözü olduğunu gösteren deliller “Kur’an mucizesi”dir.
Âyetimiz “Sebat Sûreleri” içindedir. Bu sûrelerde eski peygamberlerin hikâyeleri anlatılır, sonunda onların muzaffer olduğunu gösterir. Sebat etmemizi emreder. Bu âyet de bize karşı tarafın güçsüz olduğunu anlatarak işimizde sebat etmemizi ifade eder.
Âyet “Dâvet Sûreleri” içinde yer alır. Tarihte risâlet Hz. Adem ile başlamıştır. Hz. Nuh ile devam etmiştir. Her topluluğa değişik zamanlarda peygamberler gelmiştir. İlk defa Hz. İbrahim insanlığa hitap ederek “ilmî düşünüş”e çağırmıştır. Arkasından Hz. Musa insanlığa “şeriat düzeni”ni öğretmiştir. Hz. Davut insanlığa “ekonomi düzeni”ni öğretmiştir. Hz. İsa “lâik düzen” içinde dini hayatı öğretmiştir. Hz. Muhammed “Kur’an ile” bu ayrı ayrı uygulamaları birleştirmiştir. “Çoklu düzen”i kurmuştur.
Medeniyetler doğup büyür gelişir ve yaşlanarak tarih olur. Bunların ortalama ömürleri bin yıldır. Kur’an bin yılda bir dâvetini yeniler. Kur’an adeta sadece “dâvet kitabı”dır. Onun için büyük bölümünü dâvete ayırmıştır. Bu âyette sapanlardan bahsederek onların kendilerine ne mâlî ne de bedenî güç veremeyecek kimselere hizmet ettiklerini belirterek insanlığı Âlemlerin Rabbi’ne hizmet etmelerine çağırmaktadır.
Bu âyet Kur’an’ın bir parçasıdır. Bütün Kur’an bu âyetin yorumudur. Bu âyet de Kur’an’ın bütün âyetlerini yorumlar. Âyetin amacı insanları şirkten uzak tutmaktır. Bundan önceki âyet de küfürden uzak tutmak istemiştir. Küfür, gerçekleri tahrip edip gerçek mâbud olan Allah’ın emirlerine itaat etmemektir. Şirk ise gerçek mâbud dışındaki varlıklara ibadet etmektir. Burada şirk kelimesi geçmiyor. Tanımı yapılıyor.
TEFSİR
و Va : Atıf harfidir. Bundan önceki âyette bulunan “Yekfurûne”ye veya “Yu’minûne”ye atıf yapmaktadırlar. Bâtıla iman ediyorlar ve Allah’tan başkasına ibadet ediyorlar İman ile ibadet karşılaştırılıyor. İman, birine dayanarak kendini güven altına almaktır. Bâtıla iman, hak olmayana imandır. Ölü bir kimseye güvenmektir. Onun kurtaracağını sanmaktır. İbadet ise birinin güvenini kazanmak için ona hizmettir. Allah’ın koyduğu “sosyal düzen”e karşı çıkarak, O’nun şeriatını beğenmeyerek, kendilerinin bâtıl şeriat koymaları ve ona göre sosyal yapıları düzenlemelerini anlatıyor. “Onlar küfrediyor ve Allah’tan başkasına ibadet ediyorlar” şeklinde de anlaşılabilir. Birisi bir iyilik yaparsa ona kul köle olurlar. Ama her türlü nimeti veren Allah’a karşı nankördürler ve Allah’tan başkasına ibadet ediyorlar.
عبد “GBD” “XMD” köküne akrabadır. “XMD” Bey çadırlarının, köşklerin, sarayların cümle kapılarıdır. “GMD” buradaki direktir. “GBD” bu direğin yanında bekleyen kapıcıdır. “Abd” köle demektir. Kölenin işçiden farkı, köle tüm zamanını satmıştır. Başkasına iş yapamaz. İşçi bazı saatlerini satmıştır. Başka saatlerde diğerlerine de iş yapabilir. Bütün mesaiyi bir kimseye tahsis etmek ona ibadettir. Paradan başka bir değer tanımamak da şirktir.
Fiil-i muzari kullanılmıştır. Devamlılığını ifade eder. Kıyamete kadar putperestliğin devam edeceğini ifade eder. Çünkü putperestlik de sosyal düzenin bir parçasıdır. Müsbet ilimlerin bu kadar geliştiği ve her şeyin âşikar olarak bilindiği bir zamanda ölümlü insanın tanrı olamayacağı da âşikar olmuştur. Ama insanlara tapma hastalığı artmış, azalmamıştır. Kıyamete kadar şeytan var olacak, putperestlik de var olacaktır. Bizim görevimiz şeytana kızıp onu öldürmek değil, görevimiz şeytan tehlikesinden kendimizi korumaktır. Sağlığımıza dikkat etmektir. Karşı tarafa kızmak değil, kendini düzeltmek yolu tutulmalıdır. Kur’an Kursları kapanmışsa, İmam Hatip Okulları dağılmışsa, başörtülüler okula alınmıyorsa, kamu hizmetinde görev verilmiyorsa; bizim bir eksiğimiz vardır demektir, onu bulup düzeltmeliyiz. Yoksa devleti bu işleri yapanlara teslim edip devlet düşmanlığı yapmak, “dünyayı şeytan yönetiyor” deyip dünyaya düşman olmaktır. Oysa kainatı Allah yönetiyor ve bizim görevimiz kainat içinde gereken yerimizi almaktır.
Çoğul sığası kullanılmıştır. Buradaki zamir “yu’minune bi’l-bâtılı”daki zamirdir. Muhatap bütün insanlar iken, sonra hitaptan gaybe geçmiş, böylece kâfirleri muhataplar dışına çıkarmıştır. Onlar bize hitapta dahildirler. Ama kendi başlarına muhatap değildirler. Bu sebeple sizi birlikte yarattı. İçinizden onlar küfrediyorlar. Kur’an mü’min olmayanlara doğrudan hitap etmez. Bu sebepledir ki Hıristiyanlar ve Yahudiler mü’minlerdir. Atıf küfre ise o zaman buradaki zamir “yekfurune”deki zamir gibidir.
من Min “DUN”den önce geldiğinde zarfı belirli hâle getirir. “Reeytuhu Yevme’l-Cumuati” dersem, “Cuma gününün tamamında veya belirsiz bir kısmında gördüm” anlamı çıkar. “Min Yevmi’l-Cumuati” derseniz, “Cumanın belli saatinde” anlamı çıkar. Burada Allah marifedir. O’nun dışındakiler nekire olursa “Duna” kullanılır. Marife olursa “Min DUN” kullanılır. Demek ki Allah’tan başka taptıkları kimseler bellidir. Her toplulukta değişiktir ama bir topluluk için bellidir.
دون DUN: “DANa”dan gelen kelimedir. Yakın yeri belirler. Ama başkalığı ifade eder. Bir şeyin yakını kendisi değildir. Bu kelimenin içine peygamberler de evliyalar da girer. Onlara ibadet edenler Allah’ın dışındakilere ibadet etmiş olurlar. Hz. İsa’ya veya Mustafa Kemal’e ibadet edenlerin kötülüğü İsa’ya veya Mustafa Kemal’e dokunmaz. Müslümanlar Hz. İsa’ya veya Mustafa Kemal’e karşı değiller, onlara tapılmasına karşıdırlar. Yoksa bir Müslüman Hz. İsa’nın peygamberliğini inkâr etse kâfir olur.
الله ALLAH: Âlemi var eden, bileni ve bilineni var eden, kendiliğinden var olan zamanın ve mekânın dışında irade sahibi muktedir olan kimsenin adıdır. Kâinat O’nun eseridir. Zıtlar âlemiyle düzen kurmuştur. Kâinat dört ilkeye dayanır: 1. İlişki İlkesi, 2. Denge İlkesi, 3. Basitlik İlkesi, 4. Evrim İlkesi. Denge İlkesi zıtlık ilkesini getirir. Evrim İlkesi yenileme ilkesini getirir. Bozulan veya yaşlanan ortadan kaldırılır, yerine daha iyisi ve ilerisi gelir. Canlılarda bu görevi mikroplar, insanlarda bu görevi kâfirler yüklenmişlerdir. Topluluk yaşlanınca veya bozulunca müfsidler ortaya çıkar ve onları ortadan kaldırırlar. Onların yerine yenileri gelir. Allah böyle düzen kurmuştur. Zıtlık bir kumaşın iki yüzüdür, zıtlık bir oyunun karşı takımlarıdır. Takımlardan biri daima kendini yenileyerek gelişir. Diğeri ise yenilemeyen takımı eler.
ما MA: İsm-i mevsuldür. Eşya için kullanılır. Akıllı da dahil olabilir. “Men” olamaz. Oysa “Hum”da kadınlar dahildir. “Hunne”de erkekler dahil değildir. Bu kadınların üstünlüğünü ifade eder. Fail belirsizdir. Fiil bellidir. Mülk ve istitaa fiilleri bellidir. Emek ve sermaye diye adlandırdığımız şeylerdir.
لا LA: Gelecekte nefy edatıdır. Yapamayacakları, güçlerinin yetmeyeceği anlamında kullanılmıştır. Fiil-i muzariye “Ma” gelirse hâli, “La” gelirse istikbali ifade eder. İbadet ediyorlar, belki geçmişte bir faydaları olmuştu. Hayatta iken onlara bir yardımda bulunmuş olabilirler. Ama bunlar hayatta iken Mustafa Kemal’e tapmıyorlardı. Öldükten sonra tapmaya başladılar. Oysa öldükten sonra onlara hiçbir yardımı veya zararı dokunamaz. Burada “Men” yerine “Ma” kelimesini kullanıyor. Mustafa Kemal’in ruhundan istimdat etseler, ruhun varlığını kabul etseler, yine bir mânâsı olacaktır. Oysa onun resminden, heykelinden, kabrinden istimdat ediyorlar. Bunu yalnız Türkiye’dekiler yapmadılar. Öldükten sonra hayat yoktur diyenler Lenin'i tanrı yapmadılar mı?
ملك MILK: Türkçedeki bilekten gelir. Güç demektir. Kişinin sahibi olduğu taşınmazlara “mülk” adı verilir. “Mâlik” demek, üzerinde dilediği tasarrufu yapan kimse demektir. İşgal menfaatini ihya ise mülkün kaynağıdır. O yaptıkları kimseler ne yerden ne de gökten her hangi bir rızıka sahip değildirler. Kendilerinin yok ki size versinler. Onların olsa Allah'ın mülkünden size vermeleri mümkündür. Çünkü gökte ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Gerçek budur. Müsbet ilmin verisi budur. Tapılanlar da O’nun mülkünün bir parçasıdır.
لهم LAHUM. “Li” temlik içindir. Yani onlara verebilecek hiçbir şeyleri yoktur. Mâlik olmak ancak insan için söylenir. Öyleyse “Men” içinde akıl sahipleri de vardır. “Hum” zamiri insanlardan inanmayanlara râcidir. Mealen geçmektedir.
رزقا RıZQan: Razakı, bir üzüm çeşididir. Üzüm suyu, insanın harcadığı ana maddedir. Diğer maddeleri buna çevirir. Rızk kelimesi bütün yiyeceklere, sonra diğer ihtiyaçlara da teşmil edilmiştir. Burada önemli bir şeye işaret edilmiştir. Bir yakıtın kullanılması için o yakıtı yakacak aygıta ihtiyaç vardır. Dut yaprağı yalnız ipek böceğine rızıktır. Bize rızık değildir. O ölü insanlar sağ olsalar ve onlara yiyeceklerini verseler bile midelerindeki mekanizmayı kurmaya kâdir midirler, yoksa Allah'ın kurduğu mekanizmadan yararlanarak besleyeceklerdir. İşte ilim bu iddiaların ne kadar saçma olduğunu göstermiştir. “Rızkan” kelimesi nekiredir. Herhangi bir rızka mâlik olamazlar. Şekeri üretseler bile yeterli değildir. Size bir ilaç verirler. Onun yan tesirini gidermek için ikinci ilaç verirler. Gıdalar da böyledir. Bütün gıdaları almak gerekir ki denge bozulmasın. Tüm canlılara birbirine gıda olarak dengeli beslenme sağlanmıştır. Allah'tan başkası onlara bunları nasıl sağlayacaktır?
من السموات SaMAVATtan: Sema, gök demektir. Bizim üstümüzdeki yüksekliktir. Gökten yağmur gelir. Gökten Güneş ışığı gelir. Yıldızlardan kısa dalgalı ışıklar gelir. Onlar bize rızk olur. Tapılan kimseler veya şeylerin bu göklerde herhangi bir ortaklığı var mıdır? O halde onlar bunlara nasıl rızık vereceklerdir?
و Va Arzı semaya eklemektedir. Rızk deyince önce arz sonra sema zikredilmeliydi ve Nun harfi tekrar edilmeliydi. Ancak sema ve arz bir bütündür. Birlikte rızk üretirler. Güneş’siz Yer, Yer’siz Güneş bir şeye yaramaz. Bu birliğe işaret için böyle kullandı. Arz semanın bir parçasıdır. Onun için sonraya bıraktı. Kur’an’da bu ifade kainat anlamında kullanılır.
الارض Eal Arz: Yer demektir. Gezegenler de birer “arz”dır. İki çeşit varlık vardır. Işık salan varlıklar, bunlar yıldızdır ve enerji kaynağıdır. Işığı soğuran (yutan) varlıklar vardır, bunlar da gezegenlerdir. Gezegenlerin Kur’an’daki adı “Necm”dir. Dr. MAURICE hata etmiştir.
شيئا ŞaYEaN: Rızkının bedelidir. Rızkının genişletilmesidir. Onların bir zerre kadar mülkiyetleri yoktur demektir. Onun için öldüler demektir. İşçi çalıştığı fabrikada ücreti istihkak eder. Ayrıldıktan sonra da ücretini ister. Ama fabrikada hiçbir ilişkisi kalmaz. Ölenler de bu dünyadan giderken borçlu veya alacaklı giderler ama onların artık burada bir şeyleri kalmaz. Kalan mallara varisler vekâleten değil asaleten mâlik olurlar.
و لا Va La: Va mülke istitaayı bağlamaktadır. Mülk, maddi imkanlardır. İstitaa ise bedeni imkanlardır. Üretim sermaye ile emeğin birleşmesinden doğar. Ölülerin sermayeleri yoktur. Bedenleri de yoktur. Üretime katkıları söz konusu değildir. Ölen insanın mirası taksim edildikten sonra kişiliği sona erer. Bu dünyada artık onun bir borç ve alacağı kalmaz. Bu hukuk kuralı hayat kuralları ile tamamen çakışmaktadır. La tekrar edilmiştir. Sermaye ayrı emek ayrıdır. Birbirinden ayrı hakka sahip olurlar. Kapitalistler emeği sermayeye eklerler, sosyalistler sermayeyi emeğe eklerler. Gerçekte ise sermaye ayrı emek ayrıdır. Sermaye kârı, emek ücreti istihkak eder. İşte buradaki “La”nın tekrarı “Adil Düzen”in tüm ilkelerini ortaya koyar.
طوع Tav’: Hurmayı devşirmedir. En kolay ve basit güçtür. Olmuş hurma tav’dır. Onu koparmak istitaadır. İstifala bâbı dönüşmeyi ifade eder. Böylece emeğin başka şeye dönüşmesini anlatmış oluyor. İnsan bir şey harcıyor. Oysa bina bir şey harcamıyor. Görünürde insan da harcamıyor gibidir ama insan binaya değil de motora benzer.
Mâlik olma ve istitaa karşılaştırılmıştır. Mâlik olsalar bile onu rızk yapamazlar anlamı da verilebilir.
Biz size burada Kur’an’ın bir âyetinin nasıl mânâlandırılacağına bir misâl vermiş oluyoruz. Siz bu usûlü benimseyerek düşünmeye başlayacaksınız. Bir âyeti seçerek değişik tefsirlere bakacaksınız. Türkçede yeteri kadar tefsir vardır. Sonra siz de düşünmeye başlayacak ve Kur’an size hitap edecektir. Benden Kur’an’ı baştan sonuna kadar tefsir etmemi söyleyenler oldu. Oysa ben size kendi tefsirimi değil sizin kendi tefsirinizi tavsiye ediyorum Kur’an ile meşgul olun. Arapça bilmeseniz de Allah size mânâlarını ilham edecektir.
MATEMATİK
Bir karenin alanı kenarın karesine eşittir. Eşit kenarlı dik üçgenin ise yarısıdır.
Sk = a*a Su = a*a/2
Eğer kenarın büyümesi kademeli ise en büyük sayı ile 1 eşleştirilir, yarısı alınır. Böyle n+1 terim elde edilir. Buna devam edilir. Bunların sayısı n kadardır. Sayı tekse orta terimin iki katı alınarak yarıya bölünür.
S = (n+1)/2 + ((n-1)+2)/2 +( (n-2)+3)/3 + (n-n+n+1)/2= n*(n+1)/2
n
Ss = { n*dn = n*n/2 dir
0
n+1/2
St = { n*dn = n*(n+1)/2 dir
0+1/2
Bunu St = (n+1/2)^-(1/2)^2 = (( n+1/2) +1/2 ) (n+1/2)-1/2))
Şeklinde de yazabiliriz. Burada iki kural ortaya çıkıyor.
Parçacıklar buçuklu yük taşırlar. .5, 1.5,2.5,3.5 .....
Parçacıklar çift hareket etmek zorundadırlar. Yoksa girdikleri yerde dengeyi bozarlar.
Şimdi bir sarkacı düşünelim.
Sarkacın başına sarılı parça kendi etrafında döner. Bir enerji parçacığını taşır.
Sarkaca sağa sola sallanır bir enerji parçacığını yüklenir.
Sarkaç ileri geri giderek sabit ip etrafında eliptik hareket yapar.
Sarkacın asıldığı ip lastik ise sarkaç kolu uzayıp kısalabilir bunda da enerji depo eder.
Bu şekilde sallanmaya bırakılan sarkaçlar sürtünme sonunda yavaşlayıp durur. Atom ise boşlukTadır. Sürtünme yoktur. Bunun yerine dışarıya mıknatıslı elektrik gönderir, enerji salar veya dışarıdan mıknatıs elektrik dalga parçacığını alır ve hızını artırır.
Demek ki eğer alan sayısalsa n yerine n = (n*(n+1))^.5 alınmalıdır.
Gerçekten dolanan elektronun taşıdığı enerjilerin sayılarında hep n (n+1) değerleri ile karşı karşıya kalırız. Yanİ kâinat parçacıklardan oluşur ve 0 enerji yoktur
Bunun uygulamasına geçelim:
En küçük negatif elektrik yüklü parçacığa “elektron” denir. Elektron kendi ekseni etrafında döner ve yarım hareket miktarlı bir hareket birimini taşır. Suyu oluşturan yanıcı temel parçacık ise müsbet değerlidir. Ve 1837 parçacıktan oluşur. (1+16)*6*6*3+1 = 1836 elektron onun etrafında döner. Bu dönüşte 1’er parça harekâtını artırır. Yani 1/2 , 1/2 +1 , 1/2 +2, 1/ 2 +3 yani 1 /2, 3/2, 5/2 ve 7/2 değerler alır. Aynı enerji değerini taşıyan elektronların kendi çevrelerinde dönerken hareket yönleri aynı yönde veya aksi yönde olabilir. O takdirde her yörüngede çift elektron olabilir demektir.
Şimdi
1
1 3
1 3 5
1 3 5 7
1 3 5 (7)
1 3 (5 7)
1 (3 5 7)
Burâda 7 sistem hâkim kılınmıştır. 7+3=10 ve 5*2=10 onlu sistemin temel sayılarıdır. Basitlik ve ikili sistem esas alınırsa 10’lu sistem oluşturulur. Onlu sistemin 7’li birleştirilmesi 100’e yakın bir çeşit üretir. Demek ki
Buçuklu tabiattan dolayı dizi 1,3,5,7 tarikli dört fülk vardır.
Çiftlik esasından dolayı her tarikte çift elektron (vıkr) olabilir.
Tarikler dolmadan üst tarike geçilemez. Bir felek dolmadan kendisinden üst tarikli feleke geçilemez. Her üst tabaka (sema) bir fazla feleki içerir. En çok 7 sema vardır. 5’inci semada 7 tarikli felek, 6’ıncı semada 5 tarikli felek, 7’inci semada 3, 5, 7 tarikli felekler dayanıksızdır. Buna göre 88 dayanıklı, (88+14=102), az dayanıklı ve (102+10=112), dayanıksız atomları verirler.
Hesaplar yapılırken l yerine (l*(l+1))^.5 konursa ölçüler tam tutar.
E = n*h*f yerine E = (n+1/2)*h*f alınmalıdır.
Şimdi bu buçuklu dağılımın yararlarını anlatalım:
0 enerjili bir parçacık yoktur. Mutlaka bir hareketi vardır. u*v=c*v denkleminde en küçük ve en büyük u bellidir. Sonsuz yoktur. Her şey miktar iledir. Yarım elektrik yükü de vardır. O sayede atomlardaki elektron ve pozitronlar birleşirler. Yarım yükler çekimi sağlarlar. Parçacık gidip geldikçe daima borçlu kalınır.
Atomlarda 7 semalı sistem buçuklu parçacık sayesinde oluşmuştur.
Buçukluluk oluşumun iradi olduğunu gösterir. Zorunluk yoktur.
HAFTALIK YORUM
Muğla Üniversitesi Rektörü Ethem Ruhi Fığlalı üniversitenin açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in karşısında gerçekten kendi deyimiyle utanç verici bir konuşma yapmıştır. Ruhi Fığlalı İslâmiyet’teki Bölücü Tarikat ve Mezhepler Tarihi profesörüdür. Ne tefsir ne de fıkıh ilminden yeterli sahip değildir. Söylediği sözlerin ihtisası sebebiyle siyasi olması normaldir.
İDDİALARI:
1- Başörtüsü siyasi mesaj vermektedir. Dış merkezlerce hazırlanmış bölücülük aracıdır.
Sayın Fığlalı, siyaset bölücülük müdür? Siyasi partiler bölücü müdür? Öğrencilerin siyaset yapması yasak mıdır? Demek ki siz ileride siyasi partileri yasaklayacak ve tek parti dönemine geçecek bir özlem içinde faşizme hizmet ediyorsunuz. Evet, Türkiye’de hâlâ tek parti özleminde olan Halk Partili kalmamıştır; ama tek parti özleminde olan Erbakan gibi siyasiler ile Fığlalı gibi faşist profesörler vardır. Milleti tek tür kıyafetle donandırıp kışla hayatını yaşatmayı isteyen eskimiş kafalar şimdi Türkiye’de “Makbul Rektörler” oluyor.
2- Bir metre bez parçası ile sizleri bölüyorlar.
Bayrak da 1 metrelik bez parçasıdır. Ama Kıbrıs’ta o bir parça bez için bir Rum direkte kurşunladı. Bir metre bez parçası Türk Milletinin siyasi sembolü değil namus sembolüdür. İffet sembolüdür. Siz farkında değilsiniz! Bir metre bez parçasına saldırarak Türkün namus anlayışına saldırıyorsunuz. Bunun anlamı; size göre veya başkalarına göre öyle olmayabilir. Ama Türk halkı böyle biliyor. Bu anlayış hatalı olabilir. Ama halk öyle biliyor. Başını örten kız, “ben bakireyim” diyor. “Benimle bu şartlarla evlenebilirsiniz” diyor. Türkiye’de zorla baş açtırıldığı için baş açanların da kahir ekseriyeti bakiredir. Ama onlar bu bakireliğini bildirecek mesajdan mahrumdurlar. Madem ki baş örtüsü bir bez parçasından ibarettir; Be Akıllı Rektör! Sen o sözü bunda ısrar eden gerçekten dışarıdan tezgahlanmış başörtüsü yasağını koyanlara söylesene. Önemsiz yasak olmaz, serbest olur. Sayın Fığlalı! Bu kadar da hukuk bilmiyorsunuz! Ama hukuk dersini veriyorsunuz!..
3- Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında başörtüsü yasaktır.
Sayın Fığlalı! Siz hukuku bilmiyorsunuz ama biraz dikkat etseniz hemen öğrenebilirsiniz. Önce bir yasak ancak kamuya zarar veren konularda konabilir. Kanun çıksa bile anayasaya aykırı olacağı için iptal edilir. Yasak kanunla çıkarılır. Oysa kadınların başörtüsünü yasaklayan bir kanun yoktur. Tam aksine “devlet görevlilerinin kıyafeti halkın kıyafetidir” demek suretiyle kıyafet serbestliğini getirmiştir.
Başörtüsünü yasaklayan Bakanlar Kurulu Kararları bile yoktur. Sadece Bülent Ulusu’nun genelgesi vardır. Oysa Başbakanın böyle bir genelge yayınlama yetkisi yoktur.
Anayasa Mahkemesi’nin bununla ilgili bir kararı yoktur. Olsa bile Anayasa Mahkemesi Kararları sadece kanunu iptal edebilir. Kanun kayamaz. Ceza maddesini hiç koyamaz.
4- Başörtüsü yasağı şeriata da uygundur.
İslâmiyet’te resmi okullar yoktur. Serbest medreseler vardır. Herkese açık olan medreselerde ne okunacağı ve ne giyileceği hususu tamamae hocalara bırakılmıştır. İslâmiyet’te başı açmak haramdır ama yasak değildir. İster örter sevap işler, ister açar -cezasını insanlar değil- Allah isterse verir. İslâm devletinde devletin kişilerin baş örtülerine müdahale etme hakkı yoktur. Devlet dış güvenliği sağlar. İç güvenliği iller sağlar. Hukuk düzenini bucaklar kurar, yasakları onlar kendilerine koyar. Merkezin yerel yönetimlerin iç işlerine müdahale yetkisi yoktur. Dini bakımdan ise herkes kendi içtihadına göre hareket eder. Bir başkası başkasına herhangi bir baskı yapamaz. Şeriat faşizm yönetimi değildir.
5- Sayın Fığlalı’ya göre baş örtüsü siyasi istismar aracıdır.
Bir siyasi parti kendine göre haksızlığa uğrayan kimseleri savunur. Bunu rey almak için de yapmış olabilir. Bu savunulan kişilerin haklarını iptal etmez. Siyasi partiler bunu yapmakla görevlerini yapmış olurlar. Yapmıyor, suç işliyorlarsa onlar cezalandırılır; bakire kızlar değil.
6- Sayın Fığlalı başörtenlerin ülkeyi bölenlere âlet olduklarını söylüyor.
Ülke farklı kıyafetlerle bölünmez. Ülke farklı düşüncelerin baskıya alınmasıyla bölünür. Hiçbir baskı rejimi ülkesini bölünmekten koruyamamıştır. Hiç sebep yokken başörtüsü sorununu sürdürmek kelimenin tam anlamıyla bölücülerin âleti olmak demektir. Türk Milleti Müslümandır, Müslüman kalacaktır ve dinin kendisine emrettiği iffet belgesini er geç başına serbestçe geçirecektir. Korkarım ki siz Türkiye’yi bu gidişle İran’ın şeriata aykırı baskıcı rejimine götüreceksiniz. Afganistan’daki Talibanlar sayenizde Türkiye’de at oynatmağa başlayabilirler. Bunu da yine Batı finanse eder. Şimdi siz onların gelmesi için faaliyettesiniz. Ama milletim bilinçlidir. Heyecanlanmadan sabırla yoluna devam ediyor. Seslere kulak vermeden yürüyor ve yürüyecek. Bölücüleri ve baskıcıları er veya geç ülke içinde fitne çıkarmadan bertaraf edecektir.
Ben bu tavsiye ve görüşlerimi benim tanıdığım kıymetli profesör Ethem Ruhi Fığlalı’ya vermiyorum. Rektör olma hevesiyle değişen ve orada kalabilmek için takiyye yapan Ethrm Ruhi Fığlalı görüntüsüne veriyorum.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL
HAFTANIN SÖZLERİ:
BİR DÜŞÜNÜR DİYOR Kİ:
“Büyük hedefler birlikte başarılabileceğine göre, kim neyiyle öne çıkabilir?
Bunu anlamak VAKİT, NAKİT ve GÖNÜLDEN BİR AKİT ister.”
BU HAFTANIN SON SÖZÜ:
“BU HAFTA ADİL DÜZEN İÇİN NE YAPTIN?”