Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 654
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -98-100.AYETLER
17.03.2012
1813 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 62

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (98) مَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ (99) قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ فَاتَّقُوا اللَّهَ يَاأُولِي الْأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (100)

 

اعْلَمُوا

(iGLaMUv)

“İlmediniz.”

Biliniz” emirdir. Bundan önce de 92’inci âyette “Biliniz ki resulümüze mübin belağdan fazlası yoktur” denmişti. Şimdi de yine “Biliniz” ile başlamıştır.

Bu emri nasıl yerine getireceğiz. Biz bunları nasıl öğreneceğiz? Bir topluluk bir şeyi nasıl öğrenebilir? Hangi kuruluşlara ihtiyacımız vardır? Çoğul emir gelmiştir. Farzı kifaye midir, farz-ı ayn mıdır? Bu emre nasıl uyacağız? Bir defa bildik mi yeterli midir, yoksa devamlı bilmek mi gerekir?

İşte bizim Kur’an’ı yorumlamamız bu demektir.

Beyan budur.

Alacaklı olan kimse dese ki “borcunuza karşılık bana bir ceket alınız”, siz de ceket almayı para ödemeye tercih etseniz, ona sormazsınız, “nerden ceket alayım, ne ile alayım” demezsiniz. Çünkü bu onu ilgilendirmez, onu da siz düşüneceksiniz.

İşte…

Allah bir şeyi emrettiği zaman eğer o mutlaksa, nasıl ifa edileceğini içermiyorsa, onu yerine getirilmesine memur olan yani emredilen kimseye bırakmış demektir. Bunu yapın ama nasıl yapacağınızı da siz düşünün, uygun olan ne ise onu yapın demektir.

Eğer yapılacak şeyi marife getiriyorsa onu yapın diyor. O zaman onu yapmamızı istiyor. “İlmediniz” ifadesinin cemi yani çoğul olarak getirilmesinden anlıyoruz ki birlikte bileceğimiz kastedilmektedir. Hepimiz ayrı ayrı bileceğiz ama aynı zamanda birbirimize öğreteceğiz, birbirimizin bilgisini denetleyeceğiz.

Biliniz” emri yanlışlık yapmayan, doğru yapmak için biliniz şeklinde de olabilir. Bu takdirde bilinizden maksat gereğini yapınız, hata yapmayınız demek olmuş olur. Tamam, ben öğrendim; “Resule tebliğden başkası yoktur” deyip görevin tamamlandığını kabul etmek elbette işin kolayıdır. Bilmek yapmak içindir, amel etmek içindir. Biliniz emri aynı zamanda onu öğrenin de ona göre yapınız; iyi ise yapınız, kötü ise içtinap ediniz demektir.

Kur’an insanlara birçok âyette öğrenmeyi ve bilmeyi emretmiştir. Bunun için bilim müesseselerini geliştirmemiz gerekmektedir. Namaz müessesesi birçok âyetlerde emredilmiştir. Parça parça şekli anlatılmıştır. Bir yerde anlatılmamıştır. Birleştirilip bugünkü namaz müessesesi hâline getirilmesi Resul tarafından öğretilmiştir. Diğer hususlarda bu iş içtihatlar ve icmalara bırakılmıştır. Bizim dört ana ibadete bakarak kıyas yoluyla müesseselerin nasıl oluşturulacağını ortaya koymamız gerekir. Ona göre düzenimizi kuracağız. Neden böyle yapılmıştır? Böyle yapılmıştır çünkü Kur’an’da müesseseler sayılsaydı bitmezdi. Kur’an’da her şeyin meseli darbedilmiştir. Kur’an’da her şeyi anlattık denmiyor, her şeyin meselini yani örneğini darb ettik diyor.

İşte namaz da o örneklerden biridir.

Biliniz” emri için geliştirdiğimiz müessese imtihan müessesesidir. Kur’an “imtihan ediniz” demektedir. Herkes beşikten mezara kadar öğrenecek ve öğretecek. Herkese bilgisi kadar ehliyet verilecek.

Bu imtihanlarda neler sorulacak?

İşte burada ve başka âyetlerde “biliniz” emri varsa, imtihanlarda sorulacak soruların emrini vermiş olmaktadır. İmtihanlara girenlere bu sorular sorulacak. Başarılarına göre onlara not verilecek. Kişiler doğru cevap verebilmek için de devamlı öğrenme ve öğretme durumunda olmalılardır.

Mademki “biliniz” emri hep birden hepimize verilmiştir, o halde öğrenme kadar öğretmemiz de gerekmektedir. Öğrenip imtihan verenlerin veya öğretenlerin toplulukta farklı yerleri olması gerekir. Yoksa bilenle bilmeyen müsavi olurdu. Oysa böyle olmadığını başka âyette bildirmektedir. Fazilet sahibine fazlı verilir denmektedir. Yani bilene hakkının verilmesi gerekir.

Biz resmî meslekî derecesini bilgiye göre yükseltiyoruz. Kredi ve emekliliği buna göre düzenliyoruz. Ayrıca imtihanda başarılı olanların öğretmenlerine bir ücret veriyoruz. İşte, bu buradaki “biliniz” emrinin cem olarak gelmiş olmasından bunlar istidlal edilebilir.

أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

(EanNa elLAHa ÇaDIyDu elGıQABı)

“Allah’ın ikabının şedit olduğunu biliniz.”

Burada “En” harfi getirilmeden iki mefulle “Allah’ın ikabının şiddetli olduğunu biliniz” denmiştir. “Enne” getirilerek ilm fiilini bir mefullü yapmıştır. Mefulü cümle yapmıştır. Bilmemiz gereken Allah’ın ne olduğu değildir. Bilmemiz gereken ikabın şiddetli olduğudur. Yani olaydır. Birinin vasfı değildir. Bu sebeple cümle meful yapılmıştır.

Şimdi ikab ne demektir, azaptan farkı nedir, onun üzerinde durmamız gerekecektir.

“Akb” ökçe demektir. “Ka’b” ise topuk demektir. “Takip etmek” demek izlemek demektir. Bir hayvan ve insan kaybolduğu zaman onu bulmak için bakılır. Takip etme yakalama demektir. “Ukba” ise yakalandığı an veya son demektir, akıbetin sonu demektir. İyi için de kötü için de kullanılır.

İkab” “muakabe”nin mastarı olabilir yahut akabenin çoğulu olabilir.

Arapça kurallı dildir. Kuralların bazıları işlek olur. Her kelimede o kural uygulanır. Bazıları ise kural içinde olur, Araplar onu uygulamazlar. Mesela uçak kelimesi yatak, batak, kaçak, solak gibi kuralla üretilen kelimedir. Daha önce bilinen bir kelime değildir. Uçak icat edildikten sonra ona “tayyare” dediler. Sonra da Türkçede “uçak” dediler.

Kur’an’da Arapçanın kuralları içinde olduğu halde Kureyş Arapçasında işlek olmayan kurallar geçerli midir? O günkü Araplar o kelimeden bir şey anlamaz veya onu anlamaz ama bugün gramer bilen bizler o manâları verebilir miyiz? Bunu kabul edenler vardır, kabul etmeyenler vardır. Biz gerek etimoloji gerekse işlek olmayan kurallara dayanarak hükümler istihraç etmeyiz. Bu sebepledir ki kelimelerin lugattaki manâlarından çok o kökün o kalıp içindeki manâları üzerinde durmayı uygun bulurum. Sıfat-ı müşebbeheler, cemler üzerindeki kurallar daha tam olarak tarafımdan bilinmediği için hatalarım olur ama ben zaten size kesin bilgiler vermiyorum, sadece böyle de düşünebilirsiniz diyorum. Benim anladıklarımı ve görüşlerimi söylüyorum. Bunun manâsı şu değildir; ben bilmiyorum, başkaları biliyor. Kimse bilmiyor. Ben de bilmiyorum. Herkes kendisi için bilir. Siz de kendiniz için bileceksiniz. Benim hatalı olduğumu her zaman bileceksiniz ve sözlerimi takliden değil de tahkiken kabul edeceksiniz.

Taklit mezheplere yapılır. Daha mezhepler oluşmadı. Mezhebin oluşması için en az yüzlerce âlimin bir hayat boyu çalışması gerekir. Dolayısıyla bizim anlattıklarımız sizin taklit edeceğiniz içtihatlar değildir ama yararlanmanız gereken içtihatlardır. Türkiye’de kendisini ehl-i tarik görenler ne hikmetse bizim içtihatlara karşıdırlar da Fransa’dan gelen kanunlara mutidirler! Biz diyoruz ki; günümüz sorunlarını çözen hükümler üretelim de Batı’nın bu karmakarışık ve sorunları çözmeyen kanunlarından kurtulalım. “Adil Düzen” bu çalışmadır. Nedense İstanbul uleması işbirliği yapıp Erbakan’ı “Adil Düzen”den vazgeçirmeye çalıştılar. Onu vazgeçiremediler ama partisini vazgeçirdiler. Şimdi zavallı bir şekilde dolaşmaktadırlar.

İkab” eğer mastar ise çok sert takip eden demek olur. Eğer çoğul ise değişik ama belli sonuçları vardır demektir.

Şimdi burada “şedidü’l-ikabi” marife getirilmiştir. “İkab” kelimesi Kur’an’da yalnız Allah’a isnat edilmiştir. “Şedid” kelimesine veya seri kelimesine muzaftır. Anlamı şöyle anlatabiliriz. Allah insanlara emirler vermiştir. O emirlere uyanlar dünyada ihsan olunurlar, âhirette ikram olunurlar. Emirlere uymayanların dünyada da cezaları vardır âhirette de cezaları vardır. Dünyadaki cezadan bahsederken insanların verdikleri cezadan bahseden mahkemelerin cezasından bahsetmiyor. Pis şeyi içen kimse hasta olur. İçki içen kimse sonunda siroz olur ve ölür. Bu sonuç dünyadaki ikabdır.

“Adil Düzen”e karşı çıkanlara denmiş ki; kanla da olsa kansız da olsa Adil Düzen gelecektir. Bu cümle işte bu manâyı taşır. Zalim düzende insanlar birbirini yer ve bitirirler. Sonra yeni uygarlık, yeni düzen gelir.

وَأَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ

(Va EanNa elLAHa ĞaFUvRun RaXIyMun)

“Ve Allah gafur rahimdir.”

Bundan önce Allah’ın şedidü’l-ikab olduğunu marife ile ifade etti. Bunun âlemlerin rabbi olanın ilahi emirleridir. Sünnetullaha uymayanlarının takip edileceğini bildirdi.

Şimdi “vav” harfi ile atfetti, nekre olarak “gafur ve rahim” olduğunu ifade etti. “Allah” kelimesini izhar etti. Orada âlemlerin rabbini, burada ise O’nun halifesi olan topluluğu zikretti.

Doğa kanunları vardır. Sağlığına dikkat etmeyen helâk olur. İçki içen hasta olur. Yaşlanan hasta olur. İlâhi takdir devam eder durur. Onu kimse önleyemez ve durduramaz. Bir de topluluklar vardır. Bu sûrenin ana konusu olan genel hizmet ve kamu görevleri vardır. Onlar ise gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler. Yaşlı hasta olur. Ölecektir. Ölmesi gerekir çünkü artık dünyada yapacağı bir şey yoktur ama insanların, topluluğun onu öldürme yetkisi yoktur. Doktor onu kurtarmaya çalışır, görevi odur.

Kâfirler küfrederler. Onları uyarsan da uyarmasan da yararı yoktur, onlar adam olmazlar ama mü’minlerin görevi tebliğdir, uyarmadır. Bu son ifade bunları söylemektedir.

Bizim görevimiz, Allah’ın halifesi olan insanların görevi gafur ve rahim olmaktır. Kötü insanları iyileştirme ve zararlarını gidermedir. Bizim işimiz onların akıbeti değildir. Akıbet âlemlerin rabbi olan Allah’a aittir.

Topluluk Allah’ı temsil eder diyoruz.

Peki, topluluk kimdir, topluluğu kim temsil eder?

Topluluk tüm insanları temsil eder. Herkes pazarda malını en pahalı satmak ister, diğer taraftan herkes malları en ucuz almak ister. Sonunda piyasa fiyatı oluşur. İşte bu fiyatı belirleyen Allah’ın halifesi olan topluluktur. Yahut herkes kendine göre takdirde bulunur. Diyelim ki yirmi öğretmen bir öğrenciyi ayrı ayrı imtihan etmektedir. Ona birer not takdir ettiler. Orta değer Allah’ın halifesi olan topluluğun verdiği değerdir.

Sözleşmelerle oluşan anlaşmalar, hukuk, Allah’ın halifesi olan topluluğun takdir ettiği değerdir.

Bunun dışında Allah’ın halifesi olan insanların vekilleridir, temsilcileridir. Herkes birini kendisine temsilci yapar. Temsilci vekil demektir. Ekseriyet seçimi yoktur. Onun yerine bütün vatandaşların temsil edildiği bir meclis vardır. Binde yarım oy alan Ankara’da temsilci olur. Mecliste temsil edilmeyen kimse kalmaz. Vekillerin azli caizdir. Görüşmeler alenidir. Dolayısıyla tüm vatandaşlar vekillerini kontrol altında tutarlar. Beğenmezlerse değiştirirler. O halde böyle bir meclis topluluğu temsil eder. Bu meclisin yaptığı sözleşmeler yani kanunlar Allah’ın halifesi tarafından yapılan kanunlardır. Onun şeriatına, onun emirlerine uyulması gerekir. Beğenmeyen ülkeyi terk eder. Değiştirmek amacı ile muhalefet yapılır ama fiilen uymama diye bir şey söz konusu olamaz.

Topluluk bundan sonra başka bir şekilde daha temsil edilecektir. Topluluğun kararları ortak hakem tarafından alınır. Trafikte sağdan veya soldan gideceğiz. Bunda ittifak ettik ama sağdan veya soldan mı gidelim, onun üzerinde ihtilafa düştük. O zaman ortak bir hakem seçeriz. Ortak hakem bizimle istişare eder. Bizden başkasına danışmaz. İstişarenin arkasından içine gelen ilhamla karar alır. Bu karar da Allah’ın kararıdır. İstişareye katılanlar hakemlere gidip kararı iptal ettirebilirler. İptal ettirmeden önce o karar yürürlüktedir ve geçerlidir.

Topluluğun bir karar şekli de hakemler yoluyla karardır. Başkanın istişarî yolla aldığı kararlar uygulanmadan önce iptal edilir. Ne var ki hakemler değiştirilemez, hakemlerin verdiği kararlar kesindir.

İşte topluluk bunlar tarafından temsil edilir. Bunların aldığı kararlar topluluğun kararlarıdır. Topluluğun kararları da âlemlerin rabbi olan Allah’ın kararlarıdır.

İşte, gafur ve rahim olan Allah böylece icraatını yapmaktadır.

Şimdi nekre olarak gelen “gafur” ile yine nekre olarak gelen “rahim” sıfatları neyi ifade eder? Demek Allah kâinatın rabbi olarak iki şekilde faaldir. Birinci olarak kitabı var, yani sünnetullahlar var, kurallar var, onunla takdir-i ilahi ile kâinat kendi varlığını ve düzenini korumaktadır. Bu kaderdir. Bir de yarattığı kullarını kendisine halife yapmaktadır. Onlar O’nu temsilen işler yaparlar. Bu da O’nun gafur ve rahim olması sıfatlarının tezahürüdür.

Topluluk suç işlenmesini önleyecektir. Bu önleme cezalandırma ve yasaklar koymak şeklinde değildir. Gerekli tedbirleri alarak önleyecektir.

Suçlar nasıl önlenir?

1- İnsanlara çalışma ve yaşam imkânları sağlanır. Meşru yoldan kazançlarını temin edip evlenen ve çoluk çocuk sahibi olanlar suç işlemezler. Gafur olma demek onların suç işlemesini önlemek için onlara meşru yoldan imkânlar sağlamak demektir. Herkese aş ve iş bulma imkânlarını ortaya koyma topluluğun görevidir.

2- Gafur ve rahim olmak demek; eğitmek, bilgilendirmek, tebliğ etmek, inzar etmek ve topluluk içinde kötülük yapmayı önleyecek sosyal baskı kurmaktır. “Bil” emrinin uygulamasıdır. İmtihanlar açacağız ve öyle sorular soracağız ki, insan o soruları öğrenmek için Kur’an’ı tetkik etmek ve öğrenmek zorunda kalacak, böylece eğitilmiş olacaktır. Sonra aldığı notlarla onu mükâfatlandırdığımız zaman gafur ve rahim olacaktır.

3- Adil yargılama sistemini kurmak. Herkesin hukuku bizzat topluluk tarafından korununca kendisi ihkak-ı hakka kalkışmayacak ve suç işlemeyecektir. Adil yargı sistemi yoksa, davalar kırk yıl sürüyorsa, yargı bağımsız, yansız, etkin ve saygın değilse, o zaman oradaki insanlar suç işlemeden nasıl yaşayacaklardır? Allah mikropları yaratmış, görevleri var. Onlar O’nun ikab sıfatını taşırlar. Niçin yapmış? Görevlerini yapsınlar diye. Yapmazlarsa o zaman denge kalmaz. İnsanların doğru yolda yürümeleri için şeytan taifesi nöbet beklemektedir. Öbür taraftan ise topluluk bu şeytan taifesine göz açtırtmamaktadır.

4- Topluluğun gafur ve rahim olması için hakem kararlarının uygulanması gerekir. Bu da polisle ve askerle olur. Gafur rahim olunuz emirdir. Bu aynı zamanda insanların kötülükten korunmaları içindir. Biz onlara yaptırmayacağız ama zorla yaptıranlara da mâni olacağız.

Burada gafur ve rahim kelimesini atfetmeden kullanmıştır. Eğer haberlerde “ve” harfi konursa iki haber arasında irtibat vardır ama ayrı ayrıdır. Yoksa aynı kimse ve şey kastediliyor demektir. “Selim Rahim geldi” derseniz, selim olan rahim gelmiş olur. “Selim ve Rahim geldi” derseniz, bunlar ayrı ayrı kişiler olur. Burada rahim olan gafurdur demektir. Birbirini tamamlayan vasıflardır. Yani o özelliği taşıyan gafurdur.

Bunun anlamı nedir?

Topluluk cezalandırarak düzen kuramaz. Topluluk suç işlemeyecek hâle getirilir. Suç işlenmişse onları diyetlerle, tazminatlarla kapatır ama onun yanında suç işleyenlerin de suç işlememesi için suçun sebepleri ortadan kaldırılır. Örnek olarak PKK sorununu çözeceğiz. Ne yaparız? Önce yüz dairelik apartmanlar yapar, onları buralara yerleştiririz. Kendilerine apartman içinde iş veririz. Bu rahmettir. İşledikleri suçların diyetlerini ödemeleri için diyelim gelirlerinin yarısını keffarete ayırırız. Yani diyet için keseriz. Ondan sonra mağdur olanlar vardır. PKK’lı olmayıp da öldürülen insanlar vardır. Bunlar PKK tarafından veya Türk ordusu tarafından öldürülmüştür. Bunlar mağdur kimselerdir. Bunlara önce mağduriyetlerini giderici diyet verilir. Sonra da PKK’lılara çalışma imkânı sağlanarak tahsil edebildiği kadarını tahsil eder.

Açık ifade ile PKK’lılara ceza vermek gafurdur. Mağduriyetleri gidermek de rahmettir. Bunların ikisinin birden uygulanması gerekir. Yoksa başarıya ulaşılamaz. Diğer taraftan teslim olmayıp savaşa devam edenlere karşı da jandarma veya asker görevli kılınır. Orda doğa kanunları işler. Yenen ve yenilene göre hareket edilir. Şiddetli şekilde kişiler takip edilerek yok edilir.

İşte, PKK’nın yenilmesi için yüz dairelik programımızın uygulanması gerekmektedir. Bunu yalnız onlar için uygularsak, o zaman suç işlemeyen vatandaşlara gadretmiş oluruz.

Ne yapacağız?

Yüz aile birleşir de ‘biz yüz daireye taşınmak istiyoruz’ derlerse, varlıklarını devlete bırakır, onlar yüz daireye dönüşünce kira alır. Devlet yaptırdığı yüz daireyi onlara lojman olarak verir. Yani suç işlemeyen insanlar da bundan yararlanır. Bunlar ayrıca diyet ödeme durumunda olmayacaklarından suç işleyenlerden daha fazla imkâna ulaşmış olurlar.

Kur’an’ı okuduğumuz zaman her kelime üzerinde bizden ne yapmamızı istiyor diye düşüneceğiz, ona göre şeriatı ortaya koyacağız.

Biz bu manaları nasıl verebildik?

“Şedidu’l-ikabdır”da marife, “gafuru’r-rahim”de ise nekre olmasıyla veriyoruz. Allah’ın Arapça kurallarını çok iyi bildiğine inanıyoruz. Eğer birini nekre diğerini marife yapmışsa, Allah lafzını iki defa izhar etmişse, o zaman kuralları uyguluyoruz, bu neticeler ortaya çıkıyor.

Siz de Allah’ın Arapça gramerini bildiğini kabul ediyorsanız bu kuralları uygulayın ve başka manalar çıkarın ama bizim yaptığımıza yanlış demeye kalkışmayın.

مَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ

(MAv GaLay elRaSUvLi‎ ilLa BeLAĞun)

“Resul üzerinde belağdan baş‏ka bir ş‏ey yoktur.”

İki ş‏ey vardı‎r. Biri ilâhi‎ kanunlardı‎r. Diğeri de topluluğun yukarı‎da anlattığı‎ً‎m karar ‏şekilleri ve mükelleflerin bunları‎ uygulamasıdır‎.

Resul yani‎ baş‏kanı‎n üzerinde…

Hangi baş‏kan?

Bucak baş‏kanı‎, il baş‏kanı‎ ve devlet baş‏kanı‎ üzerinde…

Bunların hepsi birer bucak baş‏kanıdı‎r. İl baş‏kanı‎ yalnı‎z merkez bucağı‎n baş‏kanı‎dır, ilin baş‏kanı‎ değil‏dir. İlin baş‏kanı‎ yoktur, merkezi vardır, ümmü vard‎ır.

Baş‏kanlar ve hakemler sadece söylerler. Onlar‎ın özel korumaları‎ da yoktu‎r. Bucak halkı‎ onları‎ korurlar, baş‏kanlarına ve hakemleri‏ne sah‏ip ç‎ıkarlar. Özel bir gücü olmadığı‎‎ için ona verilen baş‏ka görev de yoktur. Başkan söyler, topluluk onu yer‏ine getirir. Getirmezse o emir‏ler‏ini yerine getirmek için zorlama yapmaz.

Bu mekani‎zma nası‎l çalış‎‏maktadır?

Meclisler, kurallar koymakta ‏şeriat‎ meydana getirilmektedir‏. Planlama yapmakta, bütçeler ortaya koymaktad‎ır. Bu yasamadı‎r. Ne yapılacağına ve nasıl yapılacağına meclisler karar vermektedir. Burada baş‏kanı‎n bir yaptı‎rımı‎ yoktur.

Ondan sonra tüm halk bucak mensubudur. Ona göre kendilerine düşen görevleri yapmaktadırlar. Uygulama gerekmektedir. Gerek yasamada gerek uygulamada çoklu partiler vardı‎r ve sosyal gruplar aralarında dayanışarak gِörevleri‏ni‏ yapmaktadı‎rlar. Burada da baş‏kanı‎n b‏ir yaptı‎rımı‎ yokt‎ur.

Uygulamada yasalara ayk‎ırı‎lı‎k olmu‏şsa halk veya sosyal gruplar, dayanış‎‏ma ortaklık‎ları‎ yargıya gi‏tmekte ve mağduriyetlerini gidermektedirler‏. Yargı‎lama sürecinde geçici hakemlik yapmaktadır. Ancak bunda bir zorlayı‎cı‎lı‎k yoktu‎r.

Sonunda hakem kararları‎na uymayanları‎ yola getirmek ve mağdur olanları‎n mağduriyetlerini gidermek dayanış‏ma ortaklık‎ları‎na düş‏mektedi‏r. Silahlı‎ güçler onlar için vard‎ır. Hukuk düzenin‏de durum böyledir. Hatta savaşta Talut’un hikayesini anlatırken sadece başkomutan atamakta, onunla bir şey yapmamaktadır. Resul sav‏aşa bile gitmemektedir. Kur’an resullerin kı‎tali‎nden değil de nebilerin kı‎tali‎nden bahsetmektedir. Yani‎ resul baş‏kan savaş‏a gitmez savaş‏a baş‏ komutan atar. Bugünkü uygulama da budur. Bizim içtihadı‎mız‎ b‏udur.

Başkanları‎ ilmi ş‏ura s‎ıralama usulü ‏ile atar. Bu atanan baş‏kan meclis ba‏şkanıdır. Devlet baş‏kanı‎ odur. Siyasi baş‏kan‎ ile mesleki baş‏kanlar‎ı‎ o atar. Biri ekonomiden soruml‏udur, diğeri de güvenlikten sor‎umludu‎r. Mecli‏s baş‏kan‎ı bunları‎n meclisteki ş‏uraları‎na da baş‎kanlık yapar. Ahlaki ş‏ura ile ilmi ş‏uranı‎n ba‏şkanları‎ yoktur.

“Adil Düzen İnsanlı‎k Anayasası”‎nda bu açı‎kça belirtilmediği için orada genelkurmay baş‏kanı‎na yer verilmem‏iştir.

Şöyle bir madde yer almalıdır:

Madde-x: Devlet baş‏kanı‎nı‎n asker olmas‎ı gerekmez. Devlet baş‏kanı‎ ülkeni‏n böِlgeleri‏ne b‏irer asker olan komutanlar‎ atar. Onlara biat edenler baş‏kana biat etmiş‏ olur. Komutanları‎n başı‎na başkomutan atar. Kamu görevlerinin sorumlusu odur. Siyasi ş‏uraların bakanları başkomutana bağlıdır. Güvenlik, haberleş‏me, kredi‏leşme ve savunma bakanlıkları‎ ba‏şkomutana bağlı‎dır.

Baş‏kanı‎n ayrı‎ca bir koruma kuvveti olmaz. Baş‏komutan‎ı koruyan kuvvet baş‏kanı‎ da meclisi de korur.

وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ (99)

(Va eLLAHu YaGLaMu MAv TuBDUvNa Va MAv TaKTuMUNa)

Allah ibda ettiklerinizi de ketmettiklerinizi de bilir.”

Burada Allah’ın halifesi olan topluluktan sonra tekrar izhar etmekle âlemlerin rabbi olan Allah’tan bahsetmektedir. Burada âhiretteki düzenin rabbi olan Allah’tan bahsedilmektedir. Birincisinde doğa kanunlarını var eden Allah’tan, ikincisinde dünya düzenini kuran ve insanı kendisine halife eden Allah’tan ve şimdi de adil olan ve ahiret gününün sahibi olan Allah’tan bahsetmektedir.

Halik olan Allah vardır. Sonra rab olan Allah vardır. Bir de din yevminin Allah’ı vardır. Tek olan Allah’tır. Ancak onun bu dört alanda halıkiyeti farklıdır. Birincisinde kendisinden başka kimse yoktur. Resen var etmiştir. Çünkü kendisinden başka kimse yoktu ki onları istihdam etsin. İkincisi ise bugünkü dünyamızdır. Burada ise işleri doğrudan kendisi yapmamakta, yarattığı kullarına yaptırmaktadır. Bunlar insan, melek ve cinler olmaktadır. Kainatı onlar için var etmiştir. Onları yaşatmak ve çalıştırmak içindir. Yoksa kendisinin kâinat fabrikasına ihtiyacı yok, beklentisi de yok.

Üçüncü dönemde ise kâinatı yaratmış ve kullarını orada görevli kılmış. Kimi görevini yapmış kimi yapmamış, onlara avans vermiş, ama şimdi hesaplarını kesme zamanı gelmiştir. Muhasebesi yapılacak ve başka bir hayata, başka bir düzene geçilecektir.

Şimdi şu sorulur: Birden cennete götürse ne olur. Buralarda bizi ne diye sıkıntıya koyuyor diyebilirsiniz.

Bunun cevabı şudur: İnsanların ve meleklerin bu oluşmaya katkıları olsun, mevcut olan malzemeden inşaatı kendileri yapsınlar ve başarılarına kendi emekleri ile sahip olsunlar diye böyle yapmıştır.

Bizim Allah’a sen niye böyle yaptın diye sorma yetkimiz yoktur. Bunu sorabilmek için bizim ondan daha akıllı olmamız gerekir. Biz olanı öğreniriz ve görevimizi yaparız. Neden böyle yapıyor diye kimsenin sorma yetkisi yoktur. Herkes olana razı olmak durumundadır.

İbda” açık demektir. “Badiye” açık alan, çöl demektir.

Ketm etmek” saklamak demek, bir şeyi başkasından gizlemek demektir. Bilgi gizlenmesi de ketmdir. Bazı yerlerde yerden su çıkar. Alt tabakadan gelmektedir. Çıkar çıkmaz çevresi kumluk olduğu için kaybolur. Bazan ıslaklık olur, görünmez bile. Toprağı biraz açarsanız akar, pınar bulursunuz. Bu tür suların oduğu yere ketum denmektedir.

İnsan topluluk içinde yaşayan ve kendi varlığını koruyan varlıktır. Varlığının bir kısmını topluluğa ibda eder, onlarla birleştirir, bazısını ise topluluktan ayırır. Dünyevi sorumluluk toplulukla paylaştığı şeylerdir. Topluluktan gizli olanlarda topluluğun müdahale hakkı yoktur. Mutlak mahremiyet vardır. Her ne suretle olursa olsun başkasının evine izinsiz giremezsin. Mahkeme kararı ile de giremezsin. “Başkasının evine girmeyin” dediği zaman şartlar ne olursa olsun girmeyin demiş olur.

İşte bu ketm ettiği taraftır.

İbda ettiği de toplulukla paylaştığıdır.

Bu dünyada yalnız ibda olanlardan sorumluluk olduğu halde, âhirette ise ibda ve izhar ettiğinden sorumluluk vardır. Bir adamı öldürdünüz. Pişman oldunuz. Kasden öldürdünüz ama siz diyeti ödemek istiyorsunuz. Gidip kasten öldürdüm kısas yapın demiyorsunuz, şibh-i amd ile öldürdüm dersiniz ve diyeti ödersiniz. Maksadı gizlersiniz. Âhirete vardığınızda o ketm ettiğiniz de karşınıza çıkacaktır. “Mâ” harfini tekrar ederek, ketm edilenler ile ibda edilenlerin ayrı şeyler olduğuna işaret etmiş olmaktadır. Bize bunu söylemekle ketm ettiklerini deşmeye çalışmayın demektir, tecessüs etmeyin demektir.

Mutlak adalet ise âhirette kurulacak yargıda verilecektir. Dünyada adaletten çok düzeni korumakla meşgul olun denmektedir. İhkak-ı hakkı önlemek için adil yargıya gerek vardır. Yoksa mutlak adaleti sağlamak mümkün değildir. Bu sebepledir ki kesin ispatlanmayan suçlar cezalandırılmaz.

قُلْ

(QuL)

“Kavlet”

Kavl” sözleşme yapma demektir, mukavele yapma demektir. Yani sohbet olsun diye anlatırsan bu kavl değildir. Hikâye diye anlatırsan o da kavl değildir. Bir teklif içeriyorsa kavildir. Kitap yazılı kavildir. Kendi kendine bir söz verirsen, ağzınla söylediğin zaman kavl olur. Kendi kendine birine 100 lira bağışlamayı düşündün ama ağzınla söylemedin; sen kavletmiş olmadığın için onu yapmakla mükellef değilsin. Ne zaman ki kimsenin olmadığı yerde bile “ben 100 lirayı filana vereceğim” diye dilinle söylersin o zaman kavl olur, o 100 lirayı vermek sana vacip olur.

Demek ki insanın kendi başına da olsa karar alması demek onu dil ile söylemesidir. Mesela kişi eşini boşamaya karar verdi ama ağzından “boşadım” diye bir kelime çıkmadı. Şahitleri topladı, eşini boşamaya şahit olması için toplantıya çağırdı, heyet topladı. “Boşayacak mısın?” diye soranlara, “karar verdim, boşayacağım” dese ama ağzından “eşimi boşadım” diye bir söz çıkmasa boşamış olmaz. Alış-verişler de böyledir. Yazılı kayıtlardaki da imza böyledir. İmza attığı zaman akit tamamlanmış olur.

Bu sebepledir ki “kul” kelimesi bir mef’ul alır. Kendi kendine söylersin. Felak ve Nas Sûreleri böyledir. Oysa Kâfirûn Sûresi’nde “Söyle, ey kâfirler” diyor. “Kul” kelimesinin ikinci mef’ule teaddi etmesi için “Li” harfi getirilmektedir. Burada tek başına söylemek mi yoksa birine söylemek mi söz konusudur? “Lehum” kelimesi mahzuf değilse kendi kendine söyle, mahzufsa onlara söyle denmiş olur.

Âyete her iki türlü mâna verebiliriz. Hazf etmiş olmasının sebebi bu olabilir.

Onlara söyle” deyince “onlar” kimlerdir?

Bundan önce bahisleri geçen kimseler vardır.

“Siz” vardır yani mü’minler vardır. “İ’lemû” emrini verdiği kimseler vardır. İbda ettiğinizi, ketm ettiğinizi bilin dediği kimseler vardır. Burada emrolunan da resuldür. Resulün üzerinde tebliğden başkası yoktur dedikten sonra resule de dönüp diyor ki; sen tebliğini böyle yap, bunu söyleyerek yap diyor.

Burada dikkat edeceğimiz hususlar vardır. Bazı konularda Allah başkan aracılığı ile bize söylemekte, bazen da doğrudan bize hitap etmektedir. “Bilin” emrinde doğrudan kendisi bize emretmektedir. Görevleri bize doğrudan anlatmakta, onun yalnız tebliğ görevi var dedikten sonra, onun aracılığı ile buradaki cümleyi söylemektedir.

Bunun uygulaması da şöyledir. Meclis yasaları yapar, bir kısmını doğrudan halk uygular. Bütün halk bu emre muhatap olur. Yasaların emrettiği işlerin bir kısmını ise başkana söylemekte; başkan da başbakana ve komutana söyleyerek yetkililere yaptırmaktadır. Orada herkes yetkili değildir. Sadece yetkililer o görevi görürler.

Burada da muhatap olan yalnız mü’minler veya müslimler değildir. “Lehüm” zamiri mahzuf olabileceği gibi li’n-nas da olabilir. Ocak başkanı kendi aşiretine, bucak başkanı kendi kabilesine, şa’b/il başkanı kendi şa’bına, ülke başkanı kendi kavmine ve insanlık başkanı ise tüm insanlığa söyleyecektir.

Hazf kabul etmediğimiz zaman her insan böyle söyleyerek kendisini mükellef kılacaktır. Yani Allah ile sözleşme yapacaktır. “Lâilâheillallah” dediği zaman insan Allah ile sözleşme yapmış olur. Onu sözle söylediği andan itibaren mü’mindir.

İçtihatlar da böyledir. Düşündüğün delilleri ortaya koyduğun zaman içtihat değildir. Kavlinizle mesela, “Ben sabah namazlarının sünnetini diğer zaman sünnetleri gibi her zaman kılmazdım. Sonra bir âyette rastladım, vitri sabahleyin kılarsak sabah namazının sünnetini bir daha kılmak gerekmez ama eğer vitri yatsıdan sonra kılarsan sabah namazının sünnetini de kılmak gerekir.” Bu içtihadı yapınca ondan sonra sabah nazlarının sünnetini hep kılarım. İşte siz de bir içtihat yaptığınız zaman, “ben içtihadımı yaptım, sigara haramdır” derseniz bir daha ağzınıza sigara alamazsınız.

Eğer içtihadınız toplulukla ilgili ise o zaman o içtihadınızın söylenmesi yeterli değildir. Yazılı olarak başkana vereceksiniz. Başkan onu ilan ettiği andan itibaren yeni sözleşme hâline gelmiş olur. O zaman içtihadınız değişmiş olur. Bunu da cumadan cumaya yapar.

Görülüyor ki “Bilin” emrini yerine getirirken birçok sorunlarla karşılaştık ve çözdük. “Kul” emrini de yerine getirirken böyle sorunlarla karşılaşacaksınız ve çözeceksiniz. İşte o zaman içtihat yapmaya başlamış olursunuz. Bu belki farz-ı kifayedir ama farzdır.

لَا يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ

(LAy YaSTaViy eLPaBIyÇu Va  elOayYıBu)

“Habis ve tayyib istiva etmez.”

Suva” iki kişi arasındaki orta yerdir. “Seviye” ise aynı yükseklikte olmak demektir. “İstiva etmek” ölçülendirirken birbirine eşit yapma demektir. Habis ile tayyib bir tutulmaz. Burada habis ve tayyib marife gelmiştir. O halde bilinen habis ile bilinen tayyibden bahsetmektedir.

Kâinat habisler ve tayyibler dengesi üzerine dayanır.

Habis nedir, Tayyib nedir?

Yapıcılar tayyibdir, yıkıcılar habistir. Bazı maddeler vardır ki onlar bize zararlıdır, bizi hasta eder, sağlığımızı bozar; onlar habistir. Bazı maddeler vardır ki onlar sağlığımız için gereklidir, yaşamamızı sağlar; onlar da tayyibdir. Topluluğun yapısını oluşturan birliği sağlayan, gelişmeyi ve yaşamayı temin eden tayyibdir. Buna karşılık topluluktaki ahengi bozan habisdir. Kur’an’a göre muhalefet vardır. Biz onları yok etmeyiz. Onların varlığına karşı çıkmayız. Onların görevi muhalefettir, yıkmaktır, yapmak değildir. O halde onlar habistir. Çoklu grup olup hayırda yarışmada herkes tayyibdir. Yarışmada herkes daha iyisini yapmak ister. Karşı tarafın yaptığını bozmaz. O yapmasın ben yapayım demez. O da yapsın ben de yapayım ama ben onu daha çok yaparak geçeyim der.

Canlılar içinde mikroplar vardır. Onlar yıkıcıdır, öldürücüdür. Çoğalarak insanı hasta ederler, sonra kendileri de helak olup giderler. Oysa yoğurt mayası yıkıcı değil yapıcıdır. Sütü yoğurta çevirerek daha iyi iş yapmaktadır. Varlıklarını da maya olarak sürdürürler.

Kromozomlar tayyibdir, çünkü onlar yapıcıdır.

Oysa virüsler habistir, çünkü onlar bozguncudur.

Evet, habisi de Allah var etmiştir, tayyibi de Allah var etmiştir. Görevleri farklıdır. Birilerinin işi iş görmezleri ortadan kaldırmak, yok etmek; diğerinin görevi ise iyi iş yapmaktır, üretmektir. Varlıkla yokluk eşit olsaydı sorunumuz olmazdı. Oysa kabul ettiğimiz ilke vardır. Varlık yokluktan iyidir. Yokluk varlığa eşit olamaz. Bu bizim ilk kabul ettiğimiz varsayımdır. Kur’an daha beliğ bir şekilde söylemektedir.

Elbette yıkıcılara da ihtiyaç vardır, onlar da görevlidir ama gaye yıkmak değil gaye yapmaktır. Bu sebeple yıkma yapmaya eşit olamaz. Gerek habis gerek tayyib fe’îl vezni üzere sıfat-ı müşebbehedir. Fail veya mef’ul manâsında olabilir. Kötü madde de habistir. Kötülük yapan insan da habistir. Allah insanların da tayyibini ve habisini var etmiştir ama diğer canlılardan farklı olarak insanlar kendi istekleri ile habis veya tayyib olurlar. Diğer canlılar kaderleri sebebiyle habis veya tayyib olurlar. İnsanlar ise kendi iradeleri ile tayyib veya habis oluyorlar. Bu sebepledir ki insanlar iyi olun diye zorlanamaz. Herkes hürdür. Hürriyetini korumalıyız. Kimseyi zorla iyi etmemeliyiz. Onlara da ihtiyaç vardır. Kendileri nereye giderlerse gitsinler, korunmak için zarar verdikten sonra tazmin ettiriyoruz veya ceza veriyoruz. Söyle, insanları hür bıraktık diye iyilerle kötüler aynı kimseler olmayacaklardır.

وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ

(Va Lav EaGCaBaKa KaSRaTu eLPaBIySı)

“Ve habisin kesreti seni i’cab etse de.”

Aceb” kelimesinin iki manâsı vardır. Biri tuhafına gitmek, mantıksız bulmaktır. Diğeri de hoşuna gitmek, ona özenmek, onu sevmektir. Buradaki “ucbe” kelimesine her iki manâyı verebiliriz. İnsanlar nerde çoksa, nerde kalabalıksa oraya doğru maildirler. Sonunda insanlar ekseriyetin bulunduğu yere meylederler. Zamanla iyilikler bozulur ama halk bozuk olduğu zaman oralarda yer alırlar. Hoşuna gitse de habis ile tayyib bir değildir.

Buradaki “Ke” kelimesi herkesin kendisine söylemesi gerektiğini ifade eder. Yani onlara yahut bütün nâsa değil kendine söyle demektir.

Habis kesirdir. Mesela doğru tayyibdir, yanlış habistir ama beynimizde doğrular sayılı yanlışlar milyarlarcadır. 3 çarpı 3 dokuz eder, bu bir tanedir ama yanlışlar pek çoktur.

فَاتَّقُوا اللَّهَ

(Fa itAQUv elLAvHa)

“Allah’a ittika ediniz.”

Böyle söyle diyor. Bu da söylenenler arasındadır ama muhatap belirlenmiştir. O zaman söyle emri de ulu’l-elbaba ait olabilir. Bu şekilde manâlandırdığımız zaman anayasamıza yeniden delil bulmuş oluruz. Habis ve tayyibi tefrik etme işi âlimlere aittir, içtihat ve icma ehline aittir diyoruz. Demek ki habisle tayyib bir değildir.

Öyleyse “ittika ediniz” dendiğinde içtihat yaparken hakka teslim olunuz, neyin habis neyin tayyib olduğunu belirleyiniz denmiş olmaktadır.

Buradaki “Allah” kelimesi topluluk anlamında olduğuna göre içtihat yaparken topluluğa karşı muttaki olunuz, içtihadınızı icmaa karşı yapmayınız demek olur.

O halde bizim icmaa aykırı içtihat olmaz kuralımızı bu âyet teyit etmektedir. İçtihatlar yapılacak ama icmaların içinde kalınarak yapılacaktır. Fukaha bu hususta ittifak hâlindedir. Ehl-i sünnet icmalarında ben bir hataya rastlamadım desem aşırı gitmiş olmam. Onlar bu âyetlere bu manâları vermediler. Mesela ittika edinizi bizim anladığımız gibi anlamadılar ama Hazreti Peygamber’in uygulamasına bakarak hak üzerinde icma ettiler.

يَاأُولِي الْأَلْبَابِ

(YAv EuLiy elLBABı)

“Ey lobları olanlar.”

Kur’an’da “ulu” sahipler demektir. “Zu” sahib demektir. Bunların karşılaştırılması gerekmektedir. “Elbab sahipleri” daha başka yerlerde geçmektedir. Müteşabihi muhkemattan yalnız bunların ayıracağını anlatmaktadır. Bunlara rasih denmektedir. Daha doğrusu rasihler bunlarla birlikte zikredilmektedir.

Rasih ilmî mertebedir. İçtihat mertebesidir.

İnsanlar değişik kabiliyette yaratılmıştır. Kimi âlim olma kabiliyetindedir. Kimi asker olma kabiliyetindedir. Kimi usta olma kabiliyetindedir. Kimi mürşit olma kabiliyetindedir. Yani çevrelerinde sevgiye dayanan cemaati toplar. Başka bakımdan insanlar ikiye ayrılırlar. Kimileri yenilikçidirler. Mustafa Kemal böyledir. Kimileri ise uygulayıcıdırlar. Yenilik yapanlar uygulama yapamazlar. Çünkü onlar her zaman yenilik peşindedirler. Başlattıkları işler hep yarım kalır. Başkaları gelir, onu ısrarla uygular ve kabul ettirir. İsmet İnönü olmasaydı inkılâpların hepsi havaya giderdi.

Benzer şekilde Akevler ve Millî Görüş uygulamasını görebilirsiniz. Akevler eski yaptıklarında ısrar etmiyor, yenilik peşindedir. Kimileri ise statükoyu korumak istemektedir.

Burada anlatmak istediğimiz şudur. Yenilik yapanlar azdır. Yapılan yeniliği yerleştirenler ise çoktur, onlara da ihtiyaç vardır. İşte, yenilik yapma kabiliyetinde olanlar uli’l-elbabdır. Mevcut statükoyu korumak herkesin istediği şeydir. Bazı habisler vardır ki yeri gelince tayyib olur. Bazı tayyibler de zamanı gelir habis olur. Bu değişimleri yapacak yalnız uli’l-elbabdır.

“Uli’l-elbab” burada marife getirilmiştir.

O halde bunların toplulukta seçilip ortaya konması gerekir.

Bunlar kimlerdir?

Biz dayanışma ortaklıkları kuruyoruz. İlmî, ahlakî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları vardır. Meslekî dayanışmada meslek tefriki yapılmaz. Halk mevcut olan meslekî kuruluşlardan istediğine gider, değiştirebilir. Hangi meslekten olursa olsun fark etmez. O halde meslekî kuruluşlar bugünkü tabipler odasına, baroya, mühendisler odasına benzemektedir. Böyle meslekî odalar ihtisas odaları olmayacak mıdır?

Evet, işte bunları halk biat yoluyla değil de dayanışma ortaklıkları elbab sahibini bulur, yenilik yapacak kimseleri bulur. Onları gönderir. Elektrik mühendisleri odasını meslekî dayanışma ortaklıklarının gönderdiği elbab sahipleri teşkil ederler.

Böyle olmasını düşünüyordum ama tam kanaatim yoktu. “Adil Düzen Anayasası”nda yer alıp almadığını bilemiyorum. Almamışsa siz bunu yerleştireceksiniz.

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (100)

(LaGalLaKuM TuFLı XUvNa)

“İflah edersiniz diye.”

Demek ki “iflah” kelimesini şimdiye kadar yanlış anlıyorduk, siz refaha eresiniz diye yapıyorduk. Oysa “tüflihûn” ve “müflihûn” if’âl babındandır. Refaha erdirirsiniz anlamındadır. Yani elbab sahiplerinin görevi insanlığı refaha götürmek, uygarlaştırmaktır. Odaların görevi yenilik yapmadır, sorunları çözmedir.

Şimdiki odalar sömürme merkezleri hâline gelmişlerdir.

Şimdi şu sorunla karşı karşıya geliyoruz. Ne yapalım da odalar birliğini verimli hâle getirelim? Bugünkü uygulamada yapılacak iş odalar birliğinde çalışacak meclis üyelerini siyasi partiler gönderecek. Onlar da senato gibi çalışacak. Meclise danışmanlık edecek. Oraya seçilen mühendislerin dokunulmazlıkları ve maaşları olacak. Devlet Planlama Teşkilatı da bunların emrinde olmalıdır.

Uygarlaştırma ve felaha götürme ancak odalar birliği sayesinde mümkündür. Ne var ki bu odalar birliği demokratik olmalıdır. Siyasi meclis seçmelidir. Odalar birliğinin muhalefetsiz kabul ettiği hususlar icma olmuş olur. İhtilaf ettikleri hususlarda dayanışma ortaklarının kabul ettiği içtihatlar geçerli olur.

Eskiden senatolar oluşturulup meclislerin denetlenmesi istenmiştir. Birçok ülkede durum böyledir. Kur’an ise senato yerine meslek odalarını getirmektedir. Hüküm Allah’ın olduğu için halktan güç almayan hiçbir kuruluş hükümranlık haklarını kullanamaz. Ancak icma ile sabit olan da artık âlemlerin rabbinin emirleri olduğu için aslın hükmü halefinin hükmünden öncedir.

Demek ki icma ile sabit olan müsbet ilim meclisten ve seçilmişlerden üstündür. Onun dışındakilerde meclisin üstünlüğü vardır. Burada hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin demenin hatalı olduğu ortaya çıkmıştır. Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır. Allah onu halifesi olan millete kullandırmaktadır.

Evet, müspet ilmin kesin sonuçları dışında kalan hususlarda hâkimiyet milletindir.

Millî hâkimiyetin üstünde beşeri güç yoktur denebilirdi. İnsanlar bu kadar hata yapabilirler. Kusura bakmamak gerekir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org   (0532) 246 68 92

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3465 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2658 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2528 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2279 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2170 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2588 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1986 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2340 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2287 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2426 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2430 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2439 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2398 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2436 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3039 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2987 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2748 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2954 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3029 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3427 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5479 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3549 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3074 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3865 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3714 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3421 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3871 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3833 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4109 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4624 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3018 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3113 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3967 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3841 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2943 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3955 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7719 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5606 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3575 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4447 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4743 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4665 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4818 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4551 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3396 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5175 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3855 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5150 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5009 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4934 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3478 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3693 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5151 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4206 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5419 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4088 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4418 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4768 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5315 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5261 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4381 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4594 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4118 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4098 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4087 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4541 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5649 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9821 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4647 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3706 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3853 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3356 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3749 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5706 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4246 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler