Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 651
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -92-93.AYETLER
25.02.2012
1765 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 59 بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا فَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ (92) لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُوا إِذَا مَا اتَّقَوْا وَآمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَآمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَأَحْسَنُوا وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ (93)

 

وَأَطِيعُوا اللَّهَ

(Va EaOIyGuv elLAHa)

“Ve Allah’a itaat ediniz.”

 “Ey iman edenler”le başlayarak içkiden kumardan sakının denmiş ve oradaki “ictinab ediniz” kelimesine karşılık burada “itaat ediniz” denmektedir. “İctinab etme” başka itaat etme başka olarak ifade edilmiştir. İctinab etme şeriata uyma demektir. Kurallar koyar ve o kurallara uyarsanız ictinab etmiş olursunuz.

Hukukta iki sistem vardır.

Roma hukukunda haklar sayılmış ve dışındaki bütün hareketler devlet tarafından teminat altına alınmamıştır, yani haklar sınırlanmıştır ve devlet o sınırlı hakları korumaktadır.

İslâmiyet’te ise haklar sonsuzdur, devlet bu hakları tamamen korumakla görevlidir. Sadece yasaklar ve haramlar sınırlıdır. Devlet haramları korumaz, yasakları da cezalandırır.

Yukarıda haramlar sayılmış ve ictinab ediniz denmiştir, yani şeriat hükümlerine uyunuz, haram olan işleri tek başına yapmayınız denmiştir. Bazı işler vardır ki onlar tek başına yapılır, orada da ictinab etme emre muhalefet etmeyiniz şeklinde anlaşılmalıdır. Mesela “hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz” denmektedir. Bunun anlamı zulmetmeyiniz demektir. İctinab içinde yer alır. Bu şart münferiden yapılması gereken işleri içermektedir.

Topluluğun birlikte olabilmesi için ayrıca birlikte iş yapması gerekir. Burada topluluğa uyulabilmesi için işlerin bir başkanın veya yetkilinin başkanlığında yapılması gerekir. İşte, şimdi emredilen topluluğun başkanlığında yapılan işlerde başkana uyulması emridir. Bu emirde “topluluğa itaat ediniz” deniyor.

Biz topluluğa nasıl itaat edeceğiz?

Bize nasıl emredecek de biz ona itaat edeceğiz?

Bunun usulünü Kur’an öğretmiştir. Kim resule itaat ederse o Allah’a itaat etmiş olur. Kim başkana itaat ederse o da topluluğa itaat etmiş olur.

Burada ve yapılması gereken işlerde sadece birlik sağlanması için başkana itaat etmiş oluruz. Yani başkan sadece birlik sağlar ama kendisi ne yapılacağına karar vermez. Bunun en önemli örneği namazdır. Oruç herkesin ayrı yapması gerekenlerin eğitimidir, “ictinab ediniz” emrine uymayı bize öğretir. Namaz da “Allah’a itaat ediniz” emrine misaldir, onun eğitimini verir. Namazın nasıl kılınacağını, namazda ne yapılacağını herkes iyice bilmektedir. Sadece birlikte hareket etmemiz için imamımız vardır. İmamın yüzü bize dönük değildir. O yapar, biz de ona tâbi oluruz, böylece topluluğa itaat etmiş oluruz.

İmama tanınan bazı yetkiler vardır. Fatiha’dan sonra istediği sûreyi okur, biraz kısa biraz uzun okur. Secdede en az bir “sübhanellah” diyecek kadar kalır veya üç “sübhanellah” diyecek kadar kalır, beş dakika kalmaz. Cemaat bu sınırlar içinde ona itaat eder. Bu kuralların dışına çıksa, mesela Kur’an okuyacağına M. Akif’in şiirini okumağa kalkışsa cemaat namazı terk eder, onun imam/başkan olduğu cemaati terk eder. Başka yerde kendilerine seçtikleri yeni imamın imamlığında maruf namazı kılarlar.

Bir başkan bir ocakta veya bucakta topluluğun kurallarına uymuyor, şeriata göre hareket etmiyorsa, oranın halkı o ocağı veya bucağı terk eder. İmamın imamlığı biter. Kendilerine dışarıda imam seçer ve cemaat olurlar. O imam orasını terk etmişse oraya girer ve o bucağı yeni imamla yaşatmaya çalışırlar. Eğer terk etmez ve cemaatsiz imamlık inadına devam ederse, hakemler kararı ile onun imamlığına son verilir. Yine terk etmezse cemaat onu öldürür. Hakem kararlarından sonra bunu yapar. Bunun için il emniyet teşkilatından silahlı güç yardımını isteyebilir.

Kimse hukuk dışı itaate zorlanamaz. Ne var ki orada kalınarak isyan yapılmaz. Orası terk edilir, hakemlere gidilir. Hakem kararından sonra yeni imamın başkanlığında eğer oradaki ocağın nüfusu otuz kişiden aşağı düşmüşse, eğer oradaki bucağın nüfusu üç binden aşağı düşmüşse, o zaman o bucağı fethetmek meşrulaşır.

“Tav’” kelimesi ağaçtaki olgunlaşmış hurmadır. Elinizle tuttuğunuz zaman size itaat eder. Böylece “itaat” demek onun dediğini yapmak demektir. Demek ki Allah’a itaat şeriata itaattir. Ama bu itaat kuralları bilinen hususlarda başkana itaattir. Hukuk düzenindeki itaat bu tür itaattir. İmamın kendisi değil şeriat kuralları demektir. Başkan eğer şeriata aykırı hareket yaparsa sen itaat etmeyecek, hemen onun topluluğunu terk edeceksin.

Kişiler bu itaatte başkana uyduk diye kendilerini kurtaramazlar. Herkes doğrudan kendisi sorumludur. Hakemlerin karşısında başkana uyma mazereti kabul edilmez.

Bu böyle olunca Ebu Hanife’ye göre imamın namazı fasit olursa cemaatin namazı da fasit olur; diğerlerine göre fasit olmaz. Bize göre de madem ki imamın sorumluluğu cemaate sirayet etmiyor, o halde imamın namazı bozulsa da eğer biz namazı tamamladıksa namazımız tamam olmuş olur.

Ebu Hanife’ye göre de mesela imamın namazda abdesti bozulsa bırakır gider, yerine arkasında olan imam olur ve namazı o tamamlar. Diyelim ki imam ayrılıp gidip abdest aldı, gelip cemaat olmadı. Yine namaz sahihtir. O halde imamın namazının bozulması cemaatin namazını bozmaz, yerine geçen imama itaat ederler. O zaman ayrılıp gitmeye gerek yoktur. Şarkı söyleyen imam terk edilir. En yakın olan imamlığı ele alır ve cemaat namazı tamamlar.

Kenan Evren’in başkanlığı da böyle olmuştur. O günkü yönetim şeriat dışına çıkınca halk yeni imama itaat etmiş ve devletlerini yaşatmaya devam etmiştir. Halkın ona itaati onun meşruluğunu ifade eder. Halk itaat etmeseydi, eski yönetime itaate devam etseydi, o zaman suçlu olurdu. Ama halk ona itaat etti demek onu meşru yolda gördü demektir. Başkan kim olursa olsun, ondan istenen şeriata göre hareket etmesidir. O bir taş gibidir. Kıblenin nasıl hiçbir üstünlüğü yoksa, imamın da hareketlerde birlik sağlamaktan başka bir görevi yoktur.

Kur’an’da resule itaatten bahsedilmektedir.

Burada olduğu gibi Allah’a ve resule itaatten bahsetmektedir.

Allah ve resulüne itaat etmekten bahsetmektedir.

Tek başına Allah’a itaatten bahsetmemektedir. Çünkü resulsüz şeriat hükümlerine uyulur ama itaat edilmez. Çünkü itaat onun emrine itaat olmuş olur. O doğrudan size emredemiyorsa siz ona itaat edemezsiniz. Bu sebepledir ki ölülere itaat edilmez, gaiplere itaat edilmez.

Burada bahsedilen imama itaat o ocağın veya bucağın imamıdır, ölmüş veya gaipteki imam değildir, ölmüş olan imam değildir.

“Resul” kelimesini de biz şimdi “Muhammed” olarak anlayamayız, çünkü ona şimdi itaat edemeyiz. Belki ona biat ederiz. Ümmi nebiye itaat değil ittiba emredilmiştir. Kur’an’da nebiye itaat emredilmemiştir. Nebiye ittiba edilir, itaat edilmez. Çünkü o yönetmekle yetkili değildir. Resul ve itaat kelimeleri Kur’an’da defalarca geçmektedir.

وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ

(Va EaOIyGuv elRaSUvLa)

“Ve Resule itaat ediniz.”

Kur’an’da “Resule itaat” kelimesi geçmeden sadece “Allah’a itaat” kelimesi geçmemektedir ama yalnız başına “resule itaat” kelimesi geçmektedir. “Allah ve resule itaat edin” geçmektedir. Burada olduğu gibi “Allah’a itaat edin ve resule de itaat edin” olarak geçmektedir. Bir de “Allah ve resulüne itaat edin” geçmektedir. “Allah’a itaat edin resulüne de itaat edin” geçmemektedir. O halde yanız dört şekilde resule itaat emredilmektedir.

- Allah’a itaat edin ve resule itaat edin.

- Allah ve resule itaat edin.

- Allah ve resulüne itaat edin.

- Resule itaat edin.

Bunlara ayrı ayrı manâ vermemiz gerekmektedir. Bu âyette geçtiği gibi “Allah’a itaat edin ve resule itaat edin” dendiği zaman namazda olduğu gibi itaattir. “Resule itaat” ise başkanın kendisine de itaat edin demektir. Hangi konularda? Başkana yetki verilen konularda ise ne yapacağına kendisi karar vermektedir. Bir görev yapılacaksa o görevi tevcihte başkana itaat edin. Size görev verdiği zaman görev haram değilse kabul edin. Allah’a itaat emrinde başkanın emrettiği mübah olsa da kabul etmeyin demektir.  Resule itaat emrinde ise mübah olanda da ona itaat edin demektir. Burada ise mübah bir şey yetkisi dahilinde ise ona itaat edin demek olur. Yani Allah’a itaatte başkana sadece şeriatta emredilmiş olan hususlarda birlik sağlamak için emre itaat ediyorsun. Halbuki bu ikinci itaatte başkana verilen yetkiler içinde ona itaat ediyorsun. Kamu görevleri yapılırken başkan kimi görevlendirirse görevi o yerine getirir. Görev yaptığı için ücreti istihkak eder ama görevden kaçamaz. Bu görevin memurun bih olması gerekmez, mübah olması yeterlidir.

İtaat” kelimesi tekrar edilmiştir çünkü itaat şekli başkadır. Birincisinde memurun bih olanın ifasında ona itaat edilir. Yani bize emredilmiş olan emri yerine getirirken ona itaat ederiz. Burada bize değil başkana emredilmiş bir emri yerine getirirken başkan bize emrederse biz ona itaat etmekle mükellefiz. İtaat etmek istemezsek onun cemaatini terk etme durumundayız. Yani ya başkana itaat edilecek yahut onun cemaati terk edilip gidilecektir. Haklar sonra hakemler yoluyla talep edilir.

Eğer başka âyetlerde sadece Allah ve resule itaat ediniz deniyor ve itaat kelimesi tekrar edilmiyorsa, bunun hükmü ise başkanın hakemlikle ilgili görevi vardır demektir. İşler yapılırken niza çıkabilir ama eğer nizadan dolayı durulursa, nasıl trafikte tıkanma olursa işlerde de tıkanma olur. Kan damarı düğümlendiği zaman onu hemen açmazsanız insan ölür. İşte toplulukta böyle nizalar çıkınca başkana başvurulur, başkan ne derse o yapılır. Haklılık ve haksızlığa bakılmaz. Sorun trafiğin açılmasıdır. Sonra haklı ve haksız olanlar hakemlere gider ve haklarını alırlar. Burada başkan re’sen bir şey emrediyor, nizaları giderme durumundadır. Haklı ve haksızı tahkik etmeye vakti yoktur. Bugün bu tür davalar için yargıda zilyetlik davaları olarak zikredilir. Kur’an’da ülü’l-emr buna atfedilmektedir. Allah’a itaat edin. Resule ve emir sahiplerine de itaat edin denmektedir. İşte o görevli olan kimselere de başkana itaat eder gibi itaat etmekle yükümlüyüz.

Dördüncü itaat ise Allah ve resulüne itaat şeklindedir. Bu da yargı kararlarına itaattir. Taraflar birer hakem seçer. Hakemler baş hakemi seçerler. Soruşturmacılar olayı soruştururlar. Soruşturmacıların şehadeti ile hakemler karar verir, bu kararlara da itaat etmek gerekir. Hakemlerin kararlarına herkes itaat etmekle yükümlüdür. Başkanlar da itaat etmekle yükümlüdür. Hakemlerin kararları kesindir. Artık o karar başka bir yerde bozulmaz. Hakemler ve soruşturmacılar aleyhine dava açılabilir. Mahkum olurlarsa onların dayanışması tazmin eder.

İşte, biz itaat kelimesinin dört çeşit geçişini Kur’an’daki âyetlere dayanarak böylece açıkladık. Siz bizden daha iyi açıklarsanız o bizim de makbulümüz olabilir. Ama bana diyemezsiniz ki; senin verdiğin manâ yanlıştır. Doğrusu nedir, onu söylersiniz, sonra hangisi ahsense ona uyarız. “Her söze kulak verirler ve en iyisine uyarlar” âyetine uymamız gerekir.

وَاحْذَرُوا  

(Va uXÜaRUv)

“Ve hazer edin.”

Hazer edin” kelimesi Maide Sûresi’nde üç yerde geçmektedir. Biri kafirlerin sözü olarak geçmekte; onlar insanları mü’minlerden hazer ettirmektedirler. İkincisi; Allah bize hazer edin kafirler size kötülük yapmasınlar, korunun, savunun demektir.

Hizr savunma aracıdır. Zırh veya kalkan gibi şeydir. Burada da mef’ulünü hazfederek “hazer edin” denmektedir. Bundan önce “ictinab edin” denmişti. Sonra “intiha edin” denmişti.

İctinab etmek uzak durmak ile bulaşmamaktır.

İntiha ise bulaşılmış bir işe son vermek demektir.

İttika ise korunacak yere girmedir, şeriatın içinde olma demektir.

Burada neden “hazer edin” denmektedir?

İtaat etmemekten hazer edin. Başkan başkanlık yaparken yaptırdığı şeylere itaat etmemekten hazer edin diyor. Hazer etmek tedbirleri almak demektir. Burada verilen bu emir topluluğa verilmiştir. İtaatten sonra teyiden verilmiştir.

Neden “hazer ediniz” emri ile teyit edilmiştir?

İtaat etme herkese emredilmiştir. Kişi yapar ve sorumluluktan kurtulur, yapmazsa sorumlu olur. Çevre onu yapmaya zorlayamaz. Hakem kararından sonra zorlanabilir. Hakem kararı olmadıkça kimse kimsenin işine mâni olamaz. Kişinin malını, canını, işini ve ırzını koruma hakkı vardır. Hakem kararı olmadıkça kimseye dokunamayız.

Bunun bir istisna yeri vardır. Başkanın emrine herkes uyacaktır. Eğer içimizden biri uymazsa bütün cemaat uymamış kabul edilir. Herkes günahkar olur. Diğerleri derhal başkanın etrafında yer almalıdır ve ona uyulmalıdır. Çevre onu uymaya zorlayacaktır. Yahut uymayan kolundan tutulup topluluktan atılacaktır. Burada hakem kararı beklenmez, burada görevli olmak beklenmez. Başkana itaat ettirmekte herkes görevlidir.

Vehzerû” emri bu hükmü koymaktadır.

Biz itaat edeceğiz ama aynı zamanda herkesi de başkana itaat ettireceğiz. İtaat etmeyeni dışlayacağız. Başkan kendi sözlerini geçirmek için ayrıca özel ordu bulundurmaz. Başkanı özel muhafızlar korumaz. Başkanı çevresi korur. Herkes onun muhafızıdır. Kur’an diyor ki; Allah sana ısmeder; Vellahu ye’sımuka minennâs; topluluk seni nâstan korur demektedir. O korusun demektir.

Ya korumazsa?

O zaman o ocağı veya o bucağı terk edeceksin.

Başkan kötü olabilir, başkan zalim olabilir. Hakemlere gidilir ve başkan başkanlıktan azlettirilebilir. Ama o kişi başkan olarak kaldığı müddetçe o topluluğu temsil etmektedir. Ona saldırı Allah’a saldırıdır, topluluğa saldırıdır. Onu savunmak her mü’minin hattâ her müslimin vazifesidir. Hattâ bu konuda kendi hayatını bile tehlikeye atarak koruyacaksın. Orada koruduğun o kişi değildir, topluluktur. Kabile psikolojisinde bu vardır. Kimileri köylerinde birbirleriyle konuşmazlar, hattâ aralarında kan husumeti vardır ama gurbette derhal birbirlerine yanaşırlar. İşte bu hemşerilikte değil başkana itaatte sağlanmalıdır. İslâmiyet kabile dayanışması yerine iman dayanışmasını getirmiştir.

Burada “Ve” harfi getirilmiştir. Bunun anlamı; sadece Allah’a itaat, sadece resule itaat yetmez, her ikisine birden itaat etmek gerekir.

فَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ

(FaEiN TaValLaYTuM)

“Tevelli ederseniz.”

Türkçede “ve” harfi yerine “de” harfi vardır. “Hasan geldi Ahmet de geldi” deriz. Bu ve (de) harfini matufun ileyh ile matuf arasında kullanmayız. İkisinin sonuna getiririz. Fiilleri birbirine atfederken araya “P” harfi koyarız, “Ahmet gelip gitti” deriz. İşte buradaki “P”nin karşılığı Arapçadaki “Fe” harfi vardır. Arapça vurgu dili olmadığı için harfler çok kullanılır. Örnek olarak Türkçe de harficer dört veya beş olduğu halde Arapçada Kur’an’da geçen on bir tanedir. Atıf harfleri de çoktur. Bu âyette iki “Ve” iki de “Fe” harfi geçmektedir.

Buradaki “Fe” harfi bundan önce geçen itaat edin emirlerine atfen o emrin hâlini açıklamaktadır. Buna tafsil “Fa”sı demekteyiz. Yukarıdaki fiili yapmazsanız ne olur onu açıklamaktadır. Bu cümle “Fe” ve “Ve” harfi gelmeden gelebilirdi. O zaman kıyas da yapılmaz, sadece buraya ait hükmü içerirdi. “Zeyd adamı dövdü o zulmetti” dediğimizde burada sadece zulmettiğini söylersiniz. Onun zalim olduğunu söylemiş veya başka zaman da zulmettiğini söylememiş olursunuz. “Zeyd adamı dövdü ve ona zulmetti” dediğiniz zaman burada zulmettiğini, başka yerlerde bazan zulmettiğini demiş olursunuz, kıyasla diğer zamanları eklemiş olursunuz. “Fe” harfiyle söylerseniz o zaten her zaman zulmetmektedir demiş olursunuz. Burada “Fe” harfi getirilmiştir. Yani Allah’a itaat etmez resule itaat etmezseniz her zaman durum aynıdır. Hüküm değişmez demektir. Her zaman başkanı cemaati koruyacaktır. Başkanın cemaatinden başka ayrıca koruması olmayacaktır, özel kadrosu olmayacaktır. İşte İslâm’ın başkanı ile zulmün başkanı arasındaki fark burada başlar. Biri sevgiye dayanan cemaate sahiptir, diğeri ise korkuya dayanan cemaate sahiptir.

Veli” arka demektir, sırt veya bel demektir. وَلِيَ arkasına geçti, onu arkasından destekledi, peşine dolaştı demektir. Nasıl çocuğu bıraktığınızda onu gözetirsiniz, bir tarafa gittiği zaman siz de onun arkasından dolaşırsınız; benzer şekilde veli velisi olduğu kimsenin arkasından onun bir yanlış yapmamasını gözetler dolaşır. Eğer siz birini birinin velisini yaparsanın o îladır veya tevliyedir. Bir defaya mahsus yaparsanız îla vardır, sürekli yönetici atarsanız o da tevliyedir. Vali tayin etmek tevliyedir. Vilayeti il yaptılar, kazayı ilçe yaptılar da vali ile kaymakama bir türlü kıyamadılar. Paşa general oldu ama vali guvernör olmadı. “Te” harfi müteaddiyi lazım yapar. Birinci harften sonra gelir. Bu müteaddi fiili lazım yapar. “Te” harfi başa gelirse bu da tevliye fiilini lazım yapar yahut ismi fiile dönüştürür. “Kelleme” konuştu demektir, çokça konuştu demektir. “Tekelleme” kendi kendine çokça konuştu demektir.

Tevelli etmek” demek kendi kendine gerisin geriye dönmek demektir. Yani itaatten vazgeçerseniz demektir. Yani başkanını sen kendin seçiyorsun, topluluğunu sen kendin seçiyorsun. O topluluktasın, o başkanın başkanlığındasın ama yapmıyorsun. İşte bu tevellidir. Başkan cemaatini zorla kendisine itaat ettirmez, cemaat kişiyi başkan yapar ve kendileri itaat ederler. İtaat etmek istemezlerse bırakıp giderler.

Genel olarak toplulukta başkana karşı topluluk birleşir ama yeni başkanda ittifak edemedikleri için başkana itaate devam ederler. Bu normaldir. Başkan bir tarafta halk bir tarafta olacaktır. Halk kendi çıkarlarını düşünecek, herkes kendi hakkını arayacak, başkan ise topluluğun çıkarını düşünecek. Topluluğun haklarını o koruyacaktır. Bu meşrudur. Ama başkana bir saldırı olduğu zaman hepsi birleşip başkanlarını koruyacaklardır. Başkan ayrıcalık yapmayacaktır. Kimse ile daha fazla yakınlık kurmayacaktır. Cemaatin fertleri onun karşısında tarağın dişleri gibi eşit olacaklardır. Eğer böyle yapmaz da bir topluluk başkanlarına sahip çıkmıyorsa bırakıp gidecektir.

فَاعْلَمُوا   

(FaGLaMUv)

“İlmedin.”

Burada da “Fe” harfi getirilmiştir, şarttan sonra getirilmiştir. Şarttan sonra “ve” harfi gelmez ya sadece cevap cümlesi gelir ya da fe ile cevap cümlesi gelir. Fe gelmezse o şart yalnız o olaya mahsus olur. “Gelirsen bir defaya mahsus ikram ederim” demektir. Ama “Fe” ile geldiğinde kural koymuş olursun. “Saat beş olunca git” derken, eğer “Fe”siz söylersen yalnız bugün için git demektir. “Fe” ile söylersen her gün saat beş olunca git demektir. Buradaki “Fe” harfi devamlılığı ifade etmektedir. Her itaatten tevliye etmemizde hüküm budur.

Biliniz” diyor; siz tevelli ederseniz biliniz diyor. Resule söylemiyor, onlar bilsinler demiyor; “siz bilin” diyor. Bunu söyleme görevini ona verseydi, o zaman “bana itaat etmezseniz” diyecek, yine zorlayacaktı, baskı yapacaktı. O asla kimseyi ona itaat etmesine zorlamaz. O sadece söyler veya yapar.

İşte, düzende zorlama yokturun burada açıklaması yapılmaktadır.

Allah doğrudan cemaate itaat edin diyor.  Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olurda bana itaat edin demiyor. Oysa hadiste böyle rivayet ediliyor. Kur’an sözü ile insan sözü arasındaki fark burada ortaya çıkmaktadır.

Şimdi dünyada moda olan demokrasi nedir, Batılılar nasıl anlıyor?

Dört senede, beş senede bir seçim olur... Ekseriyet iktidar olur... İktidar özel muhafızlarla korunur... Karşı gelenler hapishanelere gönderilir...

Oysa İslâmiyet’te bucak başkanları vardır. Başkanlar beş bin kişiye yani tanıdıkları kimselere başkanlık yaparlar. Ayrıca aşiret vardır, on aileden oluşur. Bunlar halkın temsilcileridir. Onlar ona biat etmiş ve onun askeri olmuşlardır. Bunlar semtlerdedir. Orada kendisine biat eden nöbetlilere komuta etmektedir. Başkanı kendi bucağı içinde herkes korumakla yükümlüdür. Başkan halktan biridir. Böyle yerlerde kimse kimseye dokunamaz, çünkü herkes herkesi tanımaktadır ve herkes adım adım yanındakiler tarafından korunmaktadır. Ben böyle hayatı yaşamış bir kimseyim, onun için size kolay anlatıyorum.

Biliniz” emrinden dolayı bunu öğrenmemiz ve öğretmemiz gerekmektedir. Burada öğrenme ve öğretmenin başkanın görevi olmadığı da ortaya çıkmaktadır. Çünkü doğrudan bize emredilmektedir. O halde siz kendiniz bilin. Dayanışma ortaklıkları içinde bilin anlamındadır. İşte buradaki emir bizi cemaatle namaz kılmaya, ilmî dayanışma ortaklıkları kurmaya götürmektedir. Birbirimize bu bilgileri aktarmakla da memur olmaktayız.

أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا

(EanMAv GaLay RaSuvLiNa)  

“Sadece resulümüze”

İlim iki mef’ul alır. “Alimtu Zeyden âlimen” denir. Kur’an’da böyle bir cümleyi hatırlamıyorum. Tahkik eder yazarsınız. “Alimtu enne Zeyden âlimun” dersiniz.

Buradaki “” tamim “Mâ”sıdır. Resulü üzerinde farz olan tebliğdir. Bu hususta başka farz yoktur. Yani size itaat ettirmek farz değildir.

Anayasada bir maddemiz vardır. Sıralama usulü ile seçim yapılır. Bu seçim usulü şuna dayanmaktadır. Kimse başkan olmakla vazifeli değildir. Herkes cemaat olmakla görevlidir. O halde herkes kendisini ya yazmaz ya da en sonunda kimse imam olmazsa ‘ben kendi kendime imam olacağım’ der. Sonra bir kişinin aldığı sıraların tersleri toplanır ve daha çok alan ön sıraya geçer ve en çok alan imam olur. Bu kuralın âyeti işte buradadır. Madem ki kimse başkanlığa talip değildir, herkese itaat emredilmiştir. Bu da ancak bu yolla gerçekleşmiş olur.

Enne” ismini nasb eder. “Ma” gelirse nasb etmez. Fiil cümlesi ise fail, isim cümlesi ise mübteda olur. Marife olan “elbelağu’l-mübîn” mübteda, “ale’r-rasûl” haberdir. Haber mübtedaya takdim edilmiş böylece sadece manâsını almıştır. Sadece mübin belağ vardır. Bu sebeple tehir edilmiştir. Buna göre mübin belağ sadece resulümüze aittir de denebilir, bu şekilde de manâ verebiliriz.

İşte burada “resulümüze” diyerek, yukarıdaki resulden iki yönüyle ayırmıştır. Biri zamir göndermeyip kelimeyi izhar etmekle orada itaat edilen resul başka, burada ifade edilen resul başkadır. Bu resul Hazreti Muhammed dahil tebliğ ile görevlendirilmiş insanlardır. Kur’an ehli bir araya gelerek nübüvvet görevini yükleneceklerdir yani tebliğ görevini yükleneceklerdir. Bunların kendi aralarında seçtikleri başkan da onlara resuldür, kavme resul değildir ama kendi cemaatine resuldür. Hazreti İsa resuldür ama İsrail oğullarına resul değildir, Havarilere resuldür. İşte burada “resulünâ” demekle her resule tebliğ düşmez. Tebliğ nebilerden yani âlimlerden oluşmuş ve Kur’an üzerinde birlikte çalışanların başkanına düşer.

Demek ki şimdi Kur’an üzerinde çalışıyoruz. Akevler Yenibosna toplantılarına katılanlar ve Akevler web sitesinde yazanlar nebilerin görevini görüyorlar. Bunlar sıralama usulü ile kendilerine resul seçmelidirler. Bu resul 40 ile 60 yaşlarında biri olacaktır. Bu çalışmaya katılanlar da 10 kişiyi geçmelidir.

İşte onlar sıralama yapacaklar ve onların seçtiği kimse Allah’ın resulü olacaktır. Bunlar bir apartman yapacaklar ve oraya taşınacaklardır. Orada bir kat âlimlerin katı olacaktır. Onlar kendi başkanlarını seçeceklerdir.

İşte onların sıralama usulü ile seçtiği kimse Hazreti İsa gibi resuldür. Bu resulün diğer cemaate olan resullüğü sadece tebliğden ibarettir. Kendisinin başkan olması değil, bir başkanlarının bulunmasını tebliğ gerekiyor. Bu âyetin tebliği yapılacaktır.

Alâ” görevi ifade eder. Yani böyle bir resule belağ düşer.

Henüz on âlim olamamış ve aramızda sıralama yaparak bir başkan seçememişsek, henüz içimizde böyle bir resul yoktur demektir.

“Ey resul sana inzâl olunanı tebliğ et” emri bu sûrede geçmektedir.

Nebilere tebliğ görevi verilmemiştir. Nebiler söyler, isteyen dinler isteyen dinlemez. Ama nebilerin vârisleri olan âlimler kendi aralarında Hazreti İsa benzeri bir başkan seçerler, o başkan tebliğini yapar. Kendisi ben başkan olayım demez, arkadaşları onu başkan yaparlar. “Talip olunmaz verilir” hadisinin manâsı budur.

Mübin” açıklayan demek, ispat eden demek, kanıtlayan demektir.

Erbakan sadece kendisinin ispat edebildiği şeyleri açıkladı. Açık belağ yaptı. Eksiklik; kavil ile fiil arasında bir uyum yoktu. Erbakan’ı arkadaşları başkan yaptılar. Sonra rücu etmeye kalkıştılar. O zaman da o onları dinlemedi. Demek ki bu âyete göre doğru yapmıştır. Resul olduktan sonra o kimseyi biat etmeye zorlamaz ama başkanlığını da bırakmaz. “Resulümüz” diye kendisine izafe etmesi de bundandır. Benim de yakından tanıdığım arkadaşlar Erbakan milletvekili olunca Erbakan’a gidiyorlar, bazı şartlarla başkan yapacaklarını teklif ediyorlar. Erbakan bir gün sonra onların şartlarını kabul ediyor. Başkan oluyor. Bunlar altı kişidir. Sonra baskı geliyor, vazgeçiyorlar. Hasan Aksay’ı zorluyorlar ama Erbakan kabul etmiyor. Hasan Aksay da Erbakan’a itaat ediyor. İşte Erbakan böylece resul oluyor. Ebubekir’i halife yapan Hazreti Ömer’dir. Mustafa Kemal’i devlet başkanı yapan Kazım Karabekir’dir. Buradaki resulün diğer resullerden farkı, Kur’an’ı tebliğ etmeyi gaye edinen cemaatin başkanıdır. M. Kamalak başkan seçilmiştir. Ona muhalefet caiz değildir. Önce Oğuzhan seçilmişse, sonra Kamalak seçilmişse, o zaman Oğuzhan haklıdır. Önce Kamalak ittifakla seçiliyor. Sonra Oğuzhan taraftarları ikilik olsun diye Oğuzhan’ı ortaya çıkarıyor. Yapılan mescidi dırardır. Ama Kamalak’ın da Oğuzhan’ın da gayesi İslâmiyet değil imkanlara vâris olmak ise zaten onların reisi Allah’ın resulü değildir. Fatih de makam ve para için babasının yerini almak istiyorsa Allah’ın resulü değildir. Sadece resul olabilir.

Mü’minlere yol göstermek için bunları yazıyorum.

Saadet Partisi Erbakan’ın partisi ise bu böyledir. Artık ne Fatih’in ne de Oğuzhan’ın ona muhalefeti caiz değildir. Ben bunları onlara mektup yazarak bildirdim. Seçimden önce gönderdim. Bunları söylerken ben söylemiyordum. Madem ki Saadetçiler Erbakan’ın yoluna değil de varlığına vâris olmak istiyorlar, mü’minlerin ve Adil Düzen Çalışanlarının o partide yerleri olmaz. Biz onlara muhalefet etmeyiz ama Adil Düzen Çalışanlarının orada yeri olmaz. Ama bunu Arif Ersoy da anlamıyor. Kamalak da ayrılıp ayrı parti kurmalıdır yahut ben başkan oldum deyip Erbakan gibi siyasete hakim olmalıdırlar. Kendisi Oğuzhan’ın emrine girerse o Allah’ın resulü olamaz, Oğuzhan’ın resulü olur. Ama ben başkanım der de partisinden Oğuzhan’ı uzaklaştırırsa, o zaman o Allah’ın resulü olur. Oğuzhan da kendisi derhal bu davadan vazgeçmelidir. Nitekim Hz. Ali vazgeçmişti.

الْبَلَاغُ الْمُبِينُ (92)

(eLBeLAĞu eLMuBIyNu)  

“Mübin belağ vardır.”

Evet, demek ki resul olan âlim olmalıdır.

Bizim Erbakan’a siyasette biat etmemiz onun âlim olmasından ileri gelmiştir. O “Adil Düzen”i âlimlerden öğrendi, ondan sonra da tüm dünyaya iblağ etti. Şimdi bu görev Saadet Partisi’de kalacaksa Kamalak’ın öğrenmesi gerekir. Kamalak buna tenezzül etmiyor yahut Oğuzhan’ın emrinden çıkamıyor. Fatih de ilerde bu görevi yüklenebilir. Onun da her şeyi bırakıp “Adil Düzen”i, Kur’an’ı ve Matematiği Arapçasıyla öğrenmeye başlaması gerekir. Babasından daha çok “Adil Düzen”i bilmesi gerekir. Eğer bunlar buna talip değilseler o zaman partileri Ak Parti’den başkası değildir. İsteyen oyunu onlara verir, isteyen oyunu Ak Parti’ye verir. Ama Adil Düzen Çalışanları on kişi olduktan sonra kendilerine bir başkan seçeceklerdir. O başkan Allah’ın resulü olacaktır. Onlar mübin belağı yapacaklardır.

Belağ” marifedir. “Mübin” ile tavsif edilmiştir. Hâl değildir. O da “Adil Düzen”dir. İstanbul Akevler’deki çalışmadır. İzmir Akevler için söyleyeceklerimiz de Saadet Partisi için söylediklerimizdir. Biz bunların hiçbirine muhalefet etmiyoruz. Sadece “Adil Düzen”in bunlarla gerçekleşeceği ümidi çok azdır diyorum.

***

لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

(LaYSa GaLav elLaÜIyNa EAvMaNUv Va GaMiLUv elÖAvLıXAvTı)

“İman etmiş ve salihatı amel etmiş kimseler için (cunah) yoktur.”

Bu âyet belki en çok tartışılan âyettir. Yorumu yapılamamaktadır.

Zorluk nerden gelmektedir?

1- Üç defa “âmenû” geçmektedir; bunların ayrı ayrı manâlarının olması gerekir.

2- Üç defa “ittika” geçmektedir; bunların ayrı ayrı manâlarının olması gerekir.

3- İki defa “salih amel” geçmektedir; bunların ayrı ayrı manâlarının olması gerekir.

4- İki defa “Sümme” geçmektedir. “Sümme” bir aralıktır. Üç durum ve iki aralık olmak üzere beş devre anlatılmaktadır.

Bu devreler nelerdir, neyin devreleridir?

Bu hususun tahlili gerekmektedir...

Bundan önceki açıklamamızdan sonra, son durum tahlilinden sonra bu âyete şöyle manâ verebiliriz.

Önce buradaki safhalar “Adil Düzen”i kuranların geçirdikleri üç safhadır, bir de bunlar arasındaki iki fetrettir. Demek ki mübin belağın oluşması bunun için kurulmuş olan kooperatif veya parti veya vakıf üç safha geçirme durumundadır.

Bu safhaların neler olacağı üzerinde düşünmemiz gerekir...

Diğer önemli husus; burada yemelerinde diyerek bu âyet diğer dört safhayı anlatırken yemelerinde cunah yoktur demektedir. Demek ki İslâmî tebliğe girişirken Allah rızası için imkanlar ortaya çıkar. Bunlar sizin tasarrufunuza verilir. Başlangıçta cebinizden harcarsınız ama sonra bol imkanlar doğar.

O imkanlardan siz yararlanabilir misiniz?

Bu husus Akevler’de de Millî Görüş’te de ortaya çıkmıştır. İzmir Akevler’deki imkanlar az olmakla beraber aynı statüdedir. Birçok insan bize sırf İslâmî birer site kuracağız diye katıldı. Namaz kılmayan arkadaşlarım vardı. Beni desteklediler. Ben bunları 63 yaşıma geldiğimde arkadaşlara devrettim, ondan (1990’dan) sonra hiçbir müdahale yapmadım. Onlar da şimdiye kadar o emaneti korudular. Kırk senelik emeklerine karşılık ondan yararlanma hakları var mıdır yok mudur? İşte bu âyet bunu anlatmaktadır. Millî Görüşçüler içinde de durum budur. Erbakan’a tüm dünya büyük imkanlar sağladı. Şimdi o bırakıp gitti. Vârislerinin veya arkadaşlarının onlardan yararlanma imkanları var mıdır? İşte bu âyet bunu anlatıyor. Ben bunu AK Parti için söylemiyorum. Çünkü AK Parti cari düzen partilerinden biridir. Kuruluşları İslâmiyet’i tebliğ veya getirme olmadığı için bu âyet onlardan bahsetmemektedir. Ama Akevler ve Millî Görüş’ü ben yakından takip ettiğim ve bildiğim için söylüyorum; İslâmiyet’i insanlığa tebliğ için kuruldular ve bugünkü seviyeye gelindi.

Gerek Millî Görüş’te gerekse Akevler’de Allah rızası için yer alan cumhur vardır. Onların içinde kendi çıkarları için katılanlar da vardır. Onlardan bazıları haklarını isterler, bazıları da başkalarının haklarını da kendilerine katmak isterler. Yöneticilere düşen isteyenlere haklarını vermektir. Fazlasını vermemeye çalışmalıdırlar. Ama bunun için sonuna kadar uğraşmak gerekmez. Allah onlardan hesabını sorar. Malın peşine düşerek asıl görevi ihlal ve ihmal etmemek gerekir. Erbakan’ın bıraktıkları için çekişenler vardır. Akevler’de böyle bir şey yoktur. Olsun olmasın, fazla titizlik göstererek zamanımızı oralarda harcamamamız gerekir. Ben bunu M. Kamalak ve Fatih Erbakan’a da söylüyorum. Bırakın ganimeti isteyenler paylaşsın. Allah’ın zenginliği bitmemiştir, size daha iyisini verir. Siz eğer Erbakan’ın izini takip edecekseniz “Adil Düzen”e sahip çıkın. Bunun için de “Adil Düzen”i Akevler’den öğrenin. Erbakan öğrendi, ayıp olmadı da, size hiç ayıp olmaz...

Şimdi de İstanbul’da çalışan arkadaşlarımız da yokluk içinde bu çalışmaları yapmaktadırlar. Bir gün gelecek bunların ellerine de buraya katılanların ellerine de milyonlar geçecektir. O zaman bunların bu imkanlardan ne kadar yararlanma hakları olacaktır? Bu âyet bize bunun hükümlerini ortaya koymaktadır. Bu varsayımımızın doğru olup olmadığını anlayabilmemiz için âyete devam edeceğiz, bakalım bize ne gibi bir açıklama yapacaktır.

Ellezîne” ile başlamaktadır. Başka âyette “Ellezîne” geçmemektedir. Burada bahsedilen bir temsildir, bir işe başlayıp da bir yere getirenlerdir.

Kimlerdir bunlar?

Akevler’in kurucuları ve Millî Görüş’ün kurucularıdır. Bu kuruluşlara yokluk zamanında katılanlardır.

İşte burada “iman etme” demek, İslâmî bir sistemin/sitenin oluşması için katılanlar ve İslâmî bir partinin oluşması için katılanlardır. Birinci iman budur.

Amel-i salih” de katılıp burada bu iş için işbirliği içinde amel edenlerdir.

El-Salihât” dişi kurallı çoğuldur ve marifedir. Yani Akevler için veya Millî Görüş için çalışanlar demektir. İkisinin ortak hususları vardır, Adil Düzen Çalışanları demektir.

Amel-i salih, Akevler Kooperatifi için çalışmadır, Millî Görüş için çalışmadır. F. Gülenciler için de durum böyledir. Ben kurulurken var olup sonuna kadar ilişkiyi kesmediğim için bu ikisinden bahsediyorum. Diğerleri hakkında bilgim yoktur. F. Gülen’den ve Abdullah Aymaz’dan başka onlar içinde etkin olup geçmişte ilişkilerim olan kimse de yoktur. Şimdi İstanbul Akevler’e katılmış olanlar da bunlardandır.

جُنَاحٌ

(CuNAXun)

“Cunah yoktur.”

Cunah” kelimesi bir yasaklığın olmadığını bildirir, aynı zamanda  yapılması gerektiğini de bildirir.

Dolayısıyla “Adil Düzen” için çalışan arkadaşların bu maksatla Allah rızası için sağlanan imkanlardan yararlanmalarında bir cunah yoktur, hattâ yararlanmalıdırlar. Örnek olarak mutfak masrafları ortak fondan karşılanmalı ve yemek pişirildikten sonra hazır olanlar yemelidirler. Buraya katılanlar iman etmişlerdir ve amel-i salih işlemektedirler. O halde bu imkanlardan yararlanma hakları olduğu gibi yememezlik yapmazlar. Sofraya oturmalıdırlar.

Safa ve Merve bu hükmün delilidir. Orada da “cunah yoktur” denmektedir. Ama orada sa’y vacip olmaktadır. Burada da durum budur.

Gerek Akevler’in gerekse Millî Görüş’ün imkanlarından aşağıdaki şartları yerine getirmeleri şartı ile yararlanmalarında cunah yoktur; hattâ yararlanmalıdırlar. Yani kendi ihtiyaçlarını gidereceklerdir. İman ve amel-i salihi aksatmamak için yararlanmalıdırlar, imkanları değerlendirmelidirler.

فِيمَا طَعِمُوا

(FıyMAv OaGıMUv)

“Taam ettiklerinde”

Taam etmek” demek yemek yemek demektir. Yani beslenmelerinde bir cunah yoktur. Kendi paylarını istedikleri gibi kullanabilirler. O ayrı ama ortak hesaptan da yiyebilirler. Yemelerinde demekte, başka ücret almalarında dememektedir. İbadetlerde ücret alma yoktur. Haramdır. Sen onlardan ücret istemiyorsun denmektedir. Sadece günlük ihtiyaçlarını gidermede bir cunah yoktur.

Bunlar nelerdir?

Yiyecek, giyecek, barınacak ve dolaşacak için kullanmada mahzur yoktur demektir.

Demek ki bu paralarla kirada isek kira verebiliriz. Bu para ile arabanın bakımını yapabiliriz. Bu para ile eğer imkanımız yoksa elbise yaptırabiliriz. Bunlar tüketim giderleridir. Yetimlerin mallarının gelirlerinden de bu harcamalar yapılabilmektedir. Ama buradan ücret alıp bir daire alamazsınız, biriktirip ayrılırken götüremezsiniz.

Şimdi ister Akevler, ister Millî Görüş’te çalışanlar, yahut F. Gülen cemaatinde çalışanların günlük ihtiyaçlarını gidermeleri kendilerine helaldir, hattâ vaciptir. Para kazanacağız diye ortak maldan kullanmamaları caiz değildir.

Kimler için?

Burada bedenen amel edenler için.

Mâlen destek olanlar ise o yolla cihada katılıyorlar. Onlar haklarını alırlar. Ama burasını kazanç yeri yapmamalıdırlar.

Akevler’e katılanlar dairelerini alırlar, arsalarını alırlar, paralarının değeri korunur ama buradan kâr alıp götüremezler. Burası kâr dağıtan şirket değildir, sermayeye para kazandıran da değildir. Ama ev yapar, üretim yapar, ortakların yaşamalarını sağlar. Akevler’in gayesinde “çalışmada ve yaşamada yardımcı olma” vardır, “servet biriktirmede” değil. Buradaki “Taimû” kelimesi bunu ifade eder. Yoksa “iza ahazû” denirdi.

إِذَا مَا

(EiÜAv MAv)

“…edikçe”

İzâ Mâ” zaman zarfıdır, aynı zamanda şart “Mâ”sıdır. Yani aşağıdaki şartları yerine getirdikçe demektir. “” sürekliliği ifade eder. Yani yararlanma ancak bu şartların devam etmesi şartı ile mümkündür. Sadece “İzâ” geldiğinde bir defa olunca ondan sonra o devam etmez demek olur. Ama şart ile hüküm beraber olmak zorunda ise “Mâ” eklenir.

Adil Düzen Çalışmasına katılacak ve şimdi de o çalışmaya devam etmiş olacaklardır. Bırakmış olanların bundan yararlanma hakları yoktur demektir.

Hakları yoktur derken bunu mefhumu muhalefetle getiriyoruz. Belki hakları vardır ama taam etmeleri vacip değildir de olabilir.

Âyetler yaşanmadıkça anlaşılmaz. Dolayısıyla mefhumu muhalefetle sonuç çıkarmıyoruz. Bu âyetin delaleti ile haklar oluşmaz ama başka sebeplerden haklar oluşabilir.

اتَّقَوْا وَآمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

(itTaQAV Va EAMaNUv Va GaMiLUv elÖALıXAvTı)

“İttika eder, iman eder ve salih amel eder oldukça …”

İmana salih amel eklenmiştir ve gerek iman gerekse amel-i salih tekrar edilmiştir. İttika şartı getirilmiştir. Bu da ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Yani sıkıntılı hayat geçirilmemelidir. Servet yığmamalıdır ama ihtiyaçlarını eksik etmemelidir.

Bunu kim takdir edecek?

Yine kendisi takdir edecek. İçtihat ve icmalarla oluşacak. Karar verecek ve kararlarına göre herkes kendi ihtiyacını ortak fondan karşılayacaktır. Yalnız kendi şahsi ihtiyaçlarını değil, geçindirmek zorunda olduklarının ihtiyaçlarını da karşılayacaktır. Hattâ çocuklarının okuma masraflarını da ortak fondan karşılayabilir.

İttika” kelimesi eğer Kur’an’da bir yerde geçiyorsa orada içtihatla ve mahalli icmalarla hareket edilecektir demektir. Yani halktan topladıkları cihada katkılarını kullanırken belli ittika içinde değerlendirmelidirler. Onu harcayacaklar ama israf etmeyecekler, başka amaçlarla kullanmayacaklardır. Sözleşmelerinde yazılı yerlerdeki amaçlarda kullanma durumundadırlar.

Burada “iman ve amel-i salih” tekrar edilmiştir. Bundan önceki genel entegre amel-i salihtir. Baştan beri bu işin içinde olmalıdır. Bu ise şimdiki amel-i salihtir. Bir ism-i mevsulün sılası istiğrak içindir, bu ise fiildir. Hâli ifade eder. Yani bu haklardan yararlanmak için şimdi fiilen iman etmiş ve amel etmiş olması gerekir.

Bunun başka mânâsı daha vardır.

O günkü şartlar altında iman ve amel-i salih başka, bugünkü şartlarda başkadır.

O gün amel-i salih partiyi kurmaktı, Akevler sitesini oluşturmaktı. Bugün ise yüz dairelik inşaatlar yapmaktır, amel-i salih.

O gün amel-i salih iktidar olmaktı, bugün ise amel-i salih “Adil Düzen” uygulamasına bir örnek ortaya koymaktır. Şimdi Akevler ve Millî Görüş kadrolarının yaptığı gibi yıllar önceki iman ve amel-i salih değildir. Bugün cari sistemde AK Parti iktidardadır. Kırk sene önceki iman ve ittika o idi. Bugün onun meyvesini devşirmiş bulunuyoruz. Şimdi ise “Adil Düzen”i halk arasına yaymak ve onlara uygulatmaktır.

Onun için bu “iman ve amel-i salih” kavramları tekrar edilmiştir.

O günkü iman İslâm’ın da bir düzen olduğuna iman etme idi.

Bugünkü iman ise o düzenin geleceğine inanmaktır.

O gün köy köy dolaşıp taraftar bulmaktı, dünyaya anlatmaktı; yapıldı.

Bugün ise öğrendiğini göstermedir. Yüz dairelik site kuracağız. Bin dairelik bucak kuracağız. Orada bunları yaşayacağız ve insanlığa göstereceğiz.

Birinci iman ve amel-i salihe katılanların ikincisine katılmaları gerekmez. Ama onların elde edilen varlıklardan ne yararlanma ne de yönetme hakları vardır. Onun için gerek Akevler gerekse Millî Görüşçüler ya yeni iman ve amel-i salihe katılacaklar, ya da ayrılıp gidecekler. Hayır, biz gitmeyeceğiz derlerse kalsınlar. Biz onlarla uğraşmamalıyız. Onlardan bir şey istememeliyiz. Kendimiz yeniden kooperatif kurmalıyız, yeniden parti kurmalıyız.

ثُمَّ اتَّقَوْا وَآمَنُوا

(ÇümMa itTaQaV Va EAvMaNUv)

“Sonra ittika etmiş ve iman etmiş kimseler.”

İkinci “ittika” kelimesi getirilmiş ve burada “amel-i salih” tekrar edilmemiştir. Bundan önceki “iman” imanın devamlığını gösteriyordu ama birinci dönemin imanı idi. İttika o zamanki ittika idi. Aradan zaman geçmiştir yahut dönem değişmiştir. Yani bir fetret devri geçmiştir. 28 Şubat’ta başlayan bu devirle bugüne kadar gelinmiştir. Şimdi yeni dönem başlamıştır. Burada yeniden ittika edeceğiz.

Nedir o “ittika”?

Mirasını devralmaya talip olduğumuz Akevler ve Millî Görüş hareketine zarar vermemeliyiz. Yani biz onların yerine geçmeye, onların yaptıklarını biz yapmaya kalkışmayacağız. Biz yeni göreve talip olmalıyız.

O yeni görev nedir?

“Adil Düzen”in uygulayarak gösterilmesidir.

Akevler devam etmelidir, çünkü o görevini görmüştür ve görevi devam etmektedir.

Biz Saadet Partisi’ne veya AK Parti’ye karşı bir parti kurmamalıyız. Mevcut düzende seçime girmemeliyiz yahut onlarla koalisyon yapmalıyız. Saadet Partisi de madem ki “Adil Düzen”e sahip çıkamıyor, yapacağı iş AK Parti ile birleşmedir. Cihada devam edecekler bize katılmalıdırlar, etmek istemeyenler oradaki görevlere hizipçilik yapmadan devam etmelidirler. Akevler siyasete karışmamalıdır. Nurcular da karışmamalıdırlar. Siyaseti Millî Görüşçüler ve AK Parti yapmalıdır. F. Gülenciler dinî faaliyetlerini yapmalıdırlar.

Yeni Adil Düzen hamlesini İstanbul Akevler yüklenmiştir. Burası devam etmelidir.

İsteyenler o çalışmalara katılsınlar ve devam etsinler, isterlerse buraya gelip “yeni iman ve yeni ittikada” yer alsınlar.

Buradaki “ittika” bizim eskiden yapılmış ve belli merhaleye gelinmiş durumu ifsat etmek değildir. İslâmiyet Yahudiliği ve Hıristiyanlığı ortadan kaldırmak için gelmemiştir. İslâmiyet onların çıktıkları katlara son katı ilave etmiş, binayı kullanılır hâle getirmiş, harap olmaktan kurtarmıştır. Şimdi onlar da kârda biz de. Biz hazır temel bulduk, kat çıkardık. Onlar da parasız çatı buldular ve korundular.

Adil Düzen Çalışanları ne İzmir Akevler’e karşıdırlar ne de Millî Görüş’e karşıdırlar. Onları destekliyorlar ama onların yapmak istemedikleri ileri hamlenin de hazırlığını yapıyorlar.

İkinci “iman” fiilen imandır. “Adil Düzen”e imandır. Faizsiz iş yapmaya imandır. Artık faizli işleri bırakmaya imandır. Amelle birleşmiş imandır. Yeni imandır çünkü  mevcut faaliyetteki düzenden ümitlerini kesip Adil Düzen işletmelerine dönme kolay değildir. Daha bu işe başlayamadık. Ahşap Evler denememiz yarım kaldı. Bakkal/market denemelerimiz yarım kaldı. Portmanto/mobilya üretim ve pazarlama denememiz yarım kaldı. Şimdi yüz dairelik denemeyi başlatıyoruz. Kimse kulak vermiyor. Yani henüz amelî iman Adil Düzen çalışması da gelmemiştir. Dr. Mete Beyi İslâmî hastahaneye fikren de getiremiyoruz.  

İşte üçüncü “iman” budur. Adil Düzen Çalışanları yeniden iman edecekler, İslâmî düzenle de yaşamanın mümkün olduğuna inanacaklardır.

Bugünkü durumumuz budur.

O halde ne yapmalıyız?

Kooperatif içinde bir ortaklık kurmalıyız. Buna iman edenler ortaya çıkmalıdır. İki kişi ile başlamalıyız. İstanbul’daki inanmış firmalara gidip kendilerini ortak etmeliyiz. Onlardan istediğimiz, Adil Düzen Çalışanlarını işyerlerine alsınlar, yarım iş gününde çalıştırsınlar ama tam yevmiye versinler. Geri kalan yarım günlerinde bunlar “Adil Düzen”de çalışsınlar. Bu arkadaşlarımızın onlara iki günlük iş yaptıklarını çalıştırdıklarında göreceklerdir. Bunun için benimle bu firmalara gidecek inanmış insan arıyorum. Yeni iman böyle başlayacak. M. Zübeyir Erol böyle bir iş yapmaya hazırdır sanıyorum. Bize böyle bir işletme bulunuz. İş Yenibosna civarında olsun.

Burada amel-i salih kelimesini tekrar etmedi. Çünkü bu ikinci iman zaten amel-i salihin kendisidir. Yani bu denemede insanlar amel-i salihe inanacaklardır.

ثُمَّ اتَّقَوْا وَأَحْسَنُوا

(ÇümMa tTaQaV Va EaXSaNUv)

Sonra ittika ettiler ve ihsan ettiler.”

Demek ki bu çalışmamız da zorluklar içinde olacaktır. Birinci dönemdeki çalışmalarda geçirdiğimiz sıkıntıların fazlasını da yaşayabiliriz. Yüz dairelik inşaatları yaparken aleyhimizde çok çetin faaliyetler olacaktır. Çünkü sömürenlerin sömürme düzenleri bitecektir. Onların elinde şimdi büyük imkanlar vardır. Hattâ Millî Görüşçüleri kullanarak onlara zulüm yaptırabilirler. Onun için “Sümme” getirilmiştir. 28 şubatlar gelebilir ama bu 2002 baharını müjdeler. 28 Şubat Darbesi olmasaydı, M. Yılmaz ve B. Ecevit hükümetleri denemesi olmasaydı, AK Parti bugün iktidarda değil hayatta bile olmazdı. Millî Görüş’ün direnmesi sayesinde beş senelik “Sümme”den sonra 2002 geldi. İleride de buna göre bir “Sümme” gelecektir. Bu sünnetullahtır. Ondan sonra III. bin yılın “Adil Düzen”i kurulmuş olacaktır.

Üçüncü “İttika” burada yeniden gelmektedir. Bu üçüncü dönem “Adil Düzen”in kurulduğu dönemdir. Buradaki tehlike, bu sefer zaferi kazananların birbirlerine düşerek savaşmalarıdır. Sahabeler bile bu durumdan kendilerini kurtaramadılar. O gün çıkan kavgaları hâlâ sürdürüyoruz. Humeyni geldi de Şiileri saldırıdan vazgeçirdi, Erbakan geldi de Sünnileri düşmanlıktan vazgeçirdi de 1400 sene önce başlayan savaş bugün sona ermiş görünüyor. Hâlâ Irak’ta izleri var, hâlâ Türkiye’de istismar edenleri vardır. Akevler bu hususta büyük adım atmıştır. Harun Özdemir bizzat onlarla beraber olarak bu sorunu çözmüş görünüyor. “Adil Düzen” gelmedikçe ocaklar ve bucaklar hukukunu yerleştirmediğimiz süre zarfında huzursuzluklar olacak ve yine “Hüseyin!” diye ağlayacaklardır. Hüseyin 1400 sene önce öldü. Şimdi yaşayacak değildir. Bugün ağlamanın manâsı nedir?..

Demek ki birinci “ittika” kamu mallarını harcarken yapacağımız ittikadır.

İkinci “ittika” ise cihat yaparken mevcut olan müesseseleri yıkmama ittikasıdır.

Üçüncü “ittika” ise kuracağımız müessese içinde çatışmadan ittika etmedir.

Üç dönem nedir?

Birincisi Mekke dönemidir.

İkincisi Medine dönemidir.

Üçüncüsü ise müçtehitlerden sonraki dönemdir, bin yıldan fazla sürmüştür.

Burada imandan bahsetmemektedir. Çünkü artık kazanılan zafer nedeniyle herkes mü’min olmuştur. “Adil Düzen”e inanmayan kalmamıştır. Gayba imana gerek yok çünkü gayb şuhut hâline gelmiştir. Bakara’daki “gayba iman ederler”in mânâsı burada çok daha açık bir şekilde ifade edilmiştir.

Tevrat dönemi, İncil dönemi ve Kur’an dönemi de böyle dönemlerdir.

Bu dönemin ameli salihi “ihsan”dır. Düzen kurulmuş, herkes mevcut düzende kurallara göre hareket etmektedir. Artık amel-i salihin dışına çıkmak mümkün değildir. Orada yapılacak tek şey işi güzel yapmadır.

İhsan etme” iki manâya gelmektedir. Biri, başkasına ikram etme demektir. Anne babaya ihsan etme böyledir. Yapılan işi güzel yapmadır. İşe sadık olma demektir. Kaliteli mal üretme demektir. O zaman da kamudan kamu görevleri yapanlar paylarını alacaklardır. O zaman da yine ittika edilecektir. Bütçeler dengeli yapılacaktır. Belki bir asır sonraki uygulamalarımız için bugün içtihat yapmıyoruz. Kıyas yoluyla o zaman uygulayacağımızın bazısını bugün uyguluyoruz.

Fiil cümlelerinden sonra “Ve” harfi ile isim cümlesini getirmiştir. Hâl cümlesidir. Gramerciler fâli fiile takdim etmezler. Takdim edilirse o fail olmaz, o mübteda olur. Cümle fiil cümlesi olmaz isim cümlesi olur. Burada da isim cümlesidir. Onun için hâldir. Demek ki gramercilerin kuralı isabetlidir.

وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ (93)

 

“Allah muhsinleri hubbeder.”

Hubb” karşılığını beklemeden onun için iyilik istemektir. İhsan edenler yani işlerini iyi yapanlar demektir. Bu ne zaman olur? Düzen iyi ise insanın çıkarları toplulukta istenenleri yapma olur. Dolayısıyla herkes çıkarı olduğu için iyi yapar. Halbuki düzen kötü ise kişilerin çıkarı ile topluluğun çıkarı çatışır. O zaman müslimlere mazeret ortaya çıkar, zaruret sebebiyle haramlar helal olur. Ama mü’minler için durum böyle değildir. Onlar kötü düzeni değiştirmek için savaşırlar ve kendi çıkarlarından vazgeçerler. İşte Allah bunlardan mallarını ve canlarını satın almıştır. Muhsinlerin muhabbetli olduğu düzeni kurmak için çalışırlar. Bunların âhiretteki dereceleri müslimlerin üstündedir.

Adil Düzen Çalışanlarına müjdeler olsun; Allah onların satılmayan çürümüş mallarını ve ölümlü hayatlarını satın alarak onlara eskimeyen cennetteki kasırları vermiştir, ölümlü hayatlarını ölümsüz hayat yapmıştır. Düşünelim; yaşlanmışız, artık ölmek üzereyiz. Küçük çocuklarımız var, torunlarımız var, yetim kalmışlar. Biz onlara bakıyorduk. Şimdi biz öleceğiz. Mallarımızı işletecek kimse yok, satacak kimse yok. Mallarımız yok pahasına satılsa bile yine o çocukların karnını doyurmuyor. Beklemediğimiz zamanda biri geldi, sağlık sigortamızı yaptı, mallarımızı da değer fiyatının on misli fazla parasıyla aldı.

İşte mü’minlerin ticareti böyle bir ticaret.

Böyle bir imkan her zaman olmaz. “Adil Düzen” geldiği zaman artık insanların çıkarları ile çevrenin çıkarı eşit olmuştur. İman gücüne ihtiyaç kalmaz, çıkar paralelliği zaten ihsan yaptırır.

Muhsin” kurallı erkek çoğul gelmiştir. Bir topluluğu ifade eder. Muhsinler bucağı öyle bir bucaktır ki o bucakta herkes kendi çıkarına çalışır. O topluluğun da çıkarı olmaktadır. Ona göre de fazla pay alır. Herkes adalet ister.

Öğretmen arkadaşımız Emine Hocaoğlu sınıfa kızmış, not mu istiyorsunuz demiş, herkese yüz vermiş ama kendisi de dahil kimse memnun olmamış. Ama kararını değiştirme daha kötü olduğu için değiştirmiyor.

İşte muhsinlerin sınıfı öyle sınıftır ki orada herkes adil not alır, herkes adil olduğuna inanır. Bugün maalesef böyle değildir. Öğrenci hakkına razı değil, öğretmen de hakkı vermede çeşitli sebeplerden dolayı adil davranamıyor.

Bugün biz muhsinlerin bucaklarında yaşamıyoruz, biz mü’minlerin odasında yaşıyoruz. Yarın mü’minlerin ocağını kuracağız. Daha sonra mü’minlerin bucağını kuracağız. Sonra da dünya muhsinlerin bucakları ile dolacaktır. Mü’minlerin cihadına gerek kalmayacaktır. Bin sene sonra bizim uygarlığımız yaşlanacak. Şeriat düzeni hayat düzenine uymadığı için herkes fetvalarla bugün içinde olduğu cehennem hayatını oluşturacak. O günün mü’minleri ortaya çıkıp yeni İslâm düzenini getireceklerdir.

Şimdi burada akla başka bir şey gelmektedir.

İhsan nedir?

İslâm nedir?

İslâm barış düzenidir. İnsanlar birbirleriyle savaşmadan hakemler kararına uyarak yaşarlar. Ama günlük hayatlarında ihsan düzeninde olmayabilirler. İnsanlar adil bölüşüm yapmayabilirler. Sömüren-sömürülen düzeni devam eder. Faiz verenler vermeye razıdırlar. Sömürenler de memnunlar, dolayısıyla savaş yoktur. Ama onların bucakları muhsinlerin bucağı değildir. Müslimlerin bucağıdır. Muhsinlerin bucağında ise adil bölüşüm vardır. Muhsinlerin bucağını kurmak demek, Kur’an düzeni ile yaşayan bir bucak kurmak demektir. Bizim yüz dairelik apartmanlar bunu yapacaklardır.

Nasıl yapacaklardır?

O dairede onun altında çalışan insanlar kirasız oturacaklar. Kira işyerinden karşılanacak. Muhsin olmayanlar orada kâr edemeyeceklerinden ayrılıp gidecektir. Kim muhsinse o gelecektir. Yani bu işi “hicret demokrasisi” sağlayacaktır.

Evet, zor anlaşılan bu âyet bize birçok yeni şeyleri öğretti, “muhsinler sitesini” şimdi öğrendik, şimdi yazarken öğrendim...

Kur’an nimetine karşı ne kadar şükretsek bir günü bile karşılayamayız.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3465 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2658 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2528 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2279 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2170 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2588 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1986 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2340 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2287 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2426 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2430 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2439 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2398 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2436 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3039 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2987 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2748 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2954 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3029 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3427 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5479 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3549 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3074 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3865 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3714 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3421 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3871 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3833 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4109 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4624 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3018 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3113 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3967 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3841 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2943 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3955 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7719 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5606 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3575 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4447 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4743 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4665 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4818 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4551 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3396 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5175 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3855 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5150 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5009 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4934 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3478 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3693 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5151 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4206 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5419 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4088 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4418 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4768 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5315 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5261 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4381 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4594 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4118 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4098 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4087 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4541 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5649 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9821 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4647 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3706 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3853 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3356 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3749 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5706 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4246 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler