Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 655
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -101-102.AYETLER
24.03.2012
2106 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 63

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَسْأَلُوا عَنْ أَشْيَاءَ إِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ وَإِنْ تَسْأَلُوا عَنْهَا حِينَ يُنَزَّلُ الْقُرْآنُ تُبْدَ لَكُمْ عَفَا اللَّهُ عَنْهَا وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ(101)  قَدْ سَأَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ أَصْبَحُوا بِهَا كَافِرِينَ(102)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا  

(YAv EyYu Ha elLaÜIyNa EaMaNUv)

“Ey İman etmiş olanlar.”

Bundan önce “Ey iman edenler” demiş, sûrenin başındaki avcılığa dönmüştü. Sonunda tayyibat ile habisatın aynı olmadığı, bunun içtihat ve icmalarla belirleneceğini anlatmıştı. Onlar bucaklara hitap idi. Bucak kurucuları habisat ve tayyibatı tesbit edecek her bucak kendi haram ve helallerini ortaya koyacaktır. Mekke başta olmak üzere tüm bucaklar, bucak yönetimi ve meclis muhatap alınmıştı.

Şimdi de Kur’an nâzil olduğu zamanki mü’minler muhatap alınmaktadır. Bu hitaplar farklı olduğu için “Ey iman edenler” ifadesi tekrar edilmiştir.

Bu âyetten açıkça anlıyoruz ki;

“Ey nebi” dediği zaman Hazreti Peygamberden sonra gelecek ilmî dayanışma sorumlusu rasih kastedildiği gibi Hazreti Muhammed de kastedilmektedir.

“Allah” dendiği zaman âlemlerin rabbi anlaşılacağı gibi O’nun halifesi olan topluluk da anlaşılmaktadır.

Ey iman etmiş olanlar” dendiği zaman; cuma namazı kılan bucak topluluğu anlaşıldığı gibi ilk Medine bucağını kuran muhacir ve ensar ümmeti de anlaşılacaktır.

Kur’an nasıl İsrail oğullarını, Nuh kavmini, Hud kavmini anlatıyorsa; onun gibi Kur’an’ın kendilerine nâzil olduğu Mekke ve Medine halkını, o asrın Araplarını anlatmaktadır. Ne var ki bunlar kavim olarak değil de bir ümmet olarak, mü’minler ümmeti olarak anlatılmaktadır.

Biz Kur’an’ı okuduğumuz zaman diğer kavimlerin hikâyelerini öğrendiğimiz gibi Asr-ı Saadeti de öğrenmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerekir. Başka bir yönüyle bakarsak, nasıl İsrail oğulları Hz. Yusuf’un (Hz. Yakup’un) çocuklarının devamı iseler, biz de bunların devamıyız. Bundan önce örnek olarak Mekke’yi anlattı. O bucağın hükümlerini ortaya koydu ve tüm bucaklara örnek yaptı. Şimdi de Medine Devleti’ni kuranları tüm gelecekte bucak kuranlara örnek olarak anlatmaktadır.

Bunu nerden anlıyoruz?

Ey iman edenler” hitabının tekrar edilmesinden anlıyoruz.

Bu ilk kurulan Kur’an bucağıdır.

Örnek bucaktır.

Kur’an’ı insanlara ulaştırma gibi ulvi bir görev bunlara verilmiştir.

Kur’an bunların Arapçası ile nâzil olmuştur.

Hazreti Muhammed bunlar arasından çıkmıştır. Bunların devlet olarak dönemi kırk sene sürmüştür. Dört halife dönemidir. Yahut elli sene sürmüştür. Gerçi nübüvvet hicretten 13 sene önce başlamıştı. Ne var ki fetret devri gelmiş, bir topluluk oluşmadan kalmıştı. Cemaatleşme hicretten bir sene önce başlamıştı. Böyle alırsak 10 sene Mekke, 10 sene Medine, 30 sene sahabeler dönemi olmak üzere 50 senelik yani yarım asırlık dönemdir.

Bu dönemin en önemli hususiyeti; bu dönemde icma hâline gelenler, şartları ihtiva etmesi hâlinde Kur’an hükmündedir. Şartları da şöyle sıralayabiliriz:

1- Bunların kavlî veya fiilî icmaları olacaktır. Sükutî icmaları delil olsa bile onlara muhalefet Kur’an’a muhalefet değildir. Öğle namazının dört rekât olduğu bunların icmaı ile sabittir. Ehli Sünnete göre buna muhalefet Kur’an’a muhalefettir. Hazreti Ömer’in uygulaması sonucu olan, mesela vakıf araziler hakkındaki hükmü sükutî icma ile sabittir, kimse itiraz etmemiştir. Buna uyma zorunluluğu yoktur.

2- Sahabelerin bu icmaları Kur’an’ı yorumlama mahiyetinde olmalıdır, uygulama mahiyetinde olmalıdır. Marifeli olarak zekât verin denmiştir. Bu marifelik sebebiyle zekâtı biz ancak onların tarifi ile öğrenebiliriz. O sebepledir ki Kur’an’ın bir uygulamasıdır. Beşte bir hükmünün toprağa ve kırkta bir hükmünün ticaret mallarına uygulanmasıdır. Yarılama sistemine göre yorumlanmasıdır. Bu sebeple biz bunları değiştirerek keyfi vergi uygulamaya başlarsak, o zaman Kur’an’ı kabul etmemiş oluruz. Dört halifeden hiçbirisi zekâttan başka vergi almadı. Zekât vererek veya pay alarak bütün sahabeler iştirak etti. O halde fiili icma vardır. Bu Kur’an’ın marifeli zekâtını tanımlayan bir icmadır. Kur’an hükmündedir. Metluv olmayan Kur’an’dır.

3- Bu elli sene içinde icma etmeleri yeterlidir. Daha önce Kudüs tarafına namaz kılmaları kıblenin Mekke olacağı hususundaki icmayı değiştirmez. Hem de bu Hazreti Ali’nin şehit edilmesinden önce olmalıdır. Hazreti Ali’den sonra da sahabeler yaşadılar. Onların olduğu zamanda da icmalar oldu. Biz o icmaları Asr-ı Saadet icması kabul etmiyoruz. Çünkü onlarda sahabe nesli yok. O ilk iman edenler içinde değildirler.

4- İcmanın âyet gibi olması için mutlaka ondan sonraki nesiller tarafından o hususta icma olduğunda icma olması gerekir. İkinci asırda, bu da Emeviler’in iktidar zamanıdır. Üçüncü asır ise Abbasilerin iktidarı zamanıdır. O zaman yazılmış eserlerde icma olduğunda icma olmalıdır. Biz bu dönemi bir asır olarak değil, bin yıl olarak anlıyoruz. Bir de şimdi biz bugün araştıracağız, o kaynakları inceleyeceğiz, asırlara gideceğiz ve oradaki delillerle Asr-ı Saadet’te icma olduğunda icma edeceğiz.

لَا تَسْأَلُوا

(LAv TaSEaLUv)  

“Sual etmeyin.”

“Bilmiyorsanız sorun” emri ile buradaki “sormayın” nehyi arasında tam bir nefy var; sorun-sormayın. “Bilmediklerinizi sorun” dendiğine göre bilinmeyenler dışındakileri sormayın anlamı mefhumu muhalefetle çıkar. Ne var ki şart cümlesi sonradan getirilmiş olduğu için asıl olanın yani bilinenin sorulmaması gerekir. Yani bu ifade de mefhumu muhalefet mentukdur. Burada özel olarak eşyadan sorulmaması o âyetle ifade edilen biliyorsanız sormayın, bu âyette ise istisna getirilmiş, sadece Kur’an nâzil olduğu zaman sormayın denmiş, daha sonra sorabilirsiniz anlamı çıkar.

O halde “bilmiyorsanız sorun” emri sahabelere değil de sonraki nesillere ait olmuş olur.

Bu emir ve nehyi şöyle birleştiriyoruz: Bilmiyorsanız sorun ama bu sorma işini ileri götürerek soracağım diye emirleri yapmayı ertelemeyin demektir.

Usulcüler bu hususu şu şekilde tasnif etmişlerdir.

Önceden bir şey icma ile biliniyorsa ve siz de ehli zikr iseniz, bu hususta soramazsınız. Kitaplara bakar, içtihadınızı yapar ve fetvanızı verirsiniz. O konuda bilinmesi mümkün değilse onu soramazsanız. İçtihat yapamadığınıza göre ona göre amel etmezsiniz. Bilinenlere muhkem ve müfesser denmekte, bilinmeyenlere de mücmel ve müteşabih denmektedir. Muhkem, bugün kesin olan, ileride değişmesi mümkün olmayan bilgidir. Suyun yoğunluğu 1’dir dediğimiz zaman bu kıyamete kadar değişmeyecektir. Bu muhkemdir. Ayda hayat yoktur dediğimiz zaman, bu şimdi doğrudur ama bin sene sonra doğru olmayabilir.

İkinci grup ise nass grubu sizin emin olarak bildiğiniz bir şeyi ne olur ne olmaz diye sormanızdır. Amel edeceksiniz, erteleyemezsiniz. Sizce bilgisi emin olmasa da yapılması gerekenleri vakti gelince yapacaksınız, sormayacaksınız. Bilemedim, erteledim mazereti kabul edilmez. Gecikmeden dolayı sorumlu olursunuz. Hatadan dolayı sorumlu olmazsınız.

Genellikle hata burada yapılır. Hata yapmayayım diye bilhassa devlet memurları, mahkemeler ipe un sererler, kırk sene sonra karar verirler. İşte bu şiddetle yasaklanmıştır. Bu “sormayın” nehyi içine girer.

Sormanın yasak olduğu başka bir yer daha vardır. Çarpmayı biliyorsunuz. 315 kilo patates aldınız, 24 kuruştan kaç lira ödemeniz gerektiğini çarpma ile bilebilirsiniz. Ama çarpma yapmıyorsunuz da ‘hele bir dur muhasibe sorayım’ deyip ödemeyi geciktiriyorsunuz. Bu sorma da yasaklanmıştır. Usulcüler bunlara, nass, zahir, hafi ve müşkül diyorlar. Nass emin olduğun bilgidir, zahir tahmini bilgidir, hafi bilebileceğin bilgisizliktir. Müşkül ise bilip bilemeyeceğin belirsiz bilmediklerindir. Burada istersen içtihat yapar uygularsın, istersen beklersin. Böylece sorulacak yer çok aza indirilmiş oluyor. Yani bilmiyorsanız sorun âyeti ile eşyadan sormayın âyeti arasındaki sınır “sormayın”da genişletilmiştir. Sormayacaksın, içtihadınla ne gerekiyorsa onu yapacaksın. Bu da çok önemli bir fıkıh kuralıdır.

Kişi sormadı, içtihat yaptı, içtihadında hata yaptı. Sorumlu olmaz.

O halde içtihadının ne olduğunu nasıl bileceğiz?

İşte bu sebeple diyoruz ki herkes içtihatlarını yazmakla ve tescil etmekle yükümlüdür. Ondan sonra da o içtihatları ile hareket edecektir. İçtihadını değiştirebilir ama içtihadını değiştirdiğini de yazılı hâle getirecektir. Bugünkü ifade ile resmi gazetede yayınlamalıdır.

İçtihadını değiştirmiş ama henüz yayınlamamışsa onu uygulayamaz. İçtihadını değiştirmiyor, daha önce içtihat yapmadığı işte içtihat yaptıysa, onu yayınlamadan önce uygulayabilir ama en kısa zamanda yayınlamalıdır. Yargıya geldiği zaman sonra da olsa yayınlanmış olmalıdır. Böylece istediği gibi içtihadını değiştiremez, keyfi uygulama yapamaz.

عَنْ أَشْيَاءَ

(GaN EaŞYAEa)

“Eşyadan”

Eşyadan sormayın. Şeylerden sormayın.

“Seele” fiili müteaddi fiildir. Mef’ulü sorulandır. “Ahmet’e gelip gelmeyeceğini sordu, Ahmet’ten borcu istedi” deriz. Arapçada istemek ve sormak aynı kökle ifade edilir. Sail hem sorandır hem de dilencidir. Saili nehr etmek aynı zamanda sual soranı azarlama, onu ta’yib etme demektir. Soru sorulana kendine sorulmasını yasaklama denilmektedir. Aksine soruyu değerlendir demektir.

“La teselu” soru sorana sorma demektir. Arapçada sorulan nesne “An” ile getirilir. Burada “An” ile getirilmiştir.

Ruhu’l-Kur’an’a bakıp “seele”nin nasıl geldiğini görelim. “Seele Eşyae” derse ondan eşyayı istemiş olur. “Seele An Eşyae” derse ona eşyadan sormuş olur. “Seele Bi eşyae” dendiğinde ise bilgi almak için sormuş oluyor. “An” ile olur, icab için sormuş olur yani eşyanın hükmünden sormuş olur. Şöyle mi yapalım böyle yapalım diye sormuş olur. “Min” teb’iz için gelir.

Burada üzerinde duracağımız “Eşya” kelimesidir. “Şey” kelimesi düşünülmüş, tasarlanmış anlamındadır. Buna göre resimde görünen de şeydir. Çünkü sen tasarladın da onu yaptın. Planlamada yer alan bütün değerler dışarıda karşılığı olmasa da o “şey”dir. Daha olmamış ama olabilecek olan birer şeydir. Allah’ın indinde “şey” O’nun murad ettiği yani arşı kaplayan levhi mahfuz, değişmeyen her varlık bir şeydir.

Eşya” bunların çoğuludur. Nekre gelmiştir. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. Esreli gelmemiştir.

Bu vezinde cem olanlar yalnız sıfat oldukları zaman gayri munsarif olur. Cem ve vasıf birleşmiş olur. Oysa şey sıfat değildir. Var olan varlıktır. O takdirde bunun munsarif olması gerekir.

Eşya” kelimesi Kur’an’da iki defa geçmektedir. Birinde mef’ul olduğu için üstünlüdür. “Hum”a izafe edildiği için de tenvinsizdir diyebiliriz. Orada munsarif olup olmadığını bilemeyiz. Burada munsarif olarak getirilmiştir.

Kur’an birçok yerde böyle ilk başta gramer hatası yapar gibi görünür. Eşyanın ismin çoğulu olduğu dolayısıyla munsarif olması gerektiği halde bilemediği için gramer hatası yapmış gibi gelebilir. Böyle pek çok yerde rastlanmış, hattâ muteber tefsirciler bile Kur’an nâzil olduğu zaman bu kurallar yoktu, dolayısıyla o şekilde gelmiş olabilir demektedirler. Hatayı Kur’an’da aramayız, hatayı kuralda arayabiliriz. Çünkü Kur’an okunduğu zaman hiçbir Arabın beyninde hata işareti vermedi.

Biz bu şekilde yorumlamıyoruz; ne Kur’an’da gramer hatası var ne de bu kural hatasızdır. Burada çok derin bir felsefe saklıdır; bu da “şey”in ne olduğu meselesidir. Ta Yunanistan döneminden beri tartışma vardır; varlık nedir? Kant ve diğer filozoflar da felsefelerini bu tartışmaya dayamışlardır. Kâinat cüz’ün la yetecezzalardan yani parçacıklardan oluşur. Eşya bu parçacıkların bir araya gelmesi ile oluşur. Şey parçacıkların kendileri değil onların dizilişidir. Yani parçacıkların kendileri değil de vasıflarıdır. Tuğlalarla evi ördüğünüz zaman ev şey olur. Ama tuğlanın oda olması cevher değil vasıftır. Çünkü tuğlalar değişmemiştir. Cevher aynı kamıştır. Oda olan varlık değil sıfattır.

Filozoflar bu sorunu bir türlü çözmemiştir. Ankara Anadolu’nun bir cüzüdür. Dolayısıyla Anadolu’nun cüzüdür ayrı varlık değildir. Bizim burnumuz da öyledir. Çıkıntı olduğu için burun demişiz. Orada yapılar yığıldığı için Ankara demişiz. O halde Ankara ayrı bir varlık değildir, vasfıdır. Bu kavram sanki renk anlamındadır, şey de bunun gibi renk gibidir. O halde bir şeyi meşiet etmek demek onu oluşturan parçaların istendiği şekilde dizilmelerini istemek demektir. Eşyanın gayri munsarif olduğu işte bu gerçeği ifade etmektedir.

Kur’an’ın bu kelimesinin manâsını kavramak için Eflatun’un idelerini, Aristo’nun suret ve heyulasını, Kant’ın varlık felsefesini ve İslâm âleminin cüz’ün layetecezza teorilerini bilmek gerekir. Şimdi siz onları okurken çok daha zevk alacak, nerelerde hata ettiklerini daha iyi kavrayacaksınız. Tefsircilerin o kadar bunun üzerinde durmaları, buna bir çözüm aramaları, onların da ne kadar muhakkik olduklarını göstermektedir.

Allah onlardan razı olsun.

Eşyadan sual etmeyin” diyerek işaretle yukarıda bilgileri bize vermekte ama ibare ile de çok fazla incelik titizlik gösterip vesvese içine düşmeyin anlamını da taşımaktadır. Lemem yani küçük sapmaları dikkate almaya çalışmak demektir. İnsanın ilmi eksiktir, azdır, nisbidir, izafidir, ihtimalidir, takribidir.

Yirminci yüzyılda bu fizikte ispatlanmıştır. Einstein genel ve özel izafiyet teorisi ile bunları anlatmıştır. Genel izafiyette hepimize görülen aynı hatalardır. Mesela trende yolculuk yapan insanlara dağların gerisin geriye yürüdüğü görülür. Biz de uzayda yürüdüğümüz için birçok hareketleri ona göre görürüz. Tersine yürüseydik olayları başka türlü görecektik. Bize gelenleri önümüze alır ona doğru yürürsek daha erken onları arkamıza almış oluruz. Geleceğimizdir. Arkamıza alırsak onlar bizi arkalarına alırlar. Özel izafiyet nazariyesi ise aynı şeye değişik yönden bakmamızla oluşur. Burada zamanla değişme yoktur. Mekânla değişme vardır. Ondan sonra Heizenberg kesin hata formülünü bulmuştur. İnsana yakından bakarsan inceliklerini görür ama simasını göremezsin, uzaktan bakarsan simasını görürsün ama incelikleri görmezsin. Plank ve Schrodinger elektronların atom etrafına dolaşmalarını bir ihtimaliyat bulutu ile açıklamışlardır. Düz yörünge yerine olasılık bulutu ile açıkladılar.  Bütün bunlar şeyin cevher değil de araz olduğunu gösterir. Diğer taraftan da bizim bilgimizin kesin olmadığını ifade eder.

إِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ

(EiN TüBDa LaKuM TaSUEKuM)

“Size ibda edilirse size su’ eder.”

Buradaki fiil su’dur. ‘Su'” kötülük anlamına gelir. Yani eğer eşya size ibda edilirse ibda edilen eşya size kötülük yapar. “Su'” kelimesi “Hasen” karşıtı olarak getirilmektedir. Hak ve bâtılın dört türü vardır. Hata ve sevap, nef’ ve zarar, adl ve zulm, bir de hüsn ve su’. Fıkıhçılar hüsn karşılığı olarak su' değil de kubh kullanmaktadırlar. Firavun halkının âhirette de makbuhlardan olacağını bildirmektedir, Su’ ise 167 defa geçmektedir. Kur’an Kur’an’ın mesani yani ikili olduğunu söylemektedir. O halde tek sayıda bir kök geçmelidir. Su' ise Kur’an’da 167 tek olarak geçtiğine göre ona tekli bir yakın anlamlı kelime bulmamız gerekir. Bu da “kubh”dur 168 eder; 7*3*2*2*2=168 eder.

Hüsn kelimesine bakalım. Hüsn kelimesi ise 194 defa geçmektedir. 2*97 eder. Çift olarak geçtiği için eş aramamıza gerek yoktur. Badiye açık olan gözün yaşadığı kadar görünen ibda etmek demek ortaya koymak demektir. Beyanda üstünü açıyorsun. İbdayı ise çırılçıplak yapıyorsun. Size ibda olunursa kim ibda edecek demiyor. Allah kelimesini ibdanın faili yapmamaktadır. Meçhul sigası ile kullanılmaktadır. “Leküm” size demektir. O siz Asr-ı Saadet halkıdır. Sahabelerin kendileridir. İslâmiyet’in başlangıcından elli sene geçmiştir. Peygamberin ölümünden 30 sene geçmiştir. Muhatap olan halk bu halktır.

Şimdi şunun tahliline geçmeliyiz. Neden onlar kötü olurdu. İşler günü geldikçe yapılacaktır. Bundan 1400 sene önce Kur’an uygulanamazdı. Mesela ne uygulanamazdı? Tüm insanlık tek ümmettir. Kur’an tüm insanlara rahmettir. O gün insanlık tek ümmet olamazdı. Ulaşımları yoktu, haberleşmeleri yoktu, ortak banknotları yoktu, fen ilimleri gelişmemişti, bilgisayarları yoktu. İşte Kur’an’da birçok âyet vardır ki ancak bugün uygulanabilir. O gün o âyetler anlaşılmıyordu. Eğer gerçek manâları açıklamış olsaydı o uygulayıştan vazgeçmekle kalmaz, İslamiyet’i terk ederlerdi.

Kur’an hükümlerinin uygulanabilmesi için:

a) Uçağın icat edilip bir günde dünyanın her yerine gidilmesi gerekmektedir. Öyle âyetler vardır ki onların uygulanması için ışınlanmaları gerekebilir. Şimdi biz onların hükümlerini sormayacağız.

b) Ulaşım için cep telefonunun icat edilmesi ve herkese ücretsiz verilip ücretsiz kullandırılması gerekmektedir. Demek ki bugün de Kuran’ı uygulayamayız. Bir gün gelecek ben Ahmet’e 1000 lira verdiğim zaman ben Ahmet’ten 1000 TL aldım diyecek, tuşa basacak; işte az olsun çok olsun yazılmış olacaktır. (İsveç geçen hafta banknotu kaldırdı)

c) Kur’an’ın tam uygulanabilmesi için gecenin yarısını uyanık geçirmeliyiz. Karanlıkta ne yapabiliriz ki. O halde elektrikli motor ve aydınlanmanın keşfedilmiş olması gerekir.

d) Nihayet bilgisayarların icat edilmiş olması gerekir. İşte onlar bugünkü teknoloji sayesinde yapılanları onlara emretse onlar yapamayacakları için Kur’an yapılamayan işleri emredecekti. Hiç yazmazsa o zaman da biz fetret devresinde olacaktık. Ne yazdı? Kur’an’da o hükümleri yazdı ama o günkü insanlar onları anlamadıkları için onlara farz olmazdı. Şimdi bunları anladığımız için bizi bağlamaktadır.

وَإِنْ تَسْأَلُوا عَنْهَا  

(Va EiN TaSEaLUv GaNHAv)

“Ve onlardan sual edecek olursanız.”

“Sual etmeyiniz” nehyinden sonra bu yasağın neden konduğunu açıklamaktadır. Bunun için “Ve” harfi ile atfetmektedir. Nehiy cümlesine şart cümlesi atfedilince o nehyin hikmetini açıklamış olur. “Ve”siz söylense cümle nehyin şartı olmuş olur. Bu şartla yapmayın anlamı çıkar.  Bu vava itiraz vavı diyebiliriz. Atıf değildir. İsti’naf değildir. Hikmetini açıklarken fiil cümlesini yapmaktadır. Fiile zamir gitmeyeceği için fiil tekrar edilmiştir. “” zamiri ile de eşyaya işaret edilmiştir.

Burada sorulması yasaklanan şey nedir?

Kur’an’da ne söylenmişse söylenmiştir, ne mücmel veya müteşabih bırakılmışsa bırakılmıştır. Resul ne uygulamakta ise uygulamaktadır. Siz de ne anlıyorsanız anlıyorsunuz, ona göre hareket edeceksiniz. Fazlasını sormayacaksanız.

Eğer fazlası açıklansaydı hükümler kendi zamanında somutlaşır, sonrada uygulanamazdı. Oysa Kur’an kıyamete kadar bütün topluluklara hitap edecektir. Onlara emredecektir. Onlara yol gösterecektir. Onların sorma imkânı yoktur. Resule de sorma imkânı yoktur. Size farklı muamele yapılırsa o zaman örnek topluluk olamaz. Oysa Hazreti Muhammed de bir insan muamelesini görmüştü. İnsan olarak ve yönetici olarak Hazreti Muhammed’in bizden hiçbir farkı yok, Asr-ı Saadet’in de bizim topluluktan hiç bir farkı yoktur.

Allah onlara ne yardım etmişse bize de etmektedir. Eğer bir savaşta yağmur yağdırarak onlara yardım etmişse, mutlaka bize de benzer yardımlar yapmaktadır. Her biriniz kendi hayatınızı düşünün, kendi topluluk hayatınızı düşünün, bu tür olaylarla karşılaşırsınız. Nasıl biz şimdi resule sualler soramıyorsak, onlar da sual soramıyordu. Bizim uygulama imkanımızla onların uygulama imkanı aynı idi.

حِينَ يُنَزَّلُ الْقُرْآنُ  

(XIyNa YuNazZaLu eLQuREANu)

“Kur’an nâzil olduğu hînde.”

“İz” geçmiş zamanı, “iza” gelecek zamanı içerir ve “iza” şartı da kapsar. “Hîn” ise bir zamanı ifade eder. Nâzil olma zamanı içinde sormazsınız.

Kur’an nâzil olurken Kur’an’ın manâsının sorulması yasaklanmıştır. Hazreti Peygambere de uygulama dışında açıklama yasaklanmıştır. Kur’an metin olarak inmiş, yorumu yapılmamış, uygulama örneği gösterilmiştir.

Kur’an Hazreti Muhammed zamanında neden uygulama dışında açıklanmamıştır?

Bunu anlayabilmemiz için şeriata göre yaşamanın nasıl mümkün olduğunu yeniden hatırlayalım. İki kişi veya daha fazla kişi oturup sözleşme yaparız. Sözleşme yaparken tartışırız. Rızamızla sözleşmeyi yaparız. Anlaşamadığımız hususlar sözleşmelere girmez. Sözleşmeye giren her şey artık bizi bağlar, sözleşmeye girmeyen hiçbir şey bizi bağlamaz.

Sözleşme yapıldıktan sonra hepimiz sözleşmelere uymakla yükümlüyüz. Ne var ki sözleşmeyi her birimiz kendimiz nasıl anlıyorsak öyle uygularız. Sözleşmenin yorumlanmasını kimseye bırakamayız. Artık sözleşmenin manâsı bu mudur, şu mudur diye taraflara sormayız. İşte sözleşmeyi birlikte yapmak gerekiyor ama sözleşmenin birlikte yorumlanması diye bir şey yoktur. Herkes sözleşmeyi kendisi yorumlayıp uygular. İşte buna “içtihat” diyoruz. Sözleşmedeki ittifak şartı bizi birbirimize bağlar. Sözleşmeyi herkesin kendisinin yorumlaması bizim özgürlüğümüzü ortaya koyar. Bunun bizim hayatımızdaki örnekleri şudur. Meclis kanun yapar. Hükümet onu uygular, kendisi yorumlar ve uygular. Kanunların yorumunu da isteyemez. Hattâ kanun teklifinde de bulunamaz. Bugünkü Türkiye’de hükümetlere kanun teklif yetkisi verilmiştir ve öncelikle o teklifler görüşülür!

Kur’an nâzil olduğu zaman” denmektedir.

Kur’an “kitap” değil de “Kur’an” kelimesini kullanmaktadır.

Kur’an” son ilâhi kitabın özel adıdır. Tevrat ve İncil nasıl o kitapların adı ise Kur’an da son kitabın adıdır. Diğer kitaplar mucize kitaplar değildir yani onların lafızlarında icaz yoktur. İcaz sadece son kitapta vardır. Daha önce peygamberler mucize gösterir öylece kitaplara inanılırdı. Kur’an ise kendisi mucizedir ve insanlar önce Kur’an’a inanırlar, sonra onun peygamberine inanırlar. Kur’an’ın mucizesi için insanlar, peygamberi hatırlamayı bile gerek görmezler. Onun Kur’an’ı öğreten peygamber olduğunu unuturlar. Kur’an’ın temel vasfından dolayı, lafzı mucize olduğu için özel adı “Kur’an” olmuştur.

Diğer kitaplarda hükümler ayrıntılıdır. Oysa Kur’an’da hükümler formüller hâlindedir. Siz onu içtihadınızla uygulayacaksınız. Bu sebepledir ki eski kitaplarda içtihat ve icma müesseseleri yoktur. Oysa son kitap içtihat ve icmasız uygulanmaz. Burada o sebeple “Kur’an nâzil olduğu zaman” diyerek Kur’an’ın resmî açıklamasının istenmemesini istemiştir. Bugün İncil’i açıklamak yalnız Papa’nın yetkisindedir. Oysa Kur’an’ı açıklamak ise herkesin yetkisindedir, Kur’an’ın resmî yorumcusu yoktur.

Kur’an bize sözleşmeyi nasıl yapacağımızı öğretmektedir. Oysa sûrenin başında olduğu gibi sözleşme yapıldıktan sonra artık Kur’an’a değil sözleşmeye uyulacaktır. Sözleşme serbestliğinin sağlanması için Kur’an’ın resmî yorumu yapılmamıştır. Şeyhülislamların fetvaları bunun için meşru değildir.

تُبْدَ لَكُمْ  

(TuBDa LaKuM)

“Size ibda olunur.”

Bir iş yaptığınız zaman mevcut sözleşmelere uyarsınız. O sözleşmeleri açıklamak size ait olur. Onun açıklanmasını da sözleşme yapanlardan talep edemezsiniz. Sözleşme yapılırken de buna dikkat edilmesi gerekir. Gereksiz kayıtlar ve şartlar konmamalıdır. Mesela giyinme şartını getirebilirsiniz ama giyinme şekli üzerinde gereksiz şekilde durmak doğru değildir. Biz muhasebe yazarken şöyle kâğıda şöyle şekilde yazılacaktır şartlarını getirdiğimiz zaman yazmaktan vazgeçerler. İbadetlerde de ağır şartlar getirirsek ibadetleri terk ederler. Cemaatle namaz kılınan yerlerde sünnet namazları kılma bunun için nehyedilmiştir.

Biz farzlardan sonra iki rekât sünnet kılarız. Bunları aslında başka yerde kılmamız gerekir, sonra kılmamız gerekir. Biz yapamadığımız için sünnetlerden hepten kopmamak için farzların arkasından kılıyoruz. Namaz kıldıran imamın önüne seccade serilmelidir. Seccadede yalnız farz namazı kılınmalıdır. İmam sünnet namazlarını seccadede kılmamalıdır.

Sorulduğu zaman doğrusu size söylenir ama birçok zaman o doğru yapılmaz. Oysa söylenmeyen içtihada bırakıldığı zaman yere göre içtihat imkânı doğar.

Roma hukukunda halkın sözleşme yapma yetkileri yoktu. Tip sözleşmeler vardı. O tip sözleşmeleri görevlinin huzurunda kabul ederlerdi. Böylece sözleşme tamamlanırdı. Bu husus Tevrat’ta da buna yakındır. İnsanlar o zaman sözleşme yapma rüştüne ermemişti. Serbest sözleşme ilkesini ilk olarak Kur’an getirmiştir. Bu sûrenin başında akitleri ifa edin emriyle yeni bir düzen ortaya getirmiştir. Bu serbest sözleşmeler düzenidir. Avrupa’da kilise buna asla müsaade etmiyordu. Avrupa’da nikâh ve tapu akitleri hâlâ resmî görevli huzurunda yapılmaktadır.

Kur’an resmi sözleşme geleneğini kaldırmış ve yerine serbest sözleşme sistemini, borçların yazılması sistemini getirmiştir. Resmî işlemler de tarafların seçtikleri şahitler tarafından saklanmaktadır. Bugün tescil edenle saklayan aynıdır. Mesela noterle onu muhafaza eden aynı kişidir. Oysa bu sonra onun üzerinde oynama imkânını verir. Kur’an ise şahit ile kâtibi ayırmıştır. Kâtip belgeleri yazar, şahitler ise o belgeleri saklarlar. Bu sebepledir ki bizde kaydeden muhasip ile raporları alan muhasip farklıdır. Alanın muhasibi var, verenin de muhasibi var, kaydederler. Genel muhasip ise raporları alır.

عَفَا اللَّهُ عَنْهَا  

(GaFay elLAHu GaNHAv)

“Allah onlardan affetmiştir.”

Evet, insanların özgürlüğünü sağlamak için sözleşme yapmış olsalar bile, sonra o sözleşmelerde biraz rahat hareket etmeleri gerekir. Dolayısıyla uygulamadaki incelikler uygulayıcıya bırakılmıştır. Sisteme zarar vermeyen eksikliklere göz yumulmalıdır. Bu sebepledir ki birçok kötülükler sadece haram edilmiştir. Cezalar konmamıştır. Haramlar sadece kamu tarafından korunmaz ama yapanlara ceza da verilmez. Sonra birçok kötülükler bildirilmiş ama onlar haram da yapılmamış, devlet onları da korumaktadır. Çünkü devletin korumaması demek bizzat ihkak-ı hakka kalkışma demek olur, bu da fitneye sebep olur. Bu sebepledir ki eşyadan insanlar muaf tutulmuştur. Helali haram haramı helal yapmak şirk sayılmıştır. Görevlilerin kanunlara ilaveler yaparak yasaklar veya vecibeler getirmesi şirk sayılmıştır.

Yasalar sözleşmelerden oluşur. Halk ve görevliler kendi içtihatları ile uygulama yaparlar. Kimsenin kimseye karışma yetkisi yoktur. Üst asta talimat vermez. Görev verir ama görevi nasıl yapacağını ona anlatmaz. Görevli kendi içtihadı ile görevi yerine getirir. Görevli görevi yaparken görev verene danışamaz. Görev verenin yasama yetkisi yoktur. Kendi seçtiği dayanışma sorumlusuna danışabilir. Uymak zorunda değildir.

Affetmek demek kökünden silmek demektir, mağfiret etmek demek cezalandırmamak demektir. Bunun anlamı şudur. Kişi içtihadında hata ederse sorumlu değildir. İçtihatlar tescilli ise ve içtihat iptal edilmemişse kişi o içtihadı ile hareket edecektir. Hatasından dolayı sorumlu değildir. Zarar vermişse bile tazmin etmek durumunda değildir. Onunla sözleşme yapanlar ona göre sözleşme yapmış olmaktadır.

Herkes içtihadına göre hareket edecektir. Ne var ki bu içtihatların bilinmiş ve tescil edilmiş olması gerekir. İçtihadına göre hareket etmez de zarar gelirse onu kendisi tazmin eder. İçtihadına göre hareket eder de zarara sebep olursa onu kendisi değil dayanışması tazmin eder.  

وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ (101)

 (VelLAHu ĞaFUvRun XaLIyMun)

“Ve gafur halim olan ise Allah’tır.”

Bundan önce fiil cümlesi geçmişti. Şimdi isim cümlesi geçmektedir. Bu hâl cümlesidir, “Vav” da hâl vavıdır. Bunda mağfiret ile afta fark vardır.

Bir adam size bir zarar verdiyse, sonra siz onun bedelini ödetip verdiği zararı vermemiş kabul etmek mağfirettir. Af ise hiç bir şey ödetmeyip o fiili yapmamış görmektir.

Kişi içtihadında hata ederse mafuvdur. Topluluk onu affetmiştir. Yani hatasından dolayı yaptığı zarardan sorumlu tutulmamaktadır. Ama mağdur olanların o mağduriyetlerini bir topluluk gidermelidir.

Allah” kelimesi burada izhar edilmiştir. Birinci Allah yasaları koyan, sözleşmeleri yapan kimselerdir. Sözleşmede geçmeyen hususlarda taraflar içtihatlarında serbest bırakılmışlardır. Burada ise topluluğu dayanışma ortaklığı teşkil etmektedir. Zararları dayanışma ortaklığı giderecektir. Meclis ilmî dayanışma sorumlularından oluşur. Yasaları bunlar yaparlar. Ödemeler ise ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarınca yapılır. Ayrı kurum olduğu için izhar edilmiştir.

Burada bir hususa işaret etmekte yarar vardır.

Kur’an sözleşme midir yoksa bir bilgi kitabı mıdır?

Önce Kur’an tüm insanlığa gönderilmiş kitaptır. Kimsenin imtiyazında değildir. Resmî yorumcusu da yoktur. Onu Allah sözü kabul etmeseler bile herkesin ondan yararlanma ve onu okuyup öğrenme, kritik etme yetkisi vardır. Kuran’da kimsenin telif hakkı yoktur. Kimsenin de kendi yorumunu karşı tarafa dayatma imkânı ve gücü yoktur. Bu yönüyle Kur’an bir hüküm kitabı değildir. Sözleşme değildir.

Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kabul edip ben Kur’an’ın hükümlerini kabul ediyorum diyenler için artık sözleşme olmuştur. Kur’an ehlinin anayasasıdır. Bu artık sözleşme hâline geldiği için onların Kur’an’ın hükümlerine uymaları gerekmektedir.

Ne var ki Kur’an’ı yorumlama herkesin kendi yetkisindedir. Kur’an farklı yorumlandığında o nasıl bizim ortak sözleşmemiz olacaktır? İşte bu sorunu çözecek şey ise içtihat ve icma müesseseleri ve dayanışma ortaklıklarıdır. Dayanışma ortaklıklarını oluşturmadan içtihat müessesesini kabul etmek hiçbir manâ ifade etmemektedir. Çünkü o içtihadı ile hareket edemez. Ederse sorumludur ve sorumluluktan ezilip gider.

İnsanı özgür hâle getirmek için önce içtihatları sigortalamamız gerekir. Bu dayanışma ortaklığıdır. Ondan sonra içtihadınla hareket et, sorumlu sen değilsin, biz dayanışma olarak tazmin edeceğiz denmiş olur. İşte burada sizden affedilmiş ama toplulukta ise sigortalanmış bulunuyorsunuz diyor.

Burada “gafur”un vasfı olarak “halim” kelimesi getirilmiştir.

Halim” helva gibi tatlı anlamındadır. İsmi fail anlamındadır. Acıtmadan tatlılıkla bunu yapacaktır.

Bu neyi ifade eder?

Dayanışmada zararın etkisini ortaklara yüklerken ortaklara sıkıntı vermeyecektir diyoruz. Yıllık taksit senelik gelirin onikide birinden fazla olmamalıdır. Bunun için iki yol vardır. Biri dayanışma ortaklıklarının sayısını genişletmektir. Bucaktaki ortaklar yetmezse il, ildeki ortaklar yetmezse ülke, ülkedeki ortaklar yetmezse insanlık ortakları katılacaklar demektir. Yine de acıtacaksa, o zaman ödeme yılları uzatılır. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda bunlar zikredilmiştir. Fıkıh ve istihsan ile yaptığımız o tesbitlere burada “halim” kelimesi ile ulaşmış oluyoruz. Nassla teyit edilmektedir.

Allah Kur’an’da diyor ki: Sonra biz onu beyan edeceğiz.

Kur’an vahiy kesildikten sonra nasıl beyan etmektedir?

Eskiden peygamberlere vahyetmekteydi. Cebrail gelip onlara söylüyordu yahut peygamberlere ilham ediyordu. Uyguladıktan sonra sükût ederek tasdik ediyordu yahut melek gelip doğruluyordu. Kur’an’dan sonra bu usul değiştirildi.

Şimdi biz bir sorunla karşı karşıya geldiğimizde aklımıza çözüm gelmektedir. Buna istihsan denmektedir. Sonra istihsanımıza Kur’an’da delil arıyoruz. Eğer istihsanımız doğru ise Kur’an’da delil ortaya çıkmaktadır. Yalnız bu delili ararken kurallar içinde manâ vererek arıyoruz. Kur’an’ı bizim istihsanımıza yaklaştırma zorlaması yapmıyoruz.

Eğer bulduğunuz delil kurallara uygun ise o ayetin ona delalet ettiğinde icma hâsıl olmaktadır. Bu da Cebrail’in teyidi kadar kesin delil sayılmaktadır. Biz Adil Düzen Anayasasını önerip size insanlığa sunduk. İnsanlar bunların üzerinde ve deliller üzerinde düşünecekler tartışacaklar, uygulayacaklar. İcma haline gelenler kesin olacaktır.

Demek ki önce istihsan yaparız. Bu istihsan varsayımdır. Daha önceki varsayımlar içinde bir varsayımdır. Ondan sonra da onun ispatı için Kur’an’da delil ararız. Bulursak istihsanımız doğrudur demektir. Ondan sonra uygularız, istediğimiz hedefe ulaşmışsak anladığımız doğrudur demektir. Birinci Kur’an uygarlığı böyle doğdu. Büyük başarıya ulaştı. Avrupa uygarlığının doğmasına da sebep oldu. “Adil Düzen Uygarlığı” da böyle olacaktır. Çok daha ileri uygarlık olacaktır.

***

قَدْ سَأَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ  

(QaD SaEaLaHAv KaVMun Min KaBLiKuM)

“Sizden kabl bir kavim onu sual etti.”

Kad” kelimesi hâli de içine alan yakın geçmişi ifade eder. Kur’an nâzil olmadan en yakın kavm. “Kabl” kelimesi daha önce değil bir önceyi ifade eder.

Kimdir bunlar?

Roma ve Bizans’tır. Bütün Hıristiyanlar değildir. Sadece Romalı Hıristiyanlardır. Onlarda papa fetva veren ve yorum yapan makamdır. Peygamberin yerine gelmişlerdir. İçtihatla değil ilhamla fetvalar vermektedirler. Bu fetvalar zamanla Hıristiyanlığın değişmez doktrini olmuştur. Bunlardan biri tek evliliktir. Din adamlarının evlenmemesidir. Boşanmanın olmamasıdır. Haram gözle bakıldığında o gözün oyulmasıdır. İncil’de bu hükümler yoktur. Tevrat’ta da yoktur. Oysa Hıristiyanların şeriat kitabı Tevrat’tır.

Roma hukuku böyle bir hukuktur. Eşyaların zikredildiği bir hukuktur. Roma hukuku Kıbrıslı Zenon tarafından kurulan Stua ekolünün laikleştirdiği Tevrat hukukunun Roma’da yayılması ile doğmuştur. Sonra Hıristiyanlığı kabul ederek Tevrat hukuku resmen Roma hukuku olmuştur. Zamanla papaların fetvaları ile eşya hukuku hâline gelmiştir.

Yukarıda saydığımıza benzer hükümler yer almıştır. Bu hükümler önce yani ahkâmı içeren hükümler olmadığı zamanlarda Roma uygarlığının doğmasına sebep olmuş ama ondan sonra bu eşya hükümleri uygarlığı çökertmeye başlamıştır. Batı bu cenderede İslâm hukukunu kabul etmekle kurtulmuş, serbest sözleşme ilkesini getirmiş, o sayede bugünkü uygarlığa ulaşmıştır. Fizikteki buluş tekniğe dönüşmekte, halk tekniği gözleri ile görmektedir. Oysa hukukta yapılan yenilikleri insanlar görmezler, sonra yaşadıklarının da farkında olamazlar.

Oysa insanlara çalışma imkânı sağlayan hukuktur.

Elde ettikleri sonuçları değerlendiren de hukuktur.

ثُمَّ

(ÇumMa)

“Sonra”

Bu “Sümme” çok önemli kelimedir. Fetva istendiği zaman verilen fetva o günkü şartlarda çok iyi sonuç verir. Çözüm kaynak tarafından yapılmıştır. O tarihte bir sıkıntı yapmaz. Sıkıntı ne zaman doğar? Zaman geçince, o eski fetva işe yaramayınca, işte o zaman sorun olur. Bunun için “sonra” kelimesi getirilmiştir.

Nitekim başlangıçta Roma ve Bizans için büyük başarılar kaydetmiş olan eşya hükümleri sonra Batı Roma İmparatorluğu’nu yıkmış, papalığı onun yerine ikame etmiştir. Papa ahkâm fetvaları üzerinde ısrar edince kilise yıkılmış ve Batı ateist hâle gelmiş, Bizans İmparatorluğu tamamen ortadan kalkmıştır.

Aynı durum İslâm âlemine de olmuştur. Fıkıhta yapılan içtihatlar ve icmalar İslam uygarlığını dünyanın süper uygarlığı haline getirmiştir. Ama 400. hicret yılında eşya hukuku kabul edilmiş, resmi fetvalarla şeriat dejenere edilmiş ve İslâm uygarlığı duraklama dönemine girmiş, 600 sene duraklama içinde kalmıştır. Sonra çökmeye başlamış ve dört yüz sene içinde çökmüştür. Bu çöküşün kaynağı Kur’an değil fıkıhtır. Fıkıh zamanında çok ileri hükümlere sahip olduğu halde zaman geçince artık işe yaramaz hâle gelmiştir. İçtihat kapısı kapalı olduğu içinde yeni bir şey yapılamamıştır.

Gazneli Mahmut hicri 400 senelerinde içtihat kapısını kapatmış, bugüne kadar kapalı kaldığı için çökme oluşmuştur. Daha Fatih zamanında İslâm’ın en güçlü olduğu dönemlerde bile yeni sorunları çözmek için kanunlar çıkarılmaya başlamıştır. Şeyhülislamlık icat edilmiş ve fetvalarla devlet yönetilmiştir. İlk hızla Viyanalara kadar gidilmiştir ama sonra çökmeye başlamıştır. Bu sefer Batı kanunlarını aktarmaya başlamışlardır; hâlâ da aktarıyoruz. Meclis bir tercüme onay merkezi olarak çalışır! Kanunlar Batı’dan geliyor. Bürokratlar tercüme ediyor. Meclis de tercümeleri onaylıyor!

Her konuda durmadan kanun çıkarılıyor ama o kanunlar uygulanmıyor. Türkiye hukuk devleti değildir. Türkiye bürokratlarla hâkimlerin çekiştikleri veya dayanıştıkları bir devlettir. Ordu ile siyasi partilerin uzlaştıkları ve istediklerini yaptıkları bir düzendir. Bunun sorumlusu; Türkiye’yi kanun devleti yapacağım deyip kanunlarla memleketi boğanlardır.

Kanun uygulamak içindir. O kadar çok kanun vardır ki oturup sayfaları açıp sadece satır satır baksak, okumamıza gerek yoktur, ömrümüz biter, kanunlar bitmez. Tüzükleri ve yönetmelikleri eklediğimizde torunlarımız sayfaları çevirmeye devam ederler.

Eşyadan sormak bu demektir. İnsanların okuyup üzerinde düşüneceği kadar yasalar olur. Kalan ise içtihatla tesbit edilir. Ancak bu suretle “hukuk düzeni” kurulur.

Şimdi ne yapıyorlar?

Durmadan kanunları çoğaltıyorlar. Sonra kendileri istedikleri maddeleri uygulayarak keyfi yönetimi sürdürüyorlar.

Tüm kanunların toplamı 600 sahifeyi geçmemelidir. Kanun değiştirilecekse o ifadeler değiştirilmeli, bir madde çıkarılırsa başka madde konmalıdır.

أَصْبَحُوا بِهَا كَافِرِينَ (102)

(EaÖBaXUv BiHAv KAvFiRIyNa)

“Sonra ondan dolayı/ona kafirler olarak isbah ettiler.”

Isbah etmek” kelime manâsı sabahlamaktır. Ama Arapçada bu beklenen bir şeye varma demektir. Yani varan beklemese bile doğa kanunları onu oraya götürür. Uykuda olan insan sabahın farkına varamadan ona ulaşır. İşte bu eşyadan sual edenler pişman olacakları yere ulaşırlar.

Bizans imparatorluğu yıkılmış, Batı Roma papalığa dönüşmüş ama sonra kilisenin baskısı ile Roma hukukunun işkencesine giren Avrupa sonunda isyan etmiş, papalığın hatasını Hıristiyanlığa yüklemiş ve dinsiz olmaya başlamıştır. Tek evlilik Avrupa’ya zina serbestîsini getirmiş, boşanma yasağı aile müessesesini yıkmış ve şimdi Batı dünyası soykırıma uğramaktadır. Nüfus gittikçe azalmaktadır.

Hiç sevmedikleri Müslümanlarla beraber yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Çünkü çalışan nüfusu yoktur.

Türkler de içtihadı yasaklamanın cezasını çok ağır bir şekilde Batı’nın istilasına uğramakla ödemektedirler. Biz Adil Düzen Çalışmalarımızla bu durumu değiştirmek istiyoruz. İçtihat ve icma müesseselerini yeniden canlandırmak istiyoruz. Neler yapmakta olduğumuzu sıralayarak bu haftaki seminer çalışmamıza son vermek istiyoruz.

1- Her şeyden önce bu “Kur’an ve İlim Seminerleri”ne devam ediyoruz...

2- “Ruhu’l-Kur’an” çalışmalarımızla içtihat ekolünü temelden kuruyoruz...

3- Adil Düzen Muhasebesi” çalışmalarımıza devam ediyoruz... Böylece “Adil Düzen İşletmeleri”nin kurulmasına imkân sağlanacaktır.

4- “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” çalışmamızı Kur’an’la delillendiriyoruz. Böylece içtihat temrinlerini yapmaktayız.

5- “Adil Düzen”de işsizliğin “Halk İşletmeleri” ile çözülmesi üzerinde çalışılmaktadır. “Halk Ekonomisi” demek “Senet Ekonomisi” demektir. Muhasebe çalışmalarımız bitince “Kredileşme Ortaklığı” şeklinde faaliyete geçeceğiz. Bunun için bir kooperatif kurma hazırlığımız vardır.

Bunlar ilmî çalışmalardır. Bu ilmî çalışmaların faaliyete geçmesi için giriştiğimiz uygulama denemelerimize ara vermiş olmakla çalışmalarımızı tatil etmiş değiliz.

1- “Ahşap Evler” inşaat denemesini yaptık, ürettik ve iki tanesini sattık. Bir üçüncüsü de İstanbul (Çatalca/Arnavutköy) Bahşıyaş köyündeki arazimizde duruyor.

2- “Bakkal/Market Çalışması” yaptık. Bir seneden fazla zaman süresince uygulamalı işletme denemesi yaptık. Şimdi ara vermiş bulunuyoruz. Bu arada bakkal/market yeri satın alınmıştır.

3- “Ayakkabılık/Askılık” (Portmanto) imalatına başladık, 24’erden 8 partiyi imal ettik, 6’sını pazarladık. Atölye, yeri ile satın alınmıştır.

4- “Üçüncü Bin Yıl Uygarlığı”nı getirecek yüz dairelik inşaat projesini hazırlıyoruz. Projemiz bitince arsa verecek belediyelere başvuracağız; görüşmelere başladık bile…

5- Bu anlatacağımız onuncu teşebbüsümüzdür. Bu teşebbüs “Ahşap Dinlenme Evleri”dir... Dinlenme turizmi alanı olan Artvin’in Camili bucağında (Borçka) yerler ve faaliyet binaları ortaklığa konacaktır... “Ahşap Evler orada inşa edilecektir… “Ayakkabılıklar/Askılıklar” (Portmantolar) seri halde orada üretilecek, İstanbul’da pazarlanacaktır... Ayrıca ortaklara hem ucuz hem de en yüksek kalitede “Dinlenme Evleri” yapılacaktır... Bütün bunları burada duyurmuş oluyoruz...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org   (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3465 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2658 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2528 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2279 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2170 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2588 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1986 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2340 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2287 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2426 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2430 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2439 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2398 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2436 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3039 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2987 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2748 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2954 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3029 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3427 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5479 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3549 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3074 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3865 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3714 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3421 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3871 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3833 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4109 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4624 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3018 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3113 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3967 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3841 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2943 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3955 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7719 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5606 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3575 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4447 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4743 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4665 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4818 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4551 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3396 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5175 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3855 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5150 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5009 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4934 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3478 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3693 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5151 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4206 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5419 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4088 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4418 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4768 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5315 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5261 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4381 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4594 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4118 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4098 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4087 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4541 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5649 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9821 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4647 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3706 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3853 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3356 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3749 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5706 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4246 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler