Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 666
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -117-118.AYETLER
9.06.2012
5623 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 74

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلَّا مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنْتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (117) إِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (118)

 

مَا قُلْتُ لَهُمْ

(MAv QuLTu LaHuM)

“Ben onlara kavl etmedim.”

Allah Hazreti İsa’ya soru soruyor; sen mi onlara ‘beni ve annemi ilâhlar yapın’ dedin diyor. O da cevap veriyor; ‘Hayır, benim böyle bir şeyi söylemem mümkün değil, söylemedim’ diye savunmuştur. Önce kendisini savunmuştur. Ondan sonra da onların ne söylediklerini anlatacaktır. Kendi hayatında olanın hesabını verecektir. Ben yalnız şunları söyledim diyecektir.

Tanık ve sanık olarak ifade verirken kişiler kendi yaptıklarını anlatacaklardır. Sorulan konularda kendi ilişkilerini anlatacaklardır. Sorguya çekilen herkes bildiklerini anlatacaktır. Sonunda soruşturmacı bir kanaate varacaktır. Bu kanaat çok açık olmalıdır. Kanaatin sebepleri soruşturma dosyasında yer almalıdır. Soruşturmacı bilse bile, soruşturmacı bilmiyormuş gibi dinleyecek ve dosyaya geçirecektir. Bu dosya hakemlerin huzuruna gidecek, hakemler dosyayı yeterli gördükleri zaman onun şehadetini kabul edeceklerdir.

Allah bildiği halde yine Hazreti İsa’ya soruyor, Hazreti İsa da sanık olarak kendisini savunuyor, ayrıca tanık olarak da bildiklerini anlatıyor.

Buradaki zamir bundan önceki âyette geçen sen mi nâsa söyledin âyetindeki nâs kelimesine racidir. Orada İsrail oğullarına sen mi söyledin denmiyor, nâsa sen mi söyledin deniyor. Hazreti İsa tüm insanlığa gönderilmiş bir nebidir, getirdiği İncil tüm insanlığın kitabıdır. Hayır, ben insanlara böyle bir şey söylemedim diyor.

Romalılar Hıristiyanlığı Milattan Sonra 300 yıllarında kabul etmişlerdi. Böylece Hıristiyanlar süper güç olmuşlardır. Kur’an nâzil olduğu zaman da süper güç idiler. İranlıları yenmiş ve tek güç olarak kalmışlardır. Abbasilerin ortaya çıkması döneminde de süper güçlüklerini korumuşlardır. Abbasiler ikinci süper güç olmuşlar yahut eşit güç olmuşlardır.

Hıristiyanların ikinci güç olmaya başlamaları Malazgirt Savaşı ile başlar, Osmanlıların İstanbul’u fethetmesi ile ikinci güç olurlar. Ne var ki bu üstünlük iki üç asır sürer. Bugün de tek süper güç hâlindedirler. Hıristiyanların bu üstünlükleri Kur’an’da bildirilmiş, sana tâbi olanları kıyamete kadar üstün yapacağız denmiştir. Bugün de Hıristiyanlar nüfusları en çok olan din mensuplarıdırlar.

Biz uygarlıkta daima üstün olacağız. Kur’an her zaman muzaffer olacaktır. Bu üstünlük “silah üstünlüğü” olmayacaktır, “savaş üstünlüğü” olmayacaktır, “barış üstünlüğü” olacaktır. O sebepledir ki dinler İslâm dininde oldukları halde bugün yalnız Kur’an ehline “müslim” denmektedir.

Hiçbir silah gücü olmayan Hıristiyanlar Roma İmparatorluğu’nu ele almışlar, Roma’yı Hıristiyanlaştırmışlardır. Roma’yı fetheden ve imparatorluğunu yıkan Cermenler Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Böylece papalık Avrupa’nın mutlak hâkimi olmuştur. Bugün de Avrupa Birliği papalık etrafında toparlanmaktadır.

Görülüyor ki tarihî zaferler “silahın” değil daima “imanın” olmuştur.

Sovyetler yarım asır gibi zamanda ikinci süper güç olmuşlar ve ateizmi benimsemişlerdi ama bugün sahneden çekilmişlerdir.

Hazreti İsa Allah’a ifade verirken bütün bu Hıristiyanlığın azametinden baştan haberdar edilmiştir. Sana tâbi olanları kıyamete kadar üstün kılacağız haberi ile işin basit olmadığını biliyordu. Kur’an’da da “Allah nurunu tamamlayacaktır” âyetiyle İslâmiyet’in uygarlıkta birinci olacağı bildirilmiştir. Bugünkü Batı uygarlığı hukukta ve yönetimde İslâm uygarlığının Batı’da bozularak uygulanmasından ibarettir.

Batı dünyası Müslümanlarla ilk defa Endülüs’te karşılaşmış, daha sonra üniversiteleri medrese örneği içinde açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana kapılarına doğru ilerlemesi karşısında Hıristiyanlar kendilerini yenileme ihtiyacında hissetmişler, Rusya ve İngiltere Osmanlı modeli laik model ilkesini benimsemişler, bu sayede büyük imparatorluklar olmuşlardır. Bugünkü Batı’da mevcut olan tüm müsbet anlayış tamamen İslâmiyet’in Batı’ya öğrettikleridir. Ne var ki en büyük dinsizlik de onlardan çıkmıştır.

İşte, Hazreti İsa’ya sorulan soru içinde aslında bugünkü sosyalizm ve kapitalizm de vardır. Hazreti Meryem’i ilah ittihaz etmek, Hazreti İsa’yı ilah ittihaz etmek demek sosyalist olmak ve kapitalist olmak demektir. Hıristiyanlar da Hazreti İsa’da iki kişilik taşımaktadır. Ruhani kişiliği “papalık” bedeni kişiliği de “krallık” temsil eder. Oğul siyasi güç ise anne de ekonomik güçtür. Hazreti İsa sosyalizmi temsil ediyorsa Hazreti Meryem de kapitalizmi temsil ediyor. İşte Hazreti İsa bunu reddediyor. Ben onlara papalığa tapın, imparatora tapın demedim. Ben onlara kapitalizme sarılın, sosyalizme sarılın demedim demektedir.

Bu manâları kıyas yoluyla verebiliriz.

Onların iyi şeyleri nasıl istismar ettiklerini anlatmaktadır.

إِلَّا مَا أَمَرْتَنِي بِهِ

(EilLAv MAv EaMaRTaNIv BiHi)  

“Yalnızca bana emrettiğini söyledim.”

“Emrettiğini emrettim” demiyor, “Sen bana ne emrettinse ben onu söyledim” diyor.

Ne emretmiş?

Söylemeyi emretmiş, emretmeyi emretmemiş.

Burası çok önemlidir. Resuller ve nebiler söylemekle mükelleftirler, emretme yetkileri yoktur. Tebliğ resullere, hisab (hesap) Allah’a aittir.

Başkanların görevleri sadece söylemektir. Hâkimlerin görevleri sadece karar vermektir. Onların zorlama görevleri yoktur.

Zorlama görevi topluluğa aittir, dayanışma ortaklıklarına aittir. Onun için kolunu kesin diyor, sopa vurun diyor; kolunu kes demiyor, sopa vur demiyor. Askeri düzende ise başkana itaat vardır, komutanların emretme yetkileri vardır.

Adil Düzen Çalışanları bunu iyi bilmelidirler. Onların görevleri “Adil Düzen”i ortaya koymaktır. Küçük çapta yüz dairelik bir apartman veya on apartmanlık bucak çapında uygulamayı göstermektir. Bunun iki sebebi vardır.

Birincisi; deneyerek “Adil Düzen”i doğru anlayıp anlamadıklarını bilecekler, aksaklık çıkarsa Kur’an’a dönecekler, hangi manâ vermede hata ettiklerini bulacaklar ve içtihatlarını ona göre değiştireceklerdir. Uygulamaya bunun için gerek vardır.

İkincisi de; halka teorileri anlatamazsınız, onlara göstererek anlatmak gerekecektir. Bu da ancak yaparak ve göstererek gerçekleşebilir.

Burada “Bihi” hazfedilmemiştir. Çünkü ikinci mef’uldür. Hazf fail veya birinci mef’ul olunca caiz olur.

“Mirar” acı bir ağacın adıdır, kabuklarından ip yapılır. “Mürre” bu ağaçtan yapılan ipin adı olmuştur. İpin bükülmesinden tekrarlanan şeylere “Merre” denmektedir, gelip geçmek anlamındadır. Sonra “Emera” söz geçirdi veya sözünü dinletti anlamında kullanılmaya başlanmıştır, emir buyurmak anlamındadır.

“Merve“ yumuşak taş demektir. “Emerve“ yumuşattı, demektir. Sonra “vav“ düşmüş, sülasiye dönüşmüş, sözünü geçirme anlamında buyurmak manâsını kazanmıştır. Emirde cebir yoktur. Kişi emredene karşı değil, şeriata karşı sorumludur.  Hukuk düzeninde amir hatırlatıcıdır, münzirdir.

Emir” kelimesi iki mef’ullü olabilir. “Emerahu en ittakı” ittika et diye emretti denebilir yahut “Emerahu bien yetteki” ittika etmeyi emretti anlamındadır. “Li” ile de gelebilir, “Emerahu littakva” takva etmesi için emretti.

Bi” harfi tahsis için gelir, sadece bunu emret anlamına gelir. Bu sebepledir ki burada “Bi” harfi ile gelmiştir. Ben sadece emrettiğini söyledim, fazla bir şey söylemedim, eksik de bir şey bırakmadım.

Başkanların yasa yapma yetkileri yoktur. Yasa sözleşmelerden oluşur ve bu meclisin işidir. Hükümetin işi ise yasaları uygulamaktır. Batılılar bu kuralları ‘kuvvetler ayrılığı’ şeklinde anayasalarına yazdılar ama hilesini bulup yine yasaları hükümetler yapmaktadır. Hükümetlere de kanun teklifi yapma yetkisi verilmiştir. Hükümetin teklif ettiği kanunlar önce görüşülmektedir. O kadar çok kanun teklifi var ki meclis milletvekillerinin veya grupların kanunlarını görüşememektedir. Dolayısıyla yasama da fiilen yürütmenin emrine verilmiştir.

أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ

(ENi uGBuDu elLAHa)  

“Allah’a ibadet edin diye söyledim.”

“Allah’a ibadet edin diye söyledim. Başka bir şey söylemedim.” Bu terkib Allah’ın bedelidir yani sen bana bunu emrettin, ben de onlara yalnız bunu söyledim diyor.

“Amel etmek” vardır, “ibadet etmek” vardır.

Amel birinin işini yapması, karşılığında ücret almasıdır. İnsanlar arasında amel etmek ve ücret almak meşrudur. Amelde çalışan tüm emeğini değil sadece o işi yapan emeğini satmıştır. İşverenin amel edenin başka iş yapmasına karışması caiz değildir.

Abd” ise başkasının özel işçisi olmaktır. Abd olan efendisinin işlerini görür, onun izni olmadan başkasının işini göremez. Abdın bütün ihtiyaçlarını efendisi karşılar.

Roma’da kölelik kişinin kişiliğini kaybetmesidir. Nasıl bir insan devesine sahipse Roma’da da sahibi kölesine sahiptir. Onu isterse öldürebilir.  Kölenin kimseye karşı dava açma yetkisi yoktur. Nasıl deve mahkemeye müracaat edemezse, köle de mahkemeye müracaat edip dava ikame edemez, köle adına da dava açılamaz. Deve adına lehine veya aleyhine dava açılamaz. Dava yalnız insan aleyhine açılır, insan lehine açılır. Roma’da köle insan sayılmadığı için dava açılamazdı.

İşte, Kur’an bu şekildeki bir köle anlayışını kaldırmıştır.

Avrupalılar da böyle bir köle anlayışını yasaklamışlardır.

İslâmiyet’teki kölenin kişiliği vardır. Biri onu öldürse kısas yapılır. Efendisine her zaman dava açar, mahkemeye gider. Başkalarına karşı da efendisinin izni olmadan dava açar. Aleyhine de ona dava açarlar. Mesela hırsızlık yapsa kölenin kolu kesileceği gibi cinayetlerde de mağdur olan köledir. Kısas talep etme hakkı kendisine aittir.

İslâmiyet’te kölenin ekonomide malikiyet hakkı yoktur. Savaş esiridir. Ülkemizde onun mülk edinme yetkisi yoktur. Onun geçinmesi sahibine verilmiştir, sahibi de onu çalıştırma hakkına sahiptir. Hem de bugün olduğu gibi sosyal hakları korunarak sahibidir. Yani bugün işçilerimizin Türkiye’de sahip oldukları haklara İslâmiyet’te köleler efendilerine karşı sahiptir. Bugün işçiler nasıl izinsiz başka işler yapamıyorlarsa, İslâmiyet’te de köleler izinsiz başkalarının işlerini yapamazlar. Batı’daki kişiliği olmayan kölelik anlayışı İslâmiyet’te tamamen ortadan kalktığı gibi, Batı’daki işçilik İslâmiyet’te sadece harp esirleri için tanınmıştır.

Genellikle İslâm fıkıhçıları köleden doğanları da köle kabul etmektedirler. Bu hususta Kur’an’da delil aramadım ve içtihadî bir hükmüm yoktur. Ne var ki köleliğin sadece savaşla olduğunda Kur’an’da delil ve icma vardır. Çocuklar da savaş esiri değilse yani sonradan doğmuşlarsa onların da köle olmaması asıldır. Arkadaşlarımız araştırmalarını bu gibi günlük konulara yöneltmelidirler. Kölelerin çocukları köle olabilirler.

İşte, Fatiha Sûresi’ndeki “Biz yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden istiane ederiz” ifadesinden anlıyoruz ki, mutlak köleliğin İslâmiyet’te olmadığı açıktır. Köle değil rakaba vardır ve yalnız savaş esirleri rakaba yapılabilir.

Hazreti İsa da Allah’a ibadet etmelerini insanlara söylediğini söylemektedir. Yalnız Allah’a ibadet etmenin sosyal hayattaki uygulaması meselesine gelince, herkes topluluğun işçisidir. Tüm alışverişi toplulukla yapar. Yani kişi bir malı satarken topluluğa ait malı satmıştır. Birisinden mal alırken de topluluktan almıştır. Allah’ın halifesi olarak almakta, sonra da topluluğa vermektedir. Bunun içindir ki tüm nakitleri devlet korumaktadır. İşte burada kapitalizm sona eriyor. Kapitalistler malları mülk sahiplerinin sayarlar, sosyalistler de devlet görevlilerinin sayarlar. Oysa mülk topluluğundur. Halk ve görevliler o mülkü korumak ve yönetmekle görevlidirler. Ücret olarak da ondan yararlanmaktadırlar. “Mülkün maliki sensin” âyeti bunu ifade eder. Yani bu âyetle Hazreti İsa Hıristiyanlara sosyalizmden ve kapitalizmden vazgeçin demektedir. Öyle söylemiş. Bu ifade bizim iki ilâhın kapitalizm ve sosyalizm olduğu anlamını teyit eder. Çünkü başka âyetlerde namaz kılma ve oruç tutma ibadetten ayrılmıştır. O halde Hıristiyanlar Hazreti Meryem ve Hazreti İsa’ya nasıl ibadet edeceklerdir? Haç çıkarmak ibadet kabul edilirse namaz ibadet olmalıdır. Hâlbuki Kur’an namazı ibadet saymıyor.

رَبِّي وَرَبَّكُمْ

(RabBIy Va RabBaKuM)  

“Benim ve sizin rabbiniz”

“Benim ve sizin rabbiniz olan Allah’a ibadet edin.”

Burada ibadet tarif edilmektedir. Fatiha Sûresi’nde de âlemlerin rabbine ibadet edilecektir. Yani ibadet Allah’ın rab sıfatına karşı yapılan bir ameldir.

Biz zayıf olarak doğuyoruz. Allah bizi topluluk içinde yetiştiriyor. Sonra biz de çocuk yapıp onları yetiştiriyoruz. Allah’a yani topluluğa borçlu olarak borcumuzu ödüyoruz.

Fatiha’da bu biraz yorumla anlaşılmakta, burada ise doğrudan ibadet emrine işaret olarak “rabbim ve rabbiniz” kelimesi kullanılmıştır.

“Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nın ilk maddelerindeki ifade şöyledir: Yeryüzü insanlığındır. İnsanlar atalarından aldıkları yeryüzünü kullanarak yaşarlar. Onu imar ederek çocuklarına devrederler. Anayasamızda böyle bir madde vardır. İşte bu Allah’a ibadettir. İmar sözü de rab sözünün delaleti ile sabit olmaktadır.

Hâkimiyet ne zenginlerin, ne yöneticilerin, ne de siyasilerindir. Hâkimiyet topluluğundur. Bu sebepledir ki “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözü doğrudur. Yoksa hâkimiyet kayıtsız şartsız devletindir denirdi. Kur’an’daki “Allah” sözünün O’nun halifesi olan ulusu da ifade ettiğini bilmeyenler bu cümleyi küfür kabul ederler. Oysa bu cümle doğrudur. Hâkimiyet halkındır denseydi, hakimiyet ekseriyetindir denseydi yanlış olurdu.

İşte Batılıların bir türlü kavrayamadıkları nokta burasıdır. Servet tüccarların değildir, memurların da değildir. Hepsi topluluk adına onun başında kayyumdur, onun yönetimiyle ve muhafazasıyla mükelleftir. Bu hizmetinden de ihtiyacı kadar yararlanma durumundadır. Bu sebepledir ki israf kişi varlıklı olsa da haramdır.

Yani İslâmiyet solcuların istediği düzeni kurmuştur. Ne var ki burada devlet görevlileri yetkili kılmamıştır. Herkes kendi içtihadı ile görev alır ve yapar. Hukuk kuralları içinde yetkiler oluşur. Sosyalistler sermaye sahiplerinin yerine devlet görevlilerini koyuyorlar. Bunun hatalı olduğunda Marks bilinçlidir. Onun için Marks ideal devlet şeklini sosyalizm olarak anlamaz. Onun geçici olduğunu, ondan sonra ideal devlet şeklinin komünizm olduğunu söylemektedir ama komünizmin ne olduğunu söylememektedir.

İşte, “Adil Düzen” Marks’ın temenni ettiği ama ne olduğunu bilmediği düzendir. O da yalnız Allah’a ibadet etmektir. Topluluğun temsilcisi olarak hareket etmektir. Topluluğa borçlanıp topluluktan alacaklı olmaktır. Çocuklar anne babalarından aldıkları ile insanlığa borçlanırlar, büyüdüklerinde çocuk yetiştirerek insanlığa borçlarını öderler. Böylece Allah’ın rab sıfatı yeryüzünde tecelli eder.

Bu sözleri Hazreti İsa Havarilere tüm insanlığın temsilcisi olarak söylemekte, onlar da yeryüzüne dağılacak ve söyleyeceklerdir. Sonra imparatorluklar oluşacaktır. Buharlı gemiler ve barutlu silahlar sayesinde dünyaya hâkim olacaklar ama onlar kendilerine söylenenleri unutacak, iki ilâha yani kapitalizm ve sosyalizme tapacaklardır.

Maide Sûresi’nin sonunda Allah bize bunları anlatmaktadır. Maide Sûresi yerel yönetimi anlatmaktadır. Aşireti, karyeyi, semti ve beldeyi yani ilçeyi anlatmaktadır. Bugün insanlığın ulaştığı gelişmelerde istikrarın böyle sağlanacağını anlatmaktadır.

Sovyetler iki yönetim kurdular. Kentlerde sabhozlar oluşturdular, büyük fabrikalar kurdular. Köylerde ise kolhozlar kurdular. Yeltsin sosyalizmi yıkınca bunları ortadan kaldırdı. Fabrikaları özelleştirdi, köylerde de kolhozları dağıtıp toprakları köylülere verdi. Tekel sermaye gelip bunları ucuz ucuz alacaktı. Sovyet halkı direndi ve bunları satmadı. Sabhozlar dağıldı gitti, yerine bizde olduğu gibi halk tipi üreticiler ortaya çıktı. Bu işletmeleri kurmayı da Türkler öğrettiler. Batı tipi büyük sanayi de oluşmadı. Kolhozlar ise varlıklarını gayri resmi olarak devam ettirmektedir.

İşte, Maide Sûresi bu doğal yapının hukukunu koymaktadır.

İsrail devleti kurulduğu zaman kabul ettikleri ekonomik denemelerden dördü ayakta kalabildi. Biri Sovyetlerdeki kolhoz tipi uygulamadır. Çin’de sosyalizm dağılmadı. Sermayeye iş yapma imkânı verildi. Çin’deki üretimin nasıl olduğu hakkında bilgimiz yoktur. Çin de tetkik edildiği zaman Maide Sûresi’nin şeriatını koyduğu yerel birimlere doğru gidiş olmalıdır. Hindistan’da da yerel yönetim gelişmiştir.

Bu sebeple diyoruz ki şartlar tamam olmuştur. Kur’an’a göre bir site kurduğumuz zaman tüm dünya onu birden kabul edecek ve yeryüzü Kur’an nuru ile aydınlanacaktır.

وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا

(Va KuNTu GaLaYHiM ŞaHIyDan)

“Ve ben onların üzerinde şehid idim.”

Hazreti İsa Havarilere İncil’i ve Tevrat’ı öğretiyor, hiçbir uygulama yapmıyor. Hazreti Musa da öyle yapmış, Mısır’da hiçbir uygulama yapmamıştı. Hazreti Muhammed de Mekke’de hiçbir uygulama yapmadı. İzmir Akevler’deki başarısızlığımızın sebebi, biz daha kendimizi olgunlaştırmadan, bilmeden büyük işler yapmaya başladık. Dolayısıyla başarısız olduk. Oysa Hazreti İsa ve diğer peygamberler başarılı oldular. Çünkü onlar öğrendikten sonra uygulamaya başladılar. Hıristiyanlar hâlâ kendilerini yetiştiriyorlar. Onlar da bilmediklerini uyguladılar. Büyüdüler ama bozuldular. Sıra şimdi öğrendiklerimize ve öğrendiklerine son şekli vererek “Adil Düzen” etrafında birleşip yeniden oluşmaya gelmiştir.

Hazreti İsa “ben onlara şahittim” demiyor, “şehittim” diyor. Bu bize çok önemli bir görev vermektedir. Biz tebliğle kalmayacağız, tebellüğ edenlerin yalnız Allah’a ibadet edeceklerinin de soruşturmacısı olacağız. İşte biz bunu sağlayamadık. Ne var ki biz resul değiliz. Melekler gelip bize vahiy vermemektedir. İçtihat yapıyoruz ve söylüyoruz. Bizim denetleme yetkimiz yoktur. İşte bizim peygamberlerden farkımız budur. Onlar mutlak cemaatler oluşturdular. Biz ise cemaat oluşturmuyoruz, ilim yapıyoruz, sistemleri oluşturmaya çalışıyoruz. Yani şehid değiliz. Hazreti İsa şehid olmuş ama hayatında olmuştur. Ondan sonra da Hıristiyanlar istediğini yapmışlardır.

مَا دُمْتُ فِيهِمْ

(MAv DuMTu FIyHıM)

“Ben onlarda devam ettiğimde”

Burada “İza küntü fîhim” veya “Meta Küntü Fîhim” denebilirdi. Bunun yerine “Mâ Dumtu Fîhim” denmiştir. Bunun anlamı, ben onların içinde göreve devam ederken demektir.

İçlerinde olmak başkadır, içlerinde göreve devam etmek başkadır. Bir emekli de içlerinde olur ama göreve devam etmemiş olur. Buradan şu hükümler çıkar. Bir soruşturmacı olayları takip etmek ve kayıtları tutmak zorundadır. Görevli iken bunu yapacaktır. Emekli olunca artık takip etmek zorunda değildir. Bugün nasıl belgeleri noter saklıyorsa, “Adil Düzen”de de belgeleri şehitler yani soruşturmacılar saklar. Kendisinden sonra da vasiyet ettiği kimseye devredilir. Belgeler onlarda korunur. “Adil Düzen Anayasası”nda bu hükümler yer almaktadır. Kur’an’daki delili de bu “Dumtu” kelimesi olmaktadır.

“Küntü” kelimesi yerine “Dumtu” kelimesi getirildiğine göre farklı manâsı vardır. İşte yorumcu o farklı manâyı bulmaya çalışır. Siz başka bulursunuz, ben başka bulurum. Sizin içtihadınız benim içtihadımdan farklı olur. Uygulamalarımız da farklı olur.

فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي

(Fa LamMAv TaVafFaYTaNIy)

“Beni vefat ettirdiğinde”

Allah Hazreti İsa’yı ne zaman sorguya çekmektedir?

Âhirette bütün resulleri topladığı zaman sorguya çekmektedir. Onların arasında Hazreti İsa’ya da soracaktır. Orada Veİz” demeyip “İz” demektedir. O halde bu tekrar İsa geldiği zaman soracaktır anlamında değildir, ahirette soracaktır anlamındadır. O halde Hazreti İsa’nın vefatı ilk vefattır. Kur’an’da manâları aynı kelimelerle zikredilmektedir.

Vefat ve mevt...

Bunlar arasında fark vardır.

Bu fark nedir?

İlk baktığımız zaman “vefat” yalnız insanlara getirilmektedir. Oysa “mevt” bütün canlılar için getirilmektedir. Canlılarda gerçek ölüm vardır. Beden dağılmakta ve kendisi kalmamaktadır. İnsanın bedeni de böyledir. Toprak olunca çürüyüp gitmektedir. Oysa insanın ruhu ışık hızına yükselmekte, kendisinde hiçbir değişiklik olmamakta, tekrar sonra bedene dönmektedir. Dolayısıyla insanın bedeni “mevt” eder, insanın ruhu ise “vefat” eder.

إِذَا جَاءَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ

  “Mevt onlara gelince resullerimiz onu vefat ettirir” âyetinde mevtin gelmesinden bahsedilmektedir. Bu canlının canlılığını yitirmesidir.

İnsan canlanınca ona ruh üflenmekte, böylece insan olmaktadır. İnsan diğer canlılardan farklıdır. Bugün insanlar insansız uçak yaptılar, insansız araç yaptılar. Allah ise bütün canlıları ruhsuz yapmıştır. Bir sinek ruhsuz olarak her türlü hareketi yapabilmektedir. Yalnız insanın ruhu vardır. Melek, cin ve insan dışı da ruhlar vardır. İşte insan bedeni insana verilmiştir ve insanın ruhunun emrindedir. Mevt bedene gelince melekler de ruha gelirler ve onu alıp ışık hızına çıkarıp yola çıkarırlar. O kıyametten sonra tekrar o bedene gelecektir. Kıyamette öldüğü bedenle gelecektir. Hayat öldüğü anda başlayacaktır. Çünkü öldüğü andaki beden orada olacaktır. Ruh öldüğü andaki hayatı dördüncü boyutta yaşamaya başlayacaktır.

Soruşturma dönemi bittikten sonra insanlar cennete veya cehenneme gidecekler.

Kur’an’da mevtin vefat ettirdiğini de zikretmektedir. En önemli âyet Allah’ın insanı ölümü esnasında vefat ettirdiğini ve uykuda da vefat ettirdiğini ifade etmektedir. Ruhun bedenden uzaklaşması ölümden sonra ve uyku esnasında olmaktadır. Eğer mefhumu muhalefeti kabul edersek uyku ve ölüm dışı vefat olmamalıdır. Kıyas olarak alırsak ölümden başka veya uykudan başka da vefat olması gerekir.

Hazreti İsa’nın vefatını kıyas yapabilmemiz için ortak bir illet bulmamız gerekir. Bu da ruhun bedenden ayrılmasıdır. Uykuda da ölümde de bu olmaktadır. Uykuda beden ölmeden ruh ayrılmaktadır. Ölümde ise beden ölünce ruh ayrılmaktadır. Hazreti İsa’nın tekrar dünyaya geleceğini kabul ettiğimiz zaman bedenin ruhtan ayrılması, ayrı bir yere gitmesi vefattır. Bedende uyku hâline sokulması gerekir. Bu da beden ışık hızına çıkarsa onun da ömrü uzar ama milyon sene bir güne inebilir. Böyle düşündüğümüzde bedeni ve ruhu ayrı olan Hazreti İsa bir gün beden dünyaya dönünce ruh da gelip uykudan uyanır gibi tekrar bıraktığı yerden hayata devam edebilir. Bunda herhangi bir zorluk yoktur. “Teveffeytenî”den beni öldürdün anlamı çıkmaz.

Bu manâyı vermemizi önleyen “beni vefat ettirdin” kelimesi değildir. Hazreti İsa’nın gelmeyeceğine delâlet eden bundan sonraki ifadedir. “Beni vefat ettirdikten sonra sen rakıyb oldun” demektedir. Demek ki Hazreti İsa ondan sonrasını bilmemektedir, âhirette de bilmemektedir. “Ondan sonrasını ben bilmiyorum” demektedir. O halde dünyaya gelmemiştir. Gelseydi mücadelesini vermiş olur, o mücadelede olacak olayları da anlatmış olurdu. Yoksa bildiklerini saklamış olur. Başka âyetler daha vardır. “Sen öleceksin de onlar yaşayacaklar mı? Senden önce hiç kimseyi huld yapmadık.” (21/34)

Hazreti İsa’nın tekrar geleceği inancı nereden doğmuştur?

Yahudiler İsa Mesih’in geleceğini bekliyorlardı. Gelince inanmak işlerine gelmedi.  Beklediğimiz bu değildir, bundan sonra gelecektir dendi. Ona resul diyemediler, çünkü Hazreti Zekeriya peygamber benden sonra İsrail oğullarından bir nebi daha gelmeyecek demiştir.  Ona Mehdi dediler. Hâlâ ona inanmaktadırlar.

Hazreti İsa İncil’de kendisinden sonra uyarıcı birinin geleceğini, şeriatı onun getireceğini söylemiştir. Hazreti Muhammed’in gelmesini benimsemek istemeyen insanlar bunu yani Hazreti Muhammed’in gelme müjdesini Hazreti İsa’nın kendisinin geleceği şeklinde yorumladılar. Böylece onlar da hâlâ Hazreti İsa’yı bekliyorlar.

Asıl acayip olan şudur ki; Hıristiyanların beklediği Mehdi Hazreti Muhammed, Yahudilerin beklediği Mesih Hazreti İsa olduğu halde, Müslümanlar da hâlâ Mesih ve Mehdi bekliyorlar!?

Âyetlerin açık delaleti ile Hazreti İsa ve Mehdi gelmeyecek, “hadiler” gelecektir. Bunun aksini iddia etmek Kur’an’ın açık âyetlerine muhalefettir.

كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ

(KuNTa EaNTa elRaQIyBu)

“Rakıyb sen oldun.”

Rakıyb olmak” ensesinde olmak demektir. Onu gözetlemek demektir. “Rakabet etmek” aynı zamanda hakkı gözetmek demektir yani hakka riayet etmek demektir.

Rakıyb” kelimesi gelmiş ve burada isim cümlesine “Kâne” getirilmiştir. “Allah âlimdir” de dersiniz. “Ahmet âlimdir” dediğiniz zaman bu anda Ahmet âlimdir ve âlimliği devam etmektedir demektir. Allah âlim olmaktadır. Yani “Kâne” ile getirirseniz devamlılığı ifade eder. Sonradan olma anlamında değildir. İsim cümlesinin tüm zamanlara istiğrakını ifade eder.

“Er-Rakıyb” nekre gelirse başkası da rakıyb olabilir anlamındadır. Yani Hazreti İsa hayatta iken Allah da rakıyb idi, Hazreti İsa da rakıyb idi ama öldükten sonra yalnız sen rakıyb oldun, yalnız sen rakabette kaldın anlamındadır.

“Şehid” ile “rakıyb” arasındaki fark şudur. Şehitte geçmişte olan şeyleri tesbit eder, bilgi olarak bulundurur, kendisi müdahale etmez, sadece gözetler. Rakıybda ise aynı zamanda müdahale de edebilir.

Hazreti İsa’dan sonra Allah Hıristiyanlığı gözetlemiş ve aynı zamanda yön vermiştir.

Bunu şöyle ifade edelim. Köylerde ark yaparlar. Su arkın içinde akıp gider. Bu suya bekçiler koyarlar. Akan suya müdahale etmez ama akan su arktan taşarsa müdahale edip onun taşmasını önler. İşte bu rakıybdır.

Allah da kâinatı yaratmış, kurallar koymuş, her şey kendi kuralları içinde akıp giderken insanlar bazen tarihi akış istikametinden sapıtırlar. İşte o zaman Allah müdahale eder ve tarihi kendi akışına çevirir.

Hazreti İsa, rakıyb olan, müdahale yetkisi olan ben değildim, hele öldükten sonra hiç değildim, murakıb olan sendin. Yaptılarsa yaptılar, sen izin verdin de onun için yaptılar. Şimdi bana ne diye soruyorsun der gibi haklı olduğu yerde yüksek perdeden konuşuyor.

Soruşturmacılara ifade verirken, haklı olduğu yerde hakkını savunan kimse suçlanmaz. Soruşturmada kişi bir şey söylediği zaman iftira ettin deyip suçlanmaz. Diyelim ki bir soruşturmacı birinin zina yaptığını soruşturuyor, kişi bildiğini söylüyor ama dört şahit getiremiyor, buna iftira cezası verilemez. Bu sebepledir ki soruşturma gizlidir. Sadece soruşturmacıya söyler, o da kimseye söylemeden kendi dosyasında işaretler. Söyleyen suçlu olmaz. Dört şahit olup da mahkemeye gidip şehadet etmedikçe soruşturmacı açıklarsa iftira cezasına soruşturmacı çarptırılır. Bu sebepledir ki basında çıkan herhangi bir haberden yazar sorumludur.

Evet, Hıristiyanların Pavlus’un teslis inancını kabul etmeleri Allah’ın izniyle olmuştur. Allah istemeseydi ona o sözü söyletmez, Hıristiyanlar da onun arkasından gitmezlerdi. Allah öyle olmasını murat ettiği için Hıristiyanlar 2000 sene böyle hatalı bir dünyada yaşadılar. Bu sayede bugün iki milyar insan Hıristiyandır. İnsanları zorla Hıristiyan yapmışlardır. Bunu yapanlar gerçek Hıristiyanlar değildir, Allah’ın şeytan benzeri vazifeli kıldığı kimselerdir. Komünizm de böyle gelmiştir. İnsanları yola getirmek için tufana ihtiyaç vardır.

عَلَيْهِمْ

(GaLaYHiM)

“Onların üzerine”

Lehte rakıybler vardır, aleyhte rakıybler vardır.  Lehte olanlar onların iyiliğine rakabet ederler, onları korurlar. Aleyhte olanlar ise onların kötülük yapmasını önlerler.

Hazreti İsa aleyhlerindeki rakabetten bahsetmektedir. Sen onları neden bu kötülüklerden men etmedin de şimdi bana soruyorsun demek istemektedir.

Bu şekildeki bir muhavere kişi ile devletin kamunun eşit hukukuna sahip olduğunu göstermek içindir. Yargının karşısında vatandaşla topluluk eşit haklara sahiptir. Onun için savcı da davacıların sandalyesinde oturacaktır, hâkimin/hakemin yanında oturamaz.

Fatih Sultan Mehmet bir sebepten Hıristiyan bir mimarın kolunu kestirir. Hıristiyan mimar Fatih’i kadıya şikâyet eder. Kadı padişahı ve mimarı mahkemeye çağırır. Fatih mahkemeye gelir ve kadının yanında oturur. Kadı, “Sen de oraya geç begüm!” der, onu sanık sandalyesinde oturtur. Kolunun kesilmesine karar verir, ancak bunu kamu adına yaptığı için kısas cezasını diyete çevirir. Bugün ise savcı hâkimlere talimat vermektedir.

وَأَنْتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (117)

(Va EaNTa GaLAy KulLi ŞaHıyDin)

“Ve sen her şeye şehidsin.”

Kur’an böyle birbirine yakın manâları olan kelimeleri birlikte zikrederek aralarındaki farka işaret etmektedir.

Ve sen her şeye şehidsin” deniyor.

Şehid” müdahalesiz gözetleme demektir. “Şehid” kelimesi nekre getirilmiştir. Mef’ulünü takdim etmiştir. “Şehid” kelimesi sıfatı müşebbehedir. Fiil gibi amel eder. Fiile benzediği için müşebbeh denmiştir. Takdim etmesi ibarenin her şeye ait olmasından dolayıdır. Her şeyin üzerinde sen nesin sorusuna değil, sen neye şehidsin sorusuna cevaptır.

Buradaki “şehid” kelimesi “âlim” kelimesi manâsında kullanılmaktadır. Âlimden farkı, şehidin şehadete yetkisinin olması yani mahkemede onun şahitlik yapacağı anlamına gelir. Âlim ise bilir ama onun şehadeti her zaman kabul edilmez.

“Rakıyb” kelimesi marife geldiği halde “Şehid” kelimesi nekre gelmiştir. Şehadette hasr yoktur. Rakabette ise hasr vardır. Yani müdahale yetkisi yalnız Allah’a aittir, topluluğa aittir. Yöneticiler müdahale ile durduramazlar. Yargı kararı gerekir.

***

إِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ

(EiN TuGaüÜıBHuM FaEinNaHuM GıBAvDuKa)

“Azab edecek olursan onlar senin ibadındır.”

Hazreti İsa “sanık” ve “tanık” olarak ifadesini vermiş ve söyleyeceklerini söylemiş, sıra “hükme” gelmiştir. Sözlerini orada bitirmemekte, Allah’a ne yapması gerektiğini söylemektedir. Azap edersen hatalı iş olur diyor, çünkü onlar senin ibadındır. Onlar İsa’ya taparken de sana taptılar, sana ibadet ettiler. Öyle bildikleri, yanlış bildikleri için kapitalizmi ve sosyalizmi ilâh ittihaz ettiler. Onlar aslında iyiyi arıyorlardı. O kadarını bulabildikleri için öyle yaptılar. Azap etmemelisin. Azap edersen senin kullarına azap etmiş olursun. Azap burada “tazib” kalıbı ile ifade edilmiştir. Yani hiç azap verme demiyorum diyor Hazreti İsa ama öyle azabı da fazla uzatma. Suçlu ile suçsuz elbette bir olmayacaklardır. Hatalarının cezasını az çok tadacaklar ama gayeleri sana ibadet olduğu için affetmen gerekir diyor.

İşte biz buna dayanarak diyoruz ki, Hindistan’da ineğe ibadet eden biri samimiyse, ineği hâlık kabul ediyorsa, öyle zannediyorsa, o ineğe değil Allah’a ibadet etmektedir. Ameli salih de işlemişse cennete gidecektir. Çünkü o kâfir değildir. Bildiğinin aksini yapmamaktadır. Doğru bildiği bir şey yapmaktadır. Nasıl içtihatta hata etse sorumlu değilse, imanda da hata etse sorumlu değildir.

Gerçi kelamcılar buna şiddetle muhalefet ediyorlar. İmanda hata olmaz, oradaki hatada af olmaz demektedirler. Oysa Kur’an kâfirlerin de günahlarının affedilebileceğini bildirmekte, sadece müşrikleri istisna etmektedir.

Biz müşriki anarşist kabul ediyoruz. Şöyle diyebiliriz. Kâfir bildiği halde aksini iddia edendir, kavlen günah işleyendir. Bunların bizim aramızda yaşama hakları vardır. Çünkü bunlar bize zarar vermemektedirler. Ama müşrikler aynı zamanda bize fiilen zarar verip hakem kararlarını da kabul etmeyenlerdir. Bunların günahlarını affetmeyeceğini Allah bildirmektedir. Yani müşriklik fiilîdir, küfür ise kavlîdir.

Yerinden yönetim ilkesine ve çoklu sosyal gruplara bunun için ihtiyacımız vardır. Biz isteriz ki birlik bozulmasın, topluluk dağılmasın ama kişiler de hür olsun. Kişiler kendilerinin yollarını kendileri çizsin. Biz, insanlar bize zarar vermiyorlarsa, başkalarına zarar vermiyorlarsa istedikleri gibi yaşasınlar diyoruz. Sonunda niyetlerine göre hesap vereceklerdir. Niyetlerinin ne olduğunu biz bilemeyiz; bilsek bile bizim onlara niyetlerine göre ceza verme yetkimiz yoktur. Sadece bize zarar veriyorsa ona karşı kısas hakkımız doğar. Devlet bizim hukukumuzu koruyandır. Yöneticiler topluluğu oluşturmaz, topluluk yöneticileri ortaya çıkarır. Yöneticiler topluluğu kendilerine uydurmaya kalkışırlarsa şirk işlemiş olurlar. Devletin başkalarına zarar vermeyenlerin özgürlüklerini kısıtlama yetkisi yoktur.

وَإِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (118)

(Va EiN TaĞFiR LaHuM FaEinNaKa EaNTa eLGaZİyZu elXaKİyMu)

“Ve mağfiret edersen aziz ve hâkim olan sensin.”

Mağfiret etmek” suçun cezasını vermemektir. “Affetmek” ise fiili suç saymamaktır. Verdikleri zararları, yaptıkları zulümleri bağışlarsan hükmeden sensin denmektedir.

Hıristiyanların çok büyük günahları vardır. Önce Roma İmparatorluğu Hıristiyan olunca Hıristiyanlık adına büyük zulüm yapmışlardır. İnsanları zorla Hıristiyan etmişler, Hıristiyanlık adına halka işkence yapmışlardır. Sonra aralarında mezhep kavgaları çıkmış ve bu sebeple birbirlerini kırmışlardır. Bu iç savaş yetmedi, Haçlı Seferleri ile Müslümanlarla soykırıma varan derecede çatışma içine girmişlerdir. İspanya’da Endülüs Emevilerinin yapıları duruyor ama Emevilerden yani Müslümanlardan kimse yoktur, soykırıma uğramışlardır. Bitmedi, barut ve pusula sayesinde yeryüzüne hükmeden Hıristiyanlar gittikleri yerlerde soykırıma sebep olmuşlardır. Ondan sonra da ateizmin dünyada öncüleri olmuşlardır yani irtidat etmişlerdir.

Şimdi âhirete vardığımızda bu kadar zulüm gören insanlar vardır.

Bugün zulmeden sermayedir ama onların ordularına dayanarak zulmetmektedir.

İşte Allah bunları mağfiret edecek, Hazreti İsa bunu söylüyor.

Peki, o kadar insana yapılan zulüm ne olacak, bu kadar günah ne olacak?

Allah için bu çok kolaydır. Mazlum olanlara bire on sevap yazar ve böylece adaletini de göstermiş olur. Zalimler de cennete gider, mazlumlar da. Ne var ki birileri bodrum katında, birileri de köşklerde olur.

Âyette dikkat edersek “İn” şartından sonra fiili muzari getirilmiştir. Bu da istimrar içindir. Sadece birkaç günahlarının mağfireti değil tüm günahlarının mağfireti söz konusudur. Sonra “Fa” harfi ile şartın cevabı gelmiştir. Bu da devamlılığı ifade eder.

İnne” getirilerek tekit edilmiştir.

İnneke Ente” ile tekit edilmiştir.

 “Aziz” ve “Hâkim” sıfatları marife gelmiştir.

Aziz” saygınlığı dolayısıyla sözünü dinleten, söylediği sözü çevresindekilere onlara herhangi zorlama gücü kullanmadan kabul ettiren kimse demektir.

Bu hususta en çok izzet sahibi insanlar ahlâk adamlarıdır, şeyhlerdir. Hiçbir maddi güçleri yoktur, paraları yoktur, siyasi güçleri yoktur, hattâ dişe dokunur ilimleri yoktur. Ama onları seven müritleri son derece saygılıdırlar ve söz dinlerler. İkinci saygın kişiler siyasilerdir. Onları düşmanlarından koruduğu için liderlerini saygıyla dinlerler. Zenginler de onlara ikram ve ihsanda bulunuyorlarsa, onları darlık zamanında gözetiyorlarsa saygın olurlar. İlim adamalarının sözleri saygındır ama kendileri saygın değildir. Çünkü ilim tartışmaya dayandığı için ilim yapanlar birlikte çalıştıkları kimselerin ilimde sözlerini dinlemezler. Vardıkları sonuçlar gerçekler olduğu için isteseler de istemeseler de uygularlar.

İşte, Allah kahhardır zorla herkesi dinletme gücüne sahiptir ama izzet vasfını sever, kullarının rızaları ile sözlerini dinlemelerini ister.

Âhirete geldiğimiz zaman herkes herkesten şikâyetçi olacaktır. Kendilerine yapılanları Allah’tan bilecek, kötülükleri birbirlerinden bileceklerdir. Allah kulları ile pazarlığa oturacaktır. Şu kulum sana bu kötülüğü yaptı, ben onu mağfiret etmek istiyorum, sana ne ihsan edersem razı olursun? Hayır, ben onun cezalanmasını istiyorum, ihsanını istemiyorum diyemeyecektir. Çünkü Allah’a karşı o gün çok saygılıdır. Mü’minler zaten dünyada da saygılı idiler. Orada Allah’ın ihsanını reddedecek değildirler. Diğerleri ise zaten günahkâr, cehennem azabı onları bekliyor. Allah’ın ihsanına o kadar çok muhtaçtırlar ki kabul etmemeleri mümkün değildir.

İşte, Hazreti İsa diyor ki; tazip edersen kullarındır, pek uygun olmaz ama mağfiret edersen sen bunu çok kolay yaparsın, çünkü sen azizsin, senin sözünü herkes seve seve dinler ve birbirlerini affederler. Evet, Hıristiyanlar zulmettiler, bu doğrudur ama zulmedilenler de pek kusursuz ve günahsız değildirler.

Hâkim” hükmeden demektir. Yine de hükmeden yalnız sensin, azap etmeyi istersen bizim diyecek bir sözümüz yoktur. Çünkü biz kuluz, eksiklerimiz olan kuluz. Savunmamızı yaptık ama hüküm senindir. Bizim gücümüz yalnız hükmünde inkıyat kadardır.

Hıristiyanların bir inancı vardır. Hazreti İsa çarmıha gerilmekle bütün Hıristiyanların günahlarını çekmiştir. Ümmetinin affı için çarmıha gerilmiştir. Dolayısıyla Hıristiyan olmak cennete gitmek için yeterlidir. Günahkâr olmak cehennem için yeterli değildir. Mevlit yazarı da Hıristiyanların bu inancını taklit etmiş ve Hazreti Muhammed’in de ümmetine ‘va ümmetim, va ümmetim’ diye yalvardığını yazmaktadır.

Bu âyet bunların bu inanışlarını doğrular gibidir.

Hazreti İsa ümmetini savunmaktadır. O halde her topluluğun başı kendi ümmetinin hukukunu korumak durumundadır, onları savunmak durumundadır. Ümmeti söz konusu olunca hakem değil taraftır. Hâkim olan hakemlerdir.

Burada Allah soruşturma yapmaktadır. Soruşturmacıları yerinde konuşturmaktadır. Bu sebeple şahitlikle ilgili âyetlerden sonra gelmiştir. Hazreti İsa da ümmetin sorumlusu olarak ümmetini savunmaktadır.

Burada başka bir şey öğreniyoruz. Topluluğun kurucuları öldükten sonra da o topluluğun başkanı olarak kalmaktadır. Yani âhirete vardığımız zaman yalnız bir nesil değil bütün nesiller birden sorguya çekileceklerdir. Yani toplulukta devamlılık asıldır. O halde topluğu kuranların başkanlıkları sonuna kadar devam eder.

Osmanlı imparatorluğu diyoruz.

Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal de bizim kurucu başkanımızdır. Ona tapmamak, bugünkü işlerimize karıştırmamak üzere onun adını devletimiz için isim yapabiliriz. Ona tapmayız. Onu günümüzün sorunlarına karıştırmayız. Çünkü rakıb olan Allah’tır, o değildir. Şehid olan Allah’tır, o değildir. Bizim ona olan saygımız ona hakaret etmemek, onu düşman saymamak, yaptığı yanlışları varsa onları da düzeltip onun günahını hafifletmektir. Madem ki Allah onu İstiklâl Savaşı’nın başkomutanı yaptı, madem ki onu kurucu devlet başkanı yaptı, biz de onun kurduğu devlet içinde varlığımızı sürdürüyoruz, ona saygılı olmamız gerekir. Ama onu tanrılaştırmamalıyız, onu günümüzün sorunlarını çözen gaybı bilen biri kabul etmemeliyiz.

Bu ilkeye dayanarak biz sünnetleri ikiye ayırıyoruz. Kur’an’ı uygulayarak yorumlama şeklindeki sünnet bizi bağlar çünkü biz Kur’an’ı ondan öğrendik. Ama bir insan olarak veya bir başkan olarak aldığı kararları ve yaptığı içtihatları bizi bağlamaz. O tanrı değildir. O gaybı bilmez ve gelecekten haberdar değildir.

Sahabelerin icmaları da böyledir. İcmaların bir kısmı Kur’an’ı yorumlama mahiyetindedir. Buradaki icmaları bizi bağlar ama kendi zamanındaki sorunları kendi akıl ve isteklerine göre çözmede icma etmişlerse o icmalar bizi bağlamaz. Bunu ben söylemiyorum, Osmanlıların meşhur usul otoritesi olan Molla Hüsrev, “Mirkat” isimli eserinde böyle söylemektedir. Kur’an bunu teyit etmektedir. Hadiste de, “Benden sonra sözlerimi çoğaltıp rivayet edecekler; Kur’an’la karşılaştırın, uyuyorsa alın, uymuyorsa reddedin.” deniyor. Sünneti delil kabul ediyorsak bu söz de sünnettir, ona uymamız gerekir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3465 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2658 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2528 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2279 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2170 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2588 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1985 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2287 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2426 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2429 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2439 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2398 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2436 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3039 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2987 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2748 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2954 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3029 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3427 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5479 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3549 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3074 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3865 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3714 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3421 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3871 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3833 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4109 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4624 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3018 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3113 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3967 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3841 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2943 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3955 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7718 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5605 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3575 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4447 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4743 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4665 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4818 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4551 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3396 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5175 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3855 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5150 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5009 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4934 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3478 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3693 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5151 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4206 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5419 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4088 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4418 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4768 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5315 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5261 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4381 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4594 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4118 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4098 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4087 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4541 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5649 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9820 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4647 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3705 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3853 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3356 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3749 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5706 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4246 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler