MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 47


(LaQaD EaPaÜNAv)
“Biz ahz ettik.”
Arapçada Türkçede olduğu gibi son ekler eklenerek fiil çekilmez, fiil fail zikredilir. Failin işareti olan ETYN harfleri getirilirse önce fail sonra fiil olacağı için gelecek zamanı bildiren muzari fiili gelir. Geniş zaman için de kullanılır. Failin işaretleri kelimenin sonuna gelirse önce fiil sonra fail olarak geçmiş zamanı bildirir.
Fiilin menfi olduğu başa konan harf ile ifade edilir. Fiil şimdi yakında işlenmişse başına “Kad” kelimesi getirilir. Fiil eskiden işlenmiş ama şimdi de devam ediyorsa, o zaman “Lekad” kelimesi getirilir. Burada “Lekad” kelimesi getirilmiştir. Yani misak eskiden alınmıştır ama misakları hâlâ devam etmektedir.
“Ahz etmek” kabz etmekten farklıdır. “Kabz etmek” tutmak demektir. “İttihaz etmek” demek edinmek demektir. Yeryüzü ziynetini ahz etmek demek ziynet edinmek demektir. Kur’an’da ahz etmek kelimesi çok yerde onları cezalandırdık anlamında geçmektedir.
Allah sem’inizi alsa yani işitmenizi giderse demektir. Türkçede almak kendine ihrac etmek demektir. Oysa Arapçada ahz etmek ondan ihrac etmek demektir. Aldı yok etti anlamında Türkçede mecazi anlamda kullanılmaktadır.
Levhaları aldı dediğimizde, Tükçedeki aldı anlamında kullanırız.
Arz zuhrufunu ahz etti, zimmetledi demektir.
Sayha ahz etti, gürültü onları yakaladı.
Sakalı ahz etme, sakalından tutma.
Uyku ahz etme, uykusu gelme.
Affı ahz etme, affetme.
Sadaka almak, vergi almak.
Kuvvetle almak, sıkı sıkıya sarılmak.
Zarar ile ahz etme, zarar görmelerini sağlama.
Tayrı ahz etme, kul edinme.
Ayak ile ahz etme, ayaktan yakalama, ayaktan tutma.
Azabın ahz etmesi, azabın yakalaması.
“Biz ahz ettik” demektedir.
“Ehaznâ” kelimesi Kur’an’da 12 yerde geçer; bunun 7’sinde misakın alınmasından bahseder, 4’ünde “Bi” harfi ile azabın gelmesinden bahseder, 1’i de biz işimizi baştan sağlam tuttuk anlamında geçmektedir.
3 yerde Allah misak aldı, 1 yerde de Rabbiniz misak aldı denmektedir.
“Biz misak aldık” ile “Allah misak aldı” arasında bir fark olmalıdır.
Bu ne olabilir?
Düşünürsek Allah aklımıza bir şey getirir. Siz de düşünürseniz sizin aklınıza da Allah bir şey getirir. Üç durum ortaya çıkar.
- Birbirimizin etkisi altında eğer hepimize aynı şey getirmişse o zaman bu Allah’ın vahyidir. Onun mânâsı odur. Bu mânâ muhkemdir. Bunun üzerine düşünmeyenlerin olması bu icmaı bozmaz. Bunun üzerine sonra icma olsa da o değişmez.
- Düşündük, ayrı ayrı farklı mânâyı verdik. Sonra anlaştık, aynı mânâ üzerinde ittifak kıldık. Bu da icmadır. Ne var ki bu icma sonra değişebilir. İcma ile değişir.
- Üçüncü durum ise farklı mânâlar vermemiz ve bir türlü birbirimizi ikna edemememizdir. Bu içtihattır. Herkes kendi aldığı mânâ üzerinde kalır.
Bana göre “Ehaznâ” dediğimiz zaman anlaşma yapma, resul ile halkın anlaşmasıdır. Allah aldığı zaman halkın kendi kendilerine bir konuda fiilen icma etmeleridir. Allah rızası için icma etmeleri de bu ahzdır. Halk bir şeyi benimsemiş ama ona kimse itiraz etmemişse, onun hak olduğu ortaya çıkar, bu da ahzdır.
İnsanın bir şeyi nezr etmesi misaktır. Nezrini yerine getirmesi farzdır. Çünkü nezr eğer meşru ise Allah’la yapılan bir misak olmaktadır.
Saadet Partisi’nin başkanı “Adil Düzen”i benimseyerek ortaya çıktı. Ömrü onun için mücadele içinde geçti. Ona katılanlar, ona vâris olanlar da zımnen “Adil Düzen”i kabul ettiler. Onların “Adil Düzen” için çalışmaları Allah’ın misakıdır. Parmaklarını kaldırıp Millî Görüşe bağlılık ise resul vasıtasıyla Allah’a misaktır, “Ehaznâ”ya girer.

(MIyÇAvQa)
“Misakı”
“Misakı ahz ettik.”
“Vesk etmek” dengi iplerle bağlamak demektir.
“Misak” nedir? Kişileri birbirine bağlayan araçlardır. “Miftah” gibi ism-i âlet olabilir. “Misak” sözleşmelerden ibarettir. Birbirimizle yaptığımız anlaşma misaktır. Bu yaptığımız anlaşmalarla biz topluluk oluştururuz. İnsanlar birlikte üretip ayrı tüketecek şekilde yaratılmışladır. Kişiliklerini koruyarak yaşarlar.
Hem topluluğun ferdi olacaksınız, hem de kendi varlığınızı koruyacaksınız.
Bu nasıl gerçekleşir?
Bu sözleşmelerle gerçekleşir. Sözleşmeler bizi birbirimize bağlar. Sözleşmeler bir bardak gibidir. Sözleşmeler içinde kalmak şartı ile her türlü hareketleri yapmak serbesttir. Hattâ sözleşmeler yapmak da serbesttir. Çayın içinde bulunan moleküller bardağın içinde kalmak şartı ile her tarafa hareket ederler.
Günümüzde bilhassa Müslümanların verdikleri sözleri hiçe saydıkları görülmektedir. Bu hususta en yakınlarıma bir şey duyuramıyorum. Söyledikleri sözlerin ne mânâ taşıdığını bilemiyorlar. Türk milletinin başına bir gün tufan gelirse bunun kaynağı biliniz ki verdikleri sözleri sanki vermemiş gibi davranmalarındandır.
Allah bize birçok emirler vermiştir. Bunların çoğunun cezasını âhirete bırakmıştır. Oysa verilen sözün cezası âhirete kalmaz. Verdiğiniz sözde ne kadar durursanız, siz o kadar güvenilir insan olursunuz. Herkes size inanır ve toplulukta itibarınız olur. Ama sözünüzde durmazsanız insanlar size güvenmezler, sizinle iş yapmazlar.
Sözleşmeleri yapmak ve sona erdirmek insanlar için geçerlidir. Ama sözünüzde duracaksınız. Kur’an birçok âyetlerde misaklardan bahsetmektedir.
Hudeybiye Anlaşması on senelik yapılmıştır. On sene süresince Medineliler ile Mekkeliler birbirleriyle savaşmayacaklardı. Hazreti Peygamber üç yıl sonra vefat etmiştir. Eğer Mekkeliler sözlerinde dursalardı Mekke’nin fethi olmayacaktı. Ama Mekkeliler sözlerinde duramadılar, bir maddeyi ihlal ettiler. İşte bu ihlalden dolayı Mekke’yi fethetmek meşru olmuştur. Mekke’nin fethinin kararlaştırıldığını fark eden Ebu Süfyan Medine’ye gelmiş ve Hazreti Muhammed ile görüşmek istemiş ama Hazreti Muhammed reddetmiştir. Sözde durmamanın tevbesi için ceza çekilmelidir, Mekke’yi teslim etmelidir.
Osmanlılar bir yeri fethetmeden evvel şeyhülislâmdan fetva alırlardı. Durup dururken hiçbir ülke fethedilmemiştir.
Sözleşmeler yaparsak, sözleşmelerde durursak, o zaman topluluk oluşturabiliriz.
Bugün o kadar çok sözleşme yapıyoruz ki onları aklımızda tutmamız mümkün olamamaktadır. Bunu yazıya geçirmek de sorunu çözmez. O yazıyı nerde bulacağız, nerde hatırlayacağız? Yazıları nasıl sağlayacağız? Allah emretmiş ama emrini yerine getirmemiz için de imkan sağlamıştır. Emretmiştir de, yazılacak, muhasebe tutulacak. Muhasebenin özelliği de, parmak bastığınızda kime ne söz vermişseniz size hatırlatılacaktır. Kimden alacağınız da hatırlatılacaktır. Talep hakkı doğar ve bu sayede misakımız bilinir.

(BaNIy EiSRAvEIyLa)
“İsrail oğullarından”
Kur’an Arabistan’da nâzil olmuştur. Araplara nâzil olmuş, Mekke ve Medine’de ortaya çıkmıştır. Medine’de Araplar daha çoktu. Yahudiler de sevilmeyen kabilelerdi.
O günlerde Yahudilerin merkezi Medine idi. Kudüs’ten kovulmuşlardı. İsrail oğullarının elinde Arapça Tevrat vardı, yahut Yunanca Tevrat vardı. Onlar İbranice konuşmuyorlardı, Arapça konuşuyorlardı.
Hazreti Muhammed’in de Yahudilerle arası iyi olmamıştır. Yaptıkları ihanetten dolayı erkekleri öldürülmüştür. Oysa Rum ve Persler o günün süper güçleri idi. Ayrıca Mekkeliler tüccar olduklarından dünyadan haberleri vardı, dünyada ne var ne yok hepsini biliyorlardı.
Bu durumda beklenen Kur’an’ın Rumlardan ve Sasanilerden bahsetmesi, Hazrec ve Evs kabilesinden söz etmesidir. Araplara hitap etmesi gerekirken, Kur’an İsrail oğullarına hitap etmiş ve İsrail oğullarından söz etmiştir.
Bunun neden böyle yapıldığını ancak bugün anlama imkanını buluyoruz.
İlk kurulan uygarlık Mezopotamya Nuh uygarlığıdır. Ne var ki Nuh uygarlığı sadece orada yaşayanların uygarlığı idi. İkinci kurulan hak uygarlığı İbrani uygarlığıdır. Mezopotamya tabletlerinden sonra Tevrat harf yazısı ile uygarlığı dünyaya yaymıştır. Roma’da Tevrat hukuku okunmuş ve Roma imparatorluğu uygarlığın zirvesine çıkmıştır. Hazreti İsa gelmiş ve Tevrat uygarlığını dünyaya yaymıştır. Kendisi şeriat getirmemiştir.
Böylece Kur’an’dan önce yalnız Tevrat uygarlığı vardır.
Bu uygarlığın oluşturucusu da İsrail oğullarıdır.
Kur’an geldikten sonra yeni uygarlığı oluşturma işi Araplara değil mü’minlere verilmiştir. Hazreti Nuh’tan sonra Tevrat, ondan sonra da Kur’an uygarlığı gelmiştir. Nuh uygarlığı tarih olmuş ne inkıraz etmiştir. Oysa Tevrat uygarlığı Kur’an’dan sonra varlığını sürdürmüştür, hâlâ da sürdürmektedir.
Bugün ne olmuştur?
Beşyüz sene önce Haçlı Seferleri sonucunda Avrupa uyanmış ve bugünkü uygarlık oluşmuştur. Bu uygarlığın mimarı İsrail oğulları olmalıdır. Zenginleşen İsrail oğulları, dünyadan aldıkları ham maddeleri Avrupalılara mamul madde hâline getirtip dünyaya satmışlardır. Avrupalılar el işçiliğini beceremedikleri için makina sanayiinin doğmasına ve dünyanın sanayileşmesine sebep oldular.
Makina sanayiinin özelliği, insanlar artık gözleri ile görmediklerini, kulakları ile duymadıklarını görmeye ve işitmeye başladılar. Biz çocukken kömürle duvarlarda resimler çizerdik. Şimdi bilgisayarla sizlere yazıyorum. Ocakta ateş yakar, onunla gecemizi aydınlatırdık. Şimdi sanki gece olmamış gibi gündüz bile lamba yakıyoruz.
İşte bu uygarlığın banisi İsrail oğullarıdır. İsrail oğulları Kur’an’ı çok iyi anladılar. Çünkü Tevrat Kur’an’ı anlatıyordu. Müsbet ilimleri kavradılar, Batı’ya da kolay anlattılar. Çünkü onlar da Tevrat ehli idi.
İşte, Kur’an İsrail oğullarından bahsederken, onların misaklarından bahsederken aynı zamanda bunların olacağını bize haber vermektedir.
Bugünün en büyük sorunu İsrail oğullarıdır. Mâli gücü hâlâ ellerinde bulunduruyorlar. Dünyaya hakimdirler. İnsanlık ıstırap içinde kendisini kurtaramıyor. İsrail oğulları sorununu çözmedikçe insanlık hiçbir sorunu çözemez.
Bütün Yahudiler beş on milyon kişi, bunları bir atom bombası ile yok ederiz diyebilirsiniz. Ama diyemiyorsunuz. Çünkü Allah onları koruyor. Kur’an’a göre İsrail oğulları kıyamete kadar varlıklarını sürdüreceklerdir. Kur’an’a göre onlar Filistin’de toplanıp devletlerini kuracaklardır. Devletleri yıkılacak, mü’minler oraya barışla girecekler ama varlıkları devam edecektir. İlimde ve ekonomide hizmet edecekler ve varlıklarını kıyamete kadar sürdüreceklerdir.

(VaEaRSaLNAv EiLaYHiM RuSuLan)
“Ve onlara resuller irsal ettik.”
Canlılar kendi işlerini kendileri görürler. Yavrulara anne babaları bakar ve onları büyütürler. Bunu yaparken yavruların bir hukuku olarak değil de doğrudan kendilerinin bir işi olarak bunu yaparlar. Cinsi ilişkiyi iç dürtülerle yaparlar. Doğan yavruyu da aynı dürtülerle emzirirler. İnsanlarda ise bunun dışında bir iş yapma vardır. Kişi kendi işini yapmazsa veya yapmak istemezse başkasına havale eder, ona yaptırır. Bunun değişik şekilleri vardır. Aşağıda bu dörtlü olarak gösterilmiştir. Bundan başka da bu tür kelimeler bulunabilir. Mesela hadi, mübelliğ, mürşit, münzir, mübeşşir kelimeleri vardır. Bunlar kendi adına da yapılmış olabilir.
Kefil | Vekil | Faid | Zaim |
Veli | Kayyum | Hadim | Abid |
Rabb | Emir | Resul | Amil |
Seyyid | Nebi | Vezir | İmam |
“Kifl” deveye veya ata binmek için üzerine koydukları örtüdür. Eğer ve semer olarak adlandırırız. Eğerin arkasına azık bağlarlar. Azık çok olursa iki torbalı heybe bağlarlar. Buna “kiflan” denir. İkisine birden “kiflan” denir. Müfredi yoktur. “Tekeffül etmek” demek sahip çıkmak demektir. “Velayet” kelimesi daha çok işlerine sahip çıkmadır. “Kefalet” ise tümüyle onun işlerini sorumluluk olarak yüklenmektir.
“Vekil” kelimesi de Kur’an’da Allah’ın sıfatı olarak geçer. “Kefil” ve “vekil” birbirine yakın mânâlar taşırlar. “Vekil” hayvan bakıcısının adıdır. Konuşurken sözü başkasına bırakmak tevkildir. Vekalette kişinin kendi işini yapmamış olması hâlinde tevkil edilir. Risalet ise iş sahibinin işini başkasına yaptırmasıdır. Onun adına hareket eder ama onun talimatı ve emirleri içinde yapar.
Allah insanlara bir başkanın emri altında toplanmaları için herkese ayrı ayrı hitap etmemiş, seçtiği kimseler aracılığı ile insanlara hitap etmiştir, böylece onun etrafında toplanmış ve topluluklarını oluşturmuştur. Kur’an’da önce melek geliyor, resul olarak seçtiği kimseye hitap ediyor ve o da halka Allah adına hitap ediyordu. Resul gösterdiği mucizelerle halkı kendisine inandırmıştır.
“Resuller”in getirdiği kitaplar onlar için kanun olmuş ve binlerce senedir insanlar onların peşinden gidiyorlardı. Kur’an’dan sonra artık yeni kitap göndermiyor. Halka, siz kendi başkanınızı yani resulünüzü siz seçin demiştir. Bunu emrettiği namazla öğretmiştir. İki kişi bir araya gelince birisini kendisine başkan yaptırmıştır. Çoğaldıkça hepsi bir başkanın çevresinde toplanıp namaz kılarlar. Haftada bir gün toplanır toplantı namazlarını kılarlar.
İşte bu başkan “resul”dür.
“İmam” ise beş vakit namazı kıldıran kimsedir.
Aşiretin imamı vardır. Kabilenin de imamı vardır. “Seyyid” iş yerindeki yöneticidir. Av avlayan kimseler “seyyad” etrafında birleşirler. “Said” kelimesi ile akrabalığı vardır.
İsrail oğullarından misak almış ve onlara resuller göndermiştir. Misak süreklidir. Bir halk bir araya gelip kendilerine sözleşmeler yaparlarsa misak oluşmuş ve topluluk kurulmuş olur. Kurucu başkandan sonra topluluk devam eder, başkanları değişir.
Misak aldı.
Kurucu başkanlarını gönderdi, topluluk oluşturdu.
Sonra da onlara resuller göndererek topluluklarını sürdürdü.
Aşiret reisi, kabile reisi, şa’b reisi ve kavim reisi.
“Kavimler” ayrı dili konuşan ve kendilerine özgü kanunları ile varlıklarını sürdüren topluluklardır.
İsrail oğulları Tevrat’la imtiyaz sahibi olmuşlardır. Ne var ki Kur’an Tevrat’tan daha etkin bir kitaptır. Kur’an tüm insanlara nâzil olmuştur. Bunlar dışında başka şeriat kitabı yoktur. İnsanlar ya Tevrat’la yönetilecekler ve İsrail oğullarının köleleri olacaklardır -nitekim bugün öyledirler- ya da kendilerine nâzil olan Kur’an’la yönetileceklerdir. Tercih kendilerinindir. Allah yeryüzünü yönetimsiz bırakmayacaktır. Bu sebepledir ki İsrail oğulları daima var olacaklardır. Özgürlük isteyenlere Kur’an’la, özgürlük istemeyenlerle de Tevrat ile onların yönetilmelerini sağlayacaktır. Kur’an’da İsrail oğullarından bu kadar fazla bahsedilmesinin hikmeti budur.
Bununla beraber bunların yönetimi Allah’ın istediği yönetim değildir. Allah insanların özgür olmasını istemektedir. İnsanlar özgür değil de köle olmalarını tercih ederlerse, Allah onlara köle olabilmeleri için efendileri var etmiştir ve onlar da varlıklarını sürdüreceklerdir.

(KulLaMAv CAvEaHuM RaSUvLun)
“Onlara her resul geldikçe”
“Külle” kelimesi marifeye muzaf olduğunda istiğrakı ifade eder. “Ekeltü Külle’t-Tayri” dediğimizde, kuşun tamamını yedim anlamındadır. “Külle’t-Tuyur” desem, kuşların tamamını yedim olur. “Küllü Tayrin Yetiru” desem, bütün kuşlar uçar anlamında olur.
“Külle” fiile izafe edilmediği için “Mâ”i masdariye getirilir.
“Onlara bir resul her geldiğinde” ifadesi böyle olur.
Buradaki “Hum” zamiri İsrail oğullarına racidir.
“Resul” nekredir. Yukarıda da resuller nekre idi. İşte o resullerden herhangi birisi onlara geldiğinde nasıl davrandıklarını anlatmaktadır.
Allah’ın İsrail oğullarını seçmesi onların çok iyi kimseler olmasından ileri gelmemektedir. Nitekim Hazreti Yakup’un oğulları daha Hazreti Yusuf resul olmadan evvel fesada ve fitneye başlamışlardır. Öyle bir kavim iyilerden oluşmayacaktır. Aksine onların yöneticileri Hazreti Yusuf’un devamı olan nebilerden olacaklardır ama onların cemaati kardeşlerinin soyundan ve huyundan olarak devamlı resulleri ile didişeceklerdir. Bu suretle onlar zulümle insanlığı yöneteceklerdir.

(BiMAv LAv TaHVAy EaNFuSuHuM)
“Nefslerinin hevasına uymayanla”
Onlara bir görev verilir. O görevi yaparlar. İnsanlar özgürlük istemiyorlarsa, haydi sizin göreviniz gidip onları sömürerek yönetin izni gelince gidip yönetirler. Halk ıslah olunca ve artık adaletle yönetilmeleri gerektiğinde, İsrail oğullarının geri çekilmeleri gerekirken, onların bu emir hoşlarına gitmez, resulleri ile savaşmaya başlarlar.
Bu yalnız Yahudilere ait bir şey değildir.
Doğu Anadolu’da görev yapanlara ayrıcalık tanırsanız, onların maaşlarını yüksek yaparsanız, PKK bittiği zaman hoşlarına gitmez, suni PKK icad ederler. Köy koruculuğu bitmesin diye oradaki PKK’yı el altından kendileri desteklerler.
İşte burada ifade edilen bu kanundur.
Hapishanede beslenen bir suçlu hapis müddeti dolup dışarı çıkınca iş bulamaz, tekrar oraya dönmek için yeniden suç işler. O kimse için hapishane evi olmuştur.
Burada “Tehvâ” kelimesi kullanılmıştır. “Nefisler”e isnad edilmiştir. Türkçede “heva ve heves” deriz. “Heva” aslında nefes alıp verdiğimiz maddedir. Etrafımız dolduran açıklıktır. Özelliği, nerede boşluk bulursa orasını doldurur. İnsanın nefsi de böyle bir özelliğe tâbidir. Ama aklı onun nefsine hakim olur, sen bunu yapma yoksa sonra başına şu kötülükler gelir der. Heva ise kişinin hoşuna giden şeylerdir.
Bozuk düzende çıkarı olanlar yenilik istemezler, karşı çıkarlar.
“Adil Düzen”e şiddetle karşı çıkmaları bundandır.
Millî Görüş faaliyetlerine karşı ABD’den verilen talimatlarla Türkiye’de 28 Şubatlar oluşturuldu. Neden? Çünkü onlar dünyayı sömürmekte idiler ve Erbakan sömürülerini anlatıyordu. Ben bu anlatmaları yanlış buluyordum, bunu zaten herkes biliyor diyordum. Ancak şunu gördüm ki insanlık sömürüldüğünden ve nasıl sömürüldüğünden habersiz imiş. Erbakan insanlığı uyandırmıştır. O sömürüye olan saldırısı sayesindedir ki bugün tüm insanlık bunu kavramıştır. Bunun hata olduğunu idrak etmiştir. Şimdi İsrail oğulları da ikiye ayrılmıştır ve artık Erbakan’ın iddiaları doğrultusunda çatışma devam etmektedir.

(FaRIyQan KazZaBu)
“Bir fırka tekzib etti.”
“Fırka” parçalanan kayanın bir parçasının adıdır. Topluluklar da bölünürse fırka denir. Hizip devamlı ayrılıklardır. Fırka ise geçici ayrılıktır.
Burada “Ferikan” denmiştir. Bunların ayrılıkları geçicidir. Sonra tekrar birleşeceklerdir. Âhirette insanlar hizip hizip olmayacak, fırka fırka olacaklardır. Çünkü en sonunda birleşeceklerdir.
Biz “Ferikan”a bu mânâyı verdik. Üzerinde fazla durmadık. Sizlerin bunun üzerinde durmanız gerekir. Hizip nedir, fırka nedir?
“Tekzib etmek” demek yalanlamak demektir. Türkçede yanlışlama yalanlamanın içinde değildir. Arapçada tekzib etmek demek, sen yalan söylüyorsun demektir, yahut sen yanlış söylüyorsun demektir. Her ikisi için kullanılır.
Birisi bize bir söz söylediği zaman ne tasdik ne de tekzib etmektir. Tahkik edip doğru söylüyorsa tasdik etmek, yanlış olduğunu ortaya koyarsan o zaman tekzib etmek.
Bizim “Adil Düzen”i tekzib ettiler. Kardeşlerimiz hata ettiler, bizi dinlemeden aleyhimize hükümler verdiler. En yakın arkadaşlarımız bir araya geldi, “Adil Düzen” üzerinde durdular. Akevler çalışmalarını bir tarafa bırakıp sadece Erbakan’ı bizden uzaklaştırmaya çalıştılar. Halbuki onların yapacakları Erbakan’dan ileri gitmekti. Bizim söylediklerimizi tahkik etmeleri, bizimle tartışmaları gerekirdi. Hâlâ tartışmıyorlar. Tasdik etseler bile doğru buldukları için tasdik edecekler. İkisi de yanlıştır. Tahlil etmeden tekzib ne ise tasdik de odur.

(Va FaRIyQan YaQTuLUvNa)
“Ve bir fırka da katlediyordu.”
“Ferikan” kelimesi nekre olarak getirilmiştir. “Ferikan” da nekre gelmiştir. Demek ki üçüncü bir ferik daha varmış, yoksa “gayrehüm yaktulûn” olurdu. Yani bir fırka tekzib ediyor, diğer fırka katlediyordu. Diğerleri ise iman ediyordu.
Yukarıda fiili mâzi kullandı, burada fiili muzari kullandı. Tekzib başta bir defa olur. İlk tekzib edenler mağlup olunca tekzib başlar, sonra onun tahrif edenleri çıkar.
Bir Yahudi olan Pavlus Hıristiyanların azizi olmuş ama insanları Hazreti İsa’ya taptırmıştır. Hazreti İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu onlara anlatmıştır. Zaten İsrail oğulları kendilerinin Allah’ın oğulları olduğunu söylemektedirler. Bu sebeple bütün insanların onlara tapmaları gerektiğine kanidirler. Hazreti İsa da İsrail oğlu idi. Dolayısıyla ona tapmalarını da meşru saymışlardı. İşte, Yahudiler Hazreti İsa’nın Mesihliğini ortadan kaldıramayınca onun yanında oldular. Tekzib sona erdi ama katl bitmedi, hâlâ devam ediyor.
Burada fiili muzari getirmekle kimlerin katlettikleri de belirtilmiyor.
Bugün Filistin’de katl hâlâ devam ediyor. İnsanlığın yirminci yüzyılı da katl içinde geçmiştir. Avrupa’nın savaşlarını hep İsrail oğulları tertiplemişlerdir. Birinci Cihan Savaşı’nı onlar çıkardılar, imparatorluklara son verdiler. İkinci Cihan Savaşı’nı da onlar çıkardılar, İsrail oğullarını zorla Filistin’de topladılar. Onların işi savaş çıkarmak, fitne çıkarmak, terörü oluşturmak ve katletmektir.
Kur’an işte bunları haber vermektedir. Onun için muzari sigası ile getirilmektedir. İnsanlara diyor ki; bu terörden kurtulmak istiyor musunuz, bu milyonları öldüren savaşlardan kurtulmak istiyor musunuz? O zaman Kur’an’ın mü’mini olun, “Adil Düzen”i kurun ve kurtulun. Yoksa katl olunmaya devam edeceksiniz.
Bu âyeti böyle tefsir ettikten sonra, tefsirlere bakınca hatalı mânâ verdiğimi gördüm. “Ferikan”ı fail yaparak mânâlandırdım. Oysa “Ferikan” mensubdur. Böyle mânâlandırmak gramer bakımından hatalıdır. Bir fırka öldürdüler değil de bir fırkayı öldürdüler şeklinde mânâ verilmelidir. Bir fırkayı da tekzib ettiler şeklinde mânâlandırmamız gerekir.
Bununla beraber tefsirimi değiştirmedim, yaptığım hata üzeride düşünmeye çalıştım; acaba doğru tarafı olabilir mi?
“Ferikan”ı hâl yaptım. Bir kelime kendisinden sonra gelen kelimenin hâli olabilir mi? “Kaimen Darabe Zeydün” olabilir mi? Zeyd’i ayakta dövdü. Eğer bunun olabildiğini kanıtlayabilirsek o zaman bu “Ferikan” Kezzebû”nun fâili olan vav’ın hâli olur, verdiğimiz mânâ doğru olur. O zaman her iki mânâ da doğru olur. Eski yorumcuların verdiği mânâ da doğru olur, yeni verdiğimiz mânâ da doğru olur.
Ben bunu düzeltmeye kalkışmadım. Çünkü bütün yorumlarımda hata ihtimali vardır. Herkesin yorumda hata yapma ihtimali vardır. Yeni yorumda da hata etme ihtimalim vardır. O zaman benden öncekilerin yaptığını yapmam, kitaplarımı yakıp eskiler ne söylemişlerse onu söylemem gerekir. Biz ise buna şiddetle karşıyız. Biz hatamızı gördük, size hatırlattık ama sizin bunun üzerinde düşünmeniz gerekir.
***

(Va XaSiBUv EalLAv TaKUvNa FiTNATun)
“Ve fitne olmayacağını hesap ettiler.”
İktidarlar iktidarda kalabilmek için insanları öldürürler. Öldürerek iktidarda kalacaklarını sanırlar. Cumhuriyetin ilk kurulduğu zamanlarda doğuda Kürtler isyan etmişti. Bunun iki sebebi vardı. Biri dıştan gelen kışkırtmalar ve destekler, diğeri ise cumhuriyet döneminde yapılan inkılaplar. Lozan’da gizli anlaşmalarla inkılaplar dayatılmıştı. Böylece halkın isyan etmesi sağlanacaktı. Nitekim Müslüman olan Kürtler bu kışkırtmalara uyarak isyan ettiler. Sonunda ağır darbelerle sindirildiler ama sonuç olarak isyan hâlâ devam ediyor.
Fitne zorla kalkmaz. Fitne adaletle kalkar. İsrail oğulları da tarihte böyle resulleri öldürmekle fitnenin kalmayacağını sandılar. Oysa tarihte fitne devam etmiştir. İki büyük bela geçirmişlerdir. Biri Babil’e sürgünleridir. Diğeri Romalıların sürgünleridir.
Şunu iyi bilmek gerekir ki siyasi katletmeler hiçbir zaman fitneyi durdurmaz. Tam tersine ne kadar baskı yaparsanız fitne de o kadar artar. Yeryüzünde en çok baskı yapan Sovyetler olmuştur. Hepsi tarih olmuşlardır.
Fitneyi durduran adalettir. Adalet de hakemlerden oluşan yargıdır. Yargının kararlarına uymaktır. Sadece katleden katledilir. İslâmiyet’te savaş dışı sadece kısasta katl vardır. Savaş ve harpte öldürmeler fitne değil fitnenin önlenmesidir. Savaş hakemlerin kararı ile meşru olur. Harpte de eşkıyaların öldürülmesi yine hakemlerin kararı ile meşru olur.

(Fa GaMUv)
“Amy oldular.”
Kör oldular, gerçekleri göremediler. Katletmekle sorunları çözeceklerini sandılar.
Meşrutiyet ve Cumhuriyet katillerle geçmiştir. Ne var ki bu katiller asla sorunları çözememiştir. Bugün Arap ülkelerinde de durum böyledir. Katl devam etmektedir. Kaddafi direndi. Mısır teslim oldu. Şimdilik dışarıdan müdahale edilmemektedir.
Tekel sermaye dünya devletlerini yıkmak değil de dünya devletlerini emri altına almak istemektedir. Dolayısıyla savaşların sonunda devletlerin sınırlarını değiştirmemektedir.
Sömürü sermayesinin hakimiyeti dolarla devam etmektedir. Dolar karşılıksız paradır. Bir gecede değeri sıfıra dönüşebilir. O zaman sınırları koruyan sermaye ortadan kalkar. Dünya birbirine girer. Sosyal tufan olur.
O halde olacakları görmemiz gerekir. Önce karşılıksız paranın yerini karşılıklı para ile değiştirmeliyiz. Bizzat İsrail oğulları değiştirmelidirler. Yoksa büyük felaket hem onları hem dünyayı beklemektedir.

(Va ÖamMUv)
“Ve sum oldular.”
Evet, kendileri gerçekleri göremediler, bekleyen büyük felaketi hissedemediler. Soykırımlarına uğradılar. Öldürüldüler. Kimileri sabun yapıldılar.
Bunlara söyleyenler, tebliğ edenler olmuş ama onlar ona da kulak vermemişlerdir. Görme ve duyma melekelerini kaybettiler.
Tarihte Yahudiler iki defa büyük sürgün yaşamışlardır. Bunlardan birincisi Babil sürgünleridir. Hz. Davut ve Hz. Süleyman peygamberlerden sonra gelen resulleri tekzib etmiş ve kimilerini katletmişlerdi. Sonunda ikiye ayrılan devletleri yıkılmış ve Mezopotamya’ya Babil kentine sürgün edilmişlerdi. Bu tarihi vakayı bize anlatmaktadır. Böyle devam ederlerse başlarına yine aynısı gelecektir.

(ÇümMa TAvBa elLAHu GaLaYHiM)
“Sonra Allah onlara tevbe etti.”
“Tevbe etmek” demek eski yaptıklarından vazgeçmek demektir.
“Onlara tevbe etmek” demek onların vazgeçmelerini kabul etmek demektir.
Hz. Davud ve Hz. Süleyman aleyhisselâmdan sonra peygamberlerini katleden İsrail oğulları iki devlet hâline gelmişler, Yehuda ve İsrail devletlerini kurmuşlardır. Sonra bu devletleri Babilliler yıkmış ve onları Babil’e sürmüşlerdir.
Mağlup olan devletler daha uygar iseler zamanla galip olurlar. Germenler Romalıları yendiler ama Hıristiyan oldular. Türkler Arapları yendiler ama Müslüman oldular. Bugün batılılar Müslümanları yendiler ama “Adil Düzen”i kabul edeceklerdir.
İşte, tarihte de Babilliler İbranileri yendiler ama onları memleketlerine göçtürüp onların uygarlığından yararlandılar.
İsrail oğulları Babil’de sürgünde toplandılar ve orada tevbe ettiler. Birleştiler. Hapishanede arkadaş oldular.
Kenan Evren zamanında Müslümanlarla Türkçüleri hapishanede aynı koğuşlara koydular. Sonunda milliyetçiler de Müslüman oldular. Bugün milliyetçiler de artık İslâm’ın yanında yer almışlardır.
Babil’de de Yahudiler birleşmek zorunda kalmışlardır. Bunun en büyük kanıtı bugünkü Tevrat’tır. Tevrat’ta birbirlerinden farklı âyetler vardır. Tekrarlar vardır. İki Tevrat’ı birleştirirken farklı gördükleri âyetlerin ikisini de derc etmişlerdir. İşte bu tevbelerinin kabulü anlamına gelmektedir.
Bugünkü İsrail oğulları ikinci Babil sürgününü aynı Babil’e değil de başka yerlere sürmüşlerdir denmektedir. Kendilerine siz de Yahudilersiniz demeye getirmektedirler. Nitekim Kürtleri İsrail oğlu yapmaktadırlar. Böylece Irak ve Türkiye’yi yıkıp kendilerine kardeş Kürt devleti oluşturmak, Fırat ve Dicle’ye sahip olmak istemektedirler. Ancak bunu dindar Kürtlerle değil de ateist Kürtlerle yapmaya çalışıyorlar, bu sebeple muvaffak olamıyorlar. Oysa İsrail oğulları her iki sürgünde Babil’e götürülmüştür. Bunun kanıtı bugünkü Tevrat’tır. Musa’nın metinleridir.
Böylece İbraniler Babil’e gitmekle orada Mezopotamya uygarlığını da öğrendiler.
Allah Yahudileri sürgünlere göndermektedir. İki görevleri vardır. Biri İbrani uygarlığını oralara götürmek, ikincisi ise oralarda elde ettikleri uygarlıkları ile hamle yapmak ve dünyanın her yerinde temsilcileri bulundurmak. İşte İranlılar Babil’i işgal edince onları tekrar Filistin’e gönderdiler. Yeniden toplandılar. İşte Allah’ın tevbelerini kabul etmesi budur.

(ÇümMa GaMUv Va ÖamMUv)
“Sonra yine amy edip sum oldular.”
Tekrar yurtlarına geldiklerinde bu sefer oraları Romalılar almışlardı. Hazreti İsa’nın gelmesi yakınlaştı. Yine peygamberleri katletmeye başladılar. Yine dünyada neler olduğunu göremediler. Hazreti İsa ne yapmak istemiştir? Tevrat’ı laikleştirip tüm insanlığa sunmak istemiştir. Tevrat yalnız Yahudilere hitap ediyordu. Onlar için zorunlu kitaptı. Hazreti İsa İncil’i getirdi. İnsanlara ahlakı öğretti. Düzen olarak Tevrat’ı önerdi ama mecbur etmedi. Siz bunlardan yararlanın ama bunları yapmak zorunda değilsiniz dedi. Sonunda onu da öldürmek istediler. Yine kör ve sağır oldular.
Oysa dünya artık büyüyor ve tek topluluk oluyor. Yeryüzü yeniliklere gebedir. Romalılar Hıristiyanlaşacak ve bugünkü uygarlığı oluşturacak. İsrail oğullarından olmayan bir peygamber Kur’an’ı getirecek ve insanlık artık içtihat ve icma sistemine geçecektir. Hazreti İsa bunun hazırlığını yapıyordu. Tevrat’ı örnek alan devletler kendi kanunlarını kendileri yapıyordu. Roma hukuku bu idi. Resuller her ne kadar bunları anlattılarsa da onlar bunları dinlemediler.
Tarihi gerçekler şudur. Bir resul gelir, halkı ile mücadele eder. Onu tekzib ederler. Ne var ki o resul vefat ettikten sonra onun dediklerini değiştirerek kabul ederler. Değiştirseler bile büyük hamle olur.
Erbakan geldi, Türkiye’ye yenilik getirdi. Nasıl düzeleceklerini anlattı. Onu tekzib ettiler. Sonra AK Partililer geldiler, “Adil Düzen”i değiştirdiler. Şimdi iktidardadırlar. Ne var ki sahte paranın ömrü kısa olur. İşte şimdi AK Partililer de kör ve sağır oluyorlar. Kur’an’a kulak vereceklerine Avrupa Birliği ve ABD sokaklarında dileniyorlar.
Sözlerim ağır gelmesin. Sert söylüyorum ki belki duyarlar diye. Kuran’a kulak vermelidirler, Kur’an’a. Onlar “Kur’an’ı siz mi biliyorsunuz” diyorlar. Evet, üzüntü ile belirtelim ki Kur’an’ı biz biliyoruz. Bin sene önceki içtihat ve icmalar ile günümüzün problemlerini çözmeye çalışanlar size Kur’an’ı değil tarih olmuş hikayeleri anlatıyorlar. Biz ise şimdi Kur’an’ı size tercüme ediyoruz. Kör ve sağır olmuşlar, ne kendileri Kur’an’ı anlamaya çalışıyorlar ne de bize kulak veriyorlar.
Tarihte hep böyle olmuştur. Bu da ilâhi kanundur. Çocuk doğarken anne en büyük sıkıntıları çeker. Neden böyle yapıyorlar deme yetkimiz yoktur. Takdir-i ilâhi böyledir.
Biz istiyoruz ki “Adil Düzen”e bir örnek verelim, insanlar görsünler, ona göre inansınlar diyoruz. Allah müsade etmiyor. Bir yere gelip tıkanıyoruz. Neden böyle oluyor? Henüz günü gelmemiştir. “Adil Düzen”in gelmesi için insanlığın daha fazla musibetlere uğraması gerekmektedir.
İkinci sürgün birinci sürgün gibi olmadı. Birinci sürgünde Babil’e götürülmüştüler. İkinci sürgünde ise Yahudiler dünyaya dağılmışlardır. İşte kaybolan kabileler bunlardır. Romalıların yaptığı sürgünde Yahudiler nereye gitmişlerdir. Bu tam bilinmemektedir. Bugün nerde Yahudi varsa işte oraya gitmişlerdir.
Romalıların sürgünde bilinden tek merkez Medine’dir. Medine Yahudileri tarih sahnesine çıkarlar. Önce Medine’den sürülürler. Sonra Arabistan’dan sürülürler. Sonra Hazreti Ömer onların vatanlarına gidip yerleşmelerine izin verir. Ama Yahudiler gidip orada toplanmazlar. Yahudiler dünyanın her yerine dağılırlar.
Bu dönemlerde de en büyük sıkıntılarını Hıristiyanlarla yaşarlar. Bu sefer İstanbul’a gelip yerleşmeye başlarlar. Sürgün değil mülteci olarak yerleşirler. Bu arada kendilerine Allah’ın büyük nimeti verilir.
Haçlı Seferleri sayesinde Avrupa ile ticaret başlar. Bu arada İsrail oğulları zenginleşirler. Ticareti iyi bildikleri için zenginlikleri gittikçe artar. Amerika’da elde ettikleri altınlarla dünya ticaretine başlarlar. Ham maddeyi dünyadan alırlar, Avrupa’da mamul madde hâline getirirler ve onları dünyaya pazarlarlar. Sonunda kağıt parayı keşfederler ve yirminci asrın sonunda kendi paralarını dünyanın altını yerine yerleştirirler. Durmadan büyürler ve bugün dünyaya hakim olurlar.
Karıncanın kanadı çıkınca, zanneder ki hayra delalettir. Oysa o zevaline işarettir.
Evet, kemal zevalin başlangıcıdır.
Avrupa uygarlığı kemaldedir, zevale başlamıştır.
Batı uygarlıkları Miladın 500’üncü yaşlarında doğarlar, binli yıllarda kemale ererler ve zevale başlarlar. 500 sene sonra da yeni uygarlıklarını kurmak zorunda kalırlar. Bugünkü durumları budur. Bunun için kör ve sağır olmaktadırlar.

(KaÇIyRun MiNHuM)
“Onlardan çoğu”
“Minhum” kelimesi “Kesîrun”un zarfı olur. O zaman “Kesîrun” haberdir. Mübtedası mahzuftur. “Haülai Kesirun Minhum” olabilir. Onlardan çoğu böyledir denmiş olur. “Amû ve Sammû”nun faili olamazlar. Çünkü fiile çoğul vavı gelince artık fail gelemez. Bununla beraber te’kîd zamiri gelebilir. “Kalu hüm” denebilir, “Kultum Entüm” olabilir.
Nekre mübteda olamaz ama “Minhum”la takyit edince olabilir. Onlardan çoğu böyledir denmiş olur. “Kesirün Minhum Kezalik” denmiş olur.
“Minhum Kesirün” dense cümle doğru olur. Onlardan çoğu böyledir. Bedel cümle olur. Hepsi böyle değil, bir kısmı böyledir demek olmuş olur. Kesirunun takdim edilmesini fasih görmeyenler vardır. Bize göre “minhum kesirun”da mübteda kesirun değil “mimhum”dur. “Kesirün” haberdir. O zaman haber mübtedadan takdim edilebilir. Bu şekliyle de mânâ verilebilir.
Değişik kalıplarda cümleyi tahlil etmemizin değişik mânâları olmalıdır. Bunların üzerinde durulup değişik tahliller yapmak mümkündür. Hepsi doğru olabilir. Ortak mânâ şudur ki yukarıda anlatılanlar bütün İsrail oğulları için söylenmemiştir. Onların içinde böyle yapanlar vardır. Yoksa ekserisi böyledir demek değildir. Onların içinde böyle olmayan iyi olanlar da vardır. Onlar resulleri tekzib etmediler, öldürmeye kalkışmadılar, kör ve sağır olmadılar demiştir. Örnek olarak Hazeriler böyledir.
Bugün de İsrail oğulları içinde bu gerçekleri gören uleması vardır. Nitekim ABD’de bu bölünmenin başladığı haberleri gelmektedir. Başkan Obama taraftarı Yahudiler vardır. Bunlar reel ekonomiyi temsil edenlerdir. Onlar tekel sermayenin krizler ortaya çıkarmasına karşılar. Yeni para ile desteklenmelerini istiyorlar. Bu çözüm değildir.
Bugün AK Parti bizi dinlese, karşılığı olan paranın nasıl çıkarılacağını Amerikan Yahudileri öğrense, Başkan Obama’ya bunu rahatlıkla yaptırabilirler. Ama ne yazık ki yıllarca beraber aynı yollarda yürüdüğümüz kardeşler bize karşı kör ve sağır olmuşlardır.

(VaelLAHu BaÖIyRun Bi MAv YaGMaLUvNa)
“Ve Allah amel ettiklerine basirdir.”
Burada isim cümlesi gelmiştir. Bundan önce fiil cümleleri vardır. Hâl yapabiliriz. O takdirde Allah yaptıklarına basir olduğu halde onlar aldırmadan böyle yaptılar. Böyle yapmaktadırlar şeklinde olur. Zâhir mânâ budur. “Kesîyrun Minhum” cümlesine atfedilmiş olabilir. O takdirde de onların çoğu öyledir, Allah da onları basirdir denmektedir.
Birinci mânâda onların aldırmazlığı anlatılmaktadır. İkinci mânâda ise onların bu yaptıklarının Allah’ın bilgisi ve gözetimi altında olduğunu ifade eder. Yani bu olayların hiçbirisi takdiri ilâhinin dışında olmamaktadır.
Birinci ve ikinci sürgünler hem onların olgunlaşmalarını sağlamak hem de insanlık içinde birliği sağlamak için olmuştur. Ulaşım ve haberleşme araçlarının olmadığı, dilleri okutan üniversitelerin olmadığı zamanlarda İsrail oğulları insanlar arasında irtibatı sağlamışlardır. Yeryüzüne dağılmışlar, onların dillerini öğrenmişler, birbirleri ile irtibatları devam etmiş, bu sayede insanlık uygarlaşmıştır.
Nitekim Kur’an’da; böyle yapmalarını biz bildirdik, günü gelince sizi tekrar bir araya getireceğiz diye onlara haber verildiği yazılmaktadır. (İsra/104) Çünkü artık insanlığın İsrail oğullarına ihtiyacı yoktur. Ulaşım, haberleşme, öğrenim ve ekonomi onlar olmaksızın da yürüyecek hâle gelmiştir. Onlar Kudüs’te otururlar, oradan da artık dünyayı yönetebilirler, yahut dünya kendi kendisini yönetir.
Bu âyetlerden öğrendiklerimiz arasında çok önemli bir husus vardır. İsrail oğulları varlıklarını kıyamete kadar sürdüreceklerdir. Özgür yaşamak istemeyenleri onlar paraları ile yöneteceklerdir. Özgür yaşamak isteyenler de Kur’an’dan özgürce yaşamayı öğreneceklerdir.
Kur’an çok açık olarak söyleyeceklerini söylemekte, tarih de böyle gelişmektedir.
Biz Kur’an’ın bu tür yorumlarına 1960’larda başladık. İzmir’e gittiğimizde böyle yorumlara müsait çevre vardı. Geçen elli sene hep bizim yorumlarımızı tasdik etti. Bazı hatalarımız olmuşsa da olaylardan sonra onları tashih ettik.
Örnek olarak, Kur’an’a dayanmadan 2002 yılında yorum yaptım, AK Parti’nin ömrü iki yıldır dedim. İki tane fahiş hata yaptım. Birincisi, Kur’an’ın bu hususta ne dediğini incelemeden söyledim. Oysa o yazımı Kur’an’a dayanarak yazmam gerekirdi. İkincisi ise, bu Amerikalıların planıdır, Allah’ın planı nedir bilemeyiz demeliydim. Kur’an’a aykırı hareketim budur. Oysa AK Parti iki sene sonra yaşamaya devam etti. Amerikalılar çöktü. Yani Kur’an’ın dediği oldu. Ben yorumumdaki hatamı düzelttim.
Şimdi ezbere söylemekten çok âyetlerin mânâları ile konuşuyorum. Elbette hatalarım olacaktır, hatalarım vardır. Ama esası ve ana hatları doğrudur. Siz de kendi yorumlarınızı katarak daha doğru yorumlara gidebilirsiniz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92