MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 42


(Va QAvLaTi elYaHUvDu)
“Ve Yehud kavl etti.”
Buradaki “Ve” harfi yukarıdaki “sana geldiklerinde dediler” ifadesine atıftır.
Yukarıda kitap ehlinden bahsetmiştir, burada ise sadece Yahudilerden bahsetmektedir. Kur’an’da Yahudilerden bahsederken “Ellezîne Hâdû, Hûd, Yahudi ve İsrail oğullarından” bahsetmektedir. Yani onların Kur’an’da dört isimleri vardır. İsrail oğulları dendiğinde bir ırk ifade edilmektedir. Hazreti Yakub’un ikinci adı İsrail’dir. Mekke’den Medine’ye gece yürüyüp Kudüs’e geldiği zaman rüya görmüş olduğu için bu ad verilmiştir. Hazreti Yakub’un bir adı Yakup, diğer adı İsrail’dir. Beni İsrail’den bahseder, Hz. Yakub’un âlinden bahseder. Bir de zürriyetten bahseder. Zürriyet tam soyu ifade eder. Dinde kardeşiniz dendiğine ve Hazreti İbrahim’i bütün insanların babası olarak vasıflandırdığına göre ibnlerden kasıt onun vârisleri demektir. İsrail oğulları dendiği zaman soyca onlardan gelmiş olması şart değildir, o topluluğa katılanlar anlamındadır. Âl dendiği zaman da onun görevini devam eden demektir. Yani soydan olması gerekmediği gibi âlin içine onun yolundan gitmeyenler dahil değildir.
Diğer ehl-i kitap sahipleri demiyor, sadece “Yahudiler” diyor. Kur’an’da bu sözü söyleyen başka kimselerden bahsedilmiyor. İsrail oğulları deniyor. “Yahudiler dediler” diyor. Yahudilik bir dindir; düzen anlamında din de diyebiliriz.
“El-Yehudu” dendiği zaman, Yahudilik dininde olan kimseler demektir. Bunların İsrail kavminden olmaları gerekmez. Burada topluluk da kastedilmekte, o inanışa mensup olan kişiler anlaşılmaktadır. “Hûd olma” şeklinde geçmektedir. İkisinde de Nasara ile birlikte geçmektedir. Hıristiyanlarla Yahudilerin bir olup insanlara fitne edecekleri ile ilgili ifadelerde geçer.
Hazreti İsa İsrail oğullarındandır. Hıristiyanlar Tevrat’ı da kendi kitapları olarak kabul ederler, ne var ki Hazreti İsa’yı katlettiler diye Yahudilere düşmanlıkları vardır. Yahudilerin, kendi dinlerini dünyaya öğrettiler ve onları da uygarlaştırdılar diye Hıristiyanlara düşmanlıkları vardır. Bununla beraber insanları ezmede bir olurlar.
İstiklâl Savaşı’nda Yahudiler tarafsız kaldılar, hattâ bizi destekleyen Yahudiler de oldu. Ama Lozan’da bizim yanımızda değil bizim karşımızda yer aldılar. Lozan anlaşması İslâm âleminin tüm insanlarla anlaşma yaptığı bir anlaşmadır. Gizli anlaşma dışındaki anlaşma III. bin yılın dayanağı olacaktır. Uluslararası bir camiada bir ulusun varlığı belirlendi. Bir taraftan tüm Müslümanların temsilcisi kabul edildi, Hilafet görevini gördü, diğer taraftan hakimiyet sınırı kendi topraklarına sıkıştırıldı. III. bin yılın örnek devleti oluşturuldu.
Devlet ulusal olacaktır. Bazı devletler merkez devlet olacak ama diğer devletlere hakim değil hadim olacaklardır. Demokrasilerde hakimiyet halkındır. Başka ulusların hakimiyeti söz konusu değildir.
“Ellezîne Hâdû” dendiği zaman da “Ellezîne Âmenû” benzeri ifadedir. Onların devlet düzenini ifade etmektedir. Hıristiyanlarda devlet olmadığından onlar için ellezîne ifadesi geçmemektedir.
“Kâle’l-Yehûdu” denmeyip “Kâleti’l-Yehûdu” denmektedir. Her iki ifade de fasihtir. Eğer onların fertleri kastediliyorsa bir cem ismi olarak kabul edilir ve müennes zamiri gönderilir. Yok eğer topluluk ulus kastediliyorsa, o zaman müzekker sigası getirilir. Kur’an’da hep müennes olarak geçmektedir.
“Yahudi” ifadesi ile halk kastediliyor.
“Ellezîne Hâdû” ifadesiyle topluluk kastediliyor, devlet kastediliyor.
“İsrail oğulları” dendiğinde de ulus kastediliyor.

(YaDu elLAHı)
“Allah’ın yedi.”
“Yed” el demektir. Dillerde çeşitli anlamlarda kullanılır. “Eli uzun” dediğimiz zaman hırsız olduğunu kabul ederiz. Arapçada bu anlamda kullanılmaz. “Eli açık” dendiği zaman da cömert anlaşılır. Arapçada açık kelimesi ile getirilmez. Açık avuçlar yukarıda iken söylenir. Halbuki best parmaklar aşağı iken söylenir. Veren el anlamına gelir. Daha fasihtir.
Allah’ın eli var mıdır?
Beyan ilminde şöyle bir tartışma vardır. Mesela kuş kanatlarını topladığında mağlul durumda demektir. İnsanda kanat olmadığı halde insan için de “artık sefere çıkmıyor”u ifade etmek için “Ahmet kanatlarını topladı” diyebilir miyiz? Böyle ifadeleri doğru bulanlar vardır, doğru bulmayanlar vardır. Allah’ta el yoktur ama insandaki ele benzetilerek “Allah’ın eli açıktır” denebilir mi? Yoksa Allah’ın eli vardır da bu âyet Allah’ın eli olduğunu ispatlar mı? Başka âyette “O’nun benzeri yoktur” dendiğine göre, Allah’ın eli olsa bile benzersizdir. Ebu Hanife bunu şöyle çözmüştür; Allah’ın eli var ama bizim elimiz gibi değildir.
Eli mebsuttur veya eli kapalıdır demek, varlıklıdır harcıyor veya varlıklıdır harcamıyor demektir. Her iki halde de Allah’ın varlıklı olduğu kabul edilmektedir.
Burada “el”den maksat kâinat olarak anlayabiliriz. Yani onlar diyorlar ki, Allah kâinatı var etmiş ama kâinat cimridir, her istediğimizi bol bol vermemektedir. Zorluk içinde yaşıyoruz. Kâinat içinde Allah’ın eli “doğa” olarak anlaşıldığı gibi insanlık içinde de “topluluk” olarak anlaşılabilir. Bugün devletten herkes bol bol istemektedir. Niye vermiyor denmektedir. Kendi sıkıntılarından dolayı başbakanı suçlamaktadır.
Evet, Allah’ın gücü kabul edilmektedir, Allah’ın imkanları kabul edilmektedir. Sadece onlardan insanların kolay kolay yararlandırılmadığını iddia ediyorlar.
Burada Yahudilerden denmeyip Yahudi halkı kastediliyor.

(MaĞLUvLaTün)
“Mağluldur.”
“Selasil” zincirdir. “Eğlal” da kelepçelerdir. Kelepçelidir, açılmıyor demektir. Başkalarının mallarını toplayıp kendi kapalı ambarına doldurup kilitlemek muğletmek demektir. Beyinleri kelepçelidir demek, saçma fikirlerle o şekilde bağlanmıştır ki, onları çıkarmanız mümkün değildir demektir.
Kâinatın yaratılış şekline bakalım.
Önce kâinatta sayılı miktarda maddeler yaratılmıştır. Bunlar elektron parçalarından oluşur. Bunların birleşmesinden kâinatın atomları, molekülleri ve cisimleri oluşur. Bunların sayısı artıp eksilmemektedir. Ondan sonra bu parçacıklara bir enerji yüklenmiştir. Toplam enerji miktarı da artıp eksilmemektedir. Bu enerji en yüksek seviyede iken yani en sıcak iken kâinat patlamış ve şimdi soğumaktadır. Yani enerji küçük yerden büyük yere geçince sıcaklığı düşer. Çünkü sıcaklık enerji yoğunluğudur. Bu düşme kâinatta her yerde olmaz, bazı yerlerde sıcaklık düşer, bazı yerlerde ise sıcak kalır. Mesela yerde sıcaklık düşmüştür. Oysa güneşte sıcaklık gazladır. Biz şimdi ondan yararlanarak yaşıyoruz. Gelen güneş ışınları bitkilerin yapraklarında besin olarak depo ediliyor, biz de onları yiyerek yaşıyoruz.
Eğer güneş birden patlayıp soğusaydı hayat olmazdı. Hiç soğumasaydı yine hayat olmazdı. Dengeli soğuma, bazı kurallar içinde soğuma kâinatın düzenini oluşturur. Toplulukta da imkanlar vardır. Bu imkanlar uygun şekilde halka intikal ettirildiğinde düzen oluşmaktadır. Birden her şeyi versek o zaman düzen oluşmaz, imkanlar dağılıp gider.
Kâinat böyle yaratılmış. İmkanlar var. Ama bu imkanlardan canlılar dengeli bir şekilde yararlanırlar. Güneşin yerden uzaklığı yerin atmosferli yarıçapının 20 bin katıdır. Güneşin yaydığı ışık yere düşen ışığın 8/3*100 milyon katıdır. Yerin güneş gören yüzeyi yüz milyonda biridir. Yeryüzüne sıkışmış canlılar kendilerine bir parça ışık alsınlar diye ne çaba gösteriyorlar. Hayat böyle kuruluyor. Canlı böyle oluşuyor. O kısıtlı enerji insanlığı ve uygarlığı oluşturuyor. Kısıtlanmamış güneş enerjisi ise hiçbir şey yapamıyor.
Bunun topluluktaki karşılığı paradır. Para sınırlı bir şekilde çıkarılırsa sosyal ve ekonomik hayatın kaynağı olur. Sınırlı değil de sınırsız çıkarılırsa enflasyon olur, hiçbir işe yaramaz. Her şey dengede olmalıdır.
Havadaki oksijen azalırsa hayat olmaz, çoğalırsa yine hayat olmaz.
Helyum adında bir gaz var. Bizim bedenimizde yoktur, bir işe yaramamaktadır. Ama atmosferin içinde gereği kadar olmazsa solunum zorluğu doğar. Fazla olsa da öyle olur.
Arabada gaza fazla basarsanız araba devrilir, az basarsanız gitmez. Ayağınızı gazda uygun tutarsanız İstanbul’dan Ankara’ya varırsınız.
Demek ki Allah’ın eli mağlul değil, tam tersine ince ayar yapmakta, her şeyi dengede tutmaktadır.
Güneş ışığı ısraf olmaktadır diyebilirsiniz. Aslında ısraf olmamaktadır. Çünkü ışık hâlinde çıkan enerji yine üst seviyesini yani sıcaklığını kendi içinde korumaktadır. Diğer yıldızlardan gelen güneş ışığına eklenmekte, güneşten çıkan da diğer yıldızlara gitmektedir. Bu sayede kâinatın düşük sıcaklığı korunmaktadır. Dengenin bozulması önlenmektedir. Tarlada pek çok madde vardır ama sadece tohum yeşermektedir. Diğerleri de o tohuma besin olmaktadır. Tohumun küçüklüğü israf değildir. O tohum için gerekli olanlardır, onlar.

(ĞulLaT EaYDıHıM)
“Onların yedleri ğalledildi.”
Bugün Amerikan Merkez Bankası (FED) para basmaktadır. Bu banka Yahudilerindir. Merkez Bankası bankalara faizli kredi açmaktadır. Bankalar da firmalara kredi açmaktadır. Onların tahvil senetlerini satın almakta, bono senetlerini kırmakta, büyük yatırımlara özel kredi açmakta, kamu kuruluşlarına kredi olarak kullandırmaktadır.
Ayrıca Amerikan doları dünyada revaçta olan bir paradır. Dünya devletlerinin bankaları kendi paralarının değerlerini ölçmek için altın yerine doları kullanmaktadırlar. Böylece dünya ekonomisini ABD doları yönetmektedir.
İşte bu yönetimde dengeli olarak para çıkaramadıkları için yeryüzü bugün çıkmazdadır. Enflasyon olmakta, işsizlik olmakta, gelir dağılımında dengesizlik olmaktadır. Bir taraftan sefahat, diğer taraftan sefalet sürmektedir.
Dünyayı tek devlet hâline getirmek isteyen sermaye eli kolu bağlı oturmakta, camilerde toplanan üç beş kuruşla Somali’deki işsizliğe ve açlığa çözüm aranmaktadır!
Allah onlara karşılıksız olarak doların gücünü vermiştir. Karşılığı olmasa da insanlar dolara tapmaktadırlar. Allah bu imkânı da Yahudilere vermiştir. Onlar ise kendilerine verilen bu imkânı kullanmamakta, kendilerini de insanlığı da helâke götürmektedirler. Tekeller oluşturarak, üretimi yarıya düşürerek, insanları aç bırakarak, vizeler ve gümrükler koyarak iş yapmaktadırlar. Bu da takdir-i ilâhidir. Böyle olmazsa “Adil (Ekonomik) Düzen”, Kur’an düzeni gelmez. Bütün bunlar “Adil Düzen”e hazırlıktır.
Onların en büyük teorisyeni olan Marks’ın kendisi anlatıyor. Toprak tekeli vardı; şimdi sermaye tekeli var. İleride sanayi tekeli olacak, ileride banka tekeli olacak, ileride devlet tekeli olacak… Olacak, olacak... Sonunda tekeller bitecek, sosyalizmden sonra komünizm gelecektir... Komünizmde aile yok, din yok, ulus yok, devlet yok, mülkiyet yok, hattâ para da yok!..
Evet, peş peşe gelen tekeller gelmiş ve gitmiştir. Sonunda komünizm gelmemiştir. Çünkü Marks komünizmi yokluklarla tanımlıyor. Oysa yokluklar varlığı doğurmaz. Onun komünizm dediği Yahudi tekelidir. Bunların hepsi yıkılacak, altın ve gümüş para olmaktan çıkacak, kaydî para yerini alacak, dünyayı karşılıksız para ile Yahudiler idare edeceklerdir. Aile yok, din yok, devlet yok, halk mülkiyeti yok. İşte insanlığı bu rejime götürmek için bugünkü krizleri yaratıyorlar...
Allah bunlara bunu yaptırıyor ki insanlık “Adil Düzen”e ulaşsın.
Evet, imtiyazlı hanedan aileler yok; evet, karşılıksız para yok; evet, hükmeden devlet yok; evet, emeksiz kazanılan mülkiyet yok.
Ama insanların günlük hayatlarının yarısını geçirdiği aile müessesesi bütün heybetiyle yaşıyor. Bâtıl inançlı dinler kalkmış, yerine hak inançlı dinler gelmekte. Hükmeden devlet ortadan kalkmış, yerine hizmet eden devlet gelmektedir. Emeksiz faizli para yerine emek karşılığı ve zekâtlı para gelmektedir.
Yahudilerin elleri mağlul olduğu için krizlere sebebiyet vermektedirler...
Böylece “Adil Düzen”in gelmesine yol açmaktadırlar…

(Va LuGıNUv)
“Ve lânet olundular.”
“Lânet olunmak” dışlanmak demektir.
Tarih boyunca Yahudi halkı hep dünyaya karşı olmuşlardır.
- Mısır’dan çıktılar ama Hititlere de dahil olamadılar, kırk sene çöllerde dolaştılar.
- Hz. Davut ve Hz. Süleyman aleyhisselâm zamanında dünyaya uygarlık bakımından hakim oldular. Deniz filoları oluşturdular, Akdeniz ve Karadeniz’i göl hâline getirdiler. Muntazam seferler yapmakta idiler. Fenikeliler ve Yunanlılar onlar sayesinde her tarafta siteler kurdular.
- Sonra esir edildiler ve Babil’e götürüldüler. Sonra yine iade edildiler.
- Romalılar da sürdü. Kaçanlar Medine’de toplanıp orada merkezlerini kurabildiler.
- Sonra Müslümanlar Medine ve Arabistan’dan sürdüler ama Kudüs’te yerleştiler. Yine merkezleri oldu.
- Sonra Avrupalılar Yahudi avına çıktılar. İstanbul’a gelerek postlarını kurtardılar.
- İkinci Cihan Savaşı’nda dünyanın her yerinden sürüldüler ve İsrail devletini kurdular.
Yahudiler hep tüm insanlık tarafından dışlanmışlardır. Bir taraftan ilimleri ve ekonomik güçleri ile insanlığa hükmediyorlar, diğer taraftan da kimse onları sevmiyor.
Osmanlılar büyük imparatorluk kurdular. Ülkeleri idare ettiler. Tarihi ömürlerini doldurdular ve gittiler. Ama biz onlar sayesinde bugün tüm insanlar tarafından seviliyoruz ve saygı görüyoruz. Libya’ya giden Recep Tayyip Erdoğan padişah gibi karşılandı. Erdoğan ile yarış olsun diye Libya’ya giden Fransa cumhurbaşkanı ve İngiliz başbakanı karşılarında birkaç yüz kişiyi zor buldular. Biz gittiğimiz yerde dost kazanıyoruz. Yahudiler ve onların peşinden gidenler gittikleri yerde düşman kazanıyorlar. İşte lânetlenmek budur.
Yahudiler İslâmiyet’ten aldıkları bilgileri Avrupa’ya taşıdılar ve Avrupalıları uygarlaştırdılar. Şimdi Hıristiyanlarla bir olup Kur’an ehlini soykırımına uğratmak için uğraşıyorlar. Ama Hıristiyanlık âlemi de bunları dışlamıştır. Putin, Obama, Papa bunun açık delilleridir. Arap âlemi zaten onlara düşmandır. Hindistan ve Çin şimdilik suskundur ama onlar da Yahudilerin yanlarında değildirler.
Evet, dünya tarih boyunca Yahudileri hep dışlamıştır, insanlar bundan sonra da onları dışlayacaklardır. Ama onlar da varlıklarını hep sürdüreceklerdir. Artık İsrail’den sürülmeyeceklerdir. Dünya ticaretine ve ilmine yine hâdim olacaklardır ama dışlanmaları da devam edecektir.

(Bi MAv QAvLUv)
“Kavl ettiklerinden dolayı.”
Yahudiler bir taraftan sosyalizmi kötülemekte; kendilerine ‘Çaresi nedir?’ dendiği zaman da ‘kapitalizm’ demektedirler. O da tenkit edilince, ‘Evet, o da kötüdür ama ondan iyisi yoktur!’ demektedirler. Diğer taraftan sosyalist ülkeler de kapitalizmi kötülemekte; kendilerine ‘Çaresi ne?’ diye sorduğunuzda ‘sosyalizmdir’ derler. Onun kötü taraflarını gösterince, ‘Öyledir ama ondan iyisi yoktur!’ derler. Böylece kâinatın kötülükler üzerine kurulduğuna insanları inandırarak ve Erbakan’ın timsah örneğindeki her iki kötülük çenesini ellerinde tutarak insanlığı sömürmeye devam etmektedirler.
Bunun anlamı nedir?
Allah kâinatı yaratmış ama kötülükler içinde yaratmış, doğru dürüst bir şey yok! İşte “Allah’ın eli mağluldur” demek bu demektir. Çolaktır, beceriksizdir, bir iş yapamaz. Onun için insanlık iki kötü düzen içinde kıvranarak yaşamaya mahkumdur diyorlar.
Onlar böyle dedikleri için de ne sosyalizm ne de kapitalizm bir işe yaramıyor. Oysa sosyalizmin de iyi tarafları var, kapitalizmin de iyi tarafları var. Karşı tarafları kötüleyeceklerine kendi iyi taraflarını gösterseler, o zaman işbölümü içinde kapitalizm de yaşar, sosyalizm de yaşar.
Sömürü sermayesi siyasi partilere de böyle yaptırıyor. Partiler birbirlerini kötülemekle meşguldürler. Oysa iktidar olsun muhalefet olsun parti olarak iyilik yapar, insanlığa iyilikleri anlatırlarsa, kendileri de yararlanırlar, karşı tarafı da yararlandırırlar.
Erbakan teşhiste onların yaptıklarının her ikisini kötüledi ama tedavide “Adil Düzen”i ortaya koydu. Bu sayede bugün dünya değişmiştir, Türkiye değişmiştir. Türkiye’nin değiştiğini herkes kabul ediyor. Neden değişti, kim değiştirdi? İşte bundan bahsedilmiyor. Oysa bu değişme Adil Düzen Çalışmaları ile oldu, Millî Görüş ile oldu.
Sebep olarak yaptıklarını değil söylediklerini göstermektedirler. Aslında Yahudiler hatalı yapıyorlar ama iyi işler de yapıyorlar. Dolar düşmanlığı yapmamız manâsızdır. Dolar sayesinde insanlık yaşamaktadır. Dolar düşmanlığı yapacağımıza, dolardan daha iyi şeyi getirmemiz gerekir. Biz işte bunu yapıyoruz. Mal karşılığı senet, senet karşılığı para sistemini getirerek bugünkü şirk düzenine son vermek istiyoruz. Karşılıksız paraya tapmak, onun için çalışmak şirktir. Karşılığı olan para için çalışmak ise ibadettir. Mesele bu kadar açıktır.
Faiz parası şirktir.
Emek parası ibadettir.

(BaL YaDAyHu MaBSuOaTAvNı)
“Değil, iki eli de mebsuttur.”
Yahudiler “Allah’ın eli sıkıdır” demişler, bu sebeple de onların elleri sıkı olmuştur ve lânetlenmişlerdir. Onların dediklerini düzelterek öyle değil, Allah’ın eli sıkı değildir, O’nun iki eli de mebsuttur.
Allah’ın elini müfret getirdi. Sonra Yahudilerin ellerini çoğul getirdi. Burada da iki elden bahsetmektedir. Bir ele mecaz mânâ verebiliriz. Dolayısıyla eli yoktur ama elle ifade edilen serveti vardır. Sebebiyet alâkası ile mecaz oluşturulmuştur. El insandaki servetin sebebidir. Sebep söylemiş, müsebbip kastedilmiştir. Burada ise iki elden bahsedilmektedir. İki el mübalağa sebebiyle olabilir. “İşe iki elle sarıldı” deriz. O halde Allah’ın bir eli değil iki eli de açıktır anlamı çıkar.
Bununla beraber iki elden maksat iki ayrı nimet olabilir. Mesela rahman ve rahim sıfatları Allah’ın iki eli olarak görülebilir. Rahman; çalışsın çalışmasın, karşılıksız olarak insanlara Allah’ın rahmet etmesi, nimetlerini vermesidir. Rahim ise; çalışanlara çalıştığının karşılığını vermesidir. Bu da rahmettir. Çünkü çalıştırmasaydı kişi açlıktan ölecekti. Biz çalıştırmasak gider başka yerde çalışır. Oysa kâinatta Allah’ın olmayan bir iş yeri yoktur. Oradan kovuldu mu tüm varlığını kaybedecektir.
Allah’ın eli mebsuttur. Dengeli bir şekilde tüm canlılara iş vermekte ve onların yaşamını sağlamaktadır.
Bir kurt bir de kuzu düşünelim. Issız dağda bu ikisinden başka varlık yoktur. Yerse kuzu ölecektir. Yemezse kurt ölecektir. Demek ki kaderde birinin ölmesi vardır. Biz kuzunun yanında oluruz, kurt ölsün deriz. Kuzunun canını kurdun canından daha aziz sayarız. Sonra o kuzuyu keser biz yeriz!
Bir de şu vardır. Hint felsefesinde her şey besinden ibarettir. Canlılar beslenirler, yaşarlar, sonra onlar da besin olurlar. Yani canlılık demek önce başka canlıları yemek, sonra bununla etlenerek başka canlılara yem olmak. İşte, iki elden maksat, bir taraftan besin ürettiren Tanrı, diğer taraftan onları besin yapmaktadır. Denge bunun üzerinde kurulmuş. Var olma ve yok olma mekanizması.
Siz de bu iki ele başka mânâ verebilirsiniz.
Her şey çift yaratılmıştır, her şeyde denge vardır. Ölüm bize çok zor geliyor. Sanki öldükten sonra yok olacağız zannediliyor. Bugün insanlar için tenasüh söz konusu olamaz. Çünkü ben daha evvel dünyaya gelmiş olsaydım, onları hatırlamam gerekirdi. Hatırlamadığıma göre o gelişim ile bu gelişim arasında bir irtibat kurmam mânâsız olur.
Bitkilerde sinir sistemi olmadığı için onların acı çektiklerini iddia edemeyiz. Ama hayvanlar bizim gibidirler. Acı çekiyorlar gibi görünüyor. Ölmelerini de çok kötü görüyoruz. Eğer hayvanlar kendi varlıklarından haberdar iseler, birinin ruhu diğerine geçebilir. Dolayısıyla onlar için ölüm araba değiştirme gibidir. Eskiyen arabayı şoför satar ve yenisini alır. Bizim hayatımız da odur. Ölürüz, sonra yeni araba alırız, yani âhirette diriliriz.
Burada bir şeye itiraz edilmektedir; ya acı çekme?..
Acı insanları ve canlıları olgunlaştırmaktadır. Acı çekenler daha tecrübeli olmaktadırlar. Bizim işimiz Allah’ın yaptıklarını kritik etmek olamaz. Bizim işimiz; bizim görevimizin ne olduğunu bilip ona göre amel etmedir. Allah’ı cimri olarak değil de, rahman ve rahim sıfatları ile görmemiz ve ona göre amel etmemiz gerekir.
Bizim ölümümüz nimettir. Cehennem bile bu dünya hayatından iyidir. Çünkü orada ölüm korkusu yoktur. Orada da amel-i salih işleyip oradan kurtulma vardır.

(YuNFıQu KaYFa YaŞAyEu)
“İstediği gibi infak eder.”
“Nefek” köstebeklerin yuvasına veya tünele denir. Sonra pazarın kurulduğu sokağa da nefek denmiştir. Malları satma veya alma infaktır. Satıcı malı infak eder, alıcı parayı infak eder. Tüccar ise alıp satıcı olduğu için o hem parayı hem malı infak etmektedir.
Allah yeryüzündeki nimetlerini insanlara vermiş, onlara infak etmekte, karşılığında onlardan da iş istemektedir. Böylece iki eli de, yani parayı infak eden eli de malı infak eden eli de çalışmaktadır.
Bugün düzen son derece bozuktur.
Kapitalistler Tanrı’nın yerine tüccarları geçirmekte, onlar Tanrı gibi infak etmektedirler; para verip mal almaktadırlar, mal verip para almaktadırlar.
Sosyalistler de bunu bürokratlara yaptırmaktadırlar.
Sermaye sahipleri veya işverenler Tanrı’nın görevini görmektedirler.
Şirk buradan gelmektedir.
“Adil (Ekonomik) Düzen”de ise düzen öyle oluşturulmuştur ki, işveren ile işçi, satan ile alan eşit seviyededir. Ücretlerde ve fiyatlarda serbestçe karar vermektedirler.
Basit bir şekilde açıklayalım. İşveren veya işçi yoktur. İş yapanı arayan iş sahibi ile işi yapan çalışan tamamen kendi iradeleri ile anlaşmaktadırlar.
İşi olanlar internete girerek, ‘Ben bu işi yapanı arıyorum, vereceğim ücret budur’ diyor. İnternet sayfası işçi arayanlarla dolu. Ücretler belli. İşçi de, ‘Ben şu işleri yapabilirim. Cuma günü boşum.’ diye ilan veriyor. İş arayanlar iş arayan sahifelerini doldurmakta, işçi arayanlar da işçi arayanlar sahifelerini doldurmaktadırlar. Sonra yer değiştiriyorlar, karşıdakilerin sahifelerine geçip işi veya işçiyi seçiyorlar. Tuşa basınca anlaşma gerçekleşir. İkisi de internetten çıkarlar.
Burada ne oldu?
Aracılar kalktı. Doğrudan işveren ile işçi yan yana geldi. Ürün meydana geldikten sonra üreticilere pay belgeleri verilir. Onlar da yine internette satılık malların fiyatlarını ve vasıflarını ilan ederler. Alıcılar da alacakları malları ilan ederler. Kim önce davranırsa akit gerçekleşir ve aracısız bir şekilde mal müşterisini bulmuş olur.
İşte, burada Allah’ın iki eli de, işveren eli de ürünü alan eli de devreye girmiş olur.
İnternetle her şeyi alma ve satma düzenine şimdilik ulaşmış değiliz. Çünkü arada bir de nakliyenin olması gerekmektedir. “Genel Hizmetler”in oluşması gerekmektedir. O duruma varıncaya kadar rekabet içinde tüccarlar olmaktadır. Onlar bunu sağlamaktadırlar. Uluslararası ticarette her zaman tüccara ihtiyaç olacaktır. Serbest piyasada herkes istediği gibi karar almaktadır. Bunların kararı topluluğun kararını meydana getirmektedir, yani serbest piyasayı oluşturmaktadır. Arz ve talep kanunları çalışmaktadır. Allah’ın halifesi olan insan/lık yani halk istediği gibi infak edince, Allah’ın istediğini infak etmiş olur. Tekeller veya devlet memurları infak edince onlar cimrilik yapmış olurlar.
Batı ekonomistleri ekonomi kitaplarını yazarken sınırlı olan imkanlardan sonsuz olan ihtiyaçları dengelemek şeklinde tarif ederler. İşte bu ifade Allah’ın yedi mağluldur ifadesinin kendisidir. Evet, ne Allah’ın nimetleri sonludur, saysanız bitiremezsiniz, ne de insanların ihtiyaçları sonsuzdur. İnsanlar karınlarını doyurunca fazlasını yiyemezler. O halde ekonomi demek, sonsuz nimetin içinde insanların sonlu ihtiyaçlarını giderecek kadar pay almaları demektir. Görülüyor ki kuvveti üstün tutanların mantıkları hep terstir. Çalışma demek, insanın sonlu ihtiyaçlarını giderecek kadar sonsuz nimetlerden payını alması demektir.
Allah insanlara ihtiyaçları kadar vermekte, onlardan da ihtiyaçlarını belirleyecek kadar iş yapmalarını istemektedir. Allah’ın her iki eli de mebsuttur. Para verirken hakkını vermekte, mal verirken de hakkını vermektedir. Serbest piyasa Allah’ın piyasasıdır. Tekel piyasalar ise Yahudilerin piyasasıdır. Sosyalizm de kapitalizm de onların düzenleridir.

(Va LaYaZİyDanNa KaÇİyRan MiNHuM)
“Ve onların çoğuna ziyade eder.”
“Zad” azık demektir. Normal yükler yüklendikten sonra üste konan azığa “zad” denir.
Fazlalaştırmak kendi cinsinden artırmadır. Ziyade etmek ise başka bir şeyi eklemektir.
Şimdi Filistin’de devlet kurmağa çalışan İsrail oğulları vardır. Onlar kendilerine vatan istemektedirler. Bütün insanların sayıları nisbetinde vatana sahip olmaları haklarıdır. Filistin’i de Allah onlara vermiş, Tevrat ve Kur’an’da bu bildirilmiştir. Filistinliler ise Arap ve Müslümandırlar. İster Arapların olsun, ister Müslümanların olsun, yerleri çok geniştir. Çöllerde olsun, en verimli geniş yerlerde olsun, o topraklarda çok az sayıda insan yaşamaktadır. İsrail’in nüfus yoğunluğu 300’dür. Mısır’ın 75, Libya’nın 3.5’tur. Dolayısıyla İsrail halkının Filistin’de yerleşmelerinde hakları vardır.
Asıl fitne çıkaran Yahudiler, tekel sermayeyi ellerinde bulunduran Amerikan Yahudileridir. Burada sözü edilen Yahudiler onlardır. Onlardaki küfür ve tuğyan artmaktadır. Bundan dolayı Yahudi kelimesini kullanıp “Ellezîne Hâdû” veye “Beni İsrail” denmemektedir. Burada “zâde” değil de “yezîdu” denmiş, geçmişte olan değil gelecekte olan kastedilmiştir.

(MAv EuNZiLa EiLaYKa MiN RabBiKa)
“Rabbinden sana inzâl olunan.”
Buradaki “Mâ” ziyade ederin failidir. Artıran sana inzâl olunandır. Allah Kur’an’ı indirdi. Kur’an’ın lafzı “ellezî ünzile”dir, Hazreti Muhammed’e indirilmiştir; “Mâ Ünzile” ise manâsıdır; manâsı kıyamete kadar inzâl olunacaktır. Manâsını da herkese ayrı ayrı indirmemektedir, mü’minlerden birine indirmektedir. Değişik manâlar değişik mü’minlere gelmektedir. Kur’an’da usulüne göre bir manâ verir. Allah onun beynine ilham eder. Sonra diğer mü’minler onu duyarlar. İttifak ederlerse o inzâl olunmuştur. İttifak etmezlerse, ittifak edinceye kadar üzerinde müzakere ederler. Ne zaman ittifak ederlerse o münzeldir. Buna icma denmektedir. İttifak edilmeyen hususlarda herkes kendisinin anladığı manâyı uygular.
“Sana inzâl olunan” denmiş olmasının sebebi budur.
Kur’an şimdi bana bunları söylemektedir. Sizi de okuyor kabul ederseniz, o zaman o manâ münzel olmuş olur. Ama siz benim verdiğim manâyı yeterli bulmazsanız o orada kalır. İster kendimiz o manâyı ilk kabul edelim, ister bir başkası ilk defa o manâyı versin, eğer bizim de aklımız ererse, o da sana inzâl olunandır. Müfret getirilmesinden anlaşıldığına göre icmada içtihadın ayrı ayrı yapılması gerekir. Bir araya gelip hatır veya telkinle değil, ayrı ayrı bize o manâ gelmelidir. Şimdi benim söylediklerim sizin de bilginize ve aklınıza uyuyorsa, söylediklerimi Allah size benim aracılığımla bildirmiştir. Bana da başkalarının öğrettikleri ile şimdi doğrudan Kur’an’dan anlıyorum.
Yenibosna Adil Düzen Çalışanları, Kur’an’ı gayet serbestçe anlamaktadırlar. Akıllarına gelen her şeyi söylemektedirler. Böylece serbest düşünme usulünü yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Kur’an Allah’ın yayınlarını bize ulaştıran bir ekrandır. İstasyonu arar buluruz. Ararken karanlık noktalarla ve parazitlerle de karşılaşırız. Onlardan korkacak olsak o zaman istediğimiz kanalı bulamayız.
Bizim okuyucularımızdan ve diğer mü’minlerden isteğimiz; Kur’an’a verdiğimiz mânâların doğru olup olmadığını araştırmanızdır. Siz tasdik ettiğinizde bizim hata etmediğimiz anlaşılır. Bunun için sizin bizi eleştirmenizi istiyoruz. Ama bu eleştiri hakkı arama mahiyetinde olmalıdır, inada dayanmamalıdır.
“Rabbinden inzâl olunan” denmekle iki şeye işaret etmiş oluyor. Bu inzâlin şeytandan değil rabbinden geldiğine işaret ediyor. Diğeri ise bu bildirmeyi senin yetişmen için indiriyor. Yani ben benim bildiklerimi sizinle paylaşmak zorundayım. Size etki etmek, size bir şeyler öğretmek için değil, benim söylediklerimin doğru olup olmadığını kontrol içindir. Siz de beni eleştirirken beni düzeltmek için değil, sizin bilginizin doğru olup olmadığını tesbit etmeniz içindir.

(OuĞYANan Va KuFRan)
“Tuğyan ve küfürlerini artırmaktadır.”
Bizim söylediklerimize kulak verip kendi bilgilerini kontrol edeceklerine, Kur’an’a ve Kur’an ehline düşman olmaktalar. Önce kuleleri yıkıyorlar, kandırdıkları veya yanılttıkları müslimlere yaptırıyorlar, sonra dünyaya savaş ilan ederek Müslümanların soyunu bitirmeyi planlıyorlar. Ne var ki dünya onlara uymadı da fecaat önlendi, kendi kulelerini yıkmakla yetindiler. Oysa Kur’an ve bizim söylediklerimiz onlara Allah’ın nimetidir. Onları uçurumdan kurtaracaktır. Çözümsüz durumlarını çözümlü hâle getirecektir.
Türkiye bugün ittifak etmiş, Kenan Evren’in anayasasını değiştirecek. Ama yerine ne getirecek? Avrupa’nın anayasalarını getirecektir! Oysa ister 1961 Anayasası ister 1981 Anayasası olsun, hepsi Batı diplomalı profesörler tarafından hazırlandı. Onların anayasalarını birleştirip toparladılar. Sonra tam 17 defa 100 maddeyi değiştirdiler. Bu değişiklikleri de yine Avrupa’dan gizlice dersler alarak yaptılar. Çözüm olmadı.
Askeri anayasa imiş! Sizi gidi sahtekârlar!
Anayasanızı askerlere dayanarak millete zorla kabul ettirdiniz.
Biz anayasayı değiştirmek için değil, anayasayı doğru dürüst uygulayalım diye yola çıktık. Yarım asır bize çektirmediğiniz kalmadı. Şimdi yeni anayasa getireceklermiş.
Evet, sizin söyledikleriniz tuğyanı ve küfrü artırmaktadır.
İki kelime nekre olarak gelmektedir. Her sözümüze başka türlü karşı çıkıyorlar.
“Tuğyan” söylenenlere aykırı hareket etmedir. Biz anayasayı kritik edersek anarşist oluyoruz, biz savununca da anayasa tu kaka oluyor! Tuğyan fiilî isyandır. Küfür ise fikrî isyandır. Tuğyan bâtıl amelse küfür de bâtıl imandır.

(Va EaLQAYNAv BaYNaHuM)
“Ve aralarına ilka ettik.”
Sana gelen bilgilerden dolayı size ve insanlara karşı küfürlerini artırdı. Bile bile yanlış yalan fikirler savunuyor ve saldırıyorlar.
Irak savaşını düşünün, bir sürü yalan ve iftiralarla saldırdılar. Oraya demokrasi getireceklerine zulüm, kan ve katliam getirdiler. Beş bin senelik uygarlığı mahvettiler. Avrupalılar Yunanlılara bize uygarlık getirdiler diye saygı duyuyorlar. Oysa Yunan uygarlığı Irak Mezopotamya uygarlığına dayanmaktadır. Bugünkü Avrupa uygarlığı da Irak Mezopotamya uygarlığına dayanmaktadır. Aralarında da düşmanlıkları vardır.
Allah, bunu biz ilka ettik diyor.
Evet, size karşı küfür ve tuğyanları arttı, biz de ona mukabil onların arasında düşmanlığı koyduk demektedir.
Yeryüzü yaratılmıştır. İnsan orada halife yapılmıştır. İnsan evrimleşen ve uygarlaşan varlıktır. Uygarlaşmanın iki yolu vardır. Hayırda yarışma ve ayıklanmak için çatışma. Bir bina yaparsınız, zamanla o bina kullanılmaz hâle gelir. Onu yıkar yenisini yaparsınız. Eğer o binada eskime ve harabiyet olmasaydı yeni bina yapmamış olurdunuz. O zaman da evrim olmazdı. Oysa yıkıldıktan sonra yenisini daha iyisi olarak yaparsınız.
Topluluklar da böyledir. Uygarlıklar yaşlanır ve çöker. Artık onun yerine yeni ve daha ileri uygarlık oluşmalıdır. İslâm uygarlığı yaşlandı, daha ileri Batı uygarlığı doğdu. Batı uygarlığı artık yaşlanmaya başlamıştır. Şimdi ileri Doğu uygarlığı doğacaktır.
Yaşlı uygarlıkları ortadan kaldırma görevi Yahudilere verilmiştir. Hıristiyanlar ve Müslümanlar yeni ileri uygarlıkları kurarken, onlar da fitneler ve savaşlar çıkararak yaşlı uygarlıkları yıkacaklar. Bunu başarabilmeleri için onların küfür ve tuğyanlarının artması gerekir. “Adil Düzen”e düşmanlıkları budur. Erbakan bütün gücü ile sermayeye saldırmıştır. Dünyaya etki etmiş ve dünya uyanmıştır, daha da uyanmaya devam etmektedir...

(eLGaWAVaTa Va eL BaĞWAvEa)
“Adaveti ve bağdayı koyduk.”
“Adavet” cepheler kurup aralarında savaşmaktır.
“Bağda’” da halkın birbirine kin gütmesi, buğzetmesi, birbirini sevmemesidir.
Yahudileri yakından tanımadığım için birbirlerine karşı nasıl olduklarını bilemiyorum.
Köylülerimden biliyorum. Kabile gruplarının birbirine düşmanlıkları vardır, karşılıklı öldürmelerle ve saldırmalarla düşmanlık sürüp gider. Ayrıca kardeş kardeşi de sevmez. Dışa karşı son derece dayanışma içinde olurlar, düşmanlara karşı bir olurlar. Ama aralarındaki haset ve kin de o kadar şiddetlidir. Yani kötülükte dayanışma, iyilikte ise ayrı olma. Kabilelerin aralarında konuşmayacak kadar hasımlıkları vardır. Ama gurbette iken hemen birbirlerine arka çıkarlar.
Buradaki adavetten maksat düşmanlıkta birleşme ve cephe kurma, iyilikte ise birbirine buğzetme psikolojisidir. İman etmeyen her topluluk için durum budur.
Bu durum şimdi benim köylülerimin hâli için değişmiştir. İstanbul’a taşınınca, gurbetlik havası onların gruplaşmalarını kaldırmıştır.
Yahudiler ise böyle değildir diyor, Kur’an; onlar kentlerde yaşadıkları halde aralarında adavet var, bağda’ var.
Bunun görünen tarafını bilebiliriz. Amerikan Yahudileri İsrail devletinin kurulmasını istemiyorlardı. Avrupa Yahudileri ise İsrail devletinin kurulmasını istiyorlardı. Avrupa Yahudileri galip gelip İsrail devleti kurulunca, Amerikan Yahudileri İsrail’i devamlı savaş içinde tutarak İsrail’deki Yahudilerin gelişmelerini önlediler. Bu savaş hâlâ devam etmektedir. Amerikan Yahudileri hem Filistinlileri hem de Yahudileri silahlandırıp savaştırmakta, böylece Ortadoğu’nun gelişmesini önlemektedir.
Şimdi başka bölünme vardır. Üretici Yahudilerle finansör Yahudilerin arasında çatışma vardır. Evet, onlar fitnelikte beraberler, sömürmekte beraberler ama aralarında da adavet ve bağda’ da vardır. Kur’an bu âyetle Mahir Kaynak’ın bu reel-finans ekonomisindeki çatışma tahlilini doğrulamaktadır.
Burada tuğyan, küfür, adavet ve bağda’ dörtlüsünün karşılaştırılıp nasıl dörtlü oluşturduklarını beyan etmek gerekir. İnsanların bu haleti ruhiyelerini ortaya koyacak roman veya senaryo çok etkin olur sanırım.

(EiLAy YaVMı eLQıYAMaTi)
“Kıyamet yevmine kadar.”
“Kıyamet” burada harfi tarifle gelmiştir. “Kıyam” mastardır, “Kıyamet” ise isimdir. Harfi tarifle geldiği için belli olayın olduğu günü göstermektedir.
Kâinat bundan 13.7 milyar yıl önce patlayıp büyümeye başlamış ve hâlâ büyümektedir. Yeteri kadar büyüdükten sonra kâinatın düzeni bozulacaktır. Kur’an buna “saat” diyor. Ondan sonra da yeni kâinat oluşturulacaktır. Bu dönemde bütün insanlar mezardan kalkacaktır. İşte buna “kıyamet” denmektedir.
“Kıyamet”in başka manâsı daha vardır. Bizim kâinatımız yaşlanmakta ve ölmektedir. Ölümlü fani kâinat olmaktadır. Oysa yeni kâinat ölümsüz dayanıklı olacaktır. “Kıyamet” mukavemetten oluşmuş bir kelime olarak dayanıklı sağlam gün manâsına gelir.
İşte, Yahudiler arasında o zamana kadar adavet ve buğuz vardır.
Neden vardır?
Dengenin oluşması için vardır. Yaşlıların ortadan kaldırılması için vardır. Onların varlıkları devam edecektir. Çünkü bugünkü günler kıyamet günlerinden değildir. Ölümlü dünyadır. Bu âyet bize aynı zamanda Yahudilerin kıyamete kadar var olacaklarını ve bu ruh hâli ve fesad içinde devam edeceklerini bildirmektedir.
Evet, Allah tavşana kaçma melekesini, tazıya da tutma melekesini vermiştir. Kaçan tavşanlar kaçıp kurtulacak, kaçamayanlar yem olacaklardır. Böylece tavşanlarda ayıklanma yoluyla evrim olacaktır. Yakalayan tazı yaşayacak, yakalayamayan tazı ölecektir. Böylece tazılar arasında da ayıklama olacaktır.
İşte, Yahudilerle insanlık arasında, mü’minler arasında kıyamete kadar bu kaçıp kovalamaca devam edecektir. 1400 sene önce dünya Yahudileri yok edilmiş, sadece Medine’de küçük sığıntı topluluk hâlinde yaşıyorlardı. Müslümanlar o yerleri de ellerinden aldılar. Ama şimdi her ağacın altında Yahudinin bir hilesi vardır.

(KulLaMAv EaVQaDUv)
“Her ıkad ettiklerinde.”
Bunların görevleri nedir?
Savaş çıkarmak. Silah fabrikaları kurup devletlere ve eşkıyalara satıp onların birbirleri ile savaşmalarını sağlamak.
Evet, dünyada nüfus dengesinin oluşması ve çatışarak uygarlaşmanın sağlanabilmesi için savaşa gerek vardır. Savaşsız dünya ölü dünya olur. Savaşın oluşması için de savaşı besleyecek sanayinin oluşması, savaş işletmelerinin faaliyet göstermesi gerekir.
İşte Yahudiler bunu yapmaktadırlar. ABD’dekiler de silah fabrikalarını çalıştırmakta ve dünyayı ateşe vermektedirler. “Bunu her yaptıklarında” demek suretiyle onların görevlerinin bu olduğunu ifade etmektedir.
Bize ne düşer?
Bunların ateşleri arkasından “Adil Düzen”i kurmak düşer.
Irak, Afganistan, Libya, Mısır, Suriye “Adil Düzen”e hazırdır. Çünkü Yahudilerin çıkardığı savaşlar sonunda buradaki yaşlanmış İslâm anlayışı son buluyor. Sosyalizmle (komünizmle) bu temizlik dünyada sağlandı. Dünya “Adil Düzen”i kabule hazırlandı.
Ne ile sağlandı?
Birinci ve İkinci Cihan Savaşları, Irak ve Afganistan savaşları ile sağlandı
Bunu kim yaptı?
Yahudiler yaptı; yani “Adil Düzen”e imkan hazırlamak için Allah yaptı.

(NAvRan Li eLXARBı)
“Harb için ateş.”
“Harbin ateşini yaktıklarında.”
Kur’an bize bizim zamanımızda nâzil olmuştur. Merkezde olan biziz diyebiliriz.
Her çağ için Kur’an onlara nâzil olmuş ve olacaktır.
Bu konuda iki neslin özellikleri vardır. Birinci nesil Kur’an’ın ilk nâzil olduğu nesildir. Onlar Kur’an’ı uygulanabilir şekle getirdiler, proje yaptılar. Biz şimdi projeyi ilk uygulayanlar olacağız. Bundan sonraki üçüncü ve dördüncü nesiller ise bizden elbette çok ileri olacaklardır. Ama Kur’an’ın beyanına hizmet bakımından biz ikinci olacağız.
Kur’an nâzil olduğu zaman ateşli silahlar yoktu. Bugün ateşli olmayan silah yoktur. Savaşın çıkarılması için ateşli silahların patlaması gerekir. Bugün buna “sıcak savaş” denmektedir. Kur’an bu şekilde çağımıza hitap etmektedir: “Harb/savaş için ateş.”

(EaTFaEaHav elLAHu)
“Allah onu itfa edecektir.”
Yahudiler savaş çıkaracaklar, yaşlanmış hasta toplulukları ortadan kaldıracaklar ama sonunda barış dünyası gelecek ve ileri uygarlıklar kurulacaktır.
Birinci Cihan Savaşı çıkarıldı, sosyalizm/komünizm dünyayı kasıp kavurdu.
İkinci Cihan Savaşı çıkarıldı, kapitalizm dünyayı kasıp kavurdu.
Onlar görevlerini yaptılar.
Şimdi ise savaşlar bitmektedir. İnsanlık yeni dünya düzenini arıyor. İnsanlar din/düzen düşmanlıklarını da bıraktılar. Artık Allah’ın yeryüzüne hakim kıldığı dört büyük din söz sahibi olmaktadır. Müsbet ilim yeteri kadar gelişmiştir.
Akevler Yenibosna çalışmaları da III. bin yıl uygarlığının projesini hazırlamağa başlamıştır. Kısa zaman sonra insanlık -başka çare bulamayınca- bundan yararlanacak, yeryüzüne savaşsız bir üçüncü bin yıl dünyası gelecektir.
Cumhuriyet döneminde Türkiye’de yapılan dinsizlik inkılâpları hep Yahudilerin tertibi idi. Sonunda demokrasiyi de onlar getirdiler. Ama bütün bu olayların ve gelişmelerin arasından “Adil Düzen” ortaya çıktı! Bugün bile tutucu Müslümanların baskısı ile içimize kapanmış bulunuyoruz. Cumhuriyet fırtınası gelmeseydi bizi diri diri gömerlerdi. Hâlâ lâiklik düşmanlığı yapanlar vardır. Her şey Allah’ın takdiri ile olmuştur. İyi olmuştur. Şer zannettiğimiz şeyler hayırlı olmuştur.

(Va YaSGAVNa FIy eLEaRWı FaSAvDan)
“Ve arzda fesad olarak sa’y edeceklerdir.”
Yukarıda harbi fiil-i mâzi ile getirdi. Çünkü savaşlar geçicidir, yaşlanmış uygarlıkları ve düzenleri ortadan kaldırmak içindir. Oysa fesatları süreklidir, devamlıdır. Onun için muzari sigası ile getirmiştir.
Demek ki Yahudiler varlıklarını kıyamete kadar sürdürecekler, zaman zaman görevleri gereği savaşları sürdürecekler, ama fesatlıkları hep devam edecektir. Fesatlıkla da insanlığı uyanık tutmakta, bu sayede insanlar gevşememektedir.
Demek ki dünya düzenini Allah çok açık şekilde anlatmaktadır.
İnsanlığın şer kutbunu Yahudiler oluşturacak, savaş çıkaracak, fesad çıkaracaklar.
İnsanlığın hayır kutbunu da mü’minler oluşturacaklardır. Mü’minler isteyen tüm insanlardan oluşacaktır.
Onlar savaşı getirecek, biz barışı; onlar fesadı getirecek, biz imanı/güveni getireceğiz.
İnsan Kur’an’ı okuyup düşündükçe ve dünyaya bu gözle baktığınız zaman, ayna gibi Kur’an’da gördüğünü gördükçe, bütün sıkıntılarını atmış oluyor...

(Va elLAHu La YuXibBu eLMuFSiDİyNa)
“Allah müfsitleri hubbetmez.”

| اللَّهُ | اللَّهُ | اللَّهُ | رَبِّكَ |
| هُ | نَا | | |
| يُنفِق | يَشَاءُ | أَطْفَأَهَا | لَا يُحِبُّ |
“Allah” kelimesi bu âyette üç defa geçmekte, bir de “Rab” olarak geçmektedir. Zahir zamir “Hu” ve “Nâ” olarak iki defa geçmektedir. Müstetir zamir de dört defa geçmektedir. Toplam olarak on defa zikredilmektedir.
“Allah” müptedadır. Cümle isim cümlesidir. Buradaki cümleler fiil cümleleri idi. O halde bu cümle hâl cümlesidir.
Evet, Allah dengenin oluşması için İsrail oğullarını seçmiş, onlara pis görevler vermiştir. Böylece insanlığı pislikten kurtarmıştır. Yani onları seçmiş olması insanlığı tathir etmek içidir. Çünkü Allah müfsitleri sevmez. Onların görevi de kötüdür ve Allah onları sevmiyor. Buradaki “sevmiyor”dan maksat, sonunda onlar başaramayacak demektir.
Terör, anarşi, PKK bitecek.
Onların görevi “Adil Düzen”i getirtmektir. “Adil Düzen” gelmezse terör bitmez. Ama “Adil Düzen” mutlaka gelecek ve onların fesadı sona erecektir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92